Etiket arşivi: SÖZCÜ

NEO-LİBERAL KAPİTALİZMİN SALGINLA SINAVI

Dostlar,

Bu gün, 26 Ocak 2022 Çarşamba günü saat 20:30’da bir konferansımız olacak.

Başlık : NEO-LİBERAL KAPİTALİZMİN SALGINLA SINAVI

Bilindiği gibi 24 Ocak 1993’te Uğur Mumcu yoldaşımızın kahpece öldürülmesinin üstünden 29 yıl geçti.

24 Ocak “yüklü” bir  gün. Yurtsever – yiğit Emniyet Müdürü (Diyarbakır) Gaffar Okkan‘ı da yine bir 24 Ocak günü (2001) bizden koparıp aldı karanlık kontr-gerilla güçleri (yerli – yabancı ve dinci). O gün, çözdüğü Uğur Mumcu cinayetini açıklayacaktı. Makam aracı havaya uçurularak 5 korumasıyla birlikte şehit edildi. Katil sürüleri panikteydi.

24 Ocak 1980’de Türkiye’yi neo-liberal kapitalizme post-modern sömürge olarak sunan, bu merkezlerce dikte edilen “ekonomik kararlar” (!) açıklandı ve 42 yıl sonra “hal-i pür melal” imiz ortada. (http://ahmetsaltik.net/2022/01/24/bir-kez-daha-ugurlar-olsun-yigit-yoldas/ ve http://ahmetsaltik.net/2021/01/24/24-ocak-1980-kararlari/)

Bu son “24 Ocak”ta ise yurtsever – korkusuz – yetenekli sinema sanatçısı Fatma Girik bizleri koydu gitti..

34 yaşında Ceza Hukuku Profesörü olan parlak zekalı bir bilge aydınımız Uğur Alacakaptan da veda etti yaşama 2 gün önce. Kalpaksız kuvayı milliyeci Uğur  Mumcu, Sakıncalı Piyade adlı görkemli kitabında yazarak tarihe mal etmişti :

Her 2 “Uğur”a, Mamak Askeri Cezaevinde, ellerine kazma verilerek,

  • kanalizasyon buzlarını kırmaları “emredilmişti” !!

Bu insanlık dışı davranışların yaşayan özneleri aynaya bakabiliyor mu acaba?(http://ahmetsaltik.net/2022/01/25/buz-kiran-hoca-ugur-alacakaptan/)

Ruhsal apseleri kendilerine rahat veriyor mu acaba?
Ya da yaşayan yakınları, utançtan kıvranıyorlar mı acaba?
Kamuoyu önünde açık özür dileyerek pişmanlık açıklayana tanık olmadık ne yazık ki!
***
Bu akşam NÜSED bize bir görev verdi. NÜSED, “Nükleer Tehlikeye Karşı Barış ve Çevre İçin Sağlıkçılar Derneği“.. Prof. Dr. Nusret Fişek, Dr. Uğur Cilasun… kurucularındandı. Şimdiki Başkanımız, Hacettepe Tıp’tan sınıf arkadaşımız (1971’de başlayan) 50+ yıllık kadim meslektaşımız Dr. Dermen Boztok (Halk Sağlığı Uzmanı). Biz de bu Derneğin Onur Kurulu üyesiyiz. Geçen yıl da bizi görevlendirmişlerdi Adalet ve Demokrasi Haftasında NÜSED adına konuşma yapmamız için.. Görevimizi yapmaya çalıştık, youtube ortamında canlı yayın ile (kovit-19 salgını nedeniyle..) İzlemekiçin görselin (erişkenin) üstündeki ok tıklanabilir.

Bu yıl, 2. yılını bitiren ve hala süren salgın nedeniyle gene sanal ortamda sunum yapacağız, görev bize verildi NÜSED tarafından. Bu kez hem youtube hem de zoom ortamında eşzamanlı canlı yayın çabasındayız teknik bir aksilik yaşamaz isek.


Aşağıdaki görselin üzerindeki ok tıklanarak saat 20:30’da başlayacak konferansımız youtube ortamında izlenebilir. Zoom üzerinden izlemek isteyenler için bilgiler altta.

Güncelleme                     :
Konuşmamızı youtube ortamında canlı yayınladık. Üstteki görselde ok işareti tıklanarak izlenebilir (80 dk.).
***
2019’un son günlerinde Çin’de başlayan Kovit-19 salgınını küresel toplum neden 25 aydır denetim altına alamadı? Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) ulaşabilen “resmi” verilerle 360 milyon insan hastalandı ve 5,6 milyondan çok insan öldü! DSÖ, iyimser bir yaklaşımla bu sayısal verilerin, özellikle ölümlerin 3 – 3,5 ile çarpılması gerektiğini düşünüyor. Türkiye’de 2020 ölüm istatistikleri hala yayınlanmadı! 2020’de resmen ilan edilen Kovit-19 ölümü 21 bine çok yakın. Ancak hesaplamalarımız 257 bin saklanan ölüm olduğunu ortaya koyuyor.. Açıklananın 12 (on iki) katından çok! Bu verileri web sitemizde ve SÖZCÜ gazetesinde paylaştık (12 Kasım 2021, Uğur Dündar’ın köşesi, http://ahmetsaltik.net/2021/11/12/salgini-yonetemeyen-iktidar-olum-sayilarinda-yalan-mi-soyluyor/)

20221 ölüm verileri Haziran 2022 sonlarında açıklanır umarız.
Türkiye’de durum böyle. Ayrıca ölenlerin özellikleri, özellikle sosyo-ekonomik durumları son derece önemli. Kimler ölüyor? Dünyada ve Türkiye’de kurbanlar kimler??

İrrasyonel, insanlık dışı neo-liberal kapitalist politikalar neden salgını denetim altına alamıyor ve masum insanlar hastalanıp ölüyorlar??

  • Quo vadis, neo-liberal kapitalizm??
  • Neo-liberal kapitalizm, quo vadis?

Bu sorulara yanıt arayacağız bu gece sunacağımız konferansta..
(Salgının başından bu yana, 434. konuşmamız olacak..
Yazdıklarımızı da SALGIN YAZILARI başlığı altında kitaplaştırma çabasındayız.)

– Bir devlet ki can güvenliğini sağla(ya)mıyor, ko gitsin.
–  Kontrgerilla cinayetlerini engelle(ye)miyor, hesap soramıyor, at çöpe.
– Türkiye devletsizdir, yeniden kurmalı!
– “BİLHASSA KİMSESİZLERİN KİMSESİ CUMHURİYET“i; Yüce ATATÜRK‘ün tanımı ile.
– Başaracağız!

İlgi ve bilginize sunarız..

Sevgi ve saygı ile. 26 Ocak 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

YARINI OLMAYAN BÜYÜME..

Dostlar,

Van Atatürk Lisesi’nden (1969-71) arkadaşımız Mustafa Sönmez önemli bir yazı
kaleme (kalvyeye mi desek?!) aldı. web sitesinde de yayımladı SÖZCÜ‘ye ek olarak.

11.6.12 sabahı TV’leri izlerken yurt dışından DB’ndan (Dünya Bankası) buyruk gibi istemler geldiğini ve Türkiye’nin bu yıl için öngördüğü yıllık kalkınma (aslında büyüme demek gerek) hızının % 4’e yakın bile gerçekleştirilemeyeceği, aşağılara çekilmesi gerektiği belirtiliyordu.. Dünya Bankası bu yıl için Türkiye’nin “Büyüme” rakamını
% 4,5’tan, % 2,4’e düşürdü.

Yani dış alem, içeriye dönük balonu yutmadığı gibi AKP’ye izin de vermiyor..

  • AKP’nin ipleri tümüyle dışarıda!

Sayın Sönmez’in bu gelişmeyi de dikkate alarak, yeni bir değerlendirme yapması
bize göre iyi olur..

Sevgi ve saygı ile.
13 Haziran 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Not : Ekonomik büyüme (Economic growth) salt ekonomik göstergelerde büyüme anlamında. Ekonomik kalkınma (Economic development) ise büyüyen ekonomik göstergelerin halkın gönencine (refahına) yansıması, örn. bir yandan kişi başına
yıllık ulusal gelir artarken, gelir dağılımının da iyileşmesi…. anlamındadır. Örn. Türkiye toplam ulusal gelir (GSMH – GNP) bakımından dünyada 18. sırada iken, bu rakam
çok ve yersiz kalabalık nüfusa (80+ milyon!) bölündüğünde birden 59-60. sıraya düşmektedir. Bu bağlamda en yetenekli ölçütlerin başında yaklaşık son 20 yıldır kullanılagelen İnsansal Kalkınma İndeksi (HDI – Human Development Index) belirtilmeli ve kullanılmalıdır. BMKP (Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı) tarafından (UNDP : United Nations Development Program) geliştirilen bu çok değişkenli
temsil gücü yüksek ölçüte göre Türkiye, son 12 yıllık AKP iktidarında 80.-90. ülke aralığında yalpalamaktadır. Gerçek (reel) bir ilerleme söz konusu değil.. Dünya ile aradaki gelişmişlik farkını kapatamıyoruz! Yerimizde sayıyoruz (patinaj yapıyoruz).
Halk gene kandırılmaya çalışılıyor ama artık eskisi gibi kolay değil.
AKP’nin harami masal düzeninin sonu yaklaştı..

======================================================

YARINI OLMAYAN BÜYÜME..

portresi

 

Mustafa SÖNMEZ
http://mustafasonmez.net/
11 Haziran 2014

 

 

TÜİK, 2004’ün ilk çeyreğinin yani, ilk 3 ayının büyümesini %4,3 olarak açıkladı.
Yıllık hedef %4 büyüme olarak belirlenmişti. Tabii ki iyi bir sonuç ilk bakışta.
Aslına bakarsanız, yılın ilk 3 ayının tozunu dumanını dikkate aldığınızda, iktidarı epeyi memnun edecek bir sonuç. 17 Aralık, 25 Aralık (AS: 2013) rüşvet rezaletleri ile
ortalık dalgalanıyordu.

Kur patladı, Dolar 2.40 TL’yi gördü. Bunun üzerine Merkez Bankası repo faizini 6 puanın üstünde artırdı %10’a çıkardı. Türkiye’ye ilk 3 ayda değil yeni dış para akışı, var olanlar çıkınca, cari açığın finansmanı için pamuk eller cebe atıldı. Bir yandan Merkez Bankası rezervden bozdurdu, bir yandan yastık altı, yurt dışı zulalar ile “net hata noksan” patlaması (AS: kaynağı belirsiz döviz girişinin teknik, makyajlı, örtük adı) ile açık,
finanse edildi, dövizin daha çok tırmanışı frenlendi. Bütün bunlar olurken ekonomi
%4,3 büyüdü. Hem de önceki çeyreklerden pek geri kalmadan…
Peki nasıl oldu?

Katkılar…

Büyümenin rüzgarı nereden geldi diye bakıldığında ihracat (AS: dışsatım) öne çıkıyor. %4,3’lük büyümenin 2,7 puanı ihracattan gelmiş, iç tüketimin payı ise %1,6…

2003’ün ilk çeyreğinde Dolar kuru 1.80 TL dolayındaydı. 2014’ün ilk çeyreğinde ise % 22 üstünde, 2.20 TL’lerde…Avro 2.35 TL’den 3.05 TL’ye zıpladı; neredeyse %30 artış!…Dahası, içeride faizler yükseldi, tüketici beklemeye geçti, banka kredileri daraltıldı,
kredi kartlarına disiplin getirildi, ne otomobil satılıyor ne beyaz eşya, konut satışları bile yerlerde…Bu durumda işadamı ne yapar? Can havliyle kendini dışarı atar, hele ki
döviz kuru bu kadar cazip (AS: denli çekici) hale getirmişken ihracatı… Nitekim öyle oldu. 2013 ilk 3 ayında ihracat 37 milyar Dolar iken, bu yılın ilk çeyreğinde 40,2 milyar Dolara çıktı. Fiyat kırma pahasına otomobilden tekstil-giyime AB pazarının kapılarına dayandı ihracatçı, o sayede stokları azaltıp çarkları iyi kötü döndürdü. Hizmet ihracı olarak da turizm, yine kur avantajı ile katkısını yaptı.

İç tüketim

Han tüketimleri büyümeye biraz olsun katkı yaptı. Detaylara (AS: aytıntılara) bakıldığında mutfak harcamalarının %2 artışta kaldığı, otomobilin içinde olduğu ulaştırma harcamalarının neredeyse artmadığı görülüyor. Ama kampanyaların da etkisiyle ev eşyası yenileme, giyimde önemli tüketim artışları olmuş ve bunlar büyümeye katkıda bulunmuş. Bir de kamu giderleri var tabii ki. 2014 seçimler yılı olduğu için AKP, mal-hizmet alımında, kamu yatırımında pek hız kesmiyor. Bu harcamalar da büyümeye iyi-kötü rüzgâr oldu.

Hükümet memnun;  Maliye Bakanı Mehmet Şimşek açıklama yapmış, diyor ki;
içeride siyasal istikrarı yakaladık, dışarıda ABD ve AB’de iklim bizden yanadır,
%4 büyüme hedefini yakalarız…

Kırılgan…

Yakalamasına yakalarsınız da, değişen ne? 2014’ün ilk 3 ayının cari açık toplamı 11.5 milyar Dolar. Peki, %4,3 büyümüş ulusal gelirin Dolar karşılığı ne? 185 milyar Dolar
(ilk çeyrekteki). Bu ne demektir biliyor musunuz ? %6,2 cari açık/ulusal gelir oranı!..
Hâla yüksek…

Şuraya geliyoruz; AKP rejiminin ekonomi vizyonu yok.

Tümüyle RTE’nin siyasal hedeflerine odaklı bir araç, ekonomi. Gün bulup gün yiyor. İçeride daralınca can havliyle dışarıya, hem de üç on paraya satarak çarkı döndürüyor. Ama her yönden bağımlılığını sürdürerek ve ulusal gelirinin %8-9’u tutarında cari açık vererek…Bunun adı, yarını olmayan büyümedir. İlk 3 ayın büyümesinin ihtiyacı olan döviz, dış kaynaktan değil, rezervlerden, yastık altından bulundu…
Ya sonra? Belki ikinci, hatta üçüncü çeyrekte de bir yerlerden bulunur…
Ya sonra?

Böyle bir kırılgan ekonomi ile resmisi 3 milyonu, gerçeği 5 milyonu bulan işsiz kitlesine nasıl bir gelecek taahhüt edebilirsiniz ki?

Türkiye Yeni Anayasa İle Diktatörlüğe Doğru Gidiyor

Dostlar,

Zaman zaman yakın ya da uzak geçmişe giderek neler olup bitmiş, neler yazılmış… tarihsel belleği tazelemek gerekiyor. Günü kavrayabilmek ve geleceği yordayabilmek için henüz daha etkili yöntemler yok. Bilgisayar ortamlarında “Benzetim” (Simülasyon) denemeleri de veri olarak sözünü ettiğimiz tarihsel kaynakları kullanmakta.
Akıllıca yazılmış bir program (yazılım, software) eliyle, insan zekâsından daha hünerli biçimde, yüksek güvenilirlik düzeyinde çıkarımlar, kestirimler yapılabilmekte.

ADD Genel Başkanı Sayın Tansel Çölaşan, bilindiği gibi 40 yılı aşan hukuk deneyimine sahip bir yüksek yargıç. Danıştay Başsavcılığı ve Başkanvekilliği görevinden emekli. Çok değil, 15 gün kadar önce SÖZCÜ‘de bir söyleşisi oldu.
Son derece öğretici ve ufuk açıcı bu kısa söyleşiyi (3 sayfa) arşivden çekerek
öne almak istiyoruz.. Gündem gereği..

Sevgi ve saygı ile.
5.3.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

========================================

Türkiye Yeni Anayasa İle Diktatörlüğe Doğru Gidiyor

portresi

Tansel Çölaşan
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Başkanı

Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Başkanı Tansel Çölaşan, herkesin sus pus olduğu bir dönemde yeni anayasa ile nelerin amaçlandığını ve sonuçlarını SÖZCÜ’ye anlattı. Türkiye’nin bölünerek diktatörlüğe doğru gittiği konusunda halkı uyaran Çölaşan, bu anayasaya katkı verenlere vebâlini hatırlatarak, muhalefete ‘masadan kalkın’ çağrısında bulundu.

Yeni anayasa ile Türkiye’de neler değişecek, başkanlık sisteminin götürdükleri neler olacak? Çölaşan bu süreci şöyle anlattı:

YENİ BİR ANAYASANIN HUKUKSAL TOPLUMSAL TEMELİ YOK

I. Anayasalar, devletin temel organlarını, bu organlar arasındaki işbölümünü, rejimini belirler, ideolojisini yansıtırlar. Toplumsal uzlaşma ile yapılmaları gereği bundandır.
1982 Anayasası %92 oyla kabul edilmiştir ama toplumsal uzlaşmaya dayanmayan bir darbe Anayasası olduğu için 30 yılda zaten 117 maddesi değişmiştir. 2010 değişikliği ile 1982 Anayasasının da gerisine düştüğünü belirtelim. Bu nedenle, bugün Anayasanın 4 ve 6. maddesi hükümleri gözetilerek, özgürlükler adına, demokrasi adına daha ilerici bir Anayasa değişikliğine gidilmesine hiçbir engel yok.

Ama istenen, Anayasa değişikliği değil, yeni bir Anayasa. Yeni Anayasa yapmanın hukuksal koşulu, bu yetkinin Anayasa’da yer almasıdır ki, 1982 Anayasasında Meclise bu yetki verilmiyor. Şu yapılabilir : Anayasa’nın 175. maddesinde, Sn. Sabih Kanadoğlu’nun anlattığı gibi, Meclise yeni Anayasa yapma yetkisi veren bir değişiklik yapılır, referanduma sunulur, kabulü halinde Anayasal dayanak, yetki sağlanabilir.

Ama yetmez, en azından 12 Eylül’ün getirdiği, seçim yasasındaki baraj makul düzeye (%3 gibi) çekilerek, il kontenjanları kaldırılarak, Siyasi Partiler Yasası demokratikleştirilerek, veri tabanı siyasete bağlanan YSK yeniden yapılandırılarak temsilde adalet ve eşitlik ilkeleri bir ölçüde sağlandıktan sonra yapılacak seçimle oluşan meclis toplumu adil temsil eden bir kurucu meclisi oluşturur. Bu Meclis de
yeni Anayasayı yapar. Süreç uzun olur, ama hukuksallık sağlanır.

Gizli ve acil bir planınız yoksa niçin bu yol denenmiyor?

Öte yandan son on yılda, iktidarın belli politikaları ile toplum; etnik, dinsel, mezhepsel olarak ayrıştırıldı, birbirine düşman edildi. Ülke teröre teslim edildi, terör dayatması ile bölünmenin eşiğine getirildi. Şimdi de yine terörle yeni Anayasa dayatılıyor.
Böyle bir ortamda Anayasanın çözüm olacağını söylemek traji-komik.

  • İşin aslı; yeni Anayasa ABD-AKPBDP-PKK-Oslo-İmralı dayatmasıdır.

Bu Anayasa; Atatürkle, laik Cumhuriyetle, sorunu olanların, O’na kin duyanların,
vatan üzerinden verdikleri ödünler karşılığında iktidarlarını sürdürme ve
yeni Hitler’ler yaratma projesidir. Çok tehlikelidir.

II. ANAYASA UZLAŞMA KOMİSYONU’NUN ÇALIŞMALARINI
NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ?

Hukuksal olarak böyle bir komisyon oluşamaz. Çünkü yetkisini anayasadan almayan hiçbir güç anayasa yapamaz. Bizim anayasamızda böyle bir oluşuma izin verilmiyor.
Bu komisyonu oluştururken iktidarın kafasında, yasal olmadığı halde öbür siyasal partileri o zemine çekerek kendisini meşrulaştırmak fikri vardı. Bunu başardı.

Üzerinde “uzlaşılan” metin Meclis’e getirilecekti. Uzlaşılamadı. İktidar sözünde durmadı. Bugün kendi taslağını Meclis’e getirmeye kararlı. Nasıl, amacı için demokrasiyi
araç olarak kullandı ise, bugün de MHP ve CHP’yi kullanarak kendi Anayasasını meclise taşıyor. Orada BDP ile birlikte oyları yetmediği için, MHP ve CHP’den ilkeli (!) milletvekili transferi oylarla 368’i bularak doğrudan, ya da oylar 330-367 aralığında kalırsa, 2010 anayasa değişikliğindeki gibi, zehiri bal gösterip, yandaş medya,
bolca dağıtılan sadaka ve hatta yeni “yetmez ama evet” çilerin desteği ile oluşturulacak kampanya ile amacına ulaşmayı planlıyor.

Bu plan, BOP projesinin mimarı ABD’nin beslediği terör örgütünün
açık-kapalı desteği ile yürüyor.

İki muhalefet partisinin daha fazla vakit kaybetmeden bu komisyondan çekilmeleri ve halka nedenlerini anlatmaları zamanı geçmektedir. Halk 29 Ekim, 10 Kasım ve
13 Aralık’ta Cumhuriyeti sahiplenmiştir ve mücadelesinde siyasal bir destek bulmaktan mutlu olacaktır. İvedilikle yapılması gereken budur. Yoksa çok geç kalınmış olacak
ve bu ve vebali omuzlarında taşıyacaklardır.

III. YENİ ANAYASA NELER GÖTÜRÜYOR?

1. Yeni Anayasa ideolojisiz olacak. Çünkü, Atatürkçü Düşünce (Kemalizm), Cumhuriyetin ideolojisini yansıtıyor. Cumhuriyet; laik – üniter – ulus devlet modelidir. Ulusu ve ülkesiyle bölünmez bütündür. İdeolojisiz Anayasa ile; Atatürk’ün adı, Devrim ve İlkelerine bağlılık ve ilk 3 maddede yer alan bu niteliklerin Anayasadan çıkartılması amaçlanmaktadır.

2. Cumhuriyetin laiklik anlayışı, iktidarı rahatsız ediyor. Bu anlayış, toplumu din tüccarlarının etkisinden korur, dinin toplumu yönetmesine izin vermez. Ama manevi alanda din sınırsız özgürlüğe sahip ve anayasal güvence altındadır. Bu anlayış
din özgürlüğüne indirgenerek, toplum din tüccarlarının eline, ortaçağ karanlığına yönlendirilecektir.

3. Ademimerkeziyetçiğin önü açılacak, giderek vatanın bölünmesi gündeme gelecek, Irak Kürdistan’ı (Suriye ve Türkiye üzerinden) kurulacaktır. Esasen alt yapı
hemen hemen tamamlanmıştır. Anayasa ile meşruluk kazandırılacaktır.

IV. GETİRİLMEK İSTENEN BAŞKANLIK SİSTEMİ İLE ABD MODELİ AYNI MI? 

Hayır ilgisi yok. Tayyip’in Başkanlık sisteminin aksine, ABD Sisteminde güçlü bir kuvvetler ayrılığı var. Orada Yasama (özellikle Senato) ve yargı, Başkanın karşısında çok güçlüdür. Başkanı denetlerler. Başkan siyasal partinin adayıdır ama partili başkan değildir. Siyasal partilerde demokrasi esastır. Milletvekilleri biat etmezler. Başkanın atamaları senato onayına bağlıdır. Başkanın Meclisi fesih, kararname çıkartma,
af, sıkıyönetim vs. yetkileri yoktur.

  • ABD sistemi, kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sistemin
    en güçlü uygulandığı modeldir.

Biz de ise, Tayyip Erdoğan AKP’nin Genel Başkanı olarak seçime girecek ve partili Başkan olacak. Böylece, Meclisi elinde tutmaya devam edecek. Bakanları, Başkan atayıp, azledecek, Meclisin (onay) yetkisi yok, gensoru yetkisi yok. Başkanın kararname çıkartma yetkisi var. Meclisi devre dışı bırakıp ülkeyi kararnamelerle yönetecek.
Meclisi fesih etme, af, sıkıyönetim, savaş yetkileri de var. Meclis, Başkan’ın iade ettiği yasaları ancak 2/3 nitelikli çoğunlukla tekrar kabul edebilecek. Ayrıca özelleştirmelerle elini zorlaştıran idari yargı ile F-tipi yargının da önünü kesiyor. Anayasa mahkemesi
tek yüksek mahkeme oluyor ve üyelerini; uygulamayı planladığı dar bölge seçim sistemi ile, yitirdiği oyları telafi ederek ağırlıklı olarak ele geçireceği Meclis ile
bizzat kendisi seçecek.

Özetle Yasama, Yürütme ve Yargı tümüyle Başkanın elinde olacak.
Kuvvetler ayrımına dayalı parlamenter sistem, demokrasi sonlanacak.
Bu proje geçerse, “oy” umuzla bir diktatör yaratacağız.
Burada iki noktayı belirteyim. Erdoğan, AKP ile ilişiği kesilirse, partinin ANAP’ta olduğu gibi dağılacağını görüyor. Bunu engellemek için partili Başkan oluyor.
Dizginler elinde kalacak.

Yine AKP’nin oyları hızla düşüyor

Buna karşın “Dar Bölge” sistemini yaşama geçirerek oy düşüşünü telafi etmek istiyor. Çünkü bu sistemde, salt çoğunluk aranmıyor. En çok oyu alan, seçilmiş oluyor.
Amaç az oyla, Meclis’te çoğunluk olmak.

Her ikisi de Erdoğan’ın korktuğunu gösteriyor.

V.
SONUÇ: NE YAPILMALI?

Aslında halk, 29 Ekim 2011’de deprem bahanesiyle kutlamaların kaldırılmasında
gerçeği gördü. Cumhuriyetin tehlikede olduğunu anladı. Mücadeleye karar verdi.
Sokağa çıktı. 29 Ekim, 10 Kasım, 13 Aralık 2012 milattır. Yaratılan bunca korku imparatorluğuna, fiili, engellemelere karşın, demokratik haklarını kullanabileceğini gösterdi.

İktidara DUR dedi.

Yaşanan 10 yılın sonunda bugün, ulusal iradeyi tam temsil niteliği olmayan bir seçim sistemi ve her türlü siyasi engellemelere karşın, halkın en az %50’sinin (bu sayı “gerçek” verilerle %70’in üzerindedir) Cumhuriyetin değerlerine sahip, kazanımlarına bağlı ve iktidarın bunları geri götürmeye yönelik politikalarına karşı olduğu ortadadır.

Demokrasilerde çoğulculuk esastır. Halkın oyu ile iktidar olanlar halkın tümünü kucaklamalı, yalnızca oy aldığı kesimin iktidarı olmaktan uzak durmalıdırlar.
AKP de halka karşın, halkı karşısına almamalı, halkın istencine saygılı olmalı, projelerinden vazgeçmelidir.

MHP ve CHP sonu olmayan bu Komisyondan ivedilikle ayrılmalı, hem Meclis’te ulusalcı siyasal boşluğu doldurmalı, hem de Meclis dışında öbür örgütlü kuruluşlar ve halkla birlikte bu svaşıma (mücadeleye) katkı koymalıdırlar.

Siyasetteki boşluk ADD’nin önüne ağır bir görev koyuyor..

  • Cumhuriyetin değerlerini, kazanımlarını korumak ve
    onu yeniden hak ettiği yere taşımak.

Bu anlamda, siyaseti belirleyen kamuoyunun oluşmasında iktidara DUR diyen halkın örgütlü gücü ve sesi oluyor. Bunu başarıyoruz. Önümüzdeki sürecin, çoğunluk olduğuna inandığım Meclisteki ve dışarıdaki vatansever, ulusalcı kesimin vatanı korumak, Cumhuriyet’i yaraşır (layık) olduğu yere yükseltmek için elele vereceği ve bu “oyunu” bozacağı bir süreç olacağına inanıyor, halkın gücüne güveniyorum. (SÖZCÜ, 19.2.13)

Hava Kuvvetlerinde 80 pilot istifa etti


Saygı Öztürk

SÖZCÜ, 3.2.13

portresi

Hava Kuvvetlerinde 80 pilot istifa etti

Türk Silahlı Kuvvetleri’nde 400 dolayında muvazzaf ve emekli komutanın değişik davalar nedeniyle tutuklanması, zorunlu görev süresini dolduranların ayrılmalarına da neden oluyor. Türk Hava Kuvvetlerinde görevli pilotlar, daha yüksek aylıkla özel hava yolu şirketlerine geçmek için başvururken, Türk Hava Kuvvetleri’nde ise büyük bir kan kaybı yaşanıyor.

Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda 10 yıllık zorunlu çalışma süresini dolduran pilotlardan 80’inin ayrılmak için ilgili makamlara başvurduğu bildirildi. Başvurular 28 Şubat’a dek sürecek. Bu sürede, sayının daha da artması bekleniyor. Ancak üst düzey yetkililer,
bu sayının azalması için ikna yoluyla pilotları istifaden vazgeçirmeye çalışıyorlar.

Örnek aldıkları komutanları tutuklu

“Balyoz”, “Ergenekon”, “Casusluk-şantaj” gibi davalarda çok sayıda Hava Kuvvetleri mensubu da tutuklandı. Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na atanması beklenirken tutuklanan Orgeneral Bilgin Balanlı, Türkiye’de “gece uçuş sistemi”yle ilk uçuşların yapıldığı Bandırma’da, filoyu kuran Korgeneral Turgut Atman, Korgeneral Rıdvan Ulugüler, Hava Kuvvetleri Plan ve Prensipler Başkanı Tümgeneral Yalçın Ergül, tümgeneraller Atilla Özler, Bülent Kocababuç, İsmail Taş, tuğgeneraller Erhan Pamuk ve Mehmet Eldem de tutuklu komutanlar arasında bulunuyor.

Daha önce 15 yıl çalıştıktan sonra Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan ayrılmaya izin verilirken, şimdi 10 yılını dolduran pilotların ayrılmalarına izin verilmesi, genç pilotların örnek aldığı ve “efsane” olarak bilinenlerin de kalmamasına neden oldu. Bir yetkili, “Hem davalar, hem de dışarıda daha yüksek aylıklar alınması,
bir mesleği olan pilotların da Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndan kopmasında etkili oluyor” dedi.

İdealleri Filo Komutanı olmak

Türk Hava Kuvvetleri’nden emekliye ayrılan bir pilot, ayrılmaları SÖZCÜ’ye şöyle değerlendirdi:

“Kuvvetlerinde pilot olarak göreve başlayan kişinin en önemli ideali, Filo Komutanı olmaktır. Şu anda Türkiye’de 12 tane hava ana jet üssü bulunuyor. Filo Komutanı, deyim yerindeyse komutanı olduğu filonun her şeyidir. Kısacası, filosundaki pilotun ve ailesinin verdiği ve vereceği kararlarla yaşam kaynağıdır.

Zorunlu hizmetin 10 yıla düşürülmesiyle, pilotların da ayrılması kolaylaştı. Ayrılmalarında değişik nedenler var. Ancak, ayrılan pilot
yurt içi ve yurtdışında kolaylıkla iş bulabiliyorlar. Ayrılmayar bu şekilde devam ederse hedefe gönderilecek , görev yapacak pilot kalmayacak. En büyük zararı da Hava Kuvvetleri Komutanlığı görüyor.
Pilotların yerini doldurmak kolay kolay mümkün olmuyor.

Bir pilotun filo komutanı olabilmesi için ilk aşamada Harp Akademisi‘ne gitmesi ve kurmay olması gerekiyor. Sayısı fazla olmamakla birlikte kurmay olmadan filo komutanı olan pilotlarda bulunuyor.
Filosundaki pilotunu en zor göreve gönderecek kişinin yani filo komutanının çok özel özellikleri olması gerekir. Yerine göre babadır, arkadaştır en önemlisi de pilotlarının hakkını koruyan, hesap peşinde koşmayan bir liderdir. Filonun başarısı için filo eğitim subayı ve filo harekat subayı da çok önemlidir. Hangi pilot hangi göreve uygundur planlamasını yapabilmek doğal olarak önemli iştir. Filo komutanı başta olmak üzere filonun yönetim kadrosu Hava Kuvvetleri tarafından ince okunup sık dokunarak oluşturulur.

Pilot, tam yetiştirilince ayrılıyor

Zorunlu hizmetin 10 yıla inmesi ve ayrılmaların fazlalığından,
Hava Kuvvetlerimiz büyük zarar görmeye başladı. Bir pilotun başlangıç ve tekamül uçuş eğitim süresi 18 aydır. Bunun üzerine yaklaşık dokuz ay sürecek harbe hazırlık eğitimini de eklerseniz
her pilot seçildiği uçak tipine göre o uçakta, tayin olduğu filoya katılmadan önce harbe hazırlık eğitimi alır. Zorunlu hizmetin üç yılı böylece bitmiş olur. Geriye kalır yedi yıl.

Kol uçucusu olarak atanan pilot önce dörtlü kol uçucusu,
daha sonrada ikili kol uçucusu olur. Her uçuş kolunun bir lideri bulunur ve onun emirleri uygulanır. Kol uçucusu pilotun önce dörtlü kol, daha sonrada ikili kol lideri olması için o filoda belirli bir süre uçması ve bu uçuş sürecinde de iyi olması gerekir ki önce ikili kol lideri, sonra da dörtlü kol lideri olabilsin. Yoksa kolunda uçan pilotların yaşamını tehlikeye atar.

Uçuş deneyimi gerekiyor

Bu deneyime sahip olmak için pilotun en az 4-5 yılık uçuş deneyimi gerekiyor. Bu arada zorunlu hizmetinizin sonuna yaklaştığı için gelecekle ilgili hedefi olmadığından, kafanız bir ön önce sivil havacılık kuruluşlarından birisine geçme işini planlamakla meşgul oluyorsunuz.

Havacılık büyük zarar görüyor

Havacılık zor iştir. Bu süreçten en büyük zararı gören kuvvet ise
Hava Kuvvetleridir. Filo komutanı ve filonun öbür unsurları için hatta dörtlü kol lideri (istenen özellikte bulunamayacağı için) Hava Kuvvetleri Harekat Planlarında kendisine verilen görevleri yerine getirmekte zorlanacaktır.”