Ben ağır, anlayışlı, biraz da elle tutulur, olağan şeylerden yanayımdır.
Onun için de, eskilerin “İnsanlar anlamadıklarına daha çok inanırlar” demiş olması bana dokunmaz.
“İnsan kafası öyledir ki, kendisine karanlık gelene daha kolay inanır.” (Tucitus)
Şüphe etmemi yasaklıyor, şüphe edersem ağır küfürler savuruyorlar bana. Ve biliyorum kızıyorlar.
Ama benim inancım kaba kuvvetle değiştirilecek cinsten değildir.
Görüşlerini yanlış olmakla suçlayanlara çatsınlar. Ben sadece anlaşılması zor ve cüretli olmakla suçluyorum.
Karşı görüşü ise, onlar kadar azgınlığa varmadan ben de tutmuyorum.
“Olabilir desinler ama olur demesinler.” (Cicero)
Düşüncelerini kafa tutarak, emirler vererek ortaya koyanlar, akıldan yana güçsüz olduklarını
belli ediyorlar.
*
Yukarıdaki satırlar Montaigne’a ait. Yaklaşık 450 yıl önce yazılan bu satırlardan bugüne
ne değişmiş acaba?..
Aşağıdaki satırlar da “Atatürk’ün kalemi” denilen ünlü yazarımız Falih Rıfkı Atay’ın yaklaşık 50 yıl önce yazdıklarından alıntı. (1960’larda, Menderes döneminde, diktatörlük-hilafet-odunu seçtiririm-tahkikat komisyonları gibi sözlerin yoğun olduğu dönemlerde yazılmış.)
Günlük tartışmalara ışık tutmak üzere kimi zaman sizlerle ortak olan
kendi düşüncelerimizi paylaşmak yerine, yıllar öncesine bakmak daha yararlı diye düşünüyorum. Çünkü, o yazılar hem o dönemi hem de bu dönemi anlatıyor ve karşılaştırmalı düşünmemizi sağlıyor.
*
Atatürk’e henüz Mustafa Kemal’ken, padişahlığı ve halifeliği
teklif ettikleri günleri hatırlıyorum.
Herhangi ileri bir adım atmak için Türkiye’nin şartları
bugünkünden yüz defa elverişsizdi.
“Hayır” dedi ve bütün şanını, şerefini ve canını tehlikeye atarak bin yıllık medreseleri köklerinden söktü, attı. Şimdi on yıllık
hafız okullarına dokunamıyoruz.
Eski yazıyı söktü, attı. (Şimdi) Dükkânlarımızın Arap yazısı ile kaplı duvarlarına ilişemiyoruz.
Üç günde fesli ve sarıklı Türkiye, şapkalı Türkiye’ye değişti.
Bugün Ankara ve İstanbul’un bazı semtleri bile bere ve çarşaf dolu.
Türbeler açık, tekkeler açık.
Çünkü demokrasi var! Çünkü demokrasi ile devrimcilik bağdaşamaz!
Peki ya gençler bu bağdaştırmayı nasıl yapacaklar?
Yürüyen, kaplayan, yayılan, kavrayan devrimcilik değil, gericilik! Gün geçtikçe kuvvetlenen, köklenen o!
***
“GÜNEŞİ BEKLERKEN”
Son olarak, bugün hak, hukuk, adalet konusunda geldiğimiz noktayla ilgili “siyaset dışı” bir örnek vereyim. Siyasetten bağımsız ne kaldıysa artık!
Biliyorsunuz, Kanal D’de “Güneşi Beklerken” adlı bir dizi yayınlanıyor.
Yaklaşık 1-1,5 yıldır ekranda. Oysa benim 5 yıl önce (2009’da) yayınlanmış
bir kitabım var. Adı: “Güneşi Beklerken”
Bu dizi başladığında, isim hakkı nedeniyle TPE’ye (Türkiye Patent Enstitüsü) başvurduk,
bu adı kullanamazlar diye.
İki gün önce TPE’den yanıt geldi. Özetle, “Aynı ya da benzer olmadığı için karıştırılma ihtimali bulunmuyor.” gerekçesiyle başvurumuzu reddetmişler. (Şimdi itiraz edeceğiz.)
Böyle bir şey olabilir mi?
Olursa, yarın da bir başkası “Ceviz Kabuğu” diye komedi ya da okul dizisi çevirsin!
Ya da, ben onlara ait bir adı kullanayım.
İtiraz sahibi ben olduğum için mi böyle bir karar çıktı TPE’den, yoksa ben mi yanılıyorum,
her şey serbest mi, AKP adaleti böyle mi?
Ne dersiniz?
(Yurt Gazetesi, 10.06.2014, Salı) |