Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

Ulusun direnme hakkı

Olaylar ve Görüşler

Dr. CİHANGİR DUMANLI
EM. TUĞGENERAL, HUKUKÇU
Son Yazısı / Tüm Yazıları
Cumhuriyet, 28 Mart 2025

 

Demokratik ülkelerde yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişki hukuksal bir sözleşmeye dayanır. (Rıza Türkmen, Güçsüzlerin Gücü, Türkiye’de İnsan Hakları, s.11)

Bu toplumsal sözleşmenin bir tarafı olan, seçimle gelen ve anayasaya bağlı kalacaklarına ant içerek göreve başlayan yöneticiler, yönetilenlerin hak ve özgürlüklerini korumak ve tüm eylem ve söylemlerinde başta anayasa olmak üzere hukuka uymak zorundadır.

Sözleşmenin öteki tarafı olan ulus (yönetilenler) ise yönetenlerin hukuka uygun düzenlemelerine uymakla yükümlüdür.

Bir sözleşmede taraflardan birisi sözleşmenin koşullarına uymazsa, diğer tarafın da uymama hakkı doğar. Bu hukukun genel bir ilkesidir. Demokrasilerde iktidar meşruluğunu (genel kabulü) hukuktan alır. Hukuka uymayan iktidar meşruluğunu yitirir.

  • Toplumsal sözleşmeye uymayarak meşruluğunu yitiren iktidara karşı
    yönetilenlerin (ulusun) direnme hakkı doğar.

Direnme hakkı insanlığın binlerce yıllık demokrasi savaşımında acı deneyimlerle ortaya çıkmış, evrensel bir haktır ve pek çok anayasal metinde yer almıştır.

1789’DAN 1961 ANAYASASI’NA

1789 tarihli Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirisi, temel insan haklarını sayarken, 2. maddesinde özgürlük, mülkiyet, güvenlik haklarının yanında “baskıya karşı direniş(resistance a l’oppression) hakkını belirtmektedir.

1776 tarihli Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’nde ise yetkilerini yönetilenlerin rızasından alan hükümetlerin, yurttaşların haklarını güvenceye alma görevleri olduğundan söz etmekte; “Herhangi bir yönetim bu hakları ortadan kaldırırsa, halkın o yönetimi değiştirme ve yerine
bu hakları güvence altına alacak yeni bir yönetim kurma hakkı vardır.”
denilmektedir. (Declaration of Independence and the Constitution of United States of America, National Defence University Press, Washington, D.C. 1995, p.5)

Bağımsızlık Savaşımız bir yönü ile düşmanla işbirliği yaparak meşruluğunu yitiren Osmanlı yönetimine karşı ulusun direnme hakkını kullanarak yeni bir devlet kurmasıdır.

Ülkemizde 1961 Anayasasının başlangıç bölümünde “anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışları ile meşruiyetini kaybeden iktidara karşı direnme hakkını kullanan Türk milleti” ifadesi bulunmaktadır.

Benzer örnekler dünya demokrasi tarihinde görülebilir. Direnme hakkının kullanılmasının önkoşulu siyasal iktidarın temel hak ve özgürlükleri sistemli bir biçimde çiğnemesi (ihlal etmesi), baskı ortamı yaratması ve buna karşı başvurulacak hukuk yollarının kapalı olmasıdır (Türmen, age. s.53 ).

Hukuk yollarının yasalarda açık olması ve iktidar yetkililerince bunun vurgulanması yeterli değildir. Uygulamada açık olması, ulusun yargıya güveninin tam olması gerekir.

TÜRKİYE’DE DURUM

AKP iktidarı, bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesi kararlarını ve AİHM kararlarını tanımayarak, anayasa ile güvence altına alınmış olan hak ve özgürlükleri kısıtlayarak, yargıyı siyasal bir araç gibi kullanarak; laikliğe aykırı eylem ve söylemlerde bulunarak, TSK’nin komuta yapısını bozarak, milli eğitimi anayasaya aykırı olarak dini eğitim durumuna getirerek anayasayı pek çok kez açıkça çiğnemektedir.
***
Bardağı taşıran son damla muhalefeti kendisine uygun bir duruma getirmek amacıyla yargıyı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) karşı bir araç olarak kullanması olmuştur. İBB darbesine karşı yurttaşların yurt çapında, kendiliğinden, haklı ve barışçı protesto eylemleri, direnme hakkının kullanılmasıdır.

Anayasal hak olan barışçı gösterilerin (AS: Anayasa m.34) “sokak terörü” olarak tanımlanması ise demokrasi ve özgürlükler konusundaki bilgisizliğin ifadesidir, terörü meşrulaştırır.
Direnme hakkının kullanılmasının tüm koşulları gerçekleşmiştir.

1980 (12 Eylül) darbesi ile siyasetten uzaklaştırılan üniversite gençliğinin protestolara katılması ümit vericidir. Muhalefet bu eylemleri siyasal bir güce dönüştürebilmelidir.

Ancak İBB protesto eylemlerinin, anayasanın 34. maddesi çerçevesinde silahsız ve saldırısız yapılması önemlidir. Eylemlerden rahatsız olanların araya kışkırtıcılar (provokatörler) sokarak barışçı eylemleri şiddete bulaştırmak istemesi olasıdır. Eylemleri düzenleyenler ve katılanlar bu konuda çok duyarı olmalıdır.

Bu tür olaylarda güvenlik güçlerinin görevininyurttaşların silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü yapma” özgürlüklerini güvenlik içinde kullanmalarını sağlamak olduğu unutulmamalıdır.

ÇÜRÜYEN AKP REJİMİ ve MEŞRU DİRENİŞ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com 
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik
Cumhuriyet gazetesi, 27 Mart 2025
https://x.com/profsaltik/status/1905128751245177010

ÇÜRÜYEN AKP REJİMİ ve MEŞRU DİRENİŞ

AKP=RTE iktidarı örtük gündemini 22+ yılda giderek Türkiye’ye dayattı ve duvara dayandı : Çürüdü!

Küreselcilerle işbirliği yapılarak, dinci-ümmetçi Türk-Arap-Kürt federe devleti temelli BOP uğruna gözünü karartarak sürüklenen Rejim, 9 Temmuz 2018’de tahta çıktı. Hukuk dünyasına doğmamış derecede yok hükmünde olan, açıkça hile ile kıl payı geçen (!?) 2017 Anayasa değişikliği, 2002-2015 giriş, 2015-2017 OHAL ara dönemi ardından tırmanma dönemine girdi. Daha çok gecikilmemeliydi. “TEK ADAM”, 2. Abdülhamit’ten daha güçlü kılınmıştı. Ülke ve ulusun parçalanması demek olan BOP’u halka kabul ettirebilmek için mevziler yeterince dövülmüştü. AKP’li vekil Ensarioğlu, TV’lerde meydan okuyarak 3 Erk’in ellerinde olduğunu adeta tebliğ ediyordu.

RTE daha açıkça, “Yeni Türkiye” ye herkesin, haddini bilerek boyun eğeceğini buyuruyordu. Halk istendik yoksullaştırılmış, on milyonlar sadakaya bağlanmış, anayasa askıda, dudak uçuklatan ölçekte sermaye aktarımıyla İslami komprador elit yaratılarak halk kutuplaştırılmış, anamuhalefet iyice karıştırılmış, parti genel başkanları dahil karşıtlar kodese tıkılmıştı. Dış politikada topludurum (konjonktür) elverişli idi. Trump yeşil ışık yakmış, AB de Türkiye’ye özellikle güvenlik açığı temelli gereksinimliydi RTE’nin sanrısıyla.

Kemik taban, “artık şeriat isterük” naralarına başlamıştı. Laiklik ayaklar altınaydı; özellikle DİB-MEB eliyle.

22 yılda tutuklu-hükümlü sayısı 6 kat büyütülmüş, rejimin zindanlarında yer kalmamıştı. RTE sınır tanımıyor, “turpun büyüğü heybede” diyerek durmayacağını açıklıyordu. Diplomasını görmediğimiz adam, kendisini 4-5 kez seçim sandıklarında yenen İmamoğlu’na diploma dahil kumpas başlatıyordu. Politik ihtirasın ve narsisistik kişiliğin sağduyu yitimi ile ülke ateşe atıldı : Salt ekonomik diyet onlarca milyar Dolar! Faiz 42,5 iken 47’yi aştı, TL şimdilik en az %10 eridi. Zam yağmuru gecikmedi. Çok merak ediyoruz; AKP=RTE İmamoğlu’nu kurban alma tuzağının bu çok olası piyasa tepkisini öngörmemiş olması düşünülebilir mi? İki olasılık var : İlki, bu yetiden yoksunluk. Bu korkunç bir sorun. Türkiye’yi yönetenlerin ne denli sığ, ufuksuz, uzgörüsüz (vizyonsuz), ehliyetsiz olduğunu ortaya kor. İkincisi ise öngörerek İmamoğlu satrancını oynamak. Bu ilkinden de beter. Neronvari gözünü karartarak, Cumhurbaşkanlığı görevini mutlaka ölene dek sürdürmek için ülkeyi-ulusu ateşe atmaktan kaçın(a)mamak! Her iki durumda da Ulusa düşen 40 katır ya da 40 satır! Zerrece meşruluk kaygısı duymadan. Zaten 2017 hileli Anayasa değişikliğiyle AKP iktidarı meşruluğunu yitirmiştir. CHP’li Özel, acı gerçeği geç gördü: Çırılçıplak Faşizm! Yıllardır yazıp söylüyoruz; üstelik bizdeki dinci faşizm ve de emeperyalizm güdümünde!

AKP=RTE ve iç-dış akıl hocası saray dalkavukları, sandılar ki, bu zulüm sürdürülebilir ve Ulus tam teslim alınır. Ham hayal efendiler! Bu topraklarda Osmanlı hükümranlığına karşın başlayan demokratikleşme iki yüzyıldır sürmekte. 1923 Atatürk Cumhuriyeti kök salmış, Türk devrimi dal budak saçılmıştır; hedef çağdaş uygarlık düzeyinin ötesidir. Dini alet ederek köhne bir çöl şeriatı dayatmak ve halkı aldatarak sömürmek, emperyalizme maşalık dönemi kapanmıştır. İnsanın insana kulluğu yok edilmiş, el kapıları kapatılmıştır; çünkü bu memleket bizimdir; kadim Anadolu binlerce yıldır Anadolu halkının öz yurdudur. Sınırları kan ve canla çizilmiştir!

Anamuhalefet CHP’nin başlattığı eylemler tümüyle MEŞRU DİRENİŞtir.

Direnme hakkı, koşulları doğduğunda en temel insan haklarındandır ve uluslararası hukukta tanınmıştır. Halkı bu aşamaya, bir tür “nefsi müdafa” ya zorlayanlar utanmalı ve aklını başına alıp burada durmalıdır. Adalet Bakanı, RTE’nin “Türkiye hukuk devletidir” sözleri komik ötesi ve halkın aklıyla alay etmek, afyon yutturmaktır. Durun ve düşünün, aynaya bakın, neden arı kovanına çomak soktunuz?

AKP içinden sağduyulu seslerin yükselmesi zamanıdır. İzmir eski MV Kocadağ, AKP’yi eleştirdi diye partisinden atılıyor. 11. CB Gül uyardı. Tekirdağ’dan bir AKP yöneticisi Avukat “Devletin dini adalettir” diyerek istifa etti. Bunlar buzdağının ucu. Yurtsever AKP-MHP’liler artık ayağa kalkmalıdır.

Devlet aklı gaflet uykusundan uyanmalı ve RTE hukuk dışı, ülke-ulus güvenliğini, stratejik çıkarını ve barışını tehdit eden girişimlerden mutlaka alıkonulmalıdır; olmuyorsa Bakanlar, bürokratlar… istifa edilmelidir.

Anayasal, demokratik, hukuka tümüyle uygun ve yerden göğe meşru direnme hakkını kullanan ulusa asla kolluk şiddeti uygulanmamalıdır. Bu eylemlerde Kolluk, yeter güvenlik sağlayarak her tür baltalayıcı (provokatif) girişimi engellemelidir. Başlıca görevi de budur. Genç polis evlatlarımız yersiz ve orantısız şiddete asla koşullandırılmamalıdır. Yasa dışı buyruk suçtur ve iktidar değiştiğinde hepsinin hesabı yargıda sorulur.

RTE, barışçıl eylemleri alet ederek OHAL ilanına kesinlikle yönelmemelidir. Tersine, halkın bu son derece sağduyulu, ölçülü, sorumlu, ağırbaşlı meşru direnişine saygı duyduğunu açıklamalı ve “Nerede hata yaptık, görüşmelerle bulup düzelteceğiz..” demelidir. Tarih, halkın hakkını er ya da geç aldığının şaşmaz tanığı ve ibretlik öyküsüdür. Zorbalaşan iktidarlarsa önünde sonunda devrilmekte ve hesap sorulmaktadır. AKP=RTE, yaşamının yol ayrımına geldi; inat ederse ya politik intihar ya kuzgun leşe olacaktır; 3. yol yok Erdoğan!

 

TÜRK İSTİKBALİNİN EVLATLARINDAN ATATÜRK’e YANIT

ImageAv. Aybars AKDOĞAN

Gazi Mustafa Kemal Atatürk,

Bizlere emanet ettiğin Türkiye Cumhuriyeti’nde insan için var olan devlet kutsallaştırılarak; kutsal olan insan, devletin kölesi durumuna getirilmiş; insan hak ve özgürlükleri kimi insanlar için sınırsızca genişletilip kimileri içinse tümüyle ortadan kaldırılmış ve temeli adalet olan devlet, temelinden yıkılmaya yüz tutmuştur. Adaletin ve hukuki güvenliğinin olmadığı şimdiki durum bir devlet düzeni değil, ayrımcı bir zulüm düzenidir.​

Bizler biliyoruz ki; yıkılmaya yüz tutmuş ama ilelebet payidar kalacağını söylediğin Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında, üzerimizde uygulanagelen böl ve yönet politikasına karşı izlememiz gereken tek yol; bütün ayrılıkları yana bırakarak ortak bir amaç çevresinde birleşmek, BİR olmaktır. Ve bu ortak amaç, ülkemizde iktidara sahip olan gaflet ve dalalet (aymazlık ve sapkınlık) ve hatta hıyanet içindeki iktidar sahiplerini iktidarlarından uzaklaştırarak hakça bir düzenin egemen olduğu tam bağımsız Türkiye’yi kurmaktır.

Bizler, Cumhuriyet’in en değerli hazinemiz olduğunu iyice kavramış Türk istikbalinin evlatları olarak biliyoruz ki;

  • Bugün Türkiye Cumhuriyeti, anayasal düzeni ortadan kaldırmış gayrimeşru bir iktidarla karşı karşıyadır.

16 Nisan 2017 tarihini unutmamış olan bizler, bütün dünyaya ilan ediyoruz ki; anayasal düzeni hukuk dışı bir darbeyle ortadan kaldıranların devleti yönetme hak ve yetkileri yoktur ve hiçbir koşul altında da olmayacaktır. Meşru bir anayasanın ve iktidarın var olmadığı güncel koşullar altında, EGEMENLİĞİN KAYITSIZ VE ŞARTSIZ SAHİBİ halkımızın asıl kurucu iktidar yetkisiyle hukuk düzenini yeniden kurması gerekmektedir.​

Gazi Mustafa Kemal Atatürk,

Bugün Cumhuriyet’e sahip çıkma iradesini ortaya koymakta olan bizler, üzerimize düşenin ne olduğunu kesin olarak anlamış bulunmaktayız. Tarih sahnesinde bizlere verilmiş olan görev, 100. yaşında anayasasız bırakılmış ve yıkılmaya yüz tutmuş Cumhuriyet’i, adalet temeli üzerinde yeniden ayağa kaldırmaktır. Ve bizler bugün, içinde bulunduğumuz durum ve koşulların gereğini yerine getirerek Türkiye Cumhuriyeti’ni halkın kurucu iktidarı eliyle meşru bir anayasaya ve halkımızı hakça bir düzene kavuşturmak amacıyla yola çıkmış bulunuyoruz.

İstiklal ve Cumhuriyet’i müdafaa mecburiyetine düştüğümüz şu günlerde, içinde bulunduğumuz imkân ve şartların hiç müsait olmadığının farkındayız. Ancak vazifeye atılırken içinde bulunduğumuz durumun imkân ve şartlarını düşünmüyoruz. Çünkü bizler; 100 yıl önce canlarınızı ortaya koyarak kurup bizlere emanet ettiğiniz Türkiye Cumhuriyeti’ne, en kıymetli hazinemize sahip çıkma iradesini ortaya koyarken, ilhamımızı sizden ve Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesine önderlik etmiş olan Mahatma Gandhi’nin “Güç fiziksel kapasiteden değil, boyun eğmeyen iradeden gelir.” sözünden almaktayız.​

Bugün, Türk istikbalinin evlatları olan bizler, Türkiye Cumhuriyeti’ni meşru bir anayasaya ve halkımızı insanlık ailesinin içindeki saygın yerine yeniden kavuşturmak amacıyla yola çıktığımızı bütün dünyaya ilan ederken; bütün yurttaşlarımızı hakça bir düzenin egemen olduğu tam bağımsız Türkiye idealini gerçekleştirme yolunda birlikte yürümeye çağırıyoruz.

‘Adaletsizliğe, sahtekârlığa tuzaklara direneceksin’

'Adaletsizliğe, sahtekârlığa tuzaklara direneceksin'

Zamansız biçimde aramızdan ayrılan gazetemiz yazarı Bekir Coşkun’un tam dokuz yıl önce SÖZCÜ’de yazdığı “Direnme Hakkı” başlıklı yazısı İmamoğlu’nun tutuklanması sonrası başlayan gösteriler ile yeniden gündem oldu. 15 Kasım 2016 tarihli yazı sosyal medyada yeniden binlerce kez paylaşıldı. İşte o yazı.

DİRENME HAKKI

Yasalarla verilmez…
Yasalar, direnme hakkını sadece tanır…
Ya da tanımaz…
Ama direnme hakkı vardır ve direnme hakkı ta doğadan gelir…
Canlı-cansız, yeryüzünde gördüğümüz her şey direnebilenlerdir, direnemeyenler çoktan gittiler…
Masa kenarındaki kedi yavrusunu ittir, henüz hiç düşmediği ve düşmenin ne olduğunu bilmediği halde direnir…
Oltaya gelen balığın çırpınışı, direnmesindendir…
Ağaçların her rüzgâr eğdiğinde doğrulmaları, yaradılışlarına konulmuş
direnme hakkıdır.
“Odun” de istersen…
Taş direnir… Taş…
Toz-toprak; direnemeyen taşın un-ufak halidir…
Kendi bedenine bak:
Ateşte çekilen el…
Işıkta kısılan göz…
İğneyle irkilen beden…
İstersen nefesini tut; oksijen isteyen beyninin
direnme hakkını göreceksin
Demek istediğim; direnme hakkı demokrasinin, yasaların, devletlerin, parlamentoların, sosyal düzenlerin verdiği ya da aldığı bir hak değildir…
Direnme hakkı “var olma” hakkıdır…
Kedi yavrusundan ağaca kadar vardır…
Direneceksin…
Yuvanı yıktıklarında…
Çocuklarını elinden aldıklarında…
Ekmeğini çaldıklarında…
Sesini kıstıklarında…
Yeryüzünün; özgür, başı dik, çağdaş, gelişmiş, uygar, mutlu ve güvende bir bireyi olmana izin vermediklerinde…
Direneceksin…
Adaletsizliklere direneceksin…
Tuzaklara direneceksin…
Yalanlara direneceksin…
Sahtekarlıklara direneceksin…
Elinden değerlerini aldıklarında direneceksin…
Zulme direneceksin…
Yarasa gibi aydınlığa direnmek yerine…
Hiç olmasa; bir ağaç, bir taş, bir kedi yavrusu kadar, var olmak için direneceksin…

 

Seçimle gelen diktatörlük

Örsan K. Öymen

Almanya’da Nazi Partisi (NSDAP) ve onun lideri Adolf Hitler, 1932 yılının kasım ayında gerçekleşen serbest ve özgür seçimlerle, %33 oy oranıyla iktidara geldi. Tarihte bazı diktatörlükler askeri ve silahlı darbeyle, bazıları da serbest ve özgür seçimle kurulmuştur. Aynı seçimde Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) %20 oyla ikinci parti, Almanya Komünist Partisi (KPD) %16 oyla üçüncü oldu.

Yüzde 33 oy oranı mecliste hükümeti kurabilecek çoğunluk için yeterli olmadığı ve koalisyon hükümeti de kurulamadığı için, Hitler cumhurbaşkanı tarafından, seçimlerin yenilenmesi koşuluyla, 1933 yılının ocak ayında geçici başbakan olarak atandı.

Hitler ilk iş olarak Nazi Partisi üyelerini devletin güvenlikle ve yargıyla ilgili kurumlarına yerleştirdi.

Şubat ayının sonunda, Berlin’deki meclis binası yakıldı. Hitler bu sabotajın Almanya Komünist Partisi üyeleri tarafından gerçekleştirildiğini ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin Almanya’da darbe girişiminde bulunduğunu iddia ederek, cumhurbaşkanının da onayıyla olağanüstü hal ilan etti.

Meclis binasının, olağanüstü hal ilan edebilmek için Hitler’in destekçileri tarafından yakıldığı veya çıkan yangının Hitler’in güvenlik güçleri tarafından kasıtlı olarak söndürülmediği iddiaları dikkate alınmadı.

Meclisin yakılması olayından sonra KPD milletvekilleri ve üyeleri tutuklandı; genel “seçimler” muhalefetin baskı altına alındığı olağanüstü hal koşullarında, özgür ve serbest olmayan bir ortamda, mart ayında (AS: 1933) gerçekleşti. Bu “seçimlerde” NSDAP % 44, SPD % 18, KPD % 12 oy aldı ve Hitler tek başına iktidar oldu.

Aynı ay içinde mecliste, yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığını ortadan kaldıran ve Hitler’e olağanüstü yetkiler tanıyan “yetkilendirme yasası” kabul edildi. KPD milletvekillerinin tümü sahte “yargı” kararlarıyla ve kumpas “davalarıyla tutuklu veya sürgünde olduğu için oylamaya katılamadılar, SPD yasa teklifine tam kadro ret oyu verdi, merkez sağ partiler de yasa teklifini (önerisini) onayladılar.

Hitler daha sonra söz konusu yetkilerle SPD’yi, KPD’yi, muhalefet partilerini ve muhalif sendikaları, dernekleri, vakıfları kapattı; düşünceyi ifade, medya ve örgütlenme özgürlüğünü tümüyle ortadan kaldırarak diktatörlüğünü tescilledi (pekiştirdi).
***
Türkiye 21. yüzyılda, özdeşlik olmasa da, Almanya’da 1933 yılında yaşanan olayların benzerini yaşıyor. AKP 2002 yılında serbest ve özgür seçimlerle iktidara geldi; ilk iş olarak devletin güvenlikle ilgili kurumlarında ve yargıda, demokrasi ve laiklik karşıtı kadrolaşmayı gerçekleştirdi; daha sonra Ergenekon”, “Balyoz” gibi sahte kumpas “davalarıyla yüzlerce komutanı, askeri, siyasetçiyi, gazeteciyi, yazarı, akademisyeni tutukladı; bunun da tetiklediği Gezi protesto eylemlerini polis şiddetiyle bastırdı; muhalefetin “kontrollü darbe girişimi” olarak nitelendirdiği
15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra olağanüstü hal ilan ederek, olağanüstü hal baskısı altında yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığını ortadan kaldıran ve cumhurbaşkanına olağanüstü yetkiler tanıyan anayasa değişikliği referandumunu  (halkoylamasını) gerçekleştirdi; referandumu, mühürsüz oy pusulalarıyla az farkla “kazandı; yeni yetkilerle kamu kurumlarını, yargıyı, medyayı, üniversiteleri bütünüyle baskı ve kontrol (denetim) altına aldı; gazetecileri, yazarları, siyasetçileri, siyasal parti genel başkanlarını tutukladı; İstanbul belediye seçimlerini iptal etti; son olarak da CHP’nin cumhurbaşkanı aday adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu ve CHP’li ilçe belediye başkanlarını tutukladı.
***
Özetle, serbest ve özgür bir seçimle iktidara gelip diktatörlük rejimi kuranların, serbest ve özgür bir seçimle iktidarı bırakmaları neredeyse olanaksızdır. Çünkü öyle bir niyetleri olsa zaten diktatörlük rejimini kurmazlardı. Diktatörlük rejimini kurmaları, serbest ve özgür bir seçimle iktidarı bırakmayacaklarının somut kanıtıdır.
______________________________________________________________
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

18-19 Mart darbesi22 Mart 2025

MEŞRU DİRENME HAKKI AÇIK OTURUMU ve FORUMU SONUÇ BİLDİRGESİ

TÜRKİYE İNSAN HAKLARI KURUMU VAKFI DESTEĞİYLE DÜZENLENEN

M E Ş R U  D İ R E N M E   H A K K I

TARİHSEL, HUKUKSAL, EKONOMİK ve TOPLUMSAL BOYUTLARI

AÇIK OTURUMU ve FORUMU SONUÇ BİLDİRGESİ: 15 Mart 2025, Ankara

Meşru Direnme Hakkının Tarihsel Gelişimi, Hukuksal Dayanakları ve Örnekleri

Direnme hakkı, kişilerin veya toplulukların, baskıcı veya hukuksuz yönetimlere karşı koyma hakkını ifade eder. Bu hak, tarih boyunca çeşitli felsefi, hukuksal ve siyasal temellere dayanarak gelişmiştir. Antik Çağ’da Platon ve Aristoteles, daha sonra Roma Hukuku ve 13. yy’da Thomas Aquinas, keyfi yönetim ve yasalara karşı direnme hakkını savunmuştur. 1215 Magna Carta ile İngiltere’de ilk kez hukuksal çerçevede tartışılmış, Reform hareketleri ve İngiliz Devrimiyle güçlenmiştir. Aydınlanma çağı düşünürü John Locke’a göre;
hükümet, halkın haklarını ihlal ederse direnme hakkı doğacaktır.
1776 Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ne göre, baskıcı yönetime karşı direnmek meşru bir haktır. 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ne göre, “İnsan haklarının güvence altına alınmadığı bir toplumun anayasası yoktur.” Sevr Andlaşmasına ve Saltanata karşı
Türk ulusunun Atatürk önderliğinde verdiği bağımsızlık savaşı ve ulusal direniş,
Kutsal İsyan” olarak da nitelenmiştir.

Direnme hakkı tarih boyunca meşru bir hak olarak savunulmuş, anayasalar ile güvence altına alınmıştır. BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde, baskıya karşı direnmenin,
insan haklarının korunması için zorunlu olduğu
vurgulanmıştır. Nazizm benzeri faşist rejimlere yeniden sürüklenmemek için Almanya Anayasası demokratik düzene tehdit oluşturan yönetimlere karşı halkın direnme hakkını açıklıkla tanımıştır. 1961 Anayasamızın
Başlangıç bölümünde bu hakka açıkça yer verilmiştir.
Günümüzde meşru direnme hakkının; demokrasi, insan hak ve özgürlükleri için yerleşik,
temel bir ilke ve hak olduğu tartışma dışıdır.

Basın Özgürlüğü, Halkın Haber Alma ve İletişim Hakkı

Türkiye’de medyada yapılan iktidar operasyonları nedeniyle halkın haber alma hakkı
sürekli kısıtlanmakta, iktidarı rahatsız eden gazeteciler hakkında davalar açılmaktadır.
Açılan soruşturmalara, davalara ve tutuklamalara karşın habere ulaşılmakta, alternatif medya, yeri ve zamanı geldiğinde dijital direniş aracı olarak kullanılabilmektedir. Erişimi engellenen sitelere bir biçimde girilmiş, teknolojinin yardımıyla direnerek, engeller bir ölçüde aşılabilmiştir.
Bu açık oturum hazırlanırken bile kimi gazetecilerin tutuklandığı, televizyon programlarına
ceza verildiği, siyasetçilere soruşturma açıldığı ve hakkını arayan tüm toplumsal kesimlerin engellendiği bir dönemde “Nasıl direneceğiz?” sorusu öne çıkmaktadır.

“Biz değilsek kim, bugün değilse ne zaman?”

ilkesiyle direnme hakkını artık yaşama geçirmek gerekmektedir.

İktidarın Ekonomi Politikaları ve Bütçe Hakkının Yok Edilmesi

Kamu gider ve gelirlerinin belirlenmesinde ve denetiminde halkın söz ve karar sahibi olması anlamına gelen Bütçe Hakkı, yüzyıllar süren çetin mücadelelerle kazanılmıştır.
Ta 1215’te Magna Carta ile elde edilen bu hak ve tarihsel kazanım korunmalıdır.
Oysa Türkiye’de merkezi yönetim bütçesi halkın katılımı olmaksızın hazırlanmakta,
TBMM’de göstermelik olarak tartışılmakta ve yasalaşmaktadır.
9 Temmuz 2018’den başlayarak, Yürütme erkinin tek kişiye bırakıldığı (Anayasa m.8) rejimle bütçe hakkı da yok edilmiştir. TBMM’ye sunulan merkezi yönetim bütçe yasa önerisi
reddedilse bile, Yürütmenin başı tarafından bir önceki yıl ödeneği
yeniden değerleme oranında artırılarak, bütçe yürürlüğe konmaktadır.
TBMM’yi dışlayan böylesi bir anayasal düzenleme (m.161), bütçe hakkının yok edilmesi demektir. Halkın, bu hak gaspına direnmesi, meşru savunma kapsamındadır.

Mayıs 2023 seçimlerinin ardından Mehmet Şimşek’in ekonomi yönetimine getirilmesiyle uygulanmaya başlanan ve “Şimşek programı” olarak anılan politikalar,
enflasyonla mücadelenin (!) bütün yükünü emekçi halkın omuzlarına yüklemektedir.
Bu programla halkın kurgulu biçimde yoksullaştırılması amaçlanmaktadır.
Adı konmamış bir IMF programı olan ve neo-liberalizmin merkezinde bulunduğu
bu programa karşı halkın direnişi meşrudur ve bu direniş mutlaka politik bir programla ve örgütlü biçimde yaşama geçirilmelidir. Emek düşmanı bu programa karşı halkçı, kamucu
bir direniş ve siyasetin benimsenmesi, günümüz Türkiye’sinin en ivedi sorunlarından biridir.

Adaleti ve Hukukun Üstünlüğünü Yok Eden
İktidarların Meşruluğunu Yitirmesi, Direnme Hak ve Görevi

Yönetimlerin meşruluğu toplumsal adalete dayanır; Adalet devletin temelidir!
Egemenliğin kayıtsız şartsız ulusun olduğu “ulusal egemenlik” olgusu da ancak adaletin, hukukun üstünlüğünün, hak ve özgürlüklerin güvenceye alındığı bir düzende yaşatılabilir.
16 Nisan 2017’de iki buçuk milyona yakın mühürsüz oy pusulası ve zarfın 298 sayılı yasaya
(md. 101) açıkça aykırı olarak geçerli sayılmasıyla hileyle bir anayasa değişikliği gerçekleştirilmiştir. Bu açıkça hileli oylamaya karşın kıl payı kabul edilen halkoylaması ile yapılan anayasa düzenlemesinin ardından toplumsal adalet, hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlükler, güçler ayrılığı yok edilmiştir. Süregelen dayatmalarla ulusal egemenlik
açıkça gasp edilmiştir. Bu süreç, demokratik hukuk devletine karşı pervasız bir darbedir.

Toplumsal sözleşmemiz olan Anayasa sürekli çiğnenerek fiilen uygulamaya konan ve yurttaşların hak ve özgürlüklerini yok eden tek kişilik despotik yönetim dayatmasına karşı çıkarak direnmek, her yurttaşın temel hakkı ve ödevidir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başta olmak üzere; hukukun genel ilkelerine göre, anayasa ve yasalara uymayan, hukukun üstünlüğü yerine keyfi ve kişisel, baskıcı bir yönetimi dayatan iktidara karşı, şiddete başvurmadan direnmek ve yüksek sesle topluca itiraz etmek vazgeçilmez bir insan hakkıdır.

Bugün halkın, egemenliğine sahip çıkmak ve demokrasinin olanaklarını kötüye kullanarak ülkemizi laiklik karşıtı totaliter bir rejime sürükleyen iktidarın tüm hukuk dışı eylemlerine karşı çıkmak için direnme hakkını kullanması zorunlu ve tümüyle meşrudur.

Bir kez daha vurgulayalım ki; İktidarın epeydir meşruluğunu yitirdiği günümüzde,
hukuksuz ve halkın haklarını çiğneyen sürgit politikalar karşısında halkın direnişi,
yalnızca bir hak değil, aynı zamanda tarihsel bir görevdir.
Bu nedenle; hukuksal dayanağı olmayan, topluma zorla dayatılan işlem ve eylemlere karşı
güçlü bir itiraz ve direnme kararlılığıyla, artık meşru olmayan iktidarın bir an önce
görevi bırakması
ve adalet temeli üzerinde yükselecek
tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden inşası ortak amacı çevresinde,
halkın en geniş anlamda ve gecikmeksizin birleşmesi zorunludur.

Meşru Direnme Hakkı konulu bu açık oturum ve forum ile ülkemizin içinde bulunduğu
ağır koşullarda direnmenin bir hak ve görev olduğu açıkça ortaya konmuştur.
Başta Cumhuriyetin kurucu partisi CHP olmak üzere; Meclis içi muhalefet,
iktidara meşruluk sağlamaktan vazgeçerek, –koşulları oluştuğundasine-i millete dönmekten de çekinmeyerek, halk ile birlikte ulusal direnişe çağrılmaktadır.

Yaşam hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, barınma hakkı, seçme-seçilme hakkı, toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı gibi temel hak ve özgürlüklerin içinin boşaltıldığı günümüzde bu açık oturum, artık bir görev olan direnişin yol haritasını belirlemek ve geniş bir meşruluk tabanına dayanan “Tam Bağımsız Cumhuriyet ve İvedi Demokratik İlerlemeler için Halk Bildirgesi” amacıyla
bir başlangıçtır. Sözü edilen meşruluk tabanının büyütülmesi için halkın haklarını savunan
kişi ve kurumlarla ilişkiler sürdürülecek, konuya ilişkin kaynaştırıcı ve
aydınlatıcı toplantılar düzenlenecektir.
Hazırlanacak bu Halk Bildirgesi, nitel bir sıçrama ile kurulacak bir Halk Meclisinin
ürünü olacak ve bu Halk Meclisi, 21. yüzyıl Türkiye’sinin en kapsamlı, ivedi ve
tümüyle meşru demokratik istemlerini yaşama geçirecektir.

Tarih, halkın haklarını er ya da geç aldığının açık öyküsü ve şaşmaz tanığıdır.

Zorba iktidarlar önünde sonunda halka boyun eğmiş ve hesap vermişlerdir.

Kamuoyunun bilgisine saygı ile sunarız. 15 Mart 2025, Ankara

DÜZENLEME KURULU

16 Demokratik Kitle Örgütü basın açıklaması : LAİK CUMHURİYET, DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİ VE ANAYASAL DÜZEN KIRMIZI ÇİZGİMİZDİR! 

16 Demokratik Kitle Örgütü olarak açıkladığımız, basın açıklamasıdır.

BASINA VE KAMUOYUNA

LAİK CUMHURİYET, DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİ VE ANAYASAL DÜZEN KIRMIZI ÇİZGİMİZDİR! 

Mustafa Kemal Atatürk ve Kuvayı Milliye kahramanlarının yoktan var ettikleri Türkiye Cumhuriyeti, hukuki meşruiyet ve anayasal haklar temelinde vücut bulmuş, akıl ve bilimle gelişmiş, aydınlanma devrimleri ile çağdaş uygarlık düzeyini aşma hedefine yönelmiş, mevcudiyetimizin ve istikbalimizin yegâne temeli olarak ilelebet muhafaza ve müdafaa etmekle görevli olduğumuz en kıymetli hazinemizdir.

102 yaşındaki Cumhuriyetimiz bugüne kadar bazı sıkıntılı dönemler yaşamış, ciddi yokluk ve yoksunluklarla mücadele etmiş, tümünü aşıp kalkınmayı, gelişmeyi ve demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak yaşamını sürdürmeyi başarmıştır.

Ancak bir süredir askeri darbe dönemlerinde bile görülmemiş hukuksuzluklarla karşı karşıya kaldığımız ve durumun giderek beka sorununa dönüşmekte olduğu ortadadır. Hukuk, siyasi iktidarın keyfi müdahaleleriyle ayaklar altına alınmaya, adalet aygıtı politik çıkarların aracı haline getirilmeye ve adeta hukukun üstünlüğü yerine, üstünlerin hukukunun egemen olduğu antidemokratik bir düzen inşa edilmeye çalışılmaktadır.

Seçimle kazanılamayan yerel yönetimlerin, yargı marifetiyle ele geçirilmesi ve halkın demokratik tercihlerinin yok sayılması açık bir ulusal irade gaspıdır, kabul edilemez.

Bilinmelidir ki, halkın seçimlerle iktidarlara verdiği yönetme yetkisinin sınırları, herkes ve her kurum için bağlayıcı olan anayasa ve yasalarla belirlenir. Bu sınırları aşan iktidarlar için meşruiyet sorunu doğması kaçınılmazdır. Atatürk’ün, “Adalet gücü bağımsız olmayan bir milletin devlet halinde varlığı kabul olunmaz.” ve “Milli iradeye uymayanların sonu yokluktur, yok olmaktır.” sözlerinden de anlaşılacağı gibi, hukuk ve adaletin yok edilmesi devletin temellerini sarsar, toplumsal kargaşa doğar. Mal ve can güvenliğinden kaygı duyan halk, bir arada yaşama duygusunu yitirir. Bu nedenle, hukukun üstünlüğü ve bağımsız yargı devletin sağlıklı işleyişi ve toplumun huzuru için vazgeçilmezdir.

Siyasi parti genel başkanından gazeteciye, belediye başkanından akademisyene, sendikacıdan iş adamına, sanatçıdan ajans sahibine ve falcıya kadar birçok insanın hukuksuz gözaltı ve tutuklamalara maruz kaldığı bu süreçte, 40 yıllık terör örgütü elebaşından “sayın kurucu önder” yaratma gayretine de tanık olduk yazık ki. Tüm bunların ve İstanbul halkının özgür iradesiyle üç kez seçtiği Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun önce yetkisiz bir kurul kararıyla 35 yıllık diplomasının iptal edilmesinin ve ertesi gün gözaltına alınarak “terör örgütü liderliği” gibi akıl almaz bir iddia ile suçlanmasının demokrasiyle bağdaştırılması kuşkusuz mümkün değildir. Sınırları emperyalist cetvellerle değil, vatan evlatlarının asil kanlarıyla çizilmiş Türkiye Cumhuriyeti’ne bunu yapmaya kimsenin hakkı yoktur.

Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı dünyada emsali görülmemiş bir mücadeleyle kurduğu Cumhuriyeti ve inşa ettiği demokrasiyi yaşam biçimi olarak içselleştirmiş olan halkımız, ekonominin krizden krize sürüklenmesinin de, dayanılmaz boyuta varan işsizlik ve yoksulluğun da başat nedeninin hukuk devletinden uzaklaşmak olduğunun farkındadır.

Milyonlarca yurttaşımızın temsilcileri demokratik kitle örgütleri olarak bu keyfiliğe karşı cevabımız, her zamankinden daha çok dayanışmak, birleşmek ve demokratik haklarımızı kullanarak anayasal düzeni savunmak olacaktır. Bu hukuksuz uygulamaları en güçlü şekilde kınıyor, protesto ediyor, gözaltına alınanların derhal serbest bırakılması ve hemen erken seçime gidilmesi talebiyle halkımızı demokrasiye sahip çıkmaya çağırıyoruz. Bugün demokrasi ve hukukun üstünlüğü için ses çıkarmamanın bedelinin, yarın çocuklarımızın sessiz bir karanlık içinde yaşamaya mahkum kalması olacağı unutulmamalıdır.

  • Gün, sarayın saltanat ve hilafet düzenini sürdürmek isteyenlere karşı halk idaresini kuran Atatürk’ün mirasına sahip çıkma günüdür!
  • Gün, hukuku, adaleti ve milli iradeyi koruma günüdür!
  • Gün, bütün toplumsal ve siyasi muhalefetin Laik Cumhuriyet ve demokrasi için birlik olma günüdür.

Yaşasın Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye! 

Saygılarımızla. 21 Mart 2025 /

(Cumhuriyet, tam arka sayfa)
LAİK CUMHURİYET, DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİ VE ANAYASAL DÜZEN KIRMIZI ÇİZGİMİZDİR! – ADD
***
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
EĞİTİM-İŞ SENDİKASI
İSTANBUL KADIN KURULUŞLARI BİRLİĞİ
İLERİCİ KADINLAR DERNEĞİ
MEMLEKET SEVDALILARI DERNEĞİ
ÖĞRETMEN OKULLULAR VE EĞİTİMCİLERİ DERNEĞİ
TAPU ÇEVRE YOL-İŞ SENDİKASI
HASANOĞLAN ATATÜRK ÖĞRETMEN OKULU MEZUNLARI DERNEĞİ
BÜRO-İŞ SENDİKASI
GENEL SAĞLIK-İŞ SENDİKASI
ULAŞIM-İŞ SENDİKASI
KADIN VE MÜCADELE DERNEĞİ
SANATÇILAR GİRİŞİMİ
TÜRK HUKUK KURUMU
TÜM ÖĞRETİM ELEMANLARI DERNEĞİ
MİLLİ MERKEZ

Halkın seçim özgürlüğü kaldırılıyor

Olaylar ve Görüşler
Prof. Dr. Doğan Soyaslan
21 Mart 2025 Cumhuriyet

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 30 yıl önce aldığı fakülte diploması, hukuka aykırı şekilde alındığı gerekçesiyle iptal edilmiştir. Aynı başkan hakkında eleştiri veya cevap hakkı kapsamında sayılabilecek sözlerden dolayı dava açılmakta, normal olarak ertelenebilecek ceza yerine hapis cezası takdir edilmekte, önceki dönem belediye başkanlıkları zamanında ihaleye fesat karıştırdığı gerekçesiyle hakkında dava açılmıştır.

İBB Başkanı İmamoğlu, 1988 yılında Girne Amerikan Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü’ne girmiş, bir yıl hazırlık ve birinci sınıfı okuduktan sonra 2 Ekim 1990’da İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İngilizce İşletme bölümüne geçmiştir. Geçiş işlemleri İstanbul Üniversitesi’nin 30 Temmuz 1990 tarihli yatay geçişe ilişkin ilanına, yatay geçişe ilişkin Yükseköğretim Kurulu Yönetmeliğine ve sair mevzuata uygun yapılmış. İmamoğlu eğitimini tamamlamış, diplomasını almıştır. Artık diplomanın kendine tanıdığı tüm hakları icra edebilecektir. Söz konusu haklar mükteseptir (kazanılmıştır). Tartışılamaz! Ancak İstanbul Üniversitesi Yönetim Kurulu, hukuka aykırı olarak 30 yıl sonra, 18.03.2025 tarihinde diplomayı iptal etmiştir.

ADİL YARGILANMA İLKESİNE AYKIRI

Belediye başkanının yaptığı ihaleden dolayı yıllar sonra hakkında dava açılmasının amacının suçun işlenmesinden sonra kamu düzenini korumak olmadığı anlaşılmaktadır. Cezalandırmanın amacı, suç ile bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek, devletin hareketsiz kalmadığını göstermektir. Bu nedenle dava açma işlemi, amaç unsuru açısından sakattır. İşlemiş olduğu suçtan dolayı başkanı cezalandırmak değildir.

Normal olarak eleştiri kapsamında sayılacak bir fiilin ya da ertelenebilecek bir cezanın ertelenmemesi, hakimin takdir yetkisini kötüye kullanması anlamına gelir. Ayrıca uygulama cezaların eşitliği ve adil yargılanma ilkesine de aykırıdır.

Yetkili kamu kurumları, idari görev ehliyeti olmayan yetkisiz kişilere görevinin sona erdiğini her zaman bildirebilir. Ancak belediye başkanının görev ehliyeti ile ilgili bir sorun yoktur. Aradan otuz yıl geçtikten sonra başkanın diplomasının sahihliğini incelemenin amacı, ehliyetsiz olan kişinin görev yapmasını engellemek değildir. Bu nedenle idarenin inceleme yapması, işlemi amaç açısından sakatlamaktadır.

DEMOKRASİDEN UZAKLAŞMA

Aslında İBB Başkanı hakkında açılan davaların ve diplomasını iptal etmenin amacı, Cumhurbaşkanlığı yarışında önünün kesilmek istenmesi olsa gerektir.

Bir kişinin Cumhurbaşkanı adaylığını engellemek için takdir yetkisinin keyfi kullanılarak cezalandırılması, hakkında amacı “kamu düzenini yeniden tesis” olmayan davalar açılması, herhangi bir hukuki neden olmaksızın diplomasının iptali Anayasanın 101. maddesinde ifadesini bulan halkın Cumhurbaşkanı seçme ve başkanın seçilme özgürlüğünü ihlal eder. Bir kişinin adaylığının engellenmesi vatandaşı başka bir kişiye oy vermeye mecbur etmek demektir. Bu durum demokrasi ile bağdaşmaz. Bu tür hukuksuzluklar demokrasiye, halkın iradesine ağır bir zarar vermektedir. Daha da önemlisi, demokrasiden uzaklaşma yönünde yol açmaktadır.

ANAYASAYI İHLAL SUÇU

Bütün bunlar ülkemizde kurumların ağır bir biçimde yıpranmasının nedeni olacak, Yükseköğretim Kurulu ve İstanbul Üniversitesi saygınlığını kaybedecektir. Ayrıca toplumda kutuplaşma, siyasi ayrışma ve husumet artacaktır. Dünyada Türkiye’nin hukuk devleti imajı büyük zarar görecektir.

Nasıl ki cebir veya tehdit ile bir siyasi liderin diplomasını iptal ettirerek onun siyasi yarışa girmesine bir grup asker engel olursa ve bu anayasayı ihlal suçu (TCK md. 309) veya darbe olacaksa, devlet hiyerarşisi içinde kamu gücünün re’sen netice doğurmasının hukuka aykırı olarak gerçekleştirilmesi halinde de (manevi cebir, devletin tek taraflı icraat gücü) anayasa cebren ihlal edilmiş sayılacaktır. Aslında devletin re’sen cebir gücünü kullanarak anayasayı ihlali, maddi cebir kullanarak anayasayı ihlalinden özde daha ağırdır. Çünkü hukuk, fark ettirilmeden hukuka aykırılığın aracı durumuna getirilmektedir.

Geçerli bir hukuki neden olmaksızın diplomayı iptal eden ve ettirenler söz konusu suçu işlemekten dolayı, fail veya yardım eden olarak sorumlu sayılacaktır.

Hukuk ve Adalete Davet

Cumhuriyet

Cumhuriyetpostakutusu@cumhuriyet.com.tr  
20 Mart 2025


Bu süreç en geç 2028’de yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimi için CHP önseçimle adayını belirleme kararını almasıyla başladı. CHP, cumhurbaşkanı adayını önseçimle belirleme kararı aldı. Bu nedenle, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu on gündür etkin biçimde çalışıyordu. Çeşitli illerde coşkulu geçen geniş katılımlı toplantılar yaptı.

Bu toplantıların CHP tabanı ile birlikte halk yığınlarını da harekete geçirdiğini gören siyasal iktidar, İmamoğlu’nun yükselişini durdurmak için 23 Mart’ta yapılacak önseçimden önce hukuku zorlayarak kimi önlemler almaya başladı.

İmamoğlu hakkında önce çeşitli konularda soruşturmalar başlatıldı. İki gün önce, hukuken açık ve kesin yetki tecavüzü yapılarak 31 yıllık diploması iptal edildi. Dün de sabah evinde arama yapıldıktan sonra kendisi gözetim altına alındı. Söylentilere bakılırsa, yürütülen soruşturma teröre bağlanarak İBB’nin başına kayyum atanacak…

İmamoğlu’nun gözetim altına alınmasının hemen ardından İstanbul, askeri sıkıyönetim dönemlerinde görülen benzer uygulamalarla karşı karşıya kaldı. Kimi cadde, sokak ve metrolar valilik kararları ile yasaklandı.

“Kul hakkının yendiğini” belirterek “kendisini millete emanet ettiğini” duyuran İmamoğlu’nun bu çağrısı dün yurdun çeşitli illerinde toplu eylemlere, öğrenci hareketlerine neden oldu. Demokratik haklarını elde etmiş ve demokrasiyi içselleştirmiş olan yurttaşlar, kazanılmış haklarını savunmaktan geri durmayacağını gösterdiği tepkilerle dile getirmeye başladı.

İmamoğlu ve yakın çalışma arkadaşlarına yönelen gözaltı uygulamaları, ekonomide de anında önemli bir deprem etkisi yarattı. Borsa, endekslerindeki yüksek kayıplar yüzünden dün işlemlerini birkaç kez durdurmak zorunda kaldı. Döviz yükseldi, piyasalar olumsuz etkilendi.

İmamoğlu’nun gözetim altına alınması, dünya basınında da iktidarın yargıyı kullanarak muhalefeti bastırma çabalarının bir parçası olarak yorumlandı.

Görünen odur ki tarihteki benzer örneklerde olduğu gibi AKP önderliğindeki Cumhur İttifakı, son uygulamalarıyla bir anlamda kendisinin yenilgisini hazırlıyor… Demokrasiye inanan tüm muhalif partiler ve seçmenler de bu son hukuksuzlukları kabul etmiyorlar.

Demokrasilerde hukukun üstünlüğünün bittiği yerde, bugün Türkiye’de yaşandığı gibi üstünlerin hukuku işlemeye başlar. Bu da temelde objektif hukukun kenara itilmesi ve hukuksuzluğun devreye girmesidir.

Başta AKP içindeki -eğer kalmışsa- aklıselim sahipleri olmak üzere iktidarın bu gidişinin iyi bir gidiş olmadığının ayırdına vararak yaptıkları yanlışlardan bir an önce dönmesi gerekmektedir.

Bilinmelidir ki demokrasi konusunda hassas olduğu bilinen halk, demokratik hakların kısıtlanmasına, onların kullanılmasının engellenmesine karşı tarih boyunca karşı durmuştur.

Bu kez de yurttaşları demokratik haklardan mahrum etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir.

Egemenlik milletindir!

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

15 Mart 2025 Cumhuriyet
https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/orsan-k-oymen/egemenlik-milletindir-2309524

23 Mart 2025’te önseçime girecek olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin cumhurbaşkanı aday adayı ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Anadolu’nun ve Trakya’nın illerini gezmeye ve CHP örgütüyle buluşmaya başladı. Ekrem İmamoğlu, bu illerde gerçekleştirdiği toplantılarda bir yandan CHP örgütüne bir yandan da Türkiye’deki tüm seçmenlere mesajlarını iletiyor.

Ülkenin ekonomi, adalet, yargı, demokrasi, eğitim, sağlık konusunda yaşadığı sorunlara  değiniyor ve kendisine yönelik gerçekleştirilen hukuk dışı kumpas “davalarının ve haksızlıkların altını çiziyor, milletin, halkın sesi olmak için, büyük bir mücadele veriyor.

Ekrem İmamoğlu yaptığı konuşmalarda, AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın, hukuk dışı yollarla kendisinin adaylığını engellemesinin, mertliğe ve cesarete aykırı olduğunun, bunun bir korkaklık göstergesi olduğunun altını çiziyor.

Ekrem İmamoğlu bu bağlamda konuşmalarından birisinde Erdoğan’a, “Kaybedeceksen şerefinle kaybet, ama kazanmak için asla şerefini kaybetme!” deyimini hatırlattı.
***
Ekrem İmamoğlu, hakkındaki üniversite diplomasını iptal etme girişiminin de tüm vatandaşları ilgilendirdiğini vurgulayarak şunları ifade etti:

  • “Böyle bir resmi belge, 35 yıl sonra bir kişinin siyasi amaçları, siyasi ihtirası, siyasi çıkarlarıyla iptal edilirse, artık bu ülkede hiç kimse elindeki resmi evraka güvenemez. Benim 35 yıllık diplomamı iptal ettirmeye çalışanlar başarılı olursa, yarın da sizin 40 yıllık, 50 yıllık, 60 yıllık zeytin tarlalarınıza, aileden kalma tarım alanlarınıza, bağınıza, bahçenize, bankadaki paranıza çöker bunlar. İktidarın kendisi değil, devlette, yargıda etkisi olan, adamını bulan her şahıs bir kumpas kurar, elinizdeki 40 yıllık, 50 yıllık tapuyu, mahkeme kararını iptal ettirir. Devletin verdiği evraklar siyasi amaçlarla, kişisel hırslarla, ihtiraslarla, böyle kolayca geçersiz ilan edilirse, bu milletin devletine güveni kalır mı? Kalmaz. Beni, Ekrem’i, seçim yarışı dışına itmek için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bu hale düşürmeye razı bunlar. Aynı zamanda 572 yıllık İstanbul Üniversitesi’ni rezil etmeye bile hazırlar. Oradaki bilim insanlarını, oradaki dekanları, rektörleri, oradaki akademisyenleri rezil etmeye hazırlar. Onları itibarsız etmeye hazırlar.”

Erdoğan ile kendisi arasındaki farkı anlatırken, “Ben cumhuriyetçiyim, ben demokratım, ben Atatürk sevdalısıyım, ben Cumhuriyet Halk Partiliyim. Aramızdaki fark bu” diyen Ekrem İmamoğlu,
kendisi ve CHP hakkındaki kumpas “davalarını” da “Ergenekon” kumpas “davalarına” benzetti ve
şu açıklamaları yaptı:

  • FETÖ kumpaslarıyla organize edilmiş Ergenekon davaları için ben bu davaların savcısıyım diyen zat, şimdi de Cumhuriyet Halk Partisi’ne ve bana açılan davaların savcılığına soyunmuştur. Savcı aramayın, savcı o. Geçmişte bu iki ortak, yargı eliyle siyasi amaçlarına ulaşmayı çok iyi bilirlerdi. Şimdi aynı taktiklerle sandıkta yenemedikleri, bundan sonra da asla yenemeyecekleri Cumhuriyet Halk Partisi’ne yargı eliyle boyun eğdirmek istiyorlar.

Cumhuriyet Halk Partisi’ne boyun eğdirirsek, millete de boyun eğdiririz diye düşünüyorlar.
Ama ne biz boyun eğeriz ne de bu aziz millete boyun eğdirecek, bırak kişiyi, ne devlet ne başka bir unsur, anasının karnından doğmadı, doğmayacak! Bu aziz millet büyüktür. Bizler zalimin değil, bizler yalnızca milletin iradesi karşısında boyun eğeriz.”
***
1922’de padişahlık, 1924’te halifelik düzeninin kaldırılmasıyla ve 1923’te Cumhuriyetin kurulmasıyla, egemenlik padişahın ve halifenin elinden alınıp halka, millete devredildi.

AKP iktidarı ise egemenliğin yeniden post-modern bir padişaha ve halifeye verilmesi sürecini başlattı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisindeki önseçim, AKP’nin ve MHP’nin bu oyununu bozmanın ilk adımı olacaktır!
————————————————————————
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
23 Mart’ın anlamı17 Mart 2025
Egemenlik milletindir!15 Mart 2025
Rusya-fobik Avrupa10 Mart 2025