Etiket arşivi: taşımalı eğitim

İKİNCİ YÜZYILDA EĞİTİM HAKKI ÇALIŞTAYI KISA SONUÇ BİLDİRGESİ

İKİNCİ YÜZYILDA EĞİTİM HAKKI ÇALIŞTAYI
KISA SONUÇ BİLDİRGESİ

AKP iktidarı eğitim sistemini büyük bir krizin içine sürüklemiştir. Sorunun kaynağı olanlardan çözüm beklenemez. Eğitim sorunları sahte, göstermelik Şuralarla da çözülemez. Bu nedenle eğitimle ilgili tüm toplum kesimlerini, deneyim ve birikimlerini paylaşmaya, eğitim sorunlarını konuşmaya, çözümlerimizi ortaklaştırmaya davet ettik.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, 7 Bölgede 81 ilden gelen eğitim alanında örgütlenmiş sendika, dernek, vakıf vb. örgüt, öğrenci, veli, gazeteci, eğitim alanında sözü olduğumuz herkesi kapsayan “İktidar İçin Eğitim” toplantıları yaptık; bu toplantılarda katılımcılar görüşlerini, yazılı raporlarını bizlere sundular. Bu sunuşlarda dile getirilen görüş ve öneriler eğitim sorunlarının nerelerde yoğunlaştığının bir kanıtı olmakla kalmadı, bu toplantıların devamı olarak bütün ülkeyi kucaklayacak biçimde eğitimin tüm bileşenlerini bir araya getiren

  • “İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı”

adlı çalıştayımızda üzerine çalışılan temel belgelerinden biri olmuştur.
“İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı” çalıştayımızı 27 Kasım 2021 tarihinde başarıyla gerçekleştirdik. Eğitim Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Prof. Dr. Lale Karabıyık’ın sunuşuyla açılan çalıştayımızda davetli konuşmacılardan Prof. Dr. Ferhunde Öktem’in “Eğitim Felsefesi” konulu konuşmasından sonra Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, partimizin eğitime ve eğitim sorunlarına bakışımızı ifade eden bir konuşma yapmıştır.
Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu konuşmasında;

  • Bir yüzyılı bitirdik, bir yüzyılı bitirirken istedik ki, eğitim sorununu da büyük ölçüde aşmış olalım. Ama bugün geldiğimiz noktada çok güzel başlayan bir eğitim süreci zaman içinde ciddi aksamalara yol açtı. Çocuklarımızı yeri geldi denek olarak kullandık. Bunu yaparken de eğiticileri, öğretmenleri dinlemedik. Oturduk masamızın başına kararı biz verdik, en iyisini biz biliyoruz dedik ve sonuçta da bugünkü tablo çıktı ortaya. 4+4+4 sistemi Parlamentoya geldiğinde bunun yanlış olduğunu, kalkınma planlarında olmadığını, eğitim şuralarında görüşülmediğini, Bakanlar Kurulunda görüşülmediğini, Milli Eğitim Bakanlığında görüşülmediğini, 5 milletvekilinin imzasıyla bu teklifin verildiğini, 5 milletvekilinden hiçbirinin  eğitimci olmadığını söyledik… Ama az önce sizin de ifade ettiğiniz gibi; bir nesil de gitse, iki nesil de gitse biz bunu uygulayacağız anlayışı, dayatma kültürü egemen oldu. Akşam bu konuya bakarken o yasa teklifini tekrar çıkardım. Yasa teklifi bu, 5 imza var altında, 5 grup başkanvekili hiçbiri eğitimci değil. Avukat var, siyasal bilgilerden maliyeci, sanayici var, yine bir maliyeci var, ilahiyatçı var ve avukat var. Hiçbiri eğitimci değil. Dolayısıyla bugünkü tablo hepimizin yüreğini burkan bir tablo.” dedi.

Genel Başkanımızın konuşmasından sonra Millet İttifakı bileşenlerden İyi Parti’nin Eğitim Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Dr. Şenol Sunat, İyi Parti’nin eğitim ve eğitim sorunlarıyla ilgili düşüncelerini paylaşmıştır.

New York Üniversitesinden Prof. Dr. Selçuk Şirin dünyayı yakalamak için “İkinci Yüzyılda Yeniden Eğitim Yeniden Reform” başlıklı bir sunum yapmıştır.

Çalıştayımızda katılımcı örgütlerin temsilcileri de ayrıca söz alarak görüş ve önerilerini çalıştayımızın katılımcılarına sunmuşlardır. Çalıştayımızın öğleden sonraki çalışmalarında ise önceden ilgi alanlarına göre davet edilen akademisyenler, eğitim örgütleri temsilcileri, eğitim yazarları, öğrenci temsilcileri, öğrenci veli dernekleri ve okul aile birliği üyelerden oluşan komisyonlarımız çalışmalarına geçmiştir.

İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı” başlıklı çalıştayımızda;

Eğitim Hakkı Açısından Temel Eğitim” komisyonumuzun başkanlığını Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Meral Uysal,

“Eğitim Hakkı Açısından Mesleki Teknik Eğitim” komisyonunun başkanlığını Hacettepe üniversiteden Prof. Dr. Hasan Hüseyin Aksoy,

İkinci Yüzyılda Öğretmenlik Mesleği” komisyon başkanlığını Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Soner Yıldırım,

İkinci Yüzyılda Yükseköğretim ve İstihdam Politikaları” komisyon başkanlığını ise Çukurova Üniversitesinden Prof. Dr. Adnan Gümüş gerçekleştirmiştir.

Komisyonlarımıza tanınan süre içinde üzerinde uzlaştıkları görüş ve önerileri “Kısa Sonuç Bildirgesi” başlığıyla kamuoyumuzun dikkatine sunuyoruz.

İKİNCİ YÜZYILDA ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ
Komisyonumuz görüş ve önerilerini “Öğretmen adaylarının seçimi, eğitimi ve öğretmenlik mesleği başlığı altında toplamıştır. Çözüm Önerileri
Öğretmen adaylarının seçimi:
1. Öğretmen ihtiyacı önceden belirlenmeli ve bu ihtiyacın karşılanması için gerekli planlama yapılmalıdır.
2. Öğretmen Liselerinin tekrar açılması ve bu Lise mezunlarının üniversite giriş sınavlarında avantajlı kılınması sağlanmalı ve öğretmenlik mesleğine ilgi teşvik edilmelidir.
3. Eğitim Bilimleri Fakültesi yeniden güçlendirilmeli ve köklü üniversitelerde Eğitim Bilimleri Fakülteleri açılmalıdır. Diğer eğitim fakültelerinin bazıları ise bölgesel olarak birleştirilmelidir.
4. Atanmayan öğretmen sorunun aşılması, öğretmenlerin istihdamının sağlanması için fakültelere alınan öğrenci sayılarının belirli bir plan doğrultusunda azaltılması yoluna gidilmelidir.
5. Öğretmenlik mesleğine yatkın olmayan öğrencilerin 3. sınıftan başlayarak başka fakültelere geçmesine izin verilmelidir.
Öğretmen Adaylarının Eğitimi:
1. Öğretim Teknolojileri yeterlilikleri bütün öğretmen adaylarına kazandırılmalıdır.
2. Öğretmenlik profesyonel bir meslektir ve öğretmen yetiştirme Eğitim Fakültelerinin görevi olmalıdır “pedagojik formasyon” kursları kesinlikle kaldırılmalıdır.
3. Eğitim Fakültelerinin fiziksel koşulları iyileştirilmelidir.
4. Öğretmenlerin kültürel okuryazarlığının geliştirilmesi için eğitim fakültesi programlarında kültür, sanat ve spor derslerinin verilmesi, öğretmenliğin entelektüel bir meslek olduğunun vurgulanması gerekir.
5. Öğretmen adayının okul ortamını her yönüyle tanıması ve deneyimlemesi (yaparak yaşayarak öğrenmesi) için programlarda 2. sınıftan başlamak kaydıyla her yıl 1 ders olmak üzere 3 uygulama dersi yer almalıdır. Ayrıca programlar kapsamında okutulan öbür derslerde de kuram ve uygulamanın dengeli yer alması sağlanmalıdır.
6. Öğretmen adaylarının; eğitimin politika, ekonomi, sosyoloji, kültür, gibi alanlar ile bağını kurabilmeleri amacıyla öğretmen eğitimi programlarında Eğitim Sosyolojisi, Eğitim Felsefesi, Eğitimin Güncel Sorunları, Çok Kültürlü Eğitim, Eleştirel Pedagoji, vb. başlıklı dersler yer almalı bu derslerin içerikleri öğretmen adaylarının entelektüel gelişimine uygun olacak biçimde düzenlenmelidir.
7. Öğretmen yetiştirme programlarında mutlaka cinsel sağlık eğitimi yer almalıdır.
8. Öğretmenlerin hizmetiçi eğitimi daha etkili hale getirilmelidir. Hizmet İçi Eğitim Enstitüsü bağımsız bir enstitü haline getirilmeli ve bölgelerdeki şubeleri de eğitim-araştırma uygulama merkezleri olacak biçimde yeniden düzenlenmelidir.

Öğretmenlik Mesleği:
1. Öğretmenlik Meslek Yasası ILO – UNESCO ortak belgesi olan Öğretmen Statüsü Tavsiye Kararı doğrultusunda tüm eğitim paydaşlarının katılımıyla hazırlanmalıdır.
2. Öğretmenlik mesleğinin statüsünün geliştirilmesi için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.
3. Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına son verilerek tüm öğretmenlerin kadrolu olarak istihdam edilmesi sağlanmalıdır.
4. Öğretmenlere yönelik mevcut kariyer sistemi kaldırılarak, öğretmenlerin eğitim bilimlerinin farklı alanlarında akademik kariyer yapmasını sağlayacak yeni bir kariyer modeli getirilmelidir.

EĞİTİM HAKKI AÇISINDAN TEMEL EĞİTİM

Çözüm Önerileri
1. Devlet bilimsel, laik, nitelikli, kesintisiz temel eğitimi tüm yurttaşlarına eşit sağlamakla yükümlüdür. Eğitim hakkı fırsat eşitliği politikaları ile sınırlandırılamaz. Temel eğitimde okullaşma ile ilgili veriler dezavantajlı toplum kesimlerinin (Çalışmak durumunda kalan, cezaevinde yaşamak durumunda olan, ıslah evinde kalan, geçici koruma altında olan çocuklar, çatışma yoğunluklu bölgelerde yaşayan, özel gereksinimli çocuklar, kız çocukları, ana dili Türkçe olmayan çocuklar, Roman çocukları…vd. eğitime erişim sorununun yalnızca eğitimsel yaklaşımlarla çözülemeyeceğini ortaya koymakta, eğitimsel çözümlerin sosyal politika önlemleri ile bütünleştirilmesini gerektirmektedir. Bu çözümlerin üretilmesi anne-babaların eğitime yönelik duyarlılıklarını geliştirmeyi amaçlayan yetişkin eğitimi programlarını da kapsayacak biçimde, pozitif ayrımcı, daha fazla kamu kaynağı ayıran bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Sosyal devlet yaklaşımının da gereği budur. Temel eğitimin her düzeyinde yüzde yüz okullaşmayı sağlayacak sosyal politikalar geliştirilmelidir.

2. 2012 yılında uygulamaya konan 4+4+4 eğitim sistemi ile eğitime erişim eşitsizliği artmıştır. Çocuk işçiliğini besleyen, çağ nüfusu öğrencileri açık öğretime yönlendiren, kız çocuklarının erken evliliğe teşvik eden, eğitimin içeriğini dinsel referanslara göre biçimlendiren, eğitimde piyasalaşmanın önünü açan bir uygulama olarak 4+4+4 dayatması eğitim hakkının önündeki engellerden biridir. Eğitimden kopuşların ilköğretimin 2. aşamasında yoğunlaştığı göz önünde bulundurulduğunda bu uygulama ile fiilen gerçekleşen zorunlu eğitim süresi 5 yılın altına çekilmiştir. 4+4+4 şeklindeki uygulama asla devam etmemelidir.

3. Okul öncesi eğitimde okullaşma oranlarının düşük olmasının temel nedeni bu alanın büyük ölçüde piyasaya terk edilmesi ve özel okulların ücretlerinin de yüksek olmasıdır. Erken yaşlardan başlamak üzere kamusal, parasız okul öncesi eğitim olanakları sağlanmalıdır. Okul öncesi eğitimde yaşanan sorun yalnızca özelleşme ile ilgili değildir. Vakıf ve cemaatlerin sıbyan mektebi adı altında dini eğitimin verildiği okul öncesi eğitim kurumları açmasına izin verilmemelidir.

4. Çalışma durumunda kalan çocukların temel eğitim sorunlarının çözümünü hedefleyen politikaların ailelerin içinde bulunduğu yoksunluk ve yoksulluk koşullarının çocuklar üzerindeki olumsuz etkisini ortadan kaldırabilecek nitelikte ve kapsamda olması, pozitif ayrımcı politikaları içermesi, süreklilik taşıması, göstermelik olmaktan öteye gitmesi gerekmektedir. Görüldüğü gibi sorunun bir boyutu, eğitim politikaları ile ilgili iken öbür boyutu da sosyal devlet anlayışının bir gereği olarak bu toplum kesimleri için daha çok kaynak ayıracak hükümet politikaları ile ilgilidir.

5. Özel gereksinimli çocuklar için yeterli nitelikte ve nicelikte kamu eğitimi hizmeti sağlanmalı, bu kesime yönelik hizmetler bilgi ve deneyime sahip alanın uzmanları ve öğretmenleri tarafından yürütülmeli, hizmetler MEB, sosyal hizmet kurumları ve yerel yönetimler ile işbirliği içinde aileye yönelik rehberlik ve destek hizmetlerini de kapsayacak biçimde ele alınmalıdır.

6. Üstün yetenekli çocukların ilkokuldan başlayarak saptanması için ilkokul öğretmenlerinin ve rehber öğretmenlerin hizmet içi eğitimi gerçekleştirilmeli, Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinin fiziksel altyapı ve personel eksikliği sorunları giderilmeli, Bilim ve Sanat Merkezlerinin öğretmenlerin merkezin amaçlarına uygun nitelikte olmaları sağlanmalı ve bu merkezler aile rehberlik etkinliklerini de kapsayacak biçimde geliştirilmesi ve uygun fiziksel ortamlara kavuşturulması sağlanmalıdır.

7. Taşımalı eğitim yoluyla il ve ilçe merkezlerine öğrenci taşıma uygulamasından vazgeçilmelidir. Mevcut durumu ile taşımalı eğitimin maliyeti sanıldığı kadar düşük değildir. Kaldı ki eğitime erişim güçlüğü yaşayanları desteklemek sosyal devletin görevidir. Birleştirilmiş sınıf güçlenmeli, derslerde kullanılacak materyal desteği sağlanmalı ve yeterli sayıda lojman hizmeti sunulmalıdır. Türkiye’de atanamayan öğretmenler de göz önünde bulundurulduğunda artan nüfusun eğitim ihtiyaçlarını karşılayacak öğretmen kaynağı bulunmaktadır. Öte yandan taşımalı eğitimin gerekçesi olarak gösterilen birleştirilmiş sınıflar uygulaması öğretmen eğitimi ile çözülebilecek bir nitelik de taşımaktadır.

8. Nüfusun eğitim düzeyini yükseltmenin bir yolu tüm çocukların zorunlu eğitim süresini tamamlayacak şekilde, eğitim sürecine dâhil edilmesinden geçerken, diğer yolu yetişkinlerin eğitim eksikliklerinin tamamlanmasından geçmektedir. 4+4+4 modeli ile çağ nüfusu öğrencilerinin açık öğretime geçişlerinin yolu açılmıştır. Yapılan araştırmalar bir yetişkin eğitimi kurumu olması beklenen açık öğretim lisesinin öğrencilerinin büyük çoğunluğunun çağ nüfusu öğrencilerden oluştuğunu göstermektedir. Oysaki açık öğretim uygulamaları sosyal devlet anlayışının bir sonucu olarak örgün eğitim dışında kalan yetişkinlere eğitim fırsatı sağlamak için gündeme gelmiştir. Çağ nüfusu öğrencilerin açık öğretim lisesine geçişleri engellenmeli bu kurumlar birer yetişkin eğitimi kurumu durumuna getirilmelidir. Özellikle kadınlarda okuryazarlık sorununun sürdüğü göz önünde bulundurularak 1. Kademe ve 2. Kademe okuma-yazma kursları işlevsel hale getirilmeli, kadınların bu kurslara katılımını özendirici önlemler alınmalıdır.

9. MEB yetişkin nüfusun eğitim ihtiyaçlarını büyük ölçüde Halk Eğitimi Merkezleri kanalıyla yürütmektedir. Bugün il ve ilçe merkezlerinde 990 Halk Eğitimi Merkezi bulunmaktadır. Halk eğitimi merkezleri hobi kursları ağırlıklı olarak işlevlerini yerine getirmektedirler. Bu merkezler eğitim, üretim ve örgütlenme bütünlüğü içinde katılanların öğrenmesi, öğrendiklerini üretime çevirmesi ve ürettikleri ürünleri gelir getirici bir etkinliğe çevirecek biçimde örgütlenmesini sağlayacak yapıya kavuşturulmalıdır. Bu merkezlerde görev yapan yönetici, kadrolu öğretmen, usta öğreticilerin yetişkin eğitimi ile bilgi eksikliklerinin giderilmesi, örgün eğitim benzeri yapıdan kurtarılması sağlanmalıdır.

10. Pandemi sürecinde uzaktan eğitim yoluyla gerçekleştirilen eğitim uygulamalarındaki öğrenme kayıplarını telafi edecek programlar geliştirilmelidir.

EĞİTİM HAKKI AÇISINDAN  MESLEKİ TEKNİK EĞİTİM 

Çözüm Önerileri
Komisyonumuz Mesleki ve teknik eğitimi, temel eğitim hakkı açısından değerlendirerek görüş ve önerilerini oluşturmuştur. Buna göre;

1. Mesleki eğitim; eğitim sistemi içinde, temel eğitimin bütünselliği dikkate alınarak yeniden değerlendirilmeli ve çocuklarımızın temel eğitimden yararlanmalarını sekteye uğratacak uygulamalardan kaçınılmalıdır.
2. Mesleki eğitimin düşük eğitim düzeyi olarak algılanması, bütünlüklü olmayan yapısı sorgulanmalıdır.
3. Mesleki Teknik eğitimin çocukları daha fazla okuldan uzaklaştıran uygulamalarına son verilmelidir.
4. Zorunlu temel eğitimde akademik ve mesleki-teknik eğitim ayrımı ortadan kaldırılmalıdır.
5. Temel eğitim ve yaşam becerileri piyasa tahakkümünden kurtarılmalıdır.
6. Mesleki eğitimin mevcut durumuyla sürdürülmesi durumunda meslek lisesi mezunlarının güvenli, güvenceli çalışmalarını sağlayan istihdam politikaları izlenmelidir.
7- Mesleki ve Teknik Eğitimde açık bulunan kimi bölüm ve alanlar bugün geçerliliğini yitirmektedir. Teknolojik ve bilimsel gelişmelerin ışığında alan ve dallar güncellenmeli, yeni, çağın gereklerine uygun ve istihdam olanağı bulunan alan ve programlar açılmalıdır.
8- Staj uygulamaları ile ilgili uygulama güncellenmeli, öğrencilerin ucuz işgücü ya da çocuk işçi olmasına yol açacak uygulamalara son verilmeli, kendi gelişimlerine ve eğitim aldıkları alana uygun koşullarda staj yapmaları sağlanmalıdır. Staj uygulaması çocukların psikolojik, pedagojik ve mesleksel gelişimine katkıda bulunacak biçimde yapılandırılmalıdır.
9- Mesleki ve Teknik eğitim yöneticileri alandan gelen, yeterli yöneticilik eğitimini almış alan öğretmenlerinden seçilmelidir.
10- Mesleki ve teknik eğitim okullarının programları bölgelerin ihtiyaçları, özellikleri ve istihdam alanları göz önünde bulundurularak yapılandırılmalı, öğrencilerin zorunlu bırakıldıkları değil tercih ettikleri bütünlüklü bir eğitim programları uygulanmalıdır.
11- Mesleki ve Teknik eğitim kurumlarına öğretmen yetiştirme yeniden yapılandırılmalıdır. Nitelikli öğretmen yetiştirme politikaları yaşama geçirilmeli, Mesleki ve Teknik Eğitim Fakülteleri gerek duyulan ve istihdam sağlayabilecek alanlarda öğretmen yetiştirmek üzere, MEB ile koordinasyon (AS: eşgüdüm) sağlanarak bağımsız bölümler olarak açılmalıdır.

İKİNCİ YÜZYILDA YÜKSEKÖĞRETİM VE İSTİHDAM POLİTİKALARI  

Çözüm Önerileri

1. Üniversite fikrine uygun, üniversite tanımı yapılmalı; idari özerklik, mali özerklik ve bilimsel özgürlük üniversite fikrinin ayrılmaz parçası olarak tanımda yer almalıdır.
2. Yükseköğretim ve üniversitelerde kurumsal özerkliğin ayrılmaz parçası olarak ilgili bileşenlerden oluşan kurullar yönetimi esas olmalıdır. İdari özerkliğin sağlanmasının en geçerli yolu demokratik (bileşenlerce seçilmiş) kurullar yönetimdir. YÖK, ÜAK ve üniversiteler kurul yönetimi bile olamamıştır.

  • YÖK kaldırılmalı ve seçilmiş rektör veya seçilmiş üniversite temsilcileriyle oluşan eşgüdüm kurulu oluşturulmalıdır.

3. Rektörler, üniversite bileşenleri veya onların temsilcilerinden oluşan senato tarafından seçilmelidir ve geri çağrılabilmelidir. Birim temsilcileri de ilgili bileşenlerce seçilmelidir. Boğaziçi örneğinde, üniversite bileşenlerinin iradesine uyulmalıdır.
4. Mali özerklik sağlanmalıdır. Üniversiteler kamu kaynaklarıyla finanse edilmeli, bu kaynakların uygun kullanımı üniversitelerin yetkisinde olmalı, amaca uygun kullanımları ile ilgili şeffaflık, kamu denetimi ve hesap verebilirlik sağlanmalıdır.
5. Üniversitenin işlevleri, tanımına uygun ve evrensel ölçütlere göre belirlenmelidir. Araştırma, öğretim ve toplumsal hizmet ve danışmanlıklar; araştırma, öğretim, kontenjanlar ve hizmet alanları ve bunların nasıl yürütüleceği meta değerine göre değil toplumsal ve evrensel ölçüt ve ihtiyaçlara göre belirlenmelidir.
6. Üniversitenin kapsamı, tanımına uygun ve evrensel ölçütlere göre belirlenmelidir. Meslek Yüksek Okullarının yükseköğretimle ve üniversitelerle bağları yeniden düzenlenmelidir.
7. Üniversiteler planlanmalıdır. Yeni üniversite, fakülte veya MYO açılması ilke ve ölçütlere bağlanmalıdır. Kuruluş yeri olarak ilçe veya şehir değil bölgesel öncelikler dikkate alınmalıdır. Ölçütleri karşılamayan mevcut üniversitelerin uygun dönüşümleri sağlanmalıdır.
8. “Özel-ticari yükseköğretim” üniversite fikri ve tanımıyla uzlaşmazdır. Vakıf üniversiteleri üniversite tanımına uygun hale taşınmalı, kamu hizmeti sürdürmelidir. Üniversite tanımına uymayan, ticarileşen vakıf üniversiteleri kamulaştırılmalıdır.
9. Üniversitenin yerel, toplumsal ve evrensel ihtiyaçlarla bağları kurulmalıdır. Araştırma alanları buna uygun belirlenmelidir.
10. Uluslararası ilişkiler, Bologna Süreci, AB, uluslararası standartlar ve diğer uluslararası ilişkiler üniversite tanımına, bilimsel özgürlüklere uygun şekilde geliştirilmelidir. Dışsal akreditasyon gibi kurumsal özerklik ve bilimsel özgürlüklerle çelişen uygulamalar gözden geçirilmeli, üniversite tanım ve ölçütlerine uygun hale getirilmeli; üniversite fikriyle çelişen ilişki ve uygulamalardan vazgeçilmelidir.
11. Üniversitenin birincil işlevi olan araştırma ve araştırma alanları yerel, toplumsal ve evrensel ölçüt, ihtiyaç ve gelişmelere uygun şekilde planlanmalıdır. Araştırmacı ve öğretim elemanı yetiştirme üniversitenin asli işlevlerinden olup toplumsal ve evrensel dönüşümleri, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri dikkate almalı, uzun erimli olarak planlanmalıdır. Araştırma alanlarıyla bağları kurulmalıdır.
12. Güvenceli çalışma; kurumsal özerkliğin ve kurullar yönetiminin ayrılmaz parçasıdır. Araştırma görevliliği dahil idari teknik tüm çalışanlar güvenceli çalışmalıdır. Çalışanlara yaşam koşullarına ve uzmanlıklarına uygun özlük hakları ve yeterli aylık sağlanmalıdır.
13. Üniversitelerde, atama ve yükselmelerde hak ve liyakat esas olmalıdır. Akademik yükselmeler nicel değil nitelikli ölçütlere bağlanmalıdır. Kadro hakkı olanların kadroya atanmaları bekletilmeksizin yapılmalıdır.
14. İdari ve teknik personelin üniversitenin bilimsel işlevleri ile bağları kurulmalı; atama, yükselme ve özlük hakları karşılanmalıdır.
15. Üniversite tanımı ve ölçütleriyle bağdaşmayan disiplin ve denetim anlayışından vazgeçilmeli, denetim bilimsel işlevlerin yerine getirilmesine yönelik olmalı, haksız şekilde KHK ve görevine son verilenler derhal iade edilmeli, atama veya yükselme süreçlerinde hak kaybına uğrayanların hakları karşılanmalı, haksızlığa yol açan sorumlulardan hesap sorulmalıdır.
16. Üniversitenin asli işlevlerinden öğretim işlevi, bilimsel ve evrensel ölçüt ve gelişmelere uygun nitelikli olarak sürdürülmelidir. Yükseköğretim ve üniversite programlarının ortaöğretimle, toplumsal ve evrensel ihtiyaç ve gelişmelerle bağı kurulmalıdır. Programlar ve kontenjanlar bilimsel ölçüt ve toplumsal evrensel ihtiyaçlara göre belirlenmelidir.
Öğrenci kabulünde yarışmacı sınavlar değil, bilimsel ve pedagojik ilkelere uygun dayanışmacı ve geliştirici geçiş sistemi oluşturulmalıdır.
17. Öğrencilerin barınma, geçinme ve öğretim ihtiyaçları kamu tarafından ücretsiz karşılanmalıdır. Öğrencilerin sosyokültürel gelişimlerine uygun başta kütüphane ve sanat etkinlikleri olmak üzere her türlü koşul sağlanmalıdır.
18. Uzaktan, açıktan, ikincil, tezsiz gibi öğretim tür ve biçimlerinin üniversite tanımına ve nitelikli öğretime uygunluğu gözden geçirilmeli; bilimsel ve pedagojik ölçütlere uygun olmayan yöntemlerden vazgeçilmelidir.
19. Yükseköğretimde ülke ve evrensel koşullarla gelecek bağlantısı kurulmalı; her mezuna onur ve uzmanlığına uygun iş ve yaşam koşulları sağlanmalıdır.
20. Merak, araştırma, bilimsel eleştirel düşünme üniversite yaşamının ayrılmaz parçası olup dersler ve üniversite ortamı buna uygun hale getirilmelidir.
21. İnsan ve üniversite tanımıyla bağdaşmayan otoriter, baskıcı, disiplinci anlayıştan vazgeçilmeli, kampüsler yasaklar değil özgür kampüslere dönüştürülmelidir.
22. Bilim, araştırma, öğretim ve danışmanlık kurumları olan yükseköğretim ve üniversiteler her boyut ve evresiyle tanımında içerilen kurumsal özerklik ve bilimsel özgürlükleri esas tutmalı, toplumsal ve evrensel ihtiyaç ve gelişmelere göre planlanmalı, demokratik ve uygar bir ülke ve toplumun motoru haline getirilmelidir.

“İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı Çalıştayı”  tüm görüş ve öneriler değerlendirilerek basılı rapor haline getirilerek “Sonuç Bildirgesi” başlığıyla kamuoyu ile de paylaşılacaktır.

Divan Kurulu Üyeleri:
Yıldırım Kaya
CHP Ankara Milletvekili
TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonu Grup Sözcüsü

Burcu Köksal
CHP Afyonkarahisar Milletvekili
TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonu Üyesi

Suat Özcan
CHP Muğla Milletvekili
TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonu Üyesi

Dr. Sibel Özdemir
CHP İstanbul Milletvekili

Doç Dr. Ahmet Yıldız
Ankara üniversitesi

EĞİTİMDE SORUNLAR DAĞ GİBİ

EĞİTİMDE SORUNLAR DAĞ GİBİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

2019-2020 Öğretim yılına yine çözülmemiş, çözüleceği de pek ufukta gözükmeyen dağ gibi sorunlarla girdik. Bırakalım birikmiş sorunları çözmeyi, eldeki (mevcut) sistemin kendisi sorun ve durmadan sorun üretmekte.

Bir milyon eğitim emekçisi, 18 milyon öğrenci bu eğitim – öğretim yılına birikmiş ve çözüm bekleyen sorunlarla, müfredat ve sınav sistemi değişikliği, karma eğitimin kaldırılması dayatmaları gibi kökten dinci – ideolojik bakışa yaslanan gerici değişikliklerle girmektedir. Eğitim emekçilerinin özlük sorunları, kadrolu olmak yerine iş güvencesiz sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik, öğretmenlerin aile birliğinin sağlanamaması, politik kadrolaşma, liyakatsizliğin ve yandaşlığın egemen olması (örn. neredeyse her okula ilahiyatçı müdür atama!) gibi sorunlar ne yazık ki bu öğretim yılında da yaşanacak ama tartışmamız gereken sorunlardır.  Yetmiyormuş gibi, ağır ekonomik kriz işin tuzu biberidir. Eğitim emekçileri bir yandan ekonomik krizle, öbür yandan eğitim öğretimin katmerli sorunları ile boğuşmaktadır.

Öğretmen açığına karşın, sayıları 700 bine varan öğretmenin ataması yapıl(a)mamakta, yıllarca işsizlikten bunalan genç öğretmenler intihar etmektedir! Erdoğan bir yandan 3-5 çocuk doğurun demekte, üniversiteleri kapasitelerinin çooook üstünde öğrenci ile doldurmakta, bir yandan da “..her mezun iş bulacak değil..“ deyip kenara çıkmaktadır. Bu politika her şeyden önce insana özensizdir.

Dinci dernek ve vakıflarla yapılan protokoller, derslik açıkları, kalabalık sınıflar, öğretmensiz okullar, ikili eğitim – öğretim, taşımalı eğitim, ulusal ve uluslararası sınavlardaki başarısızlıklar, öğrencilerin tarikat ve cemaat yurtlarına mahkum edilmesi, çocukların örgün eğitim dışına itilmesi, kız çocuklarının ilk 4 yıldan sonra giderek artan eğitimden dışlanmaları ve ÇOCUK GELİN YAPILMALARI salt öğrencileri değil, tüm toplumu yaralıyor. LGS pek çok öğrenciyi istemediği okula gitmeye zorlarken, Anadolu Liselerindeki kontenjanların dolması ile pek çok öğrenci seçeneksiz kalmıştır.

  • Devlet; ya İmamhatibe ya özele ya da uzaktan eğitime dayatması yapamaz!
  • Devlet, asli kamu hizmeti olan eğitimi birtakım dinci, Cumhuriyet düşmanı vakıf – dernek görüntülü tarikat ve cemaatlere terk edemez!
  • Devlet – MEB, asli kamu hizmeti olan eğitimi Diyanet İşleri Başkanlığı veya bir başka kamu kurumuna bedelli ya da bedelsiz devir ve terk edemez.
  • Anayasaya da, yasalara da, akla ve mantığa da aykırı olan bu eylemli (fiili) tablo; giderek SUÇ-TUR! Anayasanın 24, 42 ve 128. maddeleri ilk elden çiğnenmektedir!

Bu politika, tüm öğrencileri, istemedikleri halde imamhatipleştirme ve özel okullara yönlendirme tasarımıdır. YKS sonuçları gösteriyor ki, ortaöğretimde eğitim çökmüştür. Önceki yazımızda belirttiğimiz gibi eğitim dibe vurmuştur. Çoğu öğrenci istemediği halde açıkta kalmamak için, kontenjanları özellikle yüksek tutulan bölümleri seçmek zorunda kalıyor. Bu özgür seçim değil dayatma – zorlamadır ve açıkça İNSAN HAKLARINA AYKIRIDIR!

  • Üretime dayalı, bilimsel düşünce temelli, çağı yakalayan, laik, demokratik, karma ve kamusal ağırlıklı bir eğitim sistemi kaçınılmazdır.

Eğitimde başarı; eğitim sendikaları, üniversitelerimizin eğitim uzmanları, katkısı olabileceklerin ortak aklı ile sağlanabilir. İdeolojik yaklaşımlarla ve tarikat – cemaat vakıf ve derneklerinin ablukası ile sorunlar çözülmez, çözülemez, daha da  büyür.

Nitekim, devletin yurtlarının istendik yetersizliği (!?), iktidar güdümündeki adı geçen çağ dışı gerici – dinci yapılanmaların yurtlarında yoksul çocuklarımızın ırzına geçilmekte; Türkiye, AKP iktidarında böylesi yürek yakan, yüz kızartıcı, ülkemizi dünyaya rezil eden, asla kabul edilemez facialar yaşamaktadır! Lütfen, TECAVÜZLERİN TARİHSEL ROTASI başlıklı yazımızı bir kez daha okuyun.

Kamusal, parasız, bilimsel, laik ve karma eğitim hakkından tüm çocuklarımız eşit olarak yararlanabilmelidir. Bu bir evrensel temel insanlık hakkıdır.

Sayıştay raporlarına göre binlerce öğretmene gereksinim duyulduğu anlaşılmakta. Oysa atanamayan öğretmen sayısı, yukarıda da vurguladığımız üzere 700 bine dayanmıştır. Eğitim – öğretimin lokomotifi öğretmendir. Ne var ki, öğretmenlerin iş güvencesi yoktur. Kadrolu çalışma hakları ellerinden alınmıştır. Eşit işe eşit ücret hakkı, iktidar tarafından gasp edilmiştir. 2019-2020 öğretim yılı böylesine çözülemeyen sorunların gölgesinde başlamıştır. Yaşanan tablo, yalnızca eğitim emekçilerinin değil, veli ve öğrencilerimizin de karabasanı durumundadır.

Eğitim, bir ticari meta ve rant kaynağı olarak görülemeyecek ölçüde kritiktir. Bu sektörde de özelleştirmeye hız verilmesi ile kamusal eğitimin niteliği ciddi düzeyde düşürülmüştür. 4+4+4 ucube düzenlemesi ile birlikte 2012-2013 eğitim – öğretim yılından başlayarak çok sayıda köy okulu kapatılmıştır. Taşımalı eğitim sistemi ile pek çok öğrenci tarikat ve cemaat yurtlarına mahkum edilmektedir.

Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk’un verilerine göre ilkokulda okullaşma oranı %91.5, ortaokullarda %94,5’tir ve bu, iyi bir tablo gibi sunulmuştur. 17 yıldır tek başına iktidar olan AKP kadroları eğitim sorunlarını da çözememiş, daha da keşmekeş yaratmıştır. İlkokul çağında her 10 öğrenciden 1’i, ortaokul çağında ise %6’sı okula gidememektedir. Bu çocuklar dolaylı olarak tarikat yuvalarına yönlendirilmekte, ucuz – kayıt ve yasa dışı olarak çocuk işçiliğine, çocuk yaşta evliliklere sürüklenmektedir. (Bkz. Eğitim’de Tarikat ve Medrese Gerçeği : 1 Milyon Öğrenci Tarikatların Elinde  Prof. Dr. Esergül Balcı)

2023’te tekli eğitime geçileceği dillendirildiği halde, bırakalım tüm okulların tekli eğitime geçmesini, tekli eğitim yapan okullarda kimi sınıflar tuğlalarla bölünerek, hatta okul bahçeleri küçültülerek ikili eğitime geçilmiştir. Eğitim-İş raporlarına göre toplamda 58.762 derslik yapılması gerekiyor. (Bkz. 2019-2020 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI ÇÖZÜLEMEYEN SORUNLARLA BAŞLIYOR) Ancak MEB’e ayrılan bütçe ile buna olanak yok. İktidarın yarattığı ekonomik kriz nedeniyle ise hiç olanak yok!

Parasız, bilimsel, demokratik, laik ve karma eğitim; Atatürk ve devrimlerini, Cumhuriyet ışığını temel alan, benimseten bir rotaya oturmak zorundadır. Çağı yakalamanın, uygar uluslarla yarışmanın başka seçeneği yoktur. Cumhuriyetin ışığında BİLİM İNSANI yetişir; dinci – gerici tarikat ve cemaatlerin köhne yurt ve yuvalarında ise BİAT KULLARI. “Tercih yurdum insanındır.“ denebilir mi?!

Hayır! Türkiye, ülkemizi bataklığa çeken bu ikilemden hızla kurtulmak zorunda!

 

 

2019-2020 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI ÇÖZÜLEMEYEN SORUNLARLA BAŞLIYOR

2019-2020 EĞİTİM ÖĞRETİM YILI ÇÖZÜLEMEYEN SORUNLARLA BAŞLIYOR

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

2019-2020 eğitim-öğretim yılı, 9 Eylül 2018’de başladı. 18 milyon öğrenci ve 1 milyon eğitim emekçisi bu eğitim öğretim yılına da birikmiş ve çözüm bekleyen sorunlarla, müfredat ve sınav sistemi değişikliği, karma eğitimin kaldırılması girişimleri gibi tümüyle ideolojik bakış açısıyla gerçekleştirilen değişikliklerin gölgesinde girecektir.

Dernek ve vakıflarla imzalanan protokoller, derslik açıkları, kalabalık sınıflar, öğretmensiz okullar, ikili eğitim öğretim, taşımalı eğitim, uluslararası sınavlardaki başarısızlıklar, öğrencilerin tarikat ve cemaatlerin yurtlarına mahkum edilmesi, çocukların örgün eğitim dışına itilmesi, öğretmenlerin özlük sorunları, sözleşmeli ve ücretli öğretmenlik, öğretmenlerin aile birliğinin sağlanamaması, kadrolaşma, liyakatsizliğin ve yandaşlığın egemen olması gibi sorunlar maalesef bu öğretim yılına da taşınmıştır. Bütün bu sorunların üstüne bir de ekonomik krizin yarattığı olumsuz etki yüklenmiştir.

SINAV SİSTEMİ DEĞİŞİKLİKLERİ ÖĞRENCİLERİ MAĞDUR ETTİ

LGS birçok öğrenciyi istemedikleri okullara gitmeye zorunlu bırakmaktadır. Sınavla öğrenci alan akademik liselerin kontenjanlarının sınırlı tutulması, sınavsız öğrenci alan Anadolu Liseleri’nin kontenjanlarının dolduğu birçok ilde öğrenciler seçeneksiz kalmıştır.

Bu sistemle öğrencilerin istemedikleri okullara yerleştirileceği, birçok ailenin çocuklarını istemedikleri halde meslek, imam hatip lisesi ya da özel okullara göndermek zorunda kalacağı yönündeki kaygılarımız ne yazık ki haklı çıkmıştır. Bu değişikliğin uzun vadede eğitim sistemimizi tümden özelleştirme ve imam hatipleştirme projesinin bir adımı olduğu ortadır.

YKS sonuçları ise ortaöğretimdeki çöküşün aynası olmuştur. 2019 YKS’ye giren 2,5 milyon adayın bir gün içinde sabah ve öğleden sonra yapılan oturumlarda başarı göstermesi beklenmiş ancak sorulara verilen doğru yanıtların ortalaması çok düşük kalmıştır. Birçok öğrenci açıkta kalmamak için istemediği bölümleri tercih etmiştir.

Bugün, eğitimdeki başarısızlığın çözümü için tüm paydaşların görüşü alınarak hazırlanacak, bilimsel düşünmeye ve üretmeye dayalı bir eğitim sisteminin gerekliliği kaçınılmaz hale gelmiştir.

– Kamusal,
– parasız,
– bilimsel,
– laik ve
– karma eğitim

hakkından tüm yurttaşlarımızın yararlanabilmesi mutlaka sağlanmalıdır.

Bu yeni eğitim döneminde de birçok eğitimci yine mesleğine kavuşamayacaktır. Kangrene dönen ataması yapılmayan öğretmenler sorunu giderek büyümüş, mesleğine kavuşturulmayan öğretmen sayısı  700 bine dayanmıştır. Sayıştay’ın denetim raporunda bile yüz binlerce öğretmene ihtiyaç duyulduğu saptamasına karşın, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, bu konuda da bir irade göstermemiştir.

Bir eğitim sisteminin dinamosu, öğretmendir. Öğretmenlerimizin kadrolu çalışma haklarını ellerinden alıp, iş güvencelerini yok eden, eşit işe eşit ücret alma haklarını gasp eden AKP iktidarına karşı, Bakan Selçuk da kendisinden önceki milli eğitim bakanları gibi sessiz kalmıştır. Yani yeni eğitim-öğretim dönemi, yalnızca veliler ve öğrenciler için değil, biz eğitimciler için de bolca kara haber barındırmaktadır.

EĞİTİMDE ÖZELLEŞTİRME SÜRÜYOR!

AKP iktidarı döneminde, eğitimde piyasa merkezli işletmeci anlayışı yerleştirilmeye çalışılmış, özel okullara yönelik doğrudan teşvik uygulamalarında ciddi adımlar atılarak kamusal eğitim alanı daraltılmıştır.

  • Kamusal kaynaklar, eğitimin ticarileştirilmesi için özel sermayeye aktarılırken kamusal eğitimin niteliği düşürülmüştür. (AS: AKP sermaye iktidarıdır!)

MEB verilerine göre, 2018-2019 eğitim öğretim yılında Türkiye’de 54 bin 732 resmi, 13 bin 679 özel okul bulunmaktadır. 2003’te özel okulların resmi okullara oranı % 2 iken, 2019’a gelindiğinde bu oran % 25’e yükselmiştir. 2002-2003 eğitim ve öğretim yılında tüm özel okullarda kayıtlı öğrencilerin toplam öğrenci sayısına oranı % 1 iken, 2018-2019 eğitim ve öğretim yılında 8 kat artarak % 8,2’ye çıkmıştır.

TAŞIMALI EĞİTİM DEVAM EDECEK, ÇOCUKLARIMIZ TARİKAT VE CEMAATLERİN YURTLARINA MAHKUM EDİLECEK

4+4+4 düzenlemesi ile birlikte 2012-2013 eğitim öğretim yılından başlayarak çok sayıda köy okulu kapatılmış ve taşımalı eğitim uygulamaları yaygınlaşmıştır.

2013-2014 eğitim öğretim yılında taşınan ilkokul ve ortaokul öğrenci sayısı 825 bin 90 iken, 2018-2019 eğitim öğretim yılında taşınan öğrenci sayısı 1 milyon 324 bin 960’a çıkmıştır.

Eğitimlerine devam etmek için yerleşim yerlerine en yakın ilçelere giden öğrenciler Aladağ’da olduğu gibi devlete ait yurt olmadığı için yine cemaat ve tarikatların yurtlarına yönlendirilecektir. Taşımalı eğitim sisteminde özellikle kız çocukları mağduriyet yaşamakta ve eğitimden kopmaktadırlar.

Özellikle ilköğretim ve lise çağındaki çocuklarımız devletin bizzat hizmet verdiği yurtlarda barınma ihtiyacını karşılamalı, hiçbir yolla özel girişim, dernek, vakfın faaliyetine izin verilmemelidir.

OKULLAŞMA ORANI HALA DÜŞÜKTÜR

21. yüzyılın Türkiye’sindeki okullaşma oranları da içler acısıdır. Önümüzdeki dönem içinde de çözülmeyeceği belli olan okullaşma oranı, bugün bizzat Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk tarafından itiraf edilmiştir. Bakan Selçuk, ilkokullarda okullaşma oranını %91,5,  ortaokullarda ise %94,47 olarak açıklamış ve bunu iyi bir tablo gibi sunmuştur. Ancak bu rakamların gerisinde yatan gerçek, 17 yıldır iktidarda olan AKP’nin, ilkokul çağındaki çocukların yaklaşık % 10’unu, ortaokul çağındaki çocukların yaklaşık %6’sını okula gönderemediğidir. Bu kayıpçocuklar düzeni de elbette ki iktidarın, çocukları yine dolaylı olarak tarikatlara yönlendirme taktiği olarak devam edecektir.

KRİZ BAHANESİYLE MEB BÜTÇESİNDEN YAPILAN KESİNTİ YENİ EĞİTİM ÖĞRETİM YILINI OLUMSUZ ETKİLEYECEK

Yaşanan ekonomik krizi bahane eden AKP iktidarının, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinin 2 milyar TL’sini kesmesi yeni eğitim öğretim yılını olumsuz etkileyecektir. En çok kesintinin okul onarımları ve öğrenciler için verilen yardımlardan yapılması, siyasal iktidarın eğitime verdiği önemin göstergesi olmuştur!

Öğrenci sayısının artmasıyla birlikte okul, derslik ve öğretmen açığı hızla büyümektedir. Bugün Türkiye’de halen öğretmeni olmayan okullar bulunmaktadır. Türkiye’deki okulların yarısından çoğunda ikili eğitim yapılmakta, birleştirilmiş sınıflarda eğitim ve taşımalı eğitim uygulamasına devam edilmektedir. Okullardaki altyapı ve donanım eksiklikleri, nitelikli bir eğitim politikasının yürütülmesinin önünde büyük bir engeldir. Okul yetersizliği ve derslik açığının yanında, acil çözüm bekleyen en önemli sorun, öğretmen açıklarıdır.

Ancak siyasal iktidar, MEB bütçesinde kesintiye giderek, kalıcı çözümlerin uzağında kalmakta, dahası eğitimi özelleştirme, eğitimin yükünü yoksul halkın sırtına yükleme anlayışında ısrar etmektedir. Bu anlayışla parasız, nitelikli ve herkese eşit eğitim anlayışının yaşama geçirilmesi olanaklı değildir.

İKİLİ EĞİTİM SORUNU DEVAM EDİYOR

2023 Eğitim Vizyonu’nda, “… ikili eğitime son verme hedefi” öbür programlarda olduğu gibi yinelenmiştir. Ancak bilindiği gibi AKP iktidarında tekli eğitim yapan okullar bile ikili eğitime geçmiş; okul binaları hem içeriden tuğlalarla bölünmüş ve hem de okul bahçeleri küçültülmüş, eğitim sistemi işlevsiz duruma getirilmiştir.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın verilerine göre ilköğretim kurumlarının % 14.4; ortaöğretim okullarının ise % 6.4’ünde ikili eğitim yapılıyor. Yine MEB’in verilerine göre 2019 sonuna dek ikili öğretimin kaldırılması için Türkiye genelinde 57132’si temel eğitimde, 1630’u ise ortaöğretimde olmak üzere toplam 58762 derslik yapılması gerekiyor. Ancak MEB bütçesinden yatırımlara ayrılan pay ile hele ki ekonomik kriz nedeniyle yapılan kesintiden sonra bunu gerçekleştirmek mümkün görünmemektedir.

YENİ ÇALIŞMA TAKVİMİ,
ÖĞRENCİLERİ DENEY TAHTASI HALİNE GETİRECEK 

Eğitimin yığılmış sorunları çözüm üretilmeksizin ortada dururken, daha çok ara tatil içeren yeni çalışma takvimi açıklanmıştır. Bu takvimin bizim sistemimize uygun olup olmadığı büyük bir soru işareti olarak ortada durmaktadır. Her tatil öncesi rehavetin egemen olduğu, okullarda ders işlenmediği, birçok öğrencinin rapor alarak tatilini uzatıp seyahate çıktığı gibi ögeler de hesaba katılmadan açıklanan yeni takvim, bir kuşağı daha deney tahtası haline getirecektir.

SONUÇ:

Eğitim sisteminde yıllardır yaşanan sorunların, Bakan değişikliğine, büyük reformlar gerçekleştirileceği vaadiyle açıklanan vizyon belgelerine karşın, 2019-2020 eğitim öğretim yılında da artarak süreceği görülmektedir. Eğitimde yaşanan yapısal sorunlar karşısında MEB’in somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir amacının olmadığı, eğitimde yaşanan

– ticarileşme,
– özelleştirme ve
– dinselleştirme

uygulamalarının hız kesmeden süreceği görülmüştür.

Daha önce kezlerce söylediğimiz gibi eğitim sisteminde yıllardır yaşanan sorunların aşılmasının, çocukların nitelikli bir eğitime ulaşabilmesini sağlamak için bugüne dek izlenen bilimsel olmayan eğitim politikalarını tümüyle değiştirmekten geçmektedir.

  • Yaşanan karanlık tablodan çıkışın tek yolu ise
  • eğitimin eşit, parasız, bilimsel, laik ve kamusal niteliğinin artırılmasıdır.

Eğitim-İş olarak parasız, bilimsel, demokratik, laik, ulusal ve karma eğitim mücadelemize, Atatürk’ü ve devrimlerini anlatmaya, haksızlığa, hukuksuzluğa maruz kalmış tüm eğitim emekçilerinin yanında olmaya devam edeceğiz.

  • Yolumuz çağdaş uygarlık yoludur,
  • yolumuz Cumhuriyet yoludur ve
  • bu yoldan asla dönmeyiz.

EĞİTİM-İŞ MERKEZ YÖNETİM KURULU

==========================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ’in yukarıda aktardığımız raporuna bütünüyle katılıyoruz.

Rapor ilk ve orta eğitime odaklanmış.
Okul öncesi eğitim ve yükseköğretim kapsanmamış.
Bu alanlarda da sorunlar ilk ve orta eğitimden geri değil.
AKP iktidarının 17 yılı bulan tek başına iktidarında en çok darbe vurduğu alan kuşku yok ULUSAL EĞİTİM SİSTEMİDİR.
Ulusal eğitime 2 büyük darbe vurulmuştur :

1. Eğitimin laik – bilimsel kanadı kırılmıştır.
2. Eğitim büyük oranda özelleştirilerek
yandaşlara rant alanı açılırken, yoksul çocukları tarikat – cemaatlere çok yönlü malzeme yapılmıştır. Buna ne utanç verici ki, cinsel taciz de dahildir.

Sonuç ortadadır.. Halk kitlelerinin özellikle eğitimsiz – cahil bırakılarak vicdansız ve ahlaksız bir dinci sömürü ile iktidara oy deposu kılınması.. Ne var ki, izlenen sinsi politikaların yaşamda somut karşılıklarını halk kitleleri algılamaya başlamıştır. Nedensellik bağını yeterince kuramasa da sağduyusu ile bu hazin tablodan AKP iktidarını sorumlu tutmaktadır, tutacaktır.

İlk genel seçimde bu iktidarın son bulması için halka önderlik ederek yaşadıklarının nedenlerini anlatma çabası sürdürülmelidir. Sendikalar, dernekler ve özellikle siyasal partiler bu süreçte öncü olmak zorundadır.

MİLLET İTTİFAKI güçlendirilerek sürdürülmelidir. HDP’nin iktidar tarafından kriminalize edilmesine izin verilmemelidir. Bunun en etkin anahtarı HDP’nin elindedir; PKK ve uzantısı terör örgütleriyle tüm bağlarını kesin bir dille atmalı ve etnik temele dayanmayan demokratik siyaset güderek sahnede yer almalıdır. Ancak böylesi bir güçbirliği ile Cumhur İttifakı yenilebilir. Somut örneği 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde ve özellikle 23 Haziran’da yinelenen İstanbul BŞBB seçiminde kanıtlanmıştır.

AKP’nin seçeneği, asla bu partiden kopan ve aynı zihniyet sahiplerinin günah çıkaran eski kadroları olamaz. Halkımız bu tuzağa düşmeyecektir.

EĞİTİM-İŞ Sendikamızın web sitesinde 10 Eylül 2019 günü yayınlanan rapor çok değerlidir :

  • MEB İSTATİSTİKLERİ AKP İKTİDARININ EĞİTİMDE YARATTIĞI YIKIMI ORTAYA KOYDU

Bu rapor okunmalı, paylaşılmalı, gereği yapılmalıdır. Tıklayınız

İmam Hatip Okullarındaki Artış Sürmektedir

4+4+4 düzenlemesiyle birlikte imam hatip ortaokullarının yeniden açılması ve birçok genel lisenin imam hatip lisesine dönüştürülmesiyle,

  • imam hatip okullarında inanılmaz bir artış yaşanmıştır.
  • MEB’in istatistiklerine göre Türkiye genelinde 2012-13 eğitim öğretim yılında 1099 olan imam hatip ortaokulu sayısı geçtiğimiz yıl 3286’ya bu yıl 3394’e; 708 olan imam hatip lisesi sayısı ise geçtiğimiz yıl 1605’e, bu yıl 1624’e çıktı.
  • İmam hatip lisesi öğrenci sayısı 605 869, imam hatip ortaokulu öğrenci sayısı ise 761 785 oldu. Geçen yıla göre ortaokul ve lise ile birlikte imam hatipli sayısı 1 350 611’den, 1 367 654’e yükseldi. Bu sayı, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında 71 100’idi.
  • Yine imam hatip ortaokullarında görev yapan öğretmen sayısı 39 356’dan, 43 112’ye çıkmıştır. Derslik ve öğretmen ihtiyacının had safhaya ulaştığı ülkemizde imam hatiplerin öğretmen kadrosu bakımından avantajlı olması dikkat çekicidir. (Bkz. MEB İSTATİSTİKLERİ AKP İKTİDARININ EĞİTİMDE YARATTIĞI YIKIMI ORTAYA KOYDU)

Kurulacak ilk Ulusal İktidar eliyle Türkiye, restorasyon dönemine girecektir.

Sevgi ve saygı ile. 20 Eylül 2019, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
EĞİTİM-İŞ Üyesi
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı, AÜTF Halk Sağlığı AbD
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

Eğitim Sen: Yurda yaşı küçük çocuklar yerleştirilerek suç işlenmiştir

Eğitim Sen: Yurda yaşı küçük çocuklar yerleştirilerek suç işlenmiştir

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır…)

Eğitim- Sen Genel Başkanı Kamuran Karaca, Adana’nın Aladağ İlçesi’nde 11’i öğrenci ve 1’i eğitmen 12 kişinin yaşamını yitirdiği yurda, yaşı küçük çocuklar yerleştirilerek suç işlendiğini söyledi. (02.12.2016, DHA)

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Eğitim Sen: Yurda yaşı küçük çocuklar yerleştirilerek suç işlenmiştir

Eğitim-Sen Adana Şube binasında yangınla ilgili bir değerlendirme yapan Genel Başkan Kamuran Karaca, eğitimde 4+4+4 sistemi nedeniyle çok sayıda köy okulunun kapatıldığını, birleştirilmiş sınıf uygulamalarının arttığını ve taşımalı eğitim uygulamalarının yaygınlaştığını anlattı. Eğitimde 4+4+4 düzenlemesinin ardından ilk 5 yılda, ilkokul sayısının 4 bin 117, ortaokul sayısının da 279 adet azaldığını belirten Karaca, şunları söyledi:

Aladağ'daki yurt yönetmeliklere aykırı

Başta köy okulları olmak üzere, çok sayıda okulun kapatılması nedeniyle zorunlu eğitim çağındaki çocuklar eğitimlerine devam etmek için yerleşim yerlerine en yakın ilçelere gitmek zorunda bırakılmıştır. Öğrencilerin önemli bir bölümü taşımalı eğitim ile kilometrelerce yol kat etmek zorunda bırakılırken, bir bölümü de gittikleri yerlerde tıpkı Aladağ’da olduğu gibi barınma sorunu ile karşı karşıya bırakılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Özel Öğrenci Yurtları Yönetmeliği’ne göre sadece lise ve üniversite öğrencileri için özel yurt açılması mümkünken, öğrenciler çeşitli cemaat yurtlarına yönlendirilmiştir. Yurtlarda lise ve üstü eğitim çağında olan çocukların kalması gerekirken, bu yurtlara mülki amirlerin de onayıyla yaşları 11-14 olan ortaokul öğrencileri yerleştirilerek suç işlenmiştir. Temel eğitim çağındaki çocuklar için sadece devlet tarafından yurt ya da pansiyon kurulabilmesine rağmen, ortaokul öğrencilerinin bu yurda yerleştirilmesinin önünü açan tüm yetkililer, Aladağ’daki yangından ve yaşanan ölümlerden öncelikli olarak sorumludur. Öğrencilerin yerleşim yerlerinde bulunan okullar 4+4+4 sistemi nedeniyle kapandığı için ilçeye gelmek zorunda kalan ve devlete ait yurt olmadığı için dini cemaatlerin yurtlarına yerleşmek zorunda bırakılan öğrencilerin hayatını kaybetmesine neden olanlar ve yurt yangınında ihmali bulunanlar, en kısa süre de ortaya çıkarılmalı ve hesap vermelidir.”
Kanuna aykırı eğitim kurumu açanlara ceza yok!
===================================
Dostlar,
 

Dün ve daha önce hep yazdık, konferanslarımızda konuştuk ve sorduk :

  • TOKİ neden yüzbinlerce konut fazlası yaratıyor, elinde kalıyor ve satamıyor?
  • TOKİ neden son yıllarda lüks konut yapımına yöneldi?
  • TOKİ neden öğrenci yurtları yapmıyor yeterince??

Yanıt : Tariktat ve cemaat vakıflarının – derneklerinin yurtlarında Tayyip beyin basın önünde açık talinatıyla “dinini ve kinini eksik etmeyen”, “dindar ve kindar nesiller” yetiştirilecek ve ülkemizde dinci faşizme giden kanlı yolun mücahitleri (din savaşçıları!) yetiştirilecektir!

Türkiye’de tüm toplu barınma – yaşam alanlarında hızla, öncelikle
– öğrenci yurtları ve
– yaşlı huzur evleri ile
– okullar ve
– hastanelerde hızla sağlık – güvenlik önlemleri uluslararası standartlara çıkarılmalıdır.

Tarikat ve cemaatların elindeki yurtlar kamulaştırılmalıdır.
Özellikle 4+4 ilk 8 yıllık temel eğitim, insanların yaşadıkları yerlerde verilmelidir.

Adana – Aladağ faciası ve vahşeti mutlaka soruşturulmalı ve adil ve etkin bir yargılama ile sorumlular cezalandırılmalıdır.

Erdoğan, 2007-2008’de Ergenekon – Balyoz kumpas davalarında (FETÖ – AKP birlikte tezgahlamışlardı..) nasıl hiç gerekmez iken ve hukuk devletinde olmaması gerekirken “Ben bu davanın savcısıyım.. “ buyurmuşlardı; Aladağ’da yurt yangınında kurban verdiğimiz 12 insanımızın davasının adil yargılama ile hızla yürütülmesi için de, yanarak can veren masum kız çocuklarımızın “savcısı – avukatı” olsalar?? Hiç sesleri çıkmıyor oysa?? Dün (02.12.2012) Ankara’da otomobil pazarının açılışında idiler başyaver Binali bey ile.. Bu pazarın adı “Otonomi” idi! İşlevi ile hiç ilişkisi olmayan bir adlandırma ve bu adı koyanların hazin bilgi birikimlerini ele veren bir sözcük.. Özerklik, muhtariyet anlamında.. Ne ilgisi var oto pazarı ile? Bir de Ankara’da 14 yıl önce havaalanı olup olmadığını soruyordu.. Esenboğa havaaalanı onlarca yıldır Başkentte hizmettedir. AKP – RTE ülkenin ilerlemesini – kalkınmasını salt fiziksel yapılardan ibaret sanıyor galiba…

Dünyanın neresinde İstanbul gibi bir metropol kentte örnek bir kültür – sanat merkezi bakım – onarım gerekçesiyle 8-9 yıl boyunca tek 1 çivi çakılmadan harap olmaya bırakılmıştır???

Ancak yangın bacayı sarmıştır.. Bu kez 2007-8 krizi gibi teğet geçecek değil ağır ekonomik bunalım.. Yılların hatalı iktisat politikası – talan düzeni – vahşi soyguna dönüşen özelleştirme politikaları…. bumerang gibi geri dönüp sorumlularını ve de ülkemizi vurmaktadır. Erdoğan çaresizlik içinde kıvranarak halkın yastık altı dövizlerini altına, TL’ye (esasta TL’ye) çevirmesi için yalvarmaktadır. Erdoğan konuştukça ve yanlış üstüne yanlış yaptıkça Döviz fiyatları yükselmekte, hasta ve borçlu, cılız ekonominin para birimi TL adeta erimektedir.. Suriye ile ilgili, 1 gün arayla (Putin’in zılgıtıyla!) birbirinin tümüyle zıddı 2 ifadesi de birkaç gün önce TL’yi yine hızla ertimişti..

Ülkesine ve halkına bunca büyük – muazzam ekonomik, psikolojik, kültürel, diplomatik, askeri, moral… zarar verip yıkıma neden olduktan sonra bir de Padişahlık yetkisi ile Başkanlık isteme şanı ve onuru Tayyip beye nasip oldu.. Hala faiz indiriminin tek çare olduğu takıntısı sürüyor ve vargücüyle haykırıyor.. Halk ise tam bir sosyal şizofreni içinde serseri mayın gibi.. Ne yapacağını kestirmek olanaksız.. 2 yaşındaki kediden tutunuz 8-9 aylık bebeğe dek tecavüz eden sapıklar, “yiyor ama çalışıyor” diyen sapkınlar, imam-hatiplerde, yandaş cemaat vakıflarında sistematik hale gelen tecavüz, yoksullaştırma, işsizleştirme, iş cinayetleri ve karayolarında muazzam can yitikleri, en az 3-5 doğum teşviki ile kadını eve hapsetme ve oy deposu kazanma planları, türlü baskılar, hapisler, yandaş medya ile algı yönetimiyle aklı başından alınan sersemleştirilmiş, Şizoid bir toplum, hatta yaşamın gerçekliğinden koparılarak şizofrenikleştirilen kitleler.. Bu tür operasyonlar 2. dünya savaşı öncesi ve sonrası Hitler’i, Mussolini’yi, Franko’yu, Salazar’ı, Peron’u… (faşizmi!) iktidara getirmiş ve tüm dünya onlarca yıl olağanüstü ağır kanlı bedeller ödemişti..

Çare; insanımızın kutuplaştırılmadan Cumhuriyet hattında örgütlenmesi ve
TBMM’ye sahip çıkmasının sağlanması
dır..

Kolay değil ama olanaksız da değil.. Muhalefet partileri, parlamento içi – dışı tüm Cumhuriyetçi güçleri “TBMM’ne sahip çık” hedefi çevresinde toplamalıdır.

1 Mart 2003 tezkeresinin AKP oylarıyla reddi ile ülkemizin ABD işgalinden kurtarılmasında olduğu gibi, AKP içinden ve MHP’den yurtsever – vicdanlı – sağduyulu vekillerin bu uğursuz oyunu, faşizme ve federasyona, ardından bölünmeye sürüklenişi durduracağını umarız.

Yineleyelim :

Başkanlık rejimi;
Türkiye’de dinci faşizmin ve parçalanmanın anahtarıdır.

Sevgi ve saygı ile.
03 Aralık 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com