Etiket arşivi: postmodern darbe

Hukuk cinayeti

Av. Erol Ertuğrul (@av_ertugrul) / TwitterAv. Erol ERTUĞRUL
03 Ocak 2023, Cumhuriyet

28 Şubat hükümlüsü emekli Hava Korgeneral Vural Avar 20 Aralık 2022 günü cezaevinde yaşamını yitirdi. Adli Tıp Kurumu bir ay önce, demans, kalp gibi bir yığın ölümcül hastalığı bulunan 85 yaşındaki Avar için “cezaevinde kalabilir” demişti.

Bu olay cezaevinde cinayettir.

13 emekli general 28 Şubat’ta postmodern darbe yaptılar gerekçesi ile FETÖ’cü savcıların açtıkları bir davada FETÖ’cü yargıçlar tarafından yargılanmışlar ve yaşam boyu hapis cezasına çarptırılmışlardı.

Bu hukuksuzluğa, bu insanlık duygusundan yoksunluğa TSK de susuyor!

TSK’nin komuta kademesinde bulunanlar, bulundukları makamlar ellerinden gitmesin diye susuyorlar. 28 Şubat kararları bugünler gelmesin diye alınmış kararlardı. Tarikatlar kapatılsın, Kuran kursları MEB’in denetimine alınsın, Devrim Yasaları uygulansın içerikli bu kararlar anayasal bir kurum olan Milli Güvenlik Kurulu tarafından alınmıştı. Kararların altında dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan’ın imzası vardı. (AS: Hatta uygulanması için genelge bile çıkardı!)
Bu kararlar nedeniyle Cumhuriyetin ordusunun kahraman 10 emekli generali yaşam boyu hapis cezasına çarptırılmış olarak cezaevindeler.

AYMAZLIK

Yaş ortalamaları 80’in üzerinde ve ciddi rahatsızlıkları bulunan bu kahraman subaylar cezaevinde aslında ölüme mahkûm edilmişlerdir.

  • Onların tek tek Vural Avar gibi cezaevinde ölmeleri mi bekleniyor?
  • Herkes bu kadar mı AKP’nin öç alma duygusu karşısında suskunlaştı?

İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun hukuksuz yargılanıp ceza alması ve siyasal haklarının elinden alınması nedeni ile İstanbul Saraçhane’de yapılan eyleme CHP ve öteki muhalefet liderleri katıldılar. Bu genel başkanlar 28 Şubat’ı kötülediler. Ne aymazlık!

  • 28 Şubat kararları gericiliğe, tekke ve tarikatlara karşı alınmış kararlardı.
  • Kuran kurslarında, tarikatlarda küçük kız çocuklarına, küçük erkek çocuklarına tecavüz ediliyor. Bunların çoğu örtbas ediliyor.
  • Siyasal parti liderleri bu tarikatlardan gelecek üç beş oy için mi bu eylemleri görmezden geliyorlar?
  • Devrim yasaları ile tarikatlar, medreseler kapatılmıştı. Bu yasalar yürürlükte olduğu halde, bu yasaları yok mu sayıyorsunuz?

28 Şubat kararları Cumhuriyete,
Aydınlanmaya karşı hareketlere engel olunması için alınmıştı

O kararları alanları haksız yere yargılayıp cezaevine koyanlar ya yurtdışına kaçtılar ya da FETÖ’cülükten cezaevindeler.

ÖLMELERİ BEKLENİYOR!

28 Şubat kararları engellendi, bu kararları alanlar yargılanıp mahkûm edildi.

  • Türban Ordu içine sokuldu.
  • Kamu kurumlarında türban ile görev yapılamayacağına ilişkin Yargıtay, Danıştay, AYM ve AİHM’nin kesinleşmiş kararları yok sayıldı.
  • Artık başları lahana gibi sarılı kadın subaylarımız, astsubaylarımız var.

Bu durum içinize siniyor mu?
Bu durum Atatürk’ün ordusuna yakışıyor mu?

Bu yetmiyor, AKP türbanı anayasaya sokmaya çalışıyor, sesiniz çıkmıyor.

Cumhuriyetin ordusunun kahraman subaylarının rütbelerini de söktünüz.
O rütbeleri onlar, emek vererek, alın teri ile kazanmışlardı.
Şimdi onların cezaevinde tek tek ölmelerini bekliyorsunuz.
Devleti yönetenler bunca haksızlığa karşı sessiz!

  • Anayasa Mahkemesi emekli generaller yok olunca mı karar verecek?

Hükümlü emekli generaller hemen serbest bırakılmalıdır

Gün gelecek bu haksızlıkları yapanlar yaptıklarının hesabını vereceklerdir.

28 Şubat davası

Osman YAŞAR
ONURSAL YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ BAŞKANI

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, 14 general ve amiral hakkında, “hükümeti cebren ortadan kaldırmak ya da görevini cebren engellemek (darbe)” suçundan, 765 sayılı TCK’nin 147. maddesi uyarınca hükmolunan müebbet hapis cezalarının onanmasına karar vermiştir.

Ceza dairesi gerekçesinde öz olarak “28 Şubat’ta, birtakım sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra basın-yayın kuruluşlarının, üniversitelerin, sendikaların, sermaye çevrelerinin, sivil bürokrasinin, yargı mensuplarının desteği sağlanarak 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararların hükümete dayatıldığı, koalisyon ortağı parti milletvekillerinin baskı, tehdit, şantaj ve ikbal vaadiyle istifa ettirildiklerinin öne sürüldüğü, nihayetinde seçilmiş bir hükümetin işlevsiz hale getirilerek istifaya zorlandığı, 4 Şubat 1997 tarihinde Ankara’nın Sincan ilçesinde Etimesgut Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı’na bağlı motorlu konvoyun ilçe sokaklarından Akıncı Üssü’ne yürüyüşünün gerçekleştirildiği, 28 Şubat tarihli MGK toplantısında, Refah Partisi’ni irticai faaliyetleri yürüten unsurlar kapsamında iç tehdit olarak değerlendirildiği, alınan kararlar kurulun sivil üyelerine dayatıldığı, askeri müdahale olabileceği tehdidiyle dönemin Cumhurbaşkanı dahil olmak üzere sivil unsurlarının inisiyatif almalarının engellendiği, Başbakan Necmettin Erbakan’ın ülkenin zarar göreceği kanaatiyle kurul kararlarını imzalamak zorunda kaldığı, bir kısım sanıkların postmodern darbe’ olduğunu söylediği süreçte, Başbakan’ın 18 Haziran 1997’de istifasını sunmasıyla 54. Hükümet döneminin sona erdiği, elverişliliğinde tartışma bulunmayan 4.2.1997 günü, tankların Sincan’da yürütüldüğü” belirtilmiştir. Gerekçeli karar 46 sayfalık ayrıntılı biçimde yazılmıştır.

Gerekçede yer alan olayların bütününün kanıtlandığını bir an için kabul ettiğimiz takdirde, iki sorun karşımıza çıkmaktadır. Bunlar “suçta ve cezada kanunilik” ilkesine uyulup uyulmadığı, hareketlerin “elverişli” olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

CEZA YASALARI GERİYE YÜRÜMEZ

4721 sayılı Medeni Kanun’un 1. maddesinde “Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir hüküm koyacak idiyse ona göre karar verir.” denilmektedir.

Ceza hukukunda durum bunun tersinedir. 5237 sayılı TCK’nin 2. maddesinde “Kanunun açıkça suç saymadığı, bir fiil için kimseye ceza verilemezKanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılamaz. Suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.” şeklinde ifade edilmiştir. Ceza yasası, açıkça suç sayılmayan bir eylemin, genişletici yorum ve kıyaslama yapılarak suç sayılmasını yasaklamıştır.

Anayasanın 13. ve 38., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 7. maddesinde “kanunilik” ilkesi ve hukuksal öngörülebilirlik güvence altına alınmıştır. (1) “Hukuk devleti, bireyleri, yalnızca ceza hukuku aracılığıyla korumaz. Ceza hukukuna karşı da korumalıdır. Böylece suç ve cezanın kanunla korunması (AS: konması?) ilkesi, devletin ceza vermesi yetkisinin de sınırını oluşturmaktadır.” (2)

Kanunilik ilkesi, çağdaş ceza hukukunun en temel ilkelerinden birisidir. Bu ilkenin kabul edilmesindeki asıl neden, kişilerin yasaklanan ve işlendiği zaman cezalandırılacağı eylemleri önceden bilmelerini sağlamaktır. Kişiler ancak bu şekilde davranışlarını düzenleme imkânını bulabilirler ve ancak bu durumda o kişiyi işlemiş olduğu eylemden dolayı kusurlu ve sorumlu saymak mümkün olabilir.”(3) “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” kuralı, ceza hukukunda, devlet ve yargıç karşısında, bireylerin kamu haklarının teminatıdır.”(4)

İlke, yönetme gücünü elinde bulunduran otoritenin, keyfi davranışlarının önlenmesi amacını taşımaktadır. Yargıçların, yasadaki suç tanımında gösterilen unsurları taşımayan bir eylemi suç saymamasını ya da eylem bir suçun tanımına uyduğu halde, tanımın dışına çıkarak başka bir suça uyduğunu kabul etmemesini gerektirmektedir. Böylece bireyler de suç teşkil eden veya hangi suçu oluşturuyorsa o suçu oluşturan eylemleri önceden bilirler ve buna göre kendilerini ayarlamış olurlar.

765 sayılı TCK’nin 147. maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti icra vekilleri heyetini cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men edenlerle bunları teşvik eyleyenlere idam cezası hükmolunur” denilmektedir. İdam kalkmıştır. Suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nin 312. maddesinde ise “Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.” biçiminde düzenlenmiştir. Kısmen engelleme ve cebirle birlikte şiddete de yer verilmiştir.

Suç tarihinde 765 sayılı TCK’nin 147. maddesi yürürlüktedir. Suç seçimlik iki hareketten biriyle işlenmektedir. Hükümetin ortadan kaldırılması veya görevinin engellenmesi failin suçla elde etmek istediği amacıdır. Her iki durumda da “cebir” şartı koşulmuştur. Madde, 312. maddeye göre net ve belirgindir. Cebir güç, kuvvet ve zor kullanma anlamındadır. Suç, Bakanlar Kurulu’nun varlığına fiziki güç kullanılarak son verilmesi ya da zorla görevini yapamayacak hale getirilmesiyle oluşmaktadır. Şiddet ve tehdit maddenin kapsamında bulunmamaktadır.

Tehdit suçu önceki ve sonraki ceza yasalarında ayrıca düzenlenmiştir. Cebirle birlikte bir suçun öğesi olduğu takdirde de açıkça belirtilmiştir. Örneğin 765 sayılı TCK’nin 258. maddesinde öngörülen “memura aktif mukavemet” suçunda “Bir memura veya ona yardım edenlere memuriyetine ait vazifeleri ifa sırasında cebir ve şiddet veya tehdit ile mukavemet eden kimse… hapis cezasıyla cezalandırılır” denilmiştir. Cebir, tehdidi içermemektedir.

28 Şubat’ın alışılagelmiş bir darbe olmadığı, postmodern olduğu, darbe korkusu ya da tehdidiyle gerçekleştirilen bir darbe olduğu ifade edilmektedir. Ancak bu durumlar “cebir” niteliğinde olmayan hareketlerdir. Maddenin kapsamında da yoktur. TBMM’nin dışındaki kurumların da eklemeye yetkileri bulunmamaktadır. Tabii ki ceza yasaları geriye yürümez.

DAYANAKSIZ ÇIKARIM

Sanıkların olayların darbe suçunu oluşturduğunu bilmedikleri, öngörmedikleri kanısındayım. “Bilmiş ve öngörmüş olsalardı, görevi sivil hükümetin devir alması yerine, o zamanlar zorlanmaksızın, alışılagelmiş darbeyi yaparak yönetimi ele almayı, anayasaya da yargılanmayacaklarına dair hükümler koydurmayı tercih etmezler miydi?” diye bakılabilir.

TCK’nin 2. maddesine karşın genişletici yorum yapıldığını, 147. maddenin çizdiği sınırın dışına çıkıldığını düşünüyorum. Hukuk devleti, hukuk kurallarına uygun hareket eden, yurttaşlarına hukuksal güvenlik sağlayan devlettir. Ceza hukukuyla karşılaşan bireylerin, önceden haberdar olmadıkları, açıkça tanımlanmamış bir eylemden dolayı sorumlu tutulmamaları gerekmektedir.

İkinci soruna gelince ceza dairesi, tankların Sincan ilçe merkezinde yürütülmesini hükümete yönelik “elverişliliğinde tartışma bulunmayan” cebir niteliğinde hareket olduğunu kabul etmiştir. TCK’nin 35. maddesinde “Kişi işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamazsa teşebbüsten cezalandırılır.” denilmektedir.

Suçu tamamlamaya ve sonucu oluşturmaya uygun olmayan hareketlerin, suça kalkışma olarak kabul edilmesi olanaklı değildir. Hükümetin düşürülmesi ya da görevinin engellenmesi için güç, kuvvet ve zor kullanmaya ihtiyaç vardır. Bakanlar Kurulu üyelerinin bir yerde tutulması, bir yere götürülmesi ya da fiziki güç kullanılarak çekilmek zorunda bırakılması gerekir. Bu durumları sağlayacak adımların atılmasına başlanmasıyla, kalkışma söz konusu olabilir. Bundan sonra tehlike ve neticenin gerçekleşme olasılığı ortaya çıkar.

Tankların yürütülmesinin eğitim amacıyla olduğu savunulmaktadır. Bir an için gösteri maksatlı yürütüldüğü kabul edilse bile, bunun suçu tamamlamaya ve sonucu elde etmeye elverişli olmadığı açıktır. Tankların Başbakanlığa doğru yönlendirilmesi ve önlenmesi gibi bir durum olmamıştır.

SİYASİLER ŞİKÂYETÇİ OLMAMIŞLARDI

Dava 16 yıl sonra açılmış ve 24 yıl sonra onama kararı verilmesiyle sonuçlandırılmıştır.

Suç tarihinde başbakan olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan, başbakan yardımcısı ve dışişleri bakanı olan Prof. Dr. Tansu Çiller’in suçu ihbarı ve şikâyetleri olmamıştır. Eski Başbakan Çiller mağdur-tanık sıfatıyla mahkemede verdiği ifadede, “Ben şikâyetçi olmadım, gelmek de istemedim. TSK bizim gözbebeğimizdir. Menderes’in hüzünlü fotoğrafı siyasetçilerin hafızasındadır. Keşke bugün burada bir ceza hukuku platformunda değil, özgürce, mağdur edenle edilenler bir araya gelebilseydi, hata edildiği kabul edilseydi, hep birlikte evrensel değerlerde kucaklaşacaktık.” demiş, davaya katılmak istememiş ve ileriye bakılmasını söylemiştir.

Sivil toplum kuruluşlarının, sendikaların, üniversitelerin, basının sürece katıldığı kabul edildiği halde, haklarında dava açılmamıştır. Dava, Silahlı Kuvvetler ve birkaç sivile yönelik olmuştur.

Anayasal kurum olan Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan kararlar, kurula katılan Cumhurbaşkanı, Başbakan, Başbakan Yardımcısı, bakanlar, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve Genel Sekreter tarafından imzalanmıştır. Hükümet 28 Şubat 1997 tarihinden sonra 18.6.1997 tarihine kadar 3 ay 18 gün süreyle görevine devam etmiştir. Erbakan’ın istifasından sonra, kimi milletvekilleri DYP’den ayrılıp başka partilere geçmişlerdir. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel hükümeti kurma görevini Mesut Yılmaz’a vermiş, Yılmaz hükümeti kurmuş ve TBMM’den güvenoyu almıştır.

Sonuç olarak:

  • Başka görüş ve düşüncelere saygılı olmakla birlikte, 28 Şubat darbe suçunun maddi ve manevi öğelerinin oluşmadığı kanısındayım.

 

(1) Prof. Dr. Ersan Şen, “28 Şubat Davasında Kanunilik Sorunu”, https://www.hukukihaber.net/28-subat-davasinda-kanunilik-sorunu-makale,9229.html
(2) Bahri Öztürk, Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, 10. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2008, s.37.
(3) Sulhi Dönmezer, Sahir Erman, Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku, C.II, 14. Bası, Beta Yayınevi, İstanbul, 1999, s.17.
(4) Faruk Erem vd., Ceza Hukuku Genel Hükümler, 1. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 1997, s.99.

Ne işimiz vardı?

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet
, 27.8.21
(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)
Afganistan meselesi ile ilgili çok şey yazılıp çizildi. Hem sığ hem de derin ve bilgi dolu pek çok analiz dinledim ve okudum. Konunun ve bölgenin uzmanı değilim, ama benim baktığım açıdan konu “Emperyalizmin ve yedeğindeki güçlerin, yine darmadağın ettiği bir bölgede, yine içinden çıkılamaz hale getirilmiş bir kaotik yeni durum” olarak görülüyor.

Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde NATO’nun orada “aldığından daha da fazla berbat ederek bıraktığı” bir kargaşa ortamı görüyorum. Dahası, “Çağdışı, insanlık dışı bir zihniyete sahip ve daha da kötüsü emperyalistlerin kendi üretimi bir terör teşkilatının” eline geçen bir ülke görüyorum.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak da tek bir soru soruyorum:

  • “Orada, bu kaosun ve kanlı kapışmanın orta yerinde bizim ne işimiz var?”

Suriye meselesi gibi “Sınırdaş, bölgesel çıkarlarımız olan ve ülke güvenliğimizi ilgilendiren” bir uluslararası sorun da olmadığına göre, Türkiye’nin hem kendi evlatlarını yani Mehmetçiğimizi hem de milyonlarca dolara baliğ imkânlarımızı seferber etmesi için nasıl bir sebep var?

Bunun cevabı kocaman bir “boşluk”tur.

O yüzden de hükümetin, mevcut durumun da gerçekçi bir analizini yaparak Kâbil’i ve ülkenin neredeyse tamamını ele geçirmiş olan Taliban çapulcularından gelen tehditleri de ciddiye alarak askerimizi geri çekmesini doğru bir karar olarak değerlendiriyorum. Her ne kadar çarşamba gecesi “geri çekme kararı”ndan hemen sonraki bir başka açıklamada “Havalimanının korunması ve denetimi ile ilgili niyetlerimiz sürüyor” denilse de bunu İngilizlerin “face saving” dedikleri türden, yani “zevahiri kurtarma” yani “efelenerek çıkmak” niyetli bir söz olduğuna ihtimal vermek istiyorum. Gerçek amacın ABD’ye yine (anlamsız ve ezik bir) “selam çakmak” olduğunu bilsem de…

Bırakın, emperyalist güçler ABD, İngiltere ve NATO, kendi yarattıkları kaosu ve pisliği kendileri temizlesinler. Bizden binlerce kilometre ötedeki bir meseleye bizim askerlerimizin hayatlarını kurban etmenin bir âlemi yoktur.

O asker gelip, delik deşik olmuş sınırlarımızı beklesin. Onca kaynak ve para, ülkenin başka ihtiyaçları için kullanılsın. Bu kadar nettir sorun. Kimse macera aramasın. Kimse “emperyalistlerin dümen suyunda ve stepnesi konumunda küresel bekçilik, jandarmalık” hayalleri peşinde de koşmasın.

28 ŞUBATÇI KOMUTANLAR

Zamanın komutanlarından birinin, bence düşüncesizlik ederek “Postmodern darbe” adını koyduğu ama aslında bir askeri darbe ile alakası olmayan 28 Şubat olayı, sivil muhataplarının bile “Bize darbe yapıldı” diyemediği bir hadisedir. Zamanın başbakanı Necmettin Erbakan ve yardımcısı Tansu Çiller’in, zamanın bakanlarından Meral Akşener’in bile “darbe mağduru sıfatı” ile müdahil olamadıkları bir davadır. Bir intikam ve kumpas davasıdır. Sahte delillerle ve bir yığın “açığı” ile, aslında açılmamış bile olması gereken bir utanç dosyasıdır, utanç davasıdır. Zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral İ. Hakkı Karadayı’nın Özel Kalem Müdürü Hulusi Akar’ın bile (o dönem emir-komuta zincirinde olmasına karşın) sesini çıkaramadığı bir olaydır.

Haksız verilmiş bir kararın, sırf bir inat ve intikam uğruna infazına kalkışılması ve yaşlı komutanların içeri tıkılması Türkiye hukuk ve adalet sistemi adına bir utançtır.

Bunları söylerken asla “affedilip salıverilmelidirler” anlamına gelen bir talebi dillendirdiğim sanılmasın. O onurlu ve başı dimdik komutanlar, bence af talebinde bulunmamalı, “Aslanlar gibi, gerekirse ömürlerinin sonuna kadar” orada yatıp bu utanca karşı başlarını asla eğmemelidirler.

Asker olmak, vatan hizmetine ömrünü adamak, zaten bu anlama gelir. Ölüm “cezaevi hücresinde de cephede de gelse” kabullenilmelidir.

  • Asla bir yanlış yapmamışlardır.
  • Vatanın savunmasına koca ömürlerini adamış şerefli askerlerdir.
  • Gurur duyarız.
  • Allah gecinden versin, cenazelerinde de gider al bayrağa sarılı tabutlarına omuz veririz.
    ===========================
    Dostlar,

Değerli gazeteci – yazar Sn. Zafer Arapkirli’nin yazdıklarında itiraz edilecek nokta yok! AKP’nin Afganistan politikası emperyalist uyduluktan başka bir şey değildir ve en çok isyan ettiren de Mehmetçiğin kanının dökülmesidir. Biz Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün “askerleri” olarak, O’nun tanımı ile “Ulusun yaşamı tehlikeye düşmedikçe savaş bir cinayettir.” düşüncesindeyiz. Erdoğan 2 oğlunu da askere yollamadı, şehitlere “kelle” bile diyebildi, yer – gök çok utandı O’nun yerine!

  • Hele hele Bay RTE‘nin “Talibanla da zaten zihniyet farkımız yok…” anlamındaki sözlerini kesinkes reddediyoruz. Gerçekte Erdoğan bilinçaltını elevermiştir. Taliban kurucularından Gülbeddin Hikmetyar’ın dizinin dibinde çekilmiş gençlik fotoğrafları arşivlerdedir.


Yılların Erdoğan’ı ıslah ettiğini düşünmek için elde hiçbir veri yok; İTİRAF ORTADA!

Bu arada “yetmez ama evet” çi liberal dönek ve de işbirlikçi solcuların başımıza bela ettiği AKP iktidarı bağlamında çookk derin, kapsamlı, içten… ama NAFİLE özeleştiri yapmaları gerek. Hiç olmazsa Tarih babanın gönlü olsun (!) Yanılgı olağan da, şu “5. kol misyonu” içimizi kemiriyor. Bize sorarsanız, bağışlayası değiliz, ağzımızı doldurup “Allah belanızı versin!” diyesiyiz.
***
Ergenekon, Balyoz, OdaTV, Askeri Casusluk, Poyrazköy… ve Gezi davası olarak bilinen sahte (kurgu, kumpas, tertip, hileli, tuzak, intikam) “yargı süreçlerine” (!) 24 yıl sonra 28 Şubat dosyası da eklendi; yazık!

Emekli generaller Çevik Bir, Çetin Doğan, Hakkı Kılınç, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Fevzi Türkeri, Yıldırım Türker, İlhan Kılıç, Aydan Erol, Kenan Deniz, Ahmet Çörekçi, Çetin Saner, İdris Koralp ve Vural Avar.. 14 yurtsever kahramanımız;

  • Hukuka apaçık aykırı olarak, sözde hukuk adına verilen kararlar sonucunda hapse atıldılar! Kin – intikam – gözdağı – gündem oyunu, SİYASAL İSLAM… her şey var ama ADALET yok! 

Emekli – yaşlı generallerimize yapılan insanlık dışı zulmü biz de şiddetle, esefle kınıyoruz.

Sorunu web sitemizde 21 Ağustos 2021 günü işlemiştik, okumak ve paylaşmak için lütfen tıklayınız..

Sevgi ve saygı ile. 29 Ağustos 2021

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

ADD 13. Genel Kurulu Başladı..


Dostlar
,

ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) 13. olağan seçimli genel kurulu 7 Haziran 2014 günü Yenimahalle Belediyesi’nin görkemli Nazım Hikmet Sanat – Kültür  Merkezi‘nde sabah saatlerinde başladı. Bu büyük ve çağcıl (modern) Merkezi
inşa eden ve Ankara halkının hizmetine sunan, Derneğimizin de hizmetine cömertce veren Yenimahalle Belediye Başkanı Sayın Fethi Yaşar’a selam olsun, şükran olsun..

ADD genel kurulu başladı

Biz de Genel Kurula ilk birkaçı dışında hep katılmaktayız. Delege olarak,
Şube Başkanı (Edirne) olarak, GYK (Genel Yönetim Kurulu) üyesi olarak.
Bu kez de Ankara – Çankaya Şubesi Genel Kurul Delegesi olarak katıldık.

1993’ten bu yana 21-22 yıldır Örgüt içinde edindiğimiz pek çok dostumuzu
görme olanağımız oldu. Özlem giderdik kucaklaşarak..

Bunca süre içinde sayısı 1500’e varan (binbeşyüz!) “görsel konferans” sunmuş, ülkemiz içinde ve dışında yüzlerce noktaya AYDINLANMA hizmeti götürmeye çabalamıştık. Van’dan Edirne’ye, Cizre’den Marmaris’e, Şırnak’tan Seferihisar’a, Silopi’den İpsala’ya, Kars’tan Hamburg’a, Lefkoşe’den Viyana’ya, Girne’den Berlin’e, Gazipaşa’dan Vakfıkebir’e, Mardin’den Küçükçekmece’ye, Diyarbakır’dan Bartın’a, Soma’dan Zonguldak’a, Arguvan’ın köylerinden Datça’nın anfi tiyatrosuna….. dek
açık- kapalı salon toplantıları, radyo – TV programları..

Bir ömür.. Sanırız bu denli geniş bir coğrafyada, bu denli yüksek sayıda ve bunca
uzun süreye yayılan bir emek, bir başka örgüt emekçisi göstermek kolay değil..

Hepsi ülkemize ve Büyük Atatürk’ün AYDINLANMA Devrimi‘ne anamızın ak sütü gibi helal olsun.. Yaşamımızın son anına dek bu hizmetlerimizi sürdüreceğiz.
Ülkemize, yurdumuza, insanımıza, Cumhuriyet’in kazanımlarına borcumuzu
ödeye, ödeye, ödeye bitirebileceğimizi sanmıyoruz..

*****

Türkiye’nin en büyük kitle örgütlerinden Atatürkçü Düşünce Derneği,
25’inci 
yaşında 13’üncü Genel Kurulu’nu gerçekleştiriyor.

Ertugrul_Kazanci_ile_7.6.14

 

Genel Kurulda 2003-6 döneminde Genel Başkan
Sn. Av. Ertuğrul L. Kazancı ile.
O dönemde biz de
ADD Genel Başkan Yrd.- Vekili idik ve ADD şaha kalkmıştı..

İki gün (7 ve 8 Haziran 2014) sürecek olan Genel Kurul’un ilk gün toplantısı yapıldı.

Genel Kurul öncesinde üyeler Anıtkabir’de Ata’nın huzuruna çıktı.

Yeni Mahalle’deki Nazım Hikmet Kültür – Sanat Merkezi’nde yapılan kurultayda,
Soma maden şehitleri için de bir bölüm oluşturuldu. 


Genel Kurul’un açılış konuşmasını ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan yaptı. 

Çölaşan’ın konuşmasın ardından yönetim kurulu çalışma ve akçal (mali) raporları okundu; Genel Yazman Elif Çuhadar ve Genel Yazman Celal Akpınarlı..
Delegeler görüşlerini açıkladılar ve Genel Yönetim Kurulu’nun bu çalışmaları
Genel Kurulca aklandı. 


ADD Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ayhan Filazi, yönetime yeni bir liste oluşturarak aday olduklarını belirtti. Genel Başkan Bn. Çölaşan’ın 2. döneminde ADD’nin “Yeni ADD” yapılmaya çalışıldığını oysa gereksinimin “Yeniden ADD” olduğunu vurguladı. ADD’yi yeni dönemde de önemli görevler beklediğini söyledi.

Anladığımız kadarıyla 2 liste seçime giriyor..
Sayın Prof. Dr. Ayhan Filazi’nin ve Sayın Tansel Çölaşan’ın listesi..

İki gün sürecek Genel Kurul sonrasında 25 kişilik Genel Yönetim Kurulu ile
Denetleme ve Disiplin Kurulu üyeleri seçilecek. Tüzük gereği, seçilen kurulların
görev süresi 2 yıl.

  • Biz, bu sitede daha önce de yazdığımız gerekçelerle
    Sayın Prof. Dr. Ayhan Filazi’nin listesine destek vereceğiz.

Yarışmanın centilmence sürmesi dileğimizdir.
Kazanan ADD olmalıdır çünkü Ülkemizin gündemi çok yakıcıdır; yükümüz ağırdır.

Seçim sonrasında göreve gelel arkadaşlarımızla hepimiz dayanışma içinde olacağız.

Ama Türkiye’nin devşirilmiş bir “Yeni” ADD’ye gereksinimi yok!

Bu girişimi son derece tehlikeli ve yanlış buluyoruz.

ATATÜRK
‘ün anti-emperyalist tam bağımszızlıkçı laik Cumhuriyet Devrimi netlikle
ve kararlılıkla, ideolojik zeminde ve Kemalist ideoloji araçlarıyla savunulmalıdır.

Dileriz bu görüşte olan Sn. Prof. Filazi ve takımı seçimi kazansınlar..

Sn. Bn. Çölaşan ve takımı (ekibi anlamında arı Türkçe olarak kullanıyoruz)
bu son derece yanlış – tehlikeli ve kabulü olanaklı olmayan

“Light ADD”,
“evcilleştirilmiş ADD”,
– dilimiz varmıyor ama
“ehlileştirilmiş – zararsızlaştırılmış – Batı güdümüne sokulmuş ADD”

düşlerinden derhal vazgeçsinler.

ADD’nin nice şehitler vermiş özverili ve kararlı örgütü,
bu tür postmodern darbelere izin vermez, vermeyecektir.  

Hepimize kolay gelsin..

Sevgi ve saygı ile.
8 Haziran 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net