Etiket arşivi: Dr. Noyan UMRUK

27 Mayıs: 68 KUŞAĞININ “ANAYASA VE ÖZGÜRLÜK” BAYRAMI…

27 Mayıs: 68 KUŞAĞININ “ANAYASA
VE ÖZGÜRLÜK” BAYRAMI…

Dr. Noyan UMRUK

Sosyal bilimlerde bir altın kural var: Her olguyu kendi “zaman”, “zemin”, “mekan” boyutları içinde el almak…Aksi takdirde, şaşkın ördek misali suya tersinden girmek yanlışına düşmek mümkün.

 

Arşivleri karıştırmak bazen çok ilginç oluyor… Gelin, o günlere bir bakalım:

“… yaşları ne olursa olsun Türkiye deyince, akıllarına bizim yetiştiğimiz Atatürk’ün Türkiyesi gelenler son yılda sudan çıkmış balığa dönmüştük. Bir umutsuzluk, daha kötüsü bir nevi utanç çöreklenmişti içimize. Elimden ne gelirdi? Yazmak, konuşmak, tenkit yasaktı, neredeyse insan gibi yaşamak, bir Atatürk çocuğu gibi düşünmek, davranmak yasaktı…” (28 Mayıs 1960, “Ne haber” Tunç Yalman – Vatan Gazetesi)

“Kara cüppeli” diye aşağılanan, saygıdeğer hocalarım, yurdumun çile çekmiş aydınları, sayın profesörlerim! En kara günlerde alınlarınızda parlayan ışıklar, tükettiğiniz soluk boşa gitmedi…” (28 Mayıs 1960 “Az gittik Uz gittik” Aziz Nesin – Akşam)

“ Yıllar boyu aklımızın erdiği kadar tarihten örnekler verdik, hukuk prensipleri sıraladık, kinayeli fıkralar anlattık… Anayasayı çiğnediler; hukuk dışı komisyonlar kurdular…Artık yazı yazmıyor, yazı taklidi yapıyorduk… Atatürk’ün gençliğe hitabesini, Nutuk’un tefrikası halinde yayınlamak dahi suç sayılır olmuştu. Atatürk’ten bahsedilsin istemiyorlardı. Onun kurduğu Cumhuriyete bir beyefendiler saltanatı halinde çöreklenmek ve memleketi basınsız, üniversitesiz, meclissiz idare etmek istiyorlardı… Kurucu meclisin faaliyete geçmesini sevinçle bekliyoruz…Bu hareketin meşruluğu ve büyüklüğü, yıkılanların gayrimeşruluğu ve küçüklüğü ile bir abide gibi ortaya çıkmaktadır… Türkler, âlimleri dalkavuk, üniversitelileri maktul, gazetecileri korkuluk ve bütün aydınları sürüngen hale getirerek, bir çete gibi davrananların rezaletlerini  dünya önünde reddetmişlerdir.” (Çetin Altan; “Bugün canım yazı yazmak istiyor.”, Milliyet G., 28.05.1960)

“Örfî idareye bir gece yarısı ifade vermek üzere götürüldüğümüz zaman bizi kucaklayıp bağırlarına basan subaylarımız, “On beş gün daha dişinizi sıkın” demişlerdi. Gazete kapatıldığı gün de tekrarlamışlardı: “On beş gün daha sabredin.”  Sabrettik, şimdi sevinçten ağlıyoruz.”
(30 Mayıs 1960 Abdi ipekçi – Milliyet)

“Koltukları ve keseleri uğruna millet kanı dökmüş her siyaset zorbasının sonu mutlaka bir faciayla biter… Gazete sütunlarından uzanan parmaklar, onlara: “Dikkat edin, sonunuzu iyi görmüyoruz” diyorlardı. Onlar ise bu parmakları kırmakla akıbetlerinden kurtulacaklarını sandılar. Kur’an’da Allah’a, peygambere ve idare edenlere itaat olunması buyrulmuşur. Lâkin adaletten ayrılmamaları şartiyle. Adaletten ayrılırlarsa onlara itaat etmemeyi emreder. Bu sebeple Türk Ordusu’nun 27 Mayıs’ta zalimlere vurduğu kansız darbe her şeyden evvel Allah’ın buyruğuna uygundur, Allah’ın emriyle olmuştur.”
2 Haziran 1960 “Merhaba” Kadircan Kaflı – Tercüman

Kemalist Devrim’in ikinci önemli demokratik atılımının üzerinden yarım asır geçti.,. Devrimin anıtı ve kanıtı, döneminde dünyanın en demokratik anayasalarından olan 1961 Anayasası idi.

 Anayasa temel hak ve özgürlükler yanında, ekonomik ve sosyal hakları da güvence altına alarak, kuvvetler ayrılığını ve adil bir seçim sistemini getirerek, ekonomik kalkınmada planlama anlayışını esas alarak “düzeni” değiştirdi. 

Böylece;

*Emekçiler, sosyal devlet, sendikal hareket ve toplu sözleşme düzeni,

*Toplum, “Tahkikat Komisyonları” yerine Anayasa Mahkemesi başta olmak üzere bağımsız yargıyla,

*Seçmen daha adil ve tutarlı bir seçim sistemiyle

*Halk temel insan hak ve özgürlükleriyle

*Ekonomik hayat, sürdürülebilir, sağlıklı bir kalkınma, görece adil bir bölüşümü öngören planlama anlayışı ile kucaklaşmış oldu.

Keşke, 27 Mayıs hareketi, anayasasıyla taçlandırdığı süreci, magazine dönüşen saçma sapan, giderek utanç verici bir yargı süreci ve toplumda derin yaralar açan idamlar olmadan sonlandırabilseydi…

Lakin 27 Mayıs Devrimi ile temelleri atılan, gerçekten o dönemde bir çok Avrupa ülkesinden ileri nitelikler içeren demokrasi süreci uzun sürmedi.

1970’lerden başlayarak, “Bu gömleğin topluma bol geldiği”,”Sosyal gelişmenin boyutlarının, ekonomik gelişmeyi aştığı” söylemlerinin eşliğinde budanan 27 Mayıs anayasasının,  her fırsatta kanatları yolundu ve 1982 Anayasası ile iyice budandı. Bu anayasa ile budanan yargı bağımsızlığına, 2010 referandumu ve anayasa değişikliği ile yargı bağımsızlığı ağır darbe yedi,,,  tamamen son verilerek özgürlük kuşu tamamen uçamaz hale getirildi…

Bu da kesmedi… 16 Nisan 2017 anayasa referandumu ile kuvvetler ayrılığı ve   parlamenter  sisteme son verilip, yaşadığımız 15 Temmuz darbe girişimi sonrası dönemde ülke, TBMM’nin de etkisizleştirilmesiyle  daha ziyade kararnamelerle yönetilen bir garip başkanlık rejimiyle baş başa kaldı; özgürlük kuşu tamamen uçamaz hale getirildi…  

Tanrı daha daha uzun ömürler versin sayın Muazzez İlmiye Çığ’ın dediği gibi “Bizler kazandığımız şeylerin değerini bildik. Çünkü zor elde ettik. Siz bunları kaybettiğinizde anlayacaksınız…”??? Yavaş yavaş da olsa anlaşılmaya başlandı sevgili Muazzez Ana… Üzülmeyin, 100’ncü yılına yaklaştığımız Cumhuriyet kuşaklarının kaybettiklerini yeniden yerine koymasının zamanı tamamen gelmiş gibi gözüküyor…

Tarihin diyalektiği de böyle değil midir? İki ileri, bir geri… Son yıllarda “Geri”yi yaşadık… Şimdi zor da olsa, sıra ve umut, güzellikler ve de “İleri” de…

Her şey çok güzel olacak…

ZAMAN TAM TEŞEKKÜLLÜ HASTANEYE BAŞVURMA ZAMANI…

ZAMAN TAM TEŞEKKÜLLÜ HASTANEYE BAŞVURMA ZAMANI…

Dr. Noyan UMRUK
13.09.2018

Türk Lirası, yılın başından beri öbür ülkelerin para birimlerine göre değer yitiriyor. Ocak 2018’den bu yana Amerikan Doları’na göre olan değer kaybı %60’ı bulduBu durum da ister istemez ihracatın ithalatı 2017’de ancak %67 oranında karşılayabildiği bir ekonomide, kurun fiyat düzeylerine olabilecek etkisini tetikliyor.

Türkiye’de, tüm “yükselen” ülkelerde olduğu gibi, kur-enflasyon ilişkisi yaşamsal bir öneme sahip. Çünkü gelişmekte olan ülkelerin üretim yapabilmeleri için ithalata gereksinimleri var ve dövizin yerli para birimi cinsinden değerinin artması, ithal edilen tüketim malları fiyatlarında ve ithal girdi kullanılan üretim maliyetlerinde artışı da birlikte getiriyor.

Geçen yıl bu dönemde 3,44 TL’ye aldığımız 1 ABD Doları, 6 TL’nın üstüne tırmanmış durumda ki, bu da yıllık artışın %90 oranında gerçekleştiği anlamına geliyor. Kurlardaki bu panik atak öngörülebilir bir ekonomik ortam, reel yatırımlar için büyük engel oluştururken, tüketici için ise ciddi bir yoksullaşma nedeni…

Türkiye’nin döviz kurları ile sorunlu ilişkisi aslında yeni bir durum değil. . Dolayısı ile her zaman büyük bir ciddiyet ve özenle ele alınması gereken bir olgu… 1923’te 1 ABD Doları 1,67 TL’ydi. 1980 yılında ise ortalama 1 ABD Doları 75 TL oldu. Bir başka deyişle, Cumhuriyetin kuruluşundan, 1980’e kadar TL, ABD Doları karşısında yaklaşık 44 kat değer yitirdi..

Türkiye 1980’lere kadar döviz kurlarının değerinin Merkez Bankası tarafından belli zaman aralıklarıyla belirlendiği, sabit kur rejimini yürüttü. Güçlü rezerv gerektiren bu yöntem, kurun sabit tutulamadığı rezervlerin yetersiz kalması durumunda yerel para birimin değeri düşer; bu zaman zaman şimdiki gibi şok devalüasyonlar yaşanarak olur…

1980’lerde geçilen esnek kur rejimleriyle birlikte Dolar ve Sterlin, 1980 öncesi 57 yılda kazandığı oranı yalnızca 11 yılda geçti. 1980-91 arasında ABD doları 54 kat, İngiliz Sterlini ise 41 kat değer kazandı. 1990’larda da döviz kurlarındaki oynaklık en üst düzeydeydi.

Sonunda 2001 krizi gelip çatmış, 21 Şubat 2001’de bankalar arası piyasada gecelik faiz % 6200’e çıkarken, ortalama % 4018,6 olmuştur. Merkez Bankasının döviz rezervi 16 Şubat 2001’de 27,94 milyar Dolarken, 23 Şubat 2001’de 22,58 milyar Dolara inmiştir. Rezerv yitimi 5,36 milyar $ olarak kaydedilmiştir.

Dolar kuru bir gecede % 40 artmış ve 680 bin liradan 960 bin liraya yükselmiştir. Resmi devalüasyon yeterli olmamış, döviz rezervleri hızlı bir şekilde erirken, hükümet 21 Şubat 2001’de kuru dalgalanmaya bırakmıştır. 22 Şubat’ı izleyen iki haftada 1,2 milyon liraya dek yükselmiştir. Bu aşamada gelen dalgalı kur sistemi, döviz piyasalarını iyice karıştırmış; bu karmaşada dalgalı kura geçilmesiyle Doların gerçek değerinin ne olacağı bilinememiş ve alım-satım arasındaki fark artışa geçmiştir. 

Veee 14 Mart 2001’de 3 aşamalı kurtuluş planını açıklanmıştır. Bu plana göre;

– Bankacılık sektörüyle ilgili önlemler alınacaktır.
– Döviz kuru ile faize istikrar kazandırılacaktır.
– Ekonomi dengeleri yeniden planlanacak, 2. yarıda büyümeye geçilecektir.

Kurtuluş planı sonrasında IMF’ye niyet mektubu verilmiştir. Mektupta; iktisadi etkinliği sağlayacak reformların yapılacağından ve enflasyonla mücadelenin gerçekleştirileceğinden söz edilmiştir. Gelir dağılımı ile ilgili adaletsizliğin ortadan kaldırılacağı, sürdürülebilir büyüme ortamının oluşturulacağı taahhüt edilmiştir. Böylece 1980’lerde 24 Ocak (1980) Kararları ile girilen küresel ekonomik alanın gerekleri 2001’de Kemal Derviş yönetiminde yeniden teyid edilmiş oldu.

Kur dalgalanmaları ve enflasyon korelasyonu (doğrusal ilişkisi)

Türkiye’de döviz kurlarının günlük ilanına geçildiği 1981 yılından beri döviz kurlarındaki dalgalanmalar ile enflasyon oranları arasında sıkı ve doğrudan bir ilişki var. Zaten girdi maliyetlerinin egemen para Dolarla yakın ilişki içinde olduğu göz önünde tutulursa, bunu söyleyebilmek için alim olmaya gerek yok…

Örneğin 1994 krizinde Dolar %169 oranında artarken, enflasyon oranı da %130 düzeyindeydi. Kurda ve enflasyondaki azalma veya artış da aynı biçimde öbür değişkeni geçişli şekilde etkiliyor. Fakat bu geçişkenliğin her zaman tek yönlü olduğunu söylemek olanaklı değil. Yapılan nedensellik testlerinde kurdan enflasyona geçiş kadar, enflasyonun da kurdaki artışı tetiklediği çalışmalar var.

İthalata bağımlı bir ülkede döviz kurundaki artış, üretim maliyeti ve tüketim malları fiyatlarında artışa neden olduğu gibi, özellikle kronik enflasyon sorunu olan ülkelerde fiyat düzeylerindeki istikrarsızlık nedeniyle, yerel para birimine olan güvenin azalması da dövize istemi artırarak kur artışına neden olabiliyor.

Yapılan çalışmaların gösterdiği önemli bulgulardan biri de, kurdan enflasyona geçişin zamana yayıldığı, üretici ve tüketici fiyatlarında farklı etkiler ürettiği üzerine. Döviz kurlarındaki değişim, ilk olarak üretici fiyat endeksine yansıyor ve endeksler arası geçişkenlik 11 ayı bulabiliyor. TÜFE ve ÜFE endeksleri arasındaki %10’u aşan farkı bu bulgu ışığında okumak ve ciddi önlemler alınmazsa enflasyonun hiper enflasyona dönüşmesi büyük olasılık

Öte yandan bizzat başına geçilerek, ülkeyi padişahın mülkü görünümüne sokan Varlık Fonu ile elde kalan son varlıkları güvence göstererek borçlanma, uzun vadeli kiralama ve satışların da yaraya pansuman olamayacağı yaygın bir görüş…

Ne yapmalı?

Oyunu, Londra merkezli küresel piyasalarda oynamayı 1980’lerde kabul edip, 2000’lerde Kemal Derviş’le yeniden teyid ve tescil ettirdiğinize göre, ortak akıl, kısa vadede,  yargı ve TCMB başta olmak üzere, özerk olması gereken hukuk ve ekonomiyi yöneten kurumların bağımsızlaştırılması, uzun bir süre tereddütten sonra çok geciktirildiği için, yaratacağı olumlu etki tartışmalı olan bu gün (13.09.2018) gerçekleştirilen sert ve beklenti üstü faiz (artışı) kararını gerektiriyor…

Uzun vadede ise köklü bir eğitim reformu, uluslar arası ilişkilerde başlangıç ayarlarının hatırlanması. AR-GE, teknoloji içeren reel üretimle barışmak, toplumsal kutuplaşmanın yumuşatılması Türkiye’yi ve  toplumu rahatlatacaktır

En önemlisi, tüm bunlar için iyi çizilmiş bir rota doğrultusunda Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) yeniden yapılandırılmalıdır. Ülkenin coğrafi, fiziki ve beşeri anlamda kaynak ve olanak envanterine sahip, bölgesel ve ulusal düzeyde sürdürülebilir bir kalkınma sürecini eşgüdümleyerek, küresel gerçekleri de göz ardı etmeden, en azından optimal ölçek ekonomileri çerçevesinde, selektif-özenle seçilmiş sektörlerde uluslararası düzeyde rekabet edebilecek innovasyon-teknolojik gelişmeyi içeren marka ürünler üretilebilmesini planlayabilen, özel kesim için özendirici ve yol gösterici, kamu kesimi için emredici ciddi bir planlama örgütüne şiddetle ihtiyacı vardır.

Durum, tam teşekküllü bir hastaneye başvurmak yerine, sağlık ocaklarında dolaşılmayacak ölçüde ciddidir…
=================================
Evet dostlar,

Sn. Dr. Umruk yeterince açık ve net koymuş sorunu ve çözümleri..
Ancak son tümcesindeki karşılaştırmalı benzetmede, Hastane – Sağlık Ocağı ikilisinde, bu sözde yerli – milli  AKP iktidarının dış güdümlü SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM programıyla, Temmuz 2010’dan bu yana, ‘dolaşılacak‘ Sağlık Ocakları da yok! Onlardan çoooook yetersiz, 1. Basamak sağlık hizmetlerini de özelleştiren Aile hekimliği sistemi var.. Çağdışı bir sistem..

Ve TCMB, faiz oranlarını %17.75’ten %24,00’a yükseltti..
%6,25 puan (625 baz puan teknik anlatımı kullanılıyor) birden..
Dış ekonomik çevrelerin öneri – beklentisi %4,25 puan dolayında idi..
Dolar 5.90 TL dolayına çekildi.. Bakalım nereye dek.. % 24 faiz ile bankacılık sistemi nasıl dönecek? Mevduata %24 faiz ödeyecek Banka, topladığı parayı % kaç faizle ‘satacak’!? Açıkçası kredi, teminat mektubu vb. işlemlerde faiz kaç olacak? Kimler %30’ları aşan kredi faiziyle bankalardan nakit borçlanacak ve iş kuracak??

Deli bir faiz oranı.. Ne var ki ekonomideki hastalık öyle ağır ki, ateş düşürücü gibi basit önlemler yetmiyor. İlle ağır diyet ödenecek.. Gangren olan organın kesilmesi zorunda kalınması gibi.. Kendimiz ettik (AKP etti!) kendimiz bulduk (Halk bedel ödüyor!); kolumuzu – bacağımızı feda ediyoruz adeta ekonomideki talan yüzünden..

Dileyelim halkımız uyansın bu acı tablo karşısında ve iktidar mutlaka ders alsın.

Sevgi ve saygı ile. 14 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

İZMİR’in DAĞLARINDA AÇAN ÇİÇEKLER SOLMASIN…

İZMİR’in DAĞLARINDA AÇAN ÇİÇEKLER SOLMASIN…

Dr. Noyan UMRUK
E. General

Koca Nazım’dan sonra Memetçiğin İzmir’i kurtarışını anlatmak ne mümkün… En iyisi, sözü yine  Nazım’a bırakmak…

saat beşe beş var.
topçu evvel mülâzımı Hasan’ın
yaşı yirmi birdi.
kumral başını gökyüzüne çevirdi,
kalktı ayağa.
baktı, yıldızları ağaran muazzam karanlığa.
şimdi bir hamlede o kadar büyük,
öyle şöhretli işler yapmak istiyordu ki
bütün ömrünü ve hâtırasını
ve yedi buçukluk bataryasını
ağlanacak kadar küçük buluyordu.

yüzbaşı sordu :
– saat kaç?
– beş.
– yarım saat sonra demek…

Teğmen dediğin böyle olacak, içi içine sığmayacak, yüzbaşı dediğin soğukkanlı…
      …

98956 tüfek
ve şoför ahmet’in üç numrolu kamyonetinden
yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
bütün âletleriyle
ve vatan uğrunda,
yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle
birinci ve ikinci ordular
baskına hazırdılar….

– beş otuz…
ve başladı topçu ateşiyle
ve fecirle birlikte büyük taarruz…
sonra.
sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.

sonra, 30 ağustosta düşman kuvâyı külliyesi imha ve esir olundu

sonra.
sonra, 9 eylülde izmir’e girdik
ve kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya,
güneyden kuzeye,
doğudan batıya, türk halkıyla beraber
seyretti izmir rıhtımından akdeniz’i.

“Dünyanın hiçbir ordusunda Türk askeri kadar yüreği temiz ve büyük bir asker görülmemiştir.” Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Bizim Davazlı yeğen de bir mesaj atmış “bene”: “Sıgmeycen canını, 96 yıl soğra İzmir yene İzmir be daayı… Melmegetin hebisini yene aydınlatıveecek  gaari…”
İZMİR’in DAĞLARINDA AÇAN ÇİÇEKLER SOLMASIN…

BİR ZAMANLAR 30 AĞUSTOS

Dostlar,

5/6 Eylül 1922 gecesi de sürüyordu büyük kovalamaca Ege topraklarında..
İkiyüz bine Mehmetçik, katmıştı önüne ikiyüzbini aşkın işgalci palikaryayı..
Sürüyordu Ege denizine doğru.. 400 km yol tüm olanaksızlıklara ve zorluklara karşın geçilecek ve düşman denize dökülecekti. Başkumandanın emri kesindi 30 Ağustos Zafer ardından :

  • Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!..

Dünya tarihinde benzersiz o anları Nazım Hikmet ölümsüzleştirdi Kuvayı Milliye Destanı ile. E. General Sn. Dr. Noyan Umruk da 96 yıl sonra derin bir özdeşim (empati) ile bir kez daha yazdı ABC Gazetesinde.. Onbinlerce şehit – gazinin ödenemez borçları adına hulu ile bir kez daha okunmalı ve vatan için ne gerekiyorsa yapılmalı.. Biz de bu çok önemli tarihsel süreci salt 30 Ağustos ya da 9 Eylül’de bırakmak istemiyoruz.. Bu aralığa yayarak hemen her gün sitemize seçtiğimiz yazıları koyuyoruz.. Teşekkürler değerli Paşamız, Tarih doktoru Sn. Umruk..

Sevgi ve saygı ile. 06 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com
========================================

BİR ZAMANLAR 30 AĞUSTOS…


Dr. Noyan UMRUK
E. General
ABC GAZETESİ, 28.08.2018  

Evet, “Büyük Taarruz” başlıyor… 30 Ağustos, yakın tarihimizin dönüm noktası…

”Makus talihimizin” yenildiği, diğer bir deyişle emperyalizmin çanına ot tıkandığı gün…

Kuvayı Milliye Destanını” küçümsetmeye çalışanları nafile çabalarıyla baş başa bırakıp, sözü büyük Ozan’a bırakalım; eşsiz dizeleriyle büyük utkuyu, daha içten anlatan çıkmadı çünkü…

Ateşi ve ihaneti gördük

Dayandık her yanda,

dayandık İzmir’de, Aydın’da

Adana’da dayandık,

Dayandık, Urfa’da, Maraş’ta, Antep’te

Sarışın bir kurt: Başkumandan…

 Dağlarda tek tek
ateşler yanıyordu.
ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında O’nu gördü.
paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
paşalar : «üç,» dediler.
sarışın bir kurda benziyordu.
ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
bıraksalar,
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
kocatepe’den afyon ovası’na atlıyacaktı.
Dünyanın hiç bir ordusunda bir nöbetçi, şairinin ağzından, dizeleri inci taneleri gibi dizerek, başkumandanını bu denli sade, derin ve de yürekten bir  sevgi ile anlatamadı…
Sarışın Kurt’un Memetçikleri…
saat 3.30.
izmirli ali onbaşı ve de mangası
karanlıkta göz yordamıyla
sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi
baktı manga efradına birer birer :
sağda birinci nefer
sarışındı.
ikinci esmer.
üçüncü kekemeydi
fakat bölükte
yoktu onun üstüne şarkı söyleyen.
dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
beşinci, vuracaktı amcasını vuranı
tezkere alıp Urfa’ya girdiği akşam.
altıncı, inanılmıyacak kadar büyük ayaklı bir adam,
memlekette toprağını ve tek öküzünü
ihtiyar bir muhacir karısına bıraktığı için
kardeşleri onu mahkemeye verdiler
ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
ona «deli erzurumlu» derdiler.
yedinci, mehmet oğlu osman’dı.
çanakkale’de, inönü’nde, sakarya’da yaralandı
ve gözünü kırpmadan
daha bir hayli yara alabilir,
yine de dimdik ayakta kalabilir.

Ya Süleymaniyeli şoför Ahmet…

lastik hava kaçırıyor.
derdine deva bulmazsak eğer…
dur bakalım babacafer…

üç numrolu kamyonet durdu.
karanlık.
kriko.
pompa.
eller.
küfreden ve küfrettiğine kızan elleri
lastikte ve ihtiyar tekerlekte dolaşırken

sen süleymaniyelisin oğlum ahmet,
sana tek başına verilmiştir üç numrolu kamyonet.
hem, hani bir koyun varmış,
kendi bacağından asılan bir koyun.
süleymaniyeli şoför ahmet
soyun…

soyundu.
ceket, külot, pantol, don, gömlek ve kalpak
ve kırmızı kuşak,

ahmet’i postallarının üstünde çırılçıplak
bırakarak
dış lastiğin içine girdiler,
şişirdiler.

Karayılan’ı kim unutabilir…karayılan «karayılan» olmazdan önce
umurunda değildi karayılan’ın
kıyamete dek düşmana verseler antep’i.
çünkü onu düşünmeğe alıştırmadılar.

karayılan olmazdan önce
kara yılanın encâmını görünce
haykırdı avaz avaz
ömrünün ilk düşüncesini .
«ibret al, deli gönlüm,
demir sandıkta saklansan bulur seni,

ak taş ardında kara yılanı bulan ölüm.»
…Sonra;
«karayılan der ki : harbe oturak,
kilis yollarından kelle getirek,
nerde düşman varsa orda bitirek,
vurun ha yiğitler namus günüdür…»

Memetçik böyledir işte… Sesi, sedası çıkmaz; böbürlenmeyi pek beceremez. Düşünürsünüz, düşündürür sizi…Acaba bu işleri bilerek mi yapıyor, yoksa ayırdında değil mi? Pek de anlayamazsınız…Ancak, sonucu görürsünüz… Kıbrıs Barış Harekatında da, ateş altında, bir elinde karpuz dilimi ya da üzüm salkımı, pikniğe gider gibi düşman üzerine gittiği  görülmüştür… Yeter ki başında adam gibi bir komutanı olsun…

Ve sonra, imparatorluğun küllerinden doğan, tüm “mazlum milletlere” örnek, yurttaşlarına kıvanç veren, genç, gürbüz, bağımsız, saygın bir Cumhuriyet

Ve sonra, 60 yılda, özellikle amcaları ile birlikte ülkeyi yönetenlerce son 15 yılda bakın ne hale getirildi Türkiye…

-“Tüm okulları imam-hatip okulları yapma şansını yakalayarak”, “sabileri” sefil eden alt üst edilmiş bir milli eğitim sistemi, tarikatlara, cemaatlara teslim edilmiş binlerce çocuk,

Cari açık, dış borç, “ne idüğü belirsiz” net-hata noksana dayanan bir ödemeler dengesi ile kağıttan kaplan, yeterince üretmeyen, teknolojik zaafiyet içinde krizlerle boğuşan ekonomik yapı,

– Zorunlu tüketim üzerinden toplanan dolaylı vergilere dayanan adaletsiz bir mali sistem ve son derece eşitsiz bir gelir dağılımı,

— Her tarafına yerleştirdikleri, tıkıştırdıkları Fetö’nün “ak çocukları” ve “yeşil zeytin kılıklı hainleri “ile sonTürk devletini allak bullak eden ne idüğü belirsiz, melanetinin ayrıntıları zamanla açıklığa kavuşacak kökü dışarıda bir darbe denemesi…

-Elbirliğiyle moralman ve yönetimsel olarak çökme noktasına getirilmiş, ama yine kuvvacı omurgası ile Fırat Kalkanı’nda herşeye rağmen etkinliğini gösterebilen bir ordu,

-Açıla saçıla, Doğu Akdeniz’den, Kıbrıs ve Türk dünyasına ve  Pekin, Moskova, Erivan, Tahran, Bağdat, Şam altıgenine değin tüm komşu ülkeleri ciddi tehdit haline getirip, Habur-Oslo-Şemdinli-G.Antep sürecinde PKK’nın da bu konjonktüre eklemlenmesine göz yumulması ile iflas etmiş güvenlik ve dış politika süreci,

-Zavallı bir ulusal istihbarat sistemi,

-Yüz verilince astarını isteyen PKK, İŞİD gibi mel’un terör örgütlerinin istedikleri yeri hallaç pamuğu gibi attıkları bir ülke…

Sonuç                   :

“Bir türlü kendilerine saygı ve şükran duyulamayan” Cumhuriyet kurucularınca emanet edilen Mısak-ı Milli’nin, ülkenin “bekası”nın ciddi tehdit altında sokulması…Şaşkın, tüm politik tercihlerinde, kararlarında yanılmış, “kandırılmış” bir iktidar…Darbe girişimine karşı milyonları meydanlara toplayan, ama bin bir bahane yaratılarak kutlanması diğer ulusal bayramlar gibi kadük edilen bir 30 Ağustos…Ülkenin namus, haysiyet günü…

Aman kutlanacak neyi kaldı demeyin. Yaşadığımız karanlık günler bu büyük ulusun, bu halkın okyanusları andıran tarihinde sadece bir virgül…Küllerinden doğmaya alışıktır bu millet…

95 YIL ÖNCE, 95 YIL SONRA…

95 YIL ÖNCE, 95 YIL SONRA…

 Dr. Noyan UMRUK
 ABC GAZETESİ
; 09.07.2018

Bu gün benim doğum günüm… 70 yaşındayım… Aydınlık,  mutlu, müreffeh, adil, eşitlikçi  bir Türkiye hayal ve umudu ile karınca kaderince mücadele ile geçen 70 yıl… Bir ömür… Evet… Hayallerimiz, umutlarımız vardı bizim kuşağın… Bu 70 yılda her yenilgimizi aşıp, küllerimizden yeniden doğarken, bir şeyler de katabildik güzel ülkemize sanıyorum…

Ama bu kez 70’nci  yaşımda, kanla – irfanla kurup, canımızı dişimize takarak yüceltip, 95 yaşına getirdiğimiz cumhuriyete, talihin garip cilvesi, bir tek adamın anlamını hiçbir zaman idrak edemediği yemini ile yaşlı gözlerle veda ederken  hayatımın en büyük düş kırıklığını yaşıyorum…

Davazlı yeğenimin dediği gibi “Cumuriyet 95 yaşında dalya bilem deyemeden Tayyiban düzenine gurban ediliveedi be daayı… Millet bu ayıbinen nassı yaşeycek bilemeyyon gaari…”

İşte bu nedenle en kısa zamanda O’na yeniden kavuşmak umudu ile sizlerle karşılaştırmalı nostaljik bir geziye çıkmak istiyorum: 95 yıl önce çocuklar gibi şendik… 95 yıl önce yedi düveli yendik…

 *95 yıl önce kederde kıvançta ortak bir ulus oluşturup, mazlum ülkelerin umudu, etrafı dostane paktlarla çevrili saygın bir devlet kurmuştuk. 95 yıl sonra bir yandan tüm bölge ülkeleriyle didişirken, bir yandan da T.C.’den iki-üç devlet çıkarma sevdasına kapılanlarla uğraşıyoruz!

*95 yıl önce uluslaşma sürecinde, ortak dilimizi iyi konuşma ve yazmanın derdindeydik. 95 yıl sonra milleti iki dile nasıl ikna ederiz diye debeleniyorlar…

*95 yıl önce cehaletle savaşıyor, cumhuriyet, özgürlük ve bağımsızlık ilkelerine bağlı çağdaş bir nesil yetiştirmeye çalışıyor, ulusu Aydınlanma ile kucaklaştıran Köy Enstitülerini kuruyorduk. 95 yıl sonra milyonlarca sabiyi sınıflara tıkıştırıp, çocuk gelinler ve zorunlu seçmeli derslerle dindar ve de kindar nesiller yetiştirip, aydınlanmış insanlarımızı hapisanelerde çürütüp cehaletin faziletine inanıyoruz!

*95 yıl önce pozitif bilimleri öğreniyorduk. 95 yıl sonra metafiziğe, hurafeye merak sardık!
*95 yıl önce öğretmenlerimiz başımızın tacı idi. 95 yıl sonra “başımızın belası”(!) 
*95 yıl önce halk yoksul ama onurlu, “köylü yurdun efendisi” idi. 95 yıl sonra “anasını da alıp” erzak kamyonlarının peşinde…
*95 yıl önce yurdun her köşesinde “Atatürk modeli” sosyal cumhuriyet fabrikaları inşa ediyorduk. Sanayide ve tarımda kendine yeterli bir ülke olmayı, doğal zenginlik ve kaynaklarımızı gözümüz gibi sakınmayı, tasarruf ve üretimi erdem saymayı öğreniyorduk. 95 yıl sonra en stratejik varlıklarımızı dahi eşe, dosta, yabancılara yok pahasına babalar gibi satmayı, üretmeden tüketmeyi marifet sayıp, samanı, mısırı, buğdayı, angusu, patatesi ithal eder olduk!
*95 yıl önce Avrupa faşizm bataklığına sürüklenirken, biz devrim, demokrasi ve özgürlük rüzgarlarına yelken açmaya çalışıyorduk. 95 yıl sonra bir tek adamın eline her şeyimizi teslim edip, dünya alemden dayak yiyoruz !
*95 yıl önce dünyaya örnek oluyor, kadınlarımızı seçme ve seçilme hakkına kavuşturuyorduk. 90 yıl sonra kadına şiddet ve kadın-erkek eşitliği sıralamasında dünyaya rezil oluyoruz. 
*95 yıl önce şarkılarımızı, otantik türkülerimizi, folklörümüzü yeniden keşfetmeye çalışıyorduk. 95 yıl sonra çıstak çıstak gürültü dinleyip, biz bize kaldığımızda göbek atıp, kolbastı oynuyoruz!
*95 yıl önce hukuk devletine doğru yelken açmıştık; kadı efendilerin yerini cumhuriyet savcıları ve hakimleri almıştı. 95 yıl sonra hukuku, adaleti mumla arıyoruz.
*95 yıl önce her meslekten esnafı, zenaat erbabını barındıran çarşılarımız vardı. 95 yıl sonra her köşe başında Çin ve Avrupa malları ile dolu AVM’lerimiz…
*95 yıl önce Karaköy-Beşiktaş arasını tramvayla 15 dakikada alıyorduk.  50 yıl sonra “lüküs” otomobillerle iki saatte gidemiyoruz! 
* 95 yıl önce Atatürk’ün nerede, ne zaman karşımıza çıkacağı belli değildi. 95 yıl sonra yollar kesilip, koruma mangaları etrafa dehşet saçtığı için “devlet adamcıklarını” yakinen takip edebiliyoruz!
*95 yıl önce Anadolu’nun en küçük kasabasında dahi, kimin ne yediğine,  ne içtiğine karışmak kimin haddineydi. 95 yıl sonra ne zaman, ne yenip ne içileceği, bazen mahalle baskısına, bazen mahalle dayağına bazen de iyi saatte olsunlara bağlı…
*95 yıl önce cumhuriyetin ilanı yurdun her köşesinde büyük bir kıvanç ve çoşku ile kutlanıyordu. 95 yıl sonra Atatürk anıtlarına çelenk koyulmasından bile rahatsız olunuyordu ; işte artık kutlanacak bir şey de kalmadı zaten…
*95 yıl önce ülkenin nasıl yönetileceğine TBMM’de karar veriliyordu. 95 yıl sonra küresel egemenleri hesaba katmadan karar alamayan bir “kifayetsiz muhteris” in keyif ve iradesiyle yönetilir olmaktayız! 
*95 yıl önce aydınlar ülke çıkarlarını sahiplenmekle, ülkeyi yönetenleri cesurca uyarmakla onurlanırlardı. 95 yıl sonra ortalık, ülkenin, küresel talep ve çıkarlara koşut “yetmez ama evet” operasyonlarının oyuncusu müptezellerle dolu…   
*95 yıl önce büyük önder ülkeyi ve cumhuriyeti gençlere emanet etmişti. 95 yıl sonra gençler emanete ihanet etmemenin bedelini tahtakuruları gibi gazlanarak, dövülerek, öldürülerek ödemekte…
*95 yıl önce eşsiz önder tek bir ağacın kesilmesini önlemek için Yalova’daki küçük evini kızaklar üzerinde taşıtmıştı. 95 yıl sonra ülkenin  asırlık ormanları, dereleri, milyonlarca ağacı
«muhteris» ve dalkavuklarının izin ve talimatları ile katledilmekte.

*95 yıl önce geleceğe yönelik muhteşem umutlarımız ve düşlerimiz  vardı; 

  • 95 yıl sonra yarının ne getireceğini bilemez hale gelip, her yaştan gençlerle her şeye
    yeniden başlayıp, mümkün olan en kısa zamanda cumhuriyeti yeniden kurmaktan
    başka çare kalmadı…
     

BİR RAND CORP. RAPORU: “EVDEKİ HESAP ÇARŞIYA UYMADI AMA; UYSA DA OLUR UYMASA DA…”

BİR RAND CORP. RAPORU:
“EVDEKİ HESAP ÇARŞIYA UYMADI AMA; UYSA DA OLUR UYMASA DA…”

portresi


Dr. Noyan UMRUK
http://www.guncelmeydan.com/, 10.08.2016

Türkiye’de nasıl iktidara gelindiğine, Fethullah Gülen cemaatinin ABD’de nasıl kolayca örgütlendiğine, nasıl devasa bir finansal güce eriştiğine ya da medyada profilinin birden bire devlet düşmanlığından halk kahramanlığına yükseldiğine herkes bir şaşıyor, bir şaşıyor ki sormayın gitsin… Sanki tanrının bir gecesi şeytani bir kâbus yaşamışız da, sabahına birden bire sıçrayarak uyanıp korkunç gerçekleri keşfedivermişiz…

Birileri yıllarca önce Fethullah Gülen’e, dinlerin buluştuğu kent İstanbul, ılımlı İslam, dinler arası diyalog söylemleri havalarda uçuşurken, bir yanına Fener Rum ve Ermeni Patriğini, öbür yanına da Hahambaşı’nı oturtarak “dinler arası halifelik makamı” havucunu gösteriyordu… Hiç de tava gelinmeyecek bir havuç değil bu… Adamlar öylesine açık oynuyorlardı ki; Çok yorulmanıza gerek yok.  Buyrun sizlere 2003 tarihli RAND CORP.’un ılımlı İslam projeksiyonu raporu… AKP ve Gülen’in kodlarını çözmeye yetiyor da artıyor … Gelin, Fethullah Gülen ve ılımlı İslam yaklaşımını bizzat “kuklacıdan” dinleyelim. CIA’ya sürekli araştırma ve değerlendirmeler yapan ünlü RAND CORP’un raporunun girişinde şu cümleler dikkati çekiyor:

– “İslam Dünyası kendi değerlerini ve doğasını tanımlamanın kavgasını yapıyor…”
(O halde İslam dünyasına acil yardım gerekiyor-yazarın notu). Peki ABD’nin bu kavgadaki tespit ve öncelikleri neler?

* Bugüne kadar İslam dünyasında bulunduğu sanılan milliyetçilik, Pan-Arabizm, İslam devrimi vb. çözümlerin yetersiz kalıyormuş…
* İslam dünyası şu an gelişme yoksunluğu ve globalleşme ile uyumsuzluk sorunlarıyla boğuşuyormuş…
*İslamiyet’ten kaynaklanan şiddetin önlenmesi gerekiyormuş… (İslamcı şiddet örgütlerinin kimlerin gayri meşru çocuğu olduğu da bir söylense…Yazarın notu)
*ABD’nin İslamiyet’e karşı olduğu imajının silinmesi gerekiyormuş…
*Daha sonra da İslam dünyasının demokratikleştirilmesine yönelik adımların planlı olarak atılması gerekiyormuş…

İşte bu durum tespitinden sonra Abdülmucid Kesbiçer’ler raporda İslam dünyasını 4 grupta kategorize ederek, kendilerinin tercih etmesi grubu empoze ediyor… RAND CORP.’un ılımlı İslam projeksiyonu raporu Demokratik değerleri reddederler ve İslami değerlerle yönetilen otoriter bir devlet biçiminden yanadırlar.

Tutucular: Tutucu-muhafazakar bir toplumdan yanadırlar. Modernleşme ve değişim gibi konulara kuşku ile bakarlar.

Ilımlılar: İslam dünyasının, globalleşmenin (AS: Küreselleşmenin) bir parçası olmasından yanadırlar. İslamda reform ve modernleşme isterler

Laikler: Din ve devlet işlerinin ayrılmasından ve Batı tipi demokrasiden yanadırlar. Dini, bireysel özgürlük düzeyine indirgemeye çalışırlar.”(Görüldüğü gibi rapor dini bireysel özgürlük bazında yaşamayı “indirgemek” olarak tesbit ediyor…Y. notu)

Bu gruplandırmanın ardından ABD yönetiminin yapması gerekenler raporda şöyle sıralanıyor: (Rapor, aklın yolu gereği Laiklerin desteklenmesi sonucuna varacak sanıyorsunuz değil mi?Yazarın notu)

Rapor, en iyi ittifak’ın Ilımlı Islamcılar’la yapılabileceğini önerdi ve gereği yapıldı…

Şöyle devam ediyordu rapor:

“Önce “Ilımlı İslamcılar desteklenecek, çalışmaları ve görüşlerinin yaygınlaşması ve dağıtılmasına maddi katkı sağlanacak, daha geniş kitlelere ve özellikle gençlere ulaşmaları teşvik edilecek, sivil toplum kuruluşları kurmalarına, eğitim için yer bulmalarına ve politik süreç içinde gelişmelerine destek olunacak, görüşlerini yaymak için okul, enstitüler kurmalarının önü açılacak ve Ilımlı İslam’ın kitlelerin alternatifi olması sağlanacak…

Köktendincilere karşı tutucular desteklenecek Bu amaçla, her iki grubun ittifak kurmalarının önüne geçilecek, Tutucular’la Ilımlı İslamcılar’ın ittifak kurmaları sağlanacak ve tutucu eğitim kurumlarında Ilımlı İslamcılar’ın görüşlerinin yayılmasına çalışılacak, Tutucu İslamcılar arasında özellikle Sufizm’in taban bulması için uğraşılacak.
Laikler, duruma göre desteklenecek, Laikler’in köktendinci tehlike karşısında ABD ile aynı görüşte olmaları için uğraşılacak ve bu durum laiklerin milliyetçilik ve sol akımlara yanaşması önlenerek gerçekleştirilecek.

Köktendincilerle etkili mücadele edilecek… Bu konuda da Köktendinciler’in terör eylemleri sürekli gündemde tutulacak, gazetecilerin köktendinci akımlar içindeki yolsuzlukları, baskıları, moralsizliği sürekli gündemde tutmaları sağlanacak, aralarındaki
bölünmeler hızlandırılacak.”

Raporun daha sonraki bölümlerinde kategoriler daha detaylı olarak anlatılıyor ve Türkiye’yi ilgilendiren bölümler ele alınıyordu…

Örneğin köktendinci gruplar arasında El Kaide ile birlikte Kaplancılar sayılıyor. Laik kategoriye en iyi örnek olarak Türkiye’deki Kemalistler gösteriliyor ve milliyetçilik vb akımlar nedeniyle aslında laiklerin ABD’ye çok yakın bakmadıkları da vurgulanıyordu…

Durun, karpuz keseceğdik daha gitmeyin … Raporun 38 nci sayfasında Ilımlı İslamcı olarak Türkiye’den Fethullah Gülen’in adı örnek olarak gösteriliyordu….

39 ncu sayfada ise Ilımlı islamcılar’ın en büyük eksikliklerinin “ekonomik güç” olduğu vurgulanıyor ve maddi açıdan desteklenmeleri isteniyordu.

Raporda Türkiye’nin Ilımlı İslam için iyi bir model oluşturduğu tespitinde bulunularak, bu konuda Türkiye’deki iktidarın desteklenmesinin altı çiziliyordu.
Raporun daha sonraki bölümlerinde kategorilendirilen İslami grupların, kadın, evlilik, cihad, demokrasi, eğitim vb. konulara nasıl baktıkları da ayrıntıları ile inceleniyordu.
Raporun son bölümünde ise Derin Strateji başlığı altında da, ilk başta değinilen “Yapılacaklar” daha da detaylandırılıyor. Burada en ilginç nokta, Ilımlı İslami liderliğin nasıl oluşturulacağı:

Ilımlı İslamcılar’ın cesur sivil liderler olmasına çalışılmalı ve demokrasi, insan hakları, kadın hakları konusunda etkili politikalar geliştirmeleri sağlanmalı; İslam’ın bir üst kimlik olduğundan çok, insanların kimliklerinin bir parçası olduğu işlenmeli, sivil toplum örgütleri oluşturarak Ilımlı İslamcı liderlere yardım edilmeli…”

Tabii raporda Türkiye’yi, Irak’ı ve tüm İslam dünyasını ilgilendiren bölümler ve hepimize tanıdık gelecek, büyük bölümü 2000’li yıllarda gerçekleştirilmesini yaşadığımız “uygulama önerileri” de bulunuyordu. Biz burada raporu kısaca özetledik…

Bilinen ve de yaşanan olaylar… Bi de üstüne üstlük ne istedilerse verildikten sonra perşembenin gelişi bir şekilde çarşambadan belliydi… Tek aksilik, evdeki hesabın çarşıya uymaması… Giderek kavganın iyice kızışarak ihanet ve vahşet sahnelerini de içeren iç savaş denemesine dönüşmesi… Doğrusu hiç kimse bunların bu denli şizofrenik, vandalist ve hain olabileceğini tahmin edemezdi…

Lakin uysa da olurdu uymasa da Türkiye bütün kurumları ile, özellikle Ordusu ile korkunç şiddette bir depremle sarsılıverdi… Bu sarsıntı kendisine yönelik taleplere boyun eğmesine yol açabilir mi acaba? Bi denemeye değer… Ancak bu süreç doğal olarak Avrasya-NATO tartışmalarını gündeme taşıyor… Kritik günler… Tek kişinin iradesine bırakılamayacak ortak akıl, basiret ve itidal isteyen günler…

Bu korkunç hengamede kitleler kararlılık ve beklentileri de aşan bir coşku seli halinde meydanlarda demokrasi ve bağımsızlık nöbetini devralıyorken. iktidar 7 hazirandan bu yana acilen sırtına geçirdiği milliyetçi gömleğiyle “ulusalcı”oluveriyor, ötekisi ise onca ihanet ve vahşetiyle “enternasyonalist” kalıveriyordu…

Şimdilik Cübbeliye selam, yola devam… Ferman üstüne ferman… Demokrasi ise hala, henüz ve de maalesef olmayan…

Kaynak: Civil Democratic Islam: Partners, Resources, and Strategies. by Cheryl Benard Santa Monica, Arlington, Pittsburgh: Rand Corporation, 2003. 72 pp. $20, paper.

======================

Daha ne demeli, ne yazmalı Dostlar???

Sevgi ve saygı ile.
16 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

POSTMODERN HUKUK’UN BALYOZU…


POSTMODERN HUKUK’UN  BALYOZU…

portresi2

 

 

Dr. Noyan UMRUK

 

 

Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür. Belleğimizi tazelemekte yarar var.
Birinci Balyoz iddianamesinin temeli, Cumhuriyet Savcılığına değil de, kuryelik ya da muhbirlik işlevini üslenen gazeteciye (AS: Mehmet Baransel) sunulan(!) bir bavuldan çıkan CD’ler…Bu bavulda 16’sı davayla ilgisiz toplam 19 CD vardı. Geriye kalan
3 CD’den biri ünlü11 Nolu CD. Malum gazeteci, 30 Ocak 2010 tarihinde bu CD’leri Beşiktaş Adliyesine teslimi ile başlayan soruşturma  250’si tutuklu 365 kişinin yargılandığı Cumhuriyet tarihinin en büyük siyasal davalarından birine dönüştü.

Ve nihayet, 29.03.2012 tarihli duruşmada savcılık “Türkiye cumhuriyeti hükümetini cebren ıskat ve vazife görmekten men etmeye teşebbüs suçuyla” sanıklar hakkında
15 yıldan 20 yıla dek hapis cezası istedi. Hafta başında da (AS : 09.10.13) Yargıtay kimi makyajlarla davayı onadı.

YARGI SÜRECİNDE GÖRMEZDEN GELİNEN ÖNEMLİ ÇELİŞKİLER

Davanın temeli olan 2003 yılında üretilen CD’de ekleme çıkarma, bozma, değiştirme, güncelleme yok. Ama 1500’e yakın çelişki, yanlış veya mantık hatası var…
Örneğin;
– CD’deki Avrupa Şafak Hastanesi bu ismi 2004 yılında, Medical Park Sultangazi Hastanesi bu adı 2008’de, Yeni Recordati adlı ilaç fırması bu adı 2009’da almıştır.
– Planın ana belgesinde adı geçen TGB 2006’da kurulmuştu.
ASELSAN çalışanı olarak geçen 3 kişinin, bu kurumda 2006 yılında çalışmaya başladığı, belgelerde adı geçen 115 kişinin o tarihte HAVELSAN’da çalışmadığı
anılan kurumlarca açıkça bildirmişti.
Dijital verilerde yer alan 22 üniversiteye mensup toplam 279 öğrencinin 2002 – 2003 yıllarında herhangi bir üniversiteye kayıtlı olmadığı, varolduğu iddia edilen dershane ve özel yurtlardan 56 tanesinin, fişlendiği iddia edilen 8 vakfın o tarihte faaliyet göstermediği saptandı.

 Kendilerine suç yüklenen dönemlerde Cem Gürdeniz Karadeniz özel görevinde, yani denizde, Nuri Alacalı Amerika’da eğitimde, Mehmet Örgen Norfolk (ABD) SACLANT’da, Sinan Topuz Gemlik Fırkateyni ile
Girit Adasında, Barboros Büyüksağnak Roma’da EUROMARFOR karargahında görevli.

– Şüpheli Hakan Büyük’ün 21 Şubat 2011’de Eskişehir’deki evine yapılan bir baskında bulunan taşınabilir bellekte bulunan verilerin baskından 7 gün önce polis tarafından yazıldığı ortaya çıktı.

imagesCAJKJ7RX.jpg

BİLİRKİŞİ RAPORLARI:

Savunma 11 ve 17 Numaralı CD’leri Amerika’daki adli bilişim uzmanlarına inceletti. Arsenal Forensics‘te bu CD’lere ilişkin bir raporunda11 ve 17 numaralı CD’lerde bulunan en az 76 dokümanın tarih ve zamanlarında sahtecilik yapıldığı sonucuna varıldı. Çünkü, 11 ve 17 numaralı CD’lerde yer alan 76 doküman, 2003’te olmayan ilk kez Microsoft 2007’ye dahil edilen Calibri yazı tipine ve XML Şemalarına referansta bulunuyor.

Bitmedi, Yıldız Teknik Üniversitesi rapruna göre de “11. ve 17. CD’ler ancak 2007 yılı içinde ya da daha sonra, geçmiş tarihli olarak hazırlanmış olabilir, daha önceden hazırlanmış olmaları mümkün değildir. 11. ve 17. CD imajlarına ilişkin olarak bu CDlerin içinde yer alan dosyalar kesin delil niteliğinde değerlendirilemez.”

YARGI SÜRECİNDE CİDDİ USULSÜZLÜKLER:

–  Savcılar savunmadan 11 ay boyunca yaklaşık 6 klasör belge sakladı.
–  Savcılar ASELSAN ve HAVELSAN gibi kurumlardan gelen cevapları
değişik bir şekilde mahkemeye sundu.
–  Savcıların görevi lehe ve aleyhe bütün delilleri toplayıp, maddi gerçeğe ulaşmakken,
davada sanıklar lehine olan ancak kullanılmamış tam 1466 hata, çelişki, aykırılık vardır.

SONUÇ:

imagesCAOZBN1D.jpg

Mahkeme sormadı ama kamu vicdanı soruyor:

– Sanıklar lehine argümanlar içeren bilirkişi raporları neden dikkate alınmadı ?
– Darbeyi önlediği iddia edilen KKK ile dönemin Genelkurmay Başkanı ve öbür kimi
önemli sanıklar neden dinlenmedi?
– Neden sanıkların yalnıza %14’ü bu darbe amaçlı olduğu iddia edilen seminerin
katılımcıları?
– Genelkurmay Başkanlığı Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’ne değil,
Başbakanlığa bağlı. Dolayısı ile Başbakan ve sıralı amirlerin 2003 yılında YAŞ’ta
terfi ettirdikleri personelin darbe  girişiminden haberleri var mıydı?
Varsa neden gereği yapılmadı? Yoksa neden yok?

Millet acilen bilgilenmek istiyor…

Aksi takdirde, daha davanın başlangıcında seminere konu olan Egemen Harekat Planının Balyoz darbe planına dönüştürülmesiyle ortaya çıkan Cumhuriyet tarihimizin en ağır cezaları içeren siyasal davalarından biri olarak bu dava,
ABD-BOP-Cemaat-İktidar-12 Eylül Referandumu ile oluşturulan HYSK,
ÖYM’ler, Yargıtay yapılarına değin uzanan bir yapılanmanın TSK’ni tümüyle etkinsizleştirme (pasifize etme) kurgusu olarak milletin vicdanını derinden yaralamayacak mı? (
AYDINLIK, 13.10.2013)