Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

Ceyhun BALCI : ATLETİZM

ATLETİZM

portresi

,

Dr. Ceyhun BALCI
08.07.2016

 

Süreyya AYHAN
Aslı ÇAKIR ALPTEKİN
Gamze BULUT
Nevin YANIT
Kare asa eşdeğer kadın atletlerimizdi!
Avrupa Atletizm Şampiyonası Amsterdam’da sürüyor.
Yaklaşık 1 ay sonra da olimpiyatlar var!
Zaman su gibi akmış!
Dört yıl önce Londra Olimpiyatları’nda ancak düşümüzde görebileceğimiz anlar yaşamıştık. 1500 metre kadınlarda altın-gümüş alıp olanaksızı gerçekleştirmiştik!
Yarışı izleyen anlardaki RTE gösterisi hiç aklımdan çıkmaz. Bu eşsiz başarı doruktakilerce de bir güzel kullanılmıştı. Sefasını sürenler, cefasına gelince ortalıklarda yoklar.
Süreyya AYHAN heyecan veren yarışlar izletmişti!
Nevin YANIT da 100 metre engelli gibi tarihte hiç olmadığımız bir dalda
Avrupa şampiyonluğu yaşatmıştı. Şimdilerde bu dörtlünün adını anmakla yetiniyoruz.
O da buruklukla!
Sporcu kadar spor yönetiminin de önemli olduğu anlaşıldı bu örnekler gereğince!
Özensiz olduğu kadar dopinge özendirici olduğu anlaşılan feci bir spor yönetimi.
İşe oradan başlanmalı. Ardından, baş döndürücü ödül yönetmeliği gözden geçirilmeli. Ödül başarıya özendirdiği kadar, dopinge yöneltici nicelikten uzak olmalı!

1-1

Doping yıkımına uğramış Türk atletizmi belli ki devşirmeciliği kurtarıcı olarak görmektedir. Amsterdam’a götürülen 49 atletimizin 16’sının Türkiye dışında doğmuş olması anlamlı bir nottur. Madalya umutlarının da devşirmelerde vücut bulmuş olması
bir o kadar ilginçtir.
Bayrağımızın göndere çekilmesi ve ona eklenebilecek İstiklâl Marşı hepimizi gururlandırır.
Sorgulayıcı ve düşünen olmamanız koşuluyla!

yasemin can

10 bin metre kadınlar şampiyonu Kenya asıllı Türk (!) Yasemin CAN!

Sporun hemen her dalında devşirmeciliğe yer var! Kararında olmak şartıyla. Devşirmecilik sporunuzun omurgasını oluşturmaya başlarsa alay konusu olursunuz! Var olan potansiyeli harekete geçirirse sürdürülebilir başarıya erişebilirsiniz. Tıpkı dozu aşan ilacın zarar verici olması gibi!

ali harvey

100 metre erkekler ikincisi Jamaika asıllı Türk(!) Jak Ali Harvey

Seksen milyon kişinin yaşadığı bir ülkede dikkat çekici boyutlara varan devşirmecilik elinizdeki potansiyeli değerlendirmekten uzak olduğunuzun başka deyişle kitle sporu yaptıramadığımızın göstergesidir.

emel dereli

Zonguldaklı Emel DERELİ kadınlar gülle atmada üçüncü olarak nazar boncuğumuz oldu.

Yarardan çok zarar veren, gazete haberine konu olduğu gibi alay konusu bile olabilen devşirmecilik onur ve gurur vermek bir yana çok utanç kaynağına dönüşebilir.
http://www.hurriyet.com.tr/ingiliz-gazeteci-turkiyeyi-kizdiracak-40135012

===================================

Dostlar,

Biz de gururluyuz sporcularımızın başarılarından..

Türkiye nitelikli siyasal kadrolarla yönetilse, gerçek gizilgücü (potansiyeli) ortaya çıkacak.
Ancak şimdilerde kayalık yamaçlarda tutunmaya çalışan bir tutam yaşam yeşilliği gibi..

Kuşku yok bu dönem de geçecek..
Halkımız deneyip – yanılarak öğrenecek, siyaseti tanıyacak..
Daha akıllı siyasal seçimler (tercihler) yapacak.
Gerçek bir siyasal katılma ile de toplumumuz pek çok sorununu yoluna koyacak..

Başarılı sporcularımızı, özelikle kadın sporcularımızı gönülden kutluyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
08 Temmuz 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Bayram Tatilinde 6 Günün Kaza Bilançosu: 93 Ölü – 288 Yaralı!

Bayram Tatilinde 6 Günün Kaza Bilançosu:
93 Ölü, 288 Yaralı!

Bayram tatilinin 6’ncı gününde yurt genelinde karayollarında meydana gelen
trafik kazalarında 93 kişi yaşamını yitirdi, 288 kişi yaralandı.

Bayram Tatilinde 6 Günün Kaza Bilançosu: 93 Ölü, 288 Yaralı
Güncelleme notu : Bayram tatilinde 9 günün kaza bilançosu: 132 ölü – 500’e yakın yaralı!

9 günlük Ramazan Bayramı tatilinin 6’ncı gününde yollar kan gölüne döndü.
Yurt genelinde meydana gelen trafik kazalarında 93 kişi yaşamını yitirirken,
288 kişi yaralandı.

Bakanlar Kurulu kararıyla Ramazan bayramının arife günü olan 4 Temmuz  (2016) Bayram tatilinde 6 günün kaza bilançosu: 93 Ölü – 288 yaralı!

Pazartesi ile ardından 8 Temmuz (2016) Cuma gününü kamu personelinin idari izinli sayılmasıyla 9 güne çıkan Ramazan Bayramı tatilinde kentler boşaldı.
Başta İstanbul olmak üzere büyük kentlerden kıyılara 1 Temmuz Cuma akşamından başlayan ‘bayram göçü’ arife gününe kadar sürdü. TEM başta olmak üzere
şehirlerarası yollarda trafik zaman zaman kilitlenirken, uyarılara ve alınan önlemlere karşın trafik kazalarıyla yollar yine kan gölüne döndü.

GÜN GÜN KAZALAR

Yurt genelindeki karayollarında geçen 1 Temmuz Cuma akşamından bu gün (7 Temmuz) saat 17.00’ye dek meydana gelen kazalarda 93 kişi yaşamını yitirdi, 288 kişi de yaralandı. En çok kaza, 26 kişinin öldüğü 72 kişinin yaralandığı Pazar günü meydana geldi.

Gün gün kaza bilançosu şöyle:

1 TEMMUZ: Cuma günü Sakarya, Bursa ve Denizli’de meydana gelen 3 kazada 9 kişi yaralandı.

2 TEMMUZ: Cumartesi günü Bolu, Antalya, Kayseri, Aydın, Kocaeli, Şanlıurfa, Trabzon ve Bursa’da ölümle sonuçlanan kazalarda 13 kişi yaşamını yitirdi. Bolu’da tünel girişine çarpan TIR’da 5 kişi yanarak can verdi. Ölümlü kazalarla diğer kazalarda toplam 29 kişi yaralandı.

3 TEMMUZ: Pazar günü Sinop, Bursa, Antalya, Denizli, Niğde, Aydın, Bilecik, Isparta
ve Mersin’de ölümle sonuçlanan kazalarda 26 kişi yaşamını yitirdi. Sinop’taki kazada 5, Bursa’daki kazada 4, Antalya, Denizli, Aydın, Niğde, Bilecik’teki kazada 2’şer kişi öldü. Bu kazalar ve aynı gün meydana gelen trafik kazalarında 72 kişi yaralandı.

4 TEMMUZ: Ramazan Bayramı arifesi pazartesi günü Samsun, Kahramanmaraş, Kayseri, Adıyaman, Sakarya, Bayburt Muğla, Şanlıurfa ve Kastamonu’da meydana gelen kazalarda 19 kişi yaşamını yitirdi. Samsun’daki kazada 4, Kahramanmaraş’taki kazada 3 kişi öldü. Pazartesi günü ölümle sonuçlanan kazalar ve diğer kazalarda 48 kişi yaralandı.

5 TEMMUZ: Bayramın ilk günü olan salı günü Bolu, Konya, Antalya, Çorum, Denizli, Tekirdağ, Sivas, Bursa’da meydana gelen kazalarda 11 kişi yaşamını yitirdi 57 kişi yaralandı.

6 TEMMUZ: Bayramın 2’nci günü olan çarşamba günü Antalya, Sakarya, Kırıkkale, Aydın, İzmir, Manisa, Kahramanmaraş, Kocaeli, Kastamonu, Gaziantep, Konya ve Karabük’te meydana gelen kazalarda 11 kişi yaşamını yitirdi, 37 kişi yaralandı.

7 TEMMUZ: Bayramın 3’üncü günü olan perşembe günü saat 17.00’ye kadar Kocaeli, Kırıkkale, Adana, Elazığ, İzmir, Denizli, Zonguldak, Muğla, Adıyaman, Sakarya ve Isparta’da meydana gelen 13 ayrı kazada 13 kişi yaşamını yitirdi, 36 kişi yaralandı. Kocaeli Kartepe’deki kazada 4 kişi öldü, 1 kişi yaralandı.

Haberler.com – Güncel Haber, Son Dakika Haberleri

========================================

Dostlar,

Şimdi sormayalım mı 14 yıla yakındır tek başına iktidar olan AKP;

– kaç km bölünmüş karayolu yaptı?
– kaç km yeni karayolu yaptı?
– kaç km yeni otoyol yaptı?
– kaç yeni havaalanı yaptı?
Çöken, göçen, sele giden, çakır  çukur… zeminden vazgeçtik..

Bunlara karşılık;

– kaç km yeni demiryolu yaptı?
– insan taşıma amaçlı kaç denizcilik hattı açtı?

Bunca kıyımın, kanyollarına dönüşen ”karayollarının” sorumlusu kim??

Eyyy Müslüman necip milletimiz;

İşte ”soru sormayı”, yaşamı sorgulamayı unutursan, kutsal kitabını bile kendi dilinde anlayarak öğrenmek yerine Arapça Kuran hafızlık kurslarında zihinsel soykırıma uğratılırsan, her şeyi ”Allah’tan” kabul edip göz yaşları ve acı içinde kan – revan kıvranmaya devam edeceksin.

Ne olur, azıcık aklını kullan..
Şu ünlü 5N1K formülünü uygula, biraz biraz, hemen başla..

1. Ne ?
2. Neden – Niçin ?
3. Nerede ?
4. Nasıl ?
5. Ne zaman ?
Ve
Kim?

İnsan olmanın 1. koşulu aklını özgürleştirmedir. Bu da sorgulayarak olur!

1 Temmuz Cuma günü akşama doğru işten en son biz ayrılırken oradaki 2 arkadaşımıza (Zekeriya ve Adem),

– Bu bayramda kanyollarında (karayolları!) kaç can veririz?

diye sorduk. ‘‘İnşallah hiç olmaz..” dediler.
Biz de, korkarız gene 100’ün (yüz!) altına inmez, göreceğiz.. dedik..
Günlük ”ortalama”  ölüm (kurban!) sayısı ne yazık ki son yılların verisiyle 15 gibi.
6 günlük rakam 93.. 7 Temmuz akşam 17:00’den bu yana son 7 saat verileri heniz yok.

Türkiye Demiryolları ve Denizyolları özellikle yolcu ve yük taşımacılığını artırmak
ve karayollarını 3. sıraya düşürmek zorundadır. Son olarak da havayolu taşımacılığı..
Ne yazık ki bizde sıralama altüst..
Neden böyle acaba?
Neden karayolu insan – yük taşımacılığı sektörü sınırlan(a)mıyor?

Mafya – tarikat – din – siyaset – ticaret – iman – rant ??

Hangisi, hangileri??
(Osmangazi Köprüsü ile devleti soyma hakkındaki yazımızı bir kez daha okuyunuz lütfen..
https://ahmetsaltik.net/2016/07/02/osmangazi-koprusu-buyuk-bir-soygun-eseridir-eyy-akpliler-sizler-devleti-soyuyorsunuz/)

Sevgi ve saygı ile.
07 Temmuz 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Nihat Genç yazdı: İslamcılığın son günü

Nihat Genç yazdı:
İslamcılığın son günü

portresi

 

 

 

 

Dostlar,

Çok değerli, birikimli ve yürekli yazar Sayın Nihat GENÇ‘ten oldukça önemli bir yazı..
Epey uzun ama okumaya değer.. Okunmalı… Yazı, biraz sıkıştırarak 8 sayfa.
Nasılsa uzuuun mu uzun tatillerdeyiz milletçe..
Yöneticilerimiz bizlere böyle uzun tatiller bahşediyor (!),
bizler de kanyollarına dönen karayollarında her 9 günlük tatilde günde
ortalama 15 kurban veriyoruz..

5 günün bilançosu: 77 ölüm, 212 yaralı..
Düşen helikopterde yitirilen 7 insanımız dışında..

Allah bir parça akıl versin bu topluma.. başka ne demeli??

Sevgi ve saygı ile.
07 Temmuz 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

pdf biçiminde : Nihat_Genc_yazdi_Islamciligin_son_gunu

====================================

ARTIK KIRK YILLIK BİR TARİHİN BİR DÖNEMİN SONUNA GELDİK
HEM CEMAAT HEM DE İSLAMCI KUŞAKTA BENİ EN ÇOK ŞAŞIRTAN…
KASITLA ACISI SICAK BERKİN’İN AİLESİNE İFTİRA ATIYOR
İFTİRALARA KARŞI İSLAMCI YAZARLAR YEDİ YIL SUSKUN KALDI
ERDOĞAN İSLAMCI İDEOLOJİNİN DEVRELERİNİ YAKMIŞ SİGORTALARINI ATTIRMIŞTIR
MESELA GEZİ OLAYLARI’NIN GERÇEK SEBEPLERİNİ HER BİR İSLAMCI İYİ BİLİYORDU
DÜZ BASİT MÜSLÜMANLARI HİÇ CİDDİYE ALMAZLAR
İÇ VE DIŞ POLİTİKADA KIMILDAYACAK HALLERİ YOK

Türkiye’de ve dünyada İslamcılığın yükselişine şahit olan bir hayat yaşadık. Binlerce makale kitap okuduk. Türkiye’yi ve dünyayı nasıl bir felakete sürüklediklerini gördük. Partilerini tanıdık. Gazetelerini okuduk. Liderlerini her gün izliyoruz.

Bir de üstüne İslamcılar uzaydan gelmediler, eli kalem tutanların ve siyaset yapanlarının yüzde doksanına varan bir kısmını ilk gençlik yıllarından beri takip ediyoruz arkadaşlıklarımız var. Savruluşlarını dangalaklıklarını sebepsiz öfkelerini mazlum edebiyatlarını hızla zenginleşmelerine ve birden Suriye’de Müslümanı Müslümanı öldürecek denli gözlerini karartmalarına şahit olduk.

ARTIK KIRK YILLIK BİR TARİHİN,
BİR DÖNEMİN SONUNA GELDİK

İki gün önce Tayyip Erdoğan’ın İsrail’le andlaşma sonrası Mavi Marmara ve İHH için ‘giderken bize mi sordular?’ çıkışıyla artık kırk yıllık bir tarihin bir dönemin sonuna geldik… İsrail’i dost ve müttefik ve kendi ideolojik arkadaşlarını karşısına alan ‘bana mı sordunuz’ çıkışı, Milli Nizam Partisi’nin kurulduğu günden bugüne İslamcılık ideolojisinin yaşadığı en büyük parçalanmadır.

Yenilikçilerin Erbakan’dan ayrılması büyük bir kırılmaydı ama iktidarın getirdiği nimetler bu kırılmayı affettirdi ve iktidar ağızlarının popülist idealist İslamcı söylemleri ve imam hatipler başörtüsü konusunda icraatlar
bu büyük kırılmaya çelikten kaynak gibi onarmış gibi benimsendi. 
Birkaç ay önce Davutoğlu’nun nedensiz kovuluşunu hem gençlik hem partililer hazmedemedi ve parti bitmeyen bir kavganın içine girdi. Ancak şimdi daha devasa bir patlama oldu, İslamcı İdeolojiyle büyük bir kopuş dönemine girildi.

Yani ‘dik dur eğilme Kastamonu seninle’ sloganlarının sonuna geldik.

HEM CEMAAT HEM DE İSLAMCI KUŞAKTA
BENİ EN ÇOK ŞAŞIRTAN…

Bugün Yeni Şafak’ta Karar Gazetesi’nde ve birçok ekranda iktidarları boyunca konuşup yazıp duran İslamcı kuşağın yüzde altmış yetmiş demiyorum yüzde doksanını çok yakından ve çok içerden ve çok özel ilişkileriyle tanırım. Ben bir yazarım, bu toprağa borcum ve sözüm var, şahitliğimi tarihin sayfalarına bırakmak zorundayım ve İslamcı İdeolojinin iktidar tarafından nihayet terk edildiği bugün, ilk kitap okudukları günden beri takip ettiğim onlarca İslamcı yazarın‘hezimetle biten’ bu son günlerinde bir büyük hayat dersini hatırlatmak zorundayım.

Hem Cemaat hem de İslamcı kuşakta beni en çok şaşırtan: operasyonlar sürecinde akıl almaz gaddarlıkları ve duygusuzlukları ve oh olsun hak ettiler korosunun başını çekmeleri oldu. İşte bu süreçte, bilimsel anlamıyla ve kitabi bilgiyle tam olarak: suçluluk duygusu noksanlıklarını gördüm, şaşırdım. Güvenilmez sahtekar olduklarını gördüm şaşırdım. Benmerkezci olduklarını gördüm şaşırdım. Samimi ilişki kurmayı beceremediklerini gördüm şaşırdım. Cezadan ve başlarına gelen felaketlerden ders çıkartamayışlarını gördüm şaşırdım. Kendi davranışlarını kavrama noksanlıklarını gördüm şaşırdım. Önceden bir plan yapmayı öngörmeyi beceremeyişlerini gördüm şaşırdım. Gazete yazarından başbakan Davutoğlu’na Tayyip Erdoğan’a kadar bu gözlemlerim beni hayal kırıklığından öte insanlık adına kahredici isyan eden bir noktaya taşıdı ve bir soru sordum, bir insan evladı, bu kadar zalim duyarsız nasıl olabilir?

Bir zaman vakit bulursanız Say Yayınlarından ‘Kötülüğün Anatomisi’ kitabını okuyun. Yıllardır bu sütundan bu arkadaşlara söylediğim ve yaptığım ağır muhalefetin psikolojik köklerine dair neler söyledim neler yazdım, bilimsel olarak birlikte anlamaya çalışalım. Ülkede ve orta-Doğu’da milyonlar göç ediyor, yüzbinlerce çocuk öldü, yüzbinlerce çocuğun eli kolu kesildi, IŞİD canavarı peydah oldu, ülke içinde Gezi Olayları meydana geldi, gençler acımasızca öldü onlarcasının yüzü gözü dağıldı, ve Orta-Doğu’da Arap Baharı ve ülkemizde yine Ergenekon Balyoz Oda Tv operasyonlarıyla ordu emniyet tasfiye edildi, yağma gasp hukuk dışılık olağan hale geldi. Tüm bu olayları izlerken hep aynı soruyu bu sütunlardan sordum: bu kadar kör bu kadar hain bu kadar acımasız bu kadar aptal bu kadar öngörüsüz bu kadar kukla bu kadar cahil nasıl olabilirler?

Yazımın sonunda hikaye ederek söyleyeceğimi acelesi olan okuyucular için baştan söyleyeyim: İsrail ve Amerika ve Suudlar orta-doğu’da İslamcı ideolojiyi Bağlantısızlar hareketinin en önemli liderlerinden ve Arap dünyasını büyük lideri Cemal Nasır’ı ve Baas’ı ve milli sosyalist oluşumları ve milli devletleri yıkmak için beslediler. Besledikleri İslamcı oluşumlar güçlendikçe tıpkı Afganistan’daki gibi İsrail ve Amerika ve Suudlar’ın zaman zaman kontrolünden çıktı ancak depremler felaketler Arap Baharları büyük iç savaşlar, bugünkü sonuca geliyoruz. Başta Arafat ve diktatörlüğe dönüştürülen Saddam Esat ve Türkiye’deki ‘kemalist’ diye damgaladıkları orduyu yerle yeksan ettiler. Yani, görev tamam. Ve son hamle: Ümmetin lideri ve İslamcı ideoloji yuvasına döndü: İsrail’in kucağında…)

Ne hazindir ki (onlarca İslamcı yazar ve önderi çok ama çok yakından tanıdığım için) cevabı çok zor bu siyasi soruları bugün sorabilecekleri bağımsız bir yayın organları dahi kalmadı ellerinde. Ancak bizim elimizde bu süreçte dönüştükleri insanlıkdışı ‘acımasız gaddarlığı’n psikolojik yönlerini insanlık için anlamak gibi büyük bir dert kaldı.

KASITLA, ACISI SICAK BERKİN’İN AİLESİNE İFTİRA ATIYOR

Öncelikle büyük iç savaşlar ve I. ve II. Dünya savaşından sonra yazılıp çizilen sosyolojik ve psikolojik değerlendirmeleri sil baştan yeniden önüme koydum, bu acımasız kişilik, bu otoriteye tapınan insanlar, bu başkalarına kör yazarlar, bu kitleselleşen kötülüğün sıradanlaşması, nedir, bir daha anlamaya çalıştım. Küçük örneklerle hatırlayalım düşünün bir lider toplumun sokak olaylarıyla infilak ettiği günlerde ekrana çıkıyor ve Mısır’da öldürülmüş bir kız çocuğu için ağlıyor, ağlaması güzel, ancak bir dakika sonra aynı liderin Berkin Elvan’ın öldürülmesine(güvenlikten ve hukuktan kendi sorumluğu olduğu halde) aynı tepkiyi vermiyor, hatta kasıtla acısı sıcak Berkin’in ailesine iftira atıyor.

Kendi klanına duygulanıp ağlayan ama başkalarının acılarına kapalı, yüzlerce örnek vermek mümkün. Ve on beş yıl aralıksız sebepsiz bir öfke, binlerce örnekten bir tanesi, toplum Ensar Vakfı’nın sapığını konuşurken ekrana çıkan İslamcı yazar bir zamanlar başörtüsü eylemi yapan kız öğrencilerin gözaltına alınıp ne acılar ne zulümler yaşadıklarını anlatıp Ensar Vakfı sapığının konuşulduğu programa bu şekilde saçma bir girizgahla lafa giriyor, buna benzer, bağlamı anlamı tamamen kopuk, on binlerce tartışmaya konuşmaya milletçe şahit oldunuz. Onlarca İslamcı yazarı birebir yüz yüze yakın ilişkilerle tanıdığım için büyük şaşkınlığım daha da büyüdü ve sorum hep şu oldu: empati duygusundan neden yoksunlar! Neden bu kadar gaddar ve duyarsızlar?

Empati kısaca, birinin eline iğne batmasını gördüğünüzde beyninizde o iğne sizin elinize batıyor hissi yaşamanızdır. Ancak beyninizde bir bölge hasar görmüşse iğne batmasına ilgisiz kalırsınız. Bir işçinin kafasına çubuk saplanıyor ve ameliyatla çıkarılıyor, ameliyat sonrası işçinin empati duygusunu kaybettiği görülüyor, çünkü çubuk beyinde empatiyle ilgili bölgeyi harap etmiş. Bu yazarların kafasına İslamcı ideolojinin çubuğu battı ve o bölge duyarsız hale geldi. İnsan beyninde ‘sosyal ve duygusal bilginin deposu bölge’ hasar görürse empati ortadan kalkar, başkasına merhamet başkasına şefkat başkasının acısına ortak olmak, ortadan kalkar.

Beyindeki empati devresinin iptaliyle, acımasız gaddar başkasının acılarına kapalı bir insan olursunuz, başıboş kalırsınız, bencilleşirsiniz, cinayet ve tecavüz sizin için ahlaki sorun olmaktan çıkar, Ensar Vakfı sapığında olduğu gibi, nice örnek. Daha ötesi psikopat tipi azgın psikojik vaka haline gelirsiniz, durdurmak mümkün olmadı, bu psikopat tipi kitlelerine çoktan bulaştırıldı.

İFTİRALARA KARŞI İSLAMCI YAZARLAR
YEDİ YIL SUSKUN KALDI

İslamcılık bir ideoloji olarak kendi taraftarlarında ‘empati duygusunu’ nasıl yok etti, şöyle:

Öncelikle İslamcılığın bir hedefe odaklanması yüzünden. Bir hedefe odaklananlar yanı başında etrafta olup bitenlerle çok da ilgilenmez. Hedefe giden yolda arızalar irili ufaklar felaketler çıkabilir, insanlar ölebilir, işkence görebilir, hukuksuzlar olabilir, insan hakları ihlalleri normaldir, çünkü bunlar üstünde durulmayacak önemsiz hadiselerdir, hedefe şartlanılmıştır. Yani, Şam’da Cuma namazı ya da Gazze’yi ablukadan kurtaracak ümmetin büyük liderinin hırsızlıkları bakara makara maskaralıkları ve operasyon mahkemelerinde binlerce insana yapılan hukuksuzlar ve cemaatin iftiralarıyla makamları elinden alınan hayatlar, çalınan imtihan sorularıyla hakları ellerinden alınan milyonlarca gencin acıları, hepsi önemsizdir.

Bu yıllarca çalınan sorular bu yıllarca atılan iftiralara karşı İslamcı yazarlar yedi yıl suskun kaldı, bu feryatların ve acıların hepsini duymazdan geldiler, ta ki 17-25 operasyonuyla kendi başlarına gelene kadar. Çünkü ‘odaklandıkları’ hedefleri vardı: ümmetin liderliği, Osmanlı haritası, Şam’da Cuma, Gazze’yi kurtarmak. Ve kırk yıldır odaklandıkları bu mübarek yolda insan aklına gelip gelmeyecek her türlü vatan hainleriyle işbirliğine girmek, bir zamanlar Soros’un liberalleriyle bir zamanlar Suriye’nin çok sonra IŞİD saflarına girecek kanlı örgütleriyle, bir zamanlar Amerika’nın savaş makinesinin eş başkanlığıyla, bir zaman PKK’yla çözüm masasında, bir zamanlar cemaatle…

Odaklandıkları kilitlendikleri şartlandıkları büyük hedefe varabilmek için ahlak merhamet insanlık hukuk tanımadan herkesle her şekilde ittifaklar kurdular. Odaklandıkları hedefin hatırına mideleri kalksa da liberallere katlandılar cemaate inanmasalar da Müslüman kardeş göründüler acılara işkencelere hukuksuzluklara sessiz kaldılar. Ve İslamcılık ideolojisi ümmetin liderini ilan etti ve ümmetin lideri Orta-Doğu’da kılıcını çekti, biz-siz demeye kafir-müslüman demeye, biz-onlar demeye, toplumu dünyayı geçtim Müslümanları içerden iki kutuba mezheplere ayırmaya başladı.

Burası da önemli, şayet beyninizden ötekileri çıkartıyorsanız, şayet zihninizde başkalarını insan yerine koymuyorsanız, şayet düşüncenizde başkalarını hak hukuk adalet kardeşlik ve eşitlik gibi ortak değerler içinde görmüyorsanız, beyninizin bir yarısı yok demektir. İslamcı ideoloji yazıları ekranları ve liderlerinin konuşmalarıyla başkalarının duygularını başkalarının acılarına haklarına hukukuna kendini kapattı beyinlerinin bir yarısını iptal ettiler. Kendi mağduriyetlerinden başka empati kurabilecek kimse kalmadı, milyonlarca insanın göçü ölümüne rağmen ekranlarda Tayyip Erdoğan’a şiir okuduğu için yapılan eziyetler işkenceler döndürülüp durdu.

Daha da ötesi, ideolojik kotlamaları yüzünden, kendilerine ayak bağı olan kendilerini eleştiren kendilerini sevmeyen her yapıyı kurumu kişiyi siyonizmle Yahudililerin oyunuyla açıklayan bir ideolojiden en merkezi yere alıp konuştular. İslamcı ideoloji hedefine doğru, belediyeleri, imarı, yaylaları, holdingleri, gazeteleri, bankaları onbeş yıl içinde odaklandıkları bu hedef uğruna yağmaladılar, gasp ettiler, vakıflarına ya da kendi adamlarının tapusuna geçirdiler. Ve bu korkunç gelişmeleri ekranları da gasp edip muhalefeti hepten sindirdikleri için bizler TV karşısında duvara çiviyle çakılmışız gibi kımıltısız çaresiz seyrettik.

ERDOĞAN İSLAMCI İDEOLOJİNİN DEVRELERİNİ YAKMIŞ SİGORTALARINI ATTIRMIŞTIR

Kardeşlerim, Tayyip’in İsrail andlaşması üstüne bana mı sordunuz çıkışı İslamcı ideolojinin devrelerini yakmış sigortalarını attırmıştır, bu çıkış, kırk yılını dolduran İslamcı hareket için çok büyük bir dönüm noktasıdır. Şimdi dersimize iyi çalışalım İslamcı İdeolojiyi duygusuz gaddar zalim yapan ‘devrelerine’ bakalım. Bu kırklık yolda oluşturulan beyinlerindeki ‘kablo düzenine’ bakalım. Her İslamcının beynini meşgul edip dolduran santral telefon panosu gibi birbirine bağlı açık yüzlerce kablo vardır, bu kablolara tek tek bakın, birkaç şair vardır Necip Fazıl, Sezai Karakoç İsmet Özel, birkaç gazete vardır Yeni Şafak Akit gibi, Bosna savaşına sessiz kalan batı dünyasına büyük bir nefret vardır, Afganistan ve Bosna’da ve Çeçenistan’da ve Orta-Doğu’da birkaç İslamcı komutanın adı vardır, evliya sultan Abdülhamit vardır, din düşmanı Atatürk vardır, beşeri düzen laiklik vardır, İsmailağa Nakşiler gibi birkaç tarikat ve şeyhlerinin isimleri vardır, bu minvalde çoğaltabilirsiniz.

Bu isimler İslamcı İdeolojiye bir çerçeve inşa eder. Mesela bu kablolardan Abdullah Gül, Bülent Arınç, Davutoğlu çıkartılırsa, bu devreler teklemez.
Ancak bu kapalı devrede bütün kabloların bağlandığı tek bir ana kablo vardır: o da İsrail düşmanlığıdır. Ayrıca beyinlerindeki bu pano onları gün boyu meşgul eder, ki gaddarlıklarının en büyük sebebi budur, bu pano dışındaki dünyaya karşı duygusuz ilgisizdirler, bu pano dışındaki insanların acıları üzüntüleri onları hiç alakadar etmez. Bu kablo düzeni kırk yılda oluşturulmuştur. İdealleştirdikleri ilahileştirdikleri yolda yüzlerce ittifak ve işbirliğine girmişlerdir ancak dışardan hiç kimse bu temel panoda yer almaz, ittifaka girdikleri her kurumu hatta devleti hatta hukuk kurumlarını dahi nesnelleştirip araçsallaştırmayı bir şekilde hukuk insanlık değeri tanımayarak başarmışlardır.

İşte bu İslamcı kablolarla kontrollü bir evren oluşturmuşlardır. Saatlerce sıkılmadan aynı lafları aynı isimleri boşa dönen çamaşır makinesini seyreder gibi hiç sıkılmadan konuşur dinleyebilirler, şu anda kırk ayrı ekranda yaptıkları gibi. Psikolojik olarak şunu söyleyebiliriz, bu insanların büyük öfkesi öncelikle iktidarın ellerinden gideceği korkusudur, ancak, asıl korku, işte beyinlerinde kendilerine konfor sağlayan bu panonun bu kabloların uçlarının açık kalacağı, ilahi büyük hedeften uzak kalacağı, bu devrelerin yanacağı çökeceği korkusudur.

MESELA GEZİ OLAYLARI’NIN GERÇEK SEBEPLERİNİ HER BİR İSLAMCI İYİ BİLİYORDU

Bir satranç oyuncusu düşünün, gün boyu zihnini satranç oyunları meşgul eder, bir kağıt oyuncusu düşünün, zihnini bir deste iskambil kağıdı meşgul eder, satranç ya da kağıt oyuncusu kendini bu oyun bu taşlar ve bu kağıtlarla meşgul eder. Aslında bu örüntü sadece zihnini meşgul etse zararsız hatta iyi insanlardır diyebiliriz, bir şekilde kendilerini meşgul etmeye yatıştırmayı rahatlatmayı başarmışlardır diyebiliriz, ancak, zihinlerindeki bu örüntüye bir daha bakın, dünyaya ve çağdaş dünyaya ve hukuku ve başkalarına acımasızca meydan okuyan kuralsız ahlaksız dünyadışı kablolar.
Ancak zihinlerindeki bu örüntü hedefe odaklanmada birbirlerini tamamlayan bir yapıdadır. Karmaşık bir bütün.

Diyelim ülkede bir deprem oldu. Bu deprem anında İslamcı çocuğun aklına gelen ilk şey senin benim gibi çürük denetimsiz yapılardır, ancak İslamcı çocuğun beynindeki elektrik kutusundaki açık kablolar cenabetler yüzünden deprem olduğunu söyler. Doğru olanın çürük binalar olduğunu kendi de bilir ancak doldurulmuş beyni onu beynindeki kablolar gibi tavır almaya zorlar.
Neden? Çünkü İslamcı farklıdır, ilahi ve mübarek olanı düşünür, ilahi ve mübarek olanı ancak bu kablolar akıl edebilir… İslamcı bu kablo düzeninden dışarıya çıktığında günahkar olacağını düşünür.

Mesela Gezi Olayları’nın gerçek sebeplerini her bir İslamcı iyi biliyordu, ancak, Gezi Olayları’nın siyasi yorumlarında beyinleriyle insan aklıyla empati duyguları tamamen koptu ve zırvalamaya başladılar. Yalan ve iftiralara kasıtla inandılar. Utanmaksızın duygusuz psikopatlar gibi yalan söyleyip psikopatlıklarını tescil ettirdiler. Mesela bir pişmanlık duygusu hiç yaşamadılar, yalanlara koşullandılar, çünkü beyinlerindeki en önemli kablo, en baş kablo, ümmetin lideriydi, ümmetin liderinin zil sesiyle uyandılar ümmetin liderinin zil sesiyle köpürdüler yalan iftira saldırılarına başladılar. Psikopatlıklarını kendi kitlelerine bulaştırmaktan korkmadılar. Kutuplaşma ve cepheleşmeyi kışkırtıp düşmanca açmaya korkmadılar.

Ümmetin lideri ve ümmetin liderinin odaklandığı büyük hedef uğruna zalimliklerini hiç sorgulamadılar. Utanma duygularını hepten kaybettiler.
Suriye topraklarında devlet dışı katil örgütlerle işbirliğine girecek denli gözlerini karartılar dünyanın en manyak örgütlerini beslemekten çekinmediler. Akıl sağlıklarını hepten kaybettikleri yer Suriye’dir.
Çok güvendikleri devlet dışı muhalif İslamcı gruplara askeriyeden çaldıkları silahları bakanlıklardan çaldıkları paraları arabaları verdiler, sonuç, güvendikleri dost İslamcı gruplar IŞİD saflarına geçti. Önce Irak’taki feodal liderleri Ankara’ya getirip IŞİD’e sahip çıkmalarını söylediler. IŞİD’e çok uzun süre sahip çıktılar, çözüm masasında PKK karşısında kaybettikleri dengeyi Kobani’de IŞİD’in PKK’yla savaşıyla dengelemek istediler.

Ve çok geçmeden başkalarının acı çekmesinden haz duydukları bir dönem başladı, intihar bombaları yüzlerce insanı öldürürken onlar iktidarı ve liderlerini özenle korumak için her türlü istihbarati yalanı söylediler, yetmedi, özü-sözü bir Akit Gazetesi’nin sadist yayınları İslamcı yazarlar için ‘hazzın kaynağı’ydı. Ölülere dahi saldıran Akit Gazetesi sadist ve nefret çizgisini
hiç bozmayan beyindeki panonun ta kendisidir. 
Unutmadan İslamcıların ilahi kelimeleri vardır duyguları yoktur. Kurban kesilirken tekbir getirilmişse artık kurbanın acısı söz konusu edilmez. İslamcılar tekbir getirdikten sonra herkes hepimiz hak yolunda kurbanız, kurbanların üzüntüsü düşünülemez.

Duygu, bedenimiz ve gündelik hayatımızla ilgilidir, hikaye film drama trajedi duyguların sahasına girer, İslamcının beyin kutusunda sadece ilahi emirler ayet hadis siyer vardır. Ve unutmadan bir gösteri çağı değeri olarak ekran şöhretinin psikopatlaşmalarına katkılarından da söz edebilmeliyiz. Ekran şöhretiyle hatalarını yanlışlarını günahlarını bastırıp görmezden gelmeleri dönemi başladı, ekran gözlerini kararttı ve pervasızlaştılar, imara paraya gark oldular ve bu değişimleri İslamcıların abdestini ahlakını hiç bozmadı. Lidere itaat edecek yüksek bir kürsü bulmak başlarını döndürdü ve düşünce ve meziyet olarak başarısız ve öngörüsüz hatta delirmiş hatta bir Amok koşucusu olduklarının hiç önemi kalmadı.

Şöhret oldukları ve iktidarda kaldıkları sürece cinayet tecavüz hırsızlık ve sapıklık ve aleni hukuksuzluk ahlaki bir sorun olmaktan çıktı. İslamcı gencin beyninde kurdukları içe kapalı kablo düzeni ve odaklandıkları ilahi hedef düdüklü tenceredeki buhar gibi İslamcılar’ın nedensiz öfke nöbetlerinin ta kendisidir. İslamcı gençleri ekran konuşmaları konferans arkadaş toplantılarıyla bu kablo düzenini ayakta tutmak için ‘duygusal istismar’a tabi tutarlar, ele geçirdikleri ekranlardan hala bu duygusal istismarı geniş kitlelere saldılar. Biz’i ben’i lider’i ve ümmeti dünyanın en büyük mağduru acı çekeni propagandasını sürdürmekten yorulmadılar.

DÜZ BASİT MÜSLÜMANLARI
HİÇ CİDDİYE ALMAZLAR

Ayrıntılar da verelim… Odaklandıkları büyük hedefe zararı olmayan ancak kendilerine arka çıkan herkesi sahiplenirler, iktidarda kendilerini nihayet güçlü hissettikleri ana kadar, güven ve meşruiyet eksikliklerini güya liberal kalemleri maaşlayarak gidermeye çalıştılar. Yardım kuruluşlarında para tutan ağbilerin hepsi istisnasız ahlaksızdır ve yalan söylerler, paranın kaynağı ve harcandığı yerlerin bilgisini kimse merak etmez, bugüne değin hiç kimse de soruşturmayı aklından geçirmemiştir. Kendi içlerinde para ve makam kapmayı becerememiş düz basit Müslümanları hiç ciddiye almazlar, yüzüne bakmazlar, gizlice aşağılık insan muamelesi çekerler, bunu şöyle yaparlar: ‘çok temiz arkadaştır’.

İçlerinde kendi iktidarlarını kapalı mahfillerde çok ağır eleştiren entelektüel gruplar vardır, ancak konuşmanın sonunda bir CHP analizi yapıp bu eleştirilere rağmen ümmetin liderine tam sadakat yola devam ederler.
Ve iktidara geldikleri o meşhur tezkere günlerinde Irak’ta Amerikan bombalarına ve yıkımına ve yüz binlerce çocuğu öldürmesine sırf iktidarlarının huyu suyu hürmetine sessiz kaldılar ve Amerika’nın yanında yer aldılar. Sorun da bu ‘suskunluğun’ karakterindeydi, bu suskunluk, geçici bir suskunluktu, güçleninceye kadar, iç politikada hukuk yargı engellerini birbir ortadan kaldırıncaya kadar bir suskunluk.

Kafası çalışan uyanık aydınların İslamcı iktidara yalakalık süreci de hiç kolay olmadı, yaşları 40-50 arası bir kuşak, iktidara yakın olanların ödüllendirildiği, uzak bağımsız kaldıklarında cezalandırıldıkları acı dolu bir dönem yaşadılar ve çok geçmeden bu ceza-ödül oyununu kabullenip (birkaç istisna) gözlerini ve beyinlerini iktidarın emrine robot gibi sundular. Ve süreç boyunca insanlık ahlak merhamet hukuk şefkat adına ellerinde hiçbir şey kalmadı, sonunda kışkırtılmaya ve iç savaşa çok müsait bu manyaklar ordusunun kırk yıl sonunda ellerinde sadece mazlum propagandası yaptıkları Gazze ve İsrail düşmanlığı kalmıştı.

İki gün önce Cumhurbaşkanı’nın ‘bana mı sordular’ çıkışıyla yıkılan şey, uğruna insanlıklarını rezil ettikleri ellerinde kalan İslamcı İdeolojinin son kalesidir. Şimdi İslamcı İdeolojinin önder kalemleri ümmetin liderinin İslamcı ideolojiye bu meydan okuyuşunu ‘reel politika’ olarak açıklamaya çalışıyor, İslamcı ideolojiye ümmetin liderini yine mağdur ve mazlum göstermeye çalışıyor. Kuşkunuz olmasın, bu kırk yıllık sürecin son on beş yılında İslamcı ideoloji parayı serveti ve makamı öyle sevdi ki; kaybeden, gençlik idealleri romantik İslamcılık olacak, konfora çoktan gark olmuş kalemler İsrail dostluğunu pekiştirmekte zorluk çekmeyecektir ve uğruna onurlarını kişiliklerini koydukları İslamcı İdeolojiyle dalga geçmekten hiç çekinmeyecekler! Reel politika nedir, acımasız gerçek, zalim gerçek, gaddar gerçek.

Dönelim 1960’ların yeni yeni filizlenen İslamcı hareketlerine, güçlenmek palazlanmak için batılı ajanlarla koyun koyuna işbirliğine girmişlerdi, her şey, gizli hedefleri için.

İÇ VE DIŞ POLİTİKADA
KIMILDAYACAK HALLERİ YOK

70’li yıllardan bugüne Orta-Doğu’da ve Türkiye’de batılı emperyalistlerin yıkmak imha etmek istedikleri her görevi başarıyla yerine getirdiler, her şey, odaklandıkları gizli hedef içindi. Günün sonunda bugün, görev tamam,
İsrail tarafından Müslüman ülkeleri parçalamak iç savaşlar mezhep savaşları çıkartmakla görevlendirildiler ve yeniden İsrail’in kucağındalar. 
İç ve dış politikada kımıldayacak halleri yok. Ama altlarında yağması talanı makamı servetleri imarıyla yemekle bitmeyecek bir iktidar var, şüpheniz olmasın İslamcı İdeoloji kaybedecek, iktidar hevesleri galebe çalacaktır.

Olan Nasır’a, Arafat’a ve liyakatla hukuk ve askeri makamlarında oturan yapılara ve ülkelerini terk eden milyonlarca insana oldu. Olan Orta-Doğu topraklarında kolu bacağı üç-beş yaşında kopmuş yüzbinlerce minicik kızlara oldu. Beyinlerindeki pano zaten dünya dışıydı dünya bu panoyu kabul etmedi ve nihayet patladı infilak etti, olsun, ellerinde bir büyük saray ve iktidarı var, kısa günün karı. Kırk yılda oluşturulan ayet şeyh din kardeşi takiyye mezhep sahabe Bosna Afganistan Osmanlı saray bütün kabloların devreleri koptu.

Olsun, imarlar belediyeler ihaleler var. Ama bize, ülkemiz ve insanlığa ders çıkartılması gereken, çok vahşi bir tarih ve coğrafya bıraktılar. Anadolu’nun saf temiz kasabalarından gelmiş çocuklarının nasıl gaddarlaşıp nasıl zalimleştiklerini kırk yıl yazsak dahi anlamakta güçlük çekeceğimiz vahşi bir dönem. Hedefe odaklanan insanların dünyayı başkalarını görmezden gelip nasıl gaddarlaştığını bütün dünya gördü. Kasabalarında gencecik çocukları bir İdeolojinin kafesi ve odasına alıp, başkasına dış dünyaya insanlara ait duyguları kabloları kopartıp kapattığınızda, ortaya nasıl bir büyük baş edilmez canavarlar çıktığına, şahit olduk.

Gelecek kuşaklar bu canavarın anatomisine dair bizden daha detaylı daha sıkı siyasi sosyolojik ve psikolojik bilgiler bekliyor.

Nihat Genç
Odatv.com

Dr. Ceyhun BALCI : BAYRAM TATİLİ

BAYRAM TATİLİ

portresi

 

 

 

Dr. Ceyhun BALCI  

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

“İnsan belleği unutmakla engellidir!”

Yanlış anlaşılmasın! Bu çok bilinen özdeyişi kendim için anımsatıyorum.
Her nerede olursak olalım! Nereye gidersek gidelim onlarsız yapamıyoruz belli ki!
Trafik terörü, taksici şiddeti, hanımefendi görünümlü sürücülerin anlam verilemez saldırganlığı, hatta inşaat gürültüsü, gece gündüz dinlemeyen müzikal terör,…
Uzatın uzatabildiğinizce bu listeyi!
İzmir’in Çeşme ilçesinden söz ediyorum. İzmir ve Çeşme yerine başka bir kentimizin ve ilçemizin adını kolaylıkla koyabilirsiniz. Çok iyi biliyoruz ki; yukarıda andığımız hastalıklar yerel değil ulusal düzeyde etkiliyor toplumumuzu.
Çeşme’ye tatile gelmiş insanların kaçarcasına geride bıraktıkları kentlerde iç içe oldukları sorunları dinlencede de yaşıyor olmalarına tepkisizlikleri ancak,
onları yanlarında getiriyor oluşlarıyla açıklanabilir?

Geçen hafta Atatürk Havalimanı’nda yaşanan bombalı saldırı sonrasında taksicilerin ve
onlara eklenen otelcilerin sergilediği insanlık dışı tutum haklı olarak eleştiriye konu edildi.
Dolar cinsinden taksi ücretleri, bilmem kaçla çarpılan geceleme ederleri,
toplumsal çatlamamamızın sıradan sonuçları olarak çıkmıştı karşımıza.

Çeşme’de bu uzun bayram tatilinde gözlerimizin önüne serilen dehşet verici manzaralar İstanbul’daki taksicilerin de, otelcilerin de tekil olgular olmadıklarını ortaya koymuştur.
Teröre ve vatan bütünlüğüne yönelen tehditlere karşı direnme çabası içindeki Türkiye’nin
ciddi bir alt üst oluş gereksinimiyle karşı karşıya olduğu kuşku götürmez bir gerçektir
ne yazık ki! Herhangi bir ortamda, gündelik insan ilişkisinde zorlanan, bu sıradan yaşam eyleminde beceriksizlik sergileyen bir toplumun yaşamsal konularda dik durmasını beklemek zorlaşır.

Bir çift söz de yönetenlere gelsin!

Atanmış ya da seçilmiş diye ayırt etmeden söyleyebilirim ki; bu bağlamdaki olumsuzluklar
her geçen yıl katlanarak artıyor. Sakin ve dingin bir dinlence özlemi duyanların
yönetenlerce de ortada bırakıldığı kesindir.
Kural tanımazlığa, saygısızlığa, kaba güce dayalı gündelik olumsuzluklara dur diyeceklerin sessizliği deyim yerindeyse bu anlayışlara güç vermektedir.

Son söz                 :

Uzun bayram tatillerinde Çeşme’ye gelmeyin!
Bu yalın gerçeği yaşayarak öğrenmiş olan bizler,
bir kez daha unutmakla engelli belleğimizin kurbanı olduk!
Bir daha asla!
Bu gibi uzun tatillerde Çeşme’yi (ve ona eşdeğer tatil beldelerini)
kendini bilmezlere bırakmak en iyisi gibi görünüyor.

==================================

Dostlar,

Bir Türkiye Portresi daha…
40 bin nüfuslu ilçede (Çeşme’de) 700 bin insan var şu sıralar..
Ve her şey ”anormal”

Su yok! Yetmiyor..

Biz de Tekirdağ’da benzer tabloyu gözlüyoruz.. Tekira AVM’nin altındaki 2 katlı
kapalı otoparkta yer bulmak çook büyük şans.. Sokaklar da öyle..
Barbaros’u geçince Kumbağ’ı son 15 yıldır hiç bu denli kalabalık görmedik.
Tek 1 araç park edecek yer yoktu dün..
Daracık sokaklardan Uçmakdere’ye geçene dek burnumuzdan geldi.

Türkiye’de ve dünyada bu anormal nüfus artışı muazzzam bir felaketi çağırıyor.
Hatta bu ağır karmaşa (kaos) halen yaşanmakta.

Yöneticilerin aklını başına devşirip nüfus artışını değil 3-5 çocukla sorumsuzca,
insanlığa karşı suç işleyerek teşvik etmek;
tam tersine azaltıcı önlemleri ivedilikle devreye koymaları gerek.

Evet, bir kez daha vurgulayalım uyaralım :
Dünya nüfusu 7,5 milyarı, Türkiye nüfusu 3 milyon vatandaşlık adayı ile 82 milyonu geçmişken nüfus artışını hala teşvik etmek bir insanlık ayıbıdır, insanlığa karşı suçtur.

”HER AİLEYE 1 ÇOCUK” dışında seçeneğimiz kalmamıştır..

Gene de ”iyi bayramkar.. ” dilemek bize epey ”şizofrenik” geliyor..
Affola..

Sevgi ve saygı ile.
06 Temmuz 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Emin Çölaşan : Sayın dünya liderimize açık mektup

Sayın dünya liderimize açık mektup

Emin ÇÖLAŞAN
SÖZCÜ
, 3 Temmuz 2016
http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/emin-colasan/sayin-dunya-liderimize-acik-mektup-1301216/

(AS: Bizim kısa bir katkımız yazının altındadır..)

“Çok sayın ve muhterem kardeşim Recep Tayyip beyefendi,
yüce kişiliğinize mektup yazma cüretinde bulunduğum için önce yüksek affınıza sığınırım.
Nasılsınız efendim, inşallah iyisinizdir. Eminanım, kızlar, oğlanlar falan nasıllar?
Hep birlikte afiyette olmanızı dilerim. Sizlerin iyi olduğunuzu, damat beyi bakan yaptığınızı, gemiciklerin falan da işlerinin iyi olduğunu gördükçe memnun oluyorum.

*  *  *
Sayın dünya liderim, siz ki bu ülkeye gelmiş geçmiş en büyük devlet adamısınız!..
Daha büyüğü hiç gelmedi ve hiçbir zaman da gelmeyecek.
Hepimiz inşallah yüce kişiliğinizin Başkan olacağı günleri sabırsızlıkla bekliyoruz.
İşte o zaman sadece Avrupa, Rusya ve ABD değil bütün dünya, beş kıtada önünüzde
diz çökecektir. Siz hele birkaç kez daha kükreyin…
“Eyy Putin…”
“Eyy İsrail…”
“Eyy Obama…”
“Eyy Merkel…”
Bu kükreyişleri duyan ve lider geçinen bütün üçkağıtçılar siz gerçek dünya liderinin önünde
diz çökmedi mi? Lütfen bunları söylüyorum diye beni yalakalıkla, yağcılıkla suçlamayın.
Bu sözlerimin tamamen özel olduğunu ve aramızda kalacağını elbette ki tahmin edersiniz.
Sizin yüksek ve saygın çevrenize yalakaların, çıkarcıların, hırsızların, vurguncuların,
milletin a’sına koyanların sızıntı yapmasının asla mümkün olmadığını en iyi bilenlerden biriyim.

*  *  *
Sayın ve değerli dünya liderim Recep Tayyip, şimdi bunları okudukça belki kendi kendinize diyorsunuz ki;

  • “Ulan bu herif bana durup dururken niye mektup döşenmiş…”
    Şimdi sıra onu açıklamaya geldi! Muhterem liderim, aziz başkanım…
    Bildiğiniz gibi önümüz bayram. Milyonlarca yorgun insan tatile çıktı.
    Yine bildiğiniz gibi böyle bayram ve tatil günlerinde insanlar kafalarını dinlemek,
    bozulan sinir sistemlerini ve ruhsal durumlarını düzeltmek ister.
    Şu anda milyonlarca insanımızın kafası bozuk, sinir sistemi altüst olmuş durumda.
    Bunun nedenlerinden biri de yüce kişiliğinizi her gün, her saat ve her dakika,
    ister istemez karşılarında görmek. Gazete açıyorlar Tayyip, televizyona bakıyorlar,
    internete giriyorlar yine Tayyip…
    Tayyip her zaman her yerde… Bağırıp çağırıyor, yükleniyor, posta koyuyor.

*  *  *
Adamın biri lokantada garsona sormuş ne yemekler var diye, garson saymaya başlamış:
Karnıyarık, imambayıldı, patlıcan kızartma, patlıcan kebap, hünkar beğendi,
közde patlıcan salatası, patlıcan oturtma, patlıcan musakka, patlıcan dolması…
Adamın tepesi atmış “Oğlum bana su getir ama patlıcansız olsun” demiş.

*  *  *
Bizimki de o hesaba dönüştü. Vatandaş yakınıyor, Tayyip her dakika karşısında…
Vatandaş eğer mümkün olursa Tayyip’siz birkaç gün geçirmek istiyor.
Mitingler, toplu açılış törenleri, cuma namazında cami önü söylevleri, sağa sola posta koymak, muhalefet partilerine bindirmek, şuna buna saldırmak, bağırıp çağırmak…
Yok efendim sarayda muhtarlar toplantıları, iftar sofralarında atılan nutuklar,
her gün farklı atraksiyonlar. Bunlar elbette son derece faydalı oluyor.
Gerçekleri zat-ı âlinizden öğrenme fırsatını buluyoruz ama biraz insaf yani.
Adam karısına seslenmiş: “Hanım bir bardak su ver ama Tayyip’siz olsun. Bıktık artık.”

*  *  *
Ne olursunuz, bu yaptığınıza gösterilere hiç değilse şu bayram süresince birkaç gün olsun
ara veriniz sayın liderim. Fazlası sıktı, işin ölçüsü kaçtı ve insanların sabrını zorlamaya başladı.
Zat-ı alinizi görmediği ve sesinizi duymadığı sürece milletin kafası bir miktar dinlensin,
sinir sistemi gevşeyip rahatlasın. İnsanlar “Oh bee, bugün sayın başkanımızın mübarek yüzünü görmedik, o son derece etkileyici bağırış çağırışlarını duymadık. Bugün hiç kimseyi azarlamadı, posta koymadı. Kafamız rahatladı, sinir sistemimiz düzeldi, onun sayesinde evimizde mutluluk rüzgarları esti, televizyonu rahat açıyoruz..” diyebilsin. Çok değil sadece bayram süresince, birkaç gün için… Hele bayram bitsin konuşmaya, ders vermeye yine bıraktığınız yerden devam edersiniz. Mitingler, toplu açılış törenleri, muhtar toplantıları, kuş sevenler derneği genel kurul toplantısı… Ancak üzgünüm ki, iftar şovlarınız biraz aksayacak zira ramazan yarın bitiyor.
Keşke diyorum ramazan altı ay sürseydi, siz de altı ay boyunca iftarlarda nutuk atsaydınız.
Bir ay sizin gibi dünya lideri için çok kısa kaldı.

Evet sayın başkanım tatil başladı bile. Böyle uzun tatil günlerinde kafa dinlemek ve
bozulmuş olan ruhsal durumunu biraz olsun düzeltmeye çalışmak bu milletin de hakkıdır.
Lütfen… Sadece birkaç gün sessiz kalmanız ve şurada burada boy göstermemeniz ricasıyla!
Tamam mı, anlaştık mı!

*  *  *
Haydi mektubum sana uğurlar olsun.. Dere tepe düz olsun
Kim bu mektubu canım kardeşim Tayyip’e vermezse, Yedikleri ona haram olsun.”

===================================

Dostlar,

Usta yazar Emin Çölaşan‘ın kıvrak zekasının ürünü ”bu çok özel mektup”a ne demeli?
Hiciv ustalığına alkış tutmalı..

Emin bey bu yazısını mübarek ramazanın 27. günü yazaydı, 365 günün en kutsalı olan
Kadir gecesinde biz de yüce tanrıya bol bol yakarırdık, O da bize acır ve bin günün en hayırlısı bu gecenin de yüzü suyu hürmetine Tayyip beye birazcık olsun sabır ihsan ederdi ve
birkaç gün halkın gözünden – kulağından ırak kalabilirdi..
Bin geceden hayırlı o en makbul gecede belki dualarımız kabul olurdu?! Kaçırdık büyük fırsatı.. Gene de esirgeyen – bağışlayan yüce rabbimize bu bağlamda dua edelim..
Biz, bu hayır duaların hepsine şimdiden ”amiiiiin” diyoruz can-ı gönülden.

Sahi, daha iyi bir fikri olan var mı??

Sevgi ve saygı ile.
05 Temmuz 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

BAŞBAĞLARSIZ MADIMAK

BAŞBAĞLARSIZ MADIMAK

657643

1993’ten bu yana 2 Temmuz insan yakılan gün olarak tarihteki yerini almıştır.
Utanç ve rahatsızlık verici olsa da gerçek budur.
Burada bir başka olumsuzluğa ve eksikliğe değinmekte yarar var!

portresi

 
Ceyhun Balcı
02.07.2016

2 Temmuz 1993’te, bu tarihten 3 gün sonra bu kez Erzincan’a bağlı Başbağlar köyünde silah başı yapan terör 33 vatandaşımızı (AS : askerimizi) aramızdan alır.
Madımak’ta insan yakılmasından geri kalmayacak bir vahşettir.
Hem sayıca hem de kurbanların yaşları bakımından. Meraklısı kısa bir araştırmayla
el kadar bebelerin bu saldırıda katledildiği bilgisine erişmekle kalmaz.
Yüreği el verirse görsellerine de ulaşır.
Madımak konusunda az ya da çok bilinç oluş(turul)muştur. Buna karşılık Başbağlar’ı
bilen sayısı pek azdır.
Başbağlar Erzincan’a bağlı olmakla birlikte 200 kilometre uzaktadır il merkezine.
Ölçü olsun diye örneklemek gerekirse; İzmir’den 200 kilometre öteye gittiğinizde
Uşak’a varırsınız. Gözden ırak olan gönülden de mi uzaktır bilinmez!
Ama, ayrılıkçı ve dinci terör sarmalındaki bugünkü Türkiye’de
Başbağlar katliamına dikkat çekmek bir görevdir.
Kimi zaman, kimi kaynaklardan okuyabilir ya da işitebilirsiniz!
Başbağlar’ın Madımak’a tepki olduğunu dillendiren kendini bilmezler eksik değildir!
Teröre terörle karşı çıkan; Cumhuriyet’e karşı kalkışma sayılması gereken Madımak’ın karşısına ayrılıkçı terörü koymak insaftan, vicdandan ve hatta akıldan yoksun insanların
işi sayılmalıdır. Çok da ciddiye alınarak yanıtlanması bile hak ettiğinin ötesinde
ilgi gösterilmesi anlamına geleceği için çokça söze gerek yoktur bu konuda.
Genel olarak sol kesimin ve elbette Cumhuriyetçilerin sahiplenmekte ikileme düşmediği Madımak Katliamı’nın yıldönümünde; kimilerinin sahiplenmekte istekli olmadığı Başbağlar’ı anımsatmayı önemsedim.
Terör gibi insanları din, dil, kimlik ayrımı gözetmeksizin hedef alan önemli bir
insanlık sorununda çifte standart son bulmalıdır.
Madımak kötüdür ama Başbağlar görmezden gelinse de olur anlayışından
kurtulma göreviyle karşı karşıyayız.
Bundan 23 yıl önce birkaç gün arayla yaşanmış iki katliamın kurbanlarını
saygıyla anarken; terör kimden ve ne amaçla kaynaklanırsa kaynaklansın lanetlenmelidir diyorum.
Başbağlar’da toprağa düşen el kadar bebeden, Madımak’ta aramızdan alınan
ulu çınar Asım Bezirci’ye tüm kurbanların yüce ruhları şad olsun!
Terör ayrımsız lanetlenmedikçe ve gereken yapılmadıkça çözüm uzaktadır…

=================================

Dostlar,

Çok değerli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı‘dan ardışık 2 alıntı yaptık..

Hem konuların güncelliği hem de Dr. Balcı’nın insancıl hekim kimliğinin ve
köklü bir toplumcu bilincin damıtık ürünleri olan 2 önemli yazıydı size sunduklarımız..

İşte Türkiye’nin birikimi.. Dün (02.07) sitemizde yayımladığımız Osmangazi köprüsü soygunun tüm çıplaklığıyla sergileyen de akıl ve vicdan sahibi bir Türk yurttaşımız
değil mi ??

Sevgi ve saygı ile.
03 Temmuz 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İslam’da ve Kuran’da Kölelik

İslâm’da ve Kuran’da Kölelik

Mayıs 27, 2013

Bilindiği gibi Hz.Muhammed’in yaşadığı dönemde bölgede köleci toplum düzeni vardı. Özellikle savaşlarda ele geçirilen esirler köle ve cariye yapılıyor, ya da köle pazarlarında satılıyordu. Bu köle ve cariyeler hizmetkar olarak ev işlerinde ya da tarlalarda çalıştırılıyordu.

İslam egemen olduğunda da kölecilik devam etti. Gerek Muhammed’in zamanında, gerekse İslamiyet geldiği çoğrafyada toplum düzenini, gelenekleri ve sosyal yapıyı değiştirmeden sadece kendine göre yeniden düzenlemiştir. Kölelikte aynı kural ve kaidelerle ve toplumsal ve ekonomik düzene göre sürdürülmüştür. Bu yönüyle müslümanlığın kölelik ve cariyelik konusunda toplum düzenine getirdiği hiçbir yenilik yoktur. Muhammed zamanında olduğu gibi onun ölümünden sonra da yapılan savaşlarda esir alınanlar geçmiş dönemlerde olduğu gibi ya bir fidye karşılığında geri verildi ya da köle yapıldı.

Kur’an’da adam öldürenin ya da yemininden dönenlerin bir köle azat etmesi söylenir. Kölelere iyi davranılması ve yardım edilmesinden söz edilir. Kadınlara, hayvanlara da iyi davranılmasından bahsedilir ama köleliği kaldırma emaresi olan tek bir ayet dahi yoktur.

Tersine kölelik gayet doğal karşılanır. Bu nedenle İslam tarihinde hiç bir dönemde köleliğe karşı çıkılmamış, kaldırılması istenmemiş, düşünülmemiştir. Çünkü köleliğin şeriattan olduğuna inanılmıştır. Üstelik dünya yüzeyinde köleliğin enson kaldıranlar müslüman ülkelerdir.

Ahzap-52 Bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmen, elinin altında bulunan cariyeler hariç, güzellikleri hoşuna gitse bile, bunların yerine başka hanımlar alman sana helâl değildir. Allah her şeyi gözetler.”

Bakara-178 Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür).”

Nîsa-92 “Ayet yazdı:Yanlışlıkla olması dışında bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin, mümin bir köle azat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir. Meğer ki ölünün ailesi o diyeti bağışlamış ola. (Bu takdirde diyet vermez). Eğer öldürülen mümin olduğu halde, size düşman olan bir toplumdan ise mümin bir köle azat etmek lâzımdır. Eğer kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir toplumdan ise ailesine teslim edilecek bir diyet ve bir mümin köleyi azat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin, Allah tarafından tevbesinin kabulü için iki ay peşpeşe oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.”

Bakara-221 “Ayet yazdı:İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. Allah’a ortak koşan kadın hoşunuza gitse de, mü’min bir cariye Allah’a ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır. İman etmedikleri sürece Allah’a ortak koşan erkeklerle, kadınlarınızı evlendirmeyin. Allah’a ortak koşan hür erkek hoşunuza gitse de; iman eden bir köle, Allah’a ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise izniyle, cennete ve bağışlanmaya çağırır. O, insanlara âyetlerini açıklar ki, öğüt alıp düşünsünler.”

Bu da Kur’an’ın bir başka incisi. İman eden köle bile olsa hür olan müşrikten daha hayırlıdır derken bile kölelere karşı açık bir aşağılama olduğu ortada. Evet bazı sureler köle azat etmeyle ilgili ama bunlar tutulamayacak bir yemin karşılığında veya bir günahın kefareti vb. karşısında dır. Köleliği kaldırma amacı güdülmemiştir.

Müminun-1-6 “Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler. Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Onlar ki, zekâtı verirler ve onlar ki, iffetlerini korurlar. Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (câriyeleri) hariç; (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir.”

Görüldüğü üzere ayetlerde köleliğin kaldırıldığına veya kaldırılmak istendiğine dair bir sözcük bile yok. Bu demektir ki Kurana göre bir Müslüman, köle alıp satmaya devam edebilir. Allah’ın rızasını kazanmak için arada bir köle azat etmesi İslam’a gayet uygundur. Hatta bu köleci Müslüman, arada bir köle azat etmekle sevap bile kazanır. Müslümanlar buna itiraz edeceklerdir. Peki, bakalım itiraz edebilecekler mi? Buyrunuz Wiki kaynaklarında İslam ülkelerinin köleciliği bırakma tarihleri :

Köleliğin Kaldırıldığı Ülkeler ve Zaman Çizelgesi

(1800–1849)

1847: Under British pressure the Ottoman Empire abolishes slave trade from Africa.[39]

(1850–1899)

1882: Ottoman firman abolishes all forms of slavery, white or black.[50]

(1900–present)

1922: Morocco abolishes slavery.[57]

1923: Afghanistan abolishes slavery.[58]

1924: Iraq abolishes slavery.

1928: Iran abolishes slavery.[59]

1952: Qatar abolishes slavery.

1960: Niger abolishes slavery (though it was not made illegal until 2003).[64]

1962: Saudi Arabia abolishes slavery.

1962: Yemen abolishes slavery.

1963: United Arab Emirates abolishes slavery.

1970: Oman abolishes slavery.

Peki Osmanlı ne yapmış? 1847 yılında İngiltere’nin baskısıyla Afrika’da köle ticaretini bırakmış. 1882’de ise kölecilikle ilgili ne varsa kaldırmış. Tabi dini çevrelerin baskısı ile Osmanlıya bağlı Arabistan topraklarında kölelik kaldırılamamış ve yukarda verilen tarihlere kadar kölelik o topraklarda devam etmiş. Halende gizli kapaklı devam etmektedir.

Şimdi soruyorum İslam’da kölecilik haram mı? Bu soruya hemen “Haram tabi, köle azat etmek sevaptır diye ayet var, sonra peygamberin hadisleri var.” denecektir.

Diğer soruyu soralım; İslam’da domuz eti haram mı? Bu soruya da hemen tabi Haram denecektir. İslam çoğrafyasında bir iki ayetle kesin olarak yasaklanan domuz eti 1400 senedir yenmiyor

Peki ozaman soruyu tekrar soralım İslam’da kaç senedir kölecilik yapılmıyor?

Evet, apaçık kitap yazmak böyle bir şey işte. Domuz etinin yasak olduğu apaçık yazıldığı için 1400 senedir yenmiyor, köleciliğin yasaklanması apaçık yazılmadığı için 1300 sene daha devam etmiş. Köleciliği bırakan islam ülkeleri ya diğer ülkelerin baskıları sonucunda bırakmışlar, ya içinde bulundukları çağdan utandıkları için.

Demekki neymiş, İslamda kölecilik varmış.

Bir de hadislere bakalım. Hadislere baktığımızda ise köleliği kaldırmak şöyle dursun İslam’ın bu köleci düzeni daha da bir sağlamlaştırmaya hizmet ettiğini görürüz. Mesela Muhammed ve Allah kölelerin kaçmasını istemezler. Sahibi en ağır işlerde çalıştırsa da sövse de dövse de köle kaçmamalıdır. Sahibine itaat etmelidir tıpkı musibetler karşısında Allah’a isyan etmeyen hatta haline şükreden kul gibi olmalıdır. Hatta sahibinden kaçan kölenin namazı kabul olmuyor.

Ravi : Cerir

Hadis : Resulullah buyurdular ki: “Hangi köle kaçarsa, bilsin ki ondan zimmet (garanti) kalkmıştır, dönünceye kadar namazı kabul edilmez.” (Hadis No: 4163)

Ravi : Ebu Ümame

Hadis : Resulullah buyurdular ki: “Üç kişi vardır ki, onların namazları kulaklardan öte geçmez:

1-Dönünceye kadar, kaçan köle.

2-Geceyi, kocası kendisine dargın olarak geçiren kadın.

3-Kavminin nefret ettiği imam.” (Hadis No: 2801)

Hatta köle efendisine itaat etmeli ki Cennet’e girsin. Efendisini hoşnut etmeyen köle Cennet’e de giremiyor.

Ravi : Ebu Hureyre

Hadis : Resulullah buyurdular ki: “Bana cennete giren ilk üç kişi arzedildi. Bunlardan biri şehid, biri iffetli olan (ve azla yetinerek) iffetini koruyan, biri de Allah’a ibadetini güzel yapan ve efendilerine hayırhah olan bir köle idi.” (Hadis No: 5140)

Köleliğin İslam tarafından kaldırıldığını iddia eden Müslümanlar, eğer tutarlı hareket etmek istiyorlarsa yukarıda yazılan ve benzer ayetleri hemen Kur‟an‟dan çıkarıp atmak zorundadırlar. Fakat böyle cesurca bir işe kalkışamayacakları kesin. Çünkü Müslüman mantığına göre Kur‟an, doğaüstü bir gücün eseri. Dolayısıyla o kitapta yanlış ya da gereksiz bilgilerin var olamaz ve Kur‟an kararlarının tümü “kıyamet gününe” kadar geçerlidir.

Emeğin ilkel şekildeki sömürüsüne bu kadar toleranslı yaklaşan İslam dininin, özel mülkiyete yönelik suçlarda ise son derece acımasız davrandığını (Maide 38’de dile getirilen “Hırsızlık edenlerin ellerinin kesilmesi”hükmü) hatırlamakta da yarar var.

Kur’an’ın Tanrı’sı özetle “Siz kölelerle kendinizi eşit kabul ediyor musunuz ki, bana ortak koşulmasına razı olasınız” (Nahl-75) diyecek kadar açık konuşuyor. Köle azadı ise; sadece bazı istisnai haller, hür insanların işledikleri günahlar ve toplum içinde ayıp görülen kimi davranışları için -üstelik sınırlı sayıda- öngörülüyor. Velhasıl, köleye “iyi” davranma-azatlama (hatta kimi hadislerde dile getirildiği üzere onlara “kızım-oğlum” gibi güzel sözlerle hitap etme) buyruklarının köleliği toptan kaldırmakla ilgisi yoktur. Çünkü tarihsel sürece baktığımızda İslam‟ın bu ve benzer bildirimlerdeki gayesinin, kölelerin emeğinden maksimum düzeyde yararlanmak (bilhassa savaşlarda), yeni taraftarlar kazanmak için onları bir koz olarak kullanmak ve topluca isyan etmelerinin de önüne geçmek olduğunu görüyoruz.

Muhammed‟in kendi Veda Hutbesindeki “efendisinden başkasına bağlanmaya kalkan köleye” yönelik bedduası da köleliğin İslam tarafından kurumsal olarak teyit edildiğinin bir diğer kanıtıdır.

https://islamingercekleri.wordpress.com/2013/05/27/12-islamda-ve-kuranda-kolelik/

=========================

Nesini tartışacağız?
İnanç tartışılabilir mi?
Dinler bu yüzden ”iman” kalkanını kullanmıyor mu?
”Şeksiz – şüphesiz iman edeceksin!! zırhı ve kesin emri bu tabu içi değil mi?
Reçeteyi kadim İmmanuel Kant, ünlü 1784 tarihli ”Aydınlanma Üzerine” adlı makalesinde vermişti :

– SAPERE AUDE! SAPERE AUDE’! SAPERE AUDE’!…..

– Aklını kullan, aklını farket, sorgula…

Sevgi ve saygı ile.
03 Temmuz 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

HÜZÜNLÜ BAYRAM

HÜZÜNLÜ BAYRAM

43189

İzmir limanına bir günde birden çok kruvaziyer gemisinin yanaşmış olması
hayal değil gerçekti!

Çocukluk yıllarımızda mutlaka farkına varırdık. Şimdilerde coşku ve kutlama bir yana, hüzün kaynağı oldu 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı.
Denizcilik ve Kabotaj Bayramı bir tek evlatları deniz taşımacılığına girişmiş olan büyüklerimiz için geçerli.
İzmir’de yaşayan birisi olarak bu denizcilik bayramı beni hüzünlendirdi.
Her bir yanı denizlerle çevreli ülkemizin bu eşsiz kaynaktan yararlanamıyor oluşu
anlaşılır gibi değildir.
Örneğin, Türkiye’nin hiçbir kıyı kenti arasında vapur seferi yapılmamaktadır.
Bundan 30 yıl önce İzmir-İstanbul arasında vapur seferleri vardı. Hatta, İstanbul’dan çıkıp başka Akdeniz kentlerine ulaşan vapurların çalıştığını da anımsıyorum.
Çok daha eskilerde Karadeniz postası İstanbul’dan aldığı yük ve yolcuları
Karadeniz kentlerine taşırdı.
Geçtiğimiz birkaç yıl boyunca uluslararası kruvaziyer gemilerinin İzmir limanına olan seferleri sıklaşmıştı. Örneğin bir yılda İzmir limanına yanaşan bu türden gemi sayısı 300’leri aşmaya başlamıştı.
Bu yıl turizm sezonunun açılmasıyla birlikte İzmir limanı bu bakımdan sessiz ve kimsesiz.
Rusya’yla olan uçak krizine bağlanan bu durumun başkaca köklü nedenleri olduğunu tanıklığımla doğrulayabilirim. İlgili ve yetkililer bu nedenleri fark ettiler mi,
tartıştılar mı bilemiyorum.

Kruvaziyer gemisinden İzmir’e adım atan bir gezgini çantalı satıcılar karşılarsa,
taksiciler kişisel turlar düzenleyerek turistleri Kadifekale ve başka turistik yerlere götürmeye kalkışırsa; siz üzeri açık kent içi tur otobüsleri yapıp sefer koysanız da
anlam taşımaz.
Kentin gezginlere dönük yüzü Alsancak’ın sokakları yürünemez durumda,
çevresi kirlilik içindeyse bu gibi olumsuzluklar birilerince not edilir.
Ve bu yıl olduğu gibi İzmir seyahat planlarının dışında kalıverir.
Kentimizin atanmış ve seçilmiş yöneticileri hiç olmazsa şu anda şapkalarını önlerine koyup düşünüyorlar mıdır acaba ülkenin aydınlık yüzü oluşuyla tanınan İzmir’in
başına gelenleri?
Kentimizi yönetenlerin ağır sorumluluğu vardır bu denizcilik bayramının
hüzünlü olmasında!

Dr. Ceyhun BALCI

==============================

Çook teşekürler değerli meslekteşımız Dr. Ceyhun Balcı..

1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı‘nı andığı için..

Bu vesile ile bir not da biz düşelim :

23 Nisan’da bir bilimsel kongrede konferansımızı vermek üzere İzmir’de idik.
Bindiğimiz metro olağanüstü gürültülü idi.. Daha kendisi görünmeden muazzam bir gürültü bize erişiyordu. Doğallıkla yolculuk sırasında da tren – katar ayrıca serseri serseri, son derece güvensiz gidiyor, kulakları sağır eden bir gürültü çıkarıyordu..
Neredeyse hiç süspansiyon yoktu trende.. At arabasında farksızdı, kütür kütürdü..

Neden böyledir? İzmir bunca sahipsiz midir?
Bu bağlamda kent yöneticilerine, yerel yönetime hiç yakınma ya da bildirim
gitmemiş midir? Yöneticiler hiç halkın arasına girerek onların yaşantı deneyimlerini gözleme fırsatı sunmazlar mı kendilerine? Hepsini geçelim, işletmedeki mühendisler sorunun ayrımında mı? Değilse neden? Bu gürültü ve süspansiyon sorununa
güvenlik sistemlerinin de eklenmeyeceğinin güvencesini kim verebilir??

İki ay sonra da olsa yazmış olalım.. Ciddi sorunlar doğmadan önlem alınsın..

Türkiye’de demiryolları da denizyolları da üvey sektörler..
1947’lere tarihlenen ABD Marshall yardımlarından (!?) bu yana 70 yıldır böyle
ne yazık ki!

Sevgi ve saygı ile.
02 Temmuz 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Osmangazi köprüsü büyük bir soygun eseridir : Eyy AKP’liler.. sizler devleti soyuyorsunuz…

“Ey AKP’liler, bu yaptığınız alafranga irtikaptır. Osman Gazi Köprüsü büyük bir soygun eseridir. Sizler devleti soyuyorsunuz…”

Dostlar,

Osmangazi köprüsü geçtiğimiz günlerde açıldı..
Erdoğan ve Sadrazamı Binali Paşa -ister istemez- açılışı birlikte yaptılar..
Arşivimizdeki bir yazıyı bu vesile ile paylaşmak yerinde olacak.

KüreselleşTİRmecilerin post-modern soygun – talan döneminde şal olarak örtmek için kullanılan terim ”Yap – İşlet – Devret” tir..
Gâvurcasını da söylemezsek eksik kalır :

Build – Operate – Transfer (BOT)!

Bizim bademlerim ezici çoğunluğu İngilizce bilmezler..
Ancak ”Batı” nın geliştirdiği bu ballı yöntemleri her nasılsa çooook iyi bilir ve uygularlar..
Bakar mısınız bu son Osmangazi Köprüsüne.. 1 taşla kaç kuş vuruluyor..
Necip milletimiz de davul zurna çalarak açılışta ”bir hoş” oluyor..
Hatta bir motosikletçi, Devletin tepe yöneticilerinin gözü önünde 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasası’nı çiğneyerek 400 km / saat hıza ulaşıyor. CB RTE de bu çılgın gence iltifat ederek Türk Ceza Yasasındaki suçu ve suçluyu övme suçunu işliyor..

Bu Köprü ”20 yıl” yapımcı şirketi ve ailesini abad edecektir. Elbette ağacın gölgesindekiler de payını alacaktır. Bu muazam dünya nimetini (rantını!), seçilmiş yükleniciye sunan devlet büyükleri kuşku yok ”lütuflarının karşılığını alacaklardır.. 20 yıl muazzam gelir güvencesi.. Siz olsanız uğruna neleri vermezdiniz ki..

İşte böyle necip milletim.. Senin alın terinden, verginden AKP iktidarı ne harikalar yaratmakta, biraz anlamaya çalış istersen.. Çooook açık değil mi, ananı belliyorlar, hala anlamadın mı ??

İyi bayramlar Türkiye..

35 Dolar + KDV’ye Osmangazi köprüsünden hayırlı ve bol kazançlı geçişler ola..
Sakın bu muazzam eseri Türkiye’ye kazandıranlardan hayır duanı,
çook daha da önemlisi seçimlerde ”oy”unu esirgeme olur mu??

Sevgi ve saygı ile.
02 Temmuz 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

========================================

“Ey AKP’liler, bu yaptığınız alafranga irtikaptır.
Osman Gazi Köprüsü büyük bir soygun eseridir.
Sizler devleti soyuyorsunuz…”

"Bilâl'e anlatır gibi, tane tane anlatayım: OSMAN GAZİ KÖPRÜSÜ GERÇEĞİ... "

“Bilâl’e anlatır gibi, tane tane anlatayım:
OSMAN GAZİ KÖPRÜSÜ GERÇEĞİ… “

Bilâl’e anlatır gibi, tane tane anlatayım:
Günlerdir İzmit körfez geçişini kısaltacak Osman Gazi Köprüsü’nü konuşup duruyoruz.
Kimine göre AKP iktidarının büyük bir hizmeti, kimine göre lüzumsuz.
Bana sorarsanız büyük bir eserdir.Tarihe geçmeyi hak etmiştir. Kızmayınız efendim. Bilâl’e anlatır gibi tane tane anlatayım, sizler ferasetinizle büyük bir eser mi değil mi değerlendiriverin.

Osman Gazi Köprüsü’nün maliyeti 1 milyar Dolar dolayındadır. Yapımına harcanan
bu paranın tamamı aralarında Halkbank ve Vakıflar Bankası gibi devlet bankalarının da olduğu dokuz bankadan AKP’nin verdiği gelir garantisi karşılığı kredi olarak temin edilmiş ve müteahhidin (yüklenicinin) cebinden hiç para çıkmamıştır.

Köprü dahil 12 km otoyol geçiş ücreti 35 USD + KDV’dir.
Bu bedeli öder geçersiniz geçmezsiniz, o sizin cebinizdir beni ilgilendirmez.

Çok başarılı AKP iktidarı tarafından yükleniciye verilen araç geçiş garantisi günlük
40.000 araçtır. Şu anda İstanbul’da iki köprüden Anadolu istikametine geçen araç sayısı günde ortalama 200.000 araçtır. Sizce, bunların kaçı Bursa-İzmir istikametine gitmektedir?

KDV hariç Osman Gazi Köprüsü’nün günlük gelir garantisi 1.400.000 USD,
yıllık gelir garantisi ise 511.000.000 USD’dir. Araç geçerse geçenler,
geçmezse bütçeden yükleniciye ödenecektir.

Bu ödemeler her gün 15 Temmuz 2035 tarihine kadar taahhüt edilmiştir. Bu tarihe kadar toplam, KDV hariç en az 9 milyar 709 milyon USD para yüklenicinin kasasına girecektir.

Özetle tekrar edeyim; Yüklenici cebinden hiç para koymadan 2035 yılına dek her yıl
511 milyon USD parayı kasasına koyacaktır. Sizin hiç böyle gelir getiren bir işiniz
oldu mu?

2016 yılının ilk 3 ayında Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm köprü ve otoyollardan elde ettiği gelir ise 288 milyon 600 bin TL’dir. KDV’sini çıkardığımızda mevcut köprü ve otoyollarımızın yıllık geliri 340 milyon USD dolayındadır.

Devletimizin sahip olduğu iki Boğaziçi Köprüsü ve tüm otoyollar
Osman Gazi köprüsünden % 35 daha az para getirmektedir.

Ve gözüken odur ki; Osman Gazi Köprüsü’nden garanti edilen ücretle bu kadar araç geçmesi mümkün olmadığından, tüm köprü ve otoyol gelirlerimiz yükleniciye ödenecektir.

Sevgili Bilâl’ler ve sevgili okurlar, bilmiyorum yeteri kadar açık anlatabildim mi?

Şimdi yukarıda okudunuz, ne dersiniz Osman Gazi Köprüsü büyük bir eserdir derken, haksız mıyım?

Böylesi muhteşem bir soygun eserinin tarihte benzeri yoktur. En azından bizim tarihimizde. Bunu Sadık Paşa bile başaramamıştı.
Yazının başlığındaki Sadık Paşa’nın kim olduğuna gelince.

1800’lü yılların ikinci yarısında görev yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır. Tam üç kez Maliye Nazırlığı görevinde bulunduğu gibi Gümrük Nezareti, Valilik gibi görevler de yapmıştır. Adı ayyuka çıkmasına rağmen padişahların gönlünü ve cebini hep hoş tuttuğu için kellesini kaptırmadan ölmeyi becermiştir. Kendisi borsa işlerinden çok iyi anlardı.

İşte bu Sadık Paşa’ya devrin sadrazamlarından Şirvanzade Rüştü Paşa herkesin içinde demiştir ki;

– ”Efendi, İrtikap (yiyicilik, rüşvet) iki çeşittir. Biri alaturka irtikâp diğeri alafranga irtikâp. Alaturka irtikâp küçük devlet memurunun işini gördüğü kişilerden
ufak sebeplenmesidir. Bunların içinde öldüğünde bir kaç bin lira servet bırakanlar
pek nadirdir. Alafranga irtikâp ise zengin yerlere mahsus irtikâptır. Mesela bir
şirket-i nafıa ile mukavele olunurken filan maddede “şirketin opsiyon hakkı olacaktır,

opsiyon hakkı ile 100.000 lira ödenecektir” gibi şeylerin yazılmasıdır. İşte bunları
kabul edemeyiz. Bunlar zengine mahsus alafranga irtikâplardır. Bir memleketin
her şeyinin kendisine uygun olması lazım geldiği gibi irtikâbının da
kendisine uygun olması gerekir.”Şirvanzade Rüştü Paşa günümüzdeki bu Osman Gazi Köprüsü sözleşmesine görse
AKP iktidarına “vay be, boynuz kulağı geçmiş” mi derdi, bilebilmek mümkün değil.

Lakin, ben fikrimi açıkça söyleyebilirim;

“Ey AKP’liler, bu yaptığınız alafranga irtikaptır. Osman Gazi Köprüsü büyük bir soygun eseridir. Sizler devleti soyuyorsunuz…”

27.04.2016 – M. Şevket Atalay

23 Yıl Sonra bir kez daha Sivas katliamı..


23 Yıl Sonra bir kez daha Sivas katliamı..

Gerçek katiller, azmettiricileri hala karanlıkta..

Pek çok sanık ve avukatı AKP kadrolarında Bakan bile oldu!

Tüm sorumluları ve işbirlikçilerini acımızla lanetliyoruz.
Sivas_kirimi_22._yil_02Temmuz2015Duyarlı meslektaşımız Dr. Taner Özek‘e şükranla..

Sevgi ve saygı ile.
02 Temmuz 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail