Etiket arşivi: sözde Ermeni soykırımı

ADD’nin 23 Nisan 2022 Bildirgesi ve Sözde Ermeni Soykırımı

Dostlar,

Dün gece (24 Nisan 2022), saygın ve yurtsever yayıncı Sn. Gülgün Feyman Budak‘ın konuğu olduk. Kişisel youtube kanalında bizi konuk ettiler sağolsunlar. Üstelik bu kanalın adını, bizim önermemiz üzerine “Gülgün Feyman AYDINLANMA TV” koydular!

Anımsanacağı üzere bizim web sitemizin adı da bu sözcüğü içeriyor:

  • BİLİMSEL AKILCILIĞIN PUSULA OLDUĞU TIP ve AYDINLANMA SİTESİ

Olsun, o güzelim “AYDINLANMA” sözcüğü Sn. Feyman’ın youtube kanalının adında da bulunsun.. Kotayla değil ya… Üstelik Sn. Feyman bu kanalda Ulusunu aydınlatma çabası sürdürecek yüreklilikle ve bağımsız olarak, uzun yıllardır yapageldiği gibi..

O AYDINLANMA ki, insanı insanlaştıracak… 2 yüzyıl geriden geldiğimiz.. Büyük ATATÜRK sayesinde ANADOLU RÖNESANSI = KEMALİZM ile atak yapıp çağı yakalamaya çabaladığımız..
***
2 konumuz vardı.. İlki, 23 Nisan 2022 günü ADD’nin (Atatürkçü Düşünce Derneği) Ankara’da coşkuyla ve 8 bin dolayında yurtseverin katılımıyla gerçekleştirdiği görkemli ve tarihsel

  • “102. Yıl : 23 Nisan Ulusal Egemenlik Buluşması ve Şenliği” 

ve bu vesile ile hazırlanan

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ MANİFESTOSU

metnini irdelemek ve daha yaygın kitlelere ulaştırmak.. Metin tam sayfa olarak Cumhuriyet‘in arka sayfasında yayınlanmıştı (paralı ilan). Yeniçağ da yayınladı. Ancak SÖZCÜ, bildirge (manifesto) başlığında yer alan “Yeniden” sözcüğüne takılmış (??!!) ve bedeliyle bile ilan almamıştı! Oysa AKP=RTE iktidarı ha bire, içeriğini bir türlü tamaçıkla(ya)madığı “Yeni Türkiye – 2023 hedefleri” diye savsöz (slogan) tutturmuş, gidiyor!? SÖZCÜ yönetimini anlayamadık!?

Söz konusu Bildirge, tarihsel değer ve önemde, içerikte. ADD kurullarında uzun emeklerle hazırlandı, son derece ölçülü, sorumlu, ağırbaşlı, yürekli ama yapıcı!  Tüm metni pdf olarak okumak için lütfen tıklayınız :

Bildirge, ana başlıklara ülkemizin temel sorunlarına değinmekte, durum saptaması yapmakta, sürüklendiğimiz kritik aşamaya dikkat çekmekte ve Kemalist çözüm önerileri sunmakta. Bunları birer birer irdeledik yaklaşık 45 dakika boyunca. Okunmasını, paylaşılmasını ve gereğinin yapılmasını dileriz. Geleceğimiz olan çocuklarımızın bayramı olan 23 Nisan günü, 102. yılda, Ulusal Egemenliğin gerçek anlamını ulusumuzla paylaşmak istedik. ADD’nin kuruluş amacı bu!

Ardından, sözde “Ermeni soykırımı” iftirasına, emperyalist yalanına geçtik. 24 Nisan 2022 günü (24 Nisan 1915’ten 107 yıl sonra..) ve daha önceleri web sitemizde yer verdiğimiz belgeli makale ve yazılarımızdan, bu konuda sunduğumuz konferanslardan yararlanarak konuyu değerlendirerek Sn. Feyman’ın yerinde sorularını yanıtlamaya çalıştık. Örn. 3 Mayıs 2013’te sunduğumuz görsel konferans… belgelere dayalı 85 yansı (slayt) ile..


Ayrıntılı bilgi ve yansıları görmek için lütfen tıklayınız : http://ahmetsaltik.net/2022/04/24/ermeni-soykirimi-emperyalist-iftira-2/

Sn. Feyman’ın bu bağlamda sorularını yanıtlarken yansıları da ekrana yansıttık büyük ölçüde. Yaklaşık 45 dakika kadar da bu konuşmamız sürdü.. Toplam 1,5 saat, belgesel, arşivlenecek bir çalışma oldu Sn. Feyman’ın sayesinde. Sunumu bütünüyle izlemek için lütfen aşağıdaki görseli tıklayınız..

AİHM’nin sözde Ermeni soykırımı hakkında verdiği kesinleşmiş karar özetini ekleyelim :

Birleşmiş Milletler 1948 Sözleşmesine göre ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2. Dairesi’nin 17 Aralık 2013 günü açıkladığı ve yine AİHM Büyük Daire’nin 15 Ekim 2015 günü açıkladığı Perinçek-İsviçre Davası kararlarına göre;

  • Soykırım, Birleşmiş Milletler 1948 Sözleşmesinde açıkça tanımlanmış olan bir suçtur.
  • Soykırım suçunun varlığına, ancak eylemin yapıldığı ülkenin yetkili ceza mahkemesi veya yetkili Uluslararası Ceza Mahkemesi (Lahey Adalet Divanı) karar verebilir.
  • 1915 olayları sırasındaki eylemlerle ilgili yetkili ceza mahkemeleri Türkiye’nin yetkili ceza mahkemesi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’dir.
  • Parlamentolar, hükümetler, belediyeler, akademik kuruluşlar, üniversiteler vb. herhangi bir eylemin, örneğin karşılıklı kırımın soykırım suçunu oluşturduğu konusunda hüküm kuramazlar, karar veremezler.
  • 1915 olayları sırasında soykırım suçu işlendiğine ilişkin yetkili mahkeme kararı olmadığı için, “Ermeni soykırımı”ndan söz etmek hukuk dışıdır…

Sevgi ve saygı ile. 25 Nisan 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
ADD Bilim Kurulu 2. Başkanı
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    


İngiltere’nin tarihle sınavı

Dr. Onur ÖYMEN
Em. Büyükelçi / Müsteşar
(Cumhuriyet, 09.12.21)

Sözde Ermeni soykırımı iddiaları, 1. Dünya Savaşı yıllarında, İngiltere tarafından, propaganda amacıyla kullanıldı. “Wellington House” olarak anılan İngiltere Propaganda Bakanlığı, ünlü yazarlara, İngiltere’nin savaş yıllarındaki politikasını destekleyecek kitaplar yazmayı görev olarak verdi. Bu kitapların öncelikli hedefi Almanya ve Türkiye’ydi. Mavi Kitaplar denilen bu yayınlarda Alman askerlerinin Belçika’da çocukları süngüleyerek öldürdükleri, papazları çan kulesine astıkları iddia ediliyordu.

MİSYONERLER VE AKTİVİSTLER

Türkiye’yle ilgili olan ve Arnold Toynbee ile Viconte Bryce tarafından yazılan Mavi Kitap’ta, kaynak gösterilmeden, Türklerin Ermenilere yaptığı iddia edilen zulme yer verilmekte ancak Ermenilerin katlettiği Türklere hiç değinilmemekteydi. İngiltere’nin amacı ABD’yi İngilizlerin yanında savaşa katılması için etkilemekti.

Atatürk bu konudaki tespit ve düşüncelerini Nutuk’ta şöyle anlatıyor:

  • “Şüphe etmemek gerekirdi ki Ermeni kıtali konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildir. Aksine, güney bölgelerinde, yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, gördükleri koruyuculuktan cesaret alarak bulundukları yerlerdeki Müslümanlara saldırmaktaydılar. İntikam düşüncesiyle her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekteydiler.”

Savaştan sonra Wellington House’un, Mavi Kitapların dışındaki bütün yayınları imha edildi. Ancak Amerikalı tarihçi Justin McCarthy Mavi Kitap’ta adı verilmeyen kaynakların misyonerlerden, Ermeni aktivistlerden ve Ermeni Taşnak Partisi mensuplarından oluştuğunu saptadı.

‘LANET DERECEDE YALANLAR’

İngiliz Dışişleri Bakanı Chamberlain 1925 yılında Avam Kamarası’nda Almanya aleyhindeki Mavi Kitap’ın propaganda yalanı olduğunu açıkladı ama aynı şeyi Türkiye karşıtı Mavi Kitap hakkında söylemedi.

Amerika’da yayımlanan The Nation gazetesi, “Artık herkes biliyor ki savaş yıllarında gazetelerimizin sütunları yalanlar ve propaganda zehirleriyle doluydu” diye yazdı. Fransız yazar Pierre Loti, Dışişleri Bakanı Aristide Briand’a yazdığı açık mektupta Ermenilerin sahip oldukları Hıristiyanlık sıfatını kullanarak Batı’nın bağnazlığını Türkiye’ye karşı kışkırtmak için yaptıkları şikâyetlerindeki çılgınca abartmalardan söz etti. İngiliz diplomat Harold Nicolson, parlamentodaki bir konuşmasında

  • “Birinci Dünya Savaşı’nda lanet edilecek derecede yalan söyledik” dedi.

Amerika’da yaşayan ve aralarında Bernard Lewis ve Stanford Shaw, Heath Lowry gibi tarihçilerin de bulunduğu 69 bilim adamı 19 Mayıs 1985 tarihinde The New York Times ve Washington Post gazetelerinde yayımlanan ortak bildirilerinde, Temsilciler Meclisi’nin hazırladığı karar tasarısında yer alan “Türkiye’de 1.5 milyon Ermeni’ye soykırım yapıldığı” iddiasının kabul edilemez olduğunu açıkladılar.

İktidar ve muhalefetin ortak girişimiyle TBMM, 2005 yılında İngiliz parlamentosuna gönderdiği mektupta Türkiye aleyhindeki Mavi Kitap’ın da propaganda ürünü olduğunun açıklanmasını istedi. 14 Nisan 1999 tarihinde İngiltere Devlet Bakanı Barones Ramsey of Cartvale Avam Kamarası’nda şunları söyledi:

  • “…Osmanlı idaresinin Ermenilerin yok edilmesi kararını kanıtlayacak bir belgenin yokluğu nedeniyle İngiliz hükümetleri 1915 ve 1916’daki olayları soykırım olarak tanımamaktadır.”

24 Ocak 2001 tarihinde İngiltere’nin Bayındırlık ve Çevre Bakanı Beverly Hughes, İstanbul’da basına yaptığı bir açıklamada şöyle diyordu:

  • “Bir süre önce İngiltere hükümeti Ermeni konusunda sunulmuş olan delilleri gözden geçirdi. 1915 ve 1916 yıllarında meydana gelmiş olayların belgelerini inceledi. Bu olayların Birleşmiş Milletler tarafından tanınmış olan soykırım tanımlamasına uymadığına karar verdi. Bu, İngiliz hükümetinin tutumudur ve değişmeyecektir.”

ŞAŞIRTICI KARAR

22 Ocak 2007 tarihinde Lordlar Kamarası’nda bir soru üzerine Dışişleri Bakan Yardımcısı Lord Triesman,

  • “Bugünkü ve geçmişteki İngiliz hükümetleri bu olayların Birleşmiş Milletlerin 1948 tarihli soykırım sözleşmesi çerçevesinde soykırım olarak nitelendirilebilecek deliller oluşturduğu kanısını taşımamaktadır” yanıtını verdi.

Bütün bu gerçekler ortadayken bugün bir İngiliz milletvekilinin Avam Kamarası’na bir Ermeni soykırımı tasarısı sunması şaşırtıcı olmuştur.

İngiltere hükümetinin ve parlamentosunun bu tasarı hakkında izleyeceği tutum tarih karşısında bir dürüstlük sınavı olacaktır.

Amirallere yapılanlar soykırım kararında belirleyici oldu


Türker Ertürk
Em. Tuğamiral
Amirallere yapılanlar soykırım kararında belirleyici oldu – Türker Ertürk (bizimtv.com.tr)

 

Uzun bir hazırlık ve karar verme sürecinden sonra ABD Başkanı Biden Türkiye’yi aradı ve sözde Ermeni soykırımını tanıyacağını tebliğ etti. Türkiye’yi felakete sürükleyen, ekonomisini iflas ettiren, yaptığı yanlışlar yüzünden Covid-19 salgınının bile kontrolden çıkmasına neden olan, Türkiye’yi bölgesinde ve dünyada yalnızlaştıran, Ortadoğu bataklığına batıran ve her geçen gün halkın desteğini kaybeden iktidarın ABD ile bozulmuş olan ilişkileri düzeltmek için ve beyaz sayfa açabilmek adına Türkiye’nin güvenliği ve çıkarları hilafına olsa bile veremeyeceği ödün yoktu. Özellikle Halkbank davasından kurtulabilmek, iktidar için hayati bir öneme haizdi ve adeta bir beka sorunuydu.

Dış politika hamleleri açısından ABD devlet aklının iki başat gücü olan Pentagon (Savunma Bakanlığı) ve Dışişleri Bakanlığı birçok konuda olduğu gibi tabii ki Türkiye ve özellikle 24 Nisan için de harıl harıl çalışıyordu. Çünkü 20 Ocak 2021’de göreve başlayan Biden, seçim kampanyası sırasında sözde Ermeni soykırımını tanıyacağı konusunda söz vermişti, göreve başladıktan sonra da arkasında durmuş ve hazırlıkları yapması konusunda bu iki kuruma direktif vermişti.

Büyük Felaket

Pentagon ve ABD Dışişleri Bakanlığı’nda ağırlıklı olarak iki fikir çatışıyordu. Birincisi; Türkiye’nin jeopolitik ve stratejik öneminden, ABD ve NATO çıkarları açısından vazgeçilmezliğinden hareketle sözde Ermeni soykırımının Biden tarafından tanınması halinde bunun zaten kötü olan ABD-Türkiye ilişkilerini daha da kötüleştireceğini, Türkiye’yi Rusya’nın kucağına daha çok iteceğini ve tamamen kaybedileceğini, bu yüzden geçmiş dönemlerdeki gibi Ermenice “Büyük Felaket” anlamına gelen “Meds Yeghern” gibi her iki tarafı da memnun edecek bir açıklamayla geçiştirilmesini istiyordu.

İkinci görüşün sahipleri ise Türkiye’nin ABD ve NATO açısından vazgeçilmezliğini kabul etmekle birlikte, Türkiye’deki iktidarın pazarlık gücünün kalmadığını, Halkbank davası ile esir edildiğini, Türkiye ekonomisinin bitik durumda olduğunu, iktidarın ABD ve AB ile beyaz bir sayfa açabilmek ve ilişkileri düzeltmek adına her türlü tavizi vermeye hazır olduğunu, S-400 konusunda ve Doğu Akdeniz’de geri adım attığını, Suriye’de ve Libya’da geri adım atmaya ve Ukrayna üzerinden Rusya ile yeniden cepheleşmeye hazır olduğunu gösterdiğini, bu yüzden de sözde Ermeni soykırımını tanıma kararına tepki vermesinin mümkün olmadığını değerlendiriyordu.

Darbelere Sözde Değil Özde Karşı Olmak

ABD’deki bu karar verme sürecinde ve özellikle 24 Nisan’a yaklaşan terminal safhasında belirleyici olan ise Türkiye’de amirallere yapılanlardı. ABD mesajı almıştı; artık Biden sözde Ermeni soykırımını tanıyabilirdi, bu husus ABD ile Türkiye’nin arasında sorun yaratmayacaktı.

  • Hatta Biden’ın yapacağı soykırımı tanıma açıklaması Türkiye ile koordine edilebilirdi.
  • Ve öyle de yapıldı!

Türkiye’de 104 Emekli Amiralin imzaladığı duyuru iki hassasiyet üzerine bina edilmişti. Birincisi Türkiye’nin güvenliği ve egemenliği için yaşamsal önemde olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi, ikincisi ise “bir daha darbeler olmasın” idi. Emekli Amiraller, Anayasadan aldıkları vatandaşlık hakları olan ifade özgürlüklerini kullanarak deneyimlerini, bilgi birikimlerini ve öngörülerini bir duyuru ile halkla paylaşmışlardı. Bu duyurudaki hassasiyetlere karşıtlık yapıyorsanız ve hatta düşmanlık; ya Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne sahibiyet konusunda duyarlılığınız ve farkındalığınız yoktur ya da darbelere gerçekten özde karşı değilsiniz demektir. Oysaki 15 Temmuz’da yaşadıklarımızın, dökülen kardeş kanının, şehit olan insanlarımızın acısı bizim içimizde hale taze!

Askerler Muhtıra Verdi

Geçtiğimiz Nisan ayı içinde Fransa’da, Türkiye’deki Emekli Amiraller duyurusu ile benzerlik olduğu ima edilen ama gerçekte taban tabana zıt olan başka bir gelişme yaşandı. Fransa’da askerler “Eğer bir şey yapılmazsa toplumda patlamaya neden olacak ve aktif görevdeki askerlerin yurttaşlarımızı ve uygarlık değerlerimizi korumaya yönelik müdahalesini tetikleyecektir” açıklamasını yaptılar. Bu açıklama alenen siyasi iktidara karşı bir darbe uyarısı ve muhtırasıydı. Asla kabul edilemezdi ve antidemokratik bir girişimdi. Açıklamayı ifade özgürlüğü bağlamından çıkaran ve antidemokratik yapan en önemli husus ise imzalayanlar arasında aktif ve yedek görevde olan askerlerin olması ve müdahale edileceğini bildirmeleriydi. Hatta imzacılar arasında bulunan Jandarma Komutanı General Jean-Pierre Fabre-Bernadac, basına verdiği röportajda “halk siyasetçilere değil, bize güveniyor” dedi ve darbe tehdidini yineledi.

Tabii ki demokrasilerde asker, jandarma ve polis gibi güvenlik alanında çalışmakta olanlar siyasi iktidar aleyhine açıklama yapamazlar ve bu konuda tolerans da gösterilemez. Ama bu kurumlar aynı zamanda siyasi iktidarı destekleyecek açıklamalar da yapamazlar. Ne yazık ki 104 Emekli Amiralin demokratik duyurusundan sonra Türkiye’de bu yapıldı. Bu tartışmasız antidemokratikliktir! Geçen yıl ABD’de bu duruma örnek olabilecek bir başka durum gelişmiş ve ABD Genelkurmay Başkanı, zamanın Başkanı Trump’ın iç politikaya yönelik bir konuşması sırasında yanında fotoğraf verdiği için halktan özür dilemiş ve “Amerikan askerleri anayasaya sadakat yemini etmiştir, başkana değil’’ diyerek konuya açıklık getirmişti.

Türkiye ve Fransa’da Yaşananlar

Geçtiğimiz Nisan’da Türkiye ve Fransa’da yaşananlar demokrasi, insan hak ve özgürlükleri açısından gerçekten ibretlik. Türkiye’de Montrö’ye sahibiyet gösteren ve “bir daha darbeler olmasın” diyen, emrinde hiçbir kamu gücü ve silahı olmayan Emekli Amirallerin demokratik duyurusuna iktidar kıyameti kopardı, hedef gösterdi ve ertesi gün bir bölümünün evlerine şafak baskını yapıldı. Daha sonraki gelişmeleri tekrar etmiyorum, zaten biliyorsunuz.

Fransa’da ise görevdeki ve bir kısmı emekli olan general ve askerlerin yanlış anlamaya mahal bırakmayacak şekilde siyasi iktidara darbe uyarısı yapan ve bizce de asla kabul edilemez olan muhtırasından sonra Fransa iktidarı tarafından hedef gösterilmedikleri gibi evlere baskın da, gözaltı da, tutuklama ve suç uydurulup yargılama da yaşanmadı! Sorunun çözümünü yine demokrasinin kurumlarına, yasalarına, bağımsız yargısına ve kurallara bıraktılar.

Montrö’yü Tartışabiliriz

Esasında Emekli Amirallerin duyurusunun darbeyle, darbe iması ile uzaktan yakından bir ilgisinin, alakasının olmadığını iktidar başta olmak üzere tüm dünya biliyordu. Sorun Montrö idi! Öncesinde TBMM Başkanı Mustafa Şentop “Cumhurbaşkanı, İstanbul Sözleşmesi’nden kararname ile çekildiği gibi Montrö’den de diğer uluslararası anlaşmalardan da çekilebilir” demişti. Montrö, tesadüfen söylenmiş değildi. Montrö’nün dünyada değişmesini en çok isteyen ABD’ye mesaj gönderilmişti. Emekli Amiraller ise pişmiş aşa su kattılar ve iktidarı sinirlendirdiler. Montrö hassasiyetlerini sorun yapmaları zor olduğundan, zerre kadar alakası olmadığı halde duyuruyu darbe iması üzerinden ötekileştirmeye çalıştılar ve vatanına, milletine, devletine sıtkı sadakatle bağlı Emekli Amiralleri hedef gösterdiler. Duyuru geniş halk kesimlerinin desteğini alınca ve darbe işine kimse inanmayınca Montrö konusunda geri adım attılar ama yine de “daha iyisini bulana kadar Montrö’ye bağlıyız” diyerek ama bilinçli ama bilinçsiz ABD’ye “Montrö’yü tartışabiliriz” mesajını verdiler.

ABD mesajı almıştı. Türkiye’deki iktidarın çok zor durumda olduğu, kendisi ile ilişkileri düzeltmek, beyaz bir sayfa açabilmek ve Halkbank davasını durdurabilmek için Montrö de dâhil veremeyeceği ödünün bulunmadığı, karşı çıkanları hapse atabileceği ve bu kapsamda sözde Ermeni soykırımının tanınmasına bile sessiz kalabileceği görüldü ve karar verildi; “Başkan Biden ‘soykırımı’ tanıyabilir”.

Bir İyi, Bir de Kötü Mesajım Var!

Geçen gün Pentagon Sözcüsü Kirby, 1915 olaylarının “soykırım” olarak tanınması ile ilgili “Türkiye ile askeri ilişkilerimizde bir değişiklik olmasını beklemiyoruz” şeklinde bir açıklama yaptı. Sözcü iki yönden haklı. Birincisi; İktidar teslim olmuş durumda, reaksiyon gösterecek gücü ve niyeti yok. İkincisi; Türkiye’deki iktidarla durumu ve açıklamayı koordine etmişler.

İktidar zevahiri kurtarmak ve halkı kandırabilmek için alt tondan tepkiler veriyor ve soykırımın olmadığına dair hukuki ve tarihi açıklamalarda bulunuyor. Bu bile samimi olmadığını ve durumu kurtarmaya çalıştığını gösteriyor. ABD, Türkiye’ye karşı siyasi bir hamle yapmıştır. Siyasi hamlelere siyasi hamlelerle yanıt verilir, hukuki ve tarihi söylemlerle değil. Yoksa ABD Başkanı Biden da biliyor sözde “soykırımın” tarihi ve hukuki bir arka planının olmadığını!

Sonuç olarak ABD Başkanı Biden telefonla aramış ve bir iyi, bir de kötü mesaj vermiştir. İyi olanı iktidar, kötü olanı ise Türkiye için olmuştur!

TELE1 TV Programımız – 27 Nisan 2021

Dostlar,

27 Nisan 2021 günü akşam 18:00 haberlerinde Sn. Evren ÖZALKUŞ bizi konuk aldı.
Bilindiği gibi 26 Nisan 2021 akşamı Erdoğan “tam kapanma” açıklaması yapmıştı.
29 Nisan – 17 Mayıs arasında 17 gün süreli bir kapanma gerçekten “tam kapanma” mıdır, neler sağlayabilir, Kovit-19 salgınını sönümlendirebilir ya da denetim altına alabilir miyiz??

Şunları not edelim                       :

Mutasyon = Evrim! (Doğal seçilim – seleksiyon) bir yaşamda kalma savaşımıdır tüm canlıların ve durdurulamaz, kaçınılmazdır. Kovit-19’da virüsün mutasyon bulaşma sırasında olmaktadır. Dolayısıyla bulaşma, Ro katsayısı ne denli azaltılabilir / küçültülebilirse o oranda az mutasyon olacaktır. Gelinen aşama, küresel ölçekte hiç ve Türkiye’de de iç açıcı değildir bu bağlamda.

Bulaşma sırasında“.. o halde kaynakta, ortamda ve aday konakçıda önlemleri gerektirir.

Kaynakta; hasta – taşıyıcıların erken bulunup ayrılması ve sağaltımı, maske takması…

Ortamda.. kapalı ortamları havalandırma, dezenfektan püskürtme, korunma uzaklığı (sosyal mesafe), kalabalığı önleme..

Aday konakçıda : Aşılama, maske, hijyen, fiziksel korunma uzaklığı (sosyal mesafe), gerektiğinde PCR testi, aralıklı – kısa çalışma…

Ortak önlemler : Eğitim, halkı duyarlı kılıp işbirliğini sağlama, toplum katılımı… Salgının  özerk bilimsel kurumsal yönetimi..
***

Kapanma en az 28 gün olmalıdır..

2 kez 14’er günlük bulaşma süresi toplamı..
Epidemiyolojik hedefleri olmalıdır kapanmanın, zaman konarak değil.

  • Kapanma süresi, öngörülen epidemiyolojik hedeflere erişene dek gereken süredir.

Evde kalmaları istenenlere yaygın aşı + aktif sürveyans ile tarama ve saklı – gizli olguları erken bulmak, ayırmak gerekir. Bu ayırma karantina yerlerinde olmalıdır, kişilerin evlerinde değil!

Salgını bastırma uzadıkça mutasyon gelişimi doğru orantılıdır. Tersi de doğrudur.
Mutasyon, zamanın bir biyolojik – matematiksel fonksiyonudur, evrenseldir.
Bu arada mutasyon; kullanılan aşı, anti-viraller ile dezenfektan – antiseptiklere karşı direnç gelişmesine de neden olur.. Ne yazık ki, 16 aydır yeni korona virüs yaşamımızdan çekip gitmemiş, tersine yayılarak yerleşmiş gibidir. Küresel dayanışma – işbirliği yaşamsaldır.
**
ÇARE               :

4 HAFTA tama yakın kapanma, kapatılan nüfusa yaygın aşı + aktif sürveyans ve de sosyal destek sunmaktır. Ayrıntılar, yukarıda erişkesi (linki) verilen videoda (15 dk.)
***
Ayrıca bu gün (27 Nisan 2021) 2 TV konuşmamız daha oldu. İlki, sabah 11:00’de ARTI TV‘de idi (25 dk.). Gerekli bilgileri web sitemizde sunduk (ARTI TV Programımız – 27 Nisan 2021 – Prof. Dr. Ahmet SALTIK).

Öğleden sonra ise Erbil’den yayın yapan Rudaw TV ile kısa bir görüşmemiz oldu (10 dk.) :
https://www.facebook.com/RudawTurkce/videos/ankara-%C3%BCniversitesi-%C3%B6%C4%9Fretim-%C3%BCyesi-prof-dr-ahmet-salt%C4%B1k-tam-kapanma-karar%C4%B1n%C4%B1-r%C3%BBda/2950012771989329/
***
Birkaç tweet iletimiz şöyle oldu :

  • İktidar bildiğini okuyor. Ülke tüketildi, salgınla savaşacak gücü kalmadı. 17 gün sözde tam kapanma, sosyal destek yok? Yasaklardan bağışık olanlar 42 kalem uzun bir liste. Alaturka KAPANMA! Yazık. Son koz da heba ediliyor, Turizm kurtulur mu acaba? Uyan!
  • %100 kapanma salgını 28 günde bitirebilir. Bu oran düştükçe salgın uzar. Daha uzun, artan maliyetli kapanmalar gerekir. 17 gün yarım kapanmanın Epidemiyolojik temeli yok. AKP turizmi kurtarmaya bakıyor. Yine irrasyonel. Sosyal destek + aşı + sürveyans kaçınılmaz. AKP ülkeyi tüketiyor.
  • BİZİM TV’de çok geç de olsa sözde tam kapanmayı, Çernobil’in 35. yılını ve sözde Ermeni soykırımını kapsamlı irdeledik. YARIM KAPANMADA ve sonrasında neler yapmalı? Yaygın aşı, sürveyans, SOSYAL DESTEK ve milim milim gevşeme. Bu arada ölenlerin sorumlusu? (https://youtu.be/GyGjgfaytSU)

Yayılmasını, okunup – izlenmesini, dağıtılmasını ve ülkemize yararlı olmasını dileriz.
Hiçbir karşılık beklemeden, 50 yılık tıbbiyeli birikimimizi (Hacettepe Tıp’a kayıt, 1971) Ulusumuzun hizmetine sunma derdindeyiz. Geçen Mart’tan beri hummalı biçimde çalışıyoruz. Toplam 308 konuşma yaptık, salt 95’i 2021 başından günümüze dek olmak üzere. Saat 02:08 ve daha epey işimiz var. ANAYURT Gazetesi muhabirinin sorularını yanıtlamıştık telefonda. Yazıya dökülen metni gözden geçirip yollayacağız..

  • Salgını aşmada en temel gereksinim;
  • AKP iktidarının salgını yalnız ve yalnızca BİLİMSEL AKICILIKLA yönetmesi,
  • başka hiçbir şeyle değil..

Sevgi ve saygı ile. 28 Nisan 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

BİZİM TV Programımız – 26 Nisan 2021

Dostlar,

Türkiye’miz yoğun ve hızlı bir gündem yaşamakta.
Sn. Lale Özan Arslan çok başarılı bir TV yayıncılığı sürdürüyor.
2 Nisan 2021 günü yaptığımız görüşme 221 bini aşkın kez youtube’da izlendi.
İlgi gösteren izleyicilere teşekkür ederiz.

Bu akşam da Türkiye gündemini değerlendirmeye çalışacağız.
Duyuru görseli aşağıda.

26 Nisan 1986… 35 yıl önce yaşanan Çernobil faciasının da acılı yıldönümü.

Korona salgını ise vargücüyle sürüyor ve AKP iktidarı köktenci önlemlere başvuramadı,
kendi yarattığı ekonomik çöküntü nedeniyle.

Sonunda havlu attı iktidar ve 19 Nisan – 17 Mayıs arası TAMA YAKIN KAPANMA kararını aldı. Uygulamayı yakından izlemek gerekiyor..

1,5 saat boyunca 3 konuyu konuştuk.

1. Sözde Ermeni soykırımı suçlaması ve AKP iktidarının kabul edilemez aczi.
2. Denetimden çıkan salgın için çoookkkkkkkk geç kalan SÖZDE TAM KAPANMA..
3. Çernobil Nükleer santrali faciasının 25. yılı ve Türkiye’nin nükleer santral serüveni.

Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 26 Nisan 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

TELE1 TV Programımız – 25Nisan 2021

Dostlar,

25 Nisan 2021 Pazar günü TELE1’de Mustafa Balbay‘ın konuğu olacağız.. / OLDUK.

Türkiye gündemi ne yazık ki ping pong topu gibi..
Gerçek sorunlarımıza odaklanamıyoruz.. Buna engel olunuyor değişik yollarla..
Öncelikle bu kuşatmayı kırmalı ve dayatılan gündem oyunlarını aşarak gerçek sorunlarımıza yoğunlaşabilmeliyiz.
**
Salgın tüm azgınlığı ile sürmekte..
Bu gün SÖZCÜ‘de Sn. Uğur Dündar köşelerini bize lütfettiler ve tam sayfa olarak yayınlandı.

DERHAL YÜZDE 95’LER DÜZEYİNDE TAM KAPANMAYA GİDİLMELİ!.. – Prof. Dr. Ahmet SALTIK 

Bu akşam Sn. Balbay bizimle birlikte 3 konuşmacı alacak.
3 kez 45 dakikalık zaman dilimleri var.
Biz ilk dilimde 15 dakikayı sözde Ermeni soykırımı gündemine ayırmak istiyoruz.
2. bölümde, “resmi” verilerle bile KOVİT-19 salgınının eriştiği ürkünç tabloyu paylaşmak istiyoruz. Hem kendi içimizde perişanız hem de dünya ile karşılaştırıldığında..

  • Son 1 hafta – 10 gündür, her gün yeni tanı alan kovit-19 hasta sayısının milyon nüfusa göre insidens hızı bakımından arayı giderek açan biçimde DÜNYA BİRİNCİSİYİZ.. 
  • Örneğin aşağıdaki verilere göre, Türkiye dünya nüfusunun %1,1’i olmasına karşın, bu oranın 5 katı dolayında, dün dünyada tanı alan tüm olguların %5,5’i ülkemizde.
  • Veriler hala karartılmakta! Yanlış verilerle Epidemiyolojik planlama yapmak da olanaksız.
  • İktidar, inanılmaz bir vurdumduymazlık – akıl tutulmasıyla seyrediyor.. Deneme- yanılma “aç- kapa kumarları” ile sözde salgını yönet(em)iyor.. Gerçekte SALGINI KULLANIYOR!!

Son 15 dakikada ise ne yapmak gerek sorunsalına yanıt vermeye çabalayacağız.
***
TELE1 TV’ye ve Sn. Balbay’a yurtsever  – sorumlu yayıncılık anlayışları ve bize ekran fırsatı verdikleri için teşekkür ederiz. Youtube erişkesi (linki) bize ulaşınca burada paylaşacağız. Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 25 Nisan 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

 

 

YİNE 24 NİSAN GELDİ !!! 

YİNE 24 NİSAN GELDİ !!! 

Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

Gerçeği kapar, yer altına gömerseniz, o yine büyüyerek patlar ve yalanı yok eder.” / Emile ZOLA

Ermenistan örgütleri, Almanya’da yaptıkları toplantıda ülkemizin yarısını kapsayan büyük Ermenistan haritasını yayınlamışlar.

Değerli arkadaşlar,

22.4.2013 tarihinde sizlere gönderdiğim YİNE 24 NİSAN GELDİ ve 1915-18 DÖNEMİNİ, 1915-23’e DÖNÜŞTÜRMEK İSTİYORLAR !!! başlıklı yazımı, birinci dünya savaşına zorla sokulan Osmanlıda, orduyu yöneten Alman Genel Kurmay Başkanlığının önerisi ile gerçekleşen tehcirin 104. yılı nedeniyle sizlerin bilgisine yeniden sunmak istedim.

AB, 15 Nisan 2016’da kendi parlamentosunda kabul edilen Sözde Ermeni Soykırımını da ülkemiz için hazırladığı son ilerleme raporuna ekledi. Ayrıca Almanya Federal Meclisi de 2.6.2016 günü 1915’teki tehcir olaylarını bir soykırım olarak kabul etti.

Burada üzücü olan, “Ermeni soykırımı” tasarısını alman Meclisi’ne getiren ismin Türkiye kökenli olan Yeşiller Partisi’nin Eş Başkanı Cem Özdemir olmasıdır. Tasarısının oylamasında tek ret oy Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) Milletvekili Bettina Kudla’dan gelirken, tek çekimser oy da yine CDU milletvekili Oliver Wittke’dan geldi. Buna karşın Alman Parlamentosu’nda yer alan 11 Türkiye kökenli vekil de tasarıya destek verdi.

Hollanda Meclisi de 22.2.2008 de sözde soykırımı 3’e karşı 142 oyla kabul etti. Böylece, AB de sözde Ermeni Soykırımını kabul ettirmek için güzel ülkemizi baskı altına almak istemektedir. Yani AB-D emperyalizminin güzel ülkemizi bölmeye ve yıkmaya yönelik kirli amacı devam etmektedir.

Avrupa’da sözde Ermeni soykırımını tanıyan öbür ülkeler şunlardır: Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Rusya, Yunanistan, Belçika, Vatikan, Fransa, İsviçre, İsveç, Slovakya, Litvanya, Çekya, Avusturya, Bulgaristan, Lüksemburg, Almanya, İtalya ve Avrupa Parlamentosu. Ne yazık ki Ermeni tehcirini soykırım olarak kabul eden 14 ülke, üye olmak istediğimiz AB üyesidir. Umarım yıllardır hasretle beklediğimiz, ulusal sorun ve kaygılarımızı paylaşacak yönetici ve danışmanlarımız da bizleri duyar. Gereken önlemleri vakit geçmeden alırlar.

Sevgi ve saygılarımla (22.4.2019).

NOT: Bu vesile, Yüce Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından, Çocuk bayramı olarak dünyada ilk kez ülkemizde gündeme getirilen 23 Nisan ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMIMIZI kutlar, sağlık ve mutluluk dolu günler dilerim. Umarım, tüm yöneticilerimiz, koltuklarını bir saatliğine de olsa, mutlu geleceğimiz saydığımız çocuklarımıza terk etmekten çekinmezler.

YİNE 24 NİSAN GELDİ ve 1915-18 DÖNEMİNİ, 1915-23’e DÖNÜŞTÜRMEK İSTİYORLAR !!!

“Hiç kimse, duymak istemeyen biri kadar sağır olamaz…” / W. Shakespeare

Posterler, eskiden 1915-1918 dönemiydi, Şimdi 1915-1923 oldu.

Değerli arkadaşlar,

Amerika, İngiltere ve Fransa maskesini kullanan AB-D Emperyalizmi, Osmanlıyı yıkmak ve parçalamak için Rumları, Kürtleri ve Ermenileri kışkırtarak birçok isyanın çıkmasını sağlamıştır. Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün önderliğinde emperyalizme ve onların işbirlikçilerine karşı koyarak bağımsızlığı elde eden Türkiye Cumhuriyeti, birçok mazlum ülkeye örnek olmuştur. Bu başarıyı hazmedemeyen dış güçler, şimdi de aynı piyonları Türkiye Cumhuriyetini bölmek ve parçalamak için farklı yöntemleri kullanmaktadır.

Ülkemizi bölmek ve yıkmak isteyen uluslararası AB-D emperyalizmi, son yıllarda ABD’de bulunan Ermeni diasporasını kullanarak amacına ulaşmak istemektedir. Örneğin, Osmanlı dönemini içeren sözde soykırım olayları için yeniden bir tanımlama getirmişler. Yıllardır kendi ifadelerinde ve yazdıkları kitaplarda kullandıkları 1915-1918 olaylarını, şimdi 1915-1923 yılına kadar yaymak istemektedirler. Böylece Yüce Önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ümüzü, kurtuluş savaşımızı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletini de işin içine sokmayı hedeflemişlerdir. Bildiğiniz gibi, emperyalist güçlerin desteğini alan Ermenistan, 3T (Tanıma-Tazminat-Toprak) kodlu esas amaçları ile 1915-18 yıllarında olmayan Türkiye Cumhuriyetini suçlamaktır. Çünkü Osmanlı sonrası ortaya 35 ayrı devlet çıkmasına karşın, sözde soykırımı sadece 1923 yılında kurulan ve arzu ettikleri topraklara sahip olan Türkiye Cumhuriyetine yükleme peşindeler.

Nitekim, Ermenistan strateji uzmanı ve Ararat Bilim-Strateji Merkezi Başkanı Ayvazyan,
Ermenistan soykırımın Türkiye’ye kabul ettirme sürecinin ikinci aşamasını şimdiden dile getirmeli. Bu ikinci aşama Türkiye’den toprak talebidir. Türkiye, Osmanlı’nın Ermenilere karşı yaptığı zulmün bedelini toprakla ödetmeye zorlanmalıdır diyerek, sözde Ermeni soykırımına karşılık Türkiye’den toprak talep etmenin tam zamanı olduğunu söyledi. Neden ve niçin, Osmanlının yaptığı işin bedeli olarak, Türkiye’den toprak talep edilmesinin tam zamanı olduğu düşünülüyor? Acaba gereken tepkinin verilemeyeceği mi zannediliyor ???

Ayrıca;

  • Dünyada, Ermenistan’dan başka hangi ülkede, komşu ülkenin topraklarını kendi toprağı gibi kabul edip, bunu anayasasında açıkça beyan edildiğini görebiliriz.
  • Yine anayasalarının 13. maddesinde Ararat diye isimlendirerek yer verdikleri AĞRI dağımızı da kendilerine devlet simgesi olarak kabul ettiklerini açıklamaktan çekinmiyorlar.

Değerli arkadaşlar,

Yine 24 Nisan geldi ve AB-D emperyalizminin bölücü yöntemi devam ediyor. Ermeni ve kürt terör örgütleri üzerine araştırmalarıyla tanınan Ercan CİRİTCİOĞLU’nun verdiği bilgiye göre, 24 Nisan 1915 de eceliyle yaşamını yitirenler dışında, Osmanlı da bir tek ermeni bile öldürülmüş değildir.

Peki, 24 Nisan, neden sembol gün olarak seçilmiştir?

Yunan, Bulgar, Sırp halkları Osmanlıdan bağımsızlığını alınca Ermeniler de aynı yolda örgütleniyor. Ermeniler İstanbul’dan, Vana kadar dernekler kurup silahlanıyorlar. Bu arada Osmanlı, Birinci Dünya Savaşına giriyor. Mart 1915 de Rusya, Doğu Anadolu’ya giriyor. Rus desteğini alan Ermeniler, 11 Nisan 1915 de Van’da isyan çıkartıp, Osmanlıya karşı BAĞIMSIZLIK SAVAŞINI başlatıyor.

Bu isyan Van’dan öteki bölgelere de sıçrayınca, daha sonra soykırım iddialarına neden olacak Osmanlının zorunlu göç kararı (tehcir) geliyor. Ancak bu karar sadece Ortodoks Ermenilerine uygulanıyor. İsyana katılmayan Katolik ve Protestan Ermeniler yerlerinde tutuluyor.

Ortodoks Ermeniler, Van’da Kürt ve Türk bütün Müslümanları öldürüp şehri ele geçirince ve isyan öteki bölgelere sıçrayınca, 24 Nisan 1915’te Osmanlı yönetimi, Anadolu’daki bütün Ermeni derneklerinin kapatılmasına ve isyanı destekleyen İstanbul’daki 200 kadar Ermeni aydınının, Çankırı Ayaş’a sürgüne gönderilmesine karar veriyor. Sonra 24 Nisan sürgünleri, burunları bile kanamadan İstanbul’a geri dönüyor.

Görüyorsunuz, gerçek bilgi ve belgeye dayanmayan asılsız iddiaların, tarihçiler tarafından araştırılmasına izin verilmeden, birçok ülkede yasalar çıkarılarak soykırımın yalanının ve 24 Nisanın tanınması işi oldu bittiye getirilmeye çalışılıyor. Yani AB-D emperyalizmi, yine Ermenileri kullanarak güzel ülkemizi bölmek için tezgahlar kuruyor.

Umarım bu konuda oldukça geç kalınan loby faaliyetlerimizi ve gerçek verilere dayanan araştırmalarımızı, en kısa sürede uluslararası arenada sağduyu sahiplerinin dikkatine sunabiliriz. Devletimiz, hükümetlerimiz, üniversitelerimiz, STK’lar, Türk Tarih Kurumu, askeri ve sivil örgütlerimiz bu konuda işbirliği yaparak ülkemizin haklarını savunmak zorundadır. Aksi halde güzel ülkemizi bölmek isteyen ve bu dönemde AB-D maskesini kullanan emperyalizm, kötü amacına ulaşacaktır.

Sevgi ve saygılarımla (22.04.2013).

UĞURSUZ ÜNİVERSİTE

UĞURSUZ ÜNİVERSİTE  (*)

portresi

 

Suay Karaman

 

 

Değerli katılımcılar,

Adalet ve Demokrasi Haftası olarak adlandırılan 24-31 Ocak arasında başta Uğur Mumcu ve Muammer Aksoy olmak üzere yitirdiğimiz tüm yurtsever aydınlarımızı anmaktayız. Yitirdiğimiz tüm değerlerin ışıklar içinde yatarak, bizleri aydınlattığı inancıyla hepinizi dostlukla selamlayarak sözlerime başlıyorum.

Cumhuriyet yönetimi, eski tüzükle yönetilen Darülfünun’u Cumhuriyet Devrimlerine uygun bir şekle getirerek, 1 Nisan 1924’te 493 sayılı yasayla İstanbul Darülfünunu’nu kurmuştur. Genç Cumhuriyet yöneticileri, Darülfünun’dan çok şey beklemişler ancak beklediklerini bulamamışlardır. İstanbul Darülfünunu, genç cumhuriyet aydınlanmacılarının beklediği iyileşmeye, gelişmeye ve ilerlemeye ulaşamadığı gibi, yapılan pek çok devrime ya sessiz kalmış ya da karşı çıkmıştır. İşte uğursuz üniversite böylece ortaya çıkmaya başlamıştır.

Bu yüzden eğitim alanında köklü değişiklikler yapılarak, 1 Ağustos 1933’te İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. 1933 Üniversite Devrimi ile yeniden kurulan üniversite, özerk bir yapıya kavuşmamasına karşın belirli dönemlerde atılımlar yaparak, bilimsel niteliğini ve devrimci çizgisini yükseltmiştir.

18 Haziran 1946’da 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu çıkarılarak, üniversiteler hem bilimsel, hem de yönetsel özerkliğe kavuşmuş ve yönetimde katılımcılık ilkesi getirilmiştir. 27 Mayıs 1960 Devriminden sonra 28 Ekim 1960’ta çıkarılan 115 sayılı yasa ile 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu’nun bazı maddeleri özerkliği genişletici şekilde değiştirilerek, katılımcı yönetimi ve demokratikleşmeyi artırıcı nitelikler sağlanmıştır. Üniversitelerin özerk oluşları da, ilk kez 1961 Anayasası’nın 120. maddesinde açık ve net biçimde yazılarak güvence altına alınmıştır. 12 Mart 1971 muhtırasının ardından 7 Temmuz 1973’te, hem antidemokratik, hem demokratik hükümler içeren 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu çıkarılmıştır. Antidemokratik hükümler Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilince, önceki yasalara göre en özgürlükçü yasa konumuna gelmiştir.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra 6 Kasım 1981 tarihli 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu (YÖK) çıkarılmıştır. Bu yasa, Ocak 1981’de Şili’deki faşist cuntanın çıkardığı yasanın kötü bir kopyasıdır. Bu yasayla çağdaş, demokrat ve özerk üniversite yok edilmiştir. Üniversitelerimiz 35 yıldır bu yasayla yönetilerek, uğursuz üniversiteye kalıcı geçiş sağlanmıştır. Bu YÖK dönemini uğursuz üniversite olarak anmak yanlış sayılmaz. YÖK yasasıyla birlikte üniversitelerde toplu tasfiyeler başlamış, akademisyenler susturulmuş, öğrencilere disiplin cezaları verilmiştir. Özerklik tümden ortadan kaldırılmış, yöneticiler atamayla gelmiştir. Üniversite harçları artırılmış ve eğitimin özelleştirilmesinin yolu açılmıştır. Şimdi bu uğursuzlukların bazılarını yakından görelim.

YÖK’ün kurucusu ve 1981-92 arasında on bir yıl YÖK Başkanı olarak görev yapan Prof. Dr. İhsan Doğramacı döneminde üniversiteler açık açık doğranmıştır ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Yasası gerekçe gösterilerek yüzlerce ilerici akademisyenin görevine son verilmiştir. İhsan Doğramacı, üniversitelerden özgür düşünceyi kovmak için pek çok şey yapmış, bilimden ve aydınlanmadan yana olan her şeye savaş açmıştır. İstediği kişilerin, sahte jüri kurarak doçent olmasını bile sağlamıştır. Bir devlet kurumunun başındaki kişi olarak, Bilkent Üniversitesi adıyla ilk özel üniversiteyi kurmuştur. Böylelikle eğitimin piyasalaşması adına önemli bir adım atılmıştır.

Prof. Dr. İhsan Doğramacı’nın ilk basımı 1952’de 14. ve son basımı 2000 yılında yapılan “Annenin Kitabı” başlıklı bir çocuk bakım kitabı bulunmaktadır.  Bu kitabında ABD’li bilim insanı Dr. Benjamin Spock’un (1902-98) ilk baskısı 1946’da yapılan “Çocuk Bakımı ve Eğitimi” (Baby and Child Care) adlı dünyaca ünlü kitabından, kaynak göstermeden alıntılar (aşırma/intihal) yaptığı, ilk kez 29 Kasım 1981 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde Uğur Mumcu tarafından yazılmıştı. Bu olayın hukuksal süreci 10 Mayıs 2006 tarihinde Doğramacı lehine sonuçlanmıştır ancak vicdanlarda Doğramacı aklanmamıştır. Bu işin peşini bırakmayan Prof. Dr. Hasan Yazıcı, 15 Nisan 2014’te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde açtığı davayı kazandı ve İhsan Doğramacı’nın aşırma (intihal) yaptığına karar verildi. İşte böyle bir kişinin üniversitelerin başına geçmesi, uğursuzluk olarak değerlendirilmelidir. Bu olaydan cesaret alarak, günümüzde de birçok akademisyen aşırma yapmaktadır ve uğursuz üniversitede artık aşırma olağan sayılmaktadır.

Gericiliğe ve tarikatlara bırakılan üniversitelerde imamların da içinde olduğu bazı gruplar, etkinliklere katılmaya başlamıştır. 1994’te Erciyes Üniversitesi’nin açılışını Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz yapmış ve şunları söylemişti: “İlim ve akıl, dini teyit eder. İlmi öğrenin, yayın; gizleyip günaha girmeyin.” Gelinen bu nokta bilimi ve üniversiteyi derinden yaralamış ve küçük düşürmüştü. Ancak tepki veren olmaması, uğursuz üniversitenin hızla yayılmasını sağlamıştır.

Şimdi sizinle ilginç bir örnek paylaşacağım. 2006 yılında TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Tarih Bölümü’nde Prof. Dr. unvanıyla işe başlayan, Çin Halk Cumhuriyeti, Sincan Uygur özerk bölgesinden gelen Alimcan Ziyai adlı bir kişi aynı zamanda üniversitede rektör danışmanı oldu. Bu unvanlarıyla birçok yerde konferanslar veren bu kişinin, Urumçi Üniversitesi ile yapılan yazışmalar sonucunda, lisans eğitiminin bile olmadığı ortaya çıktı. Bu yüzden TOBB ETÜ Rektörlüğü tarafından 2008 yılında görevine son verildi. Bu kişi daha sonra Nisan 2009’da Gazi Üniversitesi, Yabancı Diller Yüksekokuluna, Eski Çince Eğitimi için Yrd. Doç. kadrosuyla alınmak istendi. Ancak jüride bulunan Çin’in Sincan Uygur özerk bölgesinde doğmuş ve Xinjiang Üniversitesi Tarih Fakültesinden mezun olan Doç. Dr. Varis Çakan, Urumçi Üniversitesi ile yazışarak, Alimcan Ziyai’nin makale ve evraklarının sahte olduğunu ve diploması olmadığını belgeleyerek, geçer not vermedi. Bunun üzerine Doç. Dr. Varis Çakan jüriden çıkartılarak, yerine Konya Selçuk Üniversitesi Türk Dili Bölümünden Yrd. Doç. Dr. başka bir akademisyen atandı. Böylece Alimcan Ziyai, Mart 2010’da Gazi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu Çince bölümünde Yrd. Doç. Dr. olarak göreve başlatıldı, hem de hiçbir belgesi olmadan! Üstelik 2547 sayılı YÖK yasasına göre, profesör olarak atanan bir kişi, başka bir üniversiteye yardımcı doçent olarak atanamazken…

Günümüzde uzmanlık alanının dışında ders veren, bilgisiz ve yetersiz birçok akademisyenlerin olduğu uğursuz üniversitelerde, sahte diplomaların ve unvanların uçuştuğu, merkezi sınavlarda sahteciliklerin yapıldığı, bilimin nasıl film haline getirildiği, tüm değerlerin para ile ölçüldüğü bir ortamda öğrencilerin bilgi ve kültür düzeylerinin en alt düzeylerde yetiştirildiği tüm açıklığıyla görülmektedir. Aile şirketi gibi olan üniversiteler de vardır; ailenin tüm bireyleri aynı üniversitede akademisyen olarak ya da idari kadrolarda görev yapmaktadırlar.

Sabancı Üniversitesi’nde Prof. Dr. Cemil Koçak, velilere verdiği konferansta “Aslında onbaşı bile olamaz” dediği büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk için şunları söylemişti: “Yarbay Mustafa’nın Çanakkale zaferiyle uzak yakın bir ilişkisi yoktur. Zafer; Alman generali Liman von Sanders’e aittir. İstanbul hükümeti ve Alman generali, Yarbay Mustafa’yı 5-10 kişiyi bile yönetmekten aciz bularak gözden uzak kalsın diye Gelibolu’ya göndermiş. Yarbay Mustafa döneminin en yeteneksiz askeriydi. Tesadüfler ve şansı yaver gitmeseydi, emekli olacak, kahve köşelerinde sürünüp gidecekti.” Ülkesinin yakın tarihini bilmeden tarih konferansı vermeye kalkan böyle bir profesör ile bu akademik unvanları böylelerine verenler, uğursuz üniversitenin görüntüsüdür.

Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Fikret Adanır, Hamburg’daki bir panelde sözde Ermeni soykırımını kabul ettirmek için tarihimizi ve arşivlerimizi kirleterek, Türkiye’ye, Osmanlı’ya ve Türkler’e iftira kusarak; “Türkler soykırımı yapmasalardı ulus olamazlardı..” gibi gerçek dışı söylemlerde bulunmuştu.

Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Bertil Emrah Öder, “Yeni Anayasa’dan Türklük kalkmalı. Anayasa’nın temeli din olmalı” demişti. CHP parti meclisinin eski üyesi ve Anayasa Hazırlık Komisyonu çalışma grubunda olan Bertil Emrah Öder, laiklik kavramının tartışmaya açılmasıyla özgürlükler alanının genişleyeceğini ileri sürmüştü.

Koç Üniversitesi’nin düzenlediği “Öz yönetim nedir?” konulu panelde konuşan HDP milletvekili Sabahat Tuncel, PKK teröristlerinin kazdıkları hendekleri savunarak, bu hendekleri neden kazdıklarını ve bu bölgelerde öz yönetimin nasıl geliştirildiğine ilişkin fikirlerini aktardı.

Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Nazan Üstündağ, İnsan Hakları Haftası dolayısıyla düzenlenen paneldeki konuşmasında; “Hendekler yeni mücadele mekanizmalarıdır. Özyönetim öz savunmayla gelir” ifadesini kullanarak, teröristlerin kazdığı hendeklere övgüler yağdırdı. Bu gibi panellerin olduğu uğursuz üniversitelerden ve diğer uğursuz üniversitelerden bazı uğursuz akademisyenler de, yayınladıkları bildirilerle, PKK terör örgütüne desteklerini sunmuşlardır.

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı’nın, Tayyip Erdoğan’ın elini öpmek için yerlere kadar eğilmesi, üniversitelerin ortaçağ karanlığındaki medreselere doğru kayarak, uğursuzlaştığını göstermesi açısından önemlidir. Muş, Alpaslan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nihat İnanç; “Düşünebiliyor musunuz, amfide film gösterimleri, tiyatrolar, konserler düzenliyorlar..” diyerek ODTÜ yönetimini hedef alan söylemleri de uğursuz üniversite içinde değerlendirilmelidir.

Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hüseyin Sarıoğlu’nun, çocuk pornosu arşivlediği ortaya çıkarılmıştı ve bu akademisyenin yabancı dergilerde tek bir yayını olmadan Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) üyeliğine atandığı belirlenmişti. Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Orhan Çeker’in söylemleri insanın kanını donduracak niteliktedir: “Kadın yüzünü de kapamalı, Kadının evden çıkması caiz değil, Saç boyama caiz değil, Parfümlüye cennet haram, Dekolte giyinen, tahrik eden kadının tecavüze uğraması sürpriz değil.”

Şimdi Diyanet İşleri Başkanı ki kendisi de akademisyendir, uğursuz üniversitelerde bir moda başlattı: her üniversiteye cami yapımı kampanyası. Bilim yuvalarına, ibadet yerleri yapılması için düğmeye basıldı ve uğursuz üniversiteler cami yapma yarışına başladılar. Hatta Ege Üniversitesi kampüsünde cami yapılabilmesi için imar planında değişiklik bile yapıldı.

Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez’in; “Sekülerizm dinlerden kaynaklanan şiddeti de geride bırakarak dünyayı topyekün bir savaşın içine soktu.” söylemi, aklı örümcek ağıyla sarılmış bir ilahiyat profesörü için normal görülebilir. Aydınlanma Devriminden payını alamayanların bulunduğu uğursuz üniversite, ülkemizi hızla ortaçağ karanlığına sürüklemektedir.

Son günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’ndan insanlıkla, vicdanla, ahlakla bağdaşmayacak açıklamalar gelmektedir. Laik ülkede fetva adı ile topluma yutturulmak istenen bu saçmalıklardan bazıları şunlardır:

  • Nişanlılar el ele tutuşamaz,
  • Müslüman bir kişi Alevi bir kızla evlenemez,
  • Babanın öz kızına şehvet duyması haram değildir.Ülkemizde 196 kamu ve özel üniversite bulunmaktadır ve içlerinde 86 ilahiyat fakültesi vardır. Bu fakültelerde üç binin üzerinde akademisyen çalışmaktadır. Ama hepsi uğursuz üniversite üyesi olduğu için, bu saçmalıklara seslerini çıkartamamaktadırlar.

Uğur Mumcu’nun 27 Haziran 1975’te Kanıksamak” adlı yazısında “Demokratik bir toplum için en büyük tehlike, yolsuzluklara, karanlık cinayetlere ve haksızlıklara karşı kamuoyunun duyarlığını yitirmesidir. Yaşadığımız olaylar demokrasimiz için bir utanç sayfasının kanlı satırlarıdır. Unutmayalım ki bazı insanlar cinayetlere, haksızlıklara ve yolsuzluklara susarak da katılmış olurlar.” sözlerini anlayamayan uğursuz üniversite ve akademisyenleri ile sorunları aşmak olanaksızdır.

Anayasa Mahkemesi kararlarına göre siyasal İslam’ın simgesi olan türban ile bugün yükseköğretimde derslere girmek yasaktır. Bu konuda Danıştay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları da, siyasal İslam’ın simgesi olan türbana geçit vermemektedir. Ancak Ege Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Rennan Pekünlü, türbanlı öğrencileri sınıfa almadığı gerekçesiyle açılan davada, iki yıl bir ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Öbür benzer davaları da sürmektedir. Uğursuz üniversite budur işte.

YÖK’ün ağır baskısı sonucunda, üniversite personeli suskun duruma getirilmiştir. Ülkemizde hukuk yok edilirken, hukuk fakültelerinden ses çıkmamaktadır. Sanat katledilirken, güzel sanatlar fakültelerinden ve konservatuvarlardan ses duyulmamaktadır. Buna benzer daha birçok örnek sıralanabilir. Her şeyin para karşılığı olduğu bu uğursuz üniversitelerle, ülkemizin aydınlığa kavuşacağına inananlar, en basit deyimle saftırlar.

Üniversite, gençlere yalnızca bilgi veren yer değil, yaşamda doğru davranış yolunu bulmaya çalıştıran, bunun için de düşünme alışkanlığı veren yerdir. Uğursuz üniversiteler, Uğur Mumcu’nun fikirlerini özümseyen yurtsever akademisyenlerle aydınlanacak, uğurlanacaktır. Bundan hiç kuşkunuz olmamalıdır, Atatürk’ün ilke ve devrimleri yolumuzu aydınlatacaktır. Uğurlu, aydınlık ve çağdaş üniversitelerde buluşmak üzere hepinize saygılarımı sunuyorum.

İlk Kurşun Gazetesi, 1 Şubat 2016.
(*) 23. Adalet ve Demokrasi Haftası çerçevesinde 28 Ocak 2016’da TÜMÖD’ün düzenlediği “Uğur’suz Üniversite ve Gençlik” adlı etkinlik konuşması.

======================================

Dostlar,

23. Adalet ve Demokrasi Haftasını dün kapatmıştık.. Ancak çok değerli dostumuz, düşün ve eylem insanı, 27 Mayıs Devrimcilerinden Suphi Karaman‘ın oğlu Gazi Üniversitesi Öğr. Gör. sevgili Suay Karaman‘ın yukarıdaki yazısını paylaşmadan edemezdik. Bize bu gün ulaştı ve bu çok önemli derlemeyi mutlaka site okurlarımıza sunma gereği duyduk. Bu yazı, tarihçileri açısından önemli bir not düşeüme işlevi de taşıyor. Bizim de üyesi olduğumuz TÜMÖD’ün Genel Yazmanı olan Sayın Suay Karaman’a salt yüreklilikle konuşmakla kalmayıp bir de konuşma içeriğini yazılı metne dönüştürdüğü ve yayımlayarak paylaştığı için teşekkür etmeliyiz ve ediyoruz..

Biz de bu sürece yakından tanıklık ettik. 1971’de 4936 sayılı Üniversiteler yasasına göre tıp öğrencisi olduk. 1973’te 1750 sayılı Üniversiteler yasası sürecinde tıp eğitimimizi tamamladık ve asistanlığımızda Ankara’da TÜMAS üyesi olduk.. 12 Eylülcüler 2547 sayılı YÖK düzenini getirdikten sonra (6 Kasım 1981) 1988’de İdari Yargı kararıyla Üniversite’ye atanarak öğretim üyesi olduk.. Sistemle boğuşa boğuşa ilerledik.. Doçentliğimiz de yargı kararıyla alınabildi.. Bu 2 süreci değişik zamanlarda sitemizde yazdık. Doğramacı biz Hacettepe’de öğrenci ve asistan iken rektör idi.. Öğretim üyeliğine başladıktan sonra  da yıllarca YÖK başkanı olarak gene “patronumuz” (!) idi.. Tanık olduğumuz öyle çok olay var ki.. Zaman zaman bu sitede yansıttık. Emekliliğimiz yaklaştı (Kasım 2020) ama özerk – özgür bir üniversitede keyifle çalışamadık. Özgürlük alanımızı, dğerlerimizi bizler yaratmaya, genişletmeye çabaladık hep..

Yitiren ülke ve kuşaklar olmuştur ve giderimi (telafisi) neredeyse olanaksızdır.
Ancak AYDINLANMA kazanacaktır yine de.. Bizler, Mustafa Kemal’in çocukları olarak;

15 Temmuz 1921, Sakarya Savaşı sürerken Ankara’da Maarif Kongresi toplayan Mustafa Kemal Paşa’nın şu yönergesi (direktifi) rehberimiz oldu, olmayı sürdürecek :

  • “Ulusal bir eğitim programından söz ederken, eski devrin bütün hurafelerinden sıyrılmış, Batı’dan ve Doğu’dan gelen yabancı etkilerden uzak ve ulusal yapımızla uyumlu bir kültür kastediyorum.”

    Büyük ATATÜRK‘ün 1 Kasım 1937 TBMM konuşmasındaki sözleri de :

  • “..Büyük Davamız, en uygar ve en kalkınmış Millet olarak varlığımızı yükseltmektir.
    Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde köklü, bir inkilap yapmış olan Büyük Türk Milletinin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa zamanda başarmak için fikir ve hareketi beraber yürütmek zaruriyetindeyiz. Bu teşebbüste başarı, ancak türeli bir planla ve en rasyonel tarzda çalışmakla mümkün olabilir. Bu nedenle, okuyup yazmak bilmeyen tek vatandaş bırakmamak; memleketinin büyük kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği teknik elemanı yetiştirmek; memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak fert ve kurumları yaratmak; işte bu önemli ilkeleri en kısa zamanda sağlamak, Kültür Bakanlığının üzerine aldığı ağır zorunluluklardır.

    İşaret ettiğim ilkeleri, Türk Gençliğinin beyin yapısında ve Türk Milletinin bilincinde daima canlı bir halde tutmak, üniversitelerimize ve yüksekokullarımıza düşen başlıca görevdir..”

Sevgi ve saygı ile.
1 Şubat 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ÖZEL BÜRO 9. YILINI BİTİRDİ!

ÖZEL BÜRO 9. YILINI BİTİRDİ!

SAYIN İLGİLİ;

GRUBUMUZUN KURULUŞUNDA 9. YILIMIZI KUTLUYORUZ. BU SÜRE IÇERISINDE SIZLERE HEP DOĞRU BILGI VERMEYE ÇALIŞTIK. HAZİRAN 2007’DEN
YANİ 9 YILDAN BU YANA SIZLERLE ON BINLERCE PAYLAŞIM YAPTIK.

DILE KOLAY ! ON BİNLERCE KEZ SIZE EVINIZE, BILGISAYARINIZA MISAFIR OLUYORUZ. SIZLERE BUGÜNE KADAR BILGININ EN KAPSAMLISINI, DOĞRUSUNU ILETMEYE GAYRET ETTIK.

Displaying image002.png

ÖZEL BÜRO İSTİHBARAT GRUBU EN DOĞRU, EN KAPSAMLI, EN ÇEŞITLI BILGININ PAYLAŞILDIĞI BIR PLATFORMDUR.

SADECE  BELLI BIR SIYASI GÖRÜŞÜ DEĞIL HER SIYASI GÖRÜŞTEN,
HER FRAKSIYONDAN HER PENCEREDEN BILGININ PAYLAŞIMININ YAPILDIĞI
BIR ORTAMDIR.

SAYIN İLGİLİ;

1991 YILINDAN BERİDİR GRUP OLARAK DEVLETE ÖNEMLİ İSTİHBARİ HİZMETLER VERİYORUZ. 2007 HAZİRAN AYINDA İSE İNTERNET ÜZERİNDE ÖZEL BÜRO İSTİHBARAT GRUBU’NUN PAYLAŞIM PLATFORMLARINI KURDUK VE BU GRUP ILE KAMU YARARINA BIR ÇOK PROJE GERÇEKLEŞTIRDIK.

İNTERNETTE, GÖNÜLLÜ ÜYELERİMİZİN KATILIMI İLE BİR ÇOK KAMPANYA YAPTIK.

  • YOUTUBE KAMPANYASI 
  • SOSYAL KAMPANYALAR 
  • KIBRIS, RUM VE YUNAN ADASI DEĞİLDİR” KAMPANYALARI 
  • SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI KONUSUNDA ÇEŞİTLİ KAMPANYALAR 
  • TERÖR ÖRGÜTLERİNİN TÜM DÜNYADA PASİFİZE EDİLMESİ İÇİN ÇEŞİTLİ KAMPANYALAR 
  • GÜNEYDOĞU’DAKİ İLKÖĞRETİM OKULLARI İÇİN KİTAP TOPLAMA KAMPANYASI 
  • ÖRNEĞİN, YOUTUBE KAMPANYALARINDA, PKK TERÖR ÖRGÜTÜ SEMPATİZANLARI TARAFINDAN ULUSLAR ARASI VİDEO PAYLAŞIM SİTESİ YOUTUBE’A KONULAN, BAŞTA ATAMIZ OLMAK ÜZERE, CHP ESKİ GENEL BAŞKANI SAYIN DENİZ BAYKAL’IN, MHP LİDERİ SAYIN DEVLET BAHÇELİ’NİN VE BİR ÇOK SİYASİ PARTİ LİDERİMİZ İLE İLGİLİ KARALAYICI VE HAKARETAMİZ MONTAJ GÖRÜNTÜLERİNİN KALDIRILMASI İÇİN 2005 VE 2006 YILLARINDA SİTE NEZDİNDE GİRİŞİMLERDE BULUNDUK.

 Displaying image010.jpg

AMA ŞİMDİ AKP HÜKÜMETİ DAHA İŞİN YENİ FARKINA VARIYOR VE SİTE İÇİN DAHA YENİ YENİ ÖNLEM ALMAYA ÇALIŞIYOR.

Displaying image011.jpg

BİZ BU ÇALIŞMALARI TAA 2005’TEN BERİDİR YAPIYORUZ. ÜSTELİK HÜKÜMETİN YAPACAĞI İŞİ YAPMAMIZA RAĞMEN !

  • BUNLARIN YANI SIRA, RESMİ KURUMLARA, BÖLÜCÜ TERÖR ÖRGÜTÜ PKK’NIN HACKER’LARI KONUSUNDA YARDIMCI OLDUK. BÖLÜCÜ HACKER’LAR İÇİN ÖNLEM ALINMASINI VE YAKALANMASINI SAĞLADIK. 

PKK VE DİĞER TERÖR ÖRGÜTLERİNİN YURT DIŞINDAKİ WEB SİTELERİNİ HACK’LEYEREK İŞLEMEZ HALE GETİRDİK VE KULANDIKLARI MAIL ADRESLERİNİ KIRARAK BURADAKİ YAZIŞMALARI RESMİ İSTİHBARAT KURUMLARINA İLETTİK.

cid:image012.jpg@01CE3579.CE653FE0

YUKARIDAKİ HABER KÜPÜRÜNDE, PKK’LI HACKER’LARIN İNSANSIZ HAVA ARAÇLARI HERON’LARI DÜŞÜRMEK İÇİN CİHAZ GELİŞTİRDİĞİ YAZIYOR.

İŞTE BİZ PKK’LI BU HACKER’LARLA MÜCADELE ETTİK VE ÇALIŞMALARINI DEŞİFRE EDEREK RESMİ KURUMLARIMIZA AKTARDIK.

Displaying image003.jpg

AMA İRONİK OLARAK GRUP SÖZCÜMÜZ ERKUT BEY, DEVLETE YAPMIŞ OLDUĞU HİZMETLER GÖZARDI EDİLEREK ERGENEKON DAVASINDA 36 AY
1 HAFTA TERÖRİST ZANNIYLA TUTUKLU KALDI.
O DA AYRI BİR KONU.. 

ERKUT BEYİN TÜRKİYE GAZETESİ İLE YAPMIŞ OLDUĞU VE ÇOK ÖNEMLİ AÇIKLAMALARIN BULUNDUĞU RÖPORTAJI BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ.

Displaying image016.jpg

  • AYRICA PKK’NIN YAYIN ORGANI ROJ TV’NİN KAPATILMASI İÇİN ULUSLAR ARASI YAYIN BİRLİĞİ (EURO BROADCAST)‘NE DEFALARCA MAIL GÖNDERDİK VE PKK’NIN SÖZCÜSÜ GİBİ YAYIN YAPAN KANALIN KAPATILMASI ÇAĞRISINDA BULUNDUK.

WWW.YOUTUBE.COM ADLI WEB SİTESİNDE, MİLLİ DEĞERLERİMİZ VE DEVLET ADAMLARIMIZ İLE İLGİLİ, AŞAĞILAMA AMAÇLI ÇOK KÖTÜ MONTAJLANMIŞ RESİM VE VİDEOLAR VARDI.

Displaying image005.jpg

ÖRNEĞİN ATA’MIZIN BİRÇOK FOTOĞRAFINDA VE VİDEOSUNDA, BAŞ FOTOĞRAFI KESİLEREK YERİNE (ÇOK AFEDERSİNİZ)GAY” RESİMLERİ KONULMUŞTU.

BUNU FARKETTİĞİMİZDE, HEMEN YOUTUBE SİTESİ YETKİLİLERİNE AYNI ANDA BİNLERCE MAIL GÖNDEREREK BU TÜR VİDEOLARIN KALDIRILMASINI SAĞLADIK.

YİNE AYNI ŞEKİLDE DİĞER PARTİ LİDERLERİ İLE İLGİLİ DE BENZER MONTAJ VİDEOLAR VARDI VE BİZ SİTE ÜZERİNDE BASKI KURARAK, BUNLARIN DA KALDIRILMASINI SAĞLADIK VE EMNİYET YETKİLİLERİNE BU HUSUSTA DEFALARCA BİLDİRİM YAPTIK. 

BUGÜN İSE ULAŞTIRMA BAKANLIĞI, BU SİTEYE ÖFKE KUSUYOR VE SİTENİN TÜRK HUKUK SİSTEMİNE KARŞI SAYGILI OLMADIĞINI SÖYLÜYOR.

HALBUKİ, BİZ DAHA O ZAMAN BU KONUDA, İLGİLİ RESMİ KURUMLARA BİRÇOK BAŞVURUDA BULUNUP ÖNLEM ALINMASINI TALEP ETMİŞTİK. ARADAN GEÇEN
7 SENEDEN SONRA HÜKÜMETİN RESMİ YETKİLİLERİ, DURUMUN DAHA YENİ FARKINA VARDILAR.

YANİ, O ZAMAN DAHA İKTİDAR PARTİSİ DURUMA EL KOYMAMIŞKEN,
BİZ
ÖZEL BÜRO OLARAK MİLLİ DEĞERLERİMİZE VE ATA’MIZA SAHİP ÇIKTIK. 

ONURUMUZ VE MİLLİ DEĞERLERİMİZ İLE OYNAYAN, HAKARET EDEN VE AŞAĞILAYAN BÖLÜCÜ KESİMLERE KARŞI HAKLI MÜCADELEMİZİ
ORTAYA KOYDUK.

AYNI ŞEKİLDE, SOSYAL KAMPANYALAR YAPTIK. ÖRNEĞİN, SOKAK HAYVANLARINI KORUMAK İÇİN GÖNÜLLÜLERİ ORGANİZE ETTİK. 

KAMPANYALARIMIZA WWW.CHANGE.ORG SİTESİNDEN ULAŞABİLİRSİNİZ.

Displaying image007.png
 

YİNE AYNI ŞEKİLDE, SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI KONUSUNDA, GAZETE, DERGİ, WEB SİTELERİ, KİTAP VE BENZERİ AÇIK KAYNAKLARDAN MİLLİ TEZLERİMİZİ İÇEREN ÇOK SAYIDA ARAŞTIRMA VE AKADEMİK YAZI DERLEDİK VE GEREK YERLİ GEREKSE YABANCI MUHATAPLARINA MAIL OLARAK GÖNDERDİK.
 Displaying image008.jpg

YİNE AYNI ŞEKİLDE, YABANCI MAKAM VE İLGİLİLERE, KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NİN VE KIBRIS ADASININ BİR YUNAN ADASI OLMADIĞINI VE TÜRK ASKERİNİN İŞGAL İÇİN DEĞİL, HEM RUM TARAFI HEM DE TÜRK’LER İÇİN BARIŞ AMACIYLA ADADA BULUNDUĞUNU KENDİ DİLLERİNDE ANLATTIK.

Displaying image013.jpg

ADADA BULUNAN ASKERLERİMİZİN ORADA BARIŞ İÇİN BULUNDUĞUNU VE İŞGALCİ OLMADIKLARINI SÖYLEDİK VE BU KONUDA YAPILAN ANTİ-PROPAGANDALARA ENGEL OLDUK. 

AYRICA, KARA PARA TRAFİĞİ KONUSUNDA DA DEVLETE ÖNEMLİ HİZMETLER SAĞLADIK. 

YİNE AYRICA, YOLSUZLUKLAR VE USÜLSÜZLÜKLER KONUSUNDA DA BİRÇOK KAMPANYA YAPTIK.

Displaying image014.jpg

AK PARTİ’NİN VE BAŞBAKAN’IN YOLSUZLUKLA İLGİLİ TÜM SES KAYITLARINI BURADAN TOPLUCA İNDİREBİLİRSİNİZ. HANGİ SES KAYITLARI OLDUĞUNU EK’TEKİ DOSYADAN GÖREBİLİRSİNİZ.

YOLSUZLUKLAR KONUSUNDA, KENDİ İMKANLARIMIZLA, GEREK ÜYELERİMİZDEN GELEN DUYUMLARI, GEREKSE KENDİ TESPİTLERİMİZLE EDİNDİĞİMİZ BİR ÇOK BİLGİYİ YİNE DEVLETİN RESMİ VE GÜVENLİK BİRİMLERİNE BİLDİRDİK.

2001-2008 TARİHLERİ ARASINDA MİT, JANDARMA VE EMNİYET İSTİHBARAT DAİRESİNE, ÇALIŞMA KONULARINA GÖRE AYRI AYRI, TOPLAMDA 1,324 ADET İHBAR GRUBUMUZCA GÖNDERİLMİŞTİR.

DEVAM EDELİM ….

SÖZDE SOYKIRIM İLE İLGİLİ OLARAK MİLLİ TEZLERİMİZİ ANLATMAK AMACIYLA MAIL GRUBUMUZUN İÇERİSİNDE, TAMAMEN GÖNÜLLÜLERDEN OLUŞAN “DAĞITIM KOMİTELERİ“ ADINI VERDİĞİMİZ BİR ALT ÇALIŞMA GRUBU KURDUK. 

BU ÇALIŞMA GRUBU, İNTERNETTEN SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI KONUSUNDA DERLEDİĞİMİZ MİLLİ TEZLERİMİZİ ANLATAN ÇEŞİTLİ YAZILARI VE DÖKÜMANLARI, 6 YABANCI DİLE TERCÜME EDEREK YURTDIŞINDAKİ YABANCI BÜYÜKELÇİLİKLERE, İÇ VE DIŞ İŞLERİ BAKANLIKLARINA, YABANCI MİSYON TEMSİLCİLERİNE, YABANCI PARLAMENTO VE MECLİS ÜYELERİNE, YABANCI GAZETECİ VE BASIN & YAYIN ORGANLARI GİBİ ÇEŞİTLİ MAKAMLARA, MAIL YADA FAX YOLU İLE GÖNDEREREK SÖZDE SOYKIRIM KONUSUNDA, BİZE YAPILAN HAKSIZLIKLARI DİLE GETİRDİ.

BU KAPSAMDA, MİLLİ TEZLERİMİZİ VE HAKLILIĞIMIZI ANLATMAYA ÇALIŞTI.

Displaying image020.jpg

BU ÇALIŞMA GRUBU, HEM SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI, HEMDE ÜLKEMİZDE VE DÜNYADA Kİ TERÖR ÖRGÜTLERİ KONUSUNDA, İNTERNETTEN TOPLADIĞIMIZ BİLGİLERİ YABANCI MAKAMLARA, MAIL VE FAX ÜZERİNDEN GÖNDERMEK SURETİYLE BİR BİLGİLENDİRME KAMPANYASI YAPTILAR.

PKK TERÖR ÖRGÜTÜNÜN, YURT DIŞINDA LANSE EDİLDİĞİ GİBİ GİTAR ÇALAN SEMPATİK KIZLARIN OLDUĞU “BİR ÖZGÜRLÜK HAREKETİ” OLMADIĞINI ANLATTIK.

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN, BEBEKLERİ BİLE KUNDAKLARINDA KATLEDEN ALÇAK BİR TERÖR ÖRGÜTÜ OLDUĞUNU ANLATTIK. 

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ’NE, MÜTTEFİK DOSTLARIMIZIN VERDİKLERİ SİYASİ VE LOJİSTİK DESTEĞİ SONA ERDİRMELERİNİ İSTEDİK. 

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN, YURT DIŞINDA SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ KİSVESİ ADI ALTINDA AÇILAN VE PKK MİLİTANLARININ KURDUĞU ÇEŞİTLİ SUÇ BÜROLARINI KAPATMALARI ÇAĞRISINDA BULUNDUK.

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN, YURT DIŞINDA, TÜRK VE KÜRT İŞADAMI VE ESNAFLARINDAN ZORLA HARAÇ ALDIĞINI, SİLAH KAÇAKÇILIĞI, GÖÇMEN, FUHUŞ VE UYUŞTURUCU TİCARETİ YAPTIĞINI, HATTA AVRUPA’DA İLLEGAL YOLLARDAN ELDE ETTİĞİ VE TAMAMI KARA PARA OLAN 220 MİLYON EURO’NUN ÇEŞİTLİ YOLLARLA AKLANDIĞINI VE BU DURUMUN AVRUPA İSTİHBARAT VE POLİS YETKİLİLERİ TARAFINDAN BİLİNMESİNE RAĞMEN ÖZELLİKLE ENGELLENMEYEREK ÖRTÜLÜ DESTEK VERİLDİĞİNİ ANLATTIK. 

PKK TERÖR ÖRGÜTÜ’NÜN, DANİMARKA’DAN YAYIN YAPAN ROJ TV İLE DİREKT İRTİBATININ BULUNDUĞUNU, HATTA BU TELEVİZYON KANALINDAN ÖRGÜT ELEMANLARINA TALİMATLAR VERİLDİĞİNİ, ANCAK DANİMARKA İSTİHBARAT VE GÜVENLİK YETKİLİLERİNİN BU DURUMU BİLMESİNE RAĞMEN “DELİL YOK” DENİLEREK YAYINA SON VERMEDİKLERİNİ SÖYLEDİK. BU KONU25.MAYIS.2010 TARİHLİ NTV’NİN AKŞAM BÜLTENİNDE DE YER ALMIŞTIR. DANİMARKALI GAZETECİCARL ERIC STOOUGARD, BASIN DEMECİNDE, DANİMARKA İSTİHBARATININ, PKK’YA ÖRTÜLÜ BİR DESTEK VERDİĞİNİ VE ROJ TV’NİN KAPATILMASINI ENGELLEDİĞİNİ İLERİ SÜRMÜŞTÜR. 

YİNE AYNI ŞEKİLDE, SÖZDE ERMENİ SOYKIRIMI KONUSUNDA, GAZETE, DERGİ, WEB SİTELERİ, KİTAP VE BENZERİ AÇIK KAYNAKLARDAN MİLLİ TEZLERİMİZİ İÇEREN ÇOK SAYIDA ARAŞTIRMA VE AKADEMİK YAZI DERLEDİK.

BU DERLENEN YAZI VE DÖKÜMALARDA, HAKLILIĞIMIZI ANLATAN TARİHİ BİLGİLER YER ALIYORDU.

Displaying image019.jpg

BU TARİHİ BELGELER, PLANLI BİR SOYKIRIMIN OLMADIĞINI, ANCAK 1.DÜNYA SAVAŞI ESNASINDA, ERMENİ KÖKENLİ VATANDAŞLARIN, ZORUNLULUKTAN KAYNAKLANAN BİR TEHCİRE MARUZ KALDIĞINI VE BU TEHCİR SIRASINDA BİR ÇOK ERMENİ KÖKENLİ VATANDAŞIN HAYATINI KAYBETTİĞİNİ ANLATIYORDU.

BU TARİHİ BELGELER, 1.DÜNYA SAVAŞI ESNASINDA, BİR ÇOK ERMENİ ÇETE GRUBUNUN TÜRK KÖYLERİNE SALDIRARAK, EVLERİ TALAN ETTİĞİNİ, ÇOCUK-YAŞLI DEMEDEN KÖYLÜLERİ KATLETTİĞİNİ, BÖLGEDEKİ KUVAYI MİLLİYE ORDUSUNA KARŞI GERİLLA SAVAŞI YÜRÜTTÜĞÜNÜ ANLATIYORDU.

BU TARİHİ BELGELERİ,, 6 DİLE ÇEVİRDİK VE AZ ÖNCE BAHSETTİĞİM YABANCI MAKAMLARA, GÖNDERDİK. BİLGİ SAHİBİ OLMALARI İÇİN TARİHİ GERÇEKLERİ KENDİ DİLLERİNDE ANLATTIK.

İŞTE SAYIN ÜYELER, KURULDUĞUMUZDAN BU YANA SADECE VE SADECE ÜLKEMİZİN BEKAASI İÇİN ÜZERİMİZE DÜŞEN VATANSEVER SORUMLULUĞU YERİNE GETİRMEYE ÇALIŞTIK. SİZLERE EN DOĞRU EN DETAYLI BİLGİYİ İLETMEYE ÇALIŞTIK. ÜLKEMİZİN EN SORUNLU KONULARI İLE İLGİLİ KAMPANYALAR YAPTIK.

ÜLKEMİZİN GÜVENLİĞİ İÇİN TERÖR ÖRGÜTLERİNE SIZDIK, HATTA PKK GİBİ ÖRGÜTLERİN TÜM SANAL AĞINI VE E-POSTALARINI HACK’LEYEREK UZUN YILLAR HABERLERİ BİLE OLMADAN YAZIŞMALARINI TAKİP ETTİK, YABANCI SERVİSLER VE AJANLARI İLE İRTİBATLARINI DEŞİFRE ETTİK VE TÜM BUNLARI MİT GİBİ RESMİ KURUMLAR İLE BİRLİKTE BAŞARDIK. TÜM BU FAALİYETLERİMİZ ERGENEKON DAVASININ DELİL KLASÖRLERİNDE AYRINTILARI İLE YER ALIYOR BAKMAK İSTEYENLER İÇİN. 

AMA BİR GÜN KALKTIĞIMIZ DA BAKTIK Kİ KENDİMİZ TERÖRİSTMİŞİZ
HEM DE GENELKURMAY BAŞKANININ TERÖRİST BAŞI OLDUĞU BİR ÖRGÜTTE .

SAYIN İLGİLİ,

Displaying image009.png

ÖZEL BÜRO İSTİHBARAT GRUBU KEMALİST BİR GRUPTUR, ANCAK BİZLERBİZE AİT MAIL GRUPLARINDA TEK TİP BİLGİ VERMEK İSTEMİYORUZ. YANİ BURASI SADECE KEMALİSTLERİN BULUNDUĞU BİR GRUP OLSUN İSTEMİYORUZ.

İSTİYORUZ Kİ HERKES ÖZGÜRCE FİKRİNİ PAYLAŞSIN, TABİ GRUP KURALLARINA UYMAK ŞARTIYLA.

BİR AKP’Lİ DE BİR BDP’Lİ DE PROPAGANDA YAPMAMAK, İFTİRA ATMAMAK, YALAN SÖYLEMEMEK ŞARTIYLA FİKRİNİ DİLE GETİRSİN.

AYNI GÖRÜŞE SAHİP İNSANLARIN BERABERCE ÇALIP SÖYLEDİĞİ BİR GRUP OLMASIN DİYE UĞRAŞIYORUZ.

FARKLI BİLGİDEN ZARAR GELMEZ.

DAHA DOĞRUSU EĞER DOĞRU İSE BİLGİ’DEN ZARAR GELMEZ. OKUYUN GEÇİN. EĞER SİZİN GÖRÜŞÜNÜZÜ YANSITMIYORSA YADA TAM TERSİ BİR GÖRÜŞE SAHİPSENİZ VE EĞER BİZDEN BÖYLE BİR MAIL GELMİŞSE SİLİN GİTSİN. NEDEN ELEŞTİRME YOLUNA GİDİYORSUNUZ. BİZ HER TÜRLÜ DÜŞÜNCENİN FARKLI DA OLSA BİZİ ZENGİNLEŞTİRDİĞİNE İNANIYORUZ. AZ ÖNCE DE SÖYLEDİĞİMİZ GİBİ BİZ GRUP OLARAK “KEMALİST” GÖRÜŞE MENSUBUZ. AMA YANDAŞ MEDYAYI DA OKUYORUZ, BİR ABD BASININI DA BİR ALMAN BASININI DA  BİR YUNAN BASININI DA OKUYORUZ.

OKUDUĞUMUZ HER GÖRÜŞE KATILMASAK TA PAYLAŞMANIN HİÇ BİR ZARARI OLMADIĞINA DA İNANIYORUZ AYNI ZAMANDA. HEPİMİZ YETİŞKİNİZ. DOLAYISIYLA FARKLI BİR GÖRÜŞÜ OKUDUĞUMUZDA NASIL Kİ FİKRİMİZ DEĞİŞMEZSE PAYLAŞTIĞIMIZDA DA O FİKRİ YAYMAK GİBİ BİR AMACIMIZ YOKTUR.

AMACIMIZ SİZİN SADECE AYNI TARZ, AYNI TÜR BİLGİLER DEĞİL FARKLI KAYNAKLARDAN FARKLI GÖRÜŞ YANSITAN “Kİ BU BAZEN YANDAŞ MEDYA DA OLABİLİR”  BİLGİLER EDİNMENİZİ SAĞLAMAK VE BÖYLECE PERSPEKTİFİNİZİ GELİŞTİRMENİZE KATKIDA BULUNMAKTIR.

KISACASI, UZUN LAFIN KISASI;

cid:image017.jpg@01CE3579.CE653FE0

ERKUT ERSOY
ÖZEL BÜRO SÖZCÜSÜ

ÖZEL BÜRO İSTİHBARAT GRUBU, MİLLİ MENFAATLERE SAHİP ÇIKAN, BU UĞURDA KURUCUSU VE ÜYELERİ HAPİS YATMIŞ — EMEKLİ ÖZEL HAREKÂT DAİRE BAŞKANI İBRAHİM ŞAHİN, ESKİ ÖZEL KUVVETLER ALAY KOMUTANI EMEKLİ ALBAY LEVENT GÖKTAŞ GİBİ — UZUN SÜRE ERGENEKON DAVASININ TUTSAĞI OLMUŞ YURTSEVERLERİN BULUNDUĞU BİR BİLGİLENME VE BİLGİLENDİRME PLATFORMUDUR. BU GRUPTA KURALLARA UYMAK ŞARTIYLA HER GÖRÜŞ ÖZGÜRCE PAYLAŞILABİLİR. AMA

GRUBUMUZUN TEK BİR ÇİZGİSİ VARDIR O DA KEMALİZM’DİR.

BUNUN BÖYLE BİLİNMESİNİ RİCA EDER, İYİ PAYLAŞIMLAR DİLERİZ.

ÖZEL BÜRO GRUBU YÖNETİMİ

Displaying image001.jpg

WEB SİTEMİZ :
BLOG’LAR
www.ozel-buro-istihbarat.com
http://ozel-buro.weebly.com

https://stratejikistihbarat.wordpress.com
http://derinistrateji.wordpress.com
http://istihbaratalani.wordpress.com
http://istihbaratsahasi.wordpress.com
http://derinistihbarat.wordpress.com
http://stratejikoperasyon.wordpress.com

YAHOOGROUPS :

http://groups.yahoo.com/group/Ozel-Buro 

GOOGLEGROUPS :

https://groups.google.com/forum/#!forum/ozel-buro-istihbarat 

FACEBOOK :

www.facebook.com/ozel.buro
https://www.facebook.com/specialbureautr 

TWITTER :
https://twitter.com/TC_OZEL-BURO
https://twitter.com/TC_istihbarat
https://twitter.com/SpecialBureau
https://twitter.com/AntiniKuntin

==================================

Dostlar,

ÖZEL BÜRO‘ya çok değerli ve yurtsever hizmetleri için teşekkür borçluyuz 10. yılında.
Yurtsever ve nitelikli emeklerinin sürmesini dileriz..

Sevgi ve saygı ile.
17 Eylül 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Türker Ertürk: SAVUNMAMDIR

portresi_adiyla

 

 

Türker Ertürk: SAVUNMAMDIR

2010 yılında Tuğamiral rütbesindeyken istifa ederek mesleğimden ayrıldım.
Ayrılmamın nedeni, bugün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından da sıkça söylenen
ama zamanında “savcısıyım ve arkasındayım” dediği kumpas operasyonlarıydı.

Kumpas, en başta Deniz Kuvvetlerini ve onun subay kaynağını oluşturan Deniz Harp Okulu’nu hedef alan, esas itibarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerini itibarsızlaştırmaya, bir bölümünü içeri atarak ve tasfiye ederek geri kalanını sindirmek maksadıyla yapılan operasyonlar manzumesiydi (AS: demetiydi, bütünüydü).

İşte bu operasyonlar sırasında 2008-2010 arasında Deniz Harp Okulu Komutanı olarak kumpasın merkezinde görev yaptım.

İstifa ettiğim 2010’dan beri gazetecilik yapmaktayım. Aydınlık Gazetesi ile İngiltere, Fransa, Amerika, İsveç, Danimarka, Almanya ve Türkiye’de yayın yapan 20’yi aşkın gazete ve
internet sitesinde yazılarım yayınlanmaktadır. Bu süre içinde çok sayıda yerli ve yabancı
çeşitli TV ve radyo programlarına katıldım.

Ayrıca yine bu süre içinde 55 bin kilometre yol yaparak Türkiye’de ve Türklerin yoğun yaşadığı yabancı ülkelerde, siyaset, güvenlik, denizcilik, strateji, jeopolitik, “sözde Ermeni soykırımı”, Atatürk ve Türk Devrimleri konularında 270 konferans ve panele konuşmacı olarak katıldım. 271’inci konferansımı 5 Mayıs 2015 Salı günü İzmit’te Türk Ocağı’nda “Türkiye Nereye Gidiyor?” konusunda vereceğim.

Gazeteciliğimin yanında aktif olarak 2010’dan beri siyasetle uğraşmaktayım.
31.05.2014’te Tekirdağ’da konuşma yaptığım esnada CHP üyesiydim.
Sonuç olarak söylemek gerekirse, sıradan bir yurttaş ve seçmen olmanın yanında
aktif bir gazeteci ve siyasetçiyim.

Kumpas ile yaratılan ihanete, haksızlığa, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yapılan düşmanlığa, gayri hukuki (AS: hukuk dışı) bir biçimde zindanlara atılan askerlere sahip çıkmak ve toplumsal farkındalık sağlayabilmek için her hafta cumartesi günleri saat 13 00’de
ülke genelinde yapılan “Sessiz Çığlık” eylemlerinin yıldönümünde konuşma yapmak için
davet üzerine Tekirdağ’a gelmiştim.

Konuşmam sırasında o tarihte Başbakan olan Erdoğan’a hakaret etmedim. Konuşmamda
hakaret kastım asla olmamıştır. Yalnızca ülkenin mevcut durumu hakkında siyasal bir değerlendirmede bulundum.

Başbakan’a, Cumhurbaşkanı’na hakaret etmedim. Her şeyden önce eğitimim, öğretimim ve devlet terbiyem buna müsait değil. 14 yaşından beri devlet terbiyesi ile büyüdüm.
Bir sınıf büyüğüme “Efendim” derim. Devlet hiyerarşisinde onu geçsem ve üstünde olsam bile! Bir devlet büyüğünü idari ve yönetimsel tasarrufları nedeniyle en acımasız biçimde eleştiririm ama hakaret asla etmem. Nerede nasıl davranılması ve konuşulması gerektiğini iyi bilirim. Deneyimim ve sicilim bunun kanıtıdır. Ülkemi, hem yurt dışında hem yurt içinde her düzeyde temsil ettim.

31.05.2014’te Tekirdağ’da “Sessiz Çığlık” eyleminde yaptığım konuşmada bir siyasetçi olarak
o zaman Başbakan olan Tayyip Erdoğan’ı eleştirdim ve “Faşist ve Diktatör” olarak niteledim.

O gün Gezi Olaylarının da yıldönümüydü. İstanbul’dan Tekirdağ’a giderken gördüğüm manzara tam anlamıyla antidemokratikti ve polis devleti görüntüsü içindeydi. Her noktada polisler ve ellerinde uzun namlulu silahlar vardı. Vapur, metro ve tramvay seferleri iptal edilmiş, kentte adeta sıkıyönetim ilan edilmiş gibiydi. Her taraf polis kaynıyordu! Bu görünüm
demokratik ülkelerde rastlanabilecek bir manzara değildi!

Bu durumdaki güzergahlardan geçerek Tekirdağ’a geldim ve konuşmamı yaptım.
Erdoğan herhangi birisi değildi, o siyasetçiydi! Eleştirilere açık ve dayanıklı olmalıydı. Konuşmam sırasında kullandığım “Faşist ve Diktatör” ifadeleri bir siyasetçi ve gazeteci olarak yaptığım değerlendirmelerimdi.

Sözlükler, Faşist kelimesini “Salt kendi düşüncesinin doğru olduğuna inanan ve öbür insanların düşüncesine saygı göstermeyen hatta insanları da kendi gibi düşünmeye zorlayana denir.” olarak açıklamaktadır. Ben bu bağlamda Başbakan Erdoğan’ın
idari tasarruflarını eleştirdim ve niteledim.

Erdoğan yaptığı konuşmalarda sık sık yargıyı faaliyetleri için sorun olarak görüyor “yargı bize engel olmazsa” daha iyi hizmet yapacağını söylüyor. Ayrıca Demokrasinin olmaz ise olmazı olan Güçler Ayrımını kıyasıya eleştiriyor. Hangi demokratik ülkenin bir siyasisi veya üst düzey yöneticisi yargıyı icraatlarına (AS: icraat zaten icra’nın çoğulu..) engel olarak görebilir ve Güçler Ayrımına itiraz edebilir?

Erdoğan, Başkan olmak ve tüm yetkileri kendinde toplamak istiyor.
Ama dünyadaki örnekleri gibi değil, bize özgü olsun istiyor. Demokratik ülkelerde, örneğin ABD’de Başkanlık sisteminin kontrol ve denetleme mekanizmaları vardır. Bunların
en önemlisi keskin Güçler Ayrımı, çift meclis ve yüksek yargıdır. Fakat Erdoğan bunlar olmadan Başkanlık sistemi istiyor. Bunun adı dünyanın her tarafında siz kabul etseniz de etmeseniz de Diktatörlüktür. Ben bu görüşleri ve eylemleri nedeniyle “Diktatör” dedim. Hakaret kastım asla olmamıştır.

Dünyanın saygın dergilerinden, The Economist, demokrasi endeksinde belli kriterler
(AS: ölçütler) üzerinden yapılan değerlendirmede “Türkiye’nin hızla otoriter rejime doğru
yol aldığı” sonucuna ulaşmış ve Türkiye’yi endekste Kenya ve Uganda’dan sonra 98’inci sıraya yerleştirmiş. Dergi yazısında “Erdoğan’ın 2014’te Cumhurbaşkanı olarak seçilmesi,
Türkiye’nin demokratik kurumları için yeni bir tehdit ortaya koydu.” diyor.
The Economist’i suçlayabilir ve beğenmeyebilirsiniz ama bu örnekler çok!

2013’te ABD’de Georgetown Üniversitesi’nde konferans veren Emine Erdoğan’a “Diktatörlüğün Psikolojisi” adlı kitap hediye edildi. Bunun bir anlamı var!
Türkiye’deki otoriterliğe ve diktatörlüğe doğru gidişe bir uyarı niteliğinde.
Kitabın yazarı İranlı Profesör Fathali Moghaddam ile yapılan mülakat bunu doğruluyor.
Erdoğan “taraf olmayan bertaraf olur” diyor, “Demokrasi bizi istediğimiz istasyona getirecek bir trendir.” diyor. Bu söylemlerin demokratik geleneklere uygun olmadığını düşünüyorum.

Başbakan Erdoğan 25 Haziran 2013’te AKP Grup toplantısında;

– “Parti Genel Merkezindeki Milli Şef’in fotoğrafına, Dersim katliamının mimarı
Milli Şeflerine baksınlar. İşte orada faşist diktatörü görürler.” diyor.

Sanırım burada Erdoğan İstiklal Savaşı kahramanı, Atatürk’ün en yakın silah arkadaşı ve
2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü
’ye hakaret etmek istemiyor, siyasi eleştiri yapıyor.

23 Kasım 2013 Antalya-Demre konuşmasında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Erdoğan’a “Diktatör” diyor ve “Yasaklar her tarafı sardı. Yasaklarla, demokrasiyle gelen şahsiyet,
diktatör olma yolunda kıvrılıyor.” diyerek devam ediyor.

Erdoğan bu kez, 15 Temmuz 2014’te Ana Muhalefet Partisi (CHP) Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na “Senden daha güzel diktatör olmaz” diyerek siyasal eleştiri yapıyor.
Sanırım yine hakaret kastı yok.

Tekirdağ’da yaptığım konuşmada gazeteci ve siyasetçi kimliğimle eleştiri hakkını kullandım.
Bu benim anayasal hakkım olan ifade özgürlüğümdür. Ayrıca siyasetçi ve gazeteci olarak eleştirdiğim Erdoğan da siyasetçi olarak bu eleştirilere katlanmak zorundadır.
O, sıradan bir yurttaş değildir.

  • Yargıtay ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında, siyasetçilerin öbür bireylerden
    farklı olarak çok sert eleştirilere bile katlanmak zorunda olduğunu söylemektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 08.07.1986 9815/82 Lingens – Avusturya Kararında;

“Bir siyasetçiye yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir kişiye yönelik eleştirilere göre daha geniştir. Bir siyasetçi özel kişiden farklı olarak her sözünü ve eylemini, bilerek ve kaçınılmaz biçimde gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar.
Ve bu nedenle, daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır.”
diyor.

AİHM 13.11.2003 39394/98Scharsch – Avusturya Kararında ise;

Nazi terimini kullanmak, bu terime yapıştırılan özel damga nedeniyle otomatik olarak
hakaret suçundan mahkum edilmeyi haklı kılmadığını düşündürmektedir. Bir kişinin siyasal etkinliklerini ahlaksal yönden değerlendirilmesinde uygulanan standartlar ile
ceza yasasına göre bir suçun varlığını kanıtlanması için gerekli standartlar farklıdır.” diyor.

İç hukuka gelince;

İzmir 7. Sulh Ceza Mahkemesi twitter hesabından “Diktatörler istifa etmez devrilirler”, “Avrupa’nın yeni Hitler’i Tayyip” diye yazan Yurt Gazetesi Muhabiri Ahmet Çınar’ı
beraat ettirmiştir. Mahkeme, bu davada sanık, Diktatör, demiş olsa bile bu sözün
suç teşkil etmediği yolunda hüküm vermiştir.

Bir yöneticiye “kötü yönettiğini” ve “tiran” olduğunu söylemek yargılama konusu olamaz, eleştiridir.

Tekirdağ konuşmamda 24 Nisan’ı çok yakında idrak etmiş olmamız ve gelecek 24 Nisan’da da 100’üncü yıldönümünü idrak edecek olmamız nedeniyle sözde Ermeni soykırımı konusuna girilmiş, bu suçlamanın emperyalist bir yalan olduğu ifade edilmiştir.

Konuşmam sırasında “bizim atalarımız böyle bir şerefsizlik yapmadı, onların atalarını bilemem” derken, sözde Ermeni soykırımı konusunda Türkiye’nin Osmanlı dönemi dahil atalarımızın böyle bir suçu işlemediğini ve atalarımızın savunulması gerektiği ifade edilmek istenmiş ve
bu konuda yeterli çaba gösterilmediği vurgulanmıştır. Bu ifadede Erdoğan’a atfen bir söylemde bulunmadığım gibi, özel hiçbir kişi hedeflenmemiş, bu sözde soykırım iftirasını destekleyenler kastedilmiştir. Burada da siyaseten bir eleştiri yapılmış, hakaret edilmemiştir.

18’inci yüzyılda bir Alman köylüsü, Alman İmparatoru Büyük Frederik’e meydan okuyor, arazisini vermiyor, “Gitsin sarayını başka yere yapsın..” diyor ve korkmuyor.
Çünkü Alman yargısına güveniyor ve “Berlin’de hakimler var” diyor.
Ben de her şeye karşın “Türkiye’de hukuk var, yargıçlar var” diyorum, demek istiyorum.

Günümüze ulaşan ve hukuk tarihinde kara leke niteliğindeki kayıtlara göre, Eski Yunan’dan
bu güne dek düşünenler, düşüncelerini açıklayanlar ve ülkeyi yönetenleri eleştiren aydınlar,
her dönemde suçlanmış, yargılanmış, çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Hatta Sokrates,
Atina Şehrinin tanrılarına inanmadığı ve onları eleştirdiği için yargılanmış ve baldıran zehri ile yaşamına son verilmiştir.

Tabii ki, Sokrates değilim! Ama ben de bugün ülkemizi yönetenlerin başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere iyi yönetmediğini ve Türkiye’yi felakete doğru sürüklediklerini
“testi kırılmadan” söylemeye çalışanlardan yalnızca biriyim ve O’nu en acımasız biçimde eleştiriyorum. Çünkü bu ülkeme ve evlatlarıma karşı sorumluluğumdur.

Ancak günümüzdeki yöneticiler Sokrates dönemi yöneticileri gibi, tahammülden, hoşgörüden yoksun ve farklı düşüncelere açık olmasalar da, çok şükür, ne yasalar Sokrates dönemi yasalarıdır, ne de yargıçlar Sokrates dönemi yargıçlarıdır.

Bu nedenle mahkemenize ve adalete olan güvenimi belirterek, gerek AHİM müktesebatını dikkate alarak, gerekse Türk mahkemelerinin benzer sözleri kullanan, gazetecilerle ilgili davalardaki bağlayıcı içtihatları örnek alarak, Siyasetçi ve Gazeteci olmam itibarıyla
sözlerimi hakaret maksatlı olmayıp, düşünce ve eleştiri özgürlüğü çerçevesinde söylediğimi
göz önünde bulundurmanızı ve bu şekilde değerlendirilmesini yüce takdirlerinize sunuyor ve beraatımı talep ediyorum.

Saygılar sunarım.

Türker Ertürk
30 Nisan 2015

===================================

Dostlar,

Sayın Ertürk’e e-ileti olarak aşağıdakileri yazdık :

*****
Türker amiralm,
SAVUNMANIZ nefis…
Geçmiş olsun ve kutlarım enfes savunmanızı..
Dilerim Yargıtay bozar…
Bu yolla yol alamazlar.. 
Ne güzel buyurdunuz dava çıkışında :
“MUSTAFA KEMAL’in askerleri susmaz, susturulamaz..”

Yanınızdayım ve bana ne düşerse yapmaya hazırım…
Savunmanız web sitemizde..
LÜTFEN bakar mısınız???
Yorum bölümüne yorumunuzu beklerim..
*****

E. Amiral Türker Ertürk, bir yiğit insandır. Harman yürekli ve ölçüsüz özverilidir.
Deniz Harp Okulu Komutanlığı gibi geleceği çok parlak bir görevi, protesto ile bırakmış
ve genç yaşta, en verimli çağlarında emekli olmuştur.
Durmamış, köşesine çekilmemiş, ülkesinin geleceği için etkin savaşımı seçmiştir.
Çok iyi bir eğitim aldığından, çok iyi İngilizce bildiğinden… değerli birikimlerini siyaset kulvarında ve gazetecilikte Ulusumuzun hizmetine cömertce ve yüreklice sunmuştur..
270 konferans dile kolaydır.

Bu dizelerin yazarı olarak Biz, “halden anlarız”..
1996 başından bu yana bizim yurt içi – dışı AYDINLANMA KONFERANSLARIMZIN sayısı 1500’e varmak üzeredir. Bu rakam, Dünya çevresinde birkaç kez tur atmaya bedel onbinlerce km yol yapmak demektir. Çoğunda da yol vb. giderler size kalmıştır.

Çağrı yapan yer, zorunlu giderlerinizi öderse ne ala, değilse sineye çekersiniz.
Ailenizden, hobilerinizden, dinlenme ve uykunuzdan yaptığınız özveriler bir başka boyuttur.

Berlin ADD’nin bizi konferansa, TV konuşmalarına davet ettiği (ilk çağrı), ADD Genel Başkan Yardımcısı olduğumuz dönemde, 31 Ocak 2005’te, ADD Yönetim Kurulu Üyelerinden bir dostumuz Berlin Hilton’da görev yaptığından, Derneğe akçal yük olmayacak bir jestle bize orada yer ayırtmıştı. Nefis bir oda ve “French type bed” ile insanı derin ve uzun bir uykuya – dinlenmeye çağırıyordu adeta.. Ancak bizim çalışmamız, çalışmamız ve ertesi gün (31.02.2005) vereceğimiz çooook önemsediğimiz (her konuşmamız gibi) salon

Türkiye’yi Kuşatan Güncel Tehditler ve Atatürkçü Çıkış Yolları

 

ve TV programına

Türkiye’de ve Almanya’da ADD’nin Gündemi: AB, Irak, Kıbrıs, AKP.. Berlin TD 1 televizyonu

daha da  daha da hazırlanmamız gerekiyordu. Her 2 konu da çok önemliydi.
Sorumlu bulunduğumuz makam (ADD Genel Başkan Yardımcılığı),
taşıdığımız ağır akademik unvan ve de

en önemlisi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün AYDINLIK yolunun bir neferi olarak elimizden gelenin en iyisini yapmalıydık.. Gurbetçi kardeşler dişlerinden – tırnaklarından kesiyor
ve Türrkiyemiz için gurbet ellerde büyük özveriler gösteriyorlardı…
ADD Berlin Şubesi Başkanı Sayın Nalan Arkad hanımefendi,
inanılmaz derecede zarif ve koşturmada idi.

Akşam yemek sonrası oturmuştuk çalışmaya çok soğuk bir Berlin sabahında gün üzerimize ışımıştı..  100+ yansı hazırlamıştık. Konuşmalarımızı hep görsel yapmaya çalışıyorduk
konuşmalarımızı daha kalıcı olsun diye ve arşivliyorduk

O güzelim yatağa ve kuştüyü yastığına başımızı bir an bile koyamamıştık.
Sabah resepsiyonda odanın akıllı kartını iade ederken Alman görevliye,
“Yatağı yenilemeniz gerekmiyor..” dediğimde şaşkınlıkla “Neden??!” diye sormuştu..

“Hiç yatmadım ki!” dediğimizde şaşkınlığı daha da büyümüş ve açıklama rica etmişti..
Kısa bir açıklamadan sonra ise elimizi coşkuyla sıkarak

“You’re in a great patriotism!”

sözlerini kullanmıştı sağolsun.. (Siz büyük bir yurtseverlik gösteriyorsunuz…) 

*****

Yargı mutlaka yansız – bağımsız bir
ADALET DAĞITICI – SAĞLAYICI olmak zorundadır.

Bunun tartışılır yanı, lamı – cimi yoktur.
Yarın Tayyip bey dahil, herkese gerekli olabilecektir.
Dileriz, temyiz aşamasında Yargıtay’ın ilgili Ceza Dairesinde sağduyu – hukukun üstünlüğü, AİHM’nin ifade özgürlüğüne ilişkin yerleşik – istikrarlı içtihatları dikkate alınır ve Tekirdağ’daki yerel mahkemenin hukuk tanımadan verdiği ve zorunlu olarak ertelediği
1 yıla yaklaşan hapis cezası kaldırılır.
Bu tür uygulamalar ülkemize yakışmamaktadır;
toplumsal vicdanı derinden yaralamakta, iç barışı dinamitlemektedir.
Her halde Yargının görevi bu olmasa gerektir!
Türkiye 1. sınıf bir HUKUK DEVLETİ olmak zorundadır.
YARGITAY’ı kritik bir görev, çok ağır bir tarihsel sorumluluk bekliyor.

“Ankara’da yargıçlar var” dedirtmeli, bu feneri – meşaleyi – umudu söndürmemelidirler.

******

Sevgili Türker Paşam,
Durmak yok, yola devam… Bu da geçer…

Sevgi ve saygı ile.
04 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Bu yazının pdf biçimi için lütfen tıklar mısınız??

TURKER_ERTURK’UN_SAVUNMASI_UZERINE