Dostlar,
Bizim de üyesi olduğumuz ULUSAL EĞİTİM DERNEĞİ, geleneksel Cumartesi konferanslarını sürdürüyor..
9 Şubat 2013 günü, Devrim Şehidi rahmetli Uğur Mumcu’nun avukat ağabeyi
Av. Ceyhan Mumcu konuşmacı..
Konusu : Faili Meçhul Cinayetler ve Yeni Anayasa
Gerekli öbür bilgiler aşağıdaki duyuruda..
SESSİZ ÇIĞLIK eylemine 13:00 – 14:00 arası destek verildikten sonra izlenmesi gereken bir konferans..
Sevgi ve saygı ile.
9.2.13, Ankara
Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
İLHAN SELÇUK, GÜLDAL MUMCU VE HİÇ KİMSE UĞUR MUMCU CİNAYETİNİN ÇÖZÜLMESİNİ VE AYDINLATILMASINI İSTEMEDİ!..
Uğur Mumcu, Hamidiye Alayları Kafasıyla, Haşim Paşa Kafasının birlikte iktidar olduğu dönemde öldürülmüş; HER AÇIDAN SIRADAN, ORTA BÜYÜKLÜKTE bir gazeteci idi.
Hiçbir açıdan büyük, kahraman ve yiğit bir kişi değildi.Gazeteciliği ve yazarlığı da Türkiye gerçekliğinin başladığı yerde bitiyordu. Sözde Ermeni Tehçirini, gereksiz Rum Tehçir ve Mübadelesinı, Dersim 3. Büyük Alevi Soykırımını hiç düşünmemiş, hiç yazmamış, hiç araştırmamıştı. Bu konularda düşünenlere, yazanlara ve araştıranlara da karşı olmuş, kınamış ve hatta bu durumdaki kişileri ihbar edici tavır takınmıştı. Kürt Meselesi üstüne yazmakla tanınan sosyolog İsmail Beşikçi’yi ise düpedüz ihbar etmişti.
Uğur Mumcu’nun Devrimciliği, “2. Cumhuriyetçilere dönek demekle,” sınırlıydı. Bundan başka, düşündüğü, yapılmasına katkıda bulunduğu, ideolojisini savunduğu bir devrim yoktu. Özellikle Çetin Altan’a ve oğullarına dönek, Mehmet Barlas’a Liboş dedi mi, kendisini en büyük devrimci sanıyordu.
Uğur Mumcu’nun gazeteciliği de , “bilgi sahibi olduktan sonra fikir sahibi olmakla” sınırlıydı. Ne Yaşar Kemal ve Fikret Otyam gibi ropörtajlar yapmıştı; ne Domique Lappier, Harry Collins gibi büyük belgeseller yazmıştı. Ancak, gerçeğin binde, on binde ve hatta yüzbinde biri olmayan, kimsenin umurunda da olmayan belgeler yayınlamış ve 1940’lı Yılların CHP Faşizmini, Güven Partisi anlayışıyla Kemalizm’e yeniden yamayarak propaganda malzemesi üretmişti.
Biz 1940 yıllardaki Faşizm’den ve Güven Partisi İdeolojisinden kurtulan 1960’lı yıllardaki CHP’yi ve Kemalizm’i savunuyorduk. Ne 1940’lı yıllardaki CHP Faşizmini, ne Güven Partisini arıyorduk. İlhan Selçuk’un “Bekçi Murtaza Atatürkçülüğü” olarak, bunlara dönüş yaptığını da bilmiyorduk… Bu nedenle, Uğur Mumcu’nun sözde belgesel gazeteciliğine akıl erdiremedik…
Uğur Mumcu öldürüldükten sonra, Cumhuriyet Gazetesinin birkaç günde, en fazla birkaç ayda; bu cinayeti, yetmiş yıllık gazetecilik tecrübesiyle çözeceğini sandık… Ve birçok insan, Uğur Mumcu Cinayetinin çözülmesi için, Gazetenin Anakara ve İstanbul’daki bürolarına başvurdu. Tabii… Gazeteye başvuran binlerce insan hayal kırıklığına uğradı ve hatta dehşete düştü. Uğur Mumcu Cinayetinin çözülmesi, önce Devlete, sonra Allah’a havale edilmişti. Gazetenin, Gazetecilerin ne araştırmadan, ne soruşturmadan haberleri vardı. Uğur Mumcu’nun araştırmacı gazeteciliği ise; kendi cinayetini çözmeye bile yaramıyordu.
“Uğur Mumcu’nun öldürülmesi iyi oldu!.. Atatürkçü Düşünce Derneklerinin sayısı DÖRTTEN YETMİŞE ÇIKTI…” diyenler ve bunu gazeye yazanlar da vardı.
Ama, “o gün ailevi nedenlerle sokağa çıkmıştum… Yüzlerini yakından birkaç kere gördüğüm iki kişinin Uğur Mumcu’nun arabasına bir şey koyduklarını gördüm….” diyen Olay Yeri Tanığına İlhan Selçuk da, Ceyhan Mumcu da, Güldal Mumcu da sahip çıkmamıştı. Şahitliğin tesadüfi olduğunu bilmezlikten gelmişler, Olay Yeri Tanığının o gün, o saatte neden Uğur Mumcu’nun sokağında olduğuna mantıki açıklama getirmesini istemişler; ama cinayetin özülmesini istememişlerdi.
“Uğur Mumcu Cinayeti çözülüp de ne olacak, mezardan geri mi kalkacak?.. Ama efsaneleştirirsek, biz de Uğur Mumcu’nun yakın arkadaşları olarak değer kazanır, büyük gazeteci olarak geçinmenin yolunu buluruz!..” demek de; Umur Mumcu Cinayetini karanlıktra bırakmanın gerekçesiydi.
Güldal Mıumcu, Vakıf Sahibi ve Politikacı olmuştu.
İlhan Selçuk, Cumhuriyet gazetsinde rakipsiz bir numara olmuş, Gazeteyi elegeçirerek Holding Sahibi olmuştu.
Ceyhan Mumcu ise bu sayede tanınmış kişi olmuştu… Ve kimse Uğur Mumcu Cinayetinin çözülmesini ciddi olarak istememiş; bu sayede gelişmeye ve bir çıkar elde etmeye bakmıştı.
Artık Anayasa’da; “TÜRKİYE CUMHURİYETİ TOPRAKLARI ÜZERİNDE DOĞAN VE YAŞAYAN HERKES EŞİTTİR!..” demek ve Anayasa’nın diğer ilkelerini de; Eşit Yurttaşlık İlkesi’ne göre düşünmek gerekmektedir.