Etiket arşivi: Hüseyin Akbulut ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi

“TÜRKİYE SANATÇILAR HAREKETİ”NİN ÇAĞRISI


Dostlar,

Sayın Hüseyin Akbulut, Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevinden emekli, çekirdekten yetişme bir devlet sanatçısı ve yöneticisidir.

AKP’nin, ülkemizin sanat – kültür yaşamına TÜSAK adı altında olağanüstü tehlikeli saldırısını birkaç değerli makalesinde irdeledi ve biz de sitemizde,
yol gösteren bu yazılara yer verdik :

* http://ahmetsaltik.net/2013/11/07/huseyin-akbulut-turkiyenin-kultur-ve-sanat-siyaseti/, 7.11.13
http://ahmetsaltik.net/2013/06/21/devlet-tiyatrolari-kapanmanin-esiginde/, 21.6.13
* http://ahmetsaltik.net/2013/11/26/kulturunu-ve-sanatini-yok-ederek-cumhuriyeti-yikmak/, 26.11.13

30 Mart 2014 sonrası AKP “kalırsa” ve hele hele eli de güçlenirse, ilk çıkaracağı yasalardan birisi budur ve Türkiye adeta çölleştirilmiş olacaktır anılan yasa ile.
Oluşacak yıkımın bir bölümünün onarımı ise uzun yılları gerektirecektir.

Bu saldırının mutlaka durdurulması gerekmektedir. Sn Akbulut bu yazısında

“TÜRKİYE SANATÇILAR HAREKETİ”NİN ÇAĞRISI‘nı paylaşıyor bizlerle..
Hareketin sözcülüğünü yapıyor.

Başta AKP, tüm Türkiye bu önemli çağrıya kulak vermeli..
Yarın geç olmasın..
AKP’nin sözde “akiller” listesinde yer alan ve Türkiye’yi bölen sözde “açılıma”a
destek veren “sanatçılarımız” (!), sahi, nerelerdeler??

Sevgi ve saygı ile.
17 Mart 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===================================

“TÜRKİYE SANATÇILAR HAREKETİ”NİN ÇAĞRISI

Değerli Okurlar;

Bu yıl “Dünya Tiyatrolar Günü” için bir makale yazmak yerine, çok anlamlı bir bildiriye yer vermenin daha da uygun olacağını düşünüyorum. Bildiri, ülkemizin sanat alanını temsil eden çok sayıda sivil inisiyatifin ve demokratik kitle örgütünün ortak düşüncesini ortaya koyuyor. 

           Cumhuriyetin hemen tüm kurumları saldırı altındayken, kuşkusuz bundan kültür ve sanat da nasibini alacaktı. 2013 Haziran’ında kültür sanat alanında çok ağır düzenleme gündeme geldi. AKP’ nin hazırladığı “Türkiye Sanat Kurumu Kurulması TÜSAK” başlıklı kanun tasarısı, mevcut tüm sanat kurumlarımızı tiyatroyu, opera ve baleyi, senfoni orkestralarını, koroları, plastik sanatları ortadan kaldırmayı, sanat kurumlarımızı yaşantımızdan çıkartmayı öngören eşi görülmemiş
bir düzenlemedir.

            Sanatçı örgütlerinin, yasa tasarısına karşı Kültür ve Turizm Bakanlığı’na gönderdiği ve kamuoyuna açıkladığı bildiri konuya ve yaşanan kabul edilmez sürece açıklık getirecektir:

Hüseyin Akbulut
ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi

portresi

TÜRKİYE SANATÇILAR HAREKETİ”NİN ÇAĞRISI

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, TBMM’de yaptığı konuşmasında bir yandan ‘Sanat kurumlarını kapatmayacağız’ derken; diğer yandan “Devletin
malî güçle ve kadrolarla kültür sanat alanı içinde bulunmaması gerektiğini”
 vurgulayarak daha da belirsiz ve çelişkili bir ortam yaratmıştır.

Sayın Bakanın sözleri;  kendi konuşması içindeki vurgularla, Başbakanın bu konudaki söylemleriyle, AKP İktidarının kültür sanat alanındaki icraatıyla ve 2013 yılı Mayıs ayı ortalarında belgesiyle ortaya çıkan “TÜSAK” yasa taslağıyla da çelişmektedir. Kaldı ki devletin mali güçle sanat alanının içinden çekilmesi, zaten kurumların kapatılması sonucunu getirir. Görünen odur ki “kapatmayacağız” sözü;  “TÜSAK” yasa taslağına karşı sanatçıların ve halkın yükselen tepkisini yatıştırmaya yönelik olarak yapılmıştır.

Yasa taslağının, sanat kurumlarımızın ve sanatçılarımızın görüşleri alınmadan,
büyük bir “gizlilik içinde” hazırlanmış olması da iktidarın bu yöndeki gerçek niyetini ortaya koymaktadır. Bu konuda sanatçıların örgütlendiği kuruluşların katılacağı bir yasa çalıştayı öneren TOBAV’ın 04.10.2013 tarihli ve 46.463 imzalı dilekçesine Bakanlık tarafından bugüne değin bir yanıt bile verilmemiş olması, bu niyetlerinin açık göstergesidir.

AKP; kültürsüz ve sanatsız bir Türkiye yaratmak istemektedir!

Turizme eklenen “Kültür Bakanlığı” anlayışıyla,
yıkılmasına karar verilen “Atatürk Kültür Merkezi” örneğiyle,
Mehmet Aksoy’un “İnsanlık Anıtı”nın ucube bir saldırı sonucu yıkılmasıyla, yayımlanmamış kitabı bile tehlikeli görerek yasaklayan kültür anlayışıyla, mevcut iktidar sanata karşı bu tutumunu defalarca ortaya koymuştur. “Devlet Sanat Kurumları”nın tümünü ortadan kaldırmayı öngören “TÜSAK” yasa taslağı bu tutumun son örneğidir.

“TÜSAK” NEDİR? 

“Türkiye Sanat Kurumu ile Sanatın Desteklenmesi Hakkında Kanun Taslağı (TÜSAK)”  ile öngörülen düzenlemeler; Devlet Tiyatrolarını, Devlet Opera ve Balesini, Güzel Sanatları, Devlet Senfoni Orkestralarını, Devlet Çoksesli Korosunu, Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği Koroları ve Topluluklar ile belediyelere bağlı benzer sanat kurumlarını ortadan kaldırmaktadır.

Yasa taslağıyla, bu kurumlarda görev yapan binlerce oyuncu, müzikçi, şarkıcı, dansçı, ressam, heykeltıraş vb. sanatçı; emekliliğe zorlanmakta, kalanlar ise İl Kültür Müdürlüklerinde görevlendirilerek işlevsiz bırakılmakta, dönemleri bitince kadroları
yok edilmektedir. Böylece sanat kurumlarının yeniden hayat bulmasının önü de kapatılmaktadır. Kurumlarda hâlen görev yapmakta olan misafir sanatçı ve süreli sözleşmeli personelin varlıkları da tümüyle yok sayılmıştır.

Kurumlar ve sanatçı kadroları ortadan kaldırılınca, sanat alanı siyasî iktidarın atayacağı
on bir üyeden oluşan bir siyasî kurula, “Türkiye Sanat Kurulu”na terk edilmektedir. Kurul; sunulan projelerden uygun bulduklarına belli miktarda destekler vererek sanat alanını yürütecektir!

Sanat kurumlarının kurumsal kimlikleri yok edilerek sanat alanı yürütülemez.
Projeler bazında, sürekliliği bulunmayan toplama gruplar oluşturularak opera, bale, tiyatro, orkestra, koro sanatı yapılamaz. Türkiye’nin sanat alanı “TÜSAK” yasa taslağında belirlenen yapıyla ve siyasal iktidarların atayacağı bir siyasî kurulun kararlarıyla yürütülemez.

Dünyada “TÜSAK” gibi bir yasa örneği yoktur. “Sanat Konseyi” ve benzerini yapılandıran hiçbir uygar ülke, var olan sanat kurumlarını ortadan kaldırmayı aklından geçirmemiş, sanatı siyasetin emrine vermeyi düşünmemiştir. Bu tür yapılar tam tersine, kurumları daha fazla kaynakla desteklemek, sanatı siyaset kurumunun etki alanından arındırmak için oluşturulmuştur.

Taslakta; kaynak almak için proje sunanlar, kaynağı verenler, tam yetkili siyasî iktidar vardır; ancak sanatçılar ve sanat kurumları yoktur. Taslak; sanatın yapılışını ve sunumunu ilişki kültürü içinde bir rant alışverişine dönüştürmektedir.

KÜLTÜR VE SANAT ALANI, NEDEN SİYASAL PARTİLERİN
ANLAYIŞINA VE YÖNLENDİRMESİNE BIRAKILAMAZ?

Sanat, evrensel yapısıyla diller, dinler üstüdür, birleştiricidir, tüm toplumu ve insanlığı kucaklar. Siyasal iktidarlar ise ideolojik ve sınıfsaldır. Siyasî partilerin anlayışına bırakılan sanat toplumun tümüne yansıyamaz, birleştirici değil, bölücü olur. Siyasî iktidarların belirleyeceği “Türkiye Sanat Kurumu” da bu yapısıyla Türkiye’nin değil, ancak işbaşındaki partinin sanat kurumu olur. Bu işleyiş sonuçlarıyla bölünmeye, dönüşü olmayan bir yıkıma yol açar.

Sanat ve siyaset kurumunun işleyişindeki bağdaşmaz bu özellikler nedeniyle, sanat alanı için özel yasalar, özel statüler ve tüzel kişilikler öngörülmüştür:  “Sanat, siyaset kurumunun müdahalesinden arındırılmalı, siyasî iktidarların değişiminden etkilenmemeli, evrensel işleyişi içinde yaratılıp topluma sunulabilmelidir”. Mevcut sanat kurumlarımız bu anlayışla yapılandırılmıştır. Uygar dünyanın tümünde bu böyledir. Kurumlarımızın yapılanmasını; “dünyada örneği bulunmayan, Rusya’da bile terk edilmiş sovyetik model” olarak nitelemek, derin bir bilgisizliğin eseridir.
Tam tersine, “TÜSAK” ile sanat alanı siyasî partilerin egemenliğine terk edilerek, sanatı ve kurumları ortadan kaldıran bir sistem yaratılmaktadır.

İnsan fizyolojik gereksinimlerinin ötesinde duygu ve düşünce dünyasıyla var olabilen yaratıcı bir varlıktır. Bu yanımızı beslemeden ve geliştirmeden tam insan olmamız olanaksızdır. Duygu ve düşünce dünyasını besleyen ve geliştiren başlıca etmen ise bilim ve sanattır. Gelişkin uygar toplumlar, sanatı bu anlayışla yaşamın merkezine koymuşlardır. Bu toplumlarda devlet yurttaşına nasıl iş, ekmek vermeyi görev biliyorsa, ona sanat sunmak için gerekli ortamı hazırlamayı da vazgeçilmez bir görev olarak üstlenmektedir. Sanat; bu anlayışla ve üstün öngörüyle Cumhuriyetin kuruluşunda yapı taşı olarak yerini almış böylece, aydınlanmanın ve laik toplum yapısının yolu açılmıştır.

Kısa sayılabilecek bir sürede dünyadaki emsalleriyle boy ölçüşecek konuma gelen ülkemizin yüz akı sanat kurumlarımız, vazgeçilemez değerlerimizdir. Bizi çağa taşıyan ve uygar dünya ile bütünleştiren bu sanat varlığımızın Türkiye’mizin her tarafında yapılandırılarak yaygınlaştırılması gerekirken iktidar tarafından söndürülmek ve sanatsız bir Türkiye yaratılmak istenmektedir.

Bu yasa taslağının, köklü geçmişi ve birikimi bulunan sanat kurumlarımız ile sanatçılarımızın görüşleri alınmadan, büyük bir “gizlilik içinde” hazırlanmış olması düşündürücüdür. Salt bu gizlilik bile iktidarın gerçek niyetini ortaya koymaktadır

“TÜSAK YASA TASLAĞI” NELERİ YOK EDİYOR?

TÜSAK düzenlemesiyle, devletin dev sanat kurumları;  tiyatroları, operaları, baleleri, orkestraları, çoksesli ve geleneksel koroları lağvedilerek ortadan kaldırılmaktadır. Kurumları yok edilince işlevsiz bırakılacak sanatçılar ise, kadroları iptal edilene kadar ATM sanatçısı durumuna getirilmektedir.

Bu yasa taslağıyla, sanatçı adayı yetiştiren konservatuvarların, müzik ve sahne sanatları fakültelerinin, güzel sanatlar fakülteleri ile eğitim fakültelerinin sanat eğitimi veren bölümlerinin varlıkları ve işlevleri de ortadan kaldırılmaktadır. Bu alandaki ilgili ve yetkili herkesi duyarlılığa çağırıyoruz.

Bu yasa taslağıyla, hayat damarlarımızdan biri koparılmakta, halkın nitelikli sanatla yaşama ve yükselme hakkı yok edilmektedir. Daha da önemlisi, bu düzenlemeyle günümüzün siyasî iktidarı; Türkiye’yi evrensel boyutta geçerliliği bulunan sanatla uluslararası kulvarda yarışma alanından çekmekte, sanatı siyasetin emrine vermektedir.

Toplum yaşamında büyük rahatsızlıklara ve yıkıma yol açacak taslak bir an önce gündemden çıkartılmalıdır.

Türkiye Sanatçılar Hareketi olarak, sanat kurumlarını yok eden, sanatsız bir Türkiye öngören “TÜSAK Yasa Tasarısı”nı reddediyor, tüm sanatçılarımızı ve yurttaşlarımızı sanatı savunmak adına bu çabamıza ortak olmaya çağırıyoruz.

İnanıyoruz ki Cumhuriyetin yarattığı çağdaş insan birikimimiz ve sanatçılarımız, sanata ve aydınlanmaya karşı hazırlanan bu düzenlemeyi  reddecektir”.

TÜRKİYE SANATÇILAR HAREKETİ

Adana Filarmoni Derneği, Ankara Çoksesli Müzik Derneği (AÇMD), Ankara Devlet Konservatuvarlılar Derneği (ADK-DER), Antalya Filarmoni Derneği, Besteciler Orkestra Şefleri ve Müzikologlar Birliği (BESOM), Bursa Filarmoni Derneği, Çoksesli Korolar Derneği, Çağdaş Sanatlar Vakfı (ÇAĞSAV), Devlet Tiyatrosu Opera ve Balesi Çalışanları Yardımlaşma Vakfı  (TOBAV), Devlet Tiyatrosu Sanatçıları Derneği (DETİS), İstanbul Filarmoni Derneği, Kültür Sanat ve Turizm Emekçileri Sendikası (Kültür Sanat Sen), Kültür ve Sanat İşgörenleri Sendikası (Kültür Sanat İş), Müzik Eğitimcileri Derneği (MÜZED), Opera Solistleri Derneği (OPSOD),
Opera ve Bale Sanatlarını Geliştirme Vakfı (OBV), T. C. Sanatçı İnisiyatifi, Tiyatro Oyuncuları Meslek Birliği (TOMEB), Türk Dünyası Kültür ve Sanat Derneği,
Türkiye Filarmoni Derneği, Türkiye Kültür ve Sanat Hizmetleri Kamu Görevlileri Sendikası (Türk Kültür Sanat Sen), Çalışan ve emekli sanatçılar, Konservatuvar, Güzel Sanatlar ve Sanat Eğitimi Bölümleri Öğrencileri, Sanat Eğitimciler

Atatürk’ün Dehasına Bir Örnek: “İlk Türk Operası ‘Öz Soy’un Ders Veren Öyküsü”


Dostlar
,

Sayın Akbulut’un bu sitede daha önce en az 3-4 yazısına, kitap tanıtımına yer verildi.

AKP kükümeti ise TÜSAK (Türk Sanat Kurumu) yasa tasarısı ile
Ulusun sanat – kültür alanını ve yaşamını çökertme girişimini sürdürüyor..

Çok yazık..

Her tarafı yolsuzluklara bulaşmış bir siyasal kadro, uygarlık adına ülkemizde
Cumhuriyet devrimi ile ne biriktirilmişse “tar-u mar etme” vahşetini sürdürüyor..

Sayın Akbulut’un aşağıdaki makalesi bu bağlamda çok düşündürücü ve yol gösterici.

Büyük ATATÜRK‘ün devrimlerinin yaşamın hemen her alanına dönük olmak üzere bütünselliğini ve kapsayıcılığını da izliyoruz bu değerli derleme ile..

Sayın Akbulut’a teşekkür ederken,

  • AKP iktidarını Türk sanat – kültür yaşamını yıkıcı girişimlerden
    geri durmaya bir kez daha çağırıyoruz..

Öncelike ellerini temizlesinler..

  • Bakanların oğullarının evlerinde ayakkabı kutusu içinde 5 (beş!) milyon dolara yakın paranın – servetin ne aradığını ve kaynağını açıklasınlar..

Ortalık çok iğrenç kokuyor ve mide bulandırıyor; feci düzeyde asap bozuyor.. 

Çekip gidin artık..

Sevgi ve saygı ile.
19 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

=========================================

Atatürk’ün Dehasına Bir Örnek: 

“İlk Türk Operası ‘Öz Soy’un Ders Veren Öyküsü”

portresi

Hüseyin Akbulut
ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi

 


Atatürk’ün sanata, müzik sanatına ve özellikle de “opera”ya olan ilgisini biliyoruz.

Bu alana o denli önem vermektedir ki,

  • “Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü, musikideki değişikliği alabilmesi kavrayabilmesidir.” (TBMM 1934)

sözüyle, müzikteki değişikliği, ulustaki tüm değişikliğe, yenileşmeye ve gelişmişliğe
ölçü olarak görüyor.

Anlayış; 2500 yıl önce yaşamış Çin bilgini Konfüçyüs’ün

  • “Bir ülkenin genel durumunu mu öğrenmek istiyorsunuz? Onların müziklerine bakınız. Eğer müzikleri bozulmuşsa orada her şey bozulmuş demektir.”

özdeyişindeki anlayışla da çok uyumludur. 

İlk kez izlediği Carmen operası Atatürk’te derin iz bırakmıştır. Mustafa Kemal 14 Ekim 1913 / 7 Kasım 1914 arasında Sofya’da askeri ataşedir. Fethi Bey (Okyar) ile
düpedüz birer sürgündürler. Orada yalnızdır ve kırgındır, biraz da unutulmuştur.
Aslında istenen de, o tarihte O’nu gözlerden uzak tutmak ve unutturmaktır.

Atatürk; operayı ilk kez bu duygular içinde Sofya’da izler. İzlediği opera, G. Bizet’nin ünlü Carmen operasıdır. Operadan çok etkilenmiştir, temsilden sonra yakın arkadaşı Şakir Zümre’ye duygularını aktarırken söyledikleri, O’nun sanata olan yaklaşımını
ortaya koyuyor:

“Balkan savaşında neden yenildiğimizi bugün daha iyi anladım. Bak Şakir, bizim çoban millet gördüğümüz Bulgarların, orkestrası, operası, sanatçıları, şarkıcıları varmış.”

Atatürk daha o gün, sanatı (operanın varlığını) gelişmişliğe ölçü olarak görüyor, toplumsal yaşamda sanatın işlevine ve önemine vurgu yapıyordu.

  • Bugün artık biliyoruz ki; sanat gelişmişliğin ve çağdaşlığın en belirgin ölçütüdür.

Vurgulanacak önemli nokta, Cumhuriyetin kuruluşundan hemen sonra Atatürk’ün;

  • sanatı ve özellikle müzik sanatını, opera ve baleyi toplumsal değişmenin, gelişmenin ve ilerlemenin önemli bir aracı olarak değerlendirdiği gerçeğidir.

Yeni bir toplum yaratılacaktır…

Duygu ve düşünce dünyamızı değiştirme gücü ve işleviyle sanat alanındaki yoğun kurumlaşmaya bu nedenle önem verilmiştir.

Büyük Atatürk düşüncesini şu şekilde ifade etmektedir:

  • En güç devrim müzik devrimidir. Çünkü müzik devrimi, kişiye, önce kendi
    iç dünyasını unutturmayı, sonra da yeni bir âleme yöneltmeyi gerektirir.
    Onun için çok zordur. 
    Çok zordur ama mutlaka yapılacaktır.”

Cumhuriyeti kuranların müzik sanatına ve özellikle de opera sanatına olan ilgilerini, günün tanığı Cevat Memduh Altar’dan aktaralım:

“…Atatürk’ün operaya büyük ilgisi vardı.
Kendilerini çok yakından tanıyabilmenin mutluluğuna erdiğim o büyük insan,
adeta akademi niteliğini taşıyan sofralarına da katıldığım, tarihe sığmayan o büyük insan, operayı çok seviyordu. Yurt dışında seyrettiği operaları hiç unutmamıştı.
Örneğin Tosca operasını ve bu operadaki aryaları çok seviyordu. Günün birinde, 1936’da batıdan davet edilen Prof. Carl Ebert ve zamanın Milli Eğitim Bakanı
Saffet Arıkan
Beyle Cebeci’deki Musiki Muallim Mektebi’nin müdür odasındaydık. Başbakan İnönü de oraya geldiler. Saffet Arıkan Bey Prof. Ebert ile opera konusunda konuşuyordu ve Carl Ebert’e şöyle dedi:

“Sayın Cumhurreisimiz soruyorlar, Türkçe metinle bir opera ne zaman oynanacak?” Ankara’ya Carl Ebert yeni gelmişti, henüz bir sene olmamıştı çocuklarımızla uğraşalı. Ebert şöyle bir durdu, cevap verdi: “Beş yıl sonra”. Saffet Arıkan Beyin:
“Bunu Cumhurreisimize söyleyebilir miyim?” cevabına “Söyleyebilirsiniz.” dedi
Carl Ebert…”

Ben, sanat alanındaki uzun sayılacak yöneticiliğim döneminde, onlarla çok da iyi ilişkiler kuran bir sanatçı-bürokrat olarak, bakanıyla, başbakanıyla, cumhurbaşkanıyla, Cumhuriyetin çok daha varlıklı olduğu günümüzde sanat alanına bu boyutta bir duyarlığa sahip olunduğuna tanık olmadım. 

Konumuza dönelim, görülen; o gün, sanat alanındaki kurumlaşmada yoğun çalışmalar gerçekleştirilirken, bütün amacın bir an önce Türk Operasının kurulmasına hedeflendiği gerçeğidir. “Musiki Muallim Mektebi”nin, müzik eğitimcisi yetiştirme görevi yanında, besteci ve icracı sanatçılar yetiştirme uygulaması yetersiz kalınca,“Milli Musiki ve Temsil Akademisi”nin kurulmasına yöneliş, deneme niteliğindeki ilk Türk Operası
“Öz Soy”un icrasında yaşanan sorunlar ve görülen yetersizlik üzerine, ivedilikle “Konservatuvar”ın kurulması kararının alınması ve daha sonra Konservatuvar bünyesinde kurulan “Tatbikat Sahnesi” çalışmalarındaki başta gelen amaç,
adeta bir an önce “Türk Operası”nın kurumsallaşması içindir.

Bu olağanüstü ilgi, sonuçta ilk Türk Operasının bestelenişini de getirmiştir. Aktaracağımız örnek, 1934 yılında bestelenen ve seslendirilen Öz Soy Operasının renkli, bir o denli de ders veren öyküsüdür.

İran Şah’ı, 1934’te Türkiye’yi ziyaret edecektir. Atatürk, bu ziyarette Şah’ın huzurunda sergilenmek üzere bir opera yazılmasını ister. Opera, yurtdışındaki eğitiminden
yurda yeni dönen Ahmed Adnan Saygun tarafından bestelenecektir.

Operanın konusu da Atatürk tarafından özenle belirlenmiştir. Konu, Firdevsi’nin ünlü Şehnamesindeki “Kral Feridun Destanı”dır. Librettonun konuya uygun olarak yazılması için Münir Hayri Egeli görevlendirilmiştir. Librettonun hazırlanışında Atatürk’ün
sürekli uyarıları ve denetimi vardır.

Destanın kısa özeti şöyledir  :

Kral Feridun’un eşi Hatun doğurmak üzeredir. Bunun için bir şölen düzenlenmiştir. Gelen haber, Feridun’un Tur ve İraç adlı ikiz çocuklarının doğduğunu muştular.
Herkes neşe içindedir. Ancak şölene çağrılmayan kötülük tanrısı Ahriman çok kızgındır ve ikiz kardeşleri, sonsuza dek birbirlerinden ayrı yaşamaya ve birbirlerini tanımamaya ve birbirleriyle savaşmaya mahkûm eder.

Uzun yıllar geçmiş, savaşlar yaşanmıştır. Sonunda Anadolu’da barış dönemi gelmiş, düşmanlıklar bitmiş, Tur ve İraç’ın kardeş oldukları anlaşılmıştır. Operanın bitiş notalarında Tur’dan Türklerin, İraç’dan İranlıların doğduğu vurgulanmaktadır.
Özetle yazılan yapıt, Türkiye ile İran’ın dostluğunu, kardeşliğini vurgulamayı amaçlamaktadır.

Burada bir ayrıntıyı da verelim : Firdevsi’nin destanında doğan çocuklar aslında üçüzdür. Günün anlamına, senaryoya uygun olması bakımından
Atatürk’ün müdahalesiyle ikiz yapılmıştır.

Operanın bestelenmesinde de sergilenmesinde de zorluklar yaşanmıştır.
Çünkü zaman darlığı nedeniyle yapıt iki ayda yazılıp seslendirilecektir.
O yıllarda ülkenin opera sahneleyecek sanatçısı da yoktur.
Koro, Ankara Kız Lisesi ile Gazi Terbiye (Eğitim) Enstitüsü’nün öğrencilerinden oluşacak, orkestra, Riyaset-i Cumhur Orkestrası olacaktır.

Yapıtın seslendirilmesi çalışmalarında büyük sıkıntılar yaşanmıştır.
Yapıt aleyhinde söylenen sözler Atatürk’ü rahatsız etmiş olmalı ki;
provaları izlemeye, önce müzik zevkine güvendiği bir arkadaşını, sonra yabancı bir büyükelçiyi göndermiş, son olarak da kendisi gitmiştir. (Demek ki sanat çevresindeki bitmeyen çekemezlikler ve dedikodular o gün de varmış..)

Yaşanan sorunlar nedeniyle orkestra değiştirilmiş, yapıtın seslendirilmesinde güçlükler çıkartıldığına tanık olunca, Osman Zeki Üngör orkestra şefliğinden alınmış,
yerine Ahmed Adnan Saygun getirilmiştir.

Sonunda, deneme niteliğinde, ancak tarihsel değerdeki ilk Türk operası “Öz Soy” yaratılmış ve 19 Haziran 1934 günü Atatürk ve İran Şah’ının huzurlarında sergilenmiştir. Şah’ın çok etkilendiği olaya Atatürk’ün tanısı ise çok daha derindir.
Cumhuriyetin sanat alanındaki atılımlarına göndermede bulunarak şöyle demektedir:

  • “Bu bir devrim hareketidir.”

Yaşanan bu olayda, Atatürk’ün müzik sanatına, operaya verdiği öneme ve O’nun
sanatı diplomaside kullanmadaki ustalığına tanık olmaktayız.

İran Şehinşahı‘nı bu denli özenle konuk ederken Atatürk, Türkiye ve İran’ın
dostluğunun da ötesinde kardeşliğine vurgu yapıyor, onu kazanmak istiyordu.
Bunu gerçekleştirirken de sözle anlatım yerine bir sanat olayını, müziği tercih ediyordu.

Sonuçta Atatürk, müziğin sözden daha güçlü bir ifade aracı olduğunu biliyor,
duygu ve düşüncesini sözle anlatmak yerine, sanatla ifade ederek etkiyi artırmak istiyordu.

Atatürk’ün doğu kültüründen, İslam coğrafyasından gelen bir devlet adamını
bir opera temsili ile karşılaması ise,

kurulan modern cumhuriyetin Dünyaya çağdaş sanatla tanıtımıdır.

Yaşanan öykünün siyaset kurumuna da ders veren boyutu ise, Atatürk’ün sanata verdiği değer ve sanatı diplomaside kullanabilmesindeki inceliği ve dehasıdır.

1934 yılında bestelenerek sahnelenen ilk Türk Operası “Öz Soy”un tarihsel öyküsü,
sanat kurumlarımızı, tiyatroyu, opera ve baleyi, orkestrayı “özelleştirme, iş yasası ve
iş akdi” söylemleriyle boğdurmak isteyen günümüz siyasal iktidarına ve anlayışına
ders verir niteliktedir.

Biz ülkemize,

  • kültür – sanatı yaşamın merkezine yerleştiren Mustafa Kemal Atatürk
    gibi önderler dileyelim.

Hüseyin Akbulut
ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi