GÜNDEM
Mustafa Balbay
Ne Âlâ Mütalaa!
Ergenekon tertibi davasında savcıların 22 iddianamenin birleşiminden süzüp çıkardığı esas hakkındaki mütalaayla bir kez daha ortaya çıkan gerçek şu:
- Türkiye’de hiç kimsenin hukuk güvenliği yok!
Bu mütalaa mantığıyla, her meslek grubunun her türlü faaliyeti ömür boyu hapsi gerektiren suçların delili haline getirilebilir.
Böyle bir durumda en büyük risk grubu gazetecilerdir. Bunu davanın daha ilk günlerinden beri kezlerce dile getirdim. Zaman içinde beni haklı çıkaran pek çok gelişme oldu. Bugün Türkiye,“cezaevlerinde en çok gazetecinin bulunduğu ülke” unvanına sahip.
İktidar gücünü yasaların en uç maddesine kadar kullanan savcılar,
benzer unvanı öteki meslek gruplarına da kazandırabilir.
***
Mütalaadan benimle ilgili iki somut örneği paylaşmak istiyorum. Bunu bir savunma yapmak amacıyla değil, hukuk güvensizliğinin, daha net anlatımla hukuk cinayetinin hangi boyutlara vardığını göstermek için yapacağım.
5 Mart 2009’da ikinci kez gözaltına alınıp sorgulanırken pek çok kişiyle telefon görüşmem olduğu söylendi. Buna ilk tepkim, “Bir gazeteci herkesle görüşür,
bilgi almak, haber toplamak için her kesimle temas kurar.” şeklinde oldu.
İlerleyen saatlerde adını kamuoyundan tanıdığım, ancak hiç temasımın olmadığı kişilerle de telefon görüşmelerim olduğu söylendi. Usul usul kendimden
kuşku duymaya başladım; acaba bunca kişiyle konuştum da unuttum mu?
Bir yerde şunu sordular:
“İlhan Bey, Kemal Kılıçdaroğlu ile konuşurken bombaları patlatmışsınız diyor,
bunu açıklayınız!”
İlhan Bey’i İlhan Selçuk zannıyla soruyorlardı. Telefonun akışından Cumhuriyet’in Ankara Bürosu’ndan İlhan Taşcı olduğu anlaşılıyordu. “Bombaları patlatmışsınız” sözünü terör faaliyeti sanmışlardı; oysa arkadaşımız, o dönem CHP Grup Başkanvekilliği’ni yürüten ve sürekli AKP’ye ilişkin belgeler açıklayan Kılıçdaroğlu’na bunları soruyordu.
Telefonun da bana ait olduğunu sanmışlardı, oysa Cumhuriyet Ankara Bürosu’nun santral telefonuydu.
Özetle Cumhuriyet santralından yapılmış tüm telefon görüşmelerini ben yapmışım gibi göstermişlerdi.
Ben “sanmışlardı” dedim ama böylesi bir düzen kurmanın “sanma” ile yapılacağını düşünmüyorum. Zira, mütalaaya göre Cumhuriyet santralı hâlâ benim kişisel telefonum!
En azından bunun düzeltileceğini düşünmüştüm, yapmamışlar.
Paylaşmak istediğim ikinci konu, daha önce farklı bir şekilde gündeme gelen,
2 Haziran 2006 tarihli, “Ergenekon; Her Yere Kon” başlıklı yazım.
Sevgili meslektaşım, Milliyet gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş, Sabah’ın Ankara Temsilciliği’ni yürüttüğü 2006 yılında, Danıştay cinayetinin ardından birkaç gün art arda devam eden haberler yapmıştı. Özellikle 26-27-28 Mayıs günleri, cinayetin Ergenekon adlı bir örgütün işi olduğunu, bu örgütün anayasasının da bulunduğunu, kökeninin Moğollar’a kadar gittiğinin iddia edildiğini yazdı. Benzer haberler öteki gazetelerde de çıkınca konuya ben de girdim. Her olayın bilgisi, belgesi olmadan böyle bir “örgüte” bağlanmasını mizahi bir dille eleştirdim.
Aydıntaşbaş, o haberler nedeniyle tanık olarak mahkemeye ifade verirken
savcı şu soruyu yöneltti:
“Bu haberleri yazarken Mustafa Balbay’ın ‘Ergenekon, Her Yere Kon’ başlıklı yazısından mı esinlendiniz?”
Aydıntaşbaş böyle olmadığını söyledi:
Benim yazım bir hafta sonra çıkmıştı. Bunu gazetelerin o günlerdeki haberlerinden örnekler vererek ispatlayınca, bu yazımın “delil” olarak kullanılması olanaksız hale gelmişti. Ama yine de bir olanak yaratılmış!
Esas hakkında mütalaanın 1095. sayfasında benimle ilgili müebbet hapsi gerektiren suçların delili açıklanırken şu cümleye yer veriliyor:
“Danıştay cinayeti sonrası ‘Ergenekon Gel Her Yere Kon’ türü yazılar kaleme alarak kamuoyunda böyle bir gizli örgütün olmadığı algısını yaratmaya çalıştığı,
örgüt mensuplarına slogan ürettiği, terör örgütünün kontrolü altında bulunan
sivil toplum örgütlerinin faaliyetlerine katıldığı, konferans panel ile kamuoyunu yönlendirme faaliyetlerinin içinde bulunduğu anlaşıldığından…”
Savcılar o yazıyı delil olarak kullanma kararı almış, çıkış yok. Önce Ergenekon adını ilk yazdığım, Aydıntaşbaş’ın benden esinlendiği iddia ediliyor. Böyle olmadığını
inkâr edilemez biçimde kanıtlayınca aynı yazıyı bu kez, örgütün olmadığını anlatmak için yazdığım mütalaa ediliyor.
***
Mütalaada hakkımdaki iddiaların tümü yukarıdaki zihniyetle kaleme alınmış.
Gazeteciler bir an empati yapsınlar; çalıştıkları medya kuruluşunun santral telefonu onların üzerine yazılsa, ne tür bağlantıları oluşur?
Gündemdeki davalara, soruşturmalara ilişkin yazdıkları, söyledikleri her şeyin altında başka bir anlam aransa, davalarla, olaylarla ilişkilendirilse, ne olur?
Azıcık sağduyusu olan, vicdan sahibi herkesin ciddiyeti bırakıp
şunu söylediğini duyar gibiyim:
Oh, âlâ mütalaa! |