Etiket arşivi: İsmet (İNÖNÜ) Paşa

ADD basın açıklaması : Büyük Zafer’in 101. Yılı Kutlu Olsun!

BASINA VE KAMUOYUNA

“AH MUSTAFA KEMAL, MUSTAFA KEMAL…”

Aradan 30 yıl geçti. O sabahki heyecanımın, şimdi bile gönlümü ürperttiğini duyuyorum… Bütün günümüz âdeta merak sancısı içinde geçti. Yalnız yemekten değil, düşünmekten kesilmiştik. Bir tek umut, bir avuç askerde  ve Mustafa Kemal denen isimdedir…

Türk ordusunun bir taarruz savaşına giremeyeceği fikri, bizim kuşağımız için değişmez gerçeklerden biri idi. Ordumuzun kahramanlığına bel bağlardık, fakat onun ancak dayanma mucizeleri verebileceğini sanırdık… Bir fena şey vardı. Kimseye bir şey sormaksızın onu zihnimizde hafifletmeye uğraşıyorduk. Fakat içimizdeki sorunun, kimseden aramaya cesaret edemediğimiz cevabı kendiliğinden yayılıverdi: Başkomutan Mustafa Kemal Paşa bütün karargâhı ile beraber esir olmuş.

Kader insanları öldürmez derlerse, bu söze inanınız. Kalp denen şeyin ne dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu ben o akşamüstü Büyükada vapurunun güvertesinde öğrendim. Ölümü bir uyku gibi arayarak sabahı ettik. İlk vapurun en görünmez köşesine sığınarak, iki büklüm köprüye indik.

Bütün Türkler’i yas içinde bulacağımı sanıyordum. Meğer ne kadar soysuzluğa uğramışız. Acaba sokaktakilerin hepsi, şu veya bu muhipler cemiyeti üyeleri mi idi? Bizimkiler utançlarından evlerinde mi kalmışlardı? Bu gülüşler, bu çırpınışlar, bu el sıkışlar ne idi?

Meğer bütün karargâhı ile Başkomutan Mustafa Kemal değil, Yunan Başkomutanı Trikopis esir olmuş.

Size kalbin ne kadar dayanıklı bir maddeden yapılmış olduğunu yukarıda söylemeseydim, burada söylerdim. Ben, ömrümde hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren günlük emri okurken duyduğum zevki duymadım.

  • “Ne olmuştuk, biliyor musunuz? Kurtulmuştuk.
    Ah Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim…”

    (Falih Rıfkı Atay / Çankaya)

Türk Ulusu’nun Anafartalar Kahramanı Sarı Paşa önderliğinde, her evinde ne varsa üçte ikisini vererek donattığı 204.000 mevcutlu BMM Orduları 1683 2. Viyana bozgunundan 239 yıl sonraki ilk taarruz savaşını 26 Ağustos 1922 sabahı başlattı. İngiliz Genelkurmayı’nın “Türkler bu tahkimatı 6 ayda aşabilirlerse 6 günde aşmış gibi sevinebilirler” dediği Yunan mevzileri 6 saatte darmadağın edildi, 30 Ağustos’ta Zafer kesinleşti, Başkomutan’ın “Ordular; ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini alan Mehmetçik 9 Eylül 1922’de İzmir’e girdi, işgalcileri ve işbirlikçilerini denize döktü. 

“Bu zafer millet meclisine, hükümete, bazı ordu komutanlarına rağmen başkomutan Mustafa Kemal tarafından kazanılmıştı” diyor Falih Rıfkı Atay haklıdır. Herkese ve her şeye rağmen kazanılmıştır savaş “Akılla, bilimle ve millete güvenle.”

Ulus ve Ordu yokluklarla, yoksunluklarla, ihanetler ve isyanlarla boğuşa boğuşaYa İstiklâl Ya Ölüm dediği bir kader (yazgı) savaşına girişmişken Meclisteki kimi milletvekilleri ile yancılarının “Vatanı kurtarsak bile Mustafa Kemal’den kurtulamayız” kaygısıyla işgalci emperyalistlerin peşine takıldıkları, akla gelmedik tuzaklar kurmaya, Mustafa Kemal Paşa’yı Başkomutanlıktan uzaklaştırmaya, meclis dışı bırakmaya, hatta yok etmeye çalıştıkları görülmüştür. İşgalcilerin tezgâhları, güdümlerindeki Saray ve hükümetinin entrikaları, kışkırttıkları isyanlar, Kuvayı İnzibatiye dedikleri düzmece ordular da cabası… Nazım’ın “Ateşi ve ihaneti gördük” dediği günlerdir. Bu emperyalist işbirlikçisi hainlerin soyları kurumuş da değildir. Gün gelmiş ardılları “Keşke Yunan kazansaydı” diyebilmiş, kimilerince el üstünde tutulabilmişlerdir. Yani İsmet (İnönü) Paşa boşuna “Hiçbir ülke yoktur ki, kendi içinden bizim kadar hain yetiştirebilsin.” dememiştir.

  • Türk Ulusal Bağımsızlık Savaşı, bir Ulusun gerçek bir dahi liderliğinde kadını ve erkeğiyle, çocuğu ve yaşlısıyla topyekûn mücadelesinin destanlaşmış öyküsüdür.
  • Bu Destan; Dumlupınar şehitliğinde yatan 1914 doğumlu 8 yaşındaki Ömer oğlu Hüsnü’nün, 11 yaşındaki Abdullah’ın, Gördesli Makbule’nin, Nezahat Onbaşı’nın, Ilgaz dağlarında bebesiyle donarak şehit düşen Şerife Bacı’nın ve daha onbinlerce vatan evladının temiz kanları ile yazılmıştır.

Günümüzde Atatürk’e, İsmet Paşa’ya hakaret eden, Milli Mücadele’yi ve Büyük Zafer’i unutturmaya çatışan, Mondros teslimiyetini, Sevr zilletini görmezden gelip Lozan’a “Hezimet” diyen aymazların, en azından bu Destan’ı kanlarıyla yazan kahramanlarımıza, aziz şehitlerimize verecekleri bir hesap vardır mutlaka. Bu gibiler cahil cesaretleriyle hadlerini aşmamalı,  milletimizin sinir uçları ile oynamamalıdırlar.

Bulunduğumuz coğrafyada Üniter Ulus Devlet ve Laik Cumhuriyet güvencesinden yoksun ulusların nasıl emperyalizme yem oldukları Irak’tan Suriye ve Libya’ya dek birçok örnekle ortadadır. Ders alınmalıdır. Falih Rıfkı Atay’ın dediği gibi;

  • “Nemiz varsa; bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcağını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferi’ne borçluyuz.”

 Tarih bilimdir ve asla nankör değildir. Ulusumuzun hemen tamamı elbette her şeyi Büyük Zafer’e borçlu olduğunun bilincindedir ve başta Atatürk, Kuvayı Milliye kahramanlarımızı da, aziz şehit ve gazilerimizi de, Cumhuriyetimizin kurucularını ve Kemalist Devrim kadrolarını da minnetle, şükranla yad etmektedir.

Atatürkçü Düşünce Derneği, Cumhuriyetimizin 100. yılında
Kemalizm’in namus sesini bir sis çanı gibi yurdumuzun semalarına asarak,  Yeniden Atatürk Cumhuriyetine ulaşma azim ve kararındadır.

Büyük Taarruz’un ve 30 Ağustos Zaferimiz’in 101. şeref yılı kutlu olsun.

Yaşasın Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye ! 

Saygılarımızla. 

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ

Yılan, çuval…

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet, 21 Mayıs 2021

 

Son günlerin en çok konuşulan mevzuu, yani şu malum “Mafya-Siyaset-Devlet-Medya” işleri ile ilgili en özlü ve en doğru sözü Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan söyledi:

  • “Terör örgütleri gibi suç çeteleri de zehirli bir yılan gibidir. Onlarla aynı çuvala girerseniz, daha sonra başınıza geleceklere rıza göstermiş olursunuz.”

Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri iki şekilde de algılanabilir:

1. Sözünü ettiği bu şer odaklarından biri ile yani zaman içinde önce “Muhterem Hoc’efendi”, sonra “Hizmet Hareketi”, ardından Şer Odağı ve nihayet “Tabanı İbadet. Ortası Ticaret, Tavanı İhanet olan Fetullahçı Terör Örgütüne dönüşen FETÖ ile edinilmiş bir acı tecrübeden pişmanlığını dile getiriyor olabilir.

2. Bugün yaşanan Peker – Soylu ilişkisine (şimdi çatışmasına), hatta ortağı Bahçeli – Çakıcı ilişkisine bir gönderme yaparak, “Valla beni karıştırmayın. İşler sarpa sardığında size sahip çıkmam. Ortada bırakırım. Sonucuna katlanırsınız” da diyor olabilir.

Zaman gösterecek.

Ama ortada “Zehirli yılanla aynı çuvalda bulunmuş olmanın” son derece öngörülebilir ve tartışmasız sakıncaları vardır. Kimin kime “yılan” diye baktığından -(ki, işin bu tarafı bizi zerre kadar ilgilendirmiyor)- bağımsız, çuvala girenin başına gelebilecekleri çocuklar bile bilir.

On yıllar önce, Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Cumhurbaşkanı ve CHP’nin efsane genel başkanı İsmet (İnönü) Paşa’nın, uluslararası ilişkileri tarif ederken söylediği o veciz sözü de buna benzer. İsmet Paşa da “Büyük devletlerle ilişki kurmak, ayıyla yatağa girmek gibidir. Başınıza ne geleceği belli olmaz” demişti. Tam da bu durumu anlatıyor.

Üstelik bir de “Yatak” metaforunu (aman aman) kullanıyordu rahmetli, nur içinde yatsın…

Siyasetçinin her tür çevre ile ya da çıkar odağı veya çıkarını gözeten kişi, örgüt ya da çevre ile ilişkisi olur. Neticede siyaset bu. Kazanır da kaybeder de. Bir siyasi bedel öder. Kimi zaman başına “hukuki sorun” da açabilir. Kendi derdidir.

Ama bu son olayda, beni (medya olarak bizi) asıl ilgilendiren unsur, “Çuvala girmiş gazeteci”dir.

Ağabey-kardeş iki gazetecinin durumunu ibretle izlediniz. Aslında, yıllardır hepimizce bilinen ama sektörün kendi içindeki bir tür “Omerta sessizliği” ile kendine sakladığı, “Yahu bunun gibi neler var! O da yapıyor bu da yapıyor. Her cenahta var bunlardan. İktidarda da muhalefette de” diye içine attığı bir fenomenden söz ediyoruz.

Siyasetçilerle vıcık vıcık, işadamları ile patronlarla cıvık cıvık, kulüp başkanları ile yıvış yıvış, ama en önemlisi de mafya çeteleri ile mide bulandırıcı ilişkiler içindeki düzinelerle gazeteci kılıklı şahıs cirit attı bizim âlemde. Atmaya da devam ediyor, maalesef.

Sonunda, mafya lideri ile İçişleri Bakanı arasında (her ne sebeple olursa olsun) arabuluculuğa soyunmuş olan kardeşlerden biri iş üstünde yakalandı. Yakalanınca bunu inkâr edip bir de “İftira ediyorlar. Bunu söyleyen şerefsizdir” deyip atarlanınca, ağır biçimde bedel ödettiler. Hem mafyacı ağır bir dille hakaret etti, hem de Bakan suç duyurusunda bulundu. Başı çifte belaya girdi. Bir de program yaptıkları kanallardan ekran yasağına, yazı yazdığı gazeteden de yazı yazma yasağı geldi. Tanrı, kimselere göstermesin.

Hani Karadenizliye sormuşlar ya, idam sehpasında “Son arzun nedir?” diye.. “Ha bu bana bi ders olsun” demiş. O hesap.

Şimdi sektörün tümünü, yani namusu ile gazetecilik yapan, bu tür angajmanlara (yılanlı çuvallara) girmeyen binlerce meslektaşı tenzih ederek söylüyorum:

Çok kirlendik. Çoook…

Üstelik, kirlenenlere işaret ettiğimizde de “Sana ne be abi. Sen mi düzeltecen?  Herkes kendi vicdanından sorumlu” diye terslendik. Hatta ve hatta patronların, (kendi işlerine de yaradıkları için) böylelerine özel bir tolerans ve özel muamele gösterdiklerine tanık olmadık mı?

Görevimiz belli. Başta tek tek gazeteci meslektaşlar olarak, meslek örgütleri olarak, temiz kalmak isteyen medya kuruluşları olarak, bu kiri, bu pisliği, bu ayıbı temizlemek için harekete geçmek gerekiyor.

“Başlama vuruşunu” şöyle yapmayı öneriyorum:

Gazetecilerin hepsi, istisnasız, bir “servet beyanında” bulunmalı. Kaç yıldır bu mesleği yapıyor? Ne iş yapmış? Kaç para kazanmış? Ne mal mülk edinmiş? Nasıl edinmiş? Onca milyonu (varsa) nasıl edinmiş? Herkes bilsin. Para kazanmak ayıp değil. Ama gazetecilikten mi kazanmış? Ne yapmış da bunları edinmiş. Bilinsin. Herkes buna göre bir “not” alsın.

Kimin kiminle görüştüğüne, oturup kalktığına kimse karışamaz. Özellikle gazeteci, herkesle görüşür. Devlet insanı ile de iş insanı ile de suç örgütü (evet suç örgütü) elemanı ve hatta terör örgütü elemanı ile de… Önemli olan, bu görüşmeyi hangi kapasite ile yapılmıştır. Gazeteci görüşür, röportaj yapar, bilgi edinir ve yazar-çizer-anlatır-aktarır.

İş, çıkar, nüfuz ilişkisine girmez. Arabulucu, ulak filan olmaz. Laf taşımaz. Girerse, girmişse bir bedeli olur. O bedel kişisel bir bedel olmakla kalsa beni (bizi) ilgilendirmeyebilir. Kurumunu da ırgalamayabilir.

Ama meslek kirlendi hanımlar – beyler.. Üzerimize leke çalındı. Toplum bize saygısını yitirdi. Bunu acilen temizlemeliyiz. Haydi harekete geçin!

Dr. Mehmet Balyemez : Lozan Barış Antlaşması ve Kıbrıs

Lozan Barış Antlaşması ve Kıbrıs


Dr. Mehmet Balyemez

E. Albay, Tarih Doktoru (PhD)
Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fak. – Mülkiye Öğrencisi
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Lozan Barış Antlaşması’nın 94’üncü yıldönümü kutlu olsun!
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bakıma tapusu olan ve her alanda “Tam Bağımsız” olmasını sağlayan bu Antlaşma ile Osmanlı Devleti tarih olmuş, yerini ise genç ve dinamik
Türkiye Cumhuriyeti Devleti almıştır.
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi
Kıbrıs Türkleri, Lozan Barış Antlaşması öncesinde yapılan Milli Mücadeleye
hem maddi hem de manevi destek vermişlerdir.
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, oturan insanlar ve yiyecek
Ancak Kıbrıs konusu, Lozan’da yapılan görüşmelerde ikincil düzeyde kalmış ve

Lozan Barış Antlaşması’nın 20 nci maddesi ile İngiltere’ye terk edilmiştir.
(AS: Aşağıda bizim açıklamamıza bakılması ricasıyla..)

Bu durum Kıbrıs Türklerinde düş kırıklığı yaratsa da, sonraki dönemde yaptıkları siyasal,
toplumsal ve kültürel mücadelelerinde kendi başlarının çarelerine bakmaları gerektiğini anlamışlardır.

Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti, her türlü sorunla mücadele ettiği bir dönemde,
Kıbrıs Türklerinin bu mücadelelerine hem maddi hem manevi destek vererek
Ada’daki Türk varlığının devamını sağlamıştır.

Tam metin makale için lütfen tıklayınız : Lozan_Kibris
===========================================
Dostlar,

Değerli dostumuz Sn. E. Albay Dr. Mehmet Balyemez‘in bundan önce de bir yazısına sitemizde yer vermiştik. 20 Temmuz 2017 günü, Kıbrıs Mutlu Barış Harekatı‘nın 43. yılı nedeniyle idi.

Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü dostumuz
Sn. Prof. Dr. Temuçin Faik Ertan‘ın değerlendirmesine göre:

  • “Lozan Barış Andlaşması’nın 17-21. maddeleri Mısır, Sudan, Kıbrıs ve Libya ile ilgili olup, Türkiye’nin bu topraklardaki haklarından 5 Kasım 1914 tarihi itibariyle vazgeçtiğine ilişkindir.”

    (Kaynak : SEVR VE LOZAN ANTLAŞMALARI HAKKINDA KARŞILAŞTIRMALI BİR DEĞERLENDİME, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi
    S. 58, Bahar 2016, s. 21-37; pdf olarak okumak için tıklayınız;
    SEVR_VE_LOZAN_ANTLASMALARI_HAKKINDA_KARSILASTIRMA_TEMUCIN_FAIK_ERTAN)

Dolayısıyla Kıbrıs Lozan Andlaşmasıyla verilmiş değildir. Osmanlı döneminde Balkan Savaşı yenilgisi nedeniyle 12 Ada vd. zaten elden çıkarılmıştı Osmanlı Devletince.
Lozan’da bu “de facto” (fiili, olmuş bitmiş) durumun bir kez daha onaylanması (tescili)
Lozan’da Türk Kurulu’na dayatılmış oldu.

*****

Lozan kahramanlarına bin selam olsun!
En başta büyük önder ve yengin (muzaffer) Başkomutan Mustafa Kemal Paşa‘ya!
Sonra Lozan Kahramanı İsmet (İNÖNÜ) Paşa‘ya,
Kurtuluş Savaşı’nın tüm komutan ve savaşçılarına, şehit ve gazilerimize,
Vatanı için her şeyi ile dövüşen yiğit Anadolu halkımıza,
Lozan Kurulu hukuk danışmanı aile büyüğümüz Prof. Dr.. Veli Saltık’a ve öbür üyelere…

Sonsuz bir şükran ve minnet borçluyuz…
Bu borcumuzu Türkiye Cumhuriyeti’mizi sonsuza dek onurlu ve başı dik yaşatarak ödeyeceğiz.

Ne yazık ki; değerli hocamız Sn. Prof. Dr. D. Ali ERCAN‘ın aşağıdaki sözleri acı ve gerçek :

  • “Her yıl 24 Temmuz’da, medyada 7 koldan Lozan farfarası başlatan gafiller; 
    Türkiye’nin meşruluğundan kuşkunuz mu var? 
  • Bugün Lozan’ı eleştirenler, İstiklâl Savaşında cepheden kaçan veya
    Orduyu arkadan vuranların torunlarıdır.”

Sevgi ve saygı ile. 24 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com