PROF. DR. ÇAĞATAY GÜLER
HALK SAĞLIĞI UZMANI
Akademik özgürlük olan ülkelerde üniversite öğretim üyelerinin araştırma, soruşturma, sorgulama özgürlükleri akademi olmanın temeli, bu işlerin de akademinin dolayısıyla akademisyenlerin başlıca görevi olduğu kabul edilir. Öğretim üyeleri her türlü medyada, ister sosyal, yazılı ve görsel medya isterse bilimsel dergilerde kurumsal kısıtlamalardan ve cezalandırılmaktan korkmaksızın konuşup yazabilmeli, düşüncelerini açıklayabilmelidir.
ŞÜPHE KÜLTÜRÜ
Oysa kanıtlanmış bilimsel gerçekler laiklik karşıtı, politik ve sosyal çıkar gruplarınca tehdit sayılarak bilim insanlarının kolu kanadı kırılmaya çalışılmaktadır.
- Bilim insanları bilimsel gerçekleri söylediği için soruşturma açılıp iddianame düzenlenmektedir. (AS: Biz de dahil..)
Bilim insanlarının düşüncelerini ve gerçekleri herhangi bir baskı, işten atılma ya da tutuklanmaları söz konusu olmaksızın öğretme ve anlatma özgürlüğüne akademik özgürlük denir. Bu düşünceler politik grupların, politik güç ve yetki sahiplerinin görüşlerine bütünüyle ters olabilir.
- Akademinin özünde muhalefet vardır, bu muhalefet uygarlığın itici gücüdür.
- Şemsiye yapmak yağmura, uçak yapmak yerçekimine muhalefettir.
- Bu hak ortadan kaldırılırsa üniversiteler akademik eyyamcıların çöplüğü haline gelir.
İşleri her yıl neyi belgelediği, ne işe yarayacağı belli olmayan diplomalar dağıtmak olur.
Halk sağlığı öncülerinden, patolojinin babası Rudolf Virchow,
- “İnanç konusunda bilimsel bir tartışma olamaz çünkü bilim ve inanç birbirini dışlar” der.
Kuramsal fizikçi Richard P. Feynman ise bu durumu
- “Din bir inanç kültürüdür; bilim bir şüphe kültürüdür” diye açıklar.
Tevfik Fikret söylenenleri, “Şüphe bir nura doğru koşmaktır” diyerek tamamlar.
CUMHURİYET AYDINLIĞI
Ya diğer olaylar? Saldırıya uğrayan sağlık görevlileri, görevini devletin memuru olarak yapmak istediği için görevden alınan ve sürülenler, kapısına “dana dili bırakılan” ya da öğrencileriyle bağı koparılan bilim insanları, güdümlü internet saldırganlarının yalan ve iftira sağnağı altındaki korunmasız dürüst insanlar, dinin çıkar aracı olarak kullanılmasına karşı çıkan ilahiyatçılar, kalemini satmayan gazeteciler, ekran göz bağcılığı ve despot şakşakçılığına soyunmadığı için itilip kakılan medya mensupları? “Daha baştan kararlaştırılmış cezasına” sözcük oyunlarıyla “suç” kılıfı uydurulmuş suçsuz insanlar? Gözaltına alınıp arka kapıdan salınan saldırganlar?
Bu bir tür salgın, bir veba salgını gibi. Veba, çok eski çağlardan beri ölümcül bir bulaşıcı hastalığın adı olarak kullanılmıştır. Günümüzde mecaz anlamda, yoğun, istenmeyen, haksız ve lanetli kötücül durumları tanımlamaya da yaramıştır. Veba konulu eserler, büyük savaşları konu edinen eserler gibi, edebiyat tarihinin kilometre taşlarındandır. Başta Boccaccio, Daniel Defoe, Albert Camus ve Gabriel Garcia Marquez olmak üzere birçok yazar veba salgını dönemlerinden yola çıkarak büyük eserler yarattılar. Camus vebayı faşizmin bir alegorisi olarak tasarladı, “bir yere sızarak kimse fark etmeden orayı ele geçirip insan davranışında sinsi ve kurnazca değişikliklere yol açan bir şeyin” eğretilemesi.
Demek ki yaklaşan seçimler köprüden önceki son çıkış:
- Ya Cumhuriyetin aydınlığı ya da karanlığı “vebanın”.