Aydınlanma Devrimleri ve emperyalist kurgular

Alev Coşkun
29 Kasım 2024, Cumhuriyet
(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Siyasal iktidarın sözcüleri son haftalarda epeyce çığırından çıktı. Laiklik ilkelerine kökten karşı olan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, camilerle ilgili eski hikâyeleri (öyküleri) yeniden gündeme getiriyor.

Milli Eğitim Bakanlığı tarikatları koruyan, kollayan onlara Cumhuriyet bütçesinden kaynak aktaran bir bakanlık haline (durumuna) geldi.

Bakan Tekin kendisini TÜGVA, Ensar ve TÜRGEV gibi tarikatları koruyan bir görevli olarak kabul ediyor. Öte yandan Harbiye’den yeni mezun olmuş “Atatürk’ün askerleriyiz” diyen teğmenler, öyle anlaşılıyor ki, mesleklerini ve görevlerini yapamadan Ordu’dan çıkarılacaklar. Bunun için de Milli Savunma Bakanlığı, “Bakanlığın itibarını zedelediler” gibi insanı güldürecek bir gerekçe buldu.

Erdoğan, “Atatürk on yıl daha yaşasaydı Türkiye daha güzel olurdu” dedi. Bir yazar da buna karşı şunları söyledi: “On yıl daha yaşasaydı yeni fabrikalar kurardı, AKP de onları satardı.”

Eski bakanlardan Nihat Zeybekçi de “Atatürk yaşasaydı AKP’ye girerdi” gibi insanları güldürecek söylemler ortaya atıyor. AKP iktidarının bu çelişkilerini, Cumhuriyetin temel ilkelerini hiçe sayan laiklik karşıtı uygulamalarını saymaya kalkmak bu yazının boyutlarını aşar.

‘MEDENİYETLER (Uygarlıklar) ÇATIŞMASI’

Bunlar aslında, AKP’nin siyasal görüşleridir diye düşünenler yanılıyorlar. Türkiye’nin özellikle “BOP(AS: Büyük Ortadoğu Projesi) kararlarından sonra sürdürdüğü uygulamalar, süper güçlerin Türkiye için kurguladığı planların sonucudur.

Emperyalist devletlerin “Yeni Dünya” kuramcılarından Prof. Huntington’un 1996’da yazdığı “Medeniyetler Çatışması” adlı kitabında ileriye sürdüğü düşünceler unutulmasın.

S. Huntington bu kitapta 1996’da laik demokrasinin salt Batı’ya uygun olduğunu, Müslümanların demokrasiyi beceremediğini, Türklerin de Atatürk’ten ve laiklikten vazgeçerek “ılımlı İslam” modelini benimsemesi gerektiğini ısrarla savundu. Soğuk Savaş boyunca
İslami kimlik ve hareketlerin sosyalizm karşısında güçlendirilmesi Amerika’ya radikal İslam olarak dönünce, Soğuk Savaş sonrası dönemde kontrolü mümkün (denetimi olanaklı) görülen hem de Amerikan emperyal düzenini devam ettirecek (sürdürecek) olan “ılımlı İslam” modeli oluşturuldu.

Böylece CIA (Ankara) masası şefliği de yapmış olan Graham E. Fuller, Paul Henze gibi isimler (adlar), Elizabeth H. Shakman, K. Robins, J. Esposito gibi sosyal bilimciler Türkiye’nin toplumsal gerçekliğine ters, tarih dışı bir durumu, kendi önerdikleri sisteme oturtarak anlatmaya ve savunmaya başladılar.

CUMHURİYETLE SORUNU OLANLAR

Son günlerde bu daha da yoğunlaştı. Nobel ödülü alan, Prof. Dr. Daron Acemoğlu da Atatürk hakkında yorumlar yaptı. Nobel ödülünü alan (paylaşan) Acemoğlu, daha önce Orhan Pamuk’un yürüdüğü yoldan yürüyor.

Cumhuriyetle problemi (sorunu) olan kesimler konuyu 1930’lara getirirler. Bugünkü aksaklıkları Atatürk’e, Cumhuriyet dönemine ve 1930’lara bağlarlar. Acemoğlu da şöyle diyor:

  • “Atatürk, o sırada politik sistemi açabilmek gibi elinde bir opsiyon olmasına rağmen tam tersini yapıyor. Elindeki gücü merkezileştirmeye çalışıyor. Yani mümkün müydü gerçekten daha demokratik bir şey olması? Belki de mümkündü. Niye? Çünkü Osmanlı’dan başlayarak yani
    I. Dünya Savaşı’ndan önceki parlamentolara bakarsanız daha çoğulcu bir sistem var
    .”
  • Bazı (Kimi) şeylerde empoze, çok özel zamanlarda olursa, örneğin işte Fransa’da Napolyonik, savaşlar zamanında, savaştan dolayı belki geçiyor. Ama onun dışında hemen hemen
    hiç örneği yok. O yüzden daha baskıcı değil de daha çoğulcu bir biçimde yapmanın olanaklı olduğunu düşünüyorum ben o zamanki reformların. Çünkü Türkiye demokrasisinin sorununu ben, başından beri sivil toplumun çok zayıf ve gücün de devleti kim denetliyorsa elinde merkezileşmesi olarak değerlendiriyorum.”

Acemoğlu, I. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Parlamentosunda “çoğulcu sistem” olduğunu söyleyecek ölçüde gerçeklerden uzaklaşabiliyor.

Bu görüş, toplumsal gelişmeler tarihine, Ortaçağı yaşayan bir toplumdan laik ilkelere bağlı ve Aydınlanma Devrimlerine dayalı çağdaş bir toplum yaratma mücadelesine (savaşımına)
bilimsel olarak ters düşüyor. Atatürk Devrimlerine ters bakan, sürekli “Tepeden bastırdı” diyen oryantalizmin yüzeysel değerlendirmelerine karşı etkin ve doğru yanıtlar veren akademisyen Prof. Dr. Seda Ünsar’ın yazdıklarına bakıyorum. Bu konuda yazdığı bilimsel makaleleri bir yana, bir edebiyat yorumcusunun belirttiği gibi “edebi ve felsefi yönü ağır basanDüşüş adlı romanında Prof. Ünsar şöyle yanıt veriyor:

BOŞ SLOGAN ve ATATÜRK

“Türkiye’nin neredeyse yüz yıldır, emperyalizmin körüklediği anti-laiklik ve üretimi baltalayıcı politikalara karşın, büyük oranda Atatürk’ün ruh kudretinin olanaklı kıldığı devrim sayesinde hâlâ ayakta durabilmesi büyük olay. Laik Cumhuriyet, Tevhid-i Tedrisat, medreselerin, tarikatların kapanması, laik hukuk, Alfabe Devrimi, Köy Enstitüleri, sosyal fabrikalar gibi, oryantalist Batı âlimlerinin bile hayranlığını gizlemediği, her biri bir yüz yıllık büyük adımların sağladığı toplumsal dönüşüm…”

“ (…) Emme basma tulumbadan çıkmış, içi boş bir slogan gibi, ‘Atatürk eskiyi kaldırırken yerine bir şey koyamadı’ diyen oryantalizm beni çıldırtıyor. Şimdi özet verelim: Yerine, yüz yıl sonra sokaklarda rüştünü (erginliğini) kanıtlayan bir sivil toplum koydu; yeni bir alfabe (abece) koydu; İslam dinine ilk defa (kez) gelenek dışında ve günah demeden felsefe, bilim, tarih, sosyoloji, antropoloji, epistemoloji açısından da bakılabilmesini koydu -hem de 1300 yıllık tarihinde ilk kez- İslam dünyasında tek olan vicdan özgürlüğü kavramını koydu; yeni, modern (çağcıl), kaderine hükmeden (yazgısını yöneten) bir benlik koydu; bilimsel düşünce, arkeoloji, tıp koydu; derslerinde çıplak modeller kullanılan güzel sanatları koydu; geometri, matematik kitaplarını bizzat (doğrudan) yazdığı bir eğitim seferberliği koydu; uçak, şeker, un, çimento, iplik ve aklına gelen her şeyi kendisi üreten, işçiye tiyatro yaptıran, ulaşımını bedava (bedelsiz) sağlayan fabrikayı koydu; Finlandiya’nın bile incelediği köy tarım modellerini koydu; dünyanın en değerli para birimini koydu; müziğin, sanatın, insanlığın evrensel değerlerini öğreten, çarıksız köylüden öğretmen, mühendis, Bakan yapan Köy Enstitülerini koydu; saz çalıp Shakespeare okuyan
köy çocuklarını koydu; hangi Ortadoğu toplumunda bale var, hangisinde Türklerdeki gibi bir laiklik kabulü, sadece (yalnızca) yasal anlamda değil, laik devlet, laik toplum, laik insan, laik bir benlik veya kimlik idrakı (algısı) var. Benim tüylerimi diken diken eden şey, bütün bunların temellerinin on beş senede (yılda) gerçekleşmesidir.” (Seda Ünsar, Düşüş, İnkılap Kitabevi, 2021, s.71-72.)

Yukarıdaki alıntı bu laiklik karşıtı ve bilimsel gerçekleri altüst eden kişiler için yetmez mi?
=======================================
Dostlar,

Biz de biz X iletimizle Prof. D. Acemoğlu’na yanıt yazmış ve tarihsel anakronizma hastalığına düşmemesi gerektiğini, yüz yıl gerisini günün ölçütleriyle irdeleme olanağı olmadığını, yaptığının temelsiz ve bilimsel yönteme uyarsız olduğunu belirtmiştik. Daron hocamıza, Prof. Aziz Sancar’ı örnek alması gerektiğini de anımsatmıştık..

  • Prof. Dr. Maurice Duverger : «Kemalist partinin birinci özelliği, demokratik bir ideolojiye sahip olmasıydı. Mustafa Kemal‘in siyasal rejimi, çoğulculuğun üstün değer olduğunu kabul ediyor ve çoğulcu devlet felsefesi içinde işlevini yerine getiriyordu. Üstelik, partisinin, yapısal açıdan da totaliterlikle hiçbir ilgisi yoktuKemalizm demokratik bir ideolojidir. Atatürk döneminde niçin demokrasinin tüm kurum ve kuralları yoktu? Olamazdı da, onun için…»

Bu değerlendirme, Prof. Maurice Duverger’in, Kemalist partinin demokratik ideolojisi ve yapısının totaliterlikle ilgisi olmadığına ilişkin belirlemeleri, 1951’de yayımlanan “Les Partis Politiques” (Siyasal Partiler) adlı yapıtında yer alıyor. Bu betikte (kitapta) Prof. Duverger, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) yapısını ve ideolojisini irdeleyerek, Partinin demokratik değerlere sahip olduğunu ve totaliter özellikler taşımadığını belirtmiştir. Özellikle, CHP’nin üyelik yapısının herkese açık olduğunu, ihraç ve dışlama düzeneklerinin bulunmadığını, üniforma ve geçit törenleri gibi totaliter simgelerin olmadığını vurgulamıştır. Bu değerlendirmeler, Prof. Duverger’in CHP’yi totaliter partilerden farklı bir konumda gördüğünü göstermektedir.

Dr. Ahmet SALTIK
01.12.2024, Ankara

Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir