Etiket arşivi: Batı’da Rönesans

GERÇEKTEN BİR GECEDE CAHİL Mİ BIRAKILDIK?

GERÇEKTEN BİR GECEDE CAHİL Mİ BIRAKILDIK?

NEJLA DOĞAN
BİRGÜN, 30.10.2019

Osmanlıcanın zor olması basitçe okur-yazar olmayı bile engelliyordu. Cumhuriyet kurulduğunda 12 milyonluk ülke nüfusunun ancak % 10’u okur-yazardı. Bu oran kadınlarda %2’ye dek geriliyordu. Dahası modern (AS: çağdaş) dünyaya ait terimlerin Osmanlıca karşılığı üretilemediği için birçok yabancı sözcük dilin bir parçası haline geliyordu.

Bugünlerde yine 1 Kasım Harf Devrimi’nin yıldönümü nedeniyle bir gecede cahil kaldık” “atalarımızın mezar taşını okuyamıyoruz vb. söylemlerle karşılaşacağız… Öncelikle “cahil sözcüğünün anlamına bakalım: F. Devellioğlu’nun Osmanlıca-Türkçe Sözlüğü’nde “bilimsiz bilgisiz olarak tanımlanıyor. Dolayısıyla sorun mezar taşı okumaksa, bunun cehaletle ilgisi yok. Ama sorun cahil kalındığı iddiası ise; bu iddianın tarihsel gerçekliğine bakmak gerekiyor. Gerçekten bir gecede “bilimsiz bilgisiz” mi kaldık yoksa yüzyıllar süren ve kökleşen bir cehaleti temsil eden dilin kaldırılması mı asıl sorun?

Bilgi ve bilimin üretilmesi dinamik bir süreçtir. İçinde yaşanılan çağın ekonomik toplumsal koşulları ile birbirini besler karşılıklı bir etkiye ve dönüşüme neden olurlar. Bu dönüşüme kapalı olan toplumlar tarihsel sürecin belli bir aşamasında dışa bağımlı hale (AS: duruma) gelirler. Tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi… Osmanlı’nın çöküşünün temelinde yeni dünyanın ürettiği bilgi sistemlerine yabancı oluşu vardı. Bu yabancılık başta eğitim, ekonomi ve teknolojide; ardından toplumsal yaşamın hemen her alanında Batı’ya karşı zincirleme bir bağımlılık ilişkisi yarattı.

MEDRESELERDE CEHALET KURUMSALLAŞTI

Batı’da Rönesans’la başlayıp Aydınlanma ile süren düşünsel gelişim ve Sanayi Devrimi’yle somutlaşan ekonomik dönüşüm yaşanırken, Osmanlı’nın başat eğitim kurumu olan medreseler ne yapıyordu? Yanıt önemli; çünkü Batı’daki değişimin Osmanlı coğrafyasına dek nüfuz etmesi karşısında çözüm üretecek temel kurum, bilginin tekelini elinde tutan medreselerdi. Ancak Osmanlı ulema sınıfı, dönüşüme karşı dini bir reddiye içindeydi. Yaşanan dönüşümü Avrupa’ya özgü kabul ediyor, bunu Osmanlının dinsel-geleneksel yapısına karşı bir tehdit olarak görüyor ve uzak durulması gerektiğini düşünüyordu.

Dolayısıyla medrese skolastiği, zorunluktan kaynaklanan yenileşme arayışlarına bile yanıt veremiyordu. Buna karşın kendisini hâlâ ümmetin koruyucusu sayıyor, tüm bilgi ve görüşler ancak ulemanın onayıyla halkla buluşabiliyordu. Cehalet kurumsallaşmış, toplum koyu bir dogmatizme hapsedilmişti. Bu dogmatizmin dili ise; büyük halk kitlelerinin yabancı olduğu Osmanlıcaydı.

ARİSTOKRASİNİN DİLİ KALDIRILDI!

Osmanlıca dinsel ve yönetsel elitin üst dili olarak ortaya çıkmış saray ve medrese çevresinde gelişmişti. Toplumdan kopuktu ve Anadolu’daki halk diliyle arasında uçurumlar vardı. Yazı dili olarak Arap alfabesini konuşma dili olarak Arapça-Farsça-Türkçe karışımını içeren bu yapay dili, ancak iyi bir medrese eğitimi almış ayrıcalıklı kesimler öğrenebiliyordu. Ama bu ayrıcalıklı kesimin çağdaş bilgiyle ilişkisi sınırlıydı, ürettikleri bilgi de genel olarak geçmişin yinelenmesine dayanıyordu. Niyazi Berkes’in anlatımıyla 1800’lerin sonlarına gelindiğinde bile “Osmanlıca olarak basılmış kitaplar bir duvardaki kitap rafını dolduramayacak ölçüde azdı. ”

Öte yandan dilin zor olması, basitçe okur-yazar olmayı bile engelliyordu. Cumhuriyet kurulduğunda 12 milyonluk ülke nüfusunun ancak %10’u okur-yazardı. Bu oran kadınlarda %2’ye dek geriliyordu. Osmanlıcanın kaldırılıp yeni harf sistemine geçilmesi okur-yazarlığı kısa sürede artırmayı amaçlıyor, bunun yanı sıra Anadolu halkının konuşma diline uygun bir alfabenin geliştirilmesi gereksinimine işaret ediyordu. Kaldı ki Latin alfabesi, dönüşüm kaçınılmaz duruma geldiğinde, günü kurtarma telaşı içinde olan Osmanlı’da zaten kullanılmaya başlanmıştı! Bilgi ve teknolojide dışa bağımlı olan Osmanlı, yükseköğretimde askeri ve teknik okullarda Avrupa kökenli bilimsel yayınlar okutuyor; bu nedenle zorunlu olarak Latin alfabesini kullanıyordu. Dahası, modern dünyaya ait bilim, felsefe, siyaset, ekonomi ve hukuk alanındaki terimlerin Osmanlıca karşılığı üretilemediği için, birçok yabancı sözcük dilin bir parçası haline geliyordu.

BUGÜN OSMANLICA DERSLERİ İLGİ GÖRMÜYOR

Kısacası Osmanlıca; yapay, halktan uzak ve dilin çağdaşlaşması konusunda engel oluşturan bir dildi. Kendini kutsallık zırhına bürümüş, gücünü anlaşılmazlık üzerine kuran ve egemene hizmet eden bir dildi. Tam da bu nedenle bugün yeni Osmanlıcılık hayaliyle açılan Osmanlıca kursları ilgi görmüyor seçmeli dersler seçilmiyor. Çünkü bu dil halkı değil bir saray ideolojisini temsil ediyor.
(https://www.birgun.net/haber/gercekten-bir-gecede-cahil-mi-birakildik-274366)