Etiket arşivi: prospektif kohort

44 Yıl Sonra; Şehit Edilen Babamızı Anıyoruz…

7 Temmuz 1980 – 7 Temmuz 2024 : 44. yıl..
Şehit Edilen Babamızı Anıyoruz…

Dostlar,

Bu gün 7 Temmuz 2024.. Ailemizin başına gelen bir yıkımın (felaketin) 44. yılı.. Hoşgörünüzle bu konuyu bu yıl da yazmak istiyoruz. Kendi özelimizle sizleri meşgul etmek aklımızdan geçmiyor. Ancak insanların belli yaşantı deneyimlerini paylaşmasında yarar olmalı. Üstelik ortak toplumsal kökenleri olan bir acı süreç ve aradan 44 koca yıl geçtiğine göre, duygusal tonlamaları da sanırız –büyük ölçüde– dizginleyebiliriz.

7 Temmuz 1980.. Sıcak bir yaz günü ve Türkiye doludizgin 12 Eylül darbesine “kurgulu olarak” sürüklenmekte. Adeta eğik düzlemde, ülke tanımlı – planlanmış bir hedefe kayıyor. Darbeden önce 1978’de başlayan sıkıyönetim, artan terör olayları ve iç karışıklıklar nedeniyle çeşitli illerde ilan edilmişti. 12 Eylül 1980’e gelindiğinde, bu sıkıyönetim kararı Türkiye’nin tümünü kapsayacak biçimde genişletilmiştir. Her gün “ortalama” (bu sözcüğü böylesi bir bağlamda kullanmak zorunda kalmak ne acı değil mi!?) 20 (yirmi!) dolayında insanımız ölüyor, öldürülüyordu! Darbe ile birlikte bıçakla kesilir gibi durmuştu!? Önceki yıllarda Kovit-19 salgınında daha beteri yaşandığı gibi ve Sağlık Bakanı Koca’nın “önlenebilir ölümler” demesine karşın!!?? Bakanın, ilan edilenden çok fazlası dolaylı Kovit-19 ölümleri.. itirafı ne acı..

1980’ler.. TRT’nin siyah-beyaz ekranları ve gazeteler, dergiler.. kan – revan dolu.. Sunum çerçevesi ise tek tip (klişe) : ….. yerde çıkan sağ – sol çatışması”nda şu sayıda insan öldü,
bu sayıda insan yaralandı.. Ne mal güvenliği var ülkede ne de can! Toplum şaşkın, ağır gerilim altında, neredeyse “öğrenilmiş çaresizlik / pes” sendromu içinde “pes” eşiğinde.. Kendince savunma önlemleri almaya bakıyor.. Kentler – kasabalar – kırsal.. bölünmüş ve kurtarılmış bölgelerilan edilmiş. İnsanlar çaresiz, savunma amaçlı silahlanıyor..

44 yıl sonra 7 Temmuz 2024’te ise acımasız zamlar, enflasyona ezdirilen emekçiler, dinci kuşatma – laikliğe cepheden saldırı, “Maarif Müfredatı” ilkelliğiyle eğitimin çökertilmesi, 13+ milyona ulaşan kavimler göçü ile demografik operasyon ve bir başka siyasal cinayet, Sinan Ateş‘in öldürülmesi, iktidarca örtülmeye çalışılması..!

Biz o tarihlerde Hacettepe Tıp Fakültesi’nde Toplum Hekimliği (sonra Halk Sağlığı) Bölümünde Tıpta Uzmanlık Eğitimi alıyoruz.. İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdiğimiz 15 Haziran 1977 sonrası Elazığ / Keban’da 1 yıl SSK hekimliği yapmış ve uzmanlaşma kararı vererek adını andığımız Bölümün asistanlık sınavını kazanmış, 11 Kasım 1978’de ihtisasa başlamıştık. Bölümümüzü ve Dalımızı aşkla seviyorduk. Daha 1971’lerde Hacettepe Tıp’ta 1. sınıf öğrencisi iken Prof. Dr. H. Nusret FİŞEK’i tanımış ve O’ndan Toplum Hekimliği dersleri almıştık. Kalpaksız Kuvayı Milliyeci
Prof. Fişek,
bize sağlık ile sosyo-ekonomik etmenler arasındaki köklü, kapsamlı ve çarpıcı bilimsel ilişkilerden söz ediyordu ustalıkla.. Üstelik bu ilişkiler neden-sonuç ilişkileriydi ve geleceğin çağdaş hekimleri ve tıbbı salt fiziksel – biyolojik – kimyasal nedenlerle uğraşmakla kalmayıp; sağlık sorunlarının gerçek – altta yatan sosyal – kültürel – ekonomik kök nedenleriyle (nedenlerin nedenleriyle) uğraşmalıydı, uğraşacaktı.

Bu Fakültede (Hacettepe) Tıbbiyenin ilk 2 yılını okumuş (İngilizce hazırlık sınıfından sınavla bağışık olmuştuk) ve İstanbul’daki ailemizin yanında olmak için İstanbul Tıp Fakültesi’ne 3. sınıfta yatay geçiş yapmıştık. Yeniden ayrılmak zorunda kaldığımız Fakülteye, Nusret hocaya.. üstelik asistanı olarak dönmüştük. İşimizi çok seviyor ve gelecekte Halk Sağlığı bilim disiplinine ve  Ulusumuzun sağlığına kapsamlı katkılar verebilmeyi kuruyorduk. Uzmanlık eğitimimizin 1 yılını örnek Eğitim ve Araştırma Sağlık Ocaklarında geçirecektik ve bunlardan biri de Eskişehir yolu 28. km’deki Yapracık Sağlık Ocağı idi. (Bu köy, günümüzde Bütünşehir Belediye Yasası bağlamında Ankara’nın bir mahallesi ve hızla nüfus alıyor.. Bağlıca’da oturduğumuz eve 7 km!)

Bu Sağlık Ocağı’nda, 40+ yıl öncenin “tam anlamıyla köy koşullarında” yaşıyorduk. Lojmanımız köyde idi, odun-kömür sobalı idi ve hastane acil nöbetlerimiz ile eğitim amaçlı Ankara toplantıları dışında hep (7/24!) köyde kalmak zorunda idik. Günümüzde Ankara’nın en gözde mahallelerine dönüşen Ümitköy, Dodurga, Çayyolu, Aşağı Yurtçu, Yukarı Yurtçu, Türkobası, Alacaatlı, Ballıkuyumcutoprak damlı köylerimizdi! Oralara kapsamlı 1. Basamak (hastaneye yatmadan) sağlık hizmeti sunuyorduk.. Gece – gündüz şevkle çalışıyorduk. Etimesgut küçük bir kasaba, çevre köylerde geniş arazilerde tarım ve hayvancılık yapılıyordu. Yaygın hayvancılık nedeniyle, bir zoonoz olan Brusella hastalığı yaygındı. Pendik Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü’nden kişisel çabalarımızla anti-serum getirtmiştik; elektrik olmayan köylerimizde,
klinik olarak Brusella düşündüren hastalardan kan alıyor, 2 tüplü (gode’li)el santrifüjü” ile çevirerek serumunu ayırıyor ve oracıkta lam üzerinde mikroskopla çökelti (aglütinasyon) bakarak Brusella’nın laboratuvara dayalı yarı-nicel (kantitatif) tanısını (titrasyon yapmadan) koyuyorduk. Günümüz sağlık çalışanları bu yaşantıya inanmakta zorluk çekecekler eminiz ama, gerçek bu! Elektrik olmayan köylerde, 2 gode’li el santrifüjü ile serum ayırarak..
***
Böylesine çoook yoğun bir koşuşturma gününün (7 Temmuz 1980) ardından birkaç saat da okuduktan ve Uzmanlık Tezimizi çalıştıktan sonra (Yapracık Sağlık Ocağı Köylerinde 30+ Yaşta Koroner Kalp Hastalığı İzleme Araştırması-3, prospektif kohort) gece yarısı sonrası yorgunlukla yatmıştık.. Kısa süre sonra önce kapı, hemen ardından pencere camı şiddetle vurulmaya başlandı, kalktık. Alışkındık, acil hastamız olmalıydı. Lojmanda sabit telefon bile yoktu! Ancak bu kez öyle değildi.. Karşımızda kayınbiraderimiz (eski) duruyordu ve yüz ifadesi çok hüzünlüydü. Ne olduğunu ağzından zorlukla aldık..

  • Babamız.. İstanbul’da Emniyet Başkomiseri babamız Halis Zeki SALTIK vurulmuştu!

Doğallıkla biz de vurulduk! Kara haber ertesi güne kalmamış, yedivermişti birkaç saatte. Hemen yola koyulmamız gerekiyordu. Ülkede akaryakıt kıtlığı vardı. On yaşındaki arabamızın bagajına yirmi Lt benzin bidonunu da koyarak (ne büyük risk!) İstanbul yoluna çıktık. Otoyol yoktu elbette.. 2-3 şerit karşılıklı trafik, bölünmemiş yolda akıyordu. Sağlık Ocağımızın usta şoförü Ömer Ulusoy, sağ olsun direksiyonu bize bırakmadı. Sabahın köründe Bahçelievler’deki evimizin kapısına vardık.. Cenaze evi idi hanemiz.. Işıklar yanıyor ve bir kalabalık deviniyor, insanlar vekarla acılarını yaşıyordu. Annemiz, 19 yaşında İstanbul Hukuk 1. sınıf öğrencisi kız kardeşimiz ve 23 yaşında Cerrahpaşa’dan 1 aylık mezun Hekim, erkek kardeşimiz ve 27 yaşında 3 yıllık hekim, biz…

47 yaşındaki (1933 Hozat doğumlu) canımız babamızı, “anarşi” dedikleri canavar bizden vahşice ve çoook erken koparıp almıştı. Şimdilerde “anarşi”ye terör, “anarşit”lere (!) de “terörist” deniyor. Ölçüsüz bir acı içimizi kavuruyordu.. Bir yandan da zorunlu işlemler vardı yürütülecek. Evin abisi bizdik ve yük, tüm ağırlığıyla boynumuzda idi. Babamız Emniyet Başkomiseri Halis Zeki Saltık, Sirkeci’de bir işyerinden haraç almak için gelen “sol örgüt” (?!) elemanlarıyla çıkan çatışmada 7-8 kurşun yemiş, oracıkta kanamadan yitirilmişti. Adli Tıp’tan cenazesini aldığımızda teni kireç rengiydi. Şiddetli iç – dış kanamadan olay yerinde ve hemen ölmüştü. Topkapı – Çamlık mezarlığına gömdük O’nu.. İl Emniyet Müdürü (Şükrü Balcı), Siyasi Şb. Müdürlerinden Elazığ’lı Mehmet Ağar, başsavcı, Vali (Nevzat Ayaz), Garnizon komutanı tümgeneral (66. Tümen).. görüştüğümüz yetkililerdi. Katiller kaçmıştı, ellerinden geleni yapıyorlardı yakalamak için.. Sonra bu örgütün Dev-Sol olduğu bize söylendi. Yıllar sonra birileri de yakalanmıştı. Davaya karışmacı (müdahil) olduk. Ancak ilerleyen zaman, bizde bu sanıkların katil olup-olmadıkları hakkında ciddi kuşku uyandırdı ve davadan çekildik. Suç birilerine mi yıkılacaktı?
Biz de suçlular cezasını buldu diye bir parça teselli mi bulacaktık? İstanbul Siyasi Şb. Müdürlerinden Elazığlı Mehmet Ağar (daha sonra İçişleri Bakanı!), çok sevdiği hemşehrisi “Halis abi” sine sahip çık(a)mamıştı.
***
Bir kez daha Hacettepe’den ayrıldık ve yine İstanbul Tıp Fakültesine yatay geçiş yaptık! Annemizin – kardeşimizin evine yakın bir ev kiralayarak kendimizce aileye göz – kulak olmaya çabaladık. Annemiz yıkılmıştı ve çok derin bir yas yaşıyordu. Bu koyu yası, ölene dek 13 yıl sürdürdü, çıkamadı (kronik yas sendromu). Biz uzmanlık eğitimimizi tamamladık ve Toplum /
Halk Sağlığı dalında uzman hekim olduk. Yeniden Üniversiteye, akademik kariyere çok zorlukla (yargı kararlarıyla!) dönene dek 6,5 yıl Elazığ’da çalıştık. Oysa Hacettepe’de kalabilseydik, akademik kariyeri kesintisiz sürdürme olanağımız olabilirdi. İlerleyen yıllarda kız kardeşimiz avukat oldu. Ortanca erkek kardeşimiz de İç Hastalıkları – Dahiliye uzmanı oldu.

Babamız hiç torun göremedi.. (Biz gördük! Ama AKP politikaları yüzünden, “aranan nitelikli eleman” babası ve anasıyla dış göçle yurt dışında).. Yaşam sürüyor; ama Türkiye’nin benzer ve yeni acıları bitmiyor!?? Tam bağımsızlık yitirilince, ulusça ödenen fatura olağanüstü ağır, kahredici.

Daha fazlası için lütfen tıklayın ya da kopyalayıp yapıştırararak google ile çağırın : http://ahmetsaltik.net/2018/07/07/7-temmuz-1980-34-yil-sonra-sehit-olan-babamizi-analim-istedik/

Sevgi ve saygı ile.
07 Temmuz 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı,
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik
X : @profsaltik    

Edirne’de bir caddeye görev şehidi  babamızın adı verildi.