Etiket arşivi: Ankara Dr. Ahmet Saltık www.ahmetsaltik.net

ERDOĞAN’ın RUS RULETİ..


ERDOĞAN’ın RUS RULETİ..


Dr. Ahmet SALTIK

www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bay RTE’nin yapageldiklerini içimiz burkularak öngörüyoruz. Web sitemizde hep yazdık, yazıyoruz ve yazacağız. Şu 2 genel kuralı unutmayalım :

  1. Koşullar sabitken (ceteris paribus) benzer şeyleri yineleyerek farklı sonuçlar almak
    olası değildir.
  2. Sorunları yaratan düzlemde kalarak onları çözmek de olanak dışıdır.

O halde farklı – yeni şeyler yapmak ve daha üst bir düzlemden sorunlara makro bakışı başarmak gerekecek..

Bir yandan etnik ayrımcı kışkırtma malum bölücü taşeron terör örgütü PKK üzerinden dayatılırken bir yandan da halk direnme tavrını koyuyor. Erzurum Pasinler’de Emniyet Müdürlüğü’ne PKK’nın roketatarla saldırısı üzerine 500 (beş yüz!) dolayında yurttaş kazma kürekleriyle polis merkezine siper oluyor meşru savunma ve direnme haklarını kullanıyorlar; Erzurum – Kars yolunu kesiyorlar.. Yurdun başka yerlerinde de benzer bütünleşmeler gözlüyoruz..

2 ağzı keskin kılıç gibi bu gelişmeler..

Öte yandan Hakkari’den Van’a sevk edilen hasta bebeği TSK helikopter ile taşıyor sıklıkla yaptığı gibi.

*****

Dün (15.08.2015) Tekirdağ’ın ana caddesinde, yol kenarında radyo vb. küçük öteberi satan karayağız bir delikanlıya müşteri olduk. Urfalı idi.. Yorgun, hatta bezgin ve kaygılı – ürkek bakıyordu. Günlük nafakasını henüz doğrultamamıştı. Bütün sermayesi orta boy bir valizin içindeydi. Kürt kökenli kardeşimize sorduk : (İtalik yazılar O’nun yanıtları..)
 
– Biz nasıl ayrılacağız?
– Ne ayrılması ağabey, o cahillerin ve hainlerin oyunu..
– PKK’yı Batılılar bu amaçla yıllardır kullanıyor??
– Lanet olsun onlara da, onlara oy verenlere de..
– PKK bir de parti kurdurmuş, HDP’ye Güneydoğu’da zorla oy verdiriyor?
– Ben ekmeğimin derdindeyim, bak buralarda çırpınıyorum..
– Bu oyuna gelmeyeceğiz değil mi, bak biz Türk – Kürt bin yıldır kardeşiz!
– Vallah gelmeyeceğiz abey, biz kardaşıh..

*****

Eğilip terli ve sakallı yanaklarından öptük..

*****

Bay RTE’nin Türkiye rejimini Başkanlık olarak dönüştürme hırsı ve ide fix’i
(sabit fikri, takıntısı) sürüyor
 
ne yazık ki.

Hatta hiç sıkılmadan ülkemizin bir Anonim şirket gibi yönetilmesi gerektiğini bile söyleyebiliyor!? Ya söylediklerinin anlamını bilmiyor ya da sözlerinin nereye uzanacağını hesaplayamıyor..  Yahut dervişin fikri neyse zikri de o oluyor..
Böylesine çağ ve akıl dışı bir öneri demokrasilerde olabilir mi??

By RTE Ülkemizi, Osmanlıyı 32 yıl koyu istibdatla ezen 2. Abdülhamit gibi “mülkü” (!)
olarak görüyor ve “mutlak egemen” olmak istiyor.. 12 Eylül ürünü Yarıbaşkan gibi bir Cumhurbaşkanlığı bile O’na yetmiyor!?..

Ancak bu çağdışı rejimlerin tarihin çöplüğüne gömüldüğünü artık anlaması gerek.
Yakın çevresindeki birilerinin, örneğin “Akillerin”, danışmanlarının, AKP ileri gelenlerinin, doktorlarının….. O’na ne yapıp edip hazin gerçeği ve siyasal intiharını anlatması gerek.
Bu bir politik kamikaze!
Japonlar gibi Pearl Harbour’da ilk round kazanılabilir, kazanıldı da!
Ya sonra??
ABD siyaseti baskını görmezden geldi ama Hiroşima – Nagasaki’ye atom bombası için gerekçe yaptı!
Erdoğan yine de zorlarsa, tarih ve toplum yasaları kendisini tarihin çöp sepetine atacak..

*****

Narsisitik kişilikli
 insanlardan savaşımı sağduyulu davranarak gerektiğinde bırakmaları beklenmez. Sonuna dek giderler.. Su testisi de bu yolda kırılır, eden bedelini öder.

Ülkemiz yıllardır kanlı – çok acı bedeller ödemektedir, ödetilmektedir…..
Kirli ve kanlı oyunun sahnelenmeye başladığı 20 Temmuz’dan bu yana
 geçen 28 günde yitirdiğimiz insan sayısı 80’i bulmuştur! (PKK yitikleri ve gizlenen korucu ölümleri dışında!)

Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, onun kadim Türk halkına kafa tutulamayacağını
Bay RTE ve sadık bendeleri, akıllı ya da pragmaik davranıp erken çark edenlere ek,
yakında göreceklerdir. Bu topraklar ilk Meşrutiyeti 1876’da gördü.. En az 200 yıllık birikim bu!

*****
Bay RTE’nin Yüce Divan’de hesap vereceği günler çok uzak değildir.
Türkiye; Erdoğan’ın fiili “
rejim darbesi” ile karşı karşıyadır ve istiyorsa yüzleşilecektir..

AKP iktidarına “darbe yapıldı – yapılacak” edebiyaı hatta kara propagandası ve sislemesi içinde Bay RTE ve tutsak alıp emellerine acımasızca kurban ettiği AKP’si, fiili bir darbenin aktörleridir.

7 Haziran 2015 genel seçimlerinde ortaya konan millet – cumhur iradesini beğenmeyerek dışlayanlar ve yeniden “seçim tekrarı”na (erken seçim değil!) zorlayanlar, demokratik meşruiyetlerini yitirmişlerdir ve seçmenin azim tokatını – tekmesini yiyerek eşekten düşmüş karpuza döneceklerdir.

  • Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen çabalar belirebilir.
    Fikirlerimi yadsımak isteyenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat, ektiğimiz tohumlar o denli özlü ve güçlüdürler ki; bu fikirler, Hint’ten, Mısır’dan döner dolaşır gene gelir, verimli sonuçları kalpleri doldurur…”
    Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Sevgi ve saygı ile.
16 Ağustos 2015, Tekirdağ

2015 Temmuz’unda 166 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!

2015 Temmuz’unda 166 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin basından izlediği, emek-meslek örgütlerinden gelen bilgiler ile işçiler, işçi yakınlarının bildirimleri ışığında saptadığı verilere göre,
2015 yılı Temmuz ayında 166 işçi yaşamını yitirdi.

2015’in ilk yedi ayında yaşanan iş cinayetleri şöyle:

Ocak ayında en az 127 işçi,
Şubat ayında en az 85 işçi,
Mart ayında en az 139 işçi,
Nisan ayında en az 134 işçi,
Mayıs ayında ise en az 167 işçi,
Haziran ayında en az 153 işçi,
Temmuz ayında ise en az 166 işçi… yaşamını yitirdi.

Böylece

2015’in ilk 7 ayında iş cinayetlerinde en az 971 işçi can verdi!

2012 yılından bugüne Temmuz ayında yaşanan iş cinayetleri ise şöyle:

2012 yılının Temmuz ayında en az 110 işçi,
2013 yılının Temmuz ayında en az 120 işçi,
2014 yılının Temmuz ayında en az 130 işçi,
2015 yılının Temmuz ayında ise en az 166 işçi yaşamını yitirdi.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, yeni seçilen Meclis’ten ivedi olarak şu istemlerin karşılanmasını istiyor:

1- İş cinayetlerinin sorumlusu siyasiler, patronlar ve bürokratlar yargılanmalıdır.
2- İşçi sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanmasının en temel ögesi işçilerin sendika seçme özgürlüğüdür. İşçiler üzerinde örgütlenme özgürlüğüne ilişkin her türlü baskı sona ermelidir.
3- İşyerlerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği kurulları kurulmalı, işler hale getirilmeli ve
(AS: Kurul üyelerinin) en az yarısını işçiler oluşturmalıdır.
4- Başta taşeronlaştırma olmak üzere güvencesiz çalıştırma biçimleri yasaklanmalıdır.

Alarm veren 3 iş kolu Meclis raporunda üç iş koluna dikkat çekiyor ve şunlar aktarılıyor:

“Aylar ilerledikçe bu üç işkolu yaşanan emekçi ölümleri ile öne çıkıyor.
Güvencesizlik (AS: İş güvencesi yokluğu) temel karakter durumunda ve çalışma süresi
günlük en az 12 saat.

Mevsimlik tarım işçileri
özellikle göçer olanlar çok kötü koşullarda.
Barınma, ulaşım, beslenme sorunları dorukta.

Yine uygulanan politikalar çiftçilerin belini bükmüş ve aile emeği ile kıt kanaat geçinmek için seferber olunmuş durumda.

Kent ve doğa yağmasının işkolu olan iktidarın gözbebeği inşaatlarda ise işçinin payına yine ölüm düştü.

Taşımacılık ise sürekli büyüyen ve yolların işçilere mezar olduğu bir sektör.”

İş cinayetlerinin Temmuz’da iş kollarına göre dağılımı ise şöyle :

– Tarım, Orman işkolunda 60 emekçi;
– İnşaat, Yol işkolunda 37 işçi;
– Taşımacılık işkolunda 24 işçi;
– Madencilik işkolunda 8 işçi;
– Ticaret, Büro, Eğitim, Sinema işkolunda 8 emekçi;
– Gıda, Şeker işkolunda 4 işçi;
– Petro-Kimya, Lastik işkolunda 4 işçi;
– Enerji işkolunda 4 işçi;
– Metal işkolunda 3 işçi,
– Belediye, Genel İşler işkolunda 3 işçi;
– Tekstil, Deri işkolunda 2 işçi;
– Çimento, Toprak, Cam işkolunda 2 işçi;
– Gemi, Tersane, Deniz, Liman işkolunda 2 işçi;
– Konaklama, Eğlence işkolunda 2 işçi,
– Savunma, Güvenlik işkolunda 2 işçi;
– Çalıştığı iş kolu belirlenemeyen 1 işçi can verdi.

Temmuz ayında yaşamını yitiren 166 emekçinin
– 140’ı işçi, memur statüsünde çalışan ücretlilerden;
– 21’i çiftçilerden/küçük toprak sahiplerinden ve
– 5’i esnaflardan olmak üzere 26’sı kendi nam ve hesabına çalışanlardan oluşuyor.

Ölüm nedenleri

İşçiler en çok trafik/servis kazaları, ezilme/göçük, düşme ve öbür nedenlerden öldü.

Meclis, ölüm nedenleriyle ilgili olarak şu yorumu yapıyor:

İş cinayetlerinin nedenleri de hemen hemen değişmiyor.
– İşçiler servislerle ya da kendi olanaklarıyla ulaşımdayken yollara savruluyorlar.
– Üzerlerine ağır nesneler düşmesi, göçük oluşması ya da makineye sıkışma sonucu eziliyorlar. – Özellikle inşaatlarda çalışırken yüksekten düşüyorlar.
– Yine son dönemde öbür nedenler olarak belirttiğimiz başlık içinde;
ağır çalışma koşullarından kalp krizi geçiriyorlar, baskı politikalarından, işsizlikten ya da
borç kıskacından intihar ediyorlar…

Bu ay ise bu nedenlerin yanında boğulmaya bağlı iş cinayetlerinde gözle görülür bir artış var. Çünkü özellikle tarım ve inşaatta çalışan işçilere gerekli çalışma koşulları sağlanmadığı ve
40 dereceyi aşan sıcaklarda tarlalarda, yollarda çalıştırıldıkları için işçiler, su kanalı ve göletlerde serinlemeye çalışırken can verdiler.

Yine tarım işçileri uygun barınma koşulları sağlanmadığı için yani banyo ve temizlik gereksinimleini karşılamak için girdikleri su kanallarında aramızdan ayrıldılar.

Tam da bu noktada yineliyoruz       :

İşçilere insanca barınma ve çalışma koşulları sağlanmalıdır.

İş cinayetlerinin nedenlerine bakarsak     :

– Trafik, Servis Kazası nedeniyle 54 işçi;
– Ezilme, Göçük nedeniyle 25 işçi;
– Düşme nedeniyle 24 işçi;
– Öbür nedenlerden dolayı (kene ısırması, yıldırım düşmesi, intihar, silahlı saldırı, kalp krizi)
21 işçi;
– Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 17 işçi;
– Elektrik Çarpması nedeniyle 11 işçi;
– Patlama, Yanma nedeniyle 6 işçi;
– Kesilme, Kopma nedeniyle 5 işçi; Nesne Çarpması, Düşmesi nedeniyle 3 can verdi.

Temmuz’da 24 kadın ve 142 erkek işçi can verdi

Eskişehir Çifteler’de tarım işçilerini taşıyan midibüs seyir halindeyken buğday tarlasındaki toprak tümseğe çarparak devrildi. Selbi Taşpınar ve Muradiye Asal yaşamını yitirdi.

Bilecik Yenipazar’da ineklerini süt sağma makinesiyle sağarken elektrik akımına kapılan Emine Toy yaşamını yitirdi.

Burdur Bucak’ta tarlada ailesiyle beraber çalışırken elini patoz makinesine kaptıran
Hatice Dayanç yaşamını yitirdi.

Reyhanlı’da tarlalarda çalıştıktan sonra memleketleri Şanlıurfa’ya dönen tarım işçilerini taşıyan kamyonet Nizip’te devrildi. Hüsniye Alınmış eşi ve bir yaşındaki çocuğu ile beraber yaşamını yitirdi.

Manisa Alaşehir’de Gıda Tarım ve Hayvancılık İlçe Müdürlüğü’nde bağlı çalışan ve bağlarda görülen salkım güvesi zararlısı hakkında araştırma yapan personeli taşıyan araç kaza yaptı. Stajyer Asena Yudum Özcan yaşamını yitirdi. Adana Tufanbeyli’de Kırım Kongo Kanamalı Ateşi ya da leptoskiroz ön tanısı konulan büyükbaş hayvanlarından virüs kapan Mine Özmen ve Zülfiye Özmen yaşamını yitirdi.

Manisa Gölmarmara’da tarım işçilerini taşıyan açık kasa kamyonet ile süt tankeri çarpıştı. Ayşe Aydın, Nesrin Aydın, Kezban Uysal, Fadime Orhan, Zeynep Uysal, Ummuhan Uysal, Dürdane Kaya, Ümmü Demirkol, Zeynep Zengin, Azize Kars, Ayşe Yaşar, Zekiye Çetin ve Yıldız Öztürk yaşamını yitirdi.

Yozgat Yerköy’de mevsimlik tarım işçilerini taşıyan minibüs devrildi. Emine Beler yaşamını yitirdi.

Ankara Elmadağ’da Roketsan Fabrikası’nda yemekhane görevlisi olan Gülşen İnan sabah
işe giderken fabrika girişindeki hemzemin geçitte trenin altında kalarak yaşamını yitirdi.

Çanakkale’de deniz polisi olan Hasibe Sezer girdiği denizde boğularak yaşamını yitirdi.

Temmuz’da 8 çocuk ve 45 yaşlı işçi can verdi

14 yaş ve altında 3 işçi, 15-17 yaş aralığında 5 işçi, 18-27 yaş aralığında 27 işçi, 28-50 yaş aralığında 71 işçi, 51 yaş ve üstünde 45 işçi, Yaşı bilinmeyen 15 işçi yaşamını yitirdi.
Osmaniye Kadirli’de 16 yaşındaki çiftçi Serdar Yakar tarlayı sürdükten sonra traktörle
geri manevra yaparken devrilen aracın altında kaldı.

Aileleriyle birlikte Urfa’dan Aksaray’daki tarlalara çalışmaya gelen 15 yaşındaki Abdülkadir İda ve 12 yaşındaki Abit Yıldız akşam “banyo ve temizlik gereksinimleri için” kaldıkları çadırın kenarındaki sulama kanalına girdiler. Burdur Bucak’ta 11 yaşındaki Hatice Dayanç tarlada ailesiyle beraber çalışırken elini patoz makinesine kaptırdı. Yozgat Sorgun’da 17 yaşındaki Mustafa Koçer pancar tarlasını sulamaya gittiğinde üzerine yıldırım düştü. Mustafa, Deniz Harp Okulu 1.sınıf öğrencisiydi ve yazları ailesinin tarlasında çalışıyordu. Manisa Gölmarmara’da
15 yaşındaki Burak Kaya’nın da içinde olduğu tarım işçilerini taşıyan açık kasa kamyonet ile
süt tankeri ile çarpıştı.

Gaziantep Şahinbey’de 10 yaşındaki Muhammed Hasan çalıştığı penye atölyesinde alacak verecek nedeniyle çıktığı ileri sürülen kavgada silahlardan çıkan kurşunlarından birinin kafasına isabet etmesi sonucu yaşamını yitirdi.

Manisa Akhisar’da bir elektrikçinin yanında staj yapan 17 yaşındaki Yasin Tomaç Gölmarmara’da dalgıç motorunu tamir ederken suların içinde gözden kayboldu.

Yine aylardır vurguladığımız bir hususa tekrar dikkat çekmek istiyoruz :

Temmuz ayında tarım, madencilik, ticaret, inşaat, yol, taşımacılık, konaklama ve belediye işkollarında emekli ya da emeklilik çağında çalışan 45 işçi yaşamını yitirdi.

İş cinayetlerinde artarak bu yaş diliminin can vermesi devletin yaşı ilerleyen işçilere / emekçilere verdiği değeri ve sosyal güvenlik sisteminin içinde bulunduğu durumu da gösteren bir gerçeklik.

4 göçmen işçi can verdi

Adana Karataş’ta ismini öğrenemediğimiz Suriyeli tarım işçisi serinlemek için girdiği sulama kanalında boğuldu.

Konya Karatay’da Afgan tarım işçisi Besmellah Esmeilakban serinlemek için girdiği kanalda boğuldu.

Gaziantep Şahinbey’de Suriyeli Muhammed Hasan çalıştığı penye atölyesinde alacak verecek kavgası nedeniyle çıktığı ileri sürülen kavgada silahlardan çıkan kurşunlarından birinin
kafasına gelmesi sonucu yaşamını yitirdi.

İstanbul Ümraniye’de Afgan işçi Muhammed Cavit Özbek’in üstüne çalıştığı inşaatta asansör düştü. Kaçak çalıştırılıyordu.

İş cinayetleri en çok İzmir, İstanbul, Adana ve Antalya’da can aldı

Temmuz ayında Türkiye’nin 54 şehri ile yurt dışında bir ülkede iş cinayetleri yaşandı.
20 ölüm Manisa’da; 17 ölüm İstanbul’da; 11 ölüm Adana’da; 9 ölüm Gaziantep’te; 6’şar ölüm İzmir ve Konya’da; 5’er ölüm Bolu ve Bursa’da; 4 ölüm Balıkesir, Mersin ve Muğla’da; 3’er ölüm Afyon, Ankara, Antalya, Aydın, Denizli, Elazığ, Eskişehir, Ordu, Şanlıurfa ve Yozgat’ta; 2’şer ölüm Aksaray, Bilecik, Burdur, Çanakkale, Hakkari, Kahramanmaraş, Kayseri, Mardin, Sakarya, Samsun ve Zonguldak’ta; 1’er ölüm ise Batman, Edirne, Erzincan, Erzurum, Hatay, Isparta, Karabük, Karaman, Kars, Kastamonu, Kırıkkale, Kocaeli, Kütahya, Malatya, Niğde, Osmaniye, Rize, Siirt, Sivas, Tokat, Trabzon, Uşak ve Rusya’da yaşandı.

Yurt Gazetesi, 03.08.2015
http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/temmuz-da-166-isci-is-cinayetlerinde-hayatini-kaybetti-h93546.html

=========================================

Dostlar,

Yüreğimiz yangın yeri…
Bir yandan emperyalizmin maşası bölücü örgüt PKK – PYD – YPG – KCK..
ve dinci – yobaz IŞİD (DAEŞ – ISIS) yüzünden olmak üzere… can yitiklerimiz;
bir yandan da her ay Türkiye İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi‘nin her ay sonunda yayımladığı ve bir türlü 100’ün altına inmeyen “iş kazası” denilen EMEKÇİ CİNAYETLERİ…

Türkiye İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, İş Cinayetlerinin yıllık Almanağını bile yayımlamaya başladı..

Is_Cinayetleri_ALMANAK_2012

 

 

 

 

 

Is_Cinayetleri_ALMANAK_2013

 

 

 

 

 

 

Is_Cinayetleri_ALMANAK_2014

 

 

 

 

Yıllardır “ARTIK YETERRR!!!” diye haykırıyoruz..

Gerçekten emek en yüce değer mi kapitalizmin başkalaştırıp – yozlaştırdığı bu ülkede?
Soma’dan bile ders almayan / alamayan bir ülke, bir yönetim..
Yabanıl (vahşi) kapitalizmin tipik post-modern sömürgesinde küresel finans-kapitale
verginin en son keşfedilmiş türünü, “KAN ve CAN VERGİSİ” ni ödemekte olan bir ülke..

Yüce ATATÜRK’ün “tam bağımsızlık” ülküsünü / ilkesini terk eden / unutan bir toplumun emperyalizme bitmeyen kanlı diyeti..

Ne diyordu Mustafa Kemal Paşa ??

” Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak isteyen kapitalizmle savaşımı (mücadeleyi) MESLEK edinmiş insanlarız…”


Sevgi ve saygı ile.
4 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Gidiş feci: Uyanın!

Necati Doğru

Necati Doğru

SÖZCÜ, 1.8.2015

Gidiş feci: Uyanın!

Örnekler var. Yanımızda oldu. Yanı başımızda. Gözümüzün önünde. Bizde olmaz demeyin.

Tırmanma böyle başlıyor.
Boşnaklar bir yaptı. Sırplar iki cevap verdi.
Büyüdü. Alev aldı. Bosna-Hersek bölündü.
200 bin kişi öldü. 2 milyon insan yer değiştirdi.

Irak’ta aynısı oldu. Bir taraf ABD’yi arkasına aldı, diğer taraf kendi mezhebine tutundu.
Tek tek bombalar. Süreklilik kazandı.
15 yıldır Irak yanıyor. 1 milyon kişi öldü.
14 milyon insan yer değiştirdi.

Libya’da da aynısı yaşandı. Tırmanma 10 günde 15 kişinin ölümüyle başladı.
Karşılıklı vuruşmalar hızlandı. Ölenler günde 150 kişiye ulaştı. 5 yıldır Libya yanıyor.

Aynısı Suriye’de oluyor.
Ölü sayısı 200 bini geçti. Suriye kan gölünden kaçıp komşu ülkelere sığınmacı olanlar
4 milyonu (2.5 milyonu Türkiye’de) geçti. 3 yıldır Suriye yanıyor. ABD’nin kendisi bile Irak’ta Saddam dönemini, Libya’da Kaddafi dönemini, Suriye’de Esad dönemini aramaya başladı.

* * *
Uyanın! Gidiş feci.
Dün Türkiye’deki gazetelerin manşetleri; “10 günde 14 şehit” haberine vidalanmıştı.
Tırmanma başladı. 10 günde 14 can.
Bu gidiş; bir yıl sonra, iki yıl sonra, bir de bakarsınız ki, 200 bin kişi ölmüş.
4 milyon insan yerinden yurdundan kopmak zorunda kalmış.
Komşularımızda oldu. Bizde olmayacağının bir garantisi yok.

Tersine olabileceğinin kuvvetli belirtileri var: Sözünü geri aldı, özür diledi ama
HDP’nin Hakkari milletvekili, TV ekranından;

“Pe Ke Ke’nin öyle bir gücü var ki, sizi tükürüğüyle boğar…” dedi. Sizi yani Türkleri!

Hakkari milletvekili, PKK’yı bu kadar güçlü görüyor, dağa gitmeye meyilli gençlere
güçlü gösteriyor. ((AS: PE KE KE’ye silah kuryeliği yapan HDP‘li Faysal Sarıyıldız
silahlarla birlikte polis kamerasına takılmış, O hâlâ “Bana tezgah kurdular” diyor; http://www.sabah.com.tr/yazarlar/bolgeler/ramoglu/2015/07/29/hain-medyayi-korku-sardi)

Bilerek mi? Bilmeyerek mi? Fark etmez. Tırmandırıyor.

* * *
Aynı tırmandırmayı; HDP Eş Genel Başkanı da “Biz sırtımızı PYD’ye, YPG’ye, YPJ’ye dayıyoruz” diye konuşarak yapıyor.
PYD’nin arkasında ABD var. ABD havadan. PYD karadan. IŞİD’e vuruyor.
Türk Ordusu, Kandil’de PKK’yı ve Suriye’de IŞİD’i bombaladığı gün
HDP Eş Genel Başkanı, “Biz sırtımızı PYD’ye dayıyoruz” diyerek ateşe benzin döküyor.
Aklımızı başımıza alalım. Yangın büyüyebilir.

Akılımızı başımıza alalım derken ben yalnızca “Kürtlerin sözcülüğünü yapmakta olan liderleri” kast etmiyorum, “Türklerin sözcülüğünü yapan liderleri” de işaret ediyorum.
Türklerin sözcülüğünü yapanlar da; dün dağı terk edin, gelin ovada siyaset yapın,
Meclis’e girin diyordu. Oylarını artırmak için yumuşuyor, kucak açıyor, el uzatıyor,
barış süreci başlatıyordu. Bugün oylarını artıracağını zannederek sertleşiyor, keskinleşiyor;
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş için “sonunda sen de kardeşin gibi dağa gidersin…” diyor.
Dağdan indirecekti. Dağa gönderiyor.
Yangına benzin atıyor.

* * *
Aklımızı başımıza alalım : Hem Türkler, hem Kürtler.
Kürtler, ABD’ye çok güvenmesinler. ABD, işine gelmediği an onları yarı yolda bırakır.
Türkler de “İncirliği verdik, Kandil’i bombalama izni aldık…” diye ABD’ye bel bağlamasın. Dün Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü; “İncirlik’ten kalkan uçaklar YPG’ye destek vermeyecek” dedi, ardından hemen ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü;
“IŞİD’e karşı savaşan grupların tamamına ABD tarafından destek verilir” diye cevap yetiştirdi.

Türkler ve Kürtler: ABD’ye güvenmeyelim.
Aklımızı öne alalım. En kötüden kaçınalım.
En kötü; iç savaştır. Gidiş feci: Uyanın!

==============================

Dostlar,

Sayın Necati Doğru, SÖZCÜ’nün önemli ve kıdemli yazarlarından biridir.
Hep “Doğru” yazagelmiştir. Hep öğretici ve yol gösterici olmuştur.
Birikimi, deneyimi, sağduyusu ve bağımsız – yurtsever gazeteci kimliği, ağır sorumluluğu ile..

31 Temmuz’da “Öcalan, sopayla kovalar ne demek?” 
(http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/necati-dogru/ocalan-sopayla-kovalar-ne-demek-897761/)

1 Ağustos’ta “Bin yıllık kardeşlik bitiyor uyanın!
(http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/necati-dogru/bin-yillik-kardeslik-bitiyor-uyanin-899513/)

2 Ağustos’ta “Baldıran zehri birikiyor uyanın!
(http://www.sozcu.com.tr/2015/yazarlar/necati-dogru/baldiran-zehri-birikiyor-uyanin-899146/)

Başlıklı yazıları yazdı.. Keşke hepsini sitemize koyabilsek..
Sayın Doğru’nun bu önemli makalelerinin erişkelerini (linklerini) hemen altlarına koyduk.
Tıklanarak özenle okunmasını önermekteyiz..

*****
Yukarıda tümünü verdiğimiz yazısı ciddi bir çağrıdır, kulak kabartılmalıdır :

Türkler ve Kürtler: ABD’ye güvenmeyelim.
Aklımızı öne alalım. En kötüden kaçınalım.

En kötü; iç savaştır. Gidiş feci: Uyanın!

*****

Türkiye Balkanlaşmasın; Yugoslavya sendromu yaşamayalım..
Ülkesi ve ulusu ile bölünmez bütünlüğümüzü mutlaka koruyalım..
PKK emperyalizme alet olmayı bıraksın, Batı’nın ekmeğine  yağ sürmeyelim..

Sevgi ve saygı ile.
03 Ağustos 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Atatürk döneminde topraksız köylüye toprak dağıtımı

Bu dönemde öncelikli olarak dini vakıfların arazilerine el kondu ve
bunların önemli bir kısmı yoksul köylüye dağıtıldı.
TOPRAKSIZ KÖYLÜYE VAKIF ARAZİSİ 

Eskişehir ilindeki 36 köyü kapsayan Mahmudu Sani Vakfı’na ait 1.270.000 dönüm arazi, 2613 sayılı Tapu Tahrir ve Kadastro Kanununa dayanılarak, 34 bin parsele ayrıldı ve
yerli halkın iskanına verildi. Ayrıca, 23 bin parselde 900.000 dönüm arazi de topraksız köylülere dağıtıldı.

Mahmudu Sani Vakfı’nın öbür topraklarının bir bölümü de Türkiye’ye gelen göçmenlere verildi. Mahmudiye Harası da vakıf arazisinden yapılan tahsisle kuruldu.
Ayrıca, göçmenlere, mübadillere ve yangın felaketlerinden zarar görenlere arazi verildi.
Silivri’de Sultan Beyazıt Vakfı’ndan 15.000 dönüm arazi Romanya’dan gelen göçmenlere dağıtıldı.

Saray ve Vize ilçelerinde bulunan Paşa Vakfı arazileri ise İcra Vekilleri Heyeti’nin
1 Aralık 1926 gün ve 4450 sayılı kararnamesi ile göçmenlere verildi.
Bunların dışında Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesine bağlı 17 köyde bulunan Eyüp Nebi Vakfı’ndan 150.000 dönüm arazi, Amasya’nın Taşova ilçesinin köylerinde bulunan Hazinedar Süleyman Paşa Vakfı’ndan 25.000 dönüm arazi, Palu ve Karakoçan ilçelerine bağlı köylerde bulunan 30.000 dönüm vakıf arazisi, Bursa’ya bağlı Karacabey ilçesi köylerinde bulunan 10.000 dönüm vakıf arazisi ve Aydın’ın çeşitli köylerinde
5.000 dönüm zeytinlik arazi, iç iskana tahsis edildi.
1925 yılında çıkarılan bütçe yasasının 25. maddesine göre, toprağa muhtaç ziraat erbabına, elde olan milli arazi, bedeli on yılda taksitle alınmak ve her haneye verilecek arazi miktarı ellerindeki toprakla birlikte azami 200 dönümü geçmemek üzere kıymet takdiri yoluyla 
dağıtılacak ve satılığa çıkarılacaktı. Bu hüküm 1934 yılına dek bütçe yasalarında korundu. Daha sonra, 2490 sayılı Artırma, Eksiltme ve İhale Kanunu’nun 56. maddesine dönüştü.
1925 Şeyh Sait ayaklanmasından sonra 500 kadar ağa ve şeyh Batı illerine sürüldü.
1927’de Genel Müfettişlik kurulurken, hükümete o bölgede arazileri kamulaştırma yetkisi de verildi. 1927 Haziranında kabul edilen 1097 sayılı kanunla 1500 aile Batı’ya göç ettirildi. 2 Haziran 1929 tarih ve 1505 sayılı Yasa ile, Ağrı, Van, Muş. Bitlis, Hakkari, Siirt, Mardin, Diyarbakır, Urfa ve Elazığ vilayetlerinde, sürgüne gönderilen ağa ve şeyhlerin arazilerinin köylüye dağıtılması konusunda Hükümet yetkili kılınıyordu. Bu yasa, 1515 sayılı yasayla tamamlandı.
GÜNEYDOĞU’DA TOPRAK DAĞITIMI
1934 yılında kabul edilen Tapu Kanunu ile, sahipsiz toprakları kullanılır hale getirenlere bu arazilerin tapularının parasız olarak, kamuya ayrılmamış devlet arazisinde bağ ve bahçe kuranlara bu arazinin tapusunun vergi değerinin belirli bir oranı karşılığında verilmesi öngörülüyordu. 

1923-34 döneminde toprağa muhtaç yerli çiftçilere de 731 bin dönüm arazi dağıtıldı.
2510 sayılı Yasa hükümlerine göre, 21 Haziran 1934’ten 1938 yılı Mayıs ayına dek 48.411 topraksız veya az topraklı yerli çiftçi hanesine 1,5 milyon dönüm, 7.886 göçebe ailesine de 129 bin dönüm arazi dağıtıldı. 1940-44 döneminde ise Maliye Bakanlığına bağlı geçici komisyonlar tarafından 619 köyde 197 bin nüfuslu 53 bin aileye toplam 875 bin dönüm arazi dağıtıldı.
Atatürk döneminin yoksul köylüyü topraklandırma doğrultusundaki bu somut adımları unutulmamalıdır.====================================

Dostlar,

Değerli dostumuz Sn. Ekonomist Yıldırım Koç değerli bir tarama ile önemli bilgileri
bize sunuyor.

Mustafa Kemal Paşa döneminde kapsamlı bir Toprak Reformu birçok nedenle
ne yazık ki yapılamadı. Özellikle Doğu – Güneydoğu kökenli milletvekilleri (ağalar)
ve Batı’dan da benzer biçimde geniş toprakları olanlar yanaşmadılar. Dolayısıyla Türkiye feodaliteyi – toprak ağalığı kurumun tasfiye edemedi. Bu başarılsaydı, günümüzde Kürtçülük yapan kimi Kürt ağaları / Feodal beyleri ayrılıkçı bu kalkışmayı yapamayacaktı.


Her yıl 1 Mart’ta yapılan TBMM açılış söylevlerinden birinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa,
“Toprak reformunu Kamutay’ın (Meclisin) yüksek himmetinden beklerim..”


Doğu – Güneydoğudaki sorun da aslında “Kürt sorunu” olmayıp, bölge insanının özgürleştirilerek demokratik rejimin gönenç içinde 1. sınıf insanı kılınması olayıdır. Siyasal ve ekonomik demokrasiyi atbaşı götürerek tüm ülke insanlarını devlete, toprağa (ülkeye), rejime ve birbirine somut olarak bağlamak..


Assimilasyon değil integrasyon..
Yapılması gereken günümüzde de budur..
Ama Sevr takıntılı Batı emperyalizmi, bu sorun zerinden Türkiye’yi ve Türk milletini ayrıştırarak kanlı bir boğazlaşmaya itmekten utanıp sıkılmamaktadır.
O halde Yüce ATATÜRK‘ün tanımıyla

“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye ahalisine / halkına Türk Milleti denir..” tanımına sarılmak ve bu bölücü – kanlı emperyalist belayı defetmek gerekir.
Cumhuriyeti kuran Türkiye halkı / Türkiye ahalisi = TÜRK MİLLETİ,
bu tarihsel doğru kararı vererek reel politiğin stratejik gereğini yapacak akla ve
birikime sahiptir.

Bıçak kemiğe dayandığından, bu rasyonel tepki – refleks mutlaka bu coğrafya insanınca sergilenecek, “beka kaygısı” şaşmaz stratejik kural olarak ağır basarak egemen olacaktır.

Sevgi ve saygı ile.
31 Temmuz 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“Tayyip Erdoğan’a Yüce Divan göründü!” mü??


Tayyip Erdoğan’a
Yüce Divan göründü!”mü??

Tayyip Erdoğan’a Yüce Divan yolu göründü mü?

Erdoğan da bunu bildiği için panik içinde hareket ediyor.
Siyasi kulislerde, “Tayyip Erdoğan için yolun sonu göründü” yorumları yapılmaya başlandı.

Hukukçular da önümüzdeki dönemde Erdoğan için Yüce Divan’ın gündemde olduğunu bildiriyor. Erdoğan’ın son aylarda Anayasayı, ettiği yemini çiğnemesi, açıkça seçim yasaklarını çiğneyerek meydanlara çıkması da buna bağlanıyor.

“Erdoğan panik içinde. Başına gelecekleri bildiği için her riski aldı.
Ama kurtulması çok zor” deniyor.

7 Haziran 2015 sonrası Türkiye, Tayyip Erdoğan’ın Yüce Divan Dosyası ile meşgul olacak. Hazırlıklar başlamış durumda. Bugüne dek ön hazırlıkları tamamlanan dosyalara son yıllardaki suçlar da eklenerek harekete geçileceği ifade ediliyor. Erdoğan’ı Yüce Divan’a götürecek suçlardan kimileri şunlar:

PKK ile masaya oturmak:  

Terör örgütü PKK ile masaya oturularak “açılım” adı altında Türkiye’yi bölme girişimini başlattı. Müsteşar Yardımcısını Oslo’ya göndererek PKK ile işbirliği içine girdi.
Bu süreçte TSK’nın eli kolu bağlanarak Güneydoğu bölgesinde otorite PKK’ya terk edildi.

Yolsuzluk:  

Başbakanlığı döneminde Cumhuriyetin kurduğu fabrikaların yandaşlara peş keş çekilmesi. Büyük ihalelerin yandaşlara verilmesi. İhalelerden komisyon alınması. Telefon tapelerinde de ortaya çıktığı gibi terör örgütleri ile bağlantılı işadamları ile komisyon karşılığı işler yapılması.

Wikileaks belgelerine de yansıyan İsviçre bankalarındaki hesapların, oğlu Bilal’le yaptığı telefon görüşmelerinde sözü edilen milyonlarca Dolar ve Avro’nun kaynağı.

Komşu ülkelere terörist ihracatı: 

Başta Suriye ve Irak olmak üzere komşu ülkelere karşı düşmanlık.
Bu ülke yönetimlerinin devrilmesi için terör örgütlerine silah, mühimmat yardımı.
Türkiye topraklarının teröristlere açılması, terör örgütlerine lojistik merkezi olarak kullandırılması. Kendi vatandaşlarımızın yaşamının tehlikeye sokulması.
IŞİD, El Nusra, ÖSO, … gibi örgüt yöneticilerini Türkiye topraklarında ağırlamak.
Vatandaşın vergilerinden oluşan örtülü ödeneğin terör örgütleri için kullanılması.

Kıbrıs’ta ihanet: 

Türkiye’nin milli Kıbrıs politikasına ihanet. KKTC’nin kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’a tertip kurulması. Annan Planı’na destek verilerek KKTC’yi bitirme girişimi.

BOP eş başkanlığı:

BOP eşbaşkanı olarak başka ülkelerin hesabına çalışmak.
Bu plan çerçevesinde Türkiye’nin bölünmesine hizmet etmek. 

F tipi örgütle TSK’ya kumpas kurmak: 

2007’de Washington’da Bush’la yaptığı görüşme sonrası F tipi örgütle birlikte TSK’ya ve yurtseverlere kumpas kurmak. Yüzlerce asker, siyasetçi, öğretim üyesi, gazeteci ve aydını yıllarca hapiste tutmak.

İkiz sözleşmeleri Meclis’ten geçirmek: 

BM İkiz Sözleşmelerine konan çekinceleri kaldıran kararı Meclis’ten geçirerek,
Türkiye’nin egemenlik haklarından vazgeçmesine yol açmak.

(http://www.aydinlikgazete.com/politika/tayyip-erdogana-yuce-divan-gorundu-h71540.html, 9.6.15)
…….

==========================================

Dostlar, 

Liste uzatılabilir.. Başlıcaları bunlar..
Seçimden 1 gün önce bile Tayyip bey, AKP adına propaganda konuşması yaparken gövdesini ortaya koyuyordu.. Anayasa ve demokrasinin temel kurallarını ayaklarının altına almıştı.
HSYK ve Yargıtay’ın yargıç – savcıların da türban takması için tam da seçim öncesi paslaşmasını (ne acı değil mi!?) kurgusu gereği görmüştü. Meydanlarda “Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste.. ” diyerek duygu sömürüsü yapıyor ve “türbanı – Kuranı – dini” gene hiç sıkılmadan siyasete alet ediyordu. Cumhuriyet kurumlarını – laikliği suçluyordu.
Bu arada CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu da herhalde “şükranla” (!) anmamız gerekecek.. Türkiye’de laikliğin tehlikede olmadığını buyurmuşlardı (22 Eylül 2010).
Türban’ın üniversitelerde önünü açma cevvalliğini göstermişlerdi. Kamusal alanda  türbanı yasaklayan – bir insanlık hakkı olarak görmeyen Anayasa Mahkemesi, Danıştay, AİHM kararları kapı gibi orta yerde dururken üstelik.. Sözde AKP’nin elinden türban oyuncağını almış olacaklardı. AKP’nin türban istismarını engelleyip oy almasını sınırlayacaklardı..

Öyle mi oldu?? Türban tüm ülkenin başına geçirildi.. TBMM’ye bile sokuldu!
Karaçarşaflı öğretmenler ve üniversite öğrencilerimiz, türbanlı Rektörlerimiz… oldu..
İlkokul çocuklarının başı bohçalandı.. Yetmedi, AKP hep meydanlarda bu sorunu istismar etti..
Tayyip bey de Davutoğlu da gırtlaklarını yırtarcasına “Türbanı kim kaldırdı, kim kaldırdı,
kim kaldırdı???”
sorularıyla meydanları inlettiler ve din – inanç istismarlarını sürdürdüler..

AİHM’nin Büyük Dairesi’nin AKP metinin temyiz istemini reddetmesine karşın
zorunlu din dersi dayatmasını sürdürdüler. Cem Vakfı Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan, AKP’nin Alevi açılımını ciddiye almadığını ve içtenlikli bulmadığını söyledi. Prof. Doğan,

Osmanlı devletinde dahi böyle soytarılıklar yoktu. Siyasi şovlarla, iftar yemekleri düzenleyerek hiçbir sorunu halledemezsiniz. Bunlar, ülkede yeniden bir gerginlik yaratmak amacıyla yapılıyor.” dedi (http://turkcutoplumcu.org/fikirmeydani/showthread.php?t=5975, 9.6.15).

Alevileri 12,5 yıldır oyalıyorlar.. Cemevleri statüsünü tanımama başta olmak üzere zorunlu din dersi dayatması ile assimilasyon yüz kızartıcı biçimde AB ve uygar dünya önünde sürdürülüyor.
Tayyip bey İstanbul Belediye Başkanı iken Karaacahmet Cemevini yıkmaya
kalkışmamış mıydı?

(Erdoğan Cemevini yıkacaktı : Başbakan Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminde, kaçak bina olarak nitelediği Karacaahmet Sultan Dergahı bitişiğindeki Cemevini yıktırmak istemişti. 7 Eylül 1994’te gece yarısı saat 03.00 sıralarında Cemevine gelen buldozerlerle dergah yerle bir edilmek istenmişti. Ancak, Alevi vatandaşların yoğun tepkileri üzerine yıkım gerçekleşmemişti. (http://turkcutoplumcu.org/fikirmeydani/showthread.php?t=5975, 9.6.15)

Tüm bunlar milyonlarca mazlum insanın ahını – masum ve meşru haklarını zalimce, yıllarca, ölçüsüz biçimde gasp etmek değil de nedir?? Bunların hukuksal hesabı elbette sorulacaktır.
Eğer gerçekten inanıyor olsaydı Erdoğan, bunca mazlum ahı alır mıydı, bu da ayrı bir sorudur..
Bu soruyu Prof. Yaşar Nuri Öztürk hoca da aydın ve gerçek bir din bilgini olarak hep soruyor.

Dahası, Cumhurbaşkanı Tayyip bey eline Kürtçe Kuran mealini alıp, meydanlarda Kürt oylarını devşirmeye çabalamadı mı?? Gerçekte eli titriyordu ve korkusu mimiklerinden okunuyordu.

Önceleri de, “..Her türlü milliyetçiliği ayaklarının altına aldan bir parti olduklarını..” haykırıyordu. Ağzından ne “Atatürk” ne de “Türk milleti” sözcükleri çıkıyordu..
40 tür etnik küme yaşıyordu bu ülkede.. Saya saya bitiremiyordu, ezberlemişti / ezberletilmişti kendisine.. Fakat bir türlü, en az bin yıldır Anadolu’da birlikte yaşayan bu insanların
artık kaynaşarak mozaik falan olmaktan çıkarak ayrılmaz bir bütün – bir alaşım olduğunu görmek istemiyordu. 2 milyon Türk – Kürt evliliği kocaman bir gerçek olarak orta yerde..
Bu 4 milyon insandır.. Yakınlarıyla kadın ve erkek için 10’ar yakınını sayarsak
20 x 2 milyon = 40 milyon = TÜRKİYE’nin yarısı yapar.. Kimi kimden ayıracaksınız??

Türk de bizi, Kürt de biziz..
Dolayısıyla biz hep birlikte TÜRK MİLLETİYİZ..
“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkıyız!”
Mustafa Kemal ATATÜRK işte tam da böyle tanımlıyor Türk Milletini..
Asla ırkçı – etnik temelde değil.. Ülkü ve tarih birliğinde, sosyolojik bir sentez olarak.
Tüm çağcıl / çağdaş “ulus devlet” ler gibi..

Durum böyleyken tersine zorlama eylemin tek bir adı kalıyor.. BÖLÜCÜLÜK…
İşte bu da BOP Eşbaşkanlığı maskesi ile  örtülmek isteniyor.

Yüce Divan’da yargılanmayı Türkiye tarihinde hiçbir politikacı Erdoğan kadar çok hak etmedi..
İstanbul Belediye Başkanı olduğu 1996’dan bu yana neredeyse 20 yıldır öyle çok mazlumun ahını aldı ki; Yüce Tanrı’nın bile isyanda olduğunu, Dünyasal ve ilahi adaletin mutlaka ama mutlaka gerçekleşeceğini en iyi kendisi biliyor.. Çıkacak aheste aheste.. Ödeyecek bedelini.

Bu daha başlangıç!..

*****

AKP’nin omurgası kırılmıştır ve Erdoğan, Danıştay’ın perçinli kararları ile KAÇAK olan sarayında (ne yazık ki bu konuda da Erdoğan halka gerçek dışı bildirimde bulunarak
Danıştay’ın kaçak sarayını onadığını söyleyebildi!?!).
.

Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden Bay RTE, artık, siyasal bilim yazınındaki (literatüründeki) tanımıyla topal ördektir (lame duck)..
Dönülmez ve durdurulmaz çöküş başlamıştır.

Erdoğan bu dönemde direnerek yeni suçlar işlemek yerine; özeleştiri vererek,
halktan açık özür dileyerek derhal hukuk içine çekilmelidir.
Yüce Divan Yargılamasında bu pişmanlık dönemi hafifletici neden olarak dikkate alınabilir..

******

Vatan Partisi Genel Başkanı, Kamu Hukuku Doktoru Doğu Perinçek yine sağlam belgelere dayalı olarak yazdı..

TAYYİP ERDOĞAN’ın YÜCE DİVAN dosyası…

“Bu dosya bir iddianame değildir; Cumhuriyetin hükmüdür. Biz, okuyucuya Cumhuriyet’in ve tarihin yargısını sunuyoruz..” denmekte Tayyip Erdoğan’ın Yüce Divan Dosyası kitapta
şu bölümlerden oluşmakta :

– ABD Marifetiyle İktidar Koltuğuna… 
– ABD’nin BOP Görevlisi… AB Kapısındaki Suçlar…
– Kıbrıs’tan Hançerleme…
– Vatan Satıcılığı…
– Haçlı İrticanın Cumhuriyet Yıkıcılığı…
– AKP İktidarı Gayrimeşrudur ve Yıkılacaktır…
– Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na…

Dr. Doğu Perinçek, AKP’nin laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğuna ilişkin dosyayı da hazırlamış ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açtığı davada AKP, “laikliğe karşı eylemlerin odağı” olarak Anayasa Mahkemesince (AYM) suçlanmıştı. Ne var ki AYM,
bu ağır eyleme karşın AKP’yi kapatma kararı vermeyerek Hazine yardımından yararlanmada
kısıt getirmekle (sanki çok önemliymiş gibi!) yetindi (30.7.2008).. “AKP MESAJI ALACAK” buyurmuştu Başkan Haşim Kılıç. Mahkemeden çıkan kararın çok iyi tahlil edileceğine,
çok iyi değerlendirileceğine ve AKP’nin alması gereken mesajı alacağına inandığını söylemişti Haşim bey.. (http://www.milliyet.com.tr/karar–font-color-red-bugun-mu—font–aciklanacak-/siyaset/siyasetdetay/30.07.2008/972729/default.htm, 9.6.15)

Ve geldik bu günlere…

*****

Yeni TBMM bileşiminde kapatılan 17-25 Aralık yolsuzlukları, Yüce Divan’dan kaçırılan
4 Bakanın durumu ve yukarıdan beri yazılanlar mutlaka sorgulanmalı..

Ekonomideki yangın elbette çok önemli ama hiçbir gerekçe ile HESAP SORULMASI ertelenmemeli.. Ekonomideki çöküşün nedeni de bu muazzam yolsuzluklar – talan ekonomisi değil mi?? 2002 sonunda ulusal gelirin % 39’unu nüfusun tepedeki en zengin % 1’i alırken
2014 sonunda bu oran %54’e tırmandırıldı AKP’nin yandaş peş keşleriyle. 800 milyar Dolar 2014 sonu GSMH’sının yarıdan çoğu 800 x .54 = 432 milyar Dolarına 77,7 milyon nüfusun
% 1’i olan “777 bin AKP karunu” el koymaktadır!

AKP iktidarı onlarca yandaş Dolar – Avro milyarderleri üretmiş ve bu kişiler de
kirli AKP siyasetini finanse etmişlerdir. Bu dönemde milyarder yapılanlar kimlerdir ve
bu muazzam servetlerini nereden bulmuşlardır? Ne denli vergi vermişlerdir?

TBMM bir Komisyon kurarak bu akıllara durgunluk veren soygunun sorumlularını
ortaya koymalıdır. MASAK etkili biçimde çalıştırılmalıdır.

Kimse kendini aldatmasın.. Kişi başına 10 bin Dolar yıllık gelir kocaman bir aldatmaca..

777 bin süper zenginin el koyduğu “kayıt içi” ulusal servet 432 milyar Dolar çıkıldığında,
geriye kalan 368 milyar Doları 77 milyon paylaşmaktadır ve ortalama kişi başına 2014 yılı geliri 10 bin Dolar değil yalnızca ve yalnızca 368 milyar Dolar / 77 milyon = 4779 Dolardır!

İşte AKP’nin ADALETSİZ – KALKINMASIZ PARTİNİN sefil icraatı budur.
Bunca işsizlik, yoksulluk, 600 milyar doları aşan ülke borcu, iflaslar, 12,5 yılda toplamda %75’i bulan devalüasyon (Dolar 1,6 TL’den alındı, bu gün 2,8 TL; 2,8 – 1,6 = 1,2;  1,2 / 1,6 = %75!)

Bu hazin ve dehşetli yıkım – soygun tablosunun yasal – politik – tarihsel – ahlaki hesabı sorulmadan ülkede hiç – bir – şey düzelmeyecektir!

AKP mutlaka hükümet dışı bırakılmalıdır.

Unutulmamalı; ADALET MÜLKÜN – ÜLKENİN TEMELİDİR..”

Yazının pdf biçimi : Tayyip_Erdogan’a_Yuce_Divan_gorundu


Sevgi ve saygı – kaygı ve UMUT ile.
09 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

HOMO HOMINI LUPUS (İnsan insanın kurdudur) MU ?


HOMO HOMINI LUPUS
(İnsan insanın kurdudur) MU ?

Dostlar,

Özdemir Asaf‘ın aşağıdaki dörtlüğü, hatırı sayılır felsefi derinliği olan dizelerdir..

Dün sabaha karşı kendimle konuştum
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
Yokuşun başında bir düşman vardı
Onu vurmaya gittim, kendimle vuruştum…
divider_yesil_fiyonk

 

Yarın, 7 Haziran 2015 günü Türkiye 25. dönem milletvekilliği genel seçimlerini yapacak.
Başvuran 31 siyasal partinin 20’si seçime giriyor ve 11 bin adaydan 550’si Türk halkını / ulusunu temsil etmek üzere TBMM’ye girecek.

Ulusumuz, egemenliğini, Anayasanın gösterdiği yetkili organlar eliyle kullanacak.

Anayasa md. 6 : “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,
yetkili organları eliyle kullanır.”

Yurtdışında 427 sandıkta yaklaşık 3 milyon yurttaş oy kullanacak (2.866.979 seçmen).
Bu kitlenin yarısı (1.405.015 seçmen) Almanya’da.
(http://www.ysk.gov.tr/ysk/content/conn/YSKUCM/path/Contribution%20Folders/HaberDosya/2015MV-YDSecmenSayilari.pdf)

Yaklaşık 19 katı seçmen de Türkiye’de..
174.240 sandıkta kayıtlı 53.741.838 seçmen…
Genel toplamda 53.741.838 + 2.866.979 =  56.608.817 seçmen ve 174.647 sandık..
Ya da toplam seçmenlerin % 5,33’ü yurtdışı seçmen.. Her 20 seçmenden 1’i!.
Ancak 77,7 milyon yurtiçi yerleşik resmi kayıtlı yurttaşa karşılık yurt dışı yurttaş nüfusu
5 milyonu aşıyor (http://www.mfa.gov.tr/yurtdisinda-yasayan-turkler_.tr.mfa) ..
Kabaca, ülke içinde her 15-16 yurttaşa karşılık 1 de “dışarıda” yurttaş var..
Fakat YSK, oy kullanması beklenen toplam 56,6 milyon yurttaş için 72-73 milyon oy pusulası bastırdı. Rahatsızlık veren, hesap bilmez bir fazlalık. Ayrıca israf… Üstelik örneğin il tabanlı bile olsa kod numarası taşımadan. (Oy pusulalarında yurtiçi-yurtdışı ayrımı yapıldı mı bilemiyoruz..)

Hem tüm oy pusulaları tek tip ve tek havuzda, hem de kullanılması beklenen her 3 oya karşılık
1 de “yedek” (!?) oy pusulası.. 16-17 milyon fazla oy pusulası.. 56,6 milyon tüm seçmenlerin
% 100 katılımı varsayımı ile.. Bu tutum, iyiniyetsizlik dışlanırsa, en basitinden hesap bilmezliktir. Seçim sonunda bu çoooooooooooooook fazla oy pusulasının, milyonlarcasının da resmi tutanaklı dökümlerini elbette YSK vermelidir. Hiç yoktan Bölgesel kodlu oy pusulaları olsa idi, seçim bölgelerinin her birinde diyelim %10 yedek pusula hesabıyla gerekli sayı
net olarak belirlenebilirdi. 5,7 milyon yedek oy pusulası (İstanbul 3, Ankara 2 olmak üzere 84 il + 919 ilçe seçim kurulu bölgesi için) yeterli olurdu. YSK bunu da yapmadı.

Oysa ÖSYM benzer bir güvenlik önlemini yıllardır sürdürüyor.. 2 milyonu aşan aday için bireysel özel kodlu soru ve de yanıt kartı formu üretiyor. Hadi seçimlerde bu rakam çok büyük ve 2 değil 56,6 milyon seçmen var diyelim.. Ama bu kez de ÖSYM değil, koskoca Anayasal kurum YSK ve ülkenin geleceği söz konusu..

Seçimleri 11 yüksek yargıç yönetiyor ve kararlarına karşı hiçbir başka makama başvurulamıyor. Kişisel kodlu seçmen pusulası olmasa bile, hiç olmazsa 81 il, dahası 919 ilçe ölçeğinde kodlamalı oy pusulası bastırılabilirdi (https://www.e-zcisleri.gov.tr/Anasayfa/MulkiIdari Bolumleri.aspx). Böylece bir oy pusulası salt o il ya da daha iyisi o ilçede.. giderek salt o yurttaş tarafından kullanılabilir ve peeeeek çoooooooook olası yolsuzluk / hile girişimi kolaylıkla engellenebilirdi.

Biz bu konuların uzmanı değiliz ama ortalama bir yurttaş olarak akla uygun öneri ve sorularımız var.. Bunları dillendirmek, önermek ve sormak hakkımız ve ödevimizdir. İlgili – yetkililerin de dikkate almak ve yanıt vermek yasal – demokratik yükümlülükleridir..

YSK’nın danışmanları bilişim uzmanlarının böylesi önerileri sunmamış olması düşünülemez.. Ayrıca seçim öncesinde kezlerce yazılıp çizildi bu vb. pek çok güvenlik önlemi..
Güvenli seçim girişimleri kuruldu, toplantılar yapıldı, web siteleri kuruldu, raporlar yazıldı..
TBB, muhalefet partileri, TTB, ADD… özel örgütlenmeye gittiler.
Bu sitede biz de bu çabalara epey yer verdik..

YSK’den istenen randevular ise çok büyük ölçüde yanıtsız kaldı ne yazık ki!

Bu arada bir zamanlar sürdürülen “40 bin köy” metaforunun da artık tarihe karıştığını kaydedelim.. YSK’ya göre toplam 18.257 köyümüz var artık (https://www.e-icisleri.gov.tr/ Anasayfa/ MulkiIdariBolumleri.aspx adresinde 18 332). 31 Mart 2014 sabahı, yerel seçimlerle birlikte, 750 bin+ nüfuslu 31 büyük ilde Büyükşehir Belediye örgütü kurulmuş oldu. 6360 sayılı yasa ile değişik 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Yasası böyle buyurdu ve 17 bini aşkın köy
1 gecede kapanarak sabah gözlerini “Mahalle” olarak açtılar. 3 bine yakın belediyelik yerleşim de 1397’ye düşürüldü (5 binden az nüfuslu yerler.. ). 900’ü aşan ilçelerden salt 400’ü belediyelik! Bu böyle sürüp gidecek ve il nüfusu 750 bini aşan her il zamanla bu statüye geçirilecek.

Köy tüzel kişiliğinin kaldırılmasıyla, ortak mülk olan mera, otlak, yaylak, sulak, yazı, mezra.. gibi alanlar doğrudan büyükşehir belediye meclisi tasarrufuna geçecek, geçti.

TOKİ eliyle kentsel rant talanı – yağması gerçekleştirerek muazzam, yüz milyarlarca TL
(eski deyişle katrilyonlarca!) imar rantını yandaşlarına aktaran, bahçeli evindeki kentli gecekonduluyu kent dışı güvensiz TOKİ ucubelerinden oluşan postmodern – ilkel kulelere mahkum eden AKP iktidarı; bununla yetinmeyerek kırsal arazi rantına da el atmış bulunuyor..

Bu alanlar da tarım ve hayvancılığa kapatılırsa Türkiye resmen + fiilen AÇ KALIR!

2002 sonunda Türkiye toplam 97 milyon ton tarım ürünü üretiyordu. 2014 sonunda bu rakam 104 milyon ton oldu. Yaklaşık 7 milyon ton ya da 7/97 = %7 arttı. Ya nüfus artışı? Yaklaşık
70 milyon iken, 77,7 milyon oldu ve % 11 büyüdü “kayıtlı” nüfus.. 3 milyon dolayında kayıt dışı nüfus (CIA verisi!?), 2 milyon kadar Suriyeli ve yıla yayıldığında 1 milyon dolayında
dinamik turist nüfusu.. 84 milyona varıyor..

Sonuç, reel olarak tarımsal ürün yetersizliği ve dışarıdan saman, et, gıda ürünleri, canlı hayvan satın alan –ama her yıl Kurban bayramında 2-3 milyon hayvanını boğazlayan– bu alanda da
net dışalımcı (ithalatçı) ve dış ticaret açığı veren berbat bir durumdayız. Gıda fiyatları dünyada düşüyor, bizde ateş pahası.. Niçin ? Bir yandan da yüz kızartan altın klozet ve Danıştay’ın perçinlenen kararları ile KAÇAK SARAY ve dünyada örneği görülmeyen son derece lüks
şatafatlı- pahalı – israflı… bir mekanda oturan cumhurbaşkanı (?!) tartışmaları..

Atatürk’e ve ülkemize mirası – armağanı Atatürk Orman Çiftliğinin
kör intikam güdüsüyle yağmalanması..
 

Kapıya dayanan, yaşanan ağır mı ağır, çoook ağır bir ekonomik çöküntü..
Korkunç borçlar, işsizlik ve yangın gibi kavuran döviz kurları..
Bay RTE’nin TCMB ile akıl dışı dalaşı ve 24 Ocak’ta 2,23 TL olan Doların
2,73 TL’ye tırmanması.. Korkunç yoksullaşTIRma.. 17 milyon yoksul.. 1000 TL altında aylık alan 8 milyon emekli.. 6 milyon asgari ücretli 949 TL/ay.. Milyonlarca kayıt dışı ve taşeron kölesi.. Atanamayan öğretmenler, KPSS- ÖSYM vb. sınavlarda hilelerle yandaş yerleştirmeleri…..

İşte AKP iktidarının hünerlerinden – kazıklarından küçücük bir demet!

Açıkçası karnımızı doyuracak durumda bile değiliz! 

Ama AKP’li CB Bay RTE akıl dışı biçimde 3-5 çocuk yapın dayatmasını halka sürdürüyor.
Cep harçlığı bir doğum ikramiyesi ile aşırı doğurganlığı, ülkeye ihanet pahasına, ekonomi profesörü başbakan Davutoğlu ile birlikte sürdürüyorlar.. Anayasa’nın 41. maddesini ve
2827 sayılı yasayı çiğneyerek halka kasten aile planlaması hizmeti vermiyor AKP iktidarı.
Akıllara ziyan! Kalabalık, niteliksiz, işsiz- aşsız – aç kitleleri biat kültürü ile tarikat dergahlarında mürit ve oy deposu yapmak üzere, AKP’nin 2023’lerin lanetli kurgusudur bu;
13 lanetli fetret yılından sonra!

O nedenle “Beraber yürüdük biz bu yollarda..” denmektedir şifreli olarak..

*****

Öte yandan YSK web sitesi şimdiden yetersizlik içinde. Çağırdığımız dosyalar bir türlü gelmiyor. Üstelik bunlar henüz seçim sonuçlarına ilişkin de değil.. Varolan istatistiklere ilişkin dosyalar.. Ekrana gelmiyor.. gelmiyor…
Suçlu bulmak kolay..
Sorulsa, suçu TİB’e, Telekom’a, hizmet sağlayıcı öbür kurumlara yıkacaklar belki de..
YSK hizmet alım sözleşmesinde bu hususa ilişkin kural / yükümlülük koyamaz mıydı
veri trafiğini sağlayacaklara? Bu ne biçim ehliyetsizlik, öngörüsüzlüktür, kime güveneceğiz?

YSK’nın yeter parasal kaynaklara erişmede zorluk çektiğini hiç sanmıyoruz ama neden gereksinimlere yanıt verebilecek daha yetenekli bir site ve altyapı kurulmaz ki?? Üstelik Türkiye bilişim sektöründe hem yeni değil hem de ciddi bir teknik ve insangücü altyapısı, birikimi var.
Her tür siber saldırı karşısında % 100 değilse bile %100’e yakın seçim güvenliği istemek
yurttaş olarak bizim hakkımız, YSK’nın da tartışma dışı anayasal görevidir. YSK, sisteme yönelik ve önledikleri – önleyemedikleri siber saldırıları da kamuoyuna açıklamalıdır.

Esasen SEÇSİS ve MERNİS kurumlarının Hükümetten bağımsız olmayışı
kabul edilebilir değildir.

Seçmen kütükleri akıl almaz sayısal tutarsızlıklarla doludur / sakattır!

Ancak TİB, gerekçe açıklanmayan biçimde, Ulusal Kanal’ın 9 twitter hesabına jet hızıyla engelleme yaptırabiliyor.. Başbakan iken Bay RTE’nin “3’e kapatın..” dediği telefon görüşmesinde muhatabının İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın kardeşi Mustafa Latif Topbaş olduğu Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek tarafından açıklanınca,
dakikalar geçmeden twittter hesapları engellendi.. Hesap versenize, neydi bu “3’e kapattığınız?”
Bu mu AKP ve Tayyip demokrasisi??

% 99’u Müslüman denen halkımız bu denli mi ahlaksızlaştırıldı, çıkarının tutsağı oldu??

“Çalıyor ama bana de veriyor  – çalışıyor..” ya da
“iftira.. inanmam.. onların alnı secdeye değiyor..” söylemleri – savunmaları
ne biçim bir rasyonalizasyon ürünüdür??
Bu acayip – tuhaf – yoz – benzersiz.. sosyal psikolojiyi kim nasıl açıklayabilir??

Bir yandan da sözde İç Güvenlik Yasası, TBMM’de muhalefet milletvekilleri (başta CHP) AKP’li “fedai bodyguard” vekillerce uçan tekmelerle dövüle dövüle çıkarıldı!
İnsanlık tarihine geçecek ve asla silinmeyecek bir AKP ayıbı değil midir!

Komplo kuramları denilmesin ama; YSK veri tabanına 9 dolayında bilinmeyen / bilinen / engelen(e)meyen / illegal erişim (link) olduğuna ilişkin yetkili değil ama yetkin ağızlardan biliyoruz..

YSK daha baştan iyi sınav ver(e)miyor..
En başta 12. CB Bay RTE’nin yeminini çiğneyen, apaçık AKP propagandası yapan konuşmalarının engelenmemesi… Adana’da ve başka birkaç yerde miting salonlarını verirken AKP’yi kollayan açık tavır alması.. Kendini yok sayan bir çizgi ile AKP’ye teslimiyet çizgisi sürdürmesi.. Bunlar ülkenin iç barışı – istikrarı ve seçim güvenliği – adaleti bakımından vazgeçimez gereklilikler. YSK da, tam da bunun için kurulu yüksek bir Anayasal organ.

Tüm bu somut veriler karşısında YSK’nın kısa adındaki “Yüksek” sözcüğünü “Yandaş” olarak telaffuz etsek, YSK hazretlerinin manevi kişiliğini zedeleyen bir suç işlemiş olur muyuz acaba??

“YANDAŞ SEÇİM KURULU…” !!??

Türkiye’ye ve olması gereken YSK’ya yakışıyor mu?
Bu 11 yüksek yargıç, çoluk çocuklarına nasıl bir manevi (maddi??) miras bırakacaklar??

*****

Dostlar,

Yarın  bu saatlerde oy kullanma işleminin bitmesine 1-2 saat kalmış olacak..
Gece yarısına doğru da sonuçları göreceğiz..

Temel tasa AKP ve PKK – HDP’nin SEÇİM HİLELERİ…

Oysa temsili demokrasiden doğrudan temsile geçme zamanı değil mi??
Platon’on 2500 yıldır kemikleri sızlıyor olmalıdır..
Geçtiğimiz ay İngiltere’de yurttaşlar cep telefonları ile oy kullandılar..
Ne hile, ne güvensizlik.. Bizim yobazlar Kuran’daki kaynağını gösterseler de biz de yapsak??!
Dürüst – adil – hukuka uygun seçim güvencesi verecek olan en başta iktidar değil mi?
Bizde ise tam tersi..

AKP iktidarı sorun çözme değil sorun / dert / bela yaratma odağı 12,5 yıldır..

Tıpkı Anayasa Mahkemesinin geçtiğimiz yıllarda AKP hakkında verdiği
“Laikliğe karşı eylemlerin odağı olma..” kararı gibi (30 Temmuz 2008; AKP kapatma davası).

Daha şimdiden kan döküldü.. Dün Diyarbakır’da 2 yurttaş öldü, 100’den çok yaralı var.
İçimiz acıyor..

Yazımızın başlığında “HOMO HOMINI LUPUS (İnsan insanın kurdudur) MU?”
demiştik..

Öyle olacağına, insan insanın YOLDAŞI olsa,
toplum içinde erdemli bir yaşam kurmaya yönelebiliriz değil mi??

Erdemli bir toplum yaşamı..

Erdem.. erdemli…

Belki de yeryüzünün en yetenekli / anlam yüklü sözcüklerinin başında gelir o güzelim sözcük..

Virtue, Fazilet, Erdem… (Latin: virtus, Ancient Greek: ἀρετήarete“)

Ülkemizde REJİMİN / AKP İHANETİNİN / BÖLÜNMENİN oylanacağı yarınki seçim öncesi çağrışımlarımız özetle bunlar..

Dileriz yurtsever yurttaşlarımız bu fetret – karmaşa – ihanet – kanlı yıkım – iç savaş – bölünüp parçalanma gidişli 13 yıllık kökü dışarıda lanetli – eli kanlı taşeron AKP dönemini kapatsınlar.

Öyle çoooook ve ağır suçlar işlediler ki, ne yazık ki sağduyu bekleyemiyoruz onlardan ve
kör yandaşlarından..
Suç psikolojisi ve çıkar dürtüsü vicdanları ve bilinçleri çökertip teslim almış ne acı ki! 

Ülkenin yazgısı, bu iğrenç oyunu görebilen kadim Anadolu halkının bilincine teslimdir.

Bize sorarsanız, diyeceğimiz odur ki, Yüce Atatürk’ün özü olan “6 Ok” programına
gerçek anlamda VATAN PARTİSİ sahip çıkıyor.. Salt tek bu gerekçe ile olsa bile,

BİN SELAM OLSUN YÜCE ATA’MA; 1 OYUM VAR VATAN’a!
Bütün oylar VATAN PARTİSİ’ne…

Öyle çok yiğitçe – mertçe – başarılı hizmet ettiler ki…
Yokluklar içinde, fedaice.. Adeta yaratarak..
Yüksek zeka – akıl ile, tutarlık ile, sebat ile..
Şehitler – gaziler vererek, yüreklilikle..
Yurt içinde, dışarıda, AİHM kapılarında..
Ergenekon, Balyoz vb. ABD – AKP tertiplerini yıllarca savaşımla ustalıkla, sabır taşı olarak çökerttiler..
…….
………
Dedik ya “BİN SELAM OLSUN ATAM’a..” diye..
Bin gerekçe sıralayabiliriz.. oyumuzu bu kritik seçimde = rejim oylamasında
neden VATAN PARTİSİ’ne vereceğimize ilişkin..
TBMM’ye girecek bir VATAN PARTİSİ, ülkemizin bölünmez bütünlüğünün – iç barışının
temel güvencesi olacaktır ayrıca ve en azından..

Dostlukla…

Sevgi ve saygı ile.
06 Haziran 2015, Ankara

Dosyanın pdf biçimi: HOMO_HOMINI_LUPUS_7Haziran2015_secim_yazisi

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Soner Yalçın : Oyum boşa gitmesin

Oyum boşa gitmesin

Soner Yalçın

SÖZCÜ, 5 Haziran 2015

Önce… Meselenin matematik yönüne bakalım.
Benim ağabeyim 1953 doğumlu. İTÜ mezunu, makine mühendisi.
40 yıl CHP’ye oy verdi.
Bu kez CHP’ye vermeyeceğini söyleyince çok şaşırdım.
Gerekçesi matematik!
Şöyle:
Ağabeyim Çorum’da oyunu kullanıyor.
4 milletvekili çıkaran Çorum’un 2011’deki seçmen sayısı; 385 bin 828.
AKP, 209 bin 764 oy alarak 3 milletvekili çıkardı.
CHP, 82 bin 264 oy alarak 1 milletvekili çıkardı.
MHP, 37 bin 120 oy almasına rağmen milletvekili çıkaramadı.
Hesaplama nasıl yapıldı:
Partilerin aldıkları oylar 1’den başlayıp 4’e kadar bölündü. Böylece:
AKP: 209 bin 764 oyla 1 milletvekili; 104 bin 882 oyla 2 milletvekili çıkardı.
CHP: 82 bin 264 oyla 3’üncü milletvekilliği kazandı.
Ve AKP: 69 bin 921 oyla 4’üncü milletvekilliği aldı.
Hesap bu…
Yani:
CHP’nin 12 bin oyu fazla; bu 12 bin oy çöpe gidiyor! (CHP 2 milletvekili çıkarması için
140 bin oy alması gerekiyor ki, 7 Haziran seçiminde bu pek gerçekçi değil.)

Ağabeyimin hangi partiye oy vereceğini geçmeden bir hesap daha yapalım:

MHP’nin 1 milletvekili çıkarabilmek için 70 bin oy alması gerekiyor. Bu partinin 37 bin oyu var ve 33 bin oy daha alması gerekiyor. Alabilir mi? AKP’ye giden eski oylarını geri döndürmesine bağlı… Geri alırsa, AKP’nin oyları azalacağından MHP, 70 bin altında bile
1 milletvekili çıkarabilir. Mümkün olabilir; MHP, 30 Mart 2014 seçiminde oylarını 57 bin 712’e çıkarırken, AKP oylarını 182 bin 085’e düşürdü!
Peki…
40 yıllık CHP’li ağabeyim; MHP’ye mi, HDP’ye mi yoksa Vatan Partisi’ne mi oy verecek?
“O da bana kalsın” dedi…

Stratejik oy

Şimdi… Meselenin stratejik yönüne bakalım…
7 Haziran seçiminin ortaya çıkardığı gerçek var:
Kimi seçmen, AKP’nin iktidardan gitmesi ya da tek başına iktidar olmaması için ilk kez oyunu bambaşka partiye verecek.
Bir seçmen düşünün ki; “oyumu MHP’ye de verebilirim, HDP’ye de verebilirim” diyor!
Taban tabana zıt iki milliyetçi parti arasında kararsız kalan bir seçmen profili ile
karşı karşıyayız. Bunu başaran kişi Erdoğan oldu!
Erdoğan merkez partilerini yıktı; siyaseti uçlara savurdu.
Bir gerçek daha ortaya çıktı; CHP yıllarca, “bizim omzumuzda kambur var;
bu nedenle sağ bize oy vermez” mazeretine sığındı!
Herhalde CHP’nin sırtındaki -neyse o- “kambur” HDP kadar değildir!

Çünkü, HDP’nin sırtında kan ve gözyaşı var!

Merkezdeki seçmen bu “kambura” rağmen HDP’ye oy veriyor.
Demek ki seçmen gözü karardığında “kamburu” bile görmüyor!
Umarım CHP, 7 Haziran’dan sonra bu kambur söyleminden kurtulur;
mazeret üretmekten vazgeçer… Ayrıca:
7 Haziran seçiminin odak noktası; AKP (ve Erdoğan’dan) kurtulmak!
Oyların bu derece savrulmasının nedeni bu.
Bakınız… 2011 Genel Seçimi bu derece sert geçmedi; en azından Cemaat’ten “Yetmez Ama Evet”çi liboşlara; iş dünyasından Batı’ya kadar birçok çevre Erdoğan destekçisiydi.
Bugün hepsi Erdoğan karşıtı oldu.
Evet… Seçmenin çoğunluğu “ne olursa olsun Erdoğan’dan kurtulmak” gerekçesiyle
sandığa gidip stratejik oy kullanacak
Eklemeliyim: Bu seçim sonucunun bir diğer özelliği ise “elim kırılsaydı da vermeseydim” diyen seçmen kitlesinin fazlalığı olacak!
Oy vermenin ayrıca, matematiksel ve stratejik olmayan bir başka yönü var…

Oyum kime?

Hâlâ mailler alıyorum;
“Kime oy vereyim?”
Bu soruları yöneltenlerin maksadı, “barajı aşamayan partiye verirsem oyum boşa gider mi?” sorusuna yanıt almaktır.
Bu soruyla muhatap olunca, “acaba köşe yazarlığı yapmayı bıraksam mı” diye düşünüyorum. Çünkü… Okuyucunun hazzedeceği bir yazar değilim! Sandığın ülkemizi gericileştirdiğini ve “cici demokrasinin” kitleleri uyuşturduğunu-kandırdığını yazıyorum sürekli.
Planlanmış ve dayatılmış siyaset ilgimi çekmiyor.
Bu demek değildir ki, sandığa gitmeyeceğim. Gideceğim..
Hayır!.. Kimi partilerin barajı aşması ya da birakç milletvekili eksik ya da fazla çıkarması için değil. Nicelik değil, nitelik peşindeyim…

Tüm zorluklara karşın mücadele eden bir partiye, oyumla teşekkür etmek için
sandığa gideceğim.
Bu gözükara partiye oyumla moral vermek için sandığa gideceğim.
Bu bir avuç yiğit insana “yalnız değilsiniz” mesajını vermek için sandığa gideceğim.
Evet… Oy vereceğim partinin barajı geçemeyeceğini farkındayım; ama o partinin,
her şart altında mücadele edeceğine inandığım için destek oyu vereceğim…

Ayrıca… Hiç değil, %3 oy alırsa Hazine yardımı almaya hak kazanacağı için
bu yoksul partiye maddi katkı oyu vereceğim.

Evet…
Bir dönem şekilci “Gardrop Atatürkçüleri” vardı…
Bugün rakamcı “Baraj Atatürkçüleri” var…
Mücadele için barajı aşmak şart mı?
Mücadele için Meclis’in “kaldır elleri, indir elleri” dekoruna uyum sağlamak mı gerek?
Ben… Meclis dışındaki bu partinin inadına umudu yaşattığını gördükçe,
“oyum boşa gitmemiş”
diyeceğim. Oy’uma/kendime olan saygım artacak!
Biliyorum ki… Mustafa Kemal barajı değil barikatları aşarak kazandı.
Yine öyle Kuvayı Milliye ruhuyla kazanacağımıza inanıyorum
Neyse…
Diyorum ya, benden köşe yazarı olmaz; yandaşlar gibi “siyaset tüccarlığını” beceremiyorum…

===========================================

Teşekkürler sevgili Soner Yalçın…

Biz de sizin gibi düşünüyoruz….

BİN SELAM OLSUN ATAMA;
1 OYUM VAR VATAN’A!
Ya da BÜTÜN OYLAR VATAN’a…!

Sevgi ve saygı ile.
05 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

5 Haziran Dünya ÇEVRE GÜNÜ…


5 Haziran Dünya ÇEVRE GÜNÜ…

Tüm canlıların sağlıklı yaşamları için temiz ve sağlıklı bir çevreye gereksinimi var.
Bunun için TEK TIP – TEK SAĞLIK (ONE MEDICINE – ONE HEALTH) gerekli.
science

1982 Anayasası   :
VIII. Sağlık, çevre ve konut

A. Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması

Madde 56Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek
Devletin ve vatandaşların ödevidir…..

B. Konut hakkı

Madde 57 – Devlet, kentlerin özelliklerini ve çevre koşullarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut gereksinimini karşılayacak önlemleri alır, ayrıca toplu konut girişimlerini destekler.

Çevre Yasası (RG: 11/8/1983   Sayı : 18132)                  :

Amaç:
Madde 1 – (Değişik: 26/4/2006 – 5491/1 md.)

“Bu Kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin,
sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda
korunmasını sağlamaktır.”

Atlas

Aradık,

T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın http://www.csb.gov.tr/ adresli web stesinde,
Dünya Çevre Günü hakkında herhangi bir etkinliğe rastlamadık..

T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
http://www.csb.gov.tr/

Site, Bakan İdris Güllüce‘nin kişsel reklam sitesi gibi..
Site, ana temayı ele veriyor..
Sözde “Kentsel dönüşüm” masalı (retoriği) ile TOKİ saltanatı – tiranlığı üzerinden gecekonduluların kent dışına sürülmesi..
Birkaç kuşak ve birkaç onyıldır çekilen çileler ile yaratılan ranta, büyük sermayenin iktidar aracılığıyla el koyması ve kent rantlarının yandaşlara aktarılması..
TOKİ’nin 1 milyona varan konut fazlalığına karın balonlaştırdığı inşaat sektörünün sürüklemeye çalıştığı imalat sanayisi, istihdam, yan sanayi vb. zinciri..

*****

BM UNEP ise web sitesine aşağıdaki logoyu koydu…

Bir de aşağıdaki tema var…

*****

Dünyanın ve Türkiye’nin çevre sağlığı sorunları  mı??

Ne çok uzun bir liste olurdu..

Hiç girmesek ??

Zaten Türkiye 7 Haziran 2015 seçimlerine kilitli…
Kim okur ki??
İlgili Bakanlık bile unutmuş..

Samsun’dan bir iyi haber…
Samsun’da katı atık depolama alanında oluşan Metan gazı (CH4) uygun biçimde toplanıp yakılarak, çevreye sakıncalı bir gaz temiz enerjiye dönüştürülüyor.. Ne güzel…

Prof. Nurettin Sözen’in İstanbul Belediye başkanı olduğu yıllarda, 28 Nisan 1993’te
Ümraniye Çöplüğü patlaması ve yangınında 27 kişi öldü, 12 kişi kayboldu;
bu 12 kişinin cesedi bulunamadı.

Ümraniye çöplüğünde Metan kaynaklı patlama ve yangın çıkmış, 39 gariban yanarak
yok olmuştu.. Türkiye’de bu facianın da yasal hesabı sorulamadı..

Çevresel yıkımlar da saymakla bitecek gibi değil…

İyisi mi biz, 5-16 Haziran 1972 arasında Birleşmiş Milletler tarafından Stockholm’de düzenlenen Çevre Konferansını selamlayarak yazımızı tamamlayalım..

113 ülke (Türkiye dahil) ve 1200 temsilci ile yapılan bu uluslararası Konferans,
Çevre ile ilgili yapılmış ilk uluslararası konferanstır. Kalkınma uğruna çevrenin
gözardı edilmemesi gerektiği ve çevre konusunda tüm dünyanın ortak tutum sergilemesi gerekliliği konuları, konferansın ana çerçevesini oluşturmustu.

43 yıl geçti aradan..

SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA… masalıyla duvara dayandık.

Bu politika sürdürülebilir değil artık…

SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM…

Başka çare yok..

Sevgi ve saygı ile.
05 Haziran 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

SANDIK DİSİPLİNİ : CHP’nin başarı ölçütü


SANDIK DİSİPLİNİ :
 
CHP’nin başarı ölçütü

Portresi_gulumseyen

 

Değerli arkadaşlar,

 

Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Seçim analizi yaparken dikkatimi çeken bir olgu, partili seçmenlerin seçime katılım disiplinindeki farklar oldu.

Seçmenleri Sandıktan uzak durmaya en eğilimli Parti CHP olarak görülüyor.

2007 seçiminde  sandığa gitmeyen seçmenlerin en az yarısı CHP seçmeni iken,
AKP’den sandığa gitmeyenler %10’un altında…

Seçmen katılımının %84 olduğu* 2011 seçiminde %26 oy alan CHP’nin,
seçime katılmayanların yarısı da eklenirse, tüm seçmenler genelindeki potansiyel oyu;

0,26 x 0,84 + 0,50 x 0,16 = % 30  bulunuyor.

Buna göre, 7 Haziran 2015 genel seçiminde CHP,

  • % 26 üzerinde oy alırsa Başarılı,
  • % 30 üzerinde oy alırsa Çok başarılı sayılmalıdır.

%25’in altındaki bir sonuç CHP için başarısızlıktır.
Böyle bir Sonuç alındığında Kemal Kılıçdaroğlu‘nun istifasını beklerim.

Sevgilerimle. æ

AKP nin militan tabanı..
Halkın yarısı bunlara meftun!

unnamed

 

 

 

 

 

 

 

 

 

_________

* %84 Avrupa düzeyinde çok yüksek bir katılım sayılır.
%85’ten daha yüksek bir katılım olası görünmüyor.

========================================

Dostlar,

Değerli Ercan hocamız, CHP Genel Başkanı için bir istifa eşiği öngörmüş..
Öbür parti ve liderler için neden böyle bir öngörüsü yok??
Onlar için de gerekçeli “eşik”rakamları kestirimi bekliyoruz…

Sevgi ve saygı ile.
22 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

AKP’nin Beton ekonomisi sözleşmelere takılıyor!

AKP’nin Beton ekonomisi
sözleşmelere takılıyor!

Her biri tartışma yaratan

3. Köprü,

3. Havalimanı ve

Kanal İstanbul

gibi “çılgın” projeler Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmeleri ağır biçimde ihlal ediyor.

Yurt Gazetesi, 19 Mayıs 2015
http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/beton-ekonomisi-sozlesmelere-takiliyor-h88281.html 

Beton ekonomisi sözleşmelere takılıyor

Beton ekonomisi sözleşmelere takılıyor

Her biri tartışma yaratan 3. Köprü, 3. Havalimanı ve Kanal İstanbul gibi “çılgın” projeler Türkiye’nin imzaladığı uluslararası sözleşmeleri ağır biçimde ihlal ediyor.

AKP hükümetinin beton yığınına dönüştürdüğü İstanbul’da

– doğal yaşamı alt üst eden,
– onbinlerce ağacı katleden,
– bitki ve canlı türlerini tehlikeye düşüren projeler

uluslararası sözleşmeleri ihlal ediyor. Türkiye’nin 1970’li yıllardan başlayarak imza attığı Birleşmiş Milletler ve benzeri uluslararası sözleşmeler çevre ve doğal denge konusunda önemli yükümlülükler getiriyor.

Dünyanın ortak mirası, 1972’de imzalanan “Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme” devletlerin sahip oldukları doğal varlıkların yalnızca kendilerine değil
tüm dünyaya ait olduğuna işaret ediyor.

Bu yüzden, dünya kültür ve doğa mirasının önemli bir parçası olan İstanbul’un “çılgın projelerle” tahrip edilmesi Türkiye için önemli uluslararası sıkıntılara yol açacak.

Boğazlar tehdit altında

Çanakkale ve İstanbul boğazları ile Marmara Denizi’nin oluşturduğu “Boğazlar sistemi” dünyada yalnızca kendine özgü özellikler taşıyan iki katmanlı bir su ve akım sistemine sahip. Karadeniz ile Marmara arasında bir kanal daha açılmasını öngören Kanal İstanbul projesi, Boğazlar sistemi için su yapısından, canlı türlerine dek geniş bir alanda ciddi tehdit oluşturuyor. Bu proje için açılacak drenaj kanalları, çevresindeki ekosistemi tehdit ediyor.

Kanal İstanbul salt Marmara Denizi’ni değil pek çok ülkeye kıyısı olan Karadeniz’i de etkiliyor. İstanbul Boğazı, kuşların göçleri sırasında kullandığı üç temel güzergahtan biri.
Boğazda en yaygın görülen türler ise sırasıyla leylek, şahin, küçük orman kartalı, arı şahini, atmaca, karaleylek, yılan kartalı, kara çaylak, saz delicesi ve küçük kartal.

Avrupa Konseyi izliyor

Birleşmiş Milletler dışında Avrupa Konseyi sözleşmeleri de Türkiye’ye çeşitli yükümlülükler getiriyor. Bunlardan “Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi” nesli tehlikeye düşmüş türlerin yaşama ortamlarının korunması amacıyla uluslararası politikalar geliştirilmesini hükmediyor. Türkiye, bu sözleşmenin tarafı olmasına karşın;

– Kanal İstanbul,
– 3’üncü köprü ve
– 3’üncü havalimanı

projeleriyle yaban türlerini ve ortamlarını tehdit ediyor. Geçn yıl bu projeleri inceleyen Hollanda Birdlife Örgütü Genel Müdürü Fred Wouters, Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmeleri hatırlatarak,

  • “Göçmen kuşları zorlu göç yolculukları süresince korumak için çok büyük yatırımlar yapılıyor. Kuşlar korunsun diye ciddi paralar harcanıyor. Bu göç yolu içinde yer alan Türkiye’den göçmen kuşları korumasını, taraf olduğu sözleşmelerin taahhütlerini yerine getirmesini bekliyoruz.” demişti.

İstanbul Boğazı, kuşların göçleri sırasında kullandığı üç temel güzergahdan biri. Boğazda en yaygın görülen türler ise sırasıyla leylek, şahin, küçük orman kartalı, arı şahini, atmaca, karaleylek, yılan kartalı, kara çaylak, saz delicesi ve küçük kartal.

Usulüne uygun olarak imzalanmış uluslararası sözleşmeler İç hukukta
Anayasa’nın hemen altında, yasaların üzerinde bir statüye sahip.
Dolayısıyla yasaların, tıpkı Anayasa gibi uluslar arası sözleşmelere uyması gerekiyor.
(AS: Bu bağlamda Anayasa md. 90 / son fıkranın dikkatle okunması gerekiyor..)

==============================================

Dostlar,

Çevre yıkımı AKP döneminde 12,5 yılda inanılmaz ölçülere vardı..
İmar rantları trilyonları buldu.. Bu fonlar ile çoook “kuşlar” vuruldu..
Çirkin siyaset finanse edildi..
Yandaş Basın yaratıldı ve beslendi, kılıç gibi kullanıldı..
Yoksul kitleler biat kültürü ile köleleştirildi…
İktidar yanlıları karunlar gibi zengin oldular..
*****
AKP iktidarı iç hukuku da uluslararası hukuk da ayaklar altına aldı.
Yırca köylüleri Ege’de direnişleriyle destan yazdılar.
Fakat bu arada 6000 zeytin ağacı kurban edildi..
Nasıl ve ne zaman telafi edilecek??
Yargı kararının kesinleşmesine dek ağaç kesimi yapılmasaydı olmaz mıydı?
Çevre yasasında “kirleten öder”.. yazılıyır.. Haydi ödeyin bakalım bu çevre yıkımını!
Geri getirebilir misiniz binerce zeytin ağacını ve ekonomik üretimini?
Nasıl ve neyle ödeyeceksiniz “kirliliklerinizi” ??

Danıştay’ın köylüler lehine kararı ile şirketin HES inşaatı durduruldu.
Seçim öncesi dönemi nedeniyle AKP çekindi.. Eminiz, dönem uygun olsaydı inşaat yapılırdı..
AK SARAY kaçak değil mi? Danıştay’ın 6. Dairesinin kararı çiğnenerek yapılmadı mı??

Akkuyu Nükleer güç santralı inşaatı ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) raporu
yargıda iken başlatılmadı mı??

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, yerel yönetimlerin imar yetkisini gasbettii..
Bütünşehir belediye yasası ile 31 Mart 2014’ten başlayarak 31 ilde köy bırakılmadı,
17 bin dolayında Köyün merasına – otlağına – yaylağına el kondu..
Bu muazzam topraklar büyükşehir belediyelerinin yağma ve talanına açıldı..
Bitip tükenmez bir mali kaynak yaratıldı bu yüzyılın talanı ile..
Köy tüzel kişiliği kaldırıldı, mahallelere dönüştürüldü.
Bu yasa AKP’nin ülkemize belki de en büyük kazıklarından biridir.

*****

12.5 yıllık yıkımın faturası muazzam ölçüde ağırdır..

AKP kadrolarının 8 Haziran 2015 sabahı mutlaka iktidardan uzaklaştırılması gerekiyor.
Ardından da uzun süreli bir onarım – restorasyon programı gerek..
Sorumluların yargılanmasından asla vazgeçmeyerek!

Sevgi ve saygı ile.
20 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com