Kitap, Türkiye’nin haklar ve özgürlükler alanındaki referans hukukçusu Rıza Türmen’in, 2014’ten bu yana düzenli olarak yazdığı ve “Barış”, “Demokrasi”, “Ütopya”, “Seçim” ve “İnsan Hakları ve AİHM Yazıları” temaları altında toplanan yazılardan oluşuyor. Her bir bölüm Türmen’in hukuk ve diplomasi uzmanlıklarıyla derinleşiyor.
Yazılar tek tek ele alındıklarında ise Hannah Arendt’ten Henri Lefebvre’a uzanan referans yelpazesiyle ve müzikten sinemaya, kent haklarından dünyadaki barış girişimlerine yayılan bir konu çeşitliliğine sahip.
Türmen’in kitabı; ülkenin siyasal açıdan köklü bir dönüşüm geçirdiği, özgürlük alanlarının yukarıdan aşağıya müdahalelerle yeniden tanımlandığı, ileriye gitme olanaklarının ise görmezden gelindiği ya da bastırıldığı bu dönemin bu siyasal ve hukuksal eleştirisi, gerçeğin üzerindeki örtüyü kaldırma çabasına önemli bir katkı sağlıyor. Kitabın temayı yetkin biçemde bütünleyen kapak çizimi ise Selçuk Demirel’e ait.
“Çöken sınıfların akşamları yükselmekte olanların sabahıyla ölçülür”.
Antonio Gramsci
DEMOKRASİ MÜCADELESİNE ARENDT IŞIĞI!’
– Kitabınızda “Barış”, “Demokrasi”, “Ütopya”, “Seçim” ve “İnsan Hakları ve AİHM Yazıları” temaları altında toplanan yazılarınızda özellikle 20’inci yüzyılın önde gelen düşünürlerinden Hannah Arendt’e sıkça gönderme yapıyorsunuz. Arendt’i açmanızı rica ederek başlayalım…
Arendt’in 1930’ların otoriter-totaliter rejimlerine ilişkin görüşlerinin, vardığı sonuçların günümüzdeki otoriter rejimler bakımından da geçerli olduğu görüldü. Zaten Arendt de yazılarında totaliter rejimler sona erse bile, siyasal, toplumsal, ekonomik sorunlara insan onuruna uygun çözümler üretilemediği yerlerde totaliter çözümler getirilmesi eğilimlerinin ortaya çıkacağını belirtmiş.
Arendt’in yazıları, insan hakları ve demokrasi bakımından en karanlık dönemlerde bile bir umut ışığı. Arendt, düşünce ile eylemi birleştirir. Hak sahibi olmanın herkesin eşit olarak hak talebinde bulunabileceği bir dünya yaratmak anlamına geldiğini söyler. Totaliter-otoriter rejimlerde yaşayanların sorumluluklarına dikkati çeker. Mücadele ruhunu ayakta tutar.
Günümüz Türkiye’sinin koşullarında bir demokrasi mücadelesi verilmesi moral bir sorumluluk. Arendt’in düşünceleri, böyle mücadeleye ışık tutması bakımından önem taşıyor.
‘OTORİTER İKTİDAR ÇÜRÜYOR!
– Karanlık bir dönemden geçtiğimizi vurguladığınız günümüzde umutla “gerçekçi” mesafeniz nedir?
Karanlık bir dönemden geçtiğimiz doğru. Kitapta, bu karanlığı anlatan birçok yazıyı bulabilirsiniz. Ama umutsuzluğa kapılmak için bir neden yok. Tersine umutlanmak için pek çok neden var. Bir kere devleti yöneten bu baskıcı, otoriter iktidar, bütün otoriter yönetimler gibi kendi çürüme tohumlarını içinde taşıyor. Her geçen gün iktidarın aşağı doğru gidişini görüyoruz. Bununla birlikte baskı da artıyor. İktidarda kalmanın, muhalifleri sindirmeye, karşı bloku bölmeye bağlı olduğu düşünülüyor.
Öte yandan, iktidarın sahip olduğu destek giderek azalıyor.
- Yoksulluk, işsizlik arttıkça iktidarın tabanı daralıyor.
Ama bütün bunlara determinist bir açıdan yaklaşıp “nasıl olsa kendi kendine çöküyor. Bir şey yapmaya gerek yok.” deyip seyretmek yanlış bir tutum.
Kitapta bir yandan bu koşullar altında etkili bir demokrasi mücadelesi nasıl verilir, bunun arayışı var, öbür yandan AKP iktidarı sonrasında yeni bir demokrasi inşasına ilişkin görüşleri içeren yazılar var.
Gramsci’nin dediği gibi, “çöken sınıfların akşamları yükselmekte olanların sabahıyla ölçülür”.
‘YEREL SEÇİMLER İÇİN BİR ÖNERİM VAR’
– Yazılarınızda da otaya koyduğunuz üzere seçim, seçmek, seçilmek içi giderek boşaltılan kavramlara dönüştü / dönüşüyor öte yandan.
Seçim sadece oy verme sürecini değil, kampanya sürecini de kapsar. Özgür bir seçim için her şeyden önce özgür bir basın gerekir. Türkiye’de basın özgürlüğünden söz etmek olanağı yok.
Bunun yanında, kampanya sırasında muhalif partilere yapılan saldırılar, yazılı ve görsel basında iktidara ve muhalefete ayrılan zamanın eşitsizliği, devlet olanaklarının iktidar partisi için kullanılması ve YSK’nın oy işlemleri, seçimin yenilenmesine ilişkin olarak verdiği tarafsızlıkla bağdaşmayan kararlar, Türkiye’deki seçimlerin eşit, serbest ve adil olduğu sonucuna varmayı güçleştiriyor.
Bunun yanında Cumhurbaşkanı adayı bir parti başkanının cezaevinden kampanya yürütmek zorunda kalması, AİHM kararında da belirtildiği gibi seçme ve seçilme hakkıyla bağdaştırmak güç.
Kitapta yerel seçimler için bir öneri var. Bazı il ve ilçelerde, adayların halk tarafından bu amaçla düzenlenecek forumlarda belirlenmesi öneriliyor.
Böylece, siyasal partilerin adayları yanında halkın adayları da yarışa katılma olanağı bulurlar. Seçilirlerse, katılımcı demokrasi açısından büyük bir başarı olur. Yeni bir demokrasinin kapılarını açar.
AMİRALLER BİLDİRİSİ
- Demokrasinin temel taşı ifade özgürlüğüdür.
İnsanlar düşündüklerini, şiddete teşvik olmamak koşuluyla, serbestçe, korkmadan söyleyebilmeli ya da yazabilmelidir. Türkiye’de ifade özgürlüğünün giderek daha fazla baskı altına alındığını görüyoruz.
- AİHM istatistiklerine göre, Türkiye Avrupa Konseyi üyesi 47 devlet arasında ifade özgürlüğünü en fazla ihlal eden ülkedir.
Bunun en son örneğini, amiraller bildirisinde görüyoruz. Bu bir ifade özgürlüğü sorunudur. Üslup yanlışmış, gece yarısı yayınlanmış, Türkiye’de geçmişte askeri darbeler olmuş, kolektif bir davranışmış bunların hiçbiri emekli asker dolayısıyla sivil birey olan bu kişilerin ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasını haklı göstermez. AİHM’in Handyside / İngiltere kararında belirttiği gibi,
- İfade özgürlüğü” sadece zararsız ve lehte olan görüşleri değil, aynı zamanda devleti ve toplumun bir bölümünü rahatsız eden, inciten, şok eden görüşleri de kapsar.
Demokratik bir toplumu meydana getiren çoğulculuğun, açık fikirliliğin, hoşgörünün gereği budur.”
Bir darbe girişimi olarak yorumlanması olanaksız olan bu bildiriyi yazanlarla ilgili soruşturma, bu kişilerin ifade özgürlüğüne yapılan haksız bir müdahaledir. İfade özgürlüğünün açık bir ihlalidir.
‘TOPLUMDA DAHA İYİYE YÖNELİK BİR ENERJİ VAR’
– Kitabınızdaki özellikle geleceğe yönelik yazılarınızdan hareketle Türkiye’nin potansiyeline ilişkin vargılarınız? Bir aydınlık var ki yok edilemiyor…
Türkiye dinamik bir toplum. Toplumda daha iyiyi, daha güzeli gerçekleştirmeye, daha özgür, daha iyi yaşam koşullarına kavuşmaya yönelik bir enerji var. Demokratik kanallar açık tutulursa, bu potansiyel büyük bir itici güce dönüşebilir. Oysa, AKP iktidarında halk siyaset dışı bırakıldı. Seçimden seçime anımsanan bir oy deposu ya da iktidarın icraatlarının edilgen bir alıcısı olarak görüldü. Buna karşılık muhalefet de halkı siyasetin seyircisi değil, oyuncusu yapacak bir seçenek geliştiremedi. Kitaptaki ütopya yazıları, demokratik kanalları açacak halkı siyasetin öznesi yapacak öneriler içeriyor.
‘GÜNÜMÜZDE DEMOKRASİ VE SOSYALİZM BİR BÜTÜN!’
– Yeni çağ, neoliberalizmin tarumar ettiği demokrasinin aleyhine işledi / işliyor. Değişim kaçınılmaz kuşkusuz fakat gitgide yaşanılanlar değişim değil dönüşüm! Lehe değil aleyhe! İnsana yönelik değil robotik!
Siyasi, sosyal ve bunu bu çağda özellikle biçimleyen teknoloji alanlarındaki her kaçınılmaz değişim, demokrasi kavramına adeta saldırıyor!
21. yüzyılda, içinde bulunduğumuz dönemde, sizce demokrasi ve sosyalizmin anlamı nedir?
Demokrasi ile sosyalizm el ele yürürler. Günümüzün koşullarında demokrasi ile sosyalizm birbirini tamamlayan bir bütünün parçalarını dönüşmüştür.
Günümüzdeki eşitsizlikleri, adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için getirilen çözümler 19’uncu yüzyıldakinden farklıdır.
Örneğin, 19’uncu yüzyıldaki üretimin kamusallaştırılması görüşü, sermayenin sınır tanımadığı günümüzde çözüm olamaz. Demokrasinin, ekonomik altyapıya bağlı bir üstyapı olduğu görüşü de günümüz için geçerli değildir.
Günümüzün değişen koşulları karşısında solun görevi, liberal demokratik ideolojiyi terk etmek değil, tersine liberal demokrasiyi benimseyerek onu katılımcı, çoğulcu bir yapıya dönüştürmek, başka bir deyişle demokrasiyi demokratikleştirmektir.
Bu amaçla solun yapması gereken, baskıya, tahakküme karşı mücadele veren bütün grupları birleştirici bir rol oynamak, bütün bu mücadeleleri bir siyasal proje çevresinde birleştirmek, tahakkümsüz, özgürlük ve eşitliğe dayanan yeni bir toplum inşa etmek olmalı.
‘DEMOKRASİ KONFERANSI’NA HERKES KATILMALI!’
Özgürlük talepleriyle aş, ekmek talepleri birbirini tamamlayan bir bütün oluşturur. Biri olmazsa, öbürü de olmaz. Bütün hak talepleri eş değerdedir. Hiçbiri daha az ya da daha çok önemli değildir.
O nedenle, hak talebinde bulunan kişi ya da gruplar, başka hak taleplerine karşı kayıtsız kalamazlar. Kendi talepleriyle başka talepler arasındaki ilişkiyi görmezden gelemezler.
Ancak talep grupları aynı tehditle karşı karşıya olmalarına ve aynı amaçla aynı mücadeleyi vermelerine karşın aralarında eşgüdüm bir yana bir diyalog bile bulunmamakta.
- Böylesine parçalanmış, bölük pörçük yürütülen mücadele etkisiz kalmakta, tek adam yönetiminin giderek artan baskılarına karşı cılız itiraz sesleri bir sonuç vermemekte.
Bu eksikliği gidermek ve hak talebinde bulunan bütün sivil toplum örgütleri arasında bağlantı kurarak bunları siyasal bir proje çerçevesine oturtmak amacıyla bir “Demokrasi Konferansı”nın toplanmasına karar verildi. Konferansın hazırlık çalışmaları yapılıyor. Konferansa demokrasi ve hak talepleri bulunan bütün örgütler, siyasal ideolojileri, dünya görüşleri ne olursa olsun katılmalı. Bu konferans Türkiye’de ezilenlerin sesinin duyulacağı yeni bir aşama. Konferans amaçlarına ulaşırsa, demokrasi mücadelesinde yeni bir başlangıç olacak.
BUGÜN YARGIÇ OLSAYDIM…
– AİHM’de bugün yargıç olsanız, Türkiye’ye ilişkin vereceğiniz ilk karar/kararlar neler olurdu?
AİHM’de bugün yargıç olsaydım, iki konu üzerinde dururdum:
1. AİHM’in, KHK mağdurlarının davalarına bakmayı reddetmesi ne kadar doğrudur? Uygulamanın ışığında, İnceleme Komisyonu’nun etkili bir iç yargı yolu olduğu söylenebilir mi? Kanımca buna verilecek yanıt olumsuzdur.
2. Özellikle AYM’ye yapılan son atama ve Osman Kavala başvurusunda verdiği kararın gerekçesi ışığında, AYM’nin hala etkili bir iç yargı yolu olduğu söylenebilir mi? AİHM’in bu konuyu yeniden incelemesi gerekmez mi?
Türkiye’de Demokrasi Arayışı / Rıza Türmen / Doğan Kitap / 328 s. / 2021.