Ekonomik buhranı, adeta bu konuda bir yemin etmişcesine daha da koyulaştıran ve kontrolü tamamen elinden kaçırmış görünen rejim, öylesine “ne yaptığını bilmez” bir ruh hali içine düştü ki, ekonominin dümenindeki “pırıltılı – ışıltılı” şahıs, “Tercihimizi bir avuç azınlıktan yana, ezilen-sömürülen-yoksullaştırılan çoğunluğun aleyhine kullandık” diyecek kadar terbiyesizleşebiliyor.
Kapitalist sistemin nasıl çalıştığı ve devletin baskıcı gücünü kullanarak, hakim sınıflar üzerinden sömürüyü nasıl hayata geçirdiklerini adeta “paşa paşa” itiraf anlamına gelen bu sözler, çaresizliğin en sade biçimde itirafıydı. Bir yandan da asla “utanmadıklarının” somut bir tezahürüydü, tabii.
Geniş halk kitlelerini yoksullaştırıp, bir lokma ekmeğe muhtaç edip, ulusal para birimini “pula” çevirip, belki de kendileri gittikten sonra bile ekonomiyi uzun süre rayına sokulamayacak hale getirdikleri yetmiyormuş gibi, bir yandan da halka tepeden bakmayı “hakaret ve küfür” boyutuna taşımaktan da çekinmiyorlar. Hani o İngilizce’nin bu durumlara cuk diye oturan “Adding insult to injury” (yaraladığı birine, bir de hakaret etmek) deyimi vardır ya… İşte, tam da onu yapıyorlar.
Bu ülke insanlarının vergileri ile maaş alan, üstelik “namus ve şeref üzerine hizmet yemini” etmiş bir şahıs, üstelik sık sık “Ben sizin efendiniz değil, hizmetkârınızım” diyen bir şahıs, kendisini ve icraatını beğenmediği için protesto etmiş milyonlarca kadına ve erkeğe “Çürükler!.. Sürtükler!..” diye bağırabiliyor. Tekrarlamaktan utanmadıkları yalanlara (Kabataş yalanı, camide içki yalanı, teröristler yakıp yıktı yalanı) bir yenisini daha ekleyerek, “Camilerimizi yaktılar” yalanına başvurmaktan da çekinmiyor. Hattâ, hemen akabinde yandaşları, “Gezi’de ağaçları da yaktılar” yalanı ile şakşakçılık ve yardakçılık ederek “tüy” dikiyor.
Hak arayan herkese, anayasal hakkını kullanarak itirazını dile getirmeye çalışan herkese, faşist rejimlerin tipik refleksi olarak şiddet kullanmaktan, her gördükleri yerde “devletin sopasını” kullanmaktan da asla çekinmiyorlar. Anayasa’nın 34’üncü maddesi ve 2911 sayılı yasadan kaynaklanan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı “her görüldüğü yerde kafası ezilmeli” mantığı ile engelleniyor.
Sadece geçen 3 gündür;
İstanbul Okmeydanı Fetihtepe’de kentsel dönüşüm gerekçesi ile evlerinden atılıp elektriği – suyu – gazı kesilen yoksullar,
İstanbul Çekmeköy’de zaten 3-5 metrekare bırakılmış yeşil parklarına sahip çıkmak isteyen mahalle halkı,
Arkadaşlarının işten atılmasını protesto eden Enerji-Sa emekçileri,
TÜİK’in önüne giderek “halkın kandırılmasına alet olmayın” diye seslenmek isteyen Birleşik Kamu-İş sendikası mensupları,
Diyarbakır’da gazetecilere toplu gözaltını kınayan basın emekçileri copla, gazla, gözyaşartıcı bomba ile, dayakla, küfür ve hakaretle karşılık buluyor.
Bütün bu demokrasi ayıplarını, insanlık cinayetlerini görüntüleyip kamuoyuna aktarmak isteyen basın emekçileri itilip kakılıyor, tekme tokat yerlerde sürükleniyor. Medyanın haber alma ve kamuoyuna verme hakkı ihlal ediliyor.
Hani, bizim nesil yurtsever ve sosyalistlerinin 1970’lerde sıkça kullandığı bir slogan vardı:
- “Zam, Zulüm, İşkence, İşte Faşizm!..”
Bugünlerde, adeta bunun 2022 versiyonu üretiliyor:
- “Sömürü, Saygısızlık, Sopa, İşte Faşizm!..”
Ağzını açana, hak arayana, itiraz edene, zulme karşı çıkana, devlet tüm gücü ile “kafa ezme” harekatına başvuruyor. Basın kuruluşlarına BİK (Basın İlan Kurumu) ambargosu, RTÜK (Radyo Televizyon Üst Kurulu) sansürü ve cezaları, sosyal medyaya getirilmek istenen yasaklar, mesela TELE1’e borç bahanesi ile lisans iptali tehdidi de bunların “mütemmim cüzü” olarak devrede.
Bunların hepsini alt alta toplayınca, “gidici zihniyeti”nin iyice sırıttığına tanık olmaktayız.
Tarihi azıcık okuyup araştırsalar, bunların nafile çabalar olduğunu görecekler de…
Buna tenezzül edecek halleri bile yok artık.
Nafile!
Yenilecek ve gideceksiniz.
O yüzden sandığı geciktiriyor, sandığı halktan kaçırıyorsunuz.
O sandık, er ya da geç gelecek.
Mukadder sonunuzdan kaçış olmadığını, o gün anlayacaksınız.
***
Ertuğrul Karakaya (1955-1977)
Çarşamba günü, bir yiğit yoldaşımızı, kısacık ömrünü faşizme karşı mücadeleye adayıp toprağa düşen bir devrimciyi andık. Darüşşafaka yıllarından sevgili arkadaşım, ODTÜ’de 1977 “Rektör Hasan Tan’a karşı direnişin” bayraktarı Ertuğrul Karakaya kardeşimiz, aynı bugünleri yansıtan koşullarda mücadele sırasında hayatını kaybetti.
Ufacık cüssenin içinde kocaman ve devrime adanmış bir yürek çarpıyordu.
Onu sırtından vuran devlet gücü, ambulansın gelişini bile engellemeye, cenazesine bile engel olmaya kalkmıştı. Ertuğrul’a ve anti faşist mücadele ile devrim yolunda gözünü kırpmayan tüm yoldaşlarımıza selam olsun.
Baştan sona DAHİYANE teşhisler, saptamalar, irdelemeler, yorumlar, genellemeler, teşhirler, kınamalar, öngörüler, sonuçlar. DUAYYEN VE DAHİ gazeteci ve yazar,yapımcı ve sunucu sevgili Zafer ARAPKİRLİ’nin kalbine,eline ve kalemine en içten tebrikler, ve teşekkürler, selamlar ve saygılar, en iyi dilekler ve yeni başarılar, büyük umutlar ve konuya ilişkin özel bir adak :
BUNLARA VE UŞAKLARINA,KOLTUK DEYNEKLERİNE,TROLLERİNE,KÖSTEBEKLERİNE
Eski ve en yeni faşistler,mandacılar ve himayeciler
Ve açık ve gizli rasistler, mafyacılar ve takiyyeciler,
Yurdun bütün değerlerini ve kazanımlarını satıp savurarak
Ve ulusun tüm emeğini ve alın terini sömürerek ve çalarak
Tam üç trilyon yeşil ve kara para üretip yığdılar ve bölüştüler.
Bu paranrın iki trilyonunu Katar’a ve Malezya’ya depo ettiler.
Bir trilyonunu ise içerdeki en örtülü ve örtüsüz zulalara sakladılar.
Yeni bir Lale Devri yaratarak yaşamaya ve fink atmaya başladılar.
Yalan ve iftira dolu iğrenç bir propagandaya ve ajitasyona giriştiler.
Yediden yetmişe her kadına ve erkeğe küfür, hakaret, zulüm ettiler.
En haksız ve gereksiz bir dış savaş
Ve en kanlı ve korkunç bir iç savaş
Planları ve programları yaptılar ve yaptırdılar,
Yurdu ve ulusu bu savaşlarla imhayı tasladılar.
Daha birçok böylesine ağır suçlar ve günahlar işlediler
Ve işlemeye gece gündüz hiç durmadan devam ettiler.
Bunlara ve uşaklarına,koltuk deyneklerine,
Bir kaç maaşlı trollerine ve köstebeklerine,
Karşı bütün ulusca tam birlik ve bütünlük içinde savaşım vermek
Ve tek ve en geniş bir Hak,Vatan Ve Halk Cephesi’nde birleşmek,
Her genç ve yaşlı meleğin ve erkeğin en yaşamsal ve ulusal görevidir
Ve asla ve kat’a ertelemeden ve küçümsemeden gerçekleştirilmelidir.
Bu kutsal göreve hazır olacak ve katkı yapacak tüm erkekler ve kadınlar
Bütün yurtca ve ulusca kucaklanacak,öpülecek,kutlanacak,kutsanacaklar.
İşte tam da o zaman bütün Türkiye sonsuza dek baki ve özgür olacak.
Tüm ulus ise barışa ,işe, aşa, emeğe, genliğe ve gönence kavuşacak.
Gönül Pınar Atacı, 12.Haziran.2022