Diyanetin bütçesi ve cemaatsiz camiler…
Necdet Saraç
YURT Gazetesi
7 Kasım 2012, Ankara
saracnecdet@hotmail.com
Bütün dünyada ama özellikle İslam coğrafyasında “teselli ve miskinlik aracı” olarak da kullanılan din, bizim ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden aynı zamanda ciddi bir asimilasyon ve misyonerlik aracı olarak da kullanılıyor.
Vakıf bütçeleri ve din dersi öğretmenlerine verilen maaşlar hariç, şu anda 3 milyar 891 milyon lira bütçesi olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi 2013 yılında daha da artırılarak 4 milyar 600 milyon lira yapılıyor. Ortada 11 bakanlık bütçesinden daha büyük bir bütçe, arkanda da sınırsız bir siyasi destek olunca, sana benzemeyeni asimile etmende de, dünyanın dört bir yanında misyonerlik faaliyeti yürütmende de
sınır kalmıyor. Böyle olunca, hükümet de, Diyanet de, bu konuda hiçbir eleştiriyi duymak istemiyor!
Oysa, eski müftü ve CHP İstanbul Milletvekili İhsan Özkes’in Mecliste Komisyonda görülmeye başlayan Diyanet ve bütçesiyle ilgili yaptığı eleştiriler yenilir yutulur cinsten değil:
- “Diyanet, fakir fukaranın, garip gurebanın vergileriyle oluşan bütçeyi lüks otellerde yeme programları düzenliyor.”
diyen Özkes, sahte diplomalı Diyanet personelinden, VIP camilerine, müftü atamalarındaki kayırmacılıktan, Hac ve umrede yaşanan adaletsizliklere kadar bir dizi konuyu gündeme getirmiş durumda. Ancak bunu ne hükümet, ne de Kılıçdaroğlu’na “Bahtsız Bedevi” diyen Erdoğan, ne de Erdoğan’a haklı olarak “Kutup Ayısı”nı hatırlatan Kılıçdaroğlu da henüz duymuş değil!
Özkes’in Diyanet’le ilgili duyuramadıkları bunlarla da sınırlı değil. Diyanet bütçesinin konuşulduğu komisyonda “altı ticarethane üstü camiler çığ gibi çoğalıyor.
AKP milletvekillerinin, belediye başkanlarının cami altı işyerleri var” diyen Özkes, Alevilerin vergilerinden beslenen Diyanet’in Alevilerin hakkını da yediğini ve hükümetin Hacı Bektaşi Veli Dergahı’nı da devletin kazanç kapısı haline getirdiğinden bahsediyor. Diyanet’in düzenlediği haccın “dünyanın en pahalı” hac seferlerinden olduğunu söyleyen Özkes, buralardan gelen paralarla Diyanet Başkanı Görmez’in lojmanına 400 bin lira harcandığını, camilere kurdurulan ve halkın sağlığını tehdit eden baz istasyonları üzerinden ise yıllık 5-10 bin dolar para alındığını da söylüyor… Özkes söylüyor, biz yazıyoruz ancak henüz duyan yok! Bunları dinle, imanla, adaletle, vicdanla izah etmek mümkün değil…
* * *
4 milyar 600 milyona yükseltilmesi planlanan bütçe Meclis’ten geçmemeli! “
Kul hakkını yeme” anlamına gelen bu devasa bütçe, Meclis’te reddedilmeli.
Bu bütçe eğitime, sağlığa, araştırmaya ayrılmalı. Suriye konusunda hem ulusal,
hem de uluslararası düzeyde yeterince ders alan ve yalnızlaşan AKP, bilindiği gibi kendine aşırı güvenin diğer bir dersini de yerel seçim hamlesinde aldı.
Şimdi, AKP’nin alacağı bir başka “büyük ders” neden Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi olmasın! Bu Meclis Diyanet bütçesini reddetmeli, dini devletin kurumsal yapısı dışına çıkararak, dinin ticaretin ve siyasetin hizmetine girmesini artık engellemelidir!
CEMAATSİZ CAMİLER!
Bu bütçeye “dur demek” hem siyasi açıdan, hem de milletin vergilerinden toplanan paraların “çar-çur” edilmemesi için önemlidir. Bu “çar-çur”un en önemli örneklerinden birini özellikle 12 Eylül darbesi sonrası Alevi köylerine yaptırılan camiler oluşturuyor. Alevileri Sünnileştirmek ve asimile etmek için siyasi bir hedef çerçevesinde Alevi köylerine yaptırılan camiler bugün cemaatsiz durumda.
Giden yok, gelen yok. İmam bile camiye gitmiyor! Kaldı ki, cemaatin olmadığı yerde imama ne ihtiyaç var! Bu camilere atanan imamlar ya evlerinde oturuyorlar,
ya da “uzaktan kumanda” ile camilere yerleştirilen hoparlörlerden otomatiğe bağlanmış şekilde beş vakit ezan yayını yapıyorlar.
- Diyanet’in de, hükümetin de bu ayıptan kurtulması ve camiye girmeyen Aleviye beş vakit ezan dinlettirme zulmünden hemen vazgeçmesi gerekmez mi?
Biliyorum; birçok kişi “yok ya, bu kadar da olmaz” diyecektir!
İnanmayan veya inanmak istemeyenler için cemaatsiz camiler için örnek gerekir!
İşte örnekler: Tokat’ın Çatalkaya Köyü, Edremit’in Çamlı Köyü, Hacı Hasan Köyü. Çorum’un Yenihayat, Kayebüget ve Kuyumcusaray Köyleri. İzmir Kemalpaşa ilçesinin Çepnidere Köyü. Tarsus Bağlarbaşı Köyü. Soma’nın Kozluören Köyü.
Balıkesir’in Türkali Köyü…
Yetmez diyorsanız, devamı var, haberiniz olsun!
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI DÜNYANIN EN BÜYÜK HİLAFETİDİR VE EMİR ALMAZ, YALNIZCA EMİR VERİR!..
“Türkiye Cumhuriyeti toprakları üstünde doğan herkes eşittir!” denilmeden, Cumhuriyet’in özgürlük, adalet ve eşitlik idealleri kabul edilmeden devlet kurulumuş; Türk olma ve bağlı olarak da Sünni olma zorunluluğu, kendini inkar etmek derecesinde dayatılmıştır.
Türk ve Sünni olma zorunluluğunun dayatılması, Sünni Yezitçi Din Adamlarında, Cumhuriyet’in kurucularının sanıldığı gibi İLERİ GÖRÜŞLÜ OLMADIKLARI KANISINA kapılmalarına neden olmuş ve bu kanı ufuklarının önündeki bütün dağları kaldırmış ve uzağı görme yeteneği kazandırmıştı.
Cumhuriyet’in kurucuları, İncil’in ana dilleri çevrilmesiyle, Papalığı Gücünün kırıldığını, Hırıstiyanlık’ta Reform yapıldığını duymuşlardı. Bundan dolayı harekete geçen Sünni Din Adamları, “Kur’an’ın Türkçe’ye çevrilmesiyle, İslam’da Reform olacağına” herkesi inandırmakta zorluk çekmediler.
Önemli olan, Kur’an’ı Türkçe’ye çevirmek bahanesiyle bütçeden küçük de olsa bir pay almaktı. Bu pay bir kez alındıktan sonra artarak devam ederdi… Tabii… Öyle de oldu.
Zor olan, kendilerini ilerici ve devrimci sanan Cumhuriyet’in kurucularını Türkçe Kur’an’la dinde Reform yapıldığına inandırmaktı. Dinde Reforma inandırdıktan sonra, gerisi kolaydı. O ilerici ve devrimciler, birde Türkçe Ezan, Türkçe İbadet isteyince, artık Kurtuluş Savaşı kahramanlığından başka ellerinde bir şey kalmadı.
Sünni din adamları, Ezanı birebir çevirdiler ve en berbat, en kötü, en çirkin Türkçe Ezanı yazdılar.
Kur’an’ı ise birebir çevirmediler; Cumhuriyet’in kurucularını şaşkına çevirecek bir Meal çıkardılar…
Ve o anlı şanlı Cumhuriyet Kurucularını, ebediyen; “Laiklik dinsizlik değildir,” demeye mahkeu ettiler.
Bugün bile sözde Laiklik ve Cumhuriyet’in savunucuları, gene, “Laiklik, dinsizlik değildir,” diye söz girmiyorlar mı?
Şeyh-ül İslamlık’ın Diyanet İşleri Başkanlığı adını alması ve Anayasal bir devlet örgütü olması, Sünni Engizisyonu’nun Cumhuriyet’e karşı kazandığı en büyük zaferdi. Bunun bir zafer olduğunu anlamayan, aydın din adamı safsatıyla ve bu örgüt aracılığıyla “dini kontrol altına aldıklarını” sanan, Cumhuriyet’in sözde ilerici ve sözde devrimci kurucularına İslam’ın fikir gücünü kanıtlamaktan başka bir amacı da yoktur.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın beş milyar bütçesi mi var?… Sözde, dini kontrol altına almanın faturası olarak gene de fazla değil.
Aleviler ve başka dinlere inanan insanlar vergi verip bütçeye katkıda mı bulunuyor?..
Elmalı Hamdi’nin Tefsirinde bile; engizisyon terimleriyle, “Sünni din adamlarına, başta Aleviler olmak üzere, başka bir din ve mezhebe inanan herkesin malı ve canı helaldir” denilmektedir… Bu nedenle, bu ilerici, bu devrimci, bu Çağdaş Uygarlık Düzeyinin Üstendeki Cumhuriyet’te yaşayan herkes canını kurtardığına dua etin!..