Etiket arşivi: MİT Müsteşarı Hakan Fidan

Rıfat SERDAROĞLU : KİRALIK KAFANIN BEDELİ KÖLELİKTİR

KİRALIK KAFANIN BEDELİ KÖLELİKTİR

portresi_gulen

 

Rıfat SERDAROĞLU

Geldiğimiz noktaya bakar mısınız?
Binlerce yıllık devlet tecrübesi olan Türkiye Cumhuriyetinin kaderi 2 kişinin
eline kaldı!
Birisi; (AS: Bay RTE!)

*Cehalet, bilgi-görgü eksikliği ve aile ortamından kaynaklanan açgözlülük ile boğazına kadar şaibeye batmış, yalnızca kendini kurtarma derdinde!
-Devlet, elinde silah olan ve insan öldürmeye devam eden bir
Narko-Terör örgütüyle (AS : PKK) müzakere etmez.
-Devlet, Cemaat-Tarikat gibi illegal ve gizli örgütlerle birlikte yönetilmez.
-Bulunduğumuz coğrafyada Güçlü – Milli Ordusu olmayan milletler yaşayamaz.
-İletişim araçlarının bu kadar geliştiği çağımızda, hiçbir baskıcı-yasakçı rejim
ve tek adam yönetimi ayakta kalamaz
.
-Küreselleşen dünyada, dünya ve ülke ekonomik gerçeklerini keyfinize göre değiştiremezsiniz. Değiştirir ve başarısız olursanız, kendi insanlarınızı fakirleştirirsiniz. (AS: Türk insanı AKP ile yıllardır yoksullaştırılmakta!) 
Devlet yönetmenin değişmez bu gerçeklerini bilmeyen “Birisi”;
Narko-Terör örgütünü devletin muhatabı yaptı.
“Çözüm süreci” diye, terör örgütünün silahlanmasına, şehirlerimizi ve
devlet yollarını ele geçirmesine, her tarafın “bomba ve mühimmat deposu” haline getirilmesine izin verdi. Devletin en hassas birimlerine Cemaat militanlarını
bizzat kendisi yerleştirdi. Bakanlıkları Tarikatlar arasında pay etti. Milli Ordumuza kumpas kurulmasına ve yıpratılmasına yol verdi. Özerk kuruluşlarımıza müdahale ederek, ülke ekonomisinin dengelerini bozdu. 

Diğeri; (AS: Apo!)

Emperyalist Devletlerin yüz yıllar evvelki “Kürt Kartının” ve “Yeni Sevr’in” gönüllü oyuncusu oldu. Sakat (AS: Engelli) bıraktıklarıyla birlikte 54 binden çok 
insanımızın yaşamını çaldı. Yıktırdı-yaktırdı- öldürttü. Milyarlarca dolarımızın
heba olmasına yol açtı.

Örgütünün (AS : PKK)
– üçte birini Ermeni çetelerinden,
– üçte birini İranlı Kürtlerden ve
– diğerini de kandırıp dağa çıkardıkları Kürt çocuklardan oluşturdu.

İlk yakalandığında; “Ben Kürt değilim, benim anam Türk’tür.
Ben Devletin hizmetindeyim.”
diyen kokain bağımlısı bu sapık,
yukarıdaki “Birisi” sayesinde hala can aldırmaya devam ediyor…

Değerli Okurlar;

İleride çok ilginç olaylara tanık olacaksınız!
Çünkü Birisi” ve “Diğeri” her konuda daha önceden zaten anlaşmışlardı!
7 Haziran’da yapılan Genel Seçimler bu ikilinin istediği gibi sonuçlanmayınca, Fidan (AS: MİT Müsteşarı Hakan Fidan!) eliyle anlaşma yenilendi.

Kaba hatlarıyla plan şu                            ;

“Diğeri” kan akıtmaya, can almaya, yıkmaya-yakmaya devam edecek.
“Birisi” kahraman edasıyla terörle mücadele ediyor gibi görünecek!

Bu arada, yüzlerce genç yaşamlarını yitirecekmiş, ekonomi çökme noktasına gelecekmiş, kimin umurunda!

1 Kasım’dan 15-20 gün önce, “Birisi” barış çağrısı yapacak,
Diğeri” ateşkes sağlayacak ve yeni çözüm süreci başlayacak!
Birisi akan kanı durduran kahraman olarak seçimden tek başına iktidar olarak çıkacak ve “BAŞKAN” olacak.
Diğeri” ise, hastalık bahanesiyle önce ev hapsine,
sonra da dışarı çıkarılacak…
8

Veleddalin Âmin!

Ayı, arkadaşlarına “Bu sene dağda armut çok bol olacak..” demiş!
Arkadaşlarından biri; “Nereden biliyorsun?” diye sorunca,
Canım öyle istiyor.” demiş.
Birisi” ile “Diğerinin hesabı da aynen ayının hesabı gibi!
Türk Milletinin o eşsiz sağduyusunu, devletine-tarihine-geleceğine,
yeri geldiğinde nasıl sahip çıktığını bu iki sepet bilmiyorlar.

Türk Milleti, bu çirkef oyunu mutlaka kafalarına geçirecektir.
Göreceksiniz!

==================================

Dostlar,

Önceki Sağlık Bakanlarımızdan yürekli ve birikimli yazar Sayın Rifat SERDAROĞLU, yazdıkça açılıyor gördüğünüz gibi..

İlerleyen yaşı ile emeklilik yaşamının tadını çıkaracak iken yaşadığı şu gerilime ve acıya bakınız.. Biz de sözde tatildeyiz ama ne emperyalizm tatile çıkıyor ne de içerideki iğrenç maşaları! Dolayısıyla gecenin 02:38’inde, Ağustos böceklerinin derin sessizliği içinde “peeeeeeeek çok” insanımız “deriiiiiin” uykularda iken biz klavye başında nöbetteyiz…

Büyük Atatürk;

Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yok temek isteyen kapitalizme karşı savaşımı MESLEK edinmesi gereken zavallı bir halk olmanın gerektirdiği yapılanmayı hedeflemeliyiz.” Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Derken, “meslek edinmeliyiz” kritik vurgusuyla yüksek zekasını bir kez daha
ortaya koyuyor :

“Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yok temek isteyen kapitalizm..” ile savaşım (mücadele) öyle boş zamanlarda, hafta sonlarında ya da tatillerde işten arta kalan zamanlarda verilebilecek bir savaşım mıdır?! Yoksa, bu 2 lanetli – kadim düşmanla sürgit savaşımı “2. bir meslek edinerek” “sürekli”, güncel ölçü ile “7/24” mü sürdürmek gerekir?O, Yüce ATATÜRK;

  • “.. Ben, günü geldiğinde, en büyük armağanım olmak üzere Türk ulusuna canımı vereceğim..” kararlılığı içinde yaşamadı mı? Onca yoğun yaşam ile ömrünü “hızla”
    bizim için tüketmedi mi? 57 yaş ölünecek yaş mıydı? Dediğini tam da yapmadı mı??

*****

Atalar boşuna mı uyarmıştı : “Su uyur; düşman uyumaz!” diye?

Artık uyanmanın zamanıdır..
Nazım Hikmet‘in de güzelim çağrısında çook ustaca yaptığı gibi :

Kuvayı Milliye şehitleri, mezardan çıkmanın vaktidir!

Toplumu kim uyandıracak?

Biz de Sayı Serdaroğlu gibi iyimseriz…

Türk Milleti, bu çirkef oyunu mutlaka kafalarına geçirecektir…

Sevgi ve saygı ile.
23 Ağustos 2015, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İHANET DEĞİLSE NE?

 

İHANET DEĞİLSE NE?

Rifat Serdaroğlu

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin resmi görevlileri, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın
izni ve emriyle 2008 yılında başlayarak Oslo’da, PKK Narko-Terör örgütünün
Avrupa Baronları ile İngiltere temsilcisinin denetiminde (!) tam BEŞ toplantı yaptılar!
Her toplantıdan sonra dönemin Başbakan’ı Erdoğan’a doğal olarak hem bilgi verildi, hem de toplantıların tutanakları kendisine teslim edildi!
Dönemin Başbakan’ı Erdoğan’ın da, Cumhurbaşkanı Gül’ün Başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kuruluna, devlet olmanın gereği olarak bilgi verdiğini kabul ediyoruz…

Oslo’daki görüşme zincirinin beşincisinde, dönemin Başbakan Müsteşar Yardımcısı, şimdinin MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın önünde şu görüşme gerçekleşiyor;

Sabri Ok. (PKK);
Bizim güçler (PKK) her tarafta var onu söyleyelim. Türkiye’nin her tarafında var. Karadeniz’de de var, Toroslarda da var.
A.G. (T.C. MİT Müsteşar Yardımcısı);
Biliyoruz, metropolleri de doldurdunuz. Bu arada patlayıcılarla (!) doldurdunuz!
Sabri Ok. (PKK);
Yok canım. (Gülerek)
A.G. (T.C. MİT Müsteşar Yardımcısı);
Hepsini biliyoruz!
Sabri Ok. (PKK);
Onlar bir tarafa! Biz şimdi bu süreci ilerletelim, önemli olan o…

*****

Bu konuşmalar, noktası virgülüne dek doğru ve gerçektir. Yalan olsa dönemin Başbakanı niçin bu elemanları korumak için 24 saatte yasa çıkarmak zorunda kalsın ki?
Devlet olmanın gereği olarak tüm bu konuşmaların Milli Güvenlik Kurulunda ve Bakanlar Kurulunda tartışılması şarttır. Eğer MGK ve Bakanlar Kurulu, herhangi bir köy kahvesi değilse, Türkiye demokratik parlamenter rejimle yönetilen bir ülke ise, böyle olması şarttır. Olmuyor ve bu iki Kurula bilgi verilmiyor ise, ülke faşist kafalı
tek adam tarafından yönetiliyor demektir ki, bu facianın sorumluları da bu iki Kurulun üyeleridir.

Şimdi, yüreğinde bir parça olsun vatan sevgisi ve insan sevgisi bulunanlara soruyorum :

Devletin görevlileri, ülkenin Büyükşehirlerinin PKK Narko-Terör örgütü tarafından PATLAYICI DEPOSU haline getirildiğini biliyor ve siyasi irade
bu kişileri
yasal koruma altına alıyorsa, o günden bu yana öldürülen-yakılan-sakat bırakılan insanlarımızın ve maddi yitiklerimizin sorumlusu kimdir?

Bu hükümet değil midir?

Bu ağır suç vatana ihanet değilse, nedir?

Erdoğan Ailesinin Sabah Gazetesinin 11 Temmuz’da verdiği habere göre;
MGK Genel Sekreterliği tarafından MGK ve Bakanlar Kuruluna sunulan raporda,
PKK Narko-Terör örgütünün “Yurtdışına çekiliyoruz” dediği dönemde silahlanmaya devam ettiği yazıldı. Şehir savaşına hazırlanan örgüt kentlerdeki evleri mühimmat deposuna çevirip 80 BİN UZUN NAMLULU silahı buralarda sakladı, denildi!

80 Bin uzun namlulu silah! Ne için ve kime karşı kullanmak üzere depolanır?
-Sözüm ona BARIŞ isteyen hangi örgüt elindeki yüz binlerce silaha ek olarak
YEDEK olarak 80 bin ağır silahı depolar?
-Bu kadar büyük çapta ağır silah nasıl, hangi yolla ve kimlerin görevlerini yapmayıp
göz yumması ile ülkeye sokulup, depolanabilir?
-Devlet koruması olmasa, bu iş yapılabilir mi? 80 Bin tavuğu, kamyonlara doldurup Hakkâri’den İstanbul’a götürmeye kalkın, başınıza neler gelir, şaşırırsınız!

Bu ağır suç, vatana ihanet değilse nedir?

Bu ihanetten, Milli Güvenlik Kurulu’nun Asker-Sivil-Bürokrat tüm üyeleri,
Bakanlar Kurulu Üyeleri ve tüm güvenlik birimlerinin başındaki bürokratlar
Türk Milletine karşı sorumludurlar.
Milli hassasiyetleri olan, kafasını ve gönlünü BOP Projesine-IŞİD-PKK gibi aşağılık örgütlere değil de; Türk Milletine-Türk Devletine ve Türk Tarihine veren bir iktidar,
bu kişilerin tamamını vatana ihanetten yargılamalıdır…

İhanet içindeki bu kafalara, oylarıyla veya susarak-korkarak destek verenleri de,
eğer kaldıysa kendi vicdanlarına havale ediyorum.

Eyy Türk Milleti!
Tüm bunlar gerçeği görmene yetmedi mi?
İlla 80 bin uzun namlulu silahın, çocuklarının canını almasını mı bekliyorsun?
Senin elindeki tek silahın OY dur. Lütfen artık silaha-kana-ölüme ve bunların sırtından iktidarlarını sürdürmeye çalışan hainlere oy verme!
Allah aşkına verme be kardeşim? Kime verelim diyorsan,
kezlerce söyledik ama yarın son bir kez daha söyleyelim…

Sağlık ve başarı dileklerimle
10 Ağustos 2015

=================================

Dostlar,

Üstüne söylenecek söz bırakış mı üstat Rifat Serdaroğlu??

Birileri apaçık ve yıllarca ülkeye – vatana – ulusa ihanet edecek ve bunun adı konamayacak?? “Hainsin!” denemeyecek… Tam bir zul değil mi??

AKP – RTE’nin iktidarı yitirdikleri 7 Haziran 2015 seçimini “beğenmeyip” (!?)
türlü kanlı oyunlarla ülkeyi zorla bir seçim YİNELEMESİNE (erken seçim değil bu!!) sürüklemeleri kabul edilebilecek bir durum değildir. Seçimden sonra 32 gün, Bay RTE, TBMM Başkanlık Divanı’nın oluşmasını beklemiştir zorunlu olmamakla birlikte.
32 gündür de Bay Davutoğlu koalisyon kurma masalıyla top gezdirmektedir. 13 gün kalmıştır geriye, 45 günlük Anayasal sürenin dolmasına (md. 116).. Sonra top bir kez daha Bay RTE’nin ayağına geçecektir. Seçimden sonra 64 gün ve ortada hükümet yok!? Böylesi bir tablo bir Patagonya’da – Filipinlerde olabilir bir de olsa olsa Tayyipgilerin ülkemizi terfi ettirdikleri “ileri demokrasimizde” !

Tüm bu hukuk tanımazlıkların kanlı bilançosunun yasal hesabı ilgililerinden
mutlaka sorulacaktır.. Kaçış yoktur.. Bu ölümcül korku ile hata üstüne hata yapıyorsunuz ve bu kısır döngü de ödünüzün patladığı sonu yaklaştırıyor..

Bu sefil oyun geri tepmeli ve halkımız, zoraki yinelenecek seçimde bu oyunbozanlara artık Anadolu şamarını indirmelidir.. Türkiye’nin başka kurtuluş yolu kalmamıştır.

Sevgi ve saygı ile.
10 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Hem sarayda yaşa hem particilik yap..

Hem sarayda yaşa hem particilik yap..

TÜRKİYE Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu,
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan‘ı eleştirirken,
“Birilerine, ‘cübbeni çıkar gel siyaset yap diyor..’ ben de diyorum ki,
çık sarayından siyaset yap” dedi.

Bursa’da Akademik Odalar Birliği’nde düzenlenen ’19’uncu Eğitim Şurası’na katılan TBB Başkanı Metin Feyzioğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın mitingler yaptığını ve burada bir siyasal parti önderi gibi davrandığını söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeminine aykırı davrandığını,
Anayasayı çiğnediğini ileri süren Metin Feyzioğlu, şöyle konuştu:

“Erdoğan, hem tarafsızlık yemini etti hem de bir siyasal partiye oy istiyor.
Keşke yemin etmeseydi. ‘Ben yemin ederken ayağımı kaldırdım’ deseydi.
En basit önerileri, en haklı eleştirileri dile getiren birisi çıktığında ‘cübbeni çıkar gel’ diyeceksin. Ben de Cumhurbaşkanı’na söylüyorum;

  • ‘Çık sarayından öyle siyaset yap’ Hem dokunulmaz olacaksın hem yargılanamaz olacaksın, emrinde her türlü fon olacak. Ondan sonra da siyasal parti liderliği yapacaksın…” 

Tartışılan, İç Güvenlik Paketi‘ni eleştiren Feyzioğlu, bu konu hakkındaki görüşlerini belirtmek için salı günü için TBMM’de grubu bulunan partilerden randevu istediklerini söyledi. Zorlaştırılması gereken gözaltıların, bu yasa ile kolaylaştırıldığını savunan TBB Başkanı, şöyle konuştu:

  • “Bunların başında ‘önleyici gözaltı’ denilen bir sistem var. Yasa çıkarsa, istihbari dinlemeler, Ankara’da süper yetkili yargıca verilecek. Türkiye’nin bütün iletişim ağı bir biçimde kendi denetimleri altına alınacak. Toplantı, gösteri yürüyüşlerinde
    yasaya aykırılık olursa ertelenemez cezalar verilecek. Anlaşılan o ki, toplumsal hareketleri, barışçı protestoları şiddetle bastırmak yönünde bir alt yapı hazırlanıyor. Bugüne dek siyasal iktidarın yaptıkları bu yasa çıktıktan sonra yapacaklarının güvencesi olacak. En barışçıl gösterileri copla, plastik mermilerle insanları öldürerek bastıran, ardından da ‘polislerimiz destan yazdı’ diye alkışlayan, sokak aralarında çocukları öldüresiye dövenleri, ‘aslında onlar öldürmek istemedi’ gibi sözde cezalarla geçiştiren bir sistemde, bu yasanın da neye hizmet edeceği açık.”

    “KRAL TALİMAT VERİYOR, KRALCILAR YERİNE GETİRİYOR”

    Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından geçtiğimiz günlerde el konulan Bank Asya ile ilgili de konuşan Feyzioğlu;

  • “Bir bankanın batırılması için önce beyanlarda bulunuldu ardından da bankaya
    el konulması sağlandı. Bu bankanın üye yapısı yıllardır, ya biliniyor ya da bilinmiyor. Bugün mü akıllarına geldi? Yukarından talimat verildi kraldan çok kralcılar
    hemen koşturdu. Bir yerde kraldan çok kralcı varsa biliniz ki, orada kendini kral eden birisi vardır.

    Cumhurbaşkanı bugün kendisini kral ilan etmiştir
    .

    Yukarıdan verilen her talimat kralcılar tarafından yerine getirilmek üzere
    bir emir olarak telakki edilmektedir.” dedi.

    Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasal parti lideri gibi davrandığını ve bunu çekinmeden ifade ettiğini, Anayasayı ihlal ettiğini ileri süren Feyzioğlu, Erdoğan’ın Çankaya Köşkünü saraya taşımakla, Türkiye rejimini değiştirecek adamları fütursuzca atmakta olup, hiçbir yasayı tanımadığını söyledi.

    MİT Müsteşarı Hakan Fidan‘nın istifa ederek milletvekilliği için adaylığını koymasını da değerlendiren Feyzioğlu, “En yukarıdan talimat aldı. O da talimatları yerine getiriyor. Hayırlı uğurlu olsun..” dedi.

    Bursa, 07 Şubat 2015
    http://m.haberler.com/metin-feyzioglu-cik-sarayindan-oyle-siyaset-yap-6943979-haberi/

Soner Yalçın : Davutoğlu’nun bilinmeyenleri

Dostlar,

Sevgili Soner Yalçın‘dan güncel, müthiş bir yazı daha..

Kendisine teşekkür ederek okuyalım..

Ama SÖZCÜ Gazetesi almayı da ihmal etmeyelim..

Sevgi ve saygıyla.
29.8.2014, Uzungöl – Trabzon

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

=============================================

Davutoğlu’nun bilinmeyenleri

portesi

Soner Yalçın
http://sozcu.com.tr/2014/yazarlar/soner-yalcin/davutoglunun-bilinmeyenleri-588762/, 29.8.14

30 Mart 2014 yerel seçimine üç gün vardı.

Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in Dışişleri Bakanlığı’nda
Suriye politikası üzerine yaptıkları “beyin fırtınası” medyaya sızdırıldı.
Amaç, “Erdoğan ve Davutoğlu’nun kurmayları Suriye ile savaş çıkarmak istiyor” mesajıyla AKP oylarını düşürmek miydi?

Başka amacı var mıydı?

Yerel seçimden başarıyla çıkan Erdoğan, Cumhurbaşkanı adayı olmaya karar verdi.
Ve başbakanlık koltuğuna oturacak adı da o günlerde belirledi: Ahmet Davutoğlu!

Dikkat ediniz Davutoğlu’nun adını açıklayan Erdoğan, hep bir konunun altını çizdi:
Davutoğlu, Paralel Yapı ile mücadeleye devam edecek!”

Davutoğlu, Erdoğan’a bu güveni vermek için yaşamında bir ilke imza attı.
“Din ve Siyaset” adlı kitabın yazarı Zaman gazetesinden Ali Bulaç’a 10 bin TL
tazminat davası açtı! Tarih: 29 Mayıs 2014!

Kitapta yer alan sözler 11 Ocak 2014’te hükümete yakın Sabah, Star, Haber 7 olmak üzere birçok gazetede yayınlanmıştı! Entelektüel Davutoğlu’nun tavrı herkesi şaşırtmıştı. Oysa bilmiyorlardı ki…

Başbakanlığa giden yol, Cemaat yazarlarıyla kavgadan geçiyordu..!

Erdoğan yalnızca Paralel Yapı’yla mücadele için mi Davutoğlu’nu başbakan yaptı? Ya da…

Eşi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Sare Davutoğlu’nun, Erdoğan’ın kız kardeşi Vesile İlden’in yakın arkadaşı olması veya Erdoğan’ın kızı Esra Albayrak’ın doğumunu yaptırması mı bu yolu açtı?

Çocuk olmayınız…

Davutoğlu’yla ilk çalışan politikacı bilinen aksine Süleyman Demirel idi…

Sinirlioğlu faktörü

Davutoğlu’nu tanımanız için bir adı bilmeniz gerekiyor: Feridun Sinirlioğlu!

İstanbul Erkek Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi’nden tanışıyorlar. Sinirlioğlu
çalışma yaşamına 1982’de Dışişleri Bakanlığı’nda başladı. 1996-2000 arasında Cumhurbaşkanlığı başdanışmanı yapıldı. Sinirlioğlu, Demirel’e İsrail-Filistin gerilimine çözüm konusunda rapor hazırlayacak tek kişinin Davutoğlu olduğunu söyledi.
Davutoğlu devletle ilk kez bu aracılıkla tanıştı; raporu yazdı.
Sinirlioğlu’da 2002’de büyükelçi olarak İsrail’de görevlendirildi. 5 yıl kaldı.

Davutoğlu’nun yaşamındaki Sinirlioğlu gibi ayrıntılar hep dikkatimi çekti.
Örneğin yazdığı kitabının önsözünde ilk cümle şuydu:

Prof. Dr. Bernard Lewis’e şükranlarımı sunarım. Bu kitabı yazmamı O sağladı.”

Prof. Lewis’in siyonist olduğunu bilmeyen var mı?

Kitabını çeviren Prof. Dr. Norman Vuckoviç de Yahudi idi.

Bir gün yazarım;

Davutoğluların “Neo Osmanlı” (Yeni Osmanlıcılık) tezi bir İsrail projesidir.

Boğaziçi Üniversitesi’nde tez hocası Prof. Dr. Şerif Mardin idi.
“Alternatif Paradigmalar” adlı doktora çalışması için üç ay Mısır’daki Amerikan Üniversitesi‘nin kütüphanesinde çalıştı!
Ders vermesi için hem ABD’den hem de Malezya’dan davet aldı.
Malezya International Islamic University’yi tercih etti.

İsrail ile ilişkilerin en iyi olduğu 28 Şubat döneminde “Silahlı Kuvvetler Akademisi” ve
“Harp Akademileri”nde öğretim üyesi olarak ders verdi!

Erdoğan’ı ele geçirdiler

Tarih: 16 Kasım 2002.

Abdullah Gül hükümeti kurma görevini aldıktan sonra aradığı ilk isimlerden biri Davutoğlu oldu. Gül’ün, Refah Partisi’nin dış politikasından sorumlu olduğu ve Erbakan’ı ABD’ye götürdüğü o dönemlerde akıl hocası Davutoğlu idi. Ancak Davutoğlu RP çatısı altında çalışmayı kabul etmemişti; dışarıdan destek veriyordu. Başbakan Gül’ün başdanışmanlık teklifini kabul etti. Gül’ün makam odasının arkasındaki iç odada çalışıyordu.

Davutoğlu sonra Başbakan Erdoğan’la çalıştı…

Siyasete dair hiçbir pratiği yoktu ve buna rağmen Davutoğlu, AKP’nin dış politikasını belirleyen birinci adam oldu. The Economist dergisi O’nu “perde gerisindeki etkili adam” diye boşuna yazmadı (17.11.2007). AKP hükümetinin parlamento dışından kabinede görev alan ilk bakan da Davutoğlu oldu.

Peki tüm bunları nasıl becerdi?

Fikri donanımı olmayan Erdoğan, olayları kavramsal yöntemlerle açıklayan Davutoğlu’yla eksikliğini giderdiğini düşündü. “Hoca” biliyordu. Oysa…

Kitaplardaki soyut ile yaşamın somut gerçekleri karşı karşıya gelince Davutoğlu’nun çuvalladığını herkes gördü. Soyutlaştırılan dış politika Türkiye dış politikasını gerçeklerden uzaklaştırdı.
Erdoğan bilmiyordu ve ne yazık ki bilmediğini de bilmiyordu; bildiği sandığı “Hoca”ya sarıldı.

Ve eklemeliyim:

Davutoğlu, Erdoğan’ın emanetçisi-kuklası filan olmaz.
Davutoğlu, Sinirlioğlu ve Hakan Fidan, Erdoğan’ın zihinsel dünyasını ele geçirdiler. Bakmayınız afra tafrasına, “Paralel Yapı bizi kandırdı” diyen saf bir Erdoğan var karşınızda. Cüneyt Zapsu’nun “lağıma sürmeyin kullanın” sözünü hatırlatırım.

Erdoğan Başbakanlığı yalnızca “belediye hizmetleri” sanıyor ve dış politika ya da ekonomiyi bilmiyor; ihaleler konusunda uzman!

Cumhurbaşkanlığı sürecinde buna devam edecektir.

Parantez açmalıyım: Davutoğlu’nun Konya’nın ve Anadolu Kaplanları’nın temsilcisi olduğu söyleniyor. Davutoğlu’nun en büyük kızı Sefure, Yıldız Holding’in kurucusu
Sabri Ülker’in torunu Ahmet Özokur ile ve ortanca kızı Meymune ise İstanbul Ticaret Odası Başkan Yardımcısı Dursun Topçu’nun oğlu Talha Topçu ile evli. AKP döneminde Anadolu Kaplanları yalnızca bir efsanenin adıdır; Türkiye’nin 70 yılda kazandıklarını İstanbul ve Ankara’daki “havuzcu” şirketler yemektedir. Geçelim…

Bu arada:

Davutoğlu’nun emanetçi olup olmayacağı umurumda da değil. 12 yıllık dış politikasıyla Türkiye’yi ateş çemberinin içine atan maceracı Davutoğlu’nun başbakanlık koltuğuna oturması tehlikenin devam ettiğini gösteriyor.

Şunu demiştir:

“Dedelerimizin coğrafyası bizim kuşağımızın coğrafyasından çok daha genişti. Torunlarımızın coğrafyası da bizim coğrafyamızdan çok daha geniş olacaktır.”

Maceraya devam…

Suriye ile Savaş Çıkartma Kumpasını Planlayan “4’lü” nün Konuşma Tutanağı Üzerine..


Suriye ile Savaş Çıkartma Kumpasını Planlayan
“4’lü” nün Konuşma Tutanağı Üzerine..

Dostlar,

Yerel (genel!) seçim öyle ya da böyle geride kaldı.
Gündemde kimi yaşamsal maddelerin unutturulmaması gerek.

– İlki, korkunç boyutlardaki yolsuzluğun hesabı sorulmalı; seçimle aklanma olmaz!
– İkincisi Balyoz vb. tertip davalarda tutsak alınanların salıverilmesi; sözde paralel yapının tasfiyesi,
– 3. sü gümbür gümbür geliyorun diyen “ağır ekonomik bunalım”a etkin önlem  alınması
– Ve 4. sü de Dışişleri Bakanlığı makamında Suriye ile savaş çıkartma iğrenç planlarının sorgulanması.

*****

13 Mart 2014 günü Dışişleri Bakanı’nın makam odasında geçen çok tehlikeli konuşmalar sorunu, gündem oyunları içinde gözden kaçırılmamalıdır.
(Aydınlık; 28.03.2014, http://aydinlikgazete.com/ mansetler/36682-savas-baronlari-turkiyeye-8-fuze-attiririz-iste-o-ses-kaydi.html)

Bu konuşmaları basit bir plan egzersizi olarak kabul etmek olanaklı değildir. Zaten Dışişleri Bakanı Davutoğlu da, Başbakan da içeriği kabullendi!
Balyoz kumpasında 1. Ordu’nun rutin plan semineri “Hükümete darbe girişimi” olarak tanımlanarak yüzlerce subay “Darbecilikle” suçlanmış; yıllarca hatta bir bölümü yaşam boyu hapis cezasına çarptırılmışlardır. Fatih camisinin bombalanacağı suçlaması
temel dayanak alınmıştır. Şimdi ise MİT Müsteşarı Süleyman Şah Türbesi’nin
bizzat MİT tarafından kundaklanarak Suriye’nin sorumlu tutulmasını önermektedir.
Hatta ülkemiz Suriye’den füze ile bombalanarak Suriye’ye savaş ilan edilecektir!
Bunlar en azından “iftira” suçudur ve çatışmalarda yitirilecek insanların  –
Mehmetçiğin de kurban edilmesi senaryosudur, katil planıdır!

Balyoz vd. Tertip davalarda hiçbir somut kanıt bulunamamış, onlarca – yüzlercesi sanal ortamda uydurulmuştur. CD ve sabit disklerde suç yaratma, bilirkişi raporlarıyla kezlerce kanıtlanmasına karşın, yargıda lehte olarak değerlendirilmemiş;
çürütülen sözde, üretilmiş kanıtlara dayalı ağır ceza hükümleri kurulmuştur.
Ergenekon cezalarının gerekçesi bile 8 ayda yazıl(a)mamıştır!?

Bu 4’lünün lanetli planı ise bir düşünsel egzersiz olmayıp, ciddi ciddi tasarlanmıştır.
Düşünsel olarak egzersiz düzeyinde dillendirilmesi bile, insanlığa karşı suç tasarımıdır.

Hiçbir hukuksal sonucu olmayacak mıdır bu ciddi ciddi savaş çıkarma ve
katil planlamasının?

En azından “teşebbüs aşamasında suç” olarak değerlendirilmeyecek midir??
Olay apaçık suçüstüdür, uluslararası ve iç hukuka karşı suçtur, Anayasa çiğnemidir!

Başbakan, bu dinlemeyi “ahlaksızlık” olarak nitelemiştir. Ya planlanan savaş senaryosu; ahlak içi midir??

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının derhal olaya el koyması gerekir.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın inceleme başlatması salt dinlemeyi yapanlarla
sınırlı tutulabilir mi? Ya bu planları yapanlar ??

Siyasal sorumluluk açısından TBMM’de Meclis Araştırması – Soruşturması
hatta gensoru gündeme getirilmelidir.

  • Ülkenin güvenliğini sağlayamayan hükümet istifa etmelidir.

Basın, ciddi biçimde bu mide bulandıran tehlikeli, sorumsuz, hukuk dışı siyaseti sorgulamalıdır.

Muhalefet mutlaka TBMM’ye taşımalıdır..

*****

Bu konuşma kayıtlarının dökümünü bir kez daha paylaşmak istiyoruz :

http://aydinlikgazete.com/mansetler/36682-savas-baronlari-turkiyeye-8-fuze-attiririz-iste-o-ses-kaydi.html

Türkiye’de Twitter’i ve Youtube’u yasakladınız,
bir bölüm halk bu konuşmaları izleyemedi..  Ya dünya kamuouyu??
Dünya alem ve yurt dışındaki 5 milyona yakın yurttaşımız izledi, arşivledi..
Dünya aleme ülkemiz rezil edildi.. Dileriz Türkiye “Terörist ülke” ilan edilmez
ve Başbakan RTE de savaş suçlusu olarak Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmak istenmez..

Ülkemiz ekonomik – ticari – diplomatik – askeri.. ambargolarla yıkıma uğratılmaz, saygınlığı yıkılmaz!

AKP hükümeti, Türkiye ve Dünya kamuoyuna, Suriye halkı ve hükümetine doyurucu bir açıklama yaparak –zırva tevil götürmez ama!– apaçık özür dilemeli ve uluslararası hukuka bağlı kalacağına ilişkin güvence vermelidir. 2 müsteşar hemen görevden alınmalıdır. Gn. Kurmay 2. Başkanı da istifa et(tiril)meli, TSK da Türkiye kamuoyundan özür dilemelidir. İktidarın bu tür politik oyunlarına asla alet olmamalıdır. Eski Genel Kurmay Başkanı rahmetli Org. Necip Torumtay’ın, dönemin Cumhurbaşkanı
Turgut Özal’a direnerek Irak’a kanlı serüven savaşını engellemesi örnek alınmalıdır. (Bkz. “Onurlu Komutan Necip Torumtay Paşa” başlıklı makalemiz. (30.8.2011,
http://www.odatv.com/n.php?n=onurlu-komutan-necip-torumtay-pasa-3008111200)

Türkiye, ATATÜRK‘ün kurduğu bir ülke olarak
YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ!” ilkesine sıkı sıkıya bağlı kalmalıdır.

Türkiye, yine büyük komutan Gazi Mustafa Kemal Paşa‘nın şu uyarı ve öğüdünü de
aklından hiç ama hiç çıkarmadan uygulamalıdır :

  • Ulusun yaşamı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir!

Türkiye Cumhuriyeti asla bir “haydut devlet” değildir!

Mevcut yönetim, ne yazık ki ülkemiz için uluslararası toplum ve uluslararası hukuk katında böylesi tehlikeli bir izlenim doğurmaktadır. Bu yüz kızartıcı suçlamayı
masum Türk halkının ezici çoğunluğu hak etmemektedir. Sorun salt ülkemizin
içişleri olmaktan çıkmıştır. AKP hükümeti, Ortadoğu’da ciddi sıcak çatışmalara
yol açabilecek gelişmelere yol açabilecek kertede kumar oynayarak gözü kara politikalar sürdürmektedir. Kimsenin içişlerimize karışmasını istemeyiz ancak
bu sorunun, uluslararsı hukuk çerçevesinde salt Türkiye’nin iç işi olup olmadığını da
uluslararası kamuoyuna sormak isteriz..

Sevgi ve saygı ile.
31 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

İktidarın çeteleşmesi ve kurtuluşun yolu


Dostlar,

Sayın Merdan Yanardağ’ın YURT Gezetesi genel yayın yönetmeni olarak bu gazetede yazdığı başyazılar, gerekse SOKAK TV’deki yorumları tam anlamıyla 4 – 4’lük!
Tam bir yetkinlik ve derinlikle üstelik yüreklilik ve yurtseverlikle kalema alınmakta.

Aşağıdaki yazısında TSK’ya dönük eleştirilerini daha kısa ve daha diplomatik olarak
biz de sitemizde yazmış (
AKP’nin SURİYE İLE SAVAŞ ÇIKARMA OYUNLARI;
http://ahmetsaltik.net/2014/03/29/akpnin-suriye-ile-savas-cikarma-oyunlari/, 29.3.14)
ve 29 Mart 2014 günü 79. Ankara SESSİZ ÇIĞLIK eyleminde konuşmamızda da
dile getirmiştik..

Evet, TSK çok ama çok özenli omak zorunda.
Mustafa Kemal Paşa’nın ocağı, Peygamber Ocağı TSK, 2200 yıla varan
kadim geçmişiyle “önemli” hatalar yapma lüksüne hiç mi hiç sahip değil.
12 Mart, 12 Eylül kamburları ve ek olarak Ergenekon – Balyoz ve öbür kumpas davalardaki kabul edilemeyecek sinik tutumlarının kamburu gözler önünde ve belleklerde çok taze iken..

Türkiye’nin politik yönetimi, ülkemizi, uluslararası hukuk deyimiyle “Haydut Devlet” tanımına sürüklemektedir ne yazık ki.

TSK bu süreçte nerede duracaktır?

Eleştirileri kategorik olarak ve “in toto” (toptan!) reddetmek, yanıt yetiştirmek..
TSK’ya ne kazandırır ve de acı gerçekleri zerrece değiştirir mi?

TSK’nın önünde, bir bölüm personeli ve geniş halk yığınları olmak üzere,
değinilen nedenlerle “oluşan” güven bunalımını onarmak başlıca gündem – tasa olmak gerekirken…

Sevgi ve saygı ile.
31 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=========================================

İktidarın çeteleşmesi ve kurtuluşun yolu

portresi_olgun

 

 

Merdan Yanardağ
merdan.yanardag@yurtgazetesi.com.tr

YURT Gazetesi, 30 Mart 2014

Bir Suriye savaş uçağının, geçen hafta sınır ihlali yaptığı gerekçesiyle Türkiye tarafından vurularak düşürülmesi üzerine, 25 Mart 2014 tarihli Yurt Gazetesi’nde yazdığım yazıya, Genelkurmay Başkanlığı, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) adına yaptığı bir açıklama ile yanıt verdi. Ancak TSK’nın bu resmi açıklaması, gerçekte benim eleştirilerimi doğrulamaktan başka bir anlam taşımıyordu. Genelkurmay açıklamasında özetle, benim yazıma yanıt vermeye çalışırken, önceki gün ortaya çıkan ve yalanlanmayan yeni ses kayıtları, eleştirilerimin hafif kaldığını ortaya koydu.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun makamında yapılan bir toplantının kayıtlarından oluşan bu ses bandı, devletin adeta bir çete tarafından ele geçirildiğini gösteriyordu.

Türkiye’nin 5. sınıf bir provokasyonla Suriye ile savaşa sokularak,
Türkiye’nin bir olağanüstü hal (AS: OHAL) rejimine sürüklenmek istendiği anlaşılıyordu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Bakanlık Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler arasındaki konuşmada;

  • Suriye’ye 4 kişi gönderilerek oradan Türkiye’ye 8 füze atttırma yoluyla
    bu ülke ile savaş çıkarılabileceği konuşuluyor.

Deyim uygunsa bu konuda neredeyse “geyik” yapılıyor.

Bu tabloda en vahim olanı ise, TSK komuta kademesini elinde tutan kadronun da
bu “halk ve cumhuriyet düşmanı” siyasal ekibin bir parçasına dönüşmeye başladığını dramatik biçimde ortaya çıkarıyor.

Bu ülkenin çocuklarının yaşamları üzerinden kumar oynanıyor.

Bölgeyi kan gölüne çevirecek bir tertibin nasıl kurulacağı konuşuluyor ve
böylece hem iç hukuk hem de uluslararası hukuk çiğneniyor. Suç işleniyor.

Ben de adı geçen yazımda tam da bu konuyu, TSK’nın iktidar partisinin iç politik gereksinimlerinin bir aracı durumuna gelmesinin yaratacağı sonuçları gündeme getirdim. Ancak, bu kışkırtma (provokasyon) hazırlığı yalnızca benim tezlerimi doğrulamakla kalmadı, deyim uygunsa her şeyin üstüne bir de tüy dikti.

İsterseniz önce adı geçen yazımdan bir bölümü özetleyerek buraya alıp,
ne söylemiştim onu anımsayalım:

Cumhuriyetin ordusu !..

  • “TSK, Suriye’de Esad’a karşı El Kaide’ye destek veren Erdoğan Hükümeti’nin yanlış ve gerici politikalarına alet olmamalı. Suriye jetini düşürmek bu oyuna alet olmaktır. Erdoğan’ın bu tür komploları TSK’nin zaten yıpranmış olan saygınlığını (itibarını) daha da zedeler.“

AKP Hükümeti ve Başbakan Erdoğan kirli bir oyun oynuyor.

İktidar meşruiyetini yitiren, Türkiye’yi eskisi gibi yönetemeyen Erdoğan Hükümeti, sindirdiği ve teslim aldığı Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, kendi siyasal geleceğini kurtarmak için bir araç olarak kullanıyor.

“Hızla yalnızlaşan, daha açık bir ifadeyle içeride ve dışarıda kendisini destekleyen güçlerde büyük bir daralmayla karşı karşıya kalan AKP, bir çıkış arıyor.
Bu nedenle AKP Hükümeti, Türkiye’yi karanlık operasyonlarla bir “olağanüstü hal rejimi” yönetimine doğru sürüklemeyi planlıyor.

“İşte AKP’yi bu yönetme krizi ve tecrit durumundan çıkaracak gelişmelerden biri de ülkeyi Ortadoğu’da sürükleyebileceği bir macera olacaktır. Daha somut bir anlatımla, düşük yoğunluklu olsa da Suriye ile girişilecek bir savaş, AKP’ye hem bir olağanüstü hal ilan etme olanağı sağlayacak hem de bu gerekçeye ve hukuka yaslanarak cumhurbaşkanlığı ve genel seçimleri erteleme olanağı sunacak.

“Bu kirli senaryonun yaşama geçirilebilmesi için Erdoğan’ın elindeki tek araç
Türk Silahlı Kuvvetleri’dir. Yani komutanlarını ve en parlak personelinin bir bölümünü sahte kanıtlar ve darbe suçlamalarıyla tutukladığı, dolayısıyla saygınlığını
beş paralık ettiği TSK, Erdoğan’ın elindeki tek araçtır.

“Görüldüğü kadarıyla TSK’nın verili (mevcut) komuta kademesi AKP Hükümeti ve Erdoğan’ın bu kirli planının bir parçası durumuna geliyor. Suriye’de dinci gericilere ve emperyalist saldırganlığa karşı, deyim uygunsa bir ‘nefsi müdafaa’ savaşı veren Esad kuvvetlerine karşı TSK’nın haksız bir operasyon düzenleyerek bir uçağı düşürmesinin başka bir anlamı bulunmuyor.

“Suriye uçağını düşüren TSK, gerçekte kendi değerlerine, geleneklerine ve bağlı olduğu Cumhuriyetin ilkelerine aykırı hareket ediyor. Siyasal İslamcı teröristlere karşı savaşan Baas rejimine karşı pratikte dinci gericilerle aynı çizgiye savruluyor.

Suriye’de kirli savaşın bir parçası olmak TSK’ya onur kazandırmayacaktır.

“TSK’nın 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 gibi Amerikancı, gerici ve faşist darbelerle sicili zaten yeterince kirliydi. Suriye’de içine sürükleneceği bir haksız savaş,
daha da bozacaktır. Onu Ortadoğu’nun kıytırık bir hurma cumhuriyeti ordusuna çevirecektir.

“Erdoğan’ın bölgede El Kaide’ye ve Esad’a karşı savaşan her türlü cihadçı güce
destek veren politikalarına alet olmak TSK’nın işi değildir.

“TSK ya Cumhuriyet’in ve Ulusun Ordusu olacaktır ya da AKP’nin ve dinci gericiliğin silahlı gücü…”

Yukarıya geniş bir özetini aldığım bu yazıya 26 Mart 2014 tarihli Genelkurmay Başkanlığı açıklamasıyla verilen yanıtta ise, “TSK’nın siyasete çekilmek istendiği” belirtilerek bu girişime izin verilmeyeceği vurgulanıyor. Açıklamada ayrıca, TSK’nın
ilan edilen “angajman kuralları” nın gereğini yaptığı ve Suriye uçağını düşürmekten “mutluluk duymadığı” da özellikle belirtiliyor.

Öncelikle şunun altını çizelim :
TSK eğer angajman kuralları ve sınır ihlalleri konusunda bu denli duyarlı ise,
ayda ortalama 3-4 Yunanistan uçağını düşürmesi gerekiyordu. Yüksek hız yeteneğine sahip bir jetin bir ülke sınırını birkaç dakika süreyle 1-1,5 kilometre geçmesi sınır ihlali diye değerlendirilemez. Dinci militanlara karşı kendi sınırlarında meşru bir operasyon yapan Suriye uçağını uyarmak yeterliydi. Kaldı ki, uçak Suriye topraklarında düşürüldü.

Şimdi sormak gerekiyor : Genelkurmay 2. Başkanı Yaşar Güler’in de dahil olduğu “provokasyon toplantısı” ile uluslararası hukuk çiğnenerek düşürülen bu uçak arasında bir ilişki var mı?

Ayrıca altını çizelim : TSK doğrudan mevcut siyasal iktidar tarafından siyasetin içine çekilmiş durumda, hem de kirli bir siyasetin. ..

Öte yandan dünyanın bütün orduları gibi TSK da dar anlamda “partici” olmasa bile
son çözümlemede siyasal bir kurumdur. Öyle de olmak zorundadır.

BİR KEZ DAHA ‘YARATICI YIKICILIK’ ÜZERİNE

Türkiye’de herhangi bir iktidar değişikliği, on yıllara yayılan, tarihin akışını ve toplumun genetiğini deforme eden bozulmayı ortadan kaldıramaz.

Köklü bir dönüşümü yapacak, toplumu yeniden tarihin aktığı yatağa taşıyacak
bir iktidar değişikliğine gerek var.

Eski rejime, zihniyet dünyasına, ortaçağ değerlerine ait olan bütün kurumları ve değerleri bir kez daha ve bu kez köklü biçimde yıkmadan yeni bir gelecek kurmak olanaksızdır. Gereksinimimiz olan şey; felsefi bir atılım, yenilenme ve yıkıcılıktır.

Yalnızca özgürlükçü, eşitlikçi ve toplumcu değil;
temiz, aydınlık ve modern bir gelecek kurmak, insan aklını ve onurunu
yeniden iade etmek için bile bütün karşı devrim kurumlarını yıkmak,
başta dinci yobazlık olmak üzere her türden gericiliği tasfiye etmek gereklidir.

Dolayısıyla, bugünlerde çokça sözü edilen “uzlaşma” kavramının, içinde taşıdığı
bütün iyi niyete karşın bir anlamı bulunmuyor.

Vergi kaçırmadan çıkarılacak bir tarihsel ara bilanço olmadan,
insanlığın bütün ilerici birikimine karşı savaşan gericilikle kesin bir hesaplaşmaya gitmeden ve bu defteri kapatmadan, Türkiye’nin huzura kavuşması olanaklı değil.

Başka bir anlatımla Osmanlı-Türk modernleşmesi ve Aydınlanma atılımıyla gericiliğin giriştiği yüz yıllık tarihsel hesaplaşma tamamlanmadan Türkiye’nin 21. yüzyılda
yoluna devam etmesi çok zor.

İkiyüzlü bir toplum ve ülkenin daha çok ayakta kalması neredeyse olanaksız.

İşte bu büyük tarihsel eylemin ve insan etkinliğinin adı yaratıcı yıkıcılıktır.

Türkiye ya bu hesaplaşmayı yaşayacak ya da ufalanacak…
Ya dinci bir karanlığın içine gömülerek içine kapanacak ya da yeni bir tarihsel atılım yapacak. Ya acı çekerek kıytırık bir Ortadoğu hurma cumhuriyetine dönüşecek
ya da yaratıcı bir yıkıcılıkla yeni ve aydınlık bir gelecek kuracak.

İşte Türkiye böyle bir tarihsel koridorun içinden geçiyor.
Tarih bizi yeni bir yaratıcı yıkıcılığa çağırıyor.

(http://www.yurtgazetesi.com.tr/iktidarin-cetelesmesi-ve-kurtulusun-yolu-makale,7617.html)

Dışişleri binasındaki o “casus”un adını açıklıyoruz


Dışişleri binasındaki o “casus”un adını açıklıyoruz

Baris_Terkoglu

Barış Terkoğlu
Odatv.com, 28.3.14
http://odatv.com/n.php?n=disisleri-binasindaki-o-casusun-adini-acikliyoruz-2803141200

 

Türkiye, dün gündeme bomba gibi düşen ses kaydını tartışıyor.

Dışişleri Binası’nda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler‘in biraraya gelerek Suriye’ye savaş planlarını görüştüğü
ses kaydı “paralel örgüt“leri daha iyi anlamamızı sağlıyor.

Devletin içindeki 1. örgüt, gerektiğinde vatandaşlarını ölüme gönderen
bir “savaş örgütü“.

İkincisi ise öbürünü kaydeden bir tür “casusluk örgütü“.
Geçmişte “paralel” çalışan bu iki örgüt şimdi birbirini dik kesiyor.
Birbirlerine söyledikleri “hain“, “casus“, “katil” sözleri havada uçuşurken,
gelin biz Dışişleri’ndeki o “casus“un peşine düşelim…

Elbette sizi 2. iddianameyle birlikte 491 sanığa ulaşan İzmir’deki Türkiye tarihinin
en büyük “sözde casusluk davası“na götüreceğiz.

Yeni Şafak’tan Zaman’a, Star’dan Taraf’a hükümet ve Cemaat medyasının
günlerce sanıkları fuhuş karşılığı casusluk yapmakla suçladıkları bu davanın
yüzlerce hatta binlerce potansiyel sanığı var.

İçlerinde dikkat çekici bir ad var.

KİM O KUMPAS MAĞDURU

Adı: Tanju Bilgiç.
Kim mi Bilgiç?
Dışişleri Bakanlığı Basın Sözcüsü.
İddianameye yansıyan belgelerde Bilgiç için ağır suçlamalar var.
Örgüte belge sağlayan yüzlerce bürokratın arasında Tanju Bilgiç’in karşısında
şu ifadeler yer alıyor: -“Bekar dullardan.. Kadınlardan bıkmış bir hali var, ilgi istiyor”.

” Kıbrısla ilgili gizli 5-6 belge”

Adına açılmış bir klasörün olduğunun görüldüğü iddianamede Bilgiç,
örgüte 5 belge sağlamakla suçlanıyor.
Bunlar Ali Babacan adıyla hazırlanan iki belge, Recep Tayyip Erdoğan adıyla hazırlanan iki belge, Prof.Jochen Frovein adına hazırlanan bir belgeden oluşuyor.

Söylemek istediğimiz şu :
Elbette Tanju Bilgiç’in savcıların iddia ettiği gibi “casus” olduğunu iddia etmiyoruz.
Aksine daha önceki davalarda olduğu gibi nedense mutfakta ve buzdolabı arkasında siyah torbada bulunan, hiçbir sanığın parmak izinin olmadığı bir hardiskte yer alan
o sanal (dijital) dosyalar öbür sanıklar için ne denli uydurmaysa Bilgiç için de öyle.

Kısacası davanın öbür sanıkları gibi Bilgiç de bir kumpas mağduru.

YASAK AŞKIN İKİ YÜZLÜ POLİTİKASI

Ama bir dakika…
Burada AKP’nin bir iki yüzlü politikası saklı.
Şöyle ki :
Madem bu belgelerin sahte olduğunun farkında, öyleyse Türkiye’nin en önemli yetişmiş gücü olan yüzlerce askerin tutuklanmasını neden izledi? Neden AKP medyası günlerce bu insanlarla fuhuş karşılığı devlet belgeleri satan insanlar olarak lanse etti?
Bu davanın sanığı olan onlarca askeri geçen hafta neden tasfiye etti?

Yok hayır, bu belgelerin gerçek olduğunu düşünüyorsa, neden Tanju Bilgiç’i devletin
en kritik merkezlerinden birine, Dışişleri Basın Sözcülüğü’ne atadı? Dünkü toplantının yapıldığı odanın birkaç metre ötesinde bir oda verdi? Hakkındaki “casus” suçlamasına karşın O’onu Dışişleri’nin doruğuna yerleştirdi?

Bu soruların tek bir yanıtı var.
Bu belgelerin sahte olduğunu bile bile, bu kirli Cemaat’e kendi ülkesinin subaylarını tasfiye etme olanağı veren AKP hükümetinden başkası değildi. Dedikleri gibi
ne istedilerse verdi“. Kozmik odaya girdiklerinde de, Karargah’ı dinlediklerinde de
bunu sonuna dek kullandı. Sıra kendisine geldiğinde, kendi kirli ilişkileri dinlendiğinde
bir anda “gerçek casus“u keşfetti.

Sorun başkalarının kadınlarını pazarlayan muhabbet tellalının,
kendi kadınına dokunulunca namustan, ahlaktan söz etmesini anımsatıyor.

Balyoz davasında yüzlerce subay yalnızca adı bir dijital dosyada geçiyor diye
“camiyi bombalayacaklardı” palavrasıyla içerde tutuluyor.

Bu sırada siz (AS : Suriye’deki Süleyman Şah) “türbeyi bombalamayı” konuşuyor, “kendi topraklarınıza füze atmak”tan bahsediyorsunuz.

Yüzlerce subay bir dijital not nedeniyle “casusluk“tan sanıkken,
siz devletin merkezinde güzel güzel dinleniyorsunuz.

Başkalarına “casus” derken, yaptığınız toplantının basın açıklamalarını
onların “casus” ilan ettirdiği bürokrata yaptırıyorsunuz.
Paralelmiş, dikmiş, örgütmüş, casusmuş…
İşte tüm bunların sırrı, “savaş örgütü” ile “casusluk örgütü“nün yasak aşkında gizli.
Siz ettiniz, siz buluyorsunuz.
Sonuçtaysa hep biz eziliyoruz.

TBB’den SURİYE ile SAVAŞ ÇIKARMA OYUNLARI BASIN AÇIKLAMASI


Dostlar
,

Son derece dengeli, serinkanlı ve gerçekçi saptamalar ve çözümler içeren
Türkiye Barolar Birliği‘nin basın açıklamasına katılıyor, kendilerine teşekkür ediyor
ve değerli site okurlarımızla paylaşmak istiyoruz.

Bu gün 79. SESSİZ ÇIĞLIK eylemindeki konuşmamızda da benzer temaları
ifade etmiştik. Dile getirdiklerimiz, büyük ölçüde bu bağlamda sitemizde yayımladığımız 2 yazımıza dayanıyordu

– SESSİZ ÇIĞLIK EYLEMLERİ ve BAŞBAKAN’IN SESSİZ ÇIĞLIKLARI
(http://ahmetsaltik.net/2014/03/29/sessiz-ciglik-eylemleri-ve-basbakanin-sessiz-ciglilklari/)

– AKP’nin SURİYE İLE SAVAŞ ÇIKARMA OYUNLARI
(http://ahmetsaltik.net/2014/03/29/akpnin-suriye-ile-savas-cikarma-oyunlari/)

Onlara da bakılması dileğiyle..

Sevgi ve saygıyla
29.3.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==========================================

TBB’den SURİYE ile SAVAŞ ÇIKARMA OYUNLARI AÇIKLAMASI

tbb_logosu

Türkiye Barolar Birliği,

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’in
Suriye’de savaş senaryosu üzerine konuştuğu ses kaydıyla ilgili açıklama yaptı.

Prof. Metin Feyzioğlu imzasıyla yapılan iki bölümden oluşan açıklamada,

  • “Bu acıklı ve ibret verici tablo; her bakımdan Devlet katındaki yönetim anlayışının basiretsizliğinin ve acizliğinin açık bir göstergesidir.” denildi.

Yaşanan krizden çıkışın tek yolunun, hukukun üstünlüğünü egemen kılmak, demokrasiyi el birliğiyle yeniden inşa etmek, demokrasinin vazgeçilmezi olan denet-denge mekanizmalarını kurmak, hesap verebilir ve saydam bir yönetim anlayışını geçerli kılmaktan geçtiği ifade edilen açıklamada,
Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Barış Dünyada Barış” sözüne de göndermede bulunuldu.

Barolar Birliği tarafından Metin Feyzioğlu imzasıyla yapılan açıklama şöyle;

*****

“Dün dolaşıma çıkarılan ve yasa dışı ortam dinlemesi yöntemiyle kaydedildiği anlaşılan bant kaydı dökümü tarafımızca okunmuştur. 

İlk tespit ve değerlendirmelerimiz şunlardır:

1)Toplantıda; Dışişleri Bakanı, MİT Müsteşarı, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı ve Genelkurmay 2. Başkanının olduğu anlaşılmaktadır.

2)Toplantı, üst düzey bir güvenlik toplantısıdır. Ancak anlaşıldığı kadarıyla bir “karar” toplantısı değil, karar vereceklerin görüş oluşturmasına yönelik bir hazırlık toplantısıdır.

3)Toplantıda; sınırlarımızın güvenliği, yasa dışı terör örgütlerinin sınırdan girerek Türkiye’de eylem yapacakları, buna karşı Suriye’ye askeri müdahalede bulunulması, Suriye’de yaşanan iç savaş, Suriye sınırları içinde yer alan ve Türkiye Cumhuriyeti toprağı olan Süleyman Şah Türbesine yönelik saldırı karşısında yapılabilecekler, Süleyman Şah Türbesine yönelik bir saldırının askeri müdahaleye uluslararası hukukta meşruiyet kazandıracağı, Suriye’den Türkiye’ye sızan teröristlerin Türkiye’de gerçekleştirecekleri eylemlerin böyle bir askeri müdahaleye meşruiyet sağlayıp sağlamayacağı konularının görüşüldüğü anlaşılmaktadır.

4)Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikasını, uluslararası hukuk açısından bugüne kadar en ağır şekilde eleştirdiğimiz ilgilenen herkesin malumlarıdır. Basın özgürlüğünün, düşünceyi açıklama özgürlüğünün, halkın haber alma hakkının, adil yargılanma hakkının ve bireylerin barışçıl- demokratik gösteri hakkının kısıtlanması sonucunda; Türkiye’nin dış politikasının kamuoyunun etkili ve sağlıklı denetimine tabi tutulamadığı ve bütün denet-denge mekanizmalarının aşındırıldığı, tarafımızca yıllardır ifade edilmektedir.
Öte yandan sahteliği sabit olmuş delillerle Türk Ordusu’nun subaylarının tutuklanmasının ve mahkûm edilmesinin, dış politikamıza ve
milli güvenliğimize ne kadar büyük bir darbe vurduğu da ortadadır.
Söz konusu davaların gerçeğe ulaşmak gibi bir hedefinin olmadığı,
bu nedenle adil yargılanma hakkının ısrarla ve taammüden ihlal edildiği, tarafımızca ilk günden başlayarak her vesileyle, Milletimizin bilgisine sunulmuştur. Anılan davaların değerlendirilmesinin artık hukukçular tarafından değil, dış politika ve askeri strateji uzmanlarınca yapılması gerektiğine dair açıklamalarımızın ne kadar isabetli olduğu da
bugün artık kesin bir şekilde ortaya çıkmıştır.

5)Konuşmaların içeriğinin devlet sırrı olduğu kuşkusuzdur.
Yasa dışı ortam dinlemesi sonucunda sır niteliği kalmamış olan bu konuşmalarda ifade edilen politikayı öncelikle yurttaş kimliğimizle
kabul etmemiz mümkün olmadığı gibi, hukukçu kimliğimizle de karşı çıkmak görevimizdir. Bu yaşananlardan dolayı doğrudan doğruya sorumluluk ise Ortadoğu’da
mezhepçi ve yayılmacı bir politika yürüttüğünün işaretlerini veren siyasal iktidara aittir. 

6)Ne var ki bütün bu gerçekler, toplantının üst düzey bir güvenlik toplantısı olduğu gerçeğini değiştirmemektedir.

7)Böyle bir toplantıda konuşulanların içeriği ve bu kadar gizli konuların
ortam dinlemesi yoluyla kaydedilmesi

-Devlet kademelerindeki eşgüdüm  bozukluklarını,
-Güvenlik zaaflarını,
-Toplantıya katılan ve Türkiye’nin güvenliğinden sorumlu olan en üst düzey yöneticilerin, ne denli ulusal siyaset stratejisinden yoksun ve
derinliksiz olduklarını ortaya koymaktadır.

8)Bu acıklı ve ibret verici tablo; her bakımdan Devlet katındaki
yönetim anlayışının basiretsizliğinin ve acizliğinin açık bir göstergesidir.

9)Öte yandan seçimleri etkilemek amacıyla dolaşıma sunulan bu kaydın dışında, kaydı yapanların elinde ulusal güvenliğimize ve devletin bekasına ilişkin başka hangi kayıtların bulunduğunu tahmin edebilmek bile
mümkün değildir.

10)Aynı şekilde, kurgulanmış bir gerekçeyle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin
kozmik odasına girildiğinde ele geçirilen son derece stratejik sırların
nerelere servis edildiğini düşünmek bile hepimizi dehşete düşürmektedir.

11)Yarattıkları canavarın bugün hem kendilerini hem Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını tehdit etmeye başladığını görüp bundan pişmanlık duyduğunu
ifade edenler, kuşkusuz, bu fiilleri işleyenler kadar sorumludur.

12)Nerelere servis edildiği bilinmeyen bu kayıtlar sebebiyle acaba yurttaşlarımızın ve güvenlik güçlerimizin yaşamı tehlikeye düşürülmüş müdür? Bu nedenle şehitler verilmiş midir? Uçağımızın düşürülmesinin, helikopterlerimizin düşmesinin ve ASELSAN’da çalışan mühendislerimizin kuşkulu ölümlerinin bu dinlemelerle bağlantısı var mıdır?
Bunun gibi onlarca hatta yüzlerce soru artık sorulmak zorundadır.

SONUÇ

1)Ortam dinlemesi yoluyla devletin en mahrem toplantılarını kayda almak
çok ağır bir suçtur.

2)Yasa dışı dinlemelerin ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kozmik odasına girilmesini Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasına ve Türk vatandaşlarının güvenliğine bugüne dek hangi zararları verdiğini ve daha hangi zararları vereceğini tahmin etmek bile mümkün değildir. Üstelik bu kaydı dolaşıma sokanların elinde daha pek çok kayıt ve üst düzey stratejik öneme sahip devlet sırrının bulunması da mümkündür. Şu halde söz konusu kayıtların yapılmasını, “vicdanlı bir davranış” olarak nitelemek kabul edilemez.

3)Ortam dinlemesinde konuşulanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin ne kadar basiretsiz ve derinlikten yoksun bir stratejiyle yönetildiğini ortaya koymuştur. Bu hususun ortaya çıkması bile büyük bir milli güvenlik zaafı yaratmaktadır.

4)Hiçbir devlet, böylesine basiretsiz, böylesine acz içine düşülerek yönetilemez. Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti bu yaşananların hiçbirini
hak etmemektedir.

5)Yaşadıklarımızı siyah ve beyaz olarak tasniflemeye çalışmak, yanlış (a) seçeneğinin tek alternatifinin yine yanlış olan (b) seçeneği olduğu şeklinde kısır bir döngüye kendimizi mahkûm etmek anlamına gelecektir.

6)Bu basiretsizliğin ve aczin karşısında çözüm, elbette halkın iletişim özgürlüğünü keyfi bir şekilde kısıtlamak, sosyal medya alanlarını kapatmak değildir. Devletin üst düzey yöneticilerinin devlet sırrı teşkil eden konuşmalarını kimin kayda alıp dolaşıma çıkardığını bulmak görevi,
yargıya aittir.

7)Yöneticilerin basiretsizliğine bağlı olarak ortaya çıkan bu vahim
milli güvenlik zaafı bahane edilerek iletişim özgürlüğünün kısıtlanması
açık bir keyfiliktir.

8)Yıllardır dile getirdiğimiz üzere tek çözüm; hukukun üstünlüğünü egemen kılmak, demokrasiyi el birliğiyle yeniden inşa etmek, demokrasinin vazgeçilmezi olan denet-denge mekanizmalarını kurmak, hesap verebilir ve saydam bir yönetim anlayışını geçerli kılmaktır. Bunun için ne denli zor
olursa olsun, soğukkanlı düşünmemiz ve sırtımızı Milletimizden başka
hiçbir güce yaslama kolaylığına kapılmamamız gereklidir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesini
koşulsuz  benimseyen ve savaşı, yurdun savunulması için zorunlu olmadıkça kesinlikle reddeden Türk Milleti’nin takdirlerine saygılarımla sunarım.”

******

SURİYE’ye 4 ADAM YOLLAR TÜRKİYE’ye 8 FÜZE ATTIRIRIM!?.


SURİYE’ye 4 ADAM YOLLAR TÜRKİYE’ye 8 FÜZE ATTIRIRIM!?..

Suriye'y_4_adam_gonderirim

Gündemi sarsacak ses kaydı!

İnternete sızdırılan MİT Müsteşarı, Dışişleri Bakanı, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı ve Genelkurmay 2. Başkanı’na ait olduğu iddia edilen ses kaydında, seçim öncesi gerekirse Suriye ile savaş çıkarılabileceği konuşuluyor.

Yerel seçimlere sayılı günler kala internette yayınlanan son ses kaydı,
Türkiye’yi uluslararası arenada zor durumda bırakacak. Video paylaşım sitesi YouTube’ta ‘secim gudumu’ isimli bir hesapla yayınlanan son ses kaydında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’e ait olduğu iddia edilen kişiler, Suriye ile ilgili savaş senaryosu üzerine konuşuyor.

Ortam dinlemesi olduğu belirtilerek yayınlanan ses kaydında, Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Başbakan Erdoğan’ın ‘Süleyman Şah Türbesi’ni imkan olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyleyerek,‘Başbakan, bu (Süleyman Şah Türbesi) bir imkan gibi değerlendirilmeli bu konjoktürde’ dedi” şeklinde konuşuyor.

“SAVAŞ GEREKÇESİ ÜRETİRİM”

Mit Müsteşarı Hakan Fidan’a ait olduğu öne sürülen ses ise

“Gerekirse Suriye’ye dört adam gönderirim. Türkiye’ye 8 füze attırıp
savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah Türbesine de saldırtırız.”

diyor.

Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu olduğu iddia edilen kişinin

“Ulusal güvenliğimiz son derece pespaye ucuz bir iç politika malzemesi haline geldi.” dediği iddia edilen ses kaydında,

Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’e ait olduğu ses ise

“Direkt savaş sebebi yani yapacağımız iş, direk savaş sebebi.”
dediği duyuluyor.

http://sozcu.com.tr/2014/gundem/gundemi-sarsacak-ses-kaydi-476934/

Sevgi ve saygıyla
28.3.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE : ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 25.02.2014


ÇARŞAMBA İĞNELERİ –  25.02.2014

Naci_Bestepe_portresi

 

 

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

 

 

MİLYONLAR

“Milyonları evde zor tutuyoruz” demişti.
17 Aralık’ta (2013) zorunlu olarak kaçırmışlar

KAÇIŞ

Milyonları kaçırıyorlar.
Bu kadar kalabalıkla kendileri nasıl kaçacak?..

GÖREV

Cumhurbaşkanı Gül, kendisini göreve davet edenlere” Görevde değil miyim? “dedi.
Görevde görevde, imzalama görevinde,
RTE ne gönderirse…

SAF

RTE,”Aldanmışız, gerçekten safmışız”
Saf saf destelemişsiniz…

SAYGISIZLIK

Cumhurbaşkanı’nın MİT Müsteşarı Hakan FİDAN’a, “ifade vermeye gitme” dediği açıklandı.

Devletin başının devletin yasalarına saygısı…

BEŞLİK

Gelir eşitsizliğinde dünyada ilk beşteyiz.

Başbakan ve bakanların zenginliği sıralaması yapılsa garanti birinciyiz…

BEDEN

Meslek liselerinden beden eğitimi dersi kaldırılıyor.

Sağlam kafa yerine kapalı kafaya gerek  duyuluyor…

KANUNSUZ

Doğu PERİNÇEK mahkemeye “kanunsuzsunuz” dediği için
2 yıl 2 ay hapis aldı.

Kanunlusunuz, keyfi uyguluyorsunuz…

UTANMAZ

RTE,”Utanmadan sıkılmadan bazıları yolsuzluk diyor”

Denir mi canım! Montaj, montaj…

ÇOCUKSUZ

RTE, Bahçeli’ye,”Aile ve çocuk nedir bilmez” diyerek çocuksuz insanları aşağıladı.

Yolsuzluktan sorgulanan bir çocuk sahibi olmak mı, insan olmak mı önemli?
Bir anlasaydı…

AYAKKABI

Bakan Ala’nın toplantısında, ”Ayakkabı kutusu!” diye bağıran vatandaş
kendini emniyette buldu.

Dedeleri Abdülhamit de “BURUN“ dedirtmezdi…

MESCİT

Lise binalarında mescit zorunluluğu geliyor.

Boşuna çaba, ibadet yerleri hırsızlıkları gizlemiyor…

KEFEN

Jöleli yiğit, RTE’yi Ortadoğu’da kefenli görmüş.

“Ölümü yakın” diyecek de, yalanıyor…

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE