Etiket arşivi: 2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü

Kuruluşunun 80. yılında yaşayan efsane: Köy Enstitüleri

Kuruluşunun 80. yılında yaşayan efsane: Köy Enstitüleri

Ayşe Gülsün Bilgehan kimdir? - Yeni Akit Gazetesi

Gülsün Bilgehan
İnönü Vakfı Başkan Yardımcısı
18 Nisan 2020, Cumhuriyet

2020 yılında koronavirüs salgını dünyaya ilim ve bilime olan gereksinimin önemini tekrar hatırlattı. Her şeyi yeniden düşünüp geçmişten ders almanın tam zamanı.

Bundan tam bir yıl önce, Köy Enstitülerinin kuruluşunun 79. yıldönümü etkinliği, eğitimci-müfettiş Mehmet Ayhan’ın girişimi ile Pembe Köşk’te yapıldı.

“Atomu parçalamaktan zor olan halkın aydınlatılmasını ve geliştirilmesini amaçlayan bu kurumların yaşama geçirilmesinde, eğitime, sanata yönelik tutum ve davranışıyla 1. derecede yetkili ve etkili 2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün bıraktığı canlı kültür ortamında, yaşadığı evde ve piyanosu başında, ona saygı ve şükranlarımızı sunmak içindir” diye açıklamıştı günün programını Ayhan. 80. yılda buluşmak üzere sözleşirken, dünyayı kasıp kavuracak bir virüsün tüm yaşamları vuracağını kimse bilmiyordu.

Halk imecesi katkısı

1939 yılının son günlerinde, Türkiye yine büyük bir doğal felaket yaşamıştı. Erzincan depreminde 16 bin can kaybı vardı. Diğer yandan dünya yeni bir büyük savaşın içine girmişti. 17 Nisan 1940 Çarşamba günü, 429 kişilik TBMM’den 287 milletvekilinin oyları ile kabul edilen 3803 sayılı Köy Enstitüleri yasası bu zor koşullarda hazırlanmıştı.

Atatürk’ün direktifleri ile köylere hizmet götürmek için 1936’da başlatılan Köy Enstitüleri hareketi, ülkenin o günkü gerçeklerinden ve gereksinmelerinden yola çıkılarak, kendi yönetici ve eğitimcilerimizce, öğretmen öğrenci katılımı ve halk imecesi katkısıyla, kalkınmayı ve demokratikleşmeyi destekleyici yerli bir eğitim düzenlemesiydi. Yasa tasarısı İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ve Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in gayretleriyle hazırlanmış, Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün büyük desteği ile güç kazanmıştı. Tonguç, “O’nun konuyu benimsemesi, desteklemesi, siyasal ağırlığını koyması, tarihsel bir önem taşıyordu. Bu olmadan Köy Enstitülerini, ilköğretim atılımını gerçekleştirmek söz konusu olamazdı.” diyordu. Erdal İnönü, “babasının Köy Enstitüsü raporunu günlerce yanında taşıdığını, tekrar tekrar incelediğini” anlatacaktı.

‘Kamuoyunda bir değer’

“İyi niyetli, maksadı belli olan bir eğitim yasasına kimsenin karşı çıkmayacağını sanmıştım. Ama akşam sofrada Yücel’den duyduk ki bazı milletvekilleri yasanın uygulama planına itirazlar yöneltmişler. Bu eleştirileri değerlendirirken Yücel’in de babamın da vardıkları ortak kanı, bu itirazları yapanların aslında büyük bir vatandaş kitlesinin okumasını, aydınlanmasını istemedikleri şeklinde idi. ‘Asıl engel yine aydınlardan geliyor’ demişti babam ve ben bu söze çok şaşırmıştım. ‘Aydın olur da halkının iyiliğini istemez mi?’ diye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum. Sonradan çıkar çatışmalarının çeşitli etkilerini gördükçe bu şaşkınlığım geçti ve eğitimcilerimizin hangi zorluklarla karşı karşıya olduğunu daha iyi anladım” diye yazacaktı yıllar sonra anılarında.

İnönü, tarihten edindiği deneyimlerle, sürecin ne kadar acil olduğunu görüyordu. İki yıl sonra Tonguç’a: “Köy Enstitülerinin sayısı neden 25’e kadar çıkarılıp orada kalacak?” diye sordu. “Enstitü sayısını 60’a çıkarmak gereklidir. Buralarda bir kısım öğrenciler tarımcı olarak yetiştirilmelidir. Para sorunu diye bir şey ileri sürme” dedi ve en çok önem verdiği konuyu belirtti: “Köy kızlarını, köy kadınını işte bu feci durumdan kurtarmak için haysiyetli insanlar olarak yetiştirmemiz lazım. Bu kızları çok tutacağız gerekirse. Cumhuriyet kızları gibi özel bir ad vererek onları kamuoyunda bir değer durumuna sokmaya çalışacağız.”

‘Bir iz, bir söz’

Cumhurbaşkanı İnönü, özellikle Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ne eşi Mevhibe Hanım ve kızı Özden’le birlikte gidiyordu. “İnönü’nün konukluğu, Enstitülere büyük bir zenginlik katar, gittiği her Enstitüde bir iz, bir söz bırakırdı. Bu zengin görünümün bir yanı, devletçe bize önem verildiğini yansıtan bir güven yaratmasıydı. Bunu duyumsamak biz öğrencilerin yurt ve ulus sevgimizi kamçılar, gururlanırdık” diye anlatıyor Aksu ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunu Pakize Türkoğlu. “O yıllarda gerek İnönü’nün, gerek öteki büyük adamların eşlerinin hali tavrı da başkaydı. Bu bizim çok ilgimizi çekerdi kız öğrenciler olarak. Giyim kuşamlarında bile başkalık vardı. Devlet büyüğü eşi olduklarını yansıtan bir tavır içinde olurlar, şapkalarıyla, taranmış açık başlarıyla eşlerinin yanında saygıyla yer alırlardı.

Özellikle Mevhibe Hanım, modernlikle kendi kültürümüzün bireşimini kişiliğinde olduğu kadar, giyim kuşamıyla da yansıtan bir örnekti. Eğitmenler, öğretmenler, öğrenciler enstitülerde canla başla, şevkle çalışıyorlardı. O günleri unutmadılar: “Genç, yaşlı, kadın ve erkek profesörlerin, doçentlerin, ses telleri kıymetli şan ustalarının, piyanistlerin, tiyatrocuların, bilim kültür ve sanat insanlarının, değerli eğitimcilerin, karda kışta, Hasanoğlan kırına nasıl koştuklarını hâlâ konuşuruz arkadaşlarımızla.” Hasan Âli Yücel, Cumhuriyet tarihinin görevde en uzun süre kalan Milli Eğitim Bakanı oldu (1938-1946). İsmail Hakkı Tonguç, 11 yıl boyunca bütün Türkiye’yi gezdi.

En büyük pişmanlığının, İnönü’nün enstitülerin çoğaltılması ve tarımcı yetiştirilmesi konusundaki beklentisini karşılayamamak olduğunu söyleyecekti: “Bir süre sonra, Yücel’le birlikte, İnönü’ye işin ne yazık ki olamayacağını bildirmek zorunda kaldık. İnönü’nün yanıtını yaşamım boyunca unutmadım: İleride çok pişman olacaksınız. Savaştan sonra bu işlerin hiçbirini bize yaptırmayacaklardır. En önemli olanağı kaçırıyorsunuz!”

İlk kurban Köy Enstitüleri

Sıcak savaş bitmiş, Soğuk Savaş başlamıştı. CHP içindeki fikir ayrılıkları özellikle Toprak Reformu görüşmelerinde belirginleşmişti. Bu sıralarda Stalin liderliğindeki Sovyet Rusya’nın Boğazlar üzerinde egemenlik hakkı istemesi ve doğu sınırımızdan toprak talepleri eğitim çabalarının sürdürülebilmesi için gerekli ortamı değiştirmişti. Erdal İnönü’ye göre: “Köy okullarının yapımında köylülerin bazı yerlerde zorla çalıştırılmış olmaları, Köy Enstitülerinde verilen kültürün evrensel ve hümanist karakterinin yadırganması, solculuk hatta komünistlik suçlamaları, hepsi bir araya gelince çok partili rejimin ilk kurbanlarından biri Köy Enstitüleri oldu.”

Ders alma zamanı

İsmet İnönü de, yıllar sonra, gazeteci Mustafa Ekmekçi’ye, “Cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi ve sevgilisi” diye nitelediği Köy Enstitüleri konusunda şunları söylemişti: “Ben Köy Enstitüsü düşününe inanmışımdır. İnanmış bir insan, sonuna kadar bunu yürütür; idealizmde, felsefede bu böyledir ama ben politikacıyım, uygulayıcıyım. Ben gücüme göre, gücümün var olduğu yerde, gücümü gösterebilirim. Ben dâhi değilim, gücümle, deneyimimle, ülke çıkarlarını en üst düzeyde tutarak sorunlara çözüm bulurum.

Köy Enstitüsü konusu da böyle olmuştur. Benim gücüm o zaman nereden geliyordu? Partiden, parti meclis grubundan. Bu konuda, tüm organlarda gücümü yitirmiştim. Ordunun üst kademesinde de huzursuzluk başlamış, onun için bir süre, bu konuda en çok saldırıya uğrayan, Yücel’le Tonguç’u, onların da gönlünü alarak, bir süre için bu şimşekleri bu olay üzerinden uzaklaştırmak istedim. Fakat sonradan demokratik hareketler de başlatılınca, olaylar öyle gelişti ki, kendi akımında yürüdü ve bir an geldi ki artık Köy Enstitülerini eski gücüyle, eski ruhuyla sürdürmek olanakları benim elimden çıktı. Bugün, şimdi yeniden bu kurumları, daha gelişmiş, aradan geçen zaman içinde, daha bugüne uygun bir biçimde kurmak için hep birlikte çalışacağız.” Kim bilir, belki de o gün gelmiştir!

  • 2020 yılında koronavirüs salgını dünyaya ilim ve bilime olan gereksinimin önemini tekrar hatırlattı.
  • Her şeyi yeniden düşünüp geçmişten ders almanın tam zamanı.

Erdoğan’ın akıl sağlığı

Erdoğan’ın akıl sağlığı

Mustafa_ALTIOKLAR_portresi

 

 

Uz. Dr. Mustafa ALTIOKLAR..

 

Erdoğan’ın akıl sağlığı durumu…

Mart 17, 2015 |Facebook Paylaş

Dr. Mustafa Altıoklar’ın,

Tayyip Erdoğan için “Kişilik bozukluğu var,
46 raporu vemek lazım.”

sözleri mahkemeye taşınmıştı.
Uz. Dr. Mustafa Altıoklar’ın davadaki savunması ortaya çıktı Ünlü sinema yönetmeni
Mustafa Altıoklar CNN Türk Aykırı Sorular programında Başbakan Tayyip Erdoğan için “Narsistik Kişilik Bozukluğu” olduğunu söyleyerek” kendisine rapor vermek lazım,
46 raporu.” ifadelerini kullanmıştı.

Başbakan Erdoğan için kullandığı ifadeler için mahkemede savunma yapan Altıoklar
Erdoğan için söylediği ifadelerden geri adım atmadı. Altıoklar, hakaret etmediğini,
bir doktor olarak teşhis koyduğunu söyledi.

Oyuncu Levent Üzümcü Altıoklar’ın savunmasını Twitter’dan paylaştı…

Dr. ALTIOKLAR’IN SAVUNMASI

SAYGIDEĞER YARGIÇLAR,

Ben bugün burada bir hakaret davasından yargılanırken savunmamı
DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ kavramı üzerine kurmayacağım. HAYIR…
Ben aslında bugün burada bir SAVUNMA YAPMAYACAĞIM… Bugün ben burada sizlere bana daha 24 yaşındayken verdiğiniz resmi bir görevi hatırlatacağım ve
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI’nın 27. maddesinden bahsedeceğim.

ANAYASAMIZ’ın 27. maddesi; “Herkes, bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkına sahiptir.” demektedir. Bendeniz, 1984 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olmuş, bir hekimim (BELGE 1). Mezuniyetimi takip eden hafta hekim olarak mesleki kariyerime başladım. Henüz 24 yaşındayken
sizler gibi hâkimler ya da savcılar karara bağlayacakları dosyaları tarafıma göndererek davalarıyla ilgili şahısların akıl sağlığının yerinde olup olmadığına dair raporlar talep ettiler. Benim ve benim gibi pratisyen hekimlerin, dikkatinizi çekerim psikiyatri uzmanları değil, pratisyen hekimlerin verdikleri kanaat raporları doğrultusunda adaletin gereğini yerine getirdiler. Bizler o akıl sağlığı raporlarını vermeyecek olsak kanun önünde suçlu sayılabilirdik. Özetle şahsımın verdiği kanaat raporları sizlere ışık tuttuğu için yargıya varabildiniz. Şimdi ise o günlerin üzerinden tam otuz yıl geçti ve değirmende değil, hekimliğimin yanı sıra yazar ve yönetmen olarak iştigal ettiğim karakter analizleriyle ağarmış saçlarımla, artık epeyce tecrübeli bir hekim olarak vardığım
Narsisistik Kişilik Bozukluğu kanaatimden dolayı “şüpheli” sıfatıyla karşınızdayım.

Söz konusu şüphe ise hakaret ettiğimdir. Savcılık makamı iddianamesinde
“Akıl hastalığına vurgu yapılması, eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırlarını aşarak hakaret suçu teşkil etmektedir.” demektedir.

Her şeyden önce akıl hastalığına hakaret demek, akıl hastalarına hakarettir.
Ben sözlerimde hakaret unsuru bulmamaktayım, eleştirmeye niyet dahi etmedim,
hele hakaret yoluyla suç işlemeye kastım hiç olmadı. Çünkü ben teşbih yapmadım,
teşhis koydum. Müştekide Narsisistik Kişilik Bozukluğu olduğunu söylerken
ne bir benzetme, ne bir yakıştırma, ne bir aşağılama düşüncem olmadı.

Hekim, Hekimlik etiği hastalarının durumlarını alay konusu yapmaz, aşağılamaz,
hele hakaret amaçlı asla kullanmaz. Biz hekimler Tababet ve Şuabatı Sanatlarının
Tarzı İcrası
na ehliyet almadan önce bu madde üzerine de and içeriz ve içtik.
Davaya söz konusu olan açıklamamda ise aynen meslektaşlarım olan
Türk Tabipler Birliği mensubu hekimlerin duyduğu kaygıyı kamuoyuyla paylaştım.

“ Bizler hekimiz. İnsanın bin bir ruh halini, bin bir duygu durumunu biliriz.
Başbakan Erdoğan’ın duygu durumundan endişe duyuyoruz.
Fevkâlâde endişe duyuyoruz.
Kendisi, çevresi, ülkemiz adına endişe duyuyoruz. Endişemizi kamuoyuyla paylaşıyoruz.” (BELGE 2)

Bakın ben sadece altı yıllık tıp fakültesi eğitimi almakla kalmamış, 1987-1991 yılları arasında Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı’nda Araştırma Görevlisi olarak akademik kariyer yapmış uzman bir bilim adamıyım (BELGE 3). Bu belgeyle ve Anayasa’nın 27. maddesine göre “bilimi serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma hakkı”na fazlasıyla sahibim. Yayma hakkıma sahip olduğumu ben değil sizlere kılavuzluk eden T.C. Anayasası söylemektedir.

“Bu kanun maddesinden açıkça anlaşılabileceği gibi, doktor kimliğimle tıbbi kanaatlerimi açıklarken, örneğin; ilk cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal Atatürk’ün sol göğsünde, Çanakkale’de aldığı şarapnel yarası nedeniyle ömrü boyunca yanık skarı taşıdığını,
2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün sağır olduğunu, yine Cumhurbaşkanlarımızdan Süleyman Demirel’in obes olduğunu, Başbakanlarımızdan Bülent Ecevit’in Parkinson olduğunu söylememle veya Şafak Pavey’de ekstremite yoksunluğu; Meclis Başkanvekili Sadık Yakut’ta vitiligo varlığı ya da sabık Başbakan’ın uzaktan gördüğüm kadarıyla omurga sorunundan bahsetmem hakaret sayılmazken; bir psikiyatrik kanaat teşhisimin hakaretten sayılması esas itibariyle ikirciklidir.

Müşteki vekilleri; “müvekkilimiz Altıoklar’a sormamıştır ki kendi akıl sağlığını.
Bu nedenle açıklamaları hakarettir demektedir.” Oysa Recep Tayyip Erdoğan yolda düşse, ilk müdahale edenlerden biri ben olurum. Doğru tedaviyi uygulamadan önce de kalp krizi nedeniyle mi, inme indiği için mi yoksa sara nöbetinden dolayı mı düşüp düşmediğini teşhis etmem gerekir,.Ve bu teşhisi koyarken hastanın bana sormasını da beklemem. Beklersem suç sayabilirsiniz. Çünkü durum acildir. Davamız konusu olan teşhisim de
acil bir durumun önlemi olarak kamuoyuyla paylamıştır. Bununla birlikte,
içinde bulduğum çevrede kuduz hastalığı taşıyan bir vaka teşhis etsem, hem müdahale etmek, hem de kamuoyuna bildirmekle yükümlü olduğumu yasalar söylemektedir.
Çünkü burada kamuoyunun sağlığı söz konusudur. Davamızda da kamuoyunun akıl ve bedensel sağlığı tehlike altında olduğu için yetkili kuruluşları uyarmak üzere teşhisimi açıkladım. Teşhisim koruyucu hekimliğin gereğidir. Bunlarla birlikte bir doktorun kamuoyuna mal olmuş, her gün defalarca televizyon başta tüm medya organlarında karşılaştığı şahsiyetlerle ilgili fiziksel hastalık teşhisinin olağan ama psikiyatrik hastalık teşhisinin suç unsuru sayıldığını yazan bir kanun maddesine Magna Carta dâhil
hiçbir kanun kitabında rastlayamazsınız.

Fiziksel hastalıklarla ilgili teşhis koymam ve rapor vermem suç teşkil etmezken,
akıl hastalığıyla ilgili teşhis koymam suç olamaz.

Müştekinin doktor yorumu yapmamı hakaret sayarak şikâyet etmesi, narsisistik kişilik bozukluğu teşhisini doğrulamaktadır.

Çünkü narsisistik kişilik bozukluğunun en temel teşhis kriterlerinden birisi de
eleştiriye tahammülsüzlüktür.

NARSİSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU

Bu noktada Sayın mahkemenin müsadesiyle şikayetçi tarafından hakaret olarak addedilen narsisisistik kişilik bozukluğu hakkında özet bir bilgi vermek isterim. Karar yüce
Türk adaletinindir. Narsisistik kişilik bozukluğunun temel özelliği büyüklenmecilik ve üstünlük duygusudur. Tüm dünya Psikiyatristlerinin kabul ettiği DSM-IV tanı ölçütlerine göre, bir kişiye narsisistik kişilik bozukluğu denebilmesi için aşağıda verilen kişilik özelliklerinin beşinin bulunması yeterlidir: (BELGE 4)

1. Kendisinin özel, eşi bulunmaz ve herkesten çok daha önemli olduğunu düşünür.
2. Sınırsız başarı, güç, zeka, güzellik ve yetenekleri olduğunu sürekli deklare eder.
3. Üstün, seçilmiş ve ilahi kuvvetlerce vazifelendirilmiş olarak bilinmeyi bekler.
4. Kendilerine hayrandır. Çok beğenilmek ve sürekli dışardan onay görmek ister.
5. Her şeyi yapmaya hak kazanmış ve özellikle kayırılacak bir kişi olduğunu düşünür.
6. Kendi çıkarları için, amaçlarına ulaşmak için başkalarının zayıf yanlarını kullanır.
7. Empati yapamaz, başkalarının duygularını ve gereksinimlerini tanımaz.
8. Her başarılıyı kıskanır ya da başkalarının kendisini kıskandığına inanır.
9. Küstah, kendini beğenmiş davranış ya da tutumlar sergiler.

Narsisist kişi her yaptığının mükemmel olduğunu düşünür. Eleştiriye duyarlılık
ve kırılganlık narsisitik kişilik yapısının en belirgin özelliklerindendir. Narsisistik kişi kendini aşırı değerli hissettiği için eleştirilmeye karşı çok duyarlı ve kırılgandır.
Şikayetçi Erdoğan da kırılgandır. Bir doktor teşhisini şikayet ederek dava açtığına göre, belli ki epeyce kırılmıştır. İşte kendisi için de, yakın çevresi için de, ülkemiz için de, içinde yaşadığımız coğrafyamız ve hatta dünya için de endişelerimiz bu noktadan kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede şikayetçi Erdoğan’ın bir sonraki celseye teşrif etmesini, sizlerin huzurunda, sizlere ve şikayetçi olduğu bendenizin gözetiminde şikayetinin derinindeki dinamikleri, nereden rencide olduğunu anlatmasını talep ederim.

Bununla birlikte şikayetçinin şikayetlerini ve dinamiklerini dinlemek ve bilirkişi
heyet raporu vermek üzere, tarafsız bir üst kurum olan Türk Tabipler Birliği’ni temsilen bir Psikiyatristler heyetinin yüce mahkemenize gelerek gözlem ve inceleme yapmasını talep ederim.

Böylelikle şikayetçi için kullandığım “narsisistik kişilik bozukluğu” kavramının
bir teşhis mi, yoksa teşbih mi olduğu konusunda yüce mahkemenizin karara varmasının da daha adil olacağını düşünmekte olduğumu bildiririm.

Hal böyle olunca özetle şikayetçi Recep Erdoğan’ın bu mahkemeye gelmeyecek olursa, tam teşekküllü bir hastanede söz konusu belirti ve bulgulara sahip olmadığının belgelenmesini, aksi halde hatalı teşhis ve beyanda bulunduğumu kabul edeceğimi
açıkça beyan ederim.

Kısaca,

Recep Erdoğan’ın akıl sağlığı durumunun bilirkişilerce rapor edilmesini talep ederim.

SON SÖZ

Yüce mahkemenizin, hekim olan şahsımı, bu davayla suçlu bulması halinde
tarihe geçeceğini düşünmekteyim. Şöyle ki; “hakaret davası” olarak anılan bu davada, dava konusu olan bir hakaret söz konusu değildir. Çünkü ben bir teşbih yapmadım,
teşhis koydum. Teşhis koyan bir hekimi yargılayan bu mahkeme, hakaret davasına baktığı için değil, teşhis koyan tıp bilimini yargıladığı için tarihe geçecektir.

Saygılarımla…

————
Gezi’de,”Camiye ayakkabılarıyla” girdiler diyerek kıyameti koparan da;
türbenin yıkılmasını başarı sayan da aynı Recep Tayyip Erdoğan..

=================================

NARSİSTİK KİŞİLİK BOZUKLUĞU ve ERDOĞAN

Dostlar,

Son derece ilginç bir tablo ile karşı karşıyayız.
80 milyona varan nüfusuyla dev bir ülke ve pek çok başka devlet, uluslararası kurum..
RT Erdoğan’ın 1 yılı aşan yönetiminden illallah demektedir.

Bir “hal” çaresi bulunamamaktadır.
Toplum neredeyse nefsi müdafaya geçmiştir.
RT Erdoğan’ın davranışlarındaki tutarsızlıklar, çelişkiler onlarca, yüzlercedir.

Önceki gün de “ülkemizin bir anonim şirket gibi yönetilmesi gerektiğini” söyleyerek demokrasiden ne denli uzak ve son derece tehlikeli niyet ve düşünceler taşıdığını
kendi ağzıyla açıklamıştır. Şirketler Kapitokratik / Kapitokrasi ile (sermeye gücü ile, kapital ile) yönetilen yapılardır; toplumlar ise Demokrasi ile yönetilirler.
Kadim Plato’dan bu yana Demokrasi 2500 yıldır insanlığın özlemi – hedefidir ve Anayasamız da Türkiye’nin Demokratik bir Cumhuriyet olduğunu değiştirilemez bir hüküm olarak koymuştur (md. 2 ve 4).
***
“Narsisitik kişilik bozukluğu” seyrek görülen bir durum değil, tersine “sıkça” rastlanan
bir tablodur. RT Erdoğan’ın, haydi “Bozukluk” (İngilizce Disorder) sözcüğünü kullanmayalım, “Narsisitik bir kişilik” olduğu ülkemizde yaygın olarak konuşulmakta ve kabul görmektedir. Eski deyimle böylesi bir tanı vaka-i adiyedendir, sıradanlaşmıştır.

Öte yandan bir insana “Narsisitik kişilik bozukluğu” tanısı koymak için hekim olmak bile gerekmez. Hele tıpta herhangi bir dalda uzman hekim olmak hiç gerekmez.
Başta Pikologlar olmak üzere, ortalama her aydın, özellikle siyaset bilimciler, diplomatlar, öğretmenler…  böylesi bir tanıyı koyabilirler. Kişinin bir hekimin muayenesinden geçmesi de gerekmez. Kamuoyu önünde sergilenen sürgit davranışlar yeter ipucu hatta kanıttır.

RT Erdoğan’ın kişilik özelliği herkesin malumu iken, hekimler arasında yaygın olarak kabul görmekte iken; saygın ve kıdemli meslektaşımız Uz. Dr. Mustafa ALTIOKLAR “Kral çıplak” deme cesaretini göstermiştir.

Apaçıktır ki; aleme malum bu değerlendirmeyi – yargıyı – nitelemeyi … TIBBİ TANIYI “hakaret” gerekçesiyle dava etmek ise merdi kıptinin şecaat arzını çağrıştırmakta,
kendini ele vermektedir.

Bu sitede daha önce benzer kaygılar dile getirilmiş, Türk Tabipleri Birliği ile
Türk Psikiyatri Derneği‘nin, Türk Psikologlar Derneği‘nin meşru girişimlerde bulunması gerektiği vurgulanmıştı.

Şimdi, davacı olarak, aslında ayna tutarak kendisine ve ülkemize çok hayırlı bir iş yapmış olan Sayın Dr. Mustafa ALTIOKLAR’ın cezalandırılmasını istemek yerine, RT Erdoğan, resmi bir Psikiyatristler kurulunca muayeneyi kabul etmeli ve böylesi bir kişiliğinin olmadığını kanıtlamalıdır. Böylelikle şüyuu vukuundan beter bir durum aydınlatılmış olur.
Kendisi muayeneye yanaşmazsa, mahkemece, durumun netleşmesi için bilirkişi kurulu oluşturularak Uz. Dr. Altıoklar’ın koyduğu tıbbi tanının, kendisinin de pek yerinde istemine dayalı olarak yerindeliği / yerindesizliği belirlenmelidir.

Dr. Altıoklar’ın RT Erdoğan’ı sağlık raporu almaya zorlaması kişisel olarak
olanaklı değildir.

Öte yandan davaya bakan mahkeme böylesi bir yola başvurmadan nasıl hüküm kuracaktır?

Sav sahibi, savının kanıtlanması için mahkemeden yardım istemekte,
mahkemeyi göreve çağırmaktadır.

Ceza mahkemesi, ceza yargılaması hukukunun gereği olarak sanığın lehine ve aleyhine tüm kanıtları toplamak zorundadır. Dr. Altıoklar’ın, Erdoğan’a kurul sağlık raporu verilmesi isteminin reddi olanaklı değildir.

Kaldı ki; ülkenin üst düzey yöneticilerinin beden – ruh sağlığı ile ilgili olarak kamuoyunda bir kaygı – kuşku doğduğunda, demokratik gelenekler, bu kişilerin kendiliğinden
sağlık kurumlarına başvurarak durumlarını belgelemelerini ve kamuoyu ile paylaşmalarını gerekli hatta zorunlu kılar.

Dr. Altıoklar, Türkiye’de de böylesi bir geleneğin yerleşmesine hizmet etmiş olacaktır.

Açık bilimsel veridir ki; “Narsisitik kişilik bozukluğu”
demokrasi ile bağdaşmaz.
Narsisist kişiler demokrat değillerdir, olamazlar.

Bu durum Ülkenin selameti açısından son derece sakıncalıdır. Nitekim demokrasi ve Anayasa dışı pek çok istem ve eylem RT Erdoğan tarafından Türkiye’ye dayatılmaktadır.
Örneğin Demokrasinin bir tramvaya benzetildiği, istenen durağa gelindiğinde inileceği, laikliğin cumhur isterse tabii gideceğini… vd. apaçık söylenmiştir.
Cumhurbaşkanlığı yemini ve Anayasa ayaklar altındadır; Demokrasinin olanakları
kötüye kullanılarak fiili bir darbe yapılmakta, ülkemiz hızla totaliter bir rejime sürüklenmektedir.

Cumhurbaşkanı bile olsa, kişilik haklarına hakaret edildiği sözde savları ardına saklanarak sorumlu yurttaşlık görevini yüreklilikle yerine getiren kişilerin üzerine, “en iyi savunma saldırıdır” taktiğiyle gitmek hukuk ve demokrasi içi değildir. Dava açan savcılığın yargısı son derece sığ ve bilim dışıdır :

“Akıl hastalığına vurgu yapılması, eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırlarını aşarak hakaret suçu teşkil etmektedir.”

31 yıllık kıdemli hekim Uz. Dr. Mustafa Altıoklar akıl hastalığı vurgusu / iması da yapmamakta, akıl hastalığı tanısı koymaktadır. Tıbbi tanı koymak “eleştiri ve düşünce özgürlüğü” kategorisinde bir davranış değildir ki, bu sınırlar aşılarak hakaret suçu
işlenmiş olsun! Bu davranış ve eylem; yani “narsisitik kişilik bozukluğu” tanısı koymak, profesyonel sorumluluk gereği yetki ile yerine getirilen, üstün kamu yararı açısından kaçınılması olanaklı olmayan bir edim, bir eda / borçtur, Hipokrat yemininin gereğidir.
Yavuz hırsızlık yöntemleri ile agresyon göstererek Dr. Altıoklar’ı linç yerine,
buyurun, resmi bir uzman hekimler kurulundan raporla durumunuzu belgeleyin.
Bu sizin de ülkenin de hayrına olacaktır.

Türk Tabipleri Birliği derhal devreye girerek, bilimsel gerçeğin hızla aydınlatılması için tüm olanaklarını seferber etmelidir.

Unutulmasın; söz konusu Vatan olunca, geri kalan her şey teferruattır.

Yazının tümü, pdf olarak : NARSISTIK_KISILIK_BOZUKLUGU_ve_ERDOGAN

Sevgi ve saygıyla.
19.3.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : 46, eski Türk Ceza Yasası’nın maddesidir, 5271 sayılı yeni Ceza Yasasında karşılığı 32. maddedir.

AKIL HASTALIĞI
Madde 32 – (1) Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. 

Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.

(2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir.
Diğer hâllerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir.
Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.