Etiket arşivi: Picasso

Levent Kırca’nın sevenlerine son iletisi..

Levent Kırca’nın sevenlerine son iletisi..

LEVENT_KIRCA'nin_OLUMU-1_12EKIM2015

“1974’te TRT ile girdim yaşamınıza. O günden bu yana baya bir zamanınızı aldım.
41 yıl… Yürekten teşekkür ederim, anılarınızda bana yer açtığınız için.

Yaşamımda sayısız ödül aldım. Renk renk, biçim biçim. Altından olup da bir şey ifade etmeyeni de var, tenekeden olup da paha biçilmezi de. Aldığım ilk birkaç ödülü çalışma masamın üstüne koydum. Çalışacak yer kalmayınca camlı bir dolaba koydum. Dolap isyan edince odamı onlara tahsis ettim. Evi istila ettiklerinde ise sokakta kaldım.

Arada bir onları ziyaret ettiğimde hiç dertleri olmadığını gördüm. Üzerlerindeki toza rağmen şikayet edeni yoktu. Hepsi yerini biliyordu. Birbirlerine saygılılardı. Hiç kavga etmediler. Birbirlerini yemediler. Bir arada mutlu mesut geçindiler. Altından da olsalar, tenekeden de olsalar, hepsi birer ödüldü. Hepsi eşitti.

İki kardeş bir çorap yüzünden kavga edebilirler. Ama komşunun çocuğu sorun çıkardığında
iki kardeş birlik olur. Ev sahibi ile kiracı arasında problem olduğunda, bina yıkılacaksa birlik olurlar. O öbürünün tepesinden halı sarkıttığında kavga eden komşular, mahalle maçlarında birlik olur. Hacısı, ateisti takımı gol attığında sarılır, ağlarlar. Düşman ülke sana savaş açtığında ülke birlik olur. Toprağım dediğin adamın her işine koşarsın. Memlekette yüzünü bile görmek istemediğin, başka şehirde canın, memleketlin olur. Toprak aynı toprak, biraz tozlu, biraz killi. Su aynı su, biraz berrak, biraz kireçli. İnsan olarak birbirimizi sahiplenmek, birleşebilmek için uzaylıların dünyayı istila etmesi mi gerekir?

Güzellikler paylaştıkça değerlenir, kötülükler çoğaldıkça kanıksanır.

Geçmişlerimiz ve benim kuşağımdaki insanlar için, eskiler her zaman daha güzel gelmiştir insana. Daha sağlıklı, daha diri, daha dertsiz gelmiştir. Daha adaletli, daha umutlu gelmiştir.

Eski zamanlar; “Ah o eski zamanlardır”

Bu mektubumu sizlere değerli bir film festivali vesilesiyle yazıyorum. O yüzden benim için
yeri çok ayrı olan bir yönetmenden alıntı yapmakta sakınca görmüyorum.

Woody Allen’ın Midnight in Paris filminde zaman atlamaları vardır. Film günümüzde başlar, basit ama fantastik bir yöntemle sürekli geçmişe gider. Filmde o geçmiş dönemler içinde
Ernest Hemingway, Dali, Picasso, T.S. Elliot, Edgar Dega, Luis Bunuel gibi önemi tartışılmaz insanlara rastlarız. Hepsi, hangi dönemde yaşıyor olurlarsa olsun, kendi geçmişlerinin her zaman daha iyi olduğunu ve ona özlem duyduklarını belirtirler. Hepsinin ağzından “Ahh, o eski zamanlar” cümlesini bir kez duyarız. Filmin ana önermesi ise sonunda en güzel ânın,
içinde bulunduğun, yaşadığın an olduğunu belirtir.

Yaşadığımız şu an..

Şu an.. Elinizden yaşam boyu onur ödülünü alıyorum. Ödül vermek onore etmektir.
Almaksa onore olmak. Düşünüp, cesaret edip, birşeyi yaşama geçirdiğinizde, birileri için değer görüyorsa, sizi ödüllendirirler. Bunun karşılığı maddi karşılığından büyüktür. O işiniz için
ödül alırsınız. Yaşam boyu onur ödülü ise, yaşamda yaptıklarınızın, varlığınızın ya da amacınızın topyekün ödüllendirilmesi gibidir. Bu ödülün anlamı benim için çok büyük.

Bu ödülü de eve götüreceğim. Ama öbür ödüllerin arasında baş köşeye koymayacağım.
Ödülsen ödüllüğünü bil. Öbürrleri neredeyse oraya, yanlarına koyacağım. O da onlarla birlikte tozlanacak. Onlardan biri olacak. Yaşam boyu onur ödülü de olsan, Cumhur’iyet altını da olsan, kimseye ayrı gayrı yapamam. Öbürleri tozlu raflarda dururken, sana saray şeklinde dolap yapmayacağım. Çünkü ödül de olsan, sana hak ettiğin anlamı veren içinde bulunduğu dolabın büyüklüğü ya da şekli değil, bizim sana verdiğimiz değerdir.

İster misin şimdi böyle dedim diye, bu ödül beni mahkemeye versin?

Güzel şeyler paylaşabildiysek sizinle, ne mutlu bana. Benim kuşağımda bir insan çabalarının meyvesini görememe durumuna mı üzülmeli, yoksa daha kötülerini yaşamayacak olduğu için teselli mi bulmalı, şu an bilemiyorum.

Yine Woody Allen, ”Bir yönetmenin en büyük hatası, bu kötü senaryoyu çekerek adam ederim demesidir.” der. Siz de yönetmensiniz. Ailenizi yöneten, işinizi yöneten.. Etrafınızı yöneten. ‘
‘Şu an”, yöneten. Birlik verip bu senaryoyu değiştirin ki, filminiz de iyi olsun.

Dik durun…
Adil olun,
Sabırlı olun, enerjinizin sirayet etmesine müsaade edin.
Daha iyi bir dünyada görüşmek ümidiyle.
Atatürk’le kalın,
Cumhuriyetle kalın,
Hoşçakalın!!”

================================

Güle güle büyük usta Levent KIRCA
Güle güle..

Bir kuyrukulu yıldız daha küçük ama fantastik gezegenimizi terk ederek
Evrenin sonsuzluğuna karıştı..

O’nunla “daha iyi bir dünyada buluşacağız”;
yani “DAHA İYİ BİR DÜNYA İNŞA EDECEĞİZ!”
Dik duracağız,
Adil olacağız,
Sabırlı olacağız; yani AYDIN ACULUĞU – SABIRSIZLIĞI – YILGINLIĞI GÖSTERMEYECEĞİZ..
Elbette BÜYÜK ATATÜRK ile kalacağız..
Elbette CUMHURİYET’i kutsal emanet bilip sonsuza dek yaşatacağız..

Usta; iletin (mesajın) alınmıştır, emrin olur..:
Işıklar içinde ol .. demeyeceğiz..

Sen kendin IŞIK – AYDINLANMA kaynağısın..

LEVENT_KIRCA'nin_OLUMU-2_12EKIM2015

Sevgi ve saygı ile.
12 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İSLAM POTASI İÇİNDE BİR POLİTİK KÜLTÜR ÇÖKÜNTÜSÜ İÇİNDEYİZ


Dostlar
,

Sn. Doğan Kuban‘ın bu çok değerli UYARI yazısını (pdf olarak da)
aşağıda sunuyoruz..

ISLAM_POTASI_ICINDE_BIR_POLITIK_KULTUR_COKUNTUSU_ICINDEYIZ

  • Türkiye elini çabuk tutarak,
    bu AKP gericiliği cenderesinden kurtulmak zorunda..

Sevgi ve saygı ile.
07.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

İSLAM POTASI İÇİNDE BİR POLİTİK KÜLTÜR ÇÖKÜNTÜSÜ İÇİNDEYİZ

Çağdaş Bilgi Yokolmaz, Fakat Öğretim Çökebilir 

  • Türkiye’de bilgi ve yeteneklerle ilgisi olmayan bir politik yazın ortamı var. Çerçevesini politik kavgalar ve cehalet saptıyor. Gelişmiş ülkelerde entelektüel söylem politik söylemi etkileyebilir. Türkiye’de bu olası değil. Politikacılara Heidegger ya da Wittgenstein’la, ya da varoluşçulukla başlayan bir söylem dinletemezsiniz. Böyle bir entelektüel hazırlıkları yok. Türkiye’de her düşünceyi, halkın ortak politik kültürü sınırlıyor ve yönlendiriyor.
    İslam potası içinde bir politik kültür çöküntüsü içindeyiz

DOĞAN KUBAN

portresi

Eşsiz bir tarihi, enerjisi, kentleşme iradesi ve istekleriyle
Türk toplumunun dünyanın entelektüel paryası olmayacak
bir kimliğe sahip olduğuna inanmak gerek

Bu gün eğitimin içinde bulunduğu kırılgan durum, Yirminci Yüzyıl uygarlığına Cumhuriyet ile açılan Türkiye’nin 1980’den sonra geçirdiği kültür şoklarının sonucudur. Çağdaşlaşmamızı engelleyen temel olgu yirminci yüzyıl kültürünün dünyayı içine yerleştirdiği entelektüel yapının dışında kalmaktır. Bugün bu izolasyonun aracı olarak ilk ve orta öğretim programlarını gelişmiş dünya standartlarından ayıran içeriksel zorlamalar var. Üniversite öğretiminin kalitesi zayıf olsa bile, dünya ile ilişkisini kesmek olası değildir. Fakat kalitesinin düştüğünü görmek için aptal olmamak yeterli. Örneğin Türkiye’de akademik tıp Alman Hocalar sayesinde çok ileriydi.

Sonra Hacettepe büyük bir atılım yaptı. Bugün de kenarda köşede kişisel çabalar var. Fakat genel tıp eğitiminin halini ünlü hocalara sorun. Aynı şeyleri başka alanlarda da dinleyebilirsiniz. Bu bağlamda uluslararası istatistikler de aydınlatıcıdır.
Fakat bu konuda hemen umutsuzluğa düşmek gereksiz.

Bugün insanları, bütün dünya ile ozmoz içinde olan uluslararası iletişim ve
fiziksel çevre eğitiyor.

Kimse okula hapis değil. Kaldı ki Türk toplumu 1980’den sonra geleceğe dönük pek çok düşünce üretmiş, milyonlarca genç yetiştirmiştir. Endişe 1980’e kadar Türkiye’nin eriştiği hızı yavaşlatmanın, bugün zorluklar içinde yaşayan bir dünyada, ülkeye
çok ağıra mal olmasıdır.

Tarih binlerce yıllık birikimlere sahip bir hazine olsa bile, bundan yüz yıl önce dünya nüfusunun çoğunluğu ortaçağdaki insanlar gibi yaşıyordu. Çocukluğumda ve gençliğimde elektrik, su, yol ve telefonu tanımamış, kağnıdan başka aracı olmayan
bir Anadolu’yu biliyorum. Bu geçmişi ve bu güne ulaşmanın aşamalarını doğru dürüst anlatmadan, cahil halka sadece bugünden ve 1500 yıl öncesinden söz edersek,
bu toplumsal bir zoraki bunama olur.

Sadece kendi geçmişini içeren bir öğretim programı toplumu dünyadan koparır.
Gerçi bu günkü iletişim dünyasında bu tam olarak gerçekleşemez. Fakat kısıtlı öğretim programları toplumu çağdaş dünyadan uzaklaştıracak, yani geride bırakacaktır. Bugünkü ilk ve orta öğretim programı bu nitelikte. Google’da kolayca bulunan dünya öğretim programlarıyla bizimkini bir karşılaştırmak durumu anlamağa yeter.

Tanzimat’ta Ali Paşa yeni açılan idadilere dünya tarihi yazacak bir Osmanlı bulamadığı için Fransızcadan bir çeviri yaptırmıştı. Osmanlı eğitimciler bunu Kitab-ı Enbiya’ya uymadığı için kabul etmemişlerdi. Sadece Harbiye’de dünya tarihi askerlere öğretildi. Vatanı kurtaranlar da ordudan çıktı.

BİLGİ ORTAKLIĞINDAN VAZGEÇEMEYİZ

Dünya ile bilgi ortaklığından vazgeçmek olası değildir. Çünkü bu her alandaki ortaklığın temel koşuludur. Müslüman toplumlar, dünyayı sallayan şeyin top tüfek noksanı değil, yeni düşünceler olduğunu hâlâ anlamadılar.

Modernizm, Yirminci Yüzyılda gelişmenin adıdır. 1. Dünya Savaşı’ndan önce ortaya çıktı, iki savaş arasında gelişti. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra akıl almaz bir teknolojik patlama ile geçmişin dünyasını sonlandırdı.

Cumhuriyetin ilk kuşakları Avrupa ne yaptıysa öğrenmeye çalıştılar. Bu bağlamda örgütlenme ve çaba, bütün olumsuz politik gelişmelere karşın, 1980’e kadar sürdü. Bugün Türkiye’de bilgi ve kültür adına ne varsa 1923 ile 1980 arasında
Türk halkının ürettikleridir. Bugünkü Türkiye’yi o yarım yüzyıl yarattı.

Fakat benim yaşadığım dünya çok hızlı değişti. 1990’dan sonra yetişen genç kuşaklar sadece yeni dünyayı biliyorlar. Ahşap evli bir İstanbul, elektriksiz bir köy, yolsuz, otomobilsiz ve telefonsuz bir Türkiye’yi hiç görmediler. Onlara daha çok Kuran okutsak ve başlarını örtsek de tutucu olamayacaklar. Babalarından çok daha fazla internet kullanacak, televizyon izleyecek ve telefonsuz yapamayacaklar. Onlar da çevreleri kadar hızlı değişiyor. Yakın geleceği onlar biçimlendirecek.

Türkiye’nin sorunu, gelişmiş ülkelere göre nerede olması gerektiğini saptamasıdır.
Bu statüyü toplumun bu bağlamdaki bilgi ve bilinci saptayacak. İthal ettiğimiz tüketim eşyalarını yarım yamalak kullanmanın dışında, yirminci yüzyılın entelektüel gelişmesine katılmadığımızı unutmayalım. ‘Marx’ı, Freud’u, Einstein’ı biliyoruz. Sartre’ı Heidegger’i, Wittgenstein’ı da işittik, bizde de Picasso gibi
ressam var’ demek, kendimizi aldatmak ve alay konusu olmaktır.

CUMHURİYET’E KARŞI İÇERİKSİZ AŞAĞILAMA

Sevgili Okuyucular,

Aşağıdaki 20 yüzyıl modernizm sorunlarını Cumhuriyet tarihi bağlamında irdeleyin.
Ve 1923’den 1980’e dek nereye geldiğimizi, sonra işlerin nerede sarpa sardığını saptamağa çalışın.

Modernizm bir historisizm çağı değildir.

Bizim ulusun tarih bilincini oluşturmak için yaptığımız çaba da bir historisizm değildi. Fakat amacına ulaşabildi mi?

Bugün halk katında uydurma bir Osmanlı hikayeciliği ve Cumhuriyeti kuran bir çağa karşı geliştirilen içeriksiz aşağılama, benim kuşağımın hayal edemeyeceği düzeyde ve bilim dışıdır.

Modernizm çok parçalı, uyumsuz bir dünya imgesi yarattı.

O çağdan sonra edebiyat, sanat ve felsefe parçalanmış bir dünya yansıtırlar.
Bir bütünün parçaları olamayan olgular, nesneler, sanat yapıtları hatta felsefi düşünceler neredeyse kişisel röportaj niteliği kazanmıştır. Referansları evrensel bir bütünden değil, kendilerinden kaynaklanır. Soyut sanat, fenomenoloji, İngiliz analitik felsefesi, pragmatizm okulları bu tavırların ifadesidir. 19. yüzyıl idealizminin yerini almıştır. Hegel yerine Heidegger ya da Wittgenstein. Bizde de bu akımların izleyicileri var. Fakat Türk toplumu için bütün bu düşünce ve arteifakt’lar bir ucube niteliği taşıyor.

20. Yüzyıl, bilim alanında da 19. Yüzyıl’ın genellemeciliği yerini mikro boyutlarda araştırmaya bırakmış, fizik ve biyoloji bu alanlarda gelişmiştir. Pek çok Türk bilim adamı bu alanlarda çalışıyor. Fakat toplumun bu gelişmelerden haberi yok.

Bir bütünsellik arayışından uzaklaşan dünyada gelişen teknoloji ve üretimi bir düzen içinde tutma gerekliliği, fonksiyonalizmi (işlevselcilik) bir temel disiplin olarak benimsetti. Fonksiyonalizm mimaride ve planlamada, sosyolojide, antropolojide, davranış bilimlerinde düşünce ve tasarımları yönlendirmiştir. Bu dönemde Freud’la başlayan psikanaliz giderek seks konusunda büyük bir açılım getirmiş, feminizm ve kadın hakları da bu kuramlardan yararlanmışlardır. Türkiye’de de Freud’u bilen çok. Ama bu düşüncelerin gelişmesinin seks konusunda getirdiği büyük açılımı
Türk politikacılarının anladığını söylemek olanaksız.

Kadının statüsü Atatürk’ten bu yana değişmedi.

Sanayi üretiminin çeşitliliği ve iletişim teknolojisi, bütün etik ve estetik değerleri yerinden oynatmıştır. Bu da işlevselciliğin de beslediği bir görecelilik kavramını
ortaya çıkarmıştır. Mutlak gerçekler, ideolojiler bu çağın ağırlık verdiği davranışlar değil. Türkiye üniversitelerinde bunlardan haberi olanlar kuşkusuz var.
Fakat toplum ve onu yönetenler bu bağlamda da henüz aydınlanmadı.

Bunalmış bir dünyada yaşıyoruz. Yüzyıl öncesinin modernizmini bile öğrenememiş
bir toplumda ilkel öğretim çalkantıları, 20. yüzyıl başına dönmek anlamına gelir.
Dünya ile aramız açılır.
Türkiye’deki gelişmeleri yaşamayan İslam ülkelerinin acıklı hali gözümüzün önünde.

  • Fakat eşsiz bir tarihi, enerjisi, kentleşme iradesi ve istekleriyle
    Türk toplumunun dünyanın entelektüel paryası olmayacak
    bir kimliğe sahip olduğuna inanmak gerek..

Cumhuriyet Bilim Teknik 04.10.2013

Yaş 87 … EN GÜZEL ANLAR …

Dostlar,

İnternete düşen bir ileti aşağıda..

İsrail’in 87 yaşındaki Devlet Başkanı Şimon Peres ve entellektüel başarımı (performansı)..

Douşta beklenen ve gerçekleşen ortalama yaşam süresi giderek uzuyor.

Günümüzden 16 yıl önce, henüz 42 yaşında iken Datça’da bir beyle yürüyüş yapıyorduk. Billurkent’ten Datça’ya 13,5 km yürüyecektik.

Ben çok rahattım. Arkadaşım benden 23 yaş daha büyüktü, 65 yaşında idi.

Yolda Servet bey viteslerini büyüteceğini söyledi.. Ben de tasasız elbette.. diyordum.

Vited 3,5 olmuştu ve Seervet beye yetişmekte çok zorlanıyordum. En üst vites 4 idi ve onu da yiğitliğe toz kondurmadan kabul ettim.

Fakat yetişmek ne olanaklı? Servet bey aldı başını gidiyor..

Tüm çabama karşın ara açılıyor, ancak koşarak kapatıyoruım, gene açılıyor..

Böylelikle zorlukla, Datça PTT’ye “at başı” girebildik.

O gece ve izleyen günlerde tüm bacak ve karın kaslarım hamlamıştı ve zorlukla yürüyordum.

Servet bey 40-45 yıldır her gün düzenli olarak 45 dk. – 1 saat yürüyor ve yüzüyordu.

Sonuç ortada idi.. Bu Eylül’de yürüyüş yapamadık, Servet bey İstanbul’da idi.
Ama gelecek yıl yapacağız uzun yürüyüşlerimizi.

Bir de, Tanrı nazardan saklasın, 1921 doğumlu Dr. Ali Nejat Ölçen beyefendi var örnek mi örnek.

Cumhuriyetimizin 2 yaş büyük abisi!

İTÜ mezunu mühendis, politikacı, ekonomi doktorası var.

TÜRKİYE SORUNLARI başlıklı dergi çıkarıyor 2 ay ara ile. Yıllardır..

Editör kendisi. Ücretsiz postalıyor (gönüllü katkıya açık..)

Yazıları topluyor, düzeltiyor, yazarlara br kez daha sunuyor, “tamam” ı alıp basıyor. Kendisi de yazıyor epey.

Devam edelim mi ??

web sitesi var ! www.olcen.net!

İnternette tartışmalara katılıyor.. Kaynak göstererek, bilimsel tutumla.

Tümceleri devrik olabiliyor, edebi olabilior, uzun ama hatasız olabiliyor..

Muazzez İlmiye Çığ daha da heyecan veren bir örnek.. 98 yaşında ve TV’de kahkahalar atarak ve attırarak esprilerle canlı program yapıyor..

TGB (Türkiye Gençlik Birliği) ile sokak yürüyüşüne katılıyor..

Geçen ay Başbakan RT Erdoğan’a açık mektup yazdı!

Uzun ömür byle onurlu, üretken olmalı.

Koruyucu toplum sağlığı hizmetleri kişisel koruyucu sağlık davranışları ile birleştirilebilirse, bu tür örnekleri daha çok görebileeğiz..

Elbet uzun-kısa; sağlıklı yaşam onurlu olsun, üretken olsun.. sevgi ile dolu olsun..

Ve de her gün, birkaç vatan evladını 20’li yaşlarında emperyalist bölücü teröre kurban veren bir ülkede yaşadığımız yakıcı gerçeği ile kuşatılmış olarak..

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 28.9.12

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================================

trong>Yaş 87 … EN GUZEL ANLAR …

Aşağıdaki görüş, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres‘e ait.

87 yaşında ve görevinin başında. Dergiye verdiği röportajda bakın neler söylüyor:

-“Yaşımın 87 olması benim için kesinlikle bir sorun değil. Hiç kimseyi yaşıyla yargılayamazsınız.
Yaşlı insanlar genç davranabilir, genç insanlar da eski kafalı olabilir.

Bence bir kişiyi, kimliğindeki doğum tarihine bakarak değerlendiremezsiniz.
İnsan için önemli olan vizyonu ve enerjisidir. İnsanı bunlarla değerlendirebiliriz.”

Şimon Peres‘le ilgili bu röportaj beni çok etkiledi.

Geçmişte 80-90 yaşındaki kişilerin neler yaptığını araştırdım.

Picasso, 90’nda nefis eserler veriyordu.
Goethe, Dr. Faust’u 80’unden sonra kaleme aldı.
Verdi, Otello’yu 73 yaşında, Falstaff’ı 80 yaşında bitirdi.
Mikelanj, 80’li yaşlarında hala yaratıyordu.
– İngiliz düşünürü Thomas Hobbes, 90’nını geçtikten sonra bile yazdı.

Peki bedeni ve aklı dik ve dinç tutmanın gizleri (sırları) neler?

Yaşamdan kopmamak.
– Öğrenmeyi sürdürmek.
– Her yaşta hedefli olmak.

Bu konuda ABD’li ünlü komedyon George Corlin’in ilginç önerileri var:

1. Zorunlu olmayan sayıları çöpe atın. Yaş, kilo, boy…
2. Sadece neşeli arkadaşlarınız olsun. Suratsız, NEGATİF insanlara yaklaşmayın
3. Öğrenmeyi sürdürün. El işleri, bilgisayar, bahçecilik. Beyniniz atıl kalmasın.
Atıl kafa iblisin tezgahıdır. İblisin adı da, Alzheimer‘dir.
4. Küçük şeylerden zevk almaya bakın.
5. Sık sık, uzun uzun ve var gücünüzle gülün.
6. Gözyaşları olacaktır. Katlanın, yas tutun, başka yaşantılara geçin.
7. Çevrenizi sevdiklerinizle doldurun. Aileniz, kedi, köpek, kuş, balık, müzik,
bitkiler… Ne olursa. Eviniz, sığınağınız olsun! Tadını çıkarın!…
8. Sağlığınızın kıymetini bilin. İyiyse, üstüne titreyin. Bozuksa, düzeltin.
Siz kendiniz düzeltemiyorsanız, yardım isteyin.
9. Vicdan azabından uzak durun. Çarşı pazarda gezin, ülkenizi ve yabancı ülkeleri
dolaşın. Ama sakın suçluluk ve pişmanlık duygusuna kapılmayın.
10.Sevdiğiniz insanlara, onları sevdiğinizi söyleyin. Her fırsatta sevdiğinizi
hissettirin.
11.Hiç unutmayın ki yaşam, aldığınız soluklarla değil, soluk kesen anlarla ölçülür.