Etiket arşivi: Hugo Chavez

Venezüella’nın anlamı

Venezüella’nın anlamı

Örsan K. Öymen
31.01.2019, Cumhuriyet

1776 yılı uygarlık tarihi açısından önemli bir yıldır. 4 Temmuz 1776 tarihinde Amerika’da Philadelphia kentinde imzalanan Bağımsızlık Bildirgesi ile Britanya Krallığı’nın Amerika kıtasında oluşturduğu koloniler, Britanya Krallığı’ndan bağımsızlıklarını ilan ettiler. Böylece Amerika Birleşik Devletleri’nin temeli atıldı.

Ancak Thomas JeffersonBenjamin FranklinThomas Paine ve George Washington gibi devrimcilerin öncülük ettiği bu hareket bir bağımsızlık ilanından ibaret değildi. Bu hareket, yeni kurulan bağımsız devletin, yani Amerika Birleşik Devletleri’nin, Britanya Krallığı’nın siyasal yapısından farklı olacağını da ana hatlarıyla ilan etmişti.

Söz konusu yeni yapıya göre ABD’de, Britanya Krallığı’ndan farklı olarak, monarşik, teokratik ve feodal bir yapının olmaması öngörülmüştü. Yetkileri tek elde toplayan despotik bir kralın ve kraliçenin yerine; yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığı ilkesi bağlamında hareket eden bir devlet başkanı; yürütmeyi etki altına alan bir kilise yerine dinin, devlet, siyaset ve hukuk işlerine müdahale etmediği ve bu koşulla dini inanç ve ibadet özgürlüğünün sağlandığı laik bir düzen; toprak mülkiyetinin devletin ve toprak ağalarının tekelinde olduğu bir düzen yerine, tüm vatandaşların doğal mülkiyet hakkının olduğu bir yapı öngörülmüştü.

Bu devrimlerin temelinde, 17. yüzyılda yaşamış olan John Locke ve 18. yüzyılda yaşamış olan David HumeAdam SmithCharles-Louis Montesquieu ve Jean-Jacques Rousseau gibi filozofların ve düşünürlerin kuramları yatmaktadır.

  • 1776 Amerikan devrimi, monarşiyi, teokrasiyi ve feodalizmi yıkan ilk büyük devrimdir.

Bu devrimin Avrupa’daki ilk yansıması da Amerika’dan 13 yıl sonra, 1789 yılında Fransa’da yaşanmıştır. Genel sanının aksine monarşinin, teokrasinin ve feodalizmin yıkılma süreci ilk kez 1789 Fransız devrimiyle değil, 1776 Amerikan devrimiyle birlikte başlamıştır. Ancak 1789 Fransız devrimi de Amerikan devrimini tamamlamış ve önce Avrupa’da, sonra da dünyanın diğer bölgelerinde büyük bir etki yaratmıştır.

18. yüzyılda, bir yandan aydınlanma ideallerinin üzerine inşa edilen, bir yandan da Britanya Krallığı’nın sömürgeci yapısına bir tepki olarak kurulan ABD, 20. ve 21. yüzyılda kendi sömürgelerini kurmanın peşine düşmüştür.

Neden? Çünkü ABD, aydınlanma devrimlerini bir adım daha ileriye götüremedi, 19. yüzyılda Alman filozof Karl Marx ile Avrupa’da gelişen sosyalist ve diğer sol akımları kendi içine taşıyamadı. Avrupa, belli bir ölçüde de olsa, Fransız devriminin üzerine sosyalist veya sosyal demokrat bir örgütlenme oluştururken, ABD yerinde saydı, kendisini geliştiremedi.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD yönetimleri bu nedenle de darbe ve/veya işgal yoluyla Guatemala, Küba, Şili, Nikaragua, El Salvador, Vietnam, Irak, Suriye gibi birçok ülkeye müdahalede bulundu. Son yıllarda benzer bir senaryo Venezüella için hazırlanmış durumda.
Venezüella eski Devlet Başkanı Hugo Chavez’in ülkesinde sosyalist politikaları uygulamaya başlamasından itibaren Venezüella ABD’nin hedefi oldu.

ABD’nin 1950’lerde, 1960’larda, 1970’lerde ve 1980’lerde Guatemala’da, Küba’da, Şili’de, Vietnam’da, Nikaragua’da, El Salvador’da sosyalist hareketlere karşı gerçekleştirdiği müdahalelerin bir benzeri, şimdi Venezüella için devreye girdi. ABD, Chavez’in politikalarını sürdürmeye çalışan Nicolas Maduro’yu devirmek için kukla siyasetçi Juan Guaido’yu devlet başkanı olarak tanıdığını ilan etti.

Büyük resim dikkate alındığında, Maduro’nun ekonomi ve hukuk alanlarındaki yönetim beceriksizlikleri bir ayrıntı olarak kalmaktadır. İşin özü şudur:

  • Kapitalizm emperyalizmi, emperyalizm de kapitalizmi beslemektedir. 

O nedenle Rusya’da Putin ve Türkiye’de Erdoğan gibi liderlerin kapitalizmi ve emperyalizmi eleştirmeden Venezüella’ya sahip çıkmalarının da hiçbir anlamı yoktur.

DEMOKRASİ NEREYE GİDİYOR? 

DEMOKRASİ NEREYE GİDİYOR? 
Nerede Hata Yaptık?

Kemal Gözler*

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Geçen hafta yayınladığım “Hukuk Nereye Gidiyor” başlıklı makalemde (1) hukukun son yıllarda içinden geçtiği gerileme dönemini inceledim ve bu döneme ilişkin bazı sorular sordum. Bu makalemde ise demokrasinin içinden geçtiği gerileme dönemini inceleyip “nerede hata yaptık” sorusunu soracağım. Önce gözlemlerle işe başlayalım.

  1. GÖZLEMLER: “DEMOKRASİDEN UZAKLAŞMA” VEYA “DEMOKRASİLERİN GERİLEME DÖNEMİ”

Aşağı yukarı on yıldır, Türk demokrasisi bir gerileme dönemi içinden geçiyor. Yıldan yıla demokrasiden uzaklaşıyoruz.

Hemen belirtelim ki, bu olgu sadece bizde değil, derecesi farklı olmakla birlikte, Rusya, Macaristan, Polonya, Venezuela, Bolivya gibi başka ülkelerde de görülüyor. Öncelikle bu gerileme olgusunu teorik olarak bir yere oturtmamız lazım.

Kavramlar.- Bu olguyu ifade etmek için siyaset bilimi literatüründe “melez rejimler (hybrid regimes)” (2), “yarı-demokrasiler (semi-democracies)”, “sözde demokrasiler (pseudo democracies)” (3), “eksik demokrasiler (defective democracies)” (4), “göstermelik demokrasiler (façade democracies)”, “seçimsel demokrasiler (electoral democracies)” (5), “liberal olmayan demokrasiler (illiberal democracies)” (6), “modern otoriterizm (modern authoritarianism)” (7), “delegasyoncu demokrasiler (delegative democracies)” (8), “yarışmacı otoriterizm (competitive authoritarianism)” (9) ve “popülizm (populism)” (10) gibi kavramlar kullanılıyor (11).

Aynı olguyu ifade etmek için anayasa hukuku literatüründe de “suistimalci anayasacılık (abusive constitutionalism)” (12), “anayasal parçalanma (constitutional dismemberment)” (13), “popülist anayasacılık (populist constitutionalism)” (14), “otoriter anayasacılık (authoritarian constitutionalism)” (15), “anayasal otoritercilik (constitutional authoritarianism)” (16) gibi kavramlar kullanılıyor. Türkiye’de aynı olguyu ifade etmek için son yıllarda “anayasasızlaştırma” kavramı kullanılmaya başlandı (17).

Ben burada bu kavramları açıklayacak veya bu kavramlar açısından Türkiye’nin durumunu inceleyecek değilim (18). Sadece şunu belirtmek isterim: Bu olgunun gözlemlendiği ülkelerin rejimi, tam bir otoriter rejim değildir; zira bu ülkelerde seçimler yapılmaya devam edilmektedir. Ancak bu ülkelerin rejimi tam anlamıyla demokratik de değildir; çünkü bu ülkelerde temel hak ve hürriyetler yaygın olarak ihlâl edilmekte, hukuk devleti ilkesi çiğnenmekte, çoğulcu toplum yapısı adım adım ortadan kaldırılmaktadır.

Bu makalede bu olguyu ifade etmek için yukarıdaki kavramlardan birisini öne çıkarmak yerine, çoğunlukla “demokrasiden uzaklaşma”, “demokrasinin gerileme dönemi” gibi terimler kullanılmıştır.

Örnek Ülkeler.- Türkiye’de başka ülkelerdeki siyasal gelişmeler pek yakından takip edilmez. Bu nedenle burada tekrar altını çizmek isterim ki “demokrasiden uzaklaşma” olgusu (ve keza geçen hafta yayınladığım “Hukuk Nereye Gidiyor” başlıklı makalemde gözlemlediğim “hukuktan uzaklaşma” olgusu) sadece Türkiye’de değil, başta Rusya, Macaristan, Polonya, Venezuela, Bolivya gibi daha pek çok ülkede de gözlemlenmektedir. Yargı bağımsızlığının zayıflaması, üniversitelerin, vakıfların, derneklerin ve sivil toplum kuruluşların kapatılması ve kapanmak zorunda bırakılması, medyanın kontrol altına alınması, gazete ve dergilerin kapatılması, toplumun bir kesimini şeytanlaştırma, aydınların hain ilân edilmesi (19) gibi uygulamalar pek çok ülkede vardır. Bu açıdan Macaristan çok ilginç bir örnektir. Macaristan’da olup bitenler ile Türkiye’de olup bitenler arasında şaşırtıcı derecede benzerlik vardır (20).

Bu ülkelerde demokrasiden uzaklaşma, kendi kendisini besleyerek büyüyor ve her yıl bir önceki yıla göre önlenmesi daha güç hâle geliyor. Neticede iktidarın karşısında olanlara ülkeyi terk etmek dışında pek bir seçenek kalmıyor. Örneğin 9 milyon 700 nüfuslu Macaristan’da son yıllarda 500.000 kişinin ülkeden göç ettiği not ediliyor (21).

Şüphesiz kapsam ve derecesi her ülkenin kendi özgül koşullarına bağlı olarak değişmekle birlikte, demokrasiden uzaklaşma olgusu yıldan yıla ilerliyor ve genişliyor. En demokratik bildiğimiz ülkeler dahi bu olgudan muaf değildir. Önümüzdeki yıllarda Fransa, İtalya, Avusturya, Hollanda ve hatta Almanya gibi batı demokrasilerinde dahi Viktor Orban ve Jaroslaw Kaczynski misali liderlerin iktidara gelme ihtimali vardır. Zaten bu ülkelerde FIDESZ ve PiS misali muhalefet partileri ve Orban ve Kaczynski benzeri liderler hâli hazırda vardır.

Türkiye’de görülen demokrasiden uzaklaşma olgusu, kendine özgü birtakım yanları olsa da, başka ülkelerde görülen aynı olgunun bir benzeridir. Türkiye’de içinden geçtiğimiz demokrasiden uzaklaşma olgusunun dinsel veya ideolojik referanslarla açıklanabileceğini sanmıyorum. Demokrasiden uzaklaşma olgusunun baş aktörleri olan popülist liderler için aslında dinsel veya ideolojik değerlerin bir önemi yoktur. Bu gibi değerler hepsi popülist liderlerin iktidarlarının sürmesi için kullanılan araçlardan ibarettir ve bu araçlar zamandan zamana değişmektedir.

Burada ayrıca belirtmek isterim ki, içinden geçtiğimiz demokrasiden uzaklaşma olgusu, “tek adam rejimi” kavramıyla da açıklanamaz. Şüphesiz belirli bir ülkedeki demokrasiden uzaklaşma sürecinde, o ülkedeki popülist liderin çok önemli bir rolü vardır. Ama bu süreç, o popülist liderle kaim değildir. Öyle olsaydı Venezuela’daki demokrasiden uzaklaşma dönemi, Hugo Chávez’in 2013’te ölümüyle son ererdi; oysa sona ermemiş, yerine geçen Nicolás Maduro ile daha da güçlenerek devam etmiştir.

2010’larda yaşadığımız demokrasiden uzaklaşma olgusu, başta İkinci Dünya savaşı öncesinde gördüğümüz totaliter ve otoriter rejimler olmak üzere, geçmişte örneklerini gördüğümüz demokrasiden uzaklaşma olgusundan farklı bir olgudur. Ama aynen onlar gibi demokrasi açısından bir gerileme dönemini ifade eder.

“Dalgalar” ve “Ters Dalgalar”.- Son iki yüzyıldır demokrasinin gerilemediğini, tersine geliştiğini söyleyebiliriz. Ancak bu gelişme doğrusal bir gelişme değildir. Demokrasinin seyri, sarkaç modeli bir seyirdir. Sarkacın bir sağa, bir sola gitmesi misali, demokrasinin gelişme çizgisinde ilerleme ve gerileme dönemleri birbirini izler.

Bilindiği gibi 1990’lı yıllarda, “demokratikleşme dalgaları” konusunda zengin bir literatür ve tartışma vardı. Samuel P. Huntington, ilk baskısı 1991 yılında yapılan (22) ve Ergun Özbudun tarafından 1993 yılında Üçüncü Dalga: Yirminci Yüzyıl Sonlarında Demokratlaşma başlığıyla Türkçeye çevrilen ünlü eserinde (23) demokratikleşmeyi dalgalara ayırıp inceler. Huntington’a göre “demokratikleşme dalgaları (waves of democratisation)” arasında “ters dalgalar (reverse waves)” bulunur. Örneğin 1820’lerde başlayıp 1920’lere kadar süren birinci demokratikleşme dalgasını 1922’de başlayıp 1943’e kadar süren “birinci ters dalga” izlemiştir (24). Burada altını çizerek belirtelim ki “ters dalga” sona ermeden yeni bir “demokratikleşme dalgası” başlamıyor.

Ben burada demokratikleşme dalgalarını inceleyecek değilim. 1990’lı yıllarda şahit olduğumuz “demokratikleşme dalgaları” tartışmalarına geri dönmek gibi bir niyetim de yoktur. Ama ne isim verilirse verilsin, nasıl kavramlaştırılırsa kavramlaştırılsın, demokrasinin doğrusal bir şekilde gelişmediği düşüncesinde doğruluk payı olduğunu düşünüyorum. Bu doğrusal olmayan gelişmeyi ifade etmek için “sarkaç”, “döngü” veya “dalga” metaforundan yararlanılabilir (25). Ben de burada “dalga” ve “ters dalga” kavramlarını kullanmakta bir sakınca görmüyorum.

Kanımca 2000’lerin başında gerek Türkiye’de gerekse diğer bazı ülkelerde, mevcut demokrasi dalgasının tükendiği ve 2010’larda bir “ters dalga”nın başladığı söylenebilir. Bu ters dalganın kaç yıl süreceği ve nasıl sona ereceğini ve sona ererken arkasında ne kadar büyük bir yıkım bırakacağını söylemek şu an için çok zor. İkinci Dünya Savaşından bu yana şu ya da bu şekilde süren demokrasi dalgasının büyük bir karşı dalga enerjisi biriktirdiği ve bu nedenle de karşı dalganın kolayca sona ermeyeceği ve belki daha yıllarca ve hatta on yıllarca devam edeceği ve derecesini daha da artıracağı tahmin edilebilir.

* * *

İçinden geçtiğimiz bu ters dalga her alanı etkiliyor. Bu dalganın hukuk alanındaki etkilerini ben geçen haftaki makalemde kısmen inceledim (26). Buna geri dönecek değilim. Ama burada yine genelde hukukla ve özelde de anayasa hukukuyla ilgili olarak önceki dönemde hangi hataları yaptığımızı sorgulayıp, bu ters dalgadan hukuk teorisi bakımından çıkarmamız gereken dersler konusunda bazı sorular soracağım.

Aslında her dönemin anayasa hukuku teorileri, bir önceki ters dalga döneminde karşılaşılan sorunlara çare olmak üzere geliştirilmiş ve uygulamaya konulmuş teorilerdir. Örneğin anayasa yargısı teorisi İkinci Dünya Savaşından sonra yaygın olarak uygulamaya konulmuştur (27). Zira iki Dünya Savaşı arasında görülen “ters dalga” döneminde yaşanan acı tecrübeler, kanunların anayasaya uygunluğunun yargısal yoldan denetlenmesinin gerekli olduğunu göstermiştir.

İçinden geçtiğimiz ters dalganın da bize öğreteceği şeyler var. 2010’da başlayan demokrasinin ters dalgasına bakarak “nerede hata yaptık” sorusunu sormamız ve bu hatalardan ders çıkarmamız gerekiyor.

II. NEREDE HATA YAPTIK?
…………………
…………………………..

SONUÇ

Benim bu makalede ortaya attığım sorunlar için hazır ve kesin çözüm önerilerim yoktur. Ancak vakıa şu ki İkinci Dünya Savaşı ertesinde demokrasiyi korumak için tasarlanan hukukî mekanizmalar ve sigortalar artık yeterli ölçüde çalışmıyor; vatandaşlara hukukî güvenlik sağlamakta yetersiz kalıyorlar. Bu mekanizmaların 2010’larda ortaya çıkan ters dalga karşısında bir set oluşturamadığı anlaşılıyor. Gerçi daha güçlü bir set oluşturulmuş olsaydı bile, belki gelen ters dalga o seti de yıkardı. Zira bu ters dalganın uzun yıllardan beri epey güç biriktirdiği ve kendine has ve sahih muharrik kuvvetlere (29) sahip olduğu anlaşılıyor. Ama buna rağmen, mevcut sette ne hatalar olduğunu, setin nasıl yıkıldığını incelememiz ve daha güçlü bir setin nasıl inşa edilebileceğini tartışmamız gerekiyor. Diğer yandan, setteki hataları ortaya çıkarmaktan da önemlisi, bu ters dalgaya yol açan sebepleri ortaya çıkarmaktır. Hâliyle bu sonuncu iş, hukuk biliminin değil, sosyolojinin alanına girer.

Dipnotlar…
……………….
…………………………

UYARI: Makalemin tam metin olarak başka internet sitelerinde, gazete veya dergilerde yayınlanmasına rızam yoktur. Makalemden ancak miktar olarak yarısını aşmamak ve www.anayasa.gen.tr/demokrasi-nereye-gidiyor.htm adresine link verilmek şartıyla
alıntı yapılabilir.
Bu makaleye aşağıdaki şekilde atıf yapılması önerilir: Kemal Gözler, “Demokrasi Nereye Gidiyor? Nerede Hata Yaptık?”, www.anayasa.gen.tr/demokrasi-nereye-gidiyor.htm 
(Yayın Tarihi: 12 Aralık 2018).
Bu makale ilginizi çektiyse izleyen makale de ilginizi çekebilir: Kemal Gözler, “Hukuk Nereye Gidiyor? Gözlemler ve Sorular”, www.anayasa.gen.tr/hukuk-nereye-gidiyor.htm
(Yayın Tarihi: 6 Aralık 2018).
Ana Sayfa: www.anayasa.gen.tr
Editör: Kemal Gözler   twitter.com/k_gozler
Yayın Tarihi: 12 Aralık 2018
Birinci Düzeltme/Değişiklik: 14 Aralık 2018 Son Düzeltme/Değişiklik: 16 Aralık 2018
==========================================
Dostlar,

Sn. Prof. Dr. Kemal Gözleri’in “HUKUK NEREYE GİDİYOR?” başlıklı çok önemli makalesini geçen hafta, web sitemizde tam metin yayınlamış ve sonradan iznini almıştık (http://ahmetsaltik.net/2018/12/10/hukuk-nereye-gidiyor/).
Sn. Gözler doğallıkla makalelerinin kendi web sitesinden okunmasını istiyor. (www.anayasa.gen.tr/hukuk-nereye-gidiyor.htm)
Bu yüzden, “yarıyı geçmemek üzere” alıntı yapılması ve uygun biçimde kaynak gösterilmesi koşullarına uyarak alıntı yaptık bu kez.
Dolayısıyla bu çok önemli makalenin tümünü okumak için şu adresi ziyaret etmek gerekli:  
www.anayasa.gen.tr/demokrasi-nereye-gidiyor.htm
****

Yazısını bağlarken Sn. Gözler “Hâliyle bu sonuncu iş, hukuk biliminin değil, sosyolojinin alanına girer.” tümcesini kullanıyor.

Bu önermeye belki bir ekleme “Hukuk Sosyolojisi” bir de seçenek sunmak uygun olabilir : “Siyaset Bilimi

Anayasa Hukuku‘nun aynı zamanda siyasal kurumlar (müesseseler) (political institutions)* hukuku ve siyasetin hukukunun bilimi olduğu dikkate alınırsa, bu 2 alan çalışanlarının -o arada Sn. Prof. Gözler’in de- bilimsel incelemeler temelli çözümler üretmek yükümü kaçınılmaz..

Hiç kuşkusuz “yaşanan ters dalganın” enerji yoğunluğunun nedenlerinin irdelenmesi ve bundan daha az önemli olmamak üzere yıkıcı etki ve süresinin sınırlandırılması çabaları yaşamsal önemde ki; negatif dalga –diyalektik olarak er ya da geç– sönümlendiğinde geriye “restore edilebilecek birşeyler” kalabilsin; kuşku yok kalacak..

Sevgi ve saygı ile. 19 Aralık 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Anayasa Hukuku PhD Öğrencisi
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

  • Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya‘nın 1970’li yıllarda yazdığı SİYASİ MÜESSESELER VE ANAYASA HUKUKU kitabı, alanın örneği az bulunur klasiklerindendir.
    (1975’te İstanbul Hukuk Fak. 1. sınıfında bu kitabı iştah ve heyecanla okumuştuk..)

Sitemizde 7000. yazı : Al sana başkanlık!

Sitemizde 7000. yazı :
Al sana başkanlık!

Hayır demeliyiz.
Mutlaka hayır demeliyiz.
Neden derseniz?
Somut örnek vereyim.
*
Venezuela’nın nüfusu 30 milyon kişi… Suudi Arabistan’ın bile 265 milyar varil petrol rezervi varken, Venezuela’nın 296 milyar varil petrol rezervi var. Varilini 55 dolardan hesapla bak ne çıkıyor… Venezuela halkının en az Kanadalılar kadar refah olması gerekiyor.
*
Venezuela’da başkanlık sistemi var. Hugo Chavez 1998’de başkan seçildi. Yoksul ve cahil ahali, onu çok seviyordu, gıda kolisi dağıtıyor, gariban mahallelere sağlık ocağı filan açıyor, devletin kaynaklarını sebil gibi kullanıyor, açlıktan nefesi kokan halkın kurtarıcısı olarak görülüyordu. Şak… Anayasayı değiştirdi, devletin yönetim şeklini değiştirdi. Artık onu sevip sevmemelerinin önemi yoktu, çünkü, artık onu başkanlıktan indirmek hukuken mümkün değildi. Muhalefeti susturdu, basını susturdu, iş dünyasını sustalı maymuna çevirdi. Onun yönetim şekli yüzünden 1.5 milyon kişi ülkeden kaçtı. Nüfusun yüzde beşi ülkeden kaçarken… Twitter’dan kendisini takip eden üç milyonuncu takipçisine ev hediye ederek, kendisini alkışlatıyordu.
*
Kansere yakalandı. Halefi olarak, başkan yardımcısı Maduro’yu seçti. Bütçe dahil, tüm yetkilerini başkan yardımcısı Maduro’ya devretti. Maduro otobüs şoförüydü, lise mezunuydu, sendikacılıktan tırmanmış, Chavez’in sağkolu olmuştu.
“Üniversite mezunu olmayan biri devlete başkan olabilir mi?” diye eleştirildiğinde… Chavez “neden olmasın” diyordu, “iktidar halkındır, elitler-seçkinciler istemese de otobüs şoförü başkan olur” diyordu. Chavez öldü, otobüs şoförü Maduro geçici olarak başkan oldu.
*
Nisan 2013’te yeniden başkanlık seçimi yapıldı, başkanlık imkanlarını sonuna kadar kullanan Maduro, yüzde 50.6 oyla kılpayı kazandı. Rakibi % 49.1 almıştı. Seçimde şaibe olduğunu, oyların çalındığını elbette herkes biliyordu ama, itirazlardan netice alınamadı, çünkü, seçim kurulu, yargı, komple Maduro’nun kontrolündeydi. Toplum karpuz gibi ikiye bölündü.
Protesto gösterileri başlayınca, halka ateş açıldı. Harvard mezunu muhalefet lideri tutuklandı. Bizzat başkan Maduro tarafından “kendisinin başkanlığını kabul etmeyenlere konuşma yasağı” getiren yasa teklifi hazırlandı, meclis bu teklifi kabul etti iyi mi… Muhalefete kanunen konuşma yasağı getirildi. Başkanlık yetkilerini daha da arttıran yasalar çıkarttı, mesela, petrol ve madenler konusunda meclise sormadan karar verme yetkisini kendisine aldı!
*
Yandaş medya oluşturdu, şu anda Maduro haricinde hiçbir şey yazmıyorlar, televizyonlarda devamlı Maduro konuşuyor. Muhalif medyayı susturdu, yayınlarını beğenmediği televizyon kanallarını kablolu kanaldan çıkardı.
20 milyon kişiye 120 bin ton gıda kolisi dağıttı. Temel ihtiyaç maddeleri karaborsaya düşmeye başlayınca, başkanlık bünyesinde komisyon kurdu, kıtlığın sebebinin araştırılmasını istedi. Yalaka komisyon araştırdı. Ne buldular biliyor musunuz? “Halkımızın yüzde 95’i günde dört-beş öğün yemek yiyor, bu nedenle tüketim maddelerinde sıkıntı yaşanıyor” sonucunu buldular! Kıtlığın sebebi halkın çok yemesiydi yani… Başkanın sorumluluğu, kusuru yoktu!
*
2015’te parlamento seçimi yapıldı. Maduro her türlü katakulliyi yaptı ama, hezimete uğramaktan kurtulamadı. Muhalefet ezici çoğunlukla kazandı. Muhalefet parlamentoyu kazandı ama… Başkan hâlâ Maduro’ydu. Ordu, polis, yargı, onun elindeydi. Hükümeti hâlâ o kuruyordu.
Meclis çoğunluğunu ele geçiren muhalefet, 2019’da yapılması gereken başkanlık seçimlerinin öne çekilmesi için, erken seçim talebinde bulundu. Başkan reddetti!
Bunun üzerine, erken seçime gidilmesi konusunda referandum yapılması için anayasal süreç başlatıldı. Anayasaya göre, referanduma gidilmesi için seçmenin yüzde 20’sinden imza toplanması gerekiyordu. Dört milyon imza toplandı. Nafile… Başkanın emrindeki seçim kurulu, imzaları kabul etmedi, referandum meferandum yapamazsınız dedi, kesti attı!
*
Muhalefet bir başka yol aradı, meclisten, Maduro’nun başkanlıktan azledilmesini talep eden karar çıkarıldı. Gel gör ki… Tüm üyeleri Maduro tarafından seçilen Anayasa Mahkemesi bu kararı reddetti. Meclisin azil talebinin anayasaya aykırı olduğu açıklandı!
Bunlar yetmezmiş gibi, Aragua eyaletinin valisini, kendisine başkan yardımcısı yaptı. Bu herif “uyuşturucu baronu” olarak tanınıyor! Eğer Maduro da Chavez gibi ölürse, 2019’a kadar ülkeyi bu arkadaş yönetecek.
*
Netice? Şu anda Venezuela’da enflasyon %700… Bu sene % 1600’e çıkması bekleniyor. Alışverişlerde kredi kartı geçmiyor, mağazalar kabul etmiyor. Hükümet devalüasyonla eriyen banknotları tedavülden kaldırıp, yerine yenilerini sürmek istedi, para basmak için bile para bulamadı! Asgari ücrete güya % 50 zam yapıldı, 40 bin bolivar oldu, 40 bin bolivar ne ediyor biliyor musunuz, 15 dolar ediyor! Et, un, şeker, pirinç, süt karaborsa satılıyor, ekmek için bile kuyruk var, marketler saldırıya uğruyor, yağmalanıyor. Hal böyleyken, zengin daha da zengin oldu, bir hamburger 170 dolara satılıyor, alıcı buluyor! Eczane rafları boşaldı, ilaç sıkıntısı var, sağlık sistemi çöktü, ameliyat malzemesi yok, yenidoğan bebek ölümleri rekor seviyeye ulaştı. İthalat bıçak gibi kesildi, alt tarafı diş macunu almak isteyen, normal fiyatının yüz misli ödemek zorunda kalıyor. Günde 18 saate varan elektrik kesintileri yapılıyor, yeterli elektrik üretilemediği için, kamu kurumları haftada beş gün tatil ediliyor, sadece pazartesi ve salı çalışıyor, özel sektör haftalık izin gününü üçe çıkardı. Şehirlerde günde sekiz saat su kesintisi yapılıyor, her gün… Fuhuş patladı. Suç patladı, her 21 dakikada bir cinayet işleniyor, her sene 17 bin adam kaçırma olayı, fidye rapor ediliyor. Gasp öyle hale geldi ki, insanlar cep telefonuyla anca evlerinde konuşuyor, sokağa çıkarken yanına almıyor.
Sosyal hayat durdu, sinema yok, tiyatro yok, konser yok, hava kararınca şehirler ıssızlaşıyor. Karayolları, limanlar ve havalimanları ordu kontrolünde tutuluyor.
*
Memleketin içine etti. Başkan hâlâ başkan! (SÖZCÜ, 19.01.2017, Yılmaz Özdil)
=================================
Dostlar,

Değerli araştırmacı – gazeteci Yılmaz Özdil‘in bu önemli yazısını 10 gün önce sitemize koymadık. Halkımızın morali bozulmasın istedik.. Ancak aradan geçen 10 günde
AKP-RTE-MHP cephesinde bir iyileşme, olumlu bir adım yok!

Yargıç-savcı aylıklarına 2700 TL’ye dek anormal zam da OHAL KHK’sı ile!
Neden yalnız yargıç-savcılara ve bu denli yüksek??
Memura 6 aylık %3, asgari ücretliye yıllık toplam %8; enflasyon farkı yok;
TÜİK enflasyon sepeti ile akılara durgunluk verecek biçimde oynayıp halkı aldatıyor!?
OHAL ilan gerekçeleriyle bu anormal zammın ne ilişkisi var??
Neden TBMM’den yasa olarak geçirilmez bu öneri?
TBMM devre dışı ve RTE daha şimdiden MUTLAK EGEMEN olarak, anayasa dinlemeden OHAL KHK’leri ile ülkeyi çelik pençe ile yönetiyor! Varın bir de halkoylamasnda “evet” çıkarsa neler olabileceğini düşünün.. İşte Venezuela örneği..

Bu acı Venezuela örneği üzerinde iyice düşünmek gerek.. İbret almak gerek..

  • Eğer bu halkoylamasında “HAYIR” denmezse,
    halkımıza bir daha kimse bir şey sor-ma-ya-cak!

    Sevgi ve saygı ile.
    29 Ocak 2017, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
    www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

AYDINLIK Gazetesi’nin 7 Mart 2013 günlü sayısının ön sayfası ve yorumlarımız

Dostlar,

AYDINLIK Gazetesi‘nin 7 Mart 2013 günlü sayısının ön sayfasını ve öne çıkarılan haberleri paylaşalım..

Günün bitmek üzere olduğu geç saatlerde bunu yapıyoruz ki; masamızda duran,
hemen her gün satın aldığımız AYDINLIK gazetesinin satışı olumsuz etkilenmesin..

Ne yazık ki, ülkemizin stratejik askeri sırları deşifre olmuş durumda..
Kimi planları değiştirmek ya da planların kimi bölümlerini güncellemek belki olanaklı ama oluşan hasarı tümüyle gidermenin, onarmanın, önceki duruma döndürmenin olanağı yok.

Örn. adları, adresleri ortaya dökülen binlerce ulusal direnişçi için ne yapılacaktır?
Bu insanların bu günden sonraki yaşamları ne ölçüde olumsuz etkilenecektir?

Bu ağır ve telafisi olanaksız fiysaskonun sorumlusu kimdir??

Siyasal iktidarın başı RT Erdoğan, her konu hakkında konujuyor.
Maşallah ve de maazallah her konuda uzman! Bu tavrını da hükümet olmaya ve
siyasal sorumluluğa bağlıyor. Dolayısıyla ülke savunması bakımında yaşamsal önemde olan bu savunma planlarının üzerine titrenmesi gerekmez mi?

Genelkurmay Başkanı Başbakan’a karşı sorumlu değil mi?
Silahlı Kuvvetleri savaşa – ülke savunmasına hazır tutmak kimin görevi?

Başkomutan kim? Anayasaya göre Cumhurbaşkanı değil mi?

Sonuç olarak, bu çok ağır tablonun adını ne koymak gerekir?

En hafifinden görevi ihmal mi diyelim?

Bir adım daha ötesi görevi kötüye kullanma mı diyelim?

Daha da ileri gidersek bu kez suç mu olur?
Hakkımızda bunaltıcı maddi-manevi tazminat ve ceza davaları mı açılır?

Peki bu eylemin (askeri sırların deşifre olması) adını kim koyacak?

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı‘na düşen sorumluluklar nelerdir?

Parlamento, Yürütme üzerinde siyasal yasama denetimi yapmayacak mıdır?

80+ milyonluk koca bir ülkenin güvenliğini kritik düzeyde tehlikeye düşürmek
açık bir suç olduğuna göre, suçun işleyeni (faili) ve göreceği yaptırım ne olacaktır?

Bu sorular bugün yanıtsız kalsa da zaman içinde mutlaka sorulacaktır, sorulmalıdır.

Son not : 28 Şubat 1997‘nin üzerinden 16 yıl geçmeden “hesabı soruluyor” !?

Dip not : Güle güle Hugo Chavez..
Güle güle büyük ve özverili devrimci..
Hiç endişem yok, yiğit Venezulla halkı devrimleri sürdürecektir.
Başınız sağolsun Venezulla’lı kardeşlerimiz..
Acınızın yarısını bize verin..
Ama unutmayın; 2 elimiz yakanızda eğer devrimleri yaşamazsanız!?

Sevgi ve saygı ile.
7.3.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net