Etiket arşivi: Mustafa Kemal

Çağdaş, laik ve bağımsız Türk devletinin ilk adımı

Alev CoşkunAlev Coşkun
19 Mayıs 2022, Cumhuriyet
19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, 19 gün sonra geriye çağrıldı!

Atatürk’ün “doğum günüm” dediği 19 Mayıs 1919, emperyalizme karşı bağımsızlık savaşının başlangıcı, çağdaş Cumhuriyete giden yolun da ilk adımıdır.

Atatürk 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a çıktığı zaman, kendisine verilen görev Karadeniz Bölgesi’ndeki asayiş ve düzeni sağlamaktı.

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın üzerinden yedi ay geçmişti. İstanbul’da işgal kuvvetleri askerleri her yanı denetim altına almış; Toros tünelleri, Adana, Urfa, Maraş, Konya, Antalya, Bodrum, Fethiye ve Batı Trakya işgal edilmişti. 15 Mayıs 1919’da Yunan işgal kuvvetleri İzmir’e çıkmış ve Batı Anadolu adım adım işgal ediliyordu.

Atatürk, Nutuk’ta durumu şöyle anlatıyor:

  • “İşgaller sürüyor, ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmaya devam ediyor…”

Henüz halkta bir hareket, bir direniş ve karşı çıkış yoktu. Halk, durağandı…

Koskoca Almanya yenilmişken biz ne yapabiliriz, İngiltere ve Fransa’ya karşı çıkılmaz” düşüncesi genel kabul görüyordu. Genel olarak üç kurtuluş çaresi öne sürülüyordu.

Birincisi, İngiliz himayesi istemek; ikincisi, Amerikan mandası istemek; üçüncüsü bölgesel kurtuluş çareleri aramak.

YENİ BİR DEVLET

Atatürk diyor ki “Bu kararların hiçbirisini doğru bulmadım. Dayandıkları mantık temelsizdi. Aslında Osmanlı Devleti çökmüştü. Ömrünü tamamlamıştı… Yapılacak en doğru iş milli egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmaktı.”

Atatürk, yeni bir Türk devleti kurma kararına daha önce vardığını da şöyle açıklıyor:

“Daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz… Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar bu olmuştur.” (Nutuk, s. 9)

‘YA İSTİKLAL YA ÖLÜM’

Atatürk, bu kararın dayandığı mantık noktalarını da şöyle belirtiyor:

Türk milletinin onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Öyle ise ya istiklal (bağımsızlık) ya ölüm. (Nutuk, s. 10)

Atatürk, bu kararın uygulamasını aşamalara ayırmak, basamak basamak ilerleyerek hedefe ulaşmak gerektiğini belirtiyor.

İLK HAREKET

Anadolu’ya ayak basalı henüz dokuz gün olmuştu. Samsun’da beş gün kalan Atatürk, Havza’ya geçti. Orada önemli kararlar aldı. 28 Mayıs 1919’da Havza’dan Anadolu’daki kolordu komutanlarına, valilere ve mutasarrıflıklara bir bildiri gönderdi.

Atatürk, Anadolu’da işgallere karşı mitingler, toplantılar yapılmasını, Anadolu’dan İstanbul Hükümeti’ne ve İstanbul’daki yabancı işgal güçleri temsilcilerine protesto telgrafları gönderilmesini ve her bölgede “milli teşkilatlar” kurulmasını istedi.

HARBİYE BAKANLIĞI MİTİNGLERİN DURDURULMASINI İSTİYOR

Anadolu’da hareket başladı, her yanda çoban ateşleri gibi mitingler yapılıyor, İstanbul’a işgalleri kınayan protesto telgrafları çekiliyordu.

Harbiye Bakanlığı, Mustafa Kemal’e mitinglerin durdurulması emrini verdi.

Mustafa Kemal’in Harbiye Bakanlığı’na 3 Haziran 1919’da verdiği yanıt, dik duruşu ve temel ideolojiyi gösterir.

MİLLETİN SİNESİNDEN FIŞKIRAN ÜZÜNTÜLER

Atatürk verdiği yanıtta:

  • Vatanın bağımsızlığı ve milli varlık yok ediliyorİzmir işgal ediliyor… Bunlar milletin heyecan ve üzüntüsünün sonucu olan milli gösterilerdir. Bu milli gösterileri engellemek ve durdurmak için kendimde ve kimsede kudret ve cesaret göremeyeceğim gibi, bu yüzden ortaya çıkacak olaylar karşısında sorumluluk kabul edebilecek ne kumandan ne mülkiye amiri ne de hükümet düşünürüm.” diyordu. (Nutuk, s. 36)

ENGELLEYEMEM

Mustafa Kemal, açıkça Harbiye Bakanlığı’na işgallere karşı halkın gösterdiği milli tepkilerin engellenemeyeceğini bildirerek tavır alıyordu. Atatürk, bu telgrafı ile tarihe not düşüyordu. Bundan sonrası çok hızlı gelişti.

SİLAHLARA EL KONULMASI

Anadolu’yu işgal etmek isteyen emperyalist devletler, Ordu ve halkın elinde bulunan silahlara el konulmasını istemişlerdi. Mondros Ateşkes Antlaşması’na bu konuda bir madde konulmuştu. Anadolu’da silahların süngü kolları toplanıyor ve imha edilmek (yok edilmek) üzere İstanbul’a gönderiliyordu. Mustafa Kemal, Doğu bölgesinden Samsun yoluyla İstanbul’a gönderilen 30 bin silah sürgü kolu, 198 makineli tüfek ve 26 top kamasına el koydu.

Harbiye Bakanlığı, 31 Mayıs 1919’da hemen şu soruyu sordu: “Diyarbakır’dan Samsun yoluyla İstanbul’a gönderilmekte olan 31 bin 333 sürgü kolu, 198 makineli tüfek ve 26 top kamasına ne oldu?

Atatürk, Bakanlığa verdiği yanıtta, “Silahları taşıyan ekibi yorgun buldum. Bir süre dinlenecekler, sonra Samsun yoluyla İstanbul’a göndereceğim” diye yanıt verdi. Mustafa Kemal zaman kazanmak istiyordu, ayrıca Havza’daki askeri depoda bulunan silahları da halka dağıttı.

BARDAĞI TAŞIRAN DAMLA

Anadolu’ya geçeli 10 gün olan Atatürk’ün hareketleri, Anadolu’da bulunan İngiliz Gizli Servis elemanları tarafından izleniyordu. Anadolu’da başlatılan mitingler İstanbul’a gönderilen protesto telgrafları zaten yeterliydi. Ama şimdi daha önemli bir iş yapılıyor, silahların İstanbul’a gitmesi engelleniyordu. Atatürk’ün silahlara el koyması adeta bardağı taşıran bir damla oldu.

19. GÜN (6 HAZİRAN 1919): KIRMIZI ALARM IŞIKLARININ YANDIĞI GÜN

İNGİLİZLER MUSTAFA KEMAL’İN AMACINI HEMEN ANLAMIŞLARDI

Kırmızı alarm ışıklarının yandığı tarih 6 Haziran 1919’dur. Atatürk’ün Anadolu’ya çıkışının 19. günüdür. İstanbul’daki işgal güçlerinin Karadeniz Orduları Komutanı İngiliz General Milne, İstanbul’daki Padişah’ın hükümetine bir nota gönderdi ve “Mustafa Kemal’in derhal İstanbul’a geri çağrılmasını” istedi. (G. Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, s. 124)

  • İşbirlikçi İstanbul Hükümeti hiç ara vermeden Havza’ya telgraf emri göndererek Mustafa Kemal’in acele İstanbul’a dönmesini istedi.

İNGİLİZLERİN TELAŞI NEDEN?

Yineleyelim, tarih 6 Haziran 1919’dur. Mustafa Kemal Anadolu’ya geçeli henüz 19 gün olmuştur. Sömürgeci imparatorluk sisteminin kurucularından olan İngiliz gizli casusluk örgütü, Mustafa Kemal’i kuşkusuz gün gün izliyordu. O’nun aldığı kararlardan ve Anadolu’daki yetkililere gönderdiği telgraflardan, olayın teşhisini koymuşlar, tanımlamasını yapmışlardı. İngilizler, Mustafa Kemal’in bağımsızlık hareketini başlattığını anlamışlardı. 

İNGİLİZLER İSTİYOR

Atatürk, İstanbul Hükümeti’nin ısrarlı “dön” emirlerini yerini getirmedi ancak eski cephe arkadaşı o sırada İstanbul’da Genelkurmay Başkanı Cevat (Çobanlı) Paşa’ya bu geri dön emrinin esasını sordu. Cevat Paşa, 11 Haziran 1919 günü şifreli telgrafla “Sizin dönmenizi İngilizler istiyor” diye yanıt verdi. O konu böylece tarihe belgeli olarak geçmiş oldu.

STRATEJİK KARAR

Atatürk bu noktada çok önemli bir karar verdi. Kararın temeli şudur: “Hareketi kişisel olmaktan çıkarmak.” Atatürk, konuyu şöyle anlatıyor:

“Anadolu’ya geçeli bir ay olmuştu. Bu süre içinde bütün ordu birlikleriyle temas ve bağlantı sağlanmış; millet mümkün olduğu kadar aydınlatılarak dikkatli ve uyanık bir duruma getirilmiş, milli örgüt kurma düşüncesi yayılmaya başlamıştı. Genel durumu artık bir komutan ile yürütüp yönetmeye devam imkânı kalmamıştı. Yapılan geri çağırma emrine uymamış ve onu yerine getirmemiş olmakla birlikte, milli teşkilat ve hazırlıkların yönetimine devam etmekte olduğuma göre, şahsen asi durumuna geçmiştimO halde yapılacak girişim, çalışmaların milletin birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir kurul adına olması gerekli idi.” (Nutuk, s. 21)

Bu stratejik karardaki anahtar noktalar şunlardır:

  • Girişimler ve çalışmalar kişisel olmaktan çıkarılmalıdır.
  • Çalışmalar milleti temsil edecek bir kurul tarafından yapılmalıdır.

İşte Amasya’da 22 Haziran 1919’da yayımlanan İhtilal Bildirisi’nin esası budur. Bildirinin temel noktalarını anımsayalım: (Amasya Genelgesi)

1. Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. 
2. İstanbul Hükümeti üzerine aldığı sorumluluğun gereğini yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok olmuş gibi gösteriyor.
3. Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
4. Anadolu’nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas’ta hemen milli bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır.

GÖREVDEN ALINMA

Amasya Bildirisi İstanbul’da şok etkisi yarattı ve 23 Haziran 1919’da İstanbul Hükümeti tarafından Anadolu’da vali ve kolordu komutanlarına şu telgraf geçildi:

Mustafa Kemal Paşa görevinden azledilmiştir. Hiçbir resmi sıfatı kalmamış olduğundan, bildiri ve emirlerine uyulmaması gerekir.”

Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişinin üzerinden bir ay dört gün geçmiş ve görevinden azledilmişti. Mustafa Kemal, ardından Amasya’dan Erzurum’a geçti. Ve 8 Temmuz 1919’da ordudan tart edildi, rütbeleri elinden alındı. Samsun’a çıkalı henüz 50 gün olmuştu.

ALTERNATİF TARİHÇİLERE ve 2. CUMHURİYETÇİLERE BİRKAÇ SÖZ

Burada kendilerine tarihçi diyen ve “Mustafa Kemal’i Kuvayı Milliye’yi örgütlemesi için Anadolu’ya Padişah Vahdettin gönderdi” diyen  geveze, yalancı, saptırmacı, ahlaksız ve Vahdettin yalakası yazarlara seslenmek gerekiyor:

Mustafa Kemal’i Anadolu’ya vatanı kurtarmak için Padişah Vahdettin göndermişti diyorlar. Ancak gerçek şu:

  • Padişah, görev verdikten 19 gün sonra geriye çağırıyor ve bir ay sonra görevden azlediyor. Daha sonra da savaş meydanında kazandığı bütün rütbelerini elinden alıyordu. Bu ne yaman bir çelişki?

Bu yazarlar için tarihsel gerçekler, belgeler önemli değil, yeter ki padişahlık alkışlansın, yeter ki Atatürk ve Milli Mücadele alçaltılsın. Bunlara kimi 2. Cumhuriyetçiler de destek veriyor. Bunlar utanmaz, yalancı, sözde tarihçilerdir. Bu sahte tarih yazıcıları, işgalcilerle birlik olmuş, İngilizlere manda yönetimi teklif etmiş Vahdettin’i korumak istiyorlar. Tarihi saptıran bu yalancı yazıcılar aslında günümüzün işbirlikçileridir. Milli Mücadele’nin 19. gününde İngilizlerin isteği ile İstanbul Hükümeti Mustafa Kemal’i geriye çağırdı. 50. gününde O’nu Ordudan tart etti. Ama Atatürk, antiemperyalist mücadelesine devam ederek bağımsızlığımızı sağladı.

İkinci aşama, çağdaş Cumhuriyeti kurmaktı.

19 MAYIS’IN ANLAMINI EN İYİ ANLATAN DA MUSTAFA KEMAL’DİR!

Özer Ozankaya: “Laiklik karşıtlığıyla demokrasi düşmanlığı yaptılar”

  • “Özgürlük ve bağımsızlık benim özbenliğimdir. Bir ulusta şerefin, haysiyetin, namus ve insanlığın varlığı ve kalıcılığı, kesinlikle o ulusun özgür ve bağımsız olmasına bağlıdır!”  Atatürk

Prof. Dr. Özer OZANKAYA
ADD Kurucu Üyesi, 4. Genel Bşk.

19 MAYIS’IN ANLAMINI EN İYİ ANLATAN DA MUSTAFA KEMAL’DİR!

19 Mayıs, Mustafa Kemal’in deyimiyle, Türk ulusunu yok olmaktan, “diri diri mezara gömülmekten” kurtaran gücün, doğru tanımı ve dürüst uygulamasıyla ulusal egemenlik, yani özgürlük ilkesi olduğunu simgelemektedir!
19 Mayıs, ulusu ve yurdu uğradığı saldırıdan kurtarmanın da, gerçek kurtuluş demek olan “bir daha kurtulmak zorunda kalmamanın” da güvencesinin, ancak bir ulusun kendi yönetimini kendi eline alması, kerameti kendinden menkul hiçbir inanca, düşünceye, kişiye ya da gruba bırakmaması ile olanaklı olduğunu temel alan bir ulusal uyanışı simgeleyen, dünyaya örnek bir UYGARLIK TASARIMI niteliğindeki Kurtuluş Savaşını simgelemektedir.

Mustafa Kemal önderliğindeki Türk devriminin ulusal bağımsızlık, demokratik düzen, uluslararası barış, ekonomik kalkınma ve çağdaşlaşma, demokratik önderlik … alanlarında insanlığa 21. yüzyılda da örneklik edecek değerdeki tüm katkıları, 19 Mayıs’tan başlayarak böyle bir özgürlük düzenini temel almış olmasından dolayıdır.
Bütünüyle Misak-ı Milli ve Cumhuriyet Devrimleri bu niteliktedir.

  • Atatürk’ü tanıyan yeryüzündeki tüm namuslu aydınların O’na içten gelen derin bir saygı ve sevgi duymakta olmalarının gerçek nedeni budur.

Örneğin Arjantin’li Profesör Villalta’nın vurguladığı gibi,

  • Atatürk, insanlık tarihinin kaydettiği zafer taklarının en büyüğünün altından, asıl olarak bütün zamanların en büyük komutanlarından biri özelliği ile değil, yöneticilerini seçmekte, kendi düşüncelerini benimsemekte, vicdani inançlarında tam anlamıyla özgür olan ve seçim hakkına sahip bulunan bir ulus yaratarak geçmiştir.”

19 Mayıs 1919’da Samsun’dan Kurtuluş Yoluna başlayan Mustafa Kemal’in, bu uygarlık tasarımını anlatan ve kafalara, gönüllere nakış gibi işlenen düşünce dizgesini, kendi kaleminden birkaç örnekle sergileyelim:

• 1918’in karanlık günlerinde Minber gazetesine verdiği demeçte “..aziz yurdumuzu ve bahtsız ulusumuzu pek iyi tanıdığım ve yoksun bulunduğumuz ilerlemeye eriştirebilmek için, huzur ve sükûn ile ama her halde özgürlük ve bağımsızlığı kurarak, çok ve sürekli çalışmak gerektiğine inanmış bulunuyorum.” diyordu.
• Havza’da kurtuluşun ilk adımlarını atarken, “Bireyler düşünür olmalıdır. Bireyler düşünür olmadıkça, bir toplumu iyiye de kötüye de herkes yönlendirebilir. Onun için biz örgütümüzde işe köyden, mahalleden, yani bireyden başlıyoruz.” demekteydi.
• Ulusal başkaldırımızın Amasya’dan dünyaya duyurduğu ilk sesi: “Ulusun geleceğini yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır…Ulusun azim ve kararının ne olduğu da Sivas’ta toplanacak bir genel kongrede saptanacaktır.” demekteydi.
• Kurtuluşun dönüm noktası olan Sakarya savaşını zaferle sonuçlandıran da yine “ulusal egemenlik bayrağı”, yani özgürlük ilkesi sayesinde, Türk halkının 9 yıl kesintisiz savaştan sonra, üstelik topyekûn bir yeni savaşa başta canı, tüm varlığıyla katılmayı kabul etmesi oldu:
Savaş demek, iki ulusun bütün varlıklarıyla, bütün maddi ve manevi güçleriyle karşılaşıp birbiriyle vuruşması demektir. Bunun için bütün Türk ulusunu düşüncesiyle, duygusuyla ve eylemli bir biçimde cephedeki ordu kadar savaşla ilgilendirmeliydim. Yalnız düşman karşısında olanlar değil, köyünde, evinde, tarlasında bulunan herkes, silahla vuruşan savaşçı gibi kendini görevli bilecek, bütün varlığını savaşa verecekti. .. Bağımsızlık savaşlarının tek başarı koşulu, en çok bu noktada yatar.”
• Ve Mustafa Kemal, 30 Ağustos zaferini de Ulusal Egemenlik ilkesinin kazandığını şöyle açıklıyordu:

  • “Ulusun geleceğini doğrudan doğruya üzerine alarak, umutsuzluk yerine umut, dağınıklık yerine düzen, duraksama yerine kararlılık ve inanç koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin özverili ve kahraman ordularının başında, bir asker bağlılığı ve uysallığıyla buyruklarınızı yerine getirmiş olduğumdan dolayı, bir insan yüreğinin pek seyrek duyabileceği memnunluk içindeyim. .. Bu Anadolu zaferi, tarihte bir ulus tarafından tam olarak benimsenen bir düşüncenin ne denli büyük ve dinç bir güç olduğunun en güzel örneği olarak kalacaktır.”

• Savaştan sonra kurulan çağdaş Türk toplumu ve Türkiye Cumhuriyeti devleti, yurt, ulus ve hukuk anlayışıyla, uluslararası ilişkilerde tam bağımsızlıkçı ve barışçı yapısıyla, demokratik eğitim kurumuyla, kadın haklarına dayalı aile düzeniyle, ekonomik kalkınmayı ekonomik demokrasiyle bütünleştiren devletçiliği ile, ulusal dili ve yazısı, özgür bilim, sanat ve ahlakı, özgür giyim ve kuşamı ile 21. Yüzyıl insanlığına ve özellikle hâlâ Atatürk‘ün belirttiği gibi “şunun bunun tutsaklık ve aşağılayıcılık zincirleri altında bulunan İslam dünyasına” ve geri bıraktırılan ülkeler halklarına örneklik etme gücünü yine tümüyle bu özgürlük ilkesine dayalı olmasından almaktadır.
19 Mayıs, Atatürk tarafından bu içeriğiyle yüceltilip bayraklaştırılmak üzere Türk gençliğine armağan edilen ve tüm yurtta ulusal bir şenlik olarak kutlanagelen bir bayramımızdı.

AKP iktidarı, 19 Mayıs’ın temelindeki ilkelere borçlu olduğu siyasal yetkisini bu ilkeleri çiğnemede kullanmakla ve bu günün özgürlük ve bağımsızlığın emanetçisi Türk Gençliğince Gençlik ve Spor bayramı olarak gerektiği gibi kutlanmasını engellemekle, özgürlük karşıtı, ulusal egemenlik ve bağımsızlık karşıtı, bilimsel düşünce karşıtı, BOP eşbaşkanlığıyla ulusumuzu Batı sömürgeciliğinin pençesindeki İslam ülkeleri durumuna düşürücü niteliğini olduğu gibi, Asya Türklüğünü sömüren Rus ve Çin emperyalizmini sevindirici niteliğini de ortaya koymaktadır, kanısındayım.

Ama Atatürk yaşadı ve başardı! Ulusal egemenliğin, karşısında tac ve tahtların battığı, yok olduğu bir ışık olduğunu, ulusların tutsaklığı üzerine kurulu yapıların her yerde yıkılmaya yazgılı olduğunu gösterdi:

Ulusal egemenlik düzeninin özgürlük ortamından yararlanıp bu ortamı yıkmaya kalkışarak iktidardan gitmemenin yollarını aramaya koyulanların çıkmaz yolda olduklarını daha önce de kanıtladığı gibi, şimdi de kanıtlayacak, AKP iktidarı ilk seçimlerde ulusumuzun özgür oylarıyla bu konumundan uzaklaştırılacaktır, inancındayım.

Kutlu 19 Mayıs 1919’un 103. yıldönümünde, başta Türk ulusu olmak üzere tüm uygar insanlığın övüncü Mustafa Kemal Atatürk‘ü en derin sevgi, saygı ve gönül-borcu duygularımızla anıyor, özgürlük ve bağımsızlık ülküsüne bağlılığımızı sonsuza dek sürdürmeğe and içiyoruz.

Kurtuluşa giden yol

Av. Hüseyin ÖZBEK
TBB Önceki Başkan Yardımcısı

19 Mayıs 2022, Cumhuriyet

 

Nutuk, Türk yurdunun 19 Mayıs 1919 tarihli panoramasıyla başlar. 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak bastığı gün çizdiği ülke manzarası hiç iç açıcı değildir. 1. Paylaşım Savaşının galiplerinin sabırla bekledikleri günler nihayet gelip çatmıştır. Hasta adamın zengin mirası paylaşılacaktır.

Mondros Mütarekesi ile Türklere silah bıraktırılmış, Sevr’e giden yolun ilk aşaması tamamlanmıştır. Türk Ordusu dağıtılmış, tersanelerine girilmiş, silah ve cephanesine el konulmuş, işgale karşı olası direniş dinamiklerinin tasfiyesine yönelik sert uygulamalar devreye sokulmuştur. Savaşın beklenenden uzun sürmesine ve maliyetinin artmasına neden olan Türklere insaflı davranılmayacak, Anadolu’nun dar bir alanına (o da şimdilik) sıkıştırılacak, başkentleri denetim altına alınacaktır.

Bağlaşıkların, Osmanlı İmparatorluğunun mirasından paylarına düşecek yerler önceden kararlaştırıldığı için nihai barış antlaşmasının (Sevr ) bir an önce imzalanması için hazırlıklar hızla sürdürülmektedir. Anadolu Türklüğünün Batılı beyaz efendiye bir daha karşı koyamaz hale getirilmesi işi Yunanistan’a ihale edilmiştir.

Yunan Ordusunun, felaketle sonlanacak Küçük Asya (İkinci Troya Seferi) macerasının arka planında Birleşik Krallığın örtülü hesapları vardır. Sevr’e karşı olası Türk direnişi bastırılacak, direnç dinamikleri yok edilmiş Anadolu, galiplerin sömürge coğrafyasına dönüştürülecek, Türkler yurtsuzlaştırılacaktır.

16 Mayıs’ta İstanbul’dan başlayan yolculuğun üç aktörü üç farklı amacı vardır. İngilizler, yöre halkının, Samsun ve çevresindeki Pontus kalkışmasına gösterdiği tepkiden rahatsızdır. Bu konuda Vahidettin ve hükümeti sıkıştırmaktadır. İngiliz baskısından bunalan Vahidettin, Türkleri direniş yerine teslimiyete ikna edecek dirayetli bir Paşa aramaktadır! Sarayın, yöredeki milli tansiyonu söndürmek için yetkilendirdiği Sarı Paşa’nın ajandasında ise gönderenleri pişman edecek bambaşka öncelikler vardır!

Sarı Paşa’nın 13 Kasım 1918 – 15 Mayıs 1919 arası İstanbul’da geçirdiği 6 ay, payitaht merkezli bir kurtuluşun olanaklı olmadığını göstermiştir. Kurtuluş, Anadolu’dan ve Anadolu’yu arkaya alarak gerçekleştirilebilecektir. 16 Mayıs’ta (AS: yola çıkarken edinilmiş olan,) mülki ve askeri anlamda çok geniş yetkiler içeren 9. Ordu Müfettişliği, Milli Mücadelenin ilk dönemi için son derece önemlidir. Sarı Paşa’nın günü geldiğinde Saltanatı ve Sarayı tarihin çöplüğüne gönderecek bir sürecin başlangıcının kısa öyküsü, anlattığımız gibidir.

Ege’nin, Trakya’nın, Trabzon ve çevresinin, doğu illerinin işgali ile Yunan, Ermeni ve Pontus yurdu yapılmak istenmesine karşı yöresel örgütlenmelerin ülkenin bütününü kapsar duruma getirilmesi, kurumsallaşması ve merkezileşmesi Sarı Paşa’nın öncülüğünde gerçekleşecektir. Büyük harpten yenilgiyle çıkan Türklerin üzerine çökmüş karamsarlık ve edilgenlikten sıyrılıp yeniden ayağa kalkmaları pek kolay görünmemektedir. Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal’e Anadolu’da duyulan güven ve saygı, ilk adımların atılabilmesinin ve direnç çekirdeğinin oluşturulabilmesinin en önemli dayanağı olacaktır.

20-21 Haziran 1919 Amasya Genelgesi (Paşalar deklarasyonu) işgalcilere ve Mütareke Hükümetine karşı ilk isyan manifestosudur.

  • “Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının yine milletin iradesiyle sağlanacağı”

gerçekte bir ihtilal çağrısıdır. Ülkenin kurtuluşuna yönelik Sivas’ta yapılacak kongre kararı ise İstanbul’un otoritesine meydan okumaktır.

Yüzyılların emperyal deneyimiyle İngilizler, merkezi önderlikten yoksun bölgesel dirençlerin, Sarı Paşa’nın stratejik adımlarıyla ülkenin tümünü kapsayan bir kalkışmaya dönüşme tehlikesini ilk andan görmüşlerdir. Gerçek liderini bulup bir kez harlanan isyan ateşini söndürmenin ne denli zor olacağının bilincindedirler. Bölgedeki milli tansiyonu (ulusal gerilimi) düşürmek şöyle dursun, artırıp merkezileştiren Mustafa Kemal’in görevine derhal son verilip geri çağrılması için Sarayı sıkıştırmaya başlamışlardır bile. Amasya Genelgesi’nin uygulamaya dönüşmemesi için planlar yapılacak, önlemler alınmaya çalışılacaktır.

Kurtuluş yolundaki büyük dönemeç Sivas Kongresidir. Bu nedenle, Erzurum Kongresi’nin ardından yapılacak Sivas Kongresi’nin engellenmesi için her türlü çaba, açık ve örtülü entrikalar devreye sokulur. Sonuç, Saray ve İngilizler için tam bir düş kırıklığıdır. Sivas Kongresi’nin basılması girişimleri sonuçsuz kaldığı gibi, başlangıçta çoğu delegenin yandaş olduğu Amerikan Mandasının yerini kongre bitiminde İstiklal-i Tam (Tam bağımsızlık) alacaktır!

Sivas Kongresiyle oluş(turul)an Heyet-i Temsiliye, 23 Nisan 1920’de Milli Mücadelenin meşruiyet organı (Türkiye) Büyük Millet Meclisine yetkisini terk edene dek varlığını sürdürecektir. Kurtuluşa giden yolda doğru atılan ilk adım, süreç içinde milyonların bağımsızlık yürüyüşüne dönüşecektir. Doğru atılan ilk adımın ardından ulus devleti, tekil (üniter) yapıyı, çağdaş, laik hukuk devletini temel alan Cumhuriyet gelecek, Ortaçağın dinci (teokratik) kurumları tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır!

19 Mayıs, Türk Milletinin yeniden dirilişinin onur günüdür. 19 Mayıs, Anadolu’yu Türk yurdu olmaktan çıkarıp, emperyalizmin vesayetinde Pontus, Ermeni ve kimi etnisiteler arasında paylaştırma düşlerinin hayal kırıklığına dönüştürülmesinin de ilk adımıdır.

Milli Kurtuluşun ilk adımına, yeniden dirilişin onur gününe, Pontus soykırımı iftirasıyla leke sürmenin yavuz hırsızın ev sahibini bastırmasından öte bir anlam taşımayacağı, suyun öte yakası ve arkasındakilerce iyice anlaşılmalıdır! Çünkü komşunun bünyesi, yeni bir Küçük Asya serüvenini asla kaldıramayacaktır!

İZMİR’DE ATILAN İLK KURŞUN

GÜNGÖR BERK

Atatürkçü Düşünce Derneği Danışma Kurulu üyesi
ADD Fethiye Şb. Eski Bşk.
https://www.add.org.tr/makaleler/

İZMİR’DE ATILAN İLK KURŞUN

Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’nda yenilince, 30 Ekim 1918 de, savaşın galibi İtilaf Devletleri’yle Mondros Mütarekesi’ni imzaladı. Bu savaş (AS: silah) bırakışması Osmanlı Devleti topraklarının İngiltere, Fransa, İtalya’dan oluşan İtilaf Devletleri arasında paylaşılması için ortam hazırlıyordu. Amerika Birleşik Devletleri de itilaf devletleri yanında yer alarak paylaşıma katıldı. 8 Ocak 1919 da Başkan Wilson bir bildirge yayımlayarak paylaşımın ilkelerini belirledi. Sonrasında ise İngiltere, Fransa, İtalya Mondros Mütarekesi’ne dayanarak Anadolu’yu işgal kararı aldılar. Ama bu devletlerin orduları savaşta yorgun düşmüştü. Bu yüzden Yunanistan’a da işgalden pay verildi. Yunan ordusunun, donanma desteğinde ve bir tümen kuvvetle, İzmir’e çıkması uygun görüldü. İzmir’in işgal edileceğini duyan İzmirliler bir gün önce, 14 Mayıs 1915 Perşembe günü, İzmir Sultanisi’nde toplanıp tepki gösterdiler. Redd-i İlhak Cemiyeti adına Mustafa Necati, Moralızade Halit ve Ragıp Nurettin Beyler öncülüğünde bir bildiri hazırlandı. Bu bildiri Türk mahallelerinde dağıtıldı. Redd-i İlhak Heyet-i Milliyesi imzalı bildiride:

  • “ Ey Bedbaht Türk! Wilson prensipleri unvan-ı insaniyet karanesi altında senin hakkın gasp ve namusun zedeleniyor. Buralarda Rum’un çok olduğu ve Türk’lerin Yunan ilhakını memnuniyetle kabul edeceği söylendi ve bunun neticesi olarak güzel memleketin Yunan’a verildi. Şimdi sana soruyoruz: Rum senden daha mı çoktur? Yunan hakimiyetini kabule taraftar mısın? Artık kendini göster! Tekmil kardeşlerin Maşatlık’tadır. Oraya yüz binlerle toplan ve kahir ekseriyetini orada bütün dünyaya göster. İlan ve ispat et! Burada zengin, fakir, alim, cahil yok. Fakat Yunan hakimiyetini istemeyen bir kitle-i kahire vardır. Bu sana düşen en büyük vazifedir. Geri kalma! Hüsran ve düşkünlük fayda vermez! Binlerle, yüz binlerle Maşatlık’a koş ve Heyet-i Milliye’nin emirlerine itaat et!” deniyordu.

Osmanlı Hükümeti cephesinde ise şaşkınlık ve kararsızlık vardı. İzmir valisi, Harbiye Nazırı bile İzmir’in Yunanlılarca işgal edilmesinin gerçek dışı bir söylenti olduğu konusunda halkı ikna etmeye çalışıyorlardı. İstanbul Hükümeti böyle bir durumda mukavemet gösterilmemesi için İzmir’deki 17. Kolordu Komutanı Ali Nadir paşa’yı uyarmıştı. 15 Mayıs 1919 sabahı Amerikan, İngiliz, Fransız ve Yunan gemileri İzmir Körfezine girdi. Yunan Alayı, sonradan karargah olarak kullanılacak, Kordon Avcılar Kulübü önünden karaya çıktı. İzmir Rum Metropolidi ve Rum halkı tarafından coşkuyla karşılandı. Rumlar çevredeki evlerine, dükkanlarına Yunan bayrakları asmıştı. Yunan Alayı Pasaport ve Gümrük önünden Konak Saat Kulesine doğru ilerlemeye başladı. Yunan Alayıyla birlikte Rum halkı da ‘Zito Venizelos!’ bağırışlarıyla yürüyordu. Yunan Alayı Konak Meydanına ulaştığında kalabalık arasından atılan ilk kurşun Alay sancaktarını yere serdi. Yunan işgaline karşı bu ilk kurşun Hukuk- u Beşer Gazetesi yazarı Hasan Tahsin’in tabancasından çıkmıştı. Sonrasında ortalık karıştı ve Kolordu binası, Vilayet Konağı, Kemer altı girişindeki binalar ateş yağmuru altında kaldı. Silahları alınmış Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa beyaz bayrak çekip teslim oldu, askeriyle birlikte hakaret ve şiddet görerek esir alındı, İzmir ve çevre garnizonları Yunan Ordusunun eline geçti.

  • Şehrin yağmalanmasına girişildi ve Türk’lere karşı katliam başlatıldı. İşgalin ilk gününde öldürülen Türk’lerin sayısı iki bini bulacaktı.

İzmir’in Yunanlılarca (AS: Yunanlarca) işgali tüm yurtta tepkiyle karşılandı. Hasan Tahsin’in işgale ilk direnişi ulusal heyecanı körükledi. Yurdun birçok yerinde işgale karşı mitingler düzenlendi. Binlerce tepki telgrafları çekildi. Anadolu’nun emperyalist devletlerce paylaşılmasına karşı çıkan ve bölgesel savunmalar için örgütlenen Müdafaa-ı Hukuk, Redd-i İlhak, Redd-i İşgal Cemiyetleri pıtrak gibi çoğaldı. Emperyalizme karşı verilecek ve kazanılacak Bağımsızlık Savaşımızın ilk kurşunu 15 Mayıs 1919’ da İzmir’de atılmıştı. (AS: Hasasn Tahsin)

16 Mayıs 1919’ da Mustafa Kemal, bağımsızlık mücadelesini başlatmak üzere, yirmi üç subayıyla Bandırma Vapuruna binecekti. Mustafa Kemal Erzurum’daki 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşaya gönderdiği telgrafta gidilecek yolu gösterecekti:

  • “Merkezi Hükümetin adeta esir bir vaziyette olması, payitahtın kuvvetli bir askeri işgal altında bulunması hasebiyle milletin mukadderatının yine millet iradesiyle hallini zorunlu kıldığı görülmektedir. Tekmil milleti bir nokta etrafında birleştirmek ve bunu dünyaya Müdafaa-ı Hukuku Milliye cemiyetleri vasıtası ile göstermek karar ve azmindeyim. Esasen milli vicdandan doğan bu kudrete karşı koyacak hiçbir kuvvet tasavvur etmiyorum…
  • En çok önem verdiğim taraf, memleketin geleceğinin ve hayat hakkımızın ancak milli birlikle kurtulacağını halka anlatmak ve bunun için her türlü siyasi ve şahsi ihtirastan arınmış ve yalnız milleti hür ve bağımsız yaşatmaya yönelik teşkilatın, yani Müdafaa-ı Hukuku Milliye ve Reddi İlhak Cemiyetlerinin her nahiyeye varıncaya kadar yaygınlaştırılmasının esaslarını hazırlamak oldu…”

Bundan sonraki süreç, Mustafa Kemal önderliğinde yerel savunma cemiyetlerinin Kuvay –ı Milliye cephesinde birleştirileceği, yapılacak ölüm kalım savaşında emperyalizmin yenileceği ve Anadolu’dan “geldikleri gibi gidecekleri” Bağımsızlık Savaşımız olacaktır. Yaşadığımız günlere gelince…

Yıllardır içerde bölücü terör örgütüyle devam eden mücadele ve dışarıda komşularımızla sürdürülen kavga bizi “Yurtta barış dünyada barış” ilkesinden uzaklaştırıyor ve yarınlar için kaygılandırıyor. Oysa güzel ülkemizde mutlu olmanın yolu belli, kararı da bize bağlı. Bir Cumhuriyet aydınımız İlhan Selçuk’un dediği gibi:

  • “Bir ulusu ayakta tutan en önemli unsur bilinçtir. Ulusal bilinçle barış bilincini bir arada yaşatmayı bilen Atatürkçülüğü benimseyebildiği oranda Türkiye mutlu olacaktır.”

Dr. Serdar Koç Şiiri : Mavi Mayıs Ayında..

ŞİİR KÖŞESİ..

Denizlerin saygın anısına,
50 yıldır tükenmeyen acı ile…

Sözcüklere dans ettiren hekim bir şair: Serdar Koç

 

Dr. Serdar Koç

MAVİ MAYIS AYINDA

(AS: Bizim katkımız yazının altında..)

 

mavi mayıs ayında
bir ala şafak vakti
üç kiraz koptu daldan
üç kiraz koparıldı

ağladı uykusunda
üç yaşında bir bebe
üç acı rüya gördü
rüyası acılandı

gül goncası ağladı
nar çiçeği ağladı
kiraz dalı ağladı
mavi mayıs ağladı

nazlı bebe ağlama
nazlı yârim ağlama
nazlı anam ağlama
ağlama kiraz dalı

göz yaşı ayaklandı
acılar ayaklandı
öfkeler ayaklandı
sevdalar ayaklandı

tarihin çöplüğünde
kirli bir cesetsiniz
kara zulüm beyleri
kara zulüm beyleri

boşuna bunca yasa
bunca yasak boşuna
gelen özgürlük çağı
gelen özgürlük çağı

nar çiçeği gonca gül
kan kirazı tadında
aşığım dolu dizgin
mavi mayıs ayında

Serdar Koç (TEMMUZ AYAZI, Ağustos 2000, Gelenek Yayınları)

  • Yarım yüzyıldır acısı yüreğimizin kuytularında.
  • Sorumlularını kıyamate dek lanetliyoruz..

Onlar ki;

  • Aramızda olmayan bedenleri ile bile Anadolu Aydınlanmasına, Mustafa Kemal‘in görkemli önderliğinde mazlum Anadolu halkının / Türk Ulusunun devrimlerine ışık tutmayı, hatta onları harlamayı sürdürüyor.

Onlar ki;

  • Haklarını ödeyemeceğimiz saygın ve sevgin (aziz) kavgaları önünde saygıyla eğilmeyi hak ediyor.

    Yaşayan ölülere, “Kavga” nın dışına yaşarken savrulanlara örnek ve güdü (motivasyon) olsun!

  • Aşk olsun 3 Fidan, aşk olsun 3 yiğit Kemalist Anadolu Aydınlanmacısı devrimciye..

Sevgi ve saygı ile. 06 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
ADD Bilim Kurulu 2. Başk.
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

İFLASIN EŞİĞİNDEKİ TÜRKİYE

Ali Ercan

Prof. Dr., Çekirdek Fiziği (Nükleer Fizik)

İFLASIN EŞİĞİNDEKİ TÜRKİYE

Evet, hiiç kıvırtmadan acı, çıplak gerçeği bir kez daha söyleyelim, değerli arkadaşlar, Sevr’i dayatanlara yenildik !

Gerçi kurtarılan vatan toprakları haritası değişmedi, ama üzerindeki ulusal kaynaklarımız, fabrikalarımız, bankalarımız, tarım, hayvancılık, madenler, sular, ormanlar…. ne varsa tümüyle elden çıktı, yabancılaştı; Ülkenin içi boşaltıldı.

Ülkemizden yüz milyarlarca Dolara varan sermaye oligarklar elinde dışarıya kaçırıldı; Merkez Bankası tamtakır-kuru bakır görünümünde….

Arap bahşişiyle günü kotarmaya çalışıyor mevcut “Tek Adam Rejimi“…

Abd-ul-hamid Han(!) zamanındaki “Düyun-u umumiye” koşullarından pek de farklı değil son durum.

Mustafa Kemal zamanında 1,26 Lira olan 1 Amerikan Doları şimdi ~15 milyon Lira oldu… Doların 84 yılda ~20’de bir değerine düştüğünü hesaba katarsak,

“2022’deki 1 Lira, 1938’deki 1 Liranın 250 milyonda biri değerindedir” diyebiliriz…

Kabaca hesapla görüyoruz ki, Türk parası yılda ortalama %20 değer yitirmiştir; bir başka anlatımla,

  • Türkiye özellikle son 50 yıl boyunca, emeğinin, kazancının 1/5’ini Küresel finans sistemine kaptıran “yarı sömürge bir ülke” olarak yaşamış, iflasın eşiğine gelmiştir
  • Kısacası, Türkiye’yi “bu kez içeriden” kuşatan emperyalizmin soygun planı başarılı olmuştur.

***

Son 20 yıl, Türkiye soygununun en yoğun olduğu dönemdir. 2003-2013 arası 10 yıl boyunca (özelleştirmek rüzgarında) enflasyonun frenlendiği, paranın değerinin pek düşmediği hovardalık dönemi olmuştu; 2013’te GMH rekor düzeye çıkmış, 950 milyar Dolar olmuş ve kişi başın ortalama ulusal gelir 12 bin Doları geçmişti. Ancak satılacak bir şey kalmayınca, hızlı çöküş başladı ve 2020’de GSMH 650 milyar Dolara dek geriledi….

  • Yırtık yama tutmuyor, her geçen gün dış borç büyüyor, enflasyon yükseliyor, paranın değeri düşüyor…

IMF’nin 2022 kestirimine göre, Türkiye 692 milyar $ GSMH ile Ülkeler sıralamasında artık ilk 20′ de değil, 23. durumdadır. Kişi başına gelir, Dünya ortalaması 8800 Doların altında, ~8 bin Dolarla 106. sıradadır. (bkz. GDP 2022 tablo)

Oysa görevdeki İktidarın başı, yıllarca “Türkiye 2023’te Dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi içinde olacaktır” diyerek, umut satarak, Oy toplamıştı.

Öte dünya hayal aleminin tatlı uykusunda, “Allah beni zorlukla, yoksullukla sınava alıyor” diye avunan milyonlarca seçmeni var hala…

Derin kaygılarımla.æ 

Fotoğraf açıklaması yok.

Halil Çivi şiiri : 23 NİSAN BAYRAMI

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Hak Şairi

23 NİSAN BAYRAMI

Ulusun kükremesidir,
Kurtuluşun hamlesidir,
Özgürlüğün belgesidir,
23 Nisan Bayramı.
Xxx
Milletine güvenmektir,
Başarıya inanmaktır,
Düşmanlara direnmektir,
23 Nisan Bayramı.
Xxx
Amasya’da ant içmektir,
Erzurum’da birleşmektir,
Sivas’ta çığır açmaktır,
23 Nisan Bayramı.
Xxx
Ankara’da haykırmaktır
Meclisi rehber yapmaktır,
Sözü halka bırakmaktır,
23 Nisan Bayramı.
Xxx
Küllerinden var olmaktır,
Birleşerek gür olmaktır,
Savaşıp özgür olmaktır,
23 Nisan Bayramı.
Xxx
Ulusu üstün saymaktır,
Halkına güven duymaktır,
Saraya tavır koymaktır,
23 Nisan Bayramı.
Xxx
Saltanata son vermektir,
Vatan için can vermektir,
Cağdaşlığa yön vermektir,
23 Nisan Bayramı.
Xxx
Cumhuriyetle coşmaktır,
Uygar dünyaya koşmaktır,
Çağdaş bir rejim seçmektir,
23 Nisan Bayramı.
Xxx
Demokrasi rotasıdır,
Birlik, dirlik potasıdır,
Uygarlığın çıtasıdır,
23 Nisan Bayramı.
Xxx
Çocuk “BEKA” ya ilaçtır,
Beka çocuğa muhtaçtır,
Çocuğun başına taçdır,
23 Nisan Bayramı.
Xxx
Halil Çivi, yol haklıdır,
Akıl, bilim odaklıdır,
Mustafa Kemal aklıdır,
23 Nisan Bayramı.
Xxx

 

TÜRKİYE-UKRAYNA-RUSYA DOSTLUĞU 100 YIL ÖNCE BAŞLADI: GENERAL FRUNZE’NİN TÜRKİYE ANILARI

portresiDr. Halit SUİÇMEZ (Mülkiye)

Taksim’deki anıtta Atatürk‘ün arkasında kim var?

Sovyet Devriminin önderlerinden General Frunze var. Kasım 1921- Ocak 1922 arasında bir kurulla Batum’dan yola çıkıp, Trabzon-Samsun-Ankara- Samsun ve tekrar Batum olmak üzere iki aylık muhteşem (görkemli) deneyimlerle dolu bir yolculuk..

Ve Ankara’da Mustafa Kemal ile görüşmeler.. ve Doğu Cephesi’nde Ankara Hükümetinin zaferi.. Lenin-Atatürk dostluğunun temelleri atılıyor.
16 Mayıs 1916’da, Britanyalı diplomat Sykes ile Fransız diplomat Picot, Osmanlı Ortadoğusu’nu emperyalistler arasında paylaştıran gizli bir anlaşmaya imza atmıştı : Sykes – Picot Anlaşması! Peki bu gizli paylaşım anlaşması, dünya kamuoyuna kimlerce ve nasıl açıklanmıştı?
6-7 Kasım 1917’de Bolşeviklerin öncülüğündeki işçi sınıfının iktidarı ele geçirmesinin ardından, Çarlık tarafından yapılan tüm gizli anlaşmalar dünyaya duyurulmuştu.
İşte Mustafa Kemal-Lenin dostluğunun daha gerideki temelleri.

Rusya’da sınıfsal, Türkiye’de ulusal devrim ve ortak payda;

  • emperyalist saldırganlığa, gericiliğe, feodalizme karşı halkın zaferi.

Doğu Batı Yayınlarınca 3. baskısı Ocak 2022’de yapılan Mihail Frunze’nin Türkiye Anıları muhteşem (görkemli) bir kitap. Kızıl Ordu’nun ve Sovyet Devriminin öncülerinden olan Frunze, Ukrayna Yüksek Heyeti Başkanı olarak Türkiye’ye iki aylık bir yolculuk yapar. Frunze gözlemlerini yazar, dili yalındır, sanki anı değil, klasik Rus edebiyatının canlı gerçekçiliği ile baş başasınızdır.

Kitabın başlarında yazarın olağanüstü güzellikte bir o günkü dünya ve Karadeniz’in iki yakasındaki ekonomi politik gelişmeler analizi vardır.
Hem Sovyet Devrimini hem de Türkiye Kurtuluş Savaşını anlamak bakımından çok önemli bir analizdir (irdelemedir) bu.

Devrimci Hareketin sosyal-sınıfsal içeriği nedir?

Rusya’daki sınıfsal bir devrimdir, Türkiye’deki ise ulusal bir mücadeledir. Yabancı istilacılara karşıdır.
Hareketin dayanağı çoğunlukla, önemli ölçüde Türk subayları, memurlar ve köy ile kentlerin emekçi kitlesi olmuştur.
Sınıfsal gruplar da bu arada daha açık biçimde belirginleşmeye başlar.
Asıl kaynak Anadolu köylüsüdür.
General Frunze bu iki aylık yolculuğuna Batum’dan Trabzon’a gelerek başlar. Batum-Trabzon- Samsun-Ankara ve tekrar Samsun ve Batum’a dönüş gemi ve karayolu ile çok güç koşullarda yapılan bu yolculuk ilginç öğretici deneyimlerle doludur.

Komutan-yazar geçtikleri Türk kentlerinin tarihini, coğrafyasını, bölgelerdeki çatışmaları, emperyalist saldırgan devletlerin Türk-Ermeni-Rum- Kürt çatışmaları çıkarıp Kemal Paşa’nın milli güçleri birleştirmek için verdiği çabayı baltalama uğraşlarını son derece açık ve nesnel gözlemlerle yansıtır notlarına.

Köylülerle- halkla konuşmalar yapar, onlara Sovyet Devrimini, Türkiye ile dostluğu anlatır, geldikleri il-ilçe ve bucaklardaki askeri ve mülki amirlerle dostça yapılan görüşmeleri not eder..
Türk halkının sonsuz direncini, diplerdeki yoksulluğa karşın bitmemiş umudunu görür.
Yazarın hem notları hem de kitaba koyduğu dip notları o günlerin tarihsel ve toplumsal yapısını anlamak açısından son derece değerlidir. Baştan sona bir ekonomi politik dersi gibi okunabilir.

Çünkü saldırgan emperyalist güçler vardır, Türk ulusal kurtuluş savaşını ve Büyük Sovyet Devrimini boğmak istemektedirler. Türkiye’den ve Rusya’dan emperyalizme vurulan bu büyük darbeler 20. yy’ın ilk çeyreğinde yeryüzünde bir güneş gibi parlamaktadır.

  • Daha sonraki süreçte de örnek olacaktır Türk Devrimi ve Ekim Devrimi öbür mazlum ülkelere..

Bugün yine emperyalistlerin kışkırttığı NATO’cu yayılmanın etkisiyle çıktığı anlaşılan Ukrayna-Rusya savaşı hemen son bulmalı ve barış görüşmeleri hız kazanmalıdır.

Türkiye- Ukrayna ve Rusya yüz yıl önceki sağlam dostluğu ve ortaklığı anımsayıp, kurucularına saygı gereği ve halkların geleceği için barışı sağlamalıdırlar. Çünkü

  • Emperyalizm yer yüzünden silinene dek, bu mücadele (savaşım) sürecek..
    =================================

Mülkiye’li dostumz Sn. Dr. Halit Suiçmez’e, bu çok önemli kitap tanıtımı ve hatta mini özeti için teşekkür ediyoruz.

Dr. Ahmet SALTIK
03 Nisan 2022

 

ÇANAKKALE 

Suay Karaman

107. yılını kutladığımız Çanakkale Savaşları, Birinci Dünya Savaşı içinde, tarihin en kanlı bölümü olarak anılmaktadır. Çanakkale Savaşları, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi açısından çok önemli bir yere sahiptir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile bağımsızlık ve egemenlik mücadelesinin temelleri, Çanakkale’de atılmıştır.

18 Mart 1915, Çanakkale deniz zaferinin kazanıldığı gündür; İngiliz ve Fransızların Çanakkale’ye yaptıkları deniz saldırısı başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu yenilginin ardından karadan taarruz (saldırı) başlatmak amacıyla, 22 Nisan 1915 tarihinde Gelibolu’ya çıkarma yapan İtilaf Devletleri’nin, Arıburnu’na asker çıkarmaları üzerine, Mustafa Kemal, tümeniyle düşmanı önleyerek durdurmuş ve 25 Nisan 1915’te Arıburnu Zaferi kazanılmıştır. İngiliz ve Fransızların Seddülbahir, Arıburnu ve Kumkale’ye asker çıkarmalarıyla, dokuz ay sürecek Çanakkale kara savaşları başlamıştır.

8 Ağustos 1915 tarihinde Mustafa Kemal, Anafartalar Grubu Komutanlığına getirilmiş ve arka arkaya Birinci Anafartalar Zaferi, Conkbayırı Zaferi, İkinci Anafartalar Zaferi kazanılmıştır. 8 Ocak 1916 tarihinde Fransız ve İngiliz birlikleri Gelibolu’dan çekilmişlerdir. İngiltere ve Fransa ile Osmanlı ve Alman orduları arasında geçen ve iki taraftan toplam 500.000’den çok insanın yitirilmesine neden olan Çanakkale Savaşlarında İtilaf Devletleri Çanakkale Boğazı’nı geçememiş ve bütün dünyaya, özellikle emperyalist devletlere Çanakkale’nin geçilmez olduğu öğretilmiştir. ‘Çanakkale Geçilmez’ destanı, Ulusal Kurtuluş Savaşımızdaki iradenin eseri ve esin kaynağıdır. Uluslaşma sürecinin temel harcı ve bağımsızlık tutkusunun yapı taşıdır. Çanakkale Destanı, ülkemizin emperyalizm karşısındaki dik duruşudur. Bu dik duruşu sağlayan Mustafa Kemal başta olmak üzere orada canları pahasına savaşanları saygıyla anıyoruz.

Çanakkale Boğazı’nın iki yakasını kara yoluyla birleştirmek için 18 Mart 2017 tarihinde yapımına başlanan 1915 Çanakkale Köprüsü, 18 Mart 2022’de yapılan törenle açıldı. Böylece Asya ve Avrupa kıtası, İstanbul’dan sonra Çanakkale’den de birleştirilmiş oldu.

Dünyanın en uzun orta açıklıklı köprüsü olan 1915 Çanakkale Köprüsü’nün iki ayak aralığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılına atıfta (göndermede) bulunularak 2023 metre olarak tasarlandı. Köprünün kule bağlantıları ve ögeleri, Türk Bayrağı’nın renklerine, kırmızı ve beyaza boyandı. Her iki yakadaki kulelerin üst kısmı ise Seyit Onbaşı’nın Çanakkale Savaşı’nda namluya sürdüğü top mermisini temsil edecek şekilde yapıldı. Yerli ve milli olmak uğruna köprünün bu şekilde yapıldığı anlaşılmaktadır.

Büyük ekonomik sıkıntı içinde bulunan ülkemizde, böyle bir köprü yapılmasına gerek var mıydı diye sormalıyız? Bu köprüyü yapan ve 16 yıl boyunca işletecek firmaya günlük 45 bin, yıllık 16,5 milyon araç garantisi verilmesi çok yanlıştır. Çünkü önceki yıllar göz önüne alındığında bu köprüyü yıllık yaklaşık 5 milyon aracın kullanması beklenmektedir. Aradaki fark devlet hazinesinden işletmeci firmaya ödenecektir. Devlet yine büyük miktarlarda ödemelerde bulunacaktır. Üstelik bu yöntemle yapılan tüm otoyol, köprü, havalimanı, hastane gibi yapılardaki büyük zararlar bilinerek, aynı yanlışların tekrarlanması ancak ihanetle açıklanabilir. 1915 Çanakkale Köprüsü’nden geçişi garanti edilen günlük 45 bin araç için köprüden dakikada 31 aracın geçmesi gerekiyor. Basit bir aritmetik hesapla ortaya çıkan bu veri karşısında iş bilmezlik değil, devleti soymak mantığı yatmakta ve ardından ihanet gelmektedir.

Açılışı yapan AKP genel başkanı köprüden geçiş ücretinin 200 TL olduğunu bildirdi. Açılışa getirilen halk ise bu ücretin pahalı olduğunu söyledi. Buna kızan AKP genel başkanı; “insanlar hem hizmet istiyor, hem de bedava olsun diyor, böyle bir şey olmaz” diyerek tepki göstermiş, sonrasında da “biz buraları devletin kesesinden bir kuruş çıkmadan yapıyoruz” diyerek gerçekleri saptırmaya devam etmiştir. Bu köprü yapılırken “cebimizden 5 kuruş çıkmadı” diye övünenler, bunların hesabını vermek zorundadırlar.

9 Şubat 2022 tarihinde Ulaştırma ve Altyapı Bakanı şöyle demişti: “1915 Çanakkale Köprüsü hem bölgesinin, hem de Türkiye’nin kalkınmasına ciddi faydalar sağlayacak.” Köprüye verilen geçiş garantisine göre, geçmeyen yaklaşık 11 milyon araç için devletin vereceği ücret ile nasıl kalkınacağımızı bilen var mıdır? Bu soygun düzeni değişmediği sürece, ülkemizin değil kalkınması, yerinde sayması bile mucizedir. (Azim ve Karar, 21 Mart 2022)

Siyasal İslam ve cumhuriyet laikliği

biyografi.net: Osman Selim Kocahanoğlu biyografisi burada ünlülerin  biyografileri buradaOSMAN SELİM KOCAHANOĞLU
ARAŞTIRMACI – YAZAR 

Cumhuriyet, 16 Şubat 2022

 

Osmanlı devlet adamları Batı’daki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri hayranlıkla izlediği, geri kalmışlığını Tanzimat’la ilan ettiği halde, modernizmi yakalamak şöyle dursun adapte bile olamadılar. Modernleşmeyi din ve inanç üzerinden algılayan bir toplumsal kültür bu sosyokültürel adaptasyonu zamanla küfür sayacaktır. İslam dinini kapalı bir sistem gören Max Weber’e göre,

  • “Doğu ile Batı arasında dine dayalı kültür ve bilinç farklılığı olduğu sürece,
    İslam dünyasında rasyonalite doğamaz, bu toplumlar da cemaattan cemiyete, gelenekten bilgi toplumuna evrilemezler.

– Batıdaki siyasal ahlak, bireysel bilinç ve sosyo kültürel olgularının hiçbiri Osmanlı/İslam ikliminde yeşermemiş, sorgulama mantığı gelişmemiş, ahlak ve din anlayışı eskilerde kalmıştır. Dolayısıyla bu kültürün bilinç yapısı da modernleşmeye kapanmıştır. Dini, rasyonellikten uzaklaştırıp doğrudan kendine göre bir dünya yaratan İslamcı toplumlar, şimdi kültürel şizofreni içindeler. Çağdaşlığa devamlı kutsal pompalayan (AS: kutsalıkla direnen) bu toplumların modern veya muhafazakâr, liberal veya üniversal, dinsel veya seküler oluş veya olamayışların temeli uygarlığa yenilme kompleksinde gizlidir. Zihin yapıları da sorgulamaya kapalıdır.

Bu toplumlar akıl çağına erişemediği için  feodal semboller ve fetişlerle kendini tatmine çalışır, kıl ve sakalı imanın parçası görürler. Batı dinleri kendi ortaçağını aşıp sekülerleştiği halde, İslamcı softalık kıl ile (a)kıl arasındaki mesafeyi aşamaz. Halbuki bu iki kelime arasındaki mesafe bir harf kadardır. Bilgi toplumunun standardını kavramamış cemaat/tarikat toplumları bilgiyi sadece kendi ufkundan ve kendi kavramları ile anlarlar. Biz buna kapalı bilinç diyoruz.

  • Donmuş bir dogmaya inanan ve beşyüz kelime ile düşünen bu hamaset toplumlarının laikliği algılaması elbette kolay değildir.

Hemen söyleyelim, laiklik veya sekülerlik kavramları, siyasal İslamcılığın sandığı gibi “dinsizlik veya dini inkar” olmayıp, dini herkese ait ve kişisel bir sorun sayan sistemdir.

  • Laiklik, ne bir din ne bir ideolojidir; ne kutsal kitabı ne peygamberi ne ideoloğu vardır.

ADI KONMAMIŞ LAİKLİK

Tanzimat’ta başlayan Osmanlı yenileşme hareketlerinin hepsinin zihin arkasında adı konmamış bir laikleşme düşüncesi vardır. Tanzimat (1839) bizim gecikmiş Magna Carta’mızdır, ancak toplumun iç dinamiklerinden gelmeyip padişahın lütfu sayıldığı için gelişememiştir. Tanzimat ve Meşrutiyetin kısır çekişmeleri bir yana bırakılırsa, toplumu şoka sokan asıl köklü değişim Cumhuriyetle yaşandı.

  • Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyetin ilanı ve hilafetin ilgasıyla, en büyük zihinsel engeller kaldırılmış oldu. 

Biz buna tarihin doğurduğu adamın cumhuriyet laikliği diyoruz.

Laiklik toplumsal bir hedef yapılarak, tersine akan suların önü kesilmiş, Cumhuriyet modernizminin en köklü devrimi olmuştur. Cumhuriyet laikliği aslında radikal müdahaledir. Nedeni Batı’nın üç yüz senede aldığı yolu kıyamete kadar beklemek istemeyişimizdir. Laiklik, tarikatların yasaklanması ve kıyafet devrimi ardından 5 Şubat 1937’de anayasaya da girmiştir. Atatürk’ün getirdiği laiklik aslında “muasır medeniyet seviyesine” erişme hamlesidir. Yani, “cenkçilik ve maceraperestlik değil insani ve medeni mefkurecilik veya medeni ve asri bir heyet-i ictimaiye meydana getirmektir.”

Laiklikliğin Osmanlı kültüründe kavramsal karşılığı yoktur,

Türkçeye doğru çevirilmediği için de dinsizlik şeklinde anlaşılmıştır. Tam karşılığı ise çağdaşlaşma/uygarlaşmadır. Uygarlaşma, yalnız sanayi toplumu olmak değil, toplumsal ve psikolojik davranışların tümüdür. Yani,

  • Laiklik; inanç ve ahlaki erdemler yönünden insanın dogmalardan özgürleşmesi, akıl ve bilimi yol gösterici saymasıdır. 

– Cumhuriyet laisizmi Allah ile kul arasındaki Halife ve Şeyhülislam makamlarını kaldırmış, şeri mahkemelerin yargı yetkisi millete devredilmiştir. İslamcı teorinin uygarlığa yenilme ve onu anlamadaki en büyük zaafı, dindeki temel kavramları yorumlayan içtihat kapısını kapatmış olmasıdır (AS: İmam Gazali, 13. yy, bkz. dipnot). Laik düşüncenin tarihsel/kavramsal boyutu doğru algılanamayınca, siyasal İslamcı medrese kafası dinsizlik diye inkara yönelmiştir. “İnkâr” kavramını psikanalize taşıyan Freud, bunun “basit bir yok sayma olmayıp ifade edenin arzusunu da barındırdığını” söyler. Küflenmiş İslamcı öğreti kutsalları sermaye yapılınca, laiklik de modernizmin “çocukluk hastalığı” olarak görülmüştür.

Dip dalgaları Tanzimat’a inen Cumhuriyet laikliği ve Mustafa Kemal’in arkasında Diderot, Voltaire, Rousseau gibi laik bir entelijansiya yoktu. Burjuva devrimi yapılıyor ama burjuvası yoktu. Burjuva devrimi, feodal egemenliğin tasfiye edilip ulus-devletin kurulması demektir. Yeni Cumhuriyet iki temele oturtulmak istenmişti: Biri ulusal boyutta sınırları belli bir toprak parçası, diğeri yasalar karşısında eşit yurttaşları olan demokrasi…

ÖZGÜN TÜRK MODERNLEŞMESİ

– Mustafa Kemal doğru yoldaydı. 1920’lerde ulus-devletten başka yapılanma düşünülemezdi. Gelişmemiş köylü toplumuna radikalizm zorunluydu. Yarı bağımlı bir ülke emperyalizme karşı çıkarken yüzünü de uygarlığa çevirmek zorundaydı. Ortaçağın verili toplumu ve verili kültürü karşısında kıyamet günü beklenemez, ağlayarak rahatlama yolu seçilemezdi.

Cumhuriyet devrimlerinin en güçlü yanı uygarlık tasavvurudur (AS: Çağdaşlaşma tasarımı). Tarih boyunca tezleriyle gelmemiş hiçbir siyasal/kültürel devrim olmadığı gibi; Türk devrimi de, kendi zamanının duruşları açısından geçmişi tersinden okuyup belli duruş noktasından toplum inşasına yöneliktir. Tüm öznelliğiyle tarihsel gerçekliği bize bağlayan, bireyi ve aklı özgürleştirmek isteyen

  • Kurucu söylem günümüzde, yurttaşı değil cemaati özleyen çok kültürlü, çok mezhepli ümmetçiliğin etnik şantajı ve emperyalizmin küresel kıskacına girmiştir.

– Günümüz masa başından 100 sene öncesini eleştirmek sosyoloji ve tarih bilinci açısından ahmaklıktır (AS: Anakroni hastalığı). Onu paranteze alma histerisine kapılmak Katip Çelebi’nin ümmet-i bülehalığıdır (AS: “öküz oğlu öküzler”!). Türkiye Cumhuriyeti kendi özel koşullarında yapılanmış, başka şekilde işlemesi mümkün olmadığı için böyle kurulabilmiştir. Kurucu irade, evet radikal davrandığı için Türkiye İslam dünyasının en güçlü devleti olabilmiştir. Eğer günümüz Afganistan’ı, İran’ı, Pakistan’ı olmamışsa bunu laik devrimlere ve yapılanmaya borçludur… Kısacası, Batı modernizmi nasıl kendi koşullarının ürünüyse; Türk modernizminin felsefi, sosyolojik, hukuksal içeriği de kendine özgüdür.

  • Laiklik sadece felsefi ve siyasi bir tercih sonucu benimsenmemiş, sosyal yapının emrettiği toplumsal barışın temeli olacak sosyopolitik ve hukuksal bir yöntem olarak düşünülmüştür…

SORUN İSLAM DEĞİL; İSLAMIN BULUNDUĞU COĞRAFYANIN ACINASI HALİ !