Etiket arşivi: RTÜK

‘Kamuoyu desteğini kaybeden siyasal iktidar’

Olayların Ardındaki Gerçek
25 Şubat 2023, Cumhuriyet

(AS: Bizim kısa uyarı notumuz yazının altındadır..)

Bu yazımızda “arızalı demokrasi”, “iktidar körlüğü” ve basına uygulanan hukuk dışı uygulamalar ve baskılar üzerinde durulacaktır. 

The Economist dergisinin kuruluşu “Economist Intelligence Unit” her yıl demokrasi tutarlılığına dair (ilişkin) bir rapor yayımlıyor. Bu tabloda, “zayıf demokrasiler”, “karışık (melez) rejimler” ve “otoriter rejimler” biçiminde kategoriler ortaya çıkıyor. 

2021 yılı verilerine göre dünyada sadece (yalnızca) 24 ülke tam demokrasi, 53 ülke zayıf demokrasi, 34 ülke karma (melez) rejimler ve 59 ülke otoriter rejimler bölümlerine giriyor. 

Bu sayılar, sadece (salt) seçimle demokrasi olamayacağını gösteriyor. 

Nitekim, dünyada seçim yapan 201 ülke olmasına karşın, bunların oldukça küçük bir bölümü “tam demokrasi” niteliklerini taşımaktadır. 

“Az gelişmiş” ya da “arızalı demokrasi” adı verilen modellerde, halk desteğini kaybeden (yitiren) siyasal iktidarların izledikleri politikalardan en önemlisi, yazılı ve görsel basına yasaklar uygulamalarıdır.

Bu yöntem, “arızalı” demokrasilerde kesin bir uygulama olarak ortaya çıkıyor. Evrensel demokrasi modelinden giderek uzaklaşan Türkiye’de uygulanan sistemin özeti ise şudur:

Demokrasinin en önemli unsuru (ögesi) olan “güçler ayrılığı ilkesi” yok edilip, yasama organının elinden denetleme yetkileri alınırken, tek adama dayalı siyasal modele işlerlik kazandırılmaktadır.

Kamuoyunun haber alma ve bilgi edinme hakkı engelleniyor, yazılı ve görsel basına baskı uygulanıyor.

Modelin sürmesi için yazılı basın ve TV’leri denetleyen Basın İlan Kurumu, RTÜK, Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumu (BTK) ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı adını alan kuruluşlar, ceza vererek, ilan keserek, ekran karartarak, “arızalı demokrasi” modelinin destekleyici kurumları olarak görev yapmaktadırlar. 

Büyük deprem sonrasında, yıllardır süren ihmalleri, yaptığı hataları ve beceriksizlikleri gün yüzüne çıkan AKP’nin siyasal iktidarını koruma ve kollama fonksiyonu (işlevi) daha da belirgin bir duruma geldi.

Deprem sonrası basın kuruluşlarına uygulanan yasaklar, duraksanmadan birbiri ardına uygulamaya kondu.

Önce, depremde iletişimin sağlanmasına yardımcı olan Twitter’a yasak kondu. Ardından Bilgi Teknolojileri İletişim Kurumu (BTK) kararıyla Ekşi Sözlük erişime kapatıldı. 

İlahiyatçı İhsan Eliaçık’ın Kuran’ı yorumlayan “tefsir” kitabına Diyanet İşleri Başkanlığı’nın talebi (istemi) sonunda toplatma kararı verildi.

RTÜK, deprem felaketinin ardından ortaya çıkan ihmal ve hataları haberleştirip halkın sesini kamuoyuna duyuran basın kuruluşlarına ceza yağdırdı. 

TELE1, Halk TV, Fox TV kanalları bu cezalarla karşı karşıya geldi, yayınları durduruldu.

Merdan Yanardağ ve Emre Kongar’ın 18 Dakika programında depremle ilgili eleştiri nedeniyle TELE1’e %5 para, 5 kez de program durdurma cezası verildi.

Fox TV’de Orta Sayfa programı ve Halk TV’de Halk Meydanı programına “özgürce kanaat oluşumunu engellemekten” %3’er para cezası verildi. Tüm bu cezalar deprem sonrası yorum ve haberlere dayandırıldı. 

Artık haber yapmanın suç ama halka parmak sallamanın ve hakaret etmenin “özgürlük” sayıldığı bir dönemi yaşıyoruz.

Böylesi bir durumla karşı karşıya kalmamız şaşırtıcı değildir. Bu yazının başında belirtildiği gibi bunlar, “arızalı ve otoriter” demokrasi modelinin doğal uygulamalarıdır. 

Değişmeyen kural, seçimlere giderken sıkıntıda olan bu tip siyasal rejimlerin basın özgürlüğünü kısıtlayıcı uygulamalara girmeleridir. 

Bu tip siyasal iktidarlar, bütün dünyada meclis kürsülerinden muhalefet partilerine saldırırlar, eleştiri yapanları tehdit ederler, basın ve televizyon organlarına yasaklar getirirler.

Ülkemizde 1960 öncesinde de bu uygulama yaşandı. 1950’lerde bir elinde özgürlük diğer elinde “Yeter! Söz milletindir” bayrağı ile iktidara gelen DP, ekonomik sıkıntı baş gösterdikçe, enflasyon yükseldikçe, seçimleri kaybedeceğini (yitireceğini) gördükçe basına uyguladığı yasaklarla dikkatleri çekmiştir.

Bu uygulama, siyaset biliminde “kibir” ve “kendine aşırı güvenmenin” yarattığı “iktidar körlüğü” kavramı ile anlatılmaktadır. Bu yol demokrasiye, hukuk devletine, evrensel demokrasi ilkelerine, temel hak ve özgürlüklere terstir, aykırıdır. 

Eleştirel basına, televizyonlara, halkın iletişim özgürlüğüne, halkın doğru haber alma haklarına karşı yapılan bu hukuk dışı uygulamalar çok yanlıştır. Hem demokrasiye hem de 21. asrın (yüzyılın) dünya uygulamalarına terstir.

Tüm dünyada kabul edilen evrensel demokrasiye, evrensel hukuka ve temel hukuk kurallarına aykırı olan bu model ve uygulamalar Türk halkı tarafından da reddedilecektir.
===============================================
Dostlar,

Başyazının içeriğine bütünüyle katılıyoruz.
Ancak kullanılan dil oldukça eski. Niçin??
Yazarı bilmiyoruz ama, diyelim yaşça olgun (kıdemli) bir yazar..
Bu özür olabilir mi bunca eski dil kullanmaya?

Adını Atatürk‘ün koyduğu Cumhuriyet gazetesi, bu bağlamda, tüm uyarılarımıza karşın,
DİL DEVRİMİ‘ne beklenen özeni göstermiyor.

Üzülüyoruz..

  • Dil Devrimi öksüz bırakılamaz..

Cumhuriyet, bu eksende de öncü olmayı sürdürmelidir..

Önceki genel yayın yönetmeni Sn. Arif Kızılyalın döneminde de kezlerce rica ettik. Kızılyalın Dilbilimci idi üstelik..

Yeni genel yayın yönetmeni Tuncay Mollaveyisoğlu‘nun soruna gereğince eğilmesini diliyor ve umuyoruz.

Doğallıkla, Sn. Dr. Alev Coşkun en başta görev üstlenecektir kanımızca.

Sevgi ve saygı ile. 25 Şubat 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
(Dil Derneği Üyesi ve 2021 Onur Ödülü sahibi)
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

 

RTÜK’ten TELE1’e 3 Gün Ekran Karartma Cezası

Bağımsız medyaya ve gazetecilere uygulanan baskıya hayır!

6 Şubat’ta Kahramanmaraş merkezli iki deprem 11 ili vururken, iktidar yurttaşları adeta kendi kaderiyle baş başa bıraktı. Bu da yetmezmiş gibi basına yönelik tehditler arttı, iktidarı eleştiren milyonlarca insana “not ediyoruz” denilerek gözdağı verilmeye çalışıldı.

RTÜK, Ekim’de TİP Milletvekili Serra Kadıgil’in Diyanet’le ilgili eleştirisinden dolayı TELE1’e üç günlük ekran karartma cezası vermişti. TELE1 sonrasında, RTÜK’ün cezanın iptalini ve yürütmesinin durdurulması için yargıya başvurmuştu. Ankara 2’nci İdare Mahkemesi, 26 Ekim’de oybirliğiyle yürütmenin durdurulması kararını vermişti. RTÜK’ün itirazı üzerine Bölge İdare Mahkemesi şimdi de yürütmeyi durdurma kararını iptal etti. RTÜK’ün üç günlük ekran karartma cezası 23-24-25 Şubat 2023 günlerinde uygulanacak.

TELE1’e verilen cezanın yanı sıra, gazeteci Bülent Mumay da iktidarı eleştirdiği için yandaş medya tarafından iftiralarla hedef gösterildi.

21 yıllık süreçte her türlü acıyı yaşayan halkımız laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinde yaşamayı hak etmektedir.

Biz Uğur Mumcu’nun izinden giden gazeteciler, yaşanan bunca acının karşısında yazmaya, gerçekleri söylemeye devam edeceğiz.

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği olarak ilan ediyoruz: Susmayacağız!

Avrupa Türk Gazeteciler Birliği
Yönetim Kurulu adına Başkan Recai Aksu

Çarşamba İğneleri : 18 Ocak 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

YOL

Yozgat Havalimanı için yapılan yolun maliyeti alanınkini solladı. Yapan, AKP’li Midyat belediye başkanının şirketi.

Her yol soygun, her yol vurgun!..

KELEPÇE

Akşener, ”Hırsızlara madalya yerine kelepçe takacağız.”

Sokaklarda kelepçelilere özel yürüyüş yolu yapılması gerekebilir…

ESPRİ

RTÜK, Halk TV’ye espri cezası kesti.

Basın mı özgür, ceza mı?..

HUKUKUMUZ

2020 yılında Meclis’te “Şeriat bizim hukukumuzdur” diyen AKP Milletvekili Cengiz Aydoğdu, Meclis Araştırma Komisyonu Başkanlığına seçildi.

Hukuku işletir artık…

DANIŞMA

Özgür Özel, resmen Soylu’nun danışmanı gözüken Emin Şen’in Bakanlıktan milyarlarca TL ihale aldığını ve trol hesaplarını yönettiğini açıkladı.

Bakana bak, danışmanını anla.

İstifa beklemek hata…

ÖLÇÜSÜZ

MSB Akar, Komutanların RTE’nin siyasal içerikli konuşmasını alkışlamasını eleştiren Kılıçdaroğlu için, “Anlamsız bir bahaneyle komuta kademesini hedef almak; haksız ve ölçüsüz açıklamalarla kendi siyasi polemiklerine konu etmek kabul edilebilir bir davranış değildir.” dedi.

Alkış haklı ve ölçülü idi!..

KORUMA

Kur Korumalı Mevduat hesabına karşın Türk Lirası en çok değer yitiren paralar içinde
Dünya üçüncüsü oldu.

Türk lirası korunamadı ama zenginlerimizin parası korundu…

SİMİT

RTE, 1993’te Çiller hükümetini “Beş kişilik aile üç öğün çay-simit yese bütçesi yetmez..” diye eleştirmişti.

21 yıllık iktidarının sonunda bir simit boyu ilerleme yok…

KARMA

Van’da üç lisede karma eğitim rafa kaldırıldı.

Ak iktidarın şımarıkları ...

VAKIF

İstanbul’da faaliyet gösteren İşrak Vakfı Müdürü’nün, ailesinin Kur’an öğrenmesi için ona emanet ettiği 14 yaşındaki çocuğa istismar ettiği ortaya çıktı.

Tarikatlar, vakıf adı altında taciz – tecavüze vakıf..

UZLAŞMA

İşlerine geldiği için seçimi öne almak isteyen AKP-MHP’liler Millet İttifakı‘nın yanaşmamasını uzlaşmazlıkla suçluyorlar.

Millet İttifakı’nın Meclise getirdiği her türlü önergeyi reddetmek için ilke kararı alanlar,

CHP’li belediyeleri çalıştırmamak için belediye meclislerinde ve sarayda takla atanlar uzlaşmayı nasıl tanımlıyorlar acaba?…

HALK TV PROGRAMIMIZ – 27 Eylül 2020

HALK TV PROGRAMIMIZ – 27 Eylül 2020

Dostlar,

Bu gün, 27 Eylül 2020 Pazar günü, HALK TV Haber Müdürü Sn. Şule Aydın’ın konuğu olduk saat 13:20 dolayında. Ne yazık ki,iktidarın sopasına dönüştürülen RTÜK, birkaç hafta ara ile bu kez de HALK TV’ye 5 gün süreli ekran karartma cezası (!?) uyguladı oy çokluğu ile. Yönetsel (idari) yargıya itirazlar da sonuç vermedi. Türkiye’de yaşamın her alanı, ne acı ki, iktidarın egemenlik alanına dönüştürüldü. Giderek açık faşizme savrulan bir ülkede yaşamaktayız AKP = RTE ürünü!

18 dakikalık değerlendirmemizde ilk 3-5 dakikayı HALK TV’nin geçici ekran karartması ile hukuk dışı yaptırıma uğratılmasına ayırdık. Ardından da KORONA SALGINI temel gündem idi..

  • Yönetilemeyen ve denetimden çıkan bir salgın.

İlan edilen 1500’lerin altına inmeyen günlük “hasta” sayısı ve 70’leri aşan ölümler..
Artık ipliği pazara çıkarıldı çok sayıda çalışma ile ve kanıtlandı ki; gerçek sayılar bunların çok üstünde.
Örneğin CHP’nin 20 ilden elde ettiği ölüm sayıları, Türkiye geneli için açıklanan resmi verileri epey aşkın. Lürfen, dün sitemizde yayınladığımız ilgili yazıyı da okuyunuz, paylaşınız.. (http://ahmetsaltik.net/2020/09/26/chpli-torun-11-buyuksehirin-koronavirus-verisini-acikladi/)

Sevgi ve saygı ile. 27 Eylül 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Hadi bakalım TRT’ye de ceza verin verebilirseniz

Hadi bakalım TRT’ye de ceza verin verebilirseniz

HaberTürk gazetesi yazarı Fatih Altaylı, TRT’de enfeksiyon hastalıkları uzmanı Dr. Meltem Özen’in Türkiye’deki yeni tip koronavirüs (Kovid-19) vaka sayısının 600-900 bin arasında olduğunu söylediğini, benzer açıklamaların yapıldığı HaberTürk’e RTÜK tarafından ceza kesildiğini hatırlattı. Altaylı, “Hadi bakalım TRT’ye de ceza verin verebilirseniz” düşüncesini dile getirdi.

Fatih Altaylı'dan RTÜK Başkanı'na: TRT '900 bin hasta var' diyor; bize ceza kestiniz TRT’ye de ceza verin verebilirseniz© T24 Fatih Altaylı’dan RTÜK Başkanı’na: TRT ‘900 bin hasta var’ diyor; bize ceza kestiniz TRT’ye de ceza verin verebilirsenizAltaylı, “Dün TRT Haber’e çıkan enfeksiyon hastalıkları uzmanı Dr. Meltem Özen çok önemli bir açıklama yaptı.  Dedi ki, ‘Şu an Türkiye’deki vaka sayısı aslında 600 ila 900 bin arasında. Bizim test yaptığımız vakalar toplam vakaların %15-20’si. Tıbben de baktığımız zaman her teşhis ettiğin vakaya karşı toplumda tespit edemediğin 10 vaka vardır. Bizim vaka sayımız 23 bin ise ortalamada bunu 10’la çarpacağız. Yani 230 bin vakamız var. Ama biz diyoruz ki, şu ana kadar vakaların %20 ila 25’ini test ettik. Bilemediniz %30 olsun. O zaman biz 230 bin vaka sayısını en az 3 ya da 4’le çarpacağız. Türkiye’nin vaka sayısı 600 ila 900 bin. Bu kadar vakamız var aslında’ Dr. Özen’in verdiği sayılara ben de katılıyorum. Dün TRT Haber’de dile getirilen bu iddiayı Teke Tek’teki konuklarıma da sordum.

Dile getiren ise Sağlık Bakanı’nın üniversitesinin tıp fakültesinde görev yapan bir öğretim üyesiydi.

Bu yayın üzerine RTÜK, Habertürk’e ‘Hiçbir otorite tarafından teyit edilmemiş bilgilerin gerçeklik ve doğruluk ilkelerine aykırı bir şekilde izleyiciye aktarılması’ diye Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına da aykırı bir şekilde ifade özgürlüğü ile bağdaşmayan ceza verdi. Şimdi RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin’e ve bu ceza için parmaklarını kaldıran üyelerine soruyorum :

  • ‘Hadi bakalım TRT’ye de ceza verin verebilirseniz. Yoksa bu sayıları doğrulayan bir otorite var da bizim bu haberimiz yok’ Herhalde bu akşam bir gazeteci Sağlık Bakanı Koca’ya TRT’de dile getirilen bu iddiayı sorar. Sonrasında ya RTÜK Habertürk’ten özür diler ve cezayı geri çeker ya da TRT’ye de bir ceza keser!” ifadesini kullandı.

2019’da modern tıbba üzülmemek elde mi?

2019’da modern tıbba üzülmemek elde mi?

Image result for Prof. Dr. Metin ÖZENCİ

Prof. Dr. Metin ÖZENCİ
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji AD (E) Öğretim üyesi
Cumuriyet, 27 Kasım 2019

Zararlı (!) şeyler söyledikleri için haklarında dava açılan, RTÜK tarafından ceza verilen TV kanalları yanında, uydudan yayın yapan ve kimlerin seyrettiğini bilemediğim, gönlüme göre bir kanal ararken karşıma çıkıveren onlarca TV kanalında çok yararlı (!) ve halkımıza tıp alanındaki güncel mucizeleri (!) aktaran ve elbette yalnızca halkımıza hizmet aşkıyla çalışan (!) iyiliksever insanların varlığı içime su serpiyor.

Tıp araştırmacılarının büyük emek ve özveriyle uğraşmaları ve büyük ilaç firmalarının milyarlarca dolar destek vermelerine karşın bir türlü beceremedikleri (!) şeyleri, bu arkadaşlarımız keşfediyor, derhal imal ediyor, ambalajlıyor ve satışa sunuyorlar. Hem de yerli ve milli olarak!…

Halbuki beceriksizlerin (ve de müsriflerin) (!) bir ilacı araştırma ve geliştirme süreci, 1 milyar dolar gibi gereksiz (!) harcamalara ve 12-15 yıl gibi zaman kaybına (!) yol açıyor.

Kolayı varken (!)

Önce enayi gibi düşünüp bir fikir doğuracaksın, sonra plan yapıp proje takımı oluşturacaksın, bileşiklerin sentezini yapıp tarayacaksın, zavallı fareler üzerinde erken güvenlik çalışmaları yapacaksın, aday molekülü saptayıp formüllerini geliştireceksin ve geniş güvenlik çalışmaları yapacaksın, benzer moleküllerden çok miktarda aday ilaç sentezleyeceksin, sonra işin yoksa ve paran varsa sağlıklı gönüllü bulup insanda ilk etkileri göreceksin (Faz I), sonuçlar içine sinerse bu kez 100-300 hastada etkisini göreceksin (Faz II), eh fena gitmiyorsa bu kez 3 bin-10 bin hastada test edeceksin (Faz III), ondan sonra klinik veri analizi yapacaksın, sonuçlar olumluysa ve gücün yetiyorsa ruhsatlandıracaksın, ilacın piyasada satışa sunulduktan sonra da çalışmalar devam edecek (Faz IV).

Üstelik, bu yüksek riskli süreçte on binlerce molekülden ancak bir tanesi ilaç olarak kullanıma sunulabilecek.

Yaşasınnn!, Faz IV’e başarıyla geçtim diye sevinme!. Bak başına neler gelir de harcadığın onca paraya mı, yoksa harcadığın zamana mı yanarsın?

Bir örnek vereyim, kolesterol düşürücü ilaçlar (statinler), küçük molekül farklılıklarıyla ve aynı biyokimyasal yolları izleyerek iş görürler. Şu anda piyasada en çok satılan ve değişik isimlerle (jenerik) sunulan “atorvastatin”in  orijinal molekülünü Pfizer firması buldu, geliştirdi, üretti ve çok başarılı oldu.

Bayer ilaç firması da “cerivastatin”i buldu, geliştirdi, saydığım aşamalardan geçirerek büyük iddialarla 1990 sonlarında piyasaya sürdü.

Ne yazık ki Eylül 2001’de ilaç üretici firma tarafından piyasadan çekildi. Neden mi? 52 hastada kas erimesine bağlı akut böbrek yetersizliği ve ölüm görüldü de ondan.

Ne uğraşacaksın bunlarla abi!.. Zaten bütün ilaçlar bitkilerden elde edilmiyor mu? Alırsın oradan bir tutam karabaş otu, yanına biraz meşe yaprağı kurusu. Sıcak suda çayını yap, günde şu kadar iç, bak bir şeyin kalıyor mu?

Yok yok

Bizim firmadan alırsan elbette daha güvenli olur. Aktarlar satar ama tarifesini bizim gibi veremezler. Zaten doktorlar da bunlardan anlamaz. Bu yöntemle üretilmiş büyütücüler”mi ararsınız, “uzatıcılar”mı ararsınız, tıkanmış kalp ve beyin damarlarını “şıp diye” açanlar mı ararsınız hepsi bu TV’lerde. Üstelik hemen arayanlara bir tane fiyatına 3 tane ve kargo parası da şirketten kapıya teslim. İnanmazsanız ilacı kullanıp övgüler düzen tanıklar da canlı yayında.

İlaç pazarlayanlarla bitmiyor.  Ameliyat pazarlayanlar, adres gösterenler de var. Burun düzeltmek, porselen diş veya implant yaptırmak, yağ aldırmak veya mide küçültmek için bizim merkezimize geleceklere uçak biletleri bizden!

Haydi bunlara “özel sektör”ümüzün “girişimci ruhu” diyelim. Peki, modern tıbbın uygulandığı hizmetlerden daha fazla pay aldıklarını duyduğum “devlet destekli ”yeni “eski” uygulamalara ne demeli?

Dahice (!) bir buluş yaparak “GETAT = Geneneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları” adını verdikleri ortaçağ yöntemleri için devlet, hatta üniversite hastanelerinde özel poliklinikler kurmuşlar. Buralarda yapılan uygulamalar için, modern tıbbın uygulandığı poliklinik hizmetlerine ödedikleri paranın çok daha fazlasını ödüyorlar.

Ne yazık ki

Güzel Türkçemizin, yaptığı işi en güzel, en doğru, en kestirme yolla tanımladığı, sürekli atan  “atardamar = arter”larımız, kalbimizin arka (sol) karıncığından aldıkları (oksijen başta olmak) üzere tüm “yaşamsal mallar” vücudumuzun en uç noktalarına kadar taşırlar.

Dokular ve organlar tarafından alınıp kullanıldıktan sonra kan, bu kez de, adına bayıldığım  “toplardamar = vena”larımız tarafından toplanır “yeniden yüklenmek üzere” kalbimizin ön (sağ) karıncığına geri getirilir.

Kanımızın kırmızılığını veren, nefesimizle havadan aldığımız oksijeni kendisine bağlayarak doku ve hücrelerimize ulaştıran “hemoglobin” dediğimiz muhteşem yapı, iletici (atar)damar kanına yüksek oksijen doygunluğu nedeniyle “gül kırmızısı” rengini verir.

Kullanılmış kanda ise oksijen yoğunluğu azalacağından, geri taşıyıcı (toplar) damar kanı “morumsu” renk alır. Biyokimya, hematoloji, fizyoloji ve fizyopatoloji gibi bilim dallarının bilinmediği veya gelişmediği zamanlarda, anatomik olarak yan yana seyreden 2 damar sisteminden gelen kanların renklerinin aynı olmadığını çıplak gözle gören eski hekimler “yanlış olarak” arter (atardamar) kanına “temizkan”, vena (toplardamar) kanına da “piskan” demişler.

İkisi de “tertemizkan”. Yalnızca birinde oksijen doygunluğu yüzde 100, diğerinde yüzde 70.

Üzücü manzara

Ne yazık ki, 2019 yılında ortaçağ bilgileri sahneye çıkarılıp “piskan alma” (!) ile “sözüm ona tedavi yöntemi “yani çaresizlik dönemlerinin hacamat”ı, GETAT uygulaması adı altında modern tıbba monte edilmeye çalışılıyor.

Mikrobiyoloji, farmakoloji ve farmakognozi bilim dallarının henüz ortaya çıkmadığı, mikrop, asepsi, antisepsi kavramlarının bilinmediği, antibiyotiklerin, anestezik maddelerin keşfedilmediği o dönemlerin balta ile bacak amputasyonu yapmak zorunda olan “talihsiz” hekimlerin ellerindeki olanakların ne kadar sınırlı olduğunu düşünebilirsiniz.

Tıp biliminin artık moleküler düzeye indirgendiği, bilgi birikiminin neredeyse her gün katlandığı günümüz dünyasında, şişe çekme, sülük vurma, hacamat gibi eskiçağ yöntemlerinin yeni bir keşifmiş gibi piyasaya sürülmeleri, üstelik devlet desteği almaları beni daha çok şaşırtıyor. 1965’te başladığı Tıp Fakültesini 1971’de bitirmiş, 1976’da İç Hastalıkları, 1978’te Kardiyoloji uzmanı, 1981’de Doçent, 1989’te Profesör olmuş, 2015’te emekli olana kadar tam yarım asır yurtiçinde ve yurtdışında “abesle iştigal etmiş” ve bu arkadaşlar gibi “bir baltaya sap olamamış” bir mektepli olarak düştüğüm duruma çok üzülüyorum.

FOX TV ve Halk TV’ye kapatma tehdidi

FOX TV ve Halk TV’ye kapatma tehdidi

RTÜK, yayınları ile iktidarın tepkisini çeken Halk TV ve FOX TV için harekete geçti. RTÜK uzmanları, sunucu Fatih Portakal ile sanatçılar Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’in Erdoğan hakkında konuştuğu televizyon programlarını inceledi. Halk TV’de yayınlanan “Uğur Dündar ile Halk Arenası” programını inceleyen uzmanlar, Müjdat Gezen’in “Herkesi azarlıyor, herkese parmak sallıyor, herkese ‘haddini bil’ diyor. Bak Erdoğan sen benim vatanseverliğimi sorgulayamazsın, haddini bil” sözlerinin eleştiri sınırlarını aştığını iddia etti.

“KİN VE DÜŞMANLIĞA TAHRİK” İDDİASI

Uzmanlar, Metin Akpınar’ın, “Bizim bu kargaşadan kurtulmamızın tek çaresi demokrasi diye düşünüyorum. Oraya ulaşamazsak her faşizmin olduğu gibi karşılaştığı belki liderini ayağından asarlar belki mahzenlerde zehirlenerek ölür” sözlerinin de toplumda nefret duyguları oluşturmaya çalıştığını öne sürdü. Raporda bu gerekçelerle, “Irk, din, dil, cinsiyet, sınıf, bölge ve mezhep farkı gözeterek toplumu kin ve düşmanlığa tahrik edemez veya toplumda nefret duyguları oluşturamaz” ilkesinin ihlal edildiğini savunuldu.

“DOĞALGAZ EYLEMİ YAPALIM” SÖZÜ DE SUÇ

RTÜK uzmanları tarafından hazırlanan diğer raporda ise Fatih Portakal’ın, “Hadi bakalım, barışçıl bir eylem için protesto edelim. Doğalgaz zammını, hadi bakalım” sözlerinin “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır.” ilkelerini ihlal ettiğini ileri sürüldü.

OY ÇOKLUĞUYLA CEZA

Uzman raporlarını görüşen RTÜK Üst Kurulu, oy çokluğuyla aldığı kararla iki kanala ağır cezalar verdi. RTÜK, iki kanala Yayın Hizmetleri Kanunu’nun “yayın ilkelerini ihlal” maddesinden program durdurma ve reklam gelirlerinin belirli bir kısmına el koyma cezası verdi. İki kanal, bir yıl içerisinde yeniden bu maddeden ceza alırsa Kanun gereği yayın lisansı iptal edilecek. Kanalların TÜRKSAT üzerinden yayın yapmasının önü kapanacak.

“BEDEL ÖDETME KURUMU”

Kararı BirGün’e değerlendiren CHP’nin RTÜK Üst Kurulu üyesi İsmet Demirdöğen, RTÜK’ün “bedel ödetme kurumu”na dönüştüğünü ifade etti. Kurulun iktidarın susturma organı gibi hareket ettiğini bildiren Demirdöğen, “Bir grup tarafından hedef gösterilen kişi ve kurumlar için RTÜK ne yazık ki infaz makamına dönüşmüştür. Mizahı ve ironiyi algılamaktan yoksun kişilerin, en azından, açıklayacakları fikirleri olanlardan korkmaması gerekir. Kararı kabul etmiyoruz” dedi.

“HİTLER” ÖRNEĞİ

RTÜK’ün diğer CHP’li üyesi İlhan Taşçı ise “Hitler” örneğini verdi. Taşçı, “Hitler’in Propaganda Bakanı Goebbels,

  • ‘Gazeteciler bir piyanonun tuşları gibi olmalıdır, biz hangi tuşa basarsak o sesi çıkarmalıdır’ diyordu.

    Siyasi iktidar gazetecilerden bunu bekleyebilir ancak RTÜK’ün gazetecilerin piyanonun birer tuşu haline getirmeye çalışılmasına karşı çıkıp, iktidarın tuşu olmayı reddeden gazetecileri ve yayıncıları da korumalıdır.” diye konuştu.
    ================================================
    Dostlar,

    RTÜK’ten Fox TV ve Halk TV’ye ceza geldi. Fox Anahaber 3 gün Halk Arenası 5 gün yayınlanmayacak.

    1 tümce de biz ekleyelim, bir hukuk bilgesinden alıntı yaparak :

  • “Devlet hukuka dayanmazsa, insanı köleleştirmeye yönelir, hızla yaşlanır (progeria) ve ölümcül “Devlet Yetmezliği” hastalığına yakalanır. Böyle bir devleti ayakta tutabilecek biricik güç artık “kaba güçtür.” Prof. Dr. iur Sami SELÇUK

Sevgi ve saygı ile. 26 Aralık 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bazı saptamalar ve yorumlar

Bazı saptamalar ve yorumlar

haber.sol.org,tr 26/06/2018

24 Haziran Seçimleri 2. tura kalmadan sonuçlandı. Şimdi sonuçlar çıkarma zamanı. Saptama ve yorumlarımızı birarada yapmaya çalışalım.

  • Türkiye’de siyasi partilere ve adaylara adil ve eşit olanaklar tanıyan seçim hukuku ve uygulamaları AKP öncesinde iyi-kötü çalışıyordu. AKP ile birlikte bu uygulamalar önce iyice aşındırıldı, 2011 sonrasında ve bilhassa OHAL altında girilen son iki yoklamada ise tümüyle yıkıldı. Bunun en görünür kurumsal zaafları YSK, RTÜK, AA ve TRT gibi seçim güvenliğinden ve seçim kampanyalarının eşit ve adil bir biçimde kamuoyuna duyurulmasından sorumlu kurumların tümüyle iktidarın taraflı aygıtlarına dönüştürülmesi oldu. Boşluklar da seçim yasası ve Anayasa değişiklikleri ile kapatıldı; gerekirse, Anayasa Mahkemesi’nin işbirlikçi anlayışıyla, anayasayı takmama tavırlarına (örneğin tarafsızlık yemini etmiş bir Cumhurbaşkanının iktidar partisinin genel başkanı olmasına) kapı aralandı. Yüksek yargının diğer kurumları, Danıştay ve Yargıtay da zaten içerden fethedilmişti. Güvenlik güçleri (polis, jndarma ve TSK) de zaten hiç olmadığı kadar iktidarın güdümüne girmişti. Buna özel güvenlik timleri de eklenebilir. Dolayısıyla, iktidardaki siyasi heyetin seçimleri yitirmesi, sadece bu siyasi heyeti ilgilendirmiyordu; devletin içindeki bütün AKP dönemi yapılanmasını ilgilendiriyordu. Dolayısıyla, bir Meclis ve cumhurbaşkanı değişikliğini çok aşan bir mücadele söz konusuydu; bir rejim inşa eden güce ve onun şekillendirdiği devletin tamamına karşı bir kampanya yürütülmek ve kazanılmak zorundaydı. Yani iş baştan zordu.
  • Bununla birlikte, siyasi iktidarı ve devletteki yapılanmasını ciddi anlamda kaygılandıran bir muhalefet yükselişi 2 ay gibi çok kısa bir süre içinde yaşanabildi. Seçimden önceki son resmi iş gününde üst düzey bürokrasideki boşlukların birçoğu eski AKP’li siyasilerden oluşanlarla doldurulmaya çalışılması açık bir “ya kaybedersek” telaşını yansıtıyordu. Bu kaygı ve telaşın pek de dayanaksız olmadığı AKP’nin oylarındaki 7 puanlık düşüşten, böylece Meclis’te sandalye üstünlüğünü kaybetmesinden, MHP ile seçim ittifakını şimdi de bir koalisyon biçiminde sürdürmeye mahkum olmasından da belli oldu. Ama birşey daha belli oldu: Mutlak hakimiyet inşa etme denemeleri yapan bir güç, herşeyi lehine çevirmek için giriştiği bir baskın seçimde korkulu rüyalar görmek zorunda bırakılabildi. Az şey değildir. M. İnce ve CHP tabanının bunda azımsanmayacak bir rolü olmuştur.
  • Dinci ve milliyetçi sağın yükselişinin sürdüğü bu seçimlerle bir kez daha ortaya çıktı. Aşırı sağ siyaset, siyasi alan üzerine giderek bir yağ yekesi gibi yayılıyor. AKP oy yitirmiş olabilir, ama oyunu koruyan MHP’nin yanına bir de İYİ Parti eklenmiş oldu. Üçte ikilik bir seçmen kitlesini ilgilendiriyor. (Bu kitle içindeki herkesi dinci ve milliyetçi sağ torbası içine tıkmasak ve yüzde 5-10 iskonto yapsak dahi, oran çok yüksektir). Buna Kürt milliyetçiliği yapanları da eklerseniz (azınlık milliyetçiliği diye buna sempati duyacak halimiz yok) kaygı verici bir gerilik tablosuyla karşılaşırsınız. HDP saflarından Meclis’e girip solculuk yapmaya çalışacaklardan bazılarının kafa karıştıracak misyonu da cabası. Buradan sınıf siyasetine yer açmak ciddi çaba gerektiriyor. Ama bu çabaya değer ve elbet orta erimde de sonuç alınır.
  • MHP’nin oylarını koruması bu seçimin sürprizi olarak görüldü. Anketçilerin tümünün bu konuda yanılmış olması da sürpriz bir sonuç algısını güçlendirdi. Ama, İYİ Partililerin, seçmen nabzını yoklayan siyasetçilerin, piyasa araştırmacılarının ve gazetecilerin  hesaba katmadıkları veya unuttukları bir Türkiye gerçekliği bulunmaktaydı: Partilerinden koparak parti kuranların seçim başarısı Türkiye’de hep sıkıntılı olmuştu. Mayıs 1967’de CHP’den ayrılanların kurduğu Güven Partisi ile Aralık 1970’de Adalet Partisi’nden ayrılan Demokratik Parti’nin akıbetleri hep böyle olmuştu. Tam da bu nedenle, daha sonra AKP’yi kuracak olanlar önce Erbakan’ın Fazilet Partisi’ni Abdullah Gül liderliğinde ele geçirmeye çalışmışlar, bunu başaramayınca da istifa etmeyip bu partinin kapatılmasını beklemişlerdi. Ama pasif bir beklemeyle yetinmemişlerdi; o sırada Fazilet Partisi hakkında laikliğe aykırı davranışlarından dolayı açılmış davanın bir kapatılmayla sonuçlanmasını garantiye almak için Cumhuriyet Başsavcısına dosyalarla yeni kanıtlar taşımışlardı. O kadar ki bunlar ek bir klasör olarak dava dosyasına eklenmişti. Sonuçta FP kapatılınca peşpeşe Saadet Partisi ve AKP kurulmuştu. AKP’yi kuranlar bir de sıkılmadan FP’nin kapatılmış olmasını anti-kemalist, anti-cumhuriyetçi söylemlerine malzeme yapmışlardı. İktidardaki takım, böyle bir siyasi “ahlak” anlayışından gelmektedir. İktidara tutunmak için yapmayacakları şey yoktur.
  • Peki her şeye rağmen İYİ Parti’ye oy kaptıran MHP oylarını nasıl korudu? Muhtemelen şöyle: MHP, 2015 Haziran-Kasım aralığında AKP’ye kaptırdığı seçmenini önemli ölçüde geri kazanmış olabilir. Herhalde AKP’nin itibar kaybetmesi de işine yaradı. Peki İYİ Parti nereden beslendi? Barajı kıl payı geçebilen bu parti MHP’den transfer ettiğinden daha fazlasını AKP’den kazanmış görünüyor. CHP’den de biraz katkı aldığı anlaşılıyor. İYİ Parti’nin daha fazla CHP oyunu devşirmesinin önüne geçen iki etken olmuş gözüküyor: Birincisi M. İnce etkisinin bu kanamayı durdurması; ikincisi CHP ile seçim ittifakı kurulması nedeniyle baraj sorununun ortadan kalkmış olması. Eğer bu ittifak olmasaydı, İYİ Parti’ye baraj atlatmak için CHP seçmeni ek çaba içine girebilirdi. Stratejik oy kullanan CHP seçmeninin bu çabayı HDP için gösterdiği ve HDP’nin bu destek sayesinde barajı aşabildiği açıkça belli oluyor. Bu çaba, kötünün kötüsüne (Cumhur ittifakına Meclis’te Anayasayı referandumsuz değiştirebilecek 400+ milletvekili sağlanmasına) engel olmuş durumda.
  • Cumhurbaşkanlığı seçimlerine gelince, M. İnce CHP oyuna 8 puan fark atarak önemli bir oy artışı gerçekleştirmiştir. Bizim de katıldığımız seçim öncesi tahminlerine göre hem İnce hem Demirtaş beklenebilecek sonuçlar elde etmişlerdir; ama aynı şey Akşener için söylenemez; hem kendi iddiasının hem genel beklentinin çok altında kalmıştır. Akşener’in kendi partisinin oyunun altında bir performans göstermesi sürpriz olmuştur; bunun nedeni, CHP’den İYİ Parti’ye kayan oydan çok daha fazlasının Akşener’den İnce’ye yönelmiş olmasıdır. İnce, Erdoğan’ı yenebilecek bir çekim merkezi olarak öne çıkmıştır. Ancak gene de Akşener’in Erdoğan’a gidecek oyların daha önemli bir bölümünü çekebilmesi beklenirdi; bunu yapamadı (veya partisinin yaptığı kadarını başaramadı).
  • İnce, basın toplantısında kendisi ile Tayyip arasındaki 10 milyon oy farkına değinerek sonuçlara itirazı olmadığını söyledi. Oysa, %50 barajıyla girilen bir ilk tur seçiminde, bu baraj ile olan oy farkına bakılmalı. Bu da, %84 katılım oranıyla, yaklaşık 1,2 milyon oydur. Bunun yarısının öbür adaylardan kaydırılmış olması durumunda, 600 binlik bir kaydırmayla 2. tur engellenmiş olurdu. Bu miktar önemsiz değildir gene ama acaba hiç mi olasılık dahilinde değildir? Unutmayalım, 2017 referandumu %51,4 ile yitirilmesi itirazsız sindirildikten bir yıl sonra, CHP Genel Başkanı aslında o referandumda “Hayır” oylarının %51,6 ile kazandığını açıklamamış mıydı?
  • Peki bundan sonrası? Anamuhalefet partisi açısından bakılırsa, seçim öncesi yazılarımızda değindiğimiz gibi, yeni bir liderlik ve üst yönetim oluşumu için basınçlar artacaktır. Nitekim seçim akşamında CHP üst yönetiminin perişanlığına bakılırsa bu basınçlara direbilmek de zor olacaktır. Peki, eğer CHP Genel Başkanı istifasını açıklayarak bir olağanüstü genel kurul çağrısı yapmazsa, parti içi muhalefet bunu yapabilecek midir? Muhalefet olağanüstü kurultay çağrısını yerel seçimler öncesine mi denk getirecektir veya sonrasına mı öteleyecektir? Kıran kırana bir genel başkanlık yarışmasına mı tanık olunacaktır? Ya da mevcut genel başkan, olağanüstü kurultayı yerel seçimler sonrasına öteleme koşulunu içeren bir çekilme iradesi mi geliştirecektir? Göreceğiz.
  • Ülke ve toplum açısından huzurlu günlerin beklenemeyeceğini daha önceki yazılarımızda vurgulamıştık. AKP ve Erdoğan şimdiye dek en iyi yaptığı şeyi yapmaya devam edecektir: Toplumu ayrıştırmak, din temelli bir eğitime ve devlet yapılanmasına yönelmeye devam etmek, kendi sermayedarlarını özellikle palazlandırmak, emekçilerin haklarını tayınlamak, kamu mallarını haraç mezat peş keş çekmek, OHAL rejimini (belki kısa bir aradan sonra) sürdürmek, ekonomide neo-liberal sistemin kısıtları dışına tek bir adım atmamak, bu arada adım adım yaklaşan ekonomik krizin sonuçlarını (IMF’li veya IMF’siz bir programla) emekçilere yüklemek… Bütün bunların yapılabilmesi için de otokratik rejimin vidalarını daha fazla sıkmak durumunda kalmak. Buyurun yeni Cumhurbaşkanlığı sisteminin faziletlerine…