Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

Yıldırım Koç : CHP’de Kemalizm’den kopuş

CHP’de Kemalizm’den kopuş

Yıldırım KoçYıldırım Koç

Aydınlık Gazetesi, 31.7.2017

Atatürk’ün önderliğindeki Türk milli demokratik devriminin en önemli örgütlenmesi CHP idi. Ancak CHP’nin Kemalist devrimden kopuşu ve Yeni-CHP’ye dönüşümünde 1945/1946, 1965, 1980 ve 2010 kırılmaları önemlidir.

1945/46 kırılması yalnızca CHP’nin değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ve hükümetlerin politikalarında da köklü değişimlere neden oldu.

Nasıl oldu da, 11.6.1945 günü büyük toprak sahiplerine karşı son derece radikal hükümler içeren 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nu kabul ettiren CHP, 1947 yılındaki Kurultayı’nda bu konudaki politikalarını temelden değiştirdi?

Nasıl oldu da, Atatürk’ün anti-emperyalist devrimini onunla birlikte yaşayan veya o ortamda büyüyen insanlar, 1946 yılında ABD’den medet umar duruma düştü?

Nasıl oldu da, 1919-1938 döneminde dünya tarihinde eşine çok az rastlanır bir toplumsal değişimi gerçekleştirmiş kadrolar, bir anda karşıdevrimci bir çizgiye savruldu?

Parti, hükümet ve özellikle de devlet politikalarında böylesine büyük değişiklikler, bazı kişilerin eksikliği, hatası veya ihanetiyle açıklanamaz.

GÜÇLENEN SERMAYEDAR SINIF MI BELİRLEYİCİ OLDU?

Devletin temel rotasının değişiminde, özellikle 2. Dünya Savaşı sırasında karaborsa yoluyla ellerinde büyük sermaye birikimi gerçekleşen sermayedar sınıf mı belirleyici oldu?
CHP, hükümet ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti, güçlenen burjuvaziye teslim mi oldu?

Hayır.

Türkiye’de yerli burjuvazinin etnik kökenleri ve bunların önemli bir bölümünün Kurtuluş Savaşı sürecindeki tavrı bilinmezse, başka ülkelerdekine benzer görüşler ileri sürülebilir.

Türkiye’de yerli burjuvazinin büyük bölümü, 1960’lı yılların ortalarına kadar, azınlıklardandı. Bu sermayedarlar Kurtuluş Savaşı yıllarında işgalci Yunan ordusuna destek verdiler. Bu nedenle de Kurtuluş sonrasında, bırakın hükümet politikalarını etkilemeyi, korku içindeydiler.

Azınlıkların 2. Dünya Savaşı döneminde Türkiye ekonomisi üzerindeki hakimiyetleri için Arslan Başer Kafaoğlu’nun Varlık Vergisi Gerçeği (Kaynak Yay., İstanbul, 2002, s.59-61) kitabına bakılabilir.. Kitapta Necati Doğru’nun Cumhuriyet Gazetesi’nin 10 Aralık 2001 tarihli sayısında yer alan “Salkım Hanım: Tersine Tarih!” yazısı da yer almaktadır (s. 88-94). Bu yazıda, İstanbul Ticaret Odası kayıtlarından hareket edilerek, İstanbul ekonomisinin yaklaşık %90’ına Musevi, Ermeni ve Rumların hakim olduğu ileri sürülmektedir.

Arslan Başer Kafaoğlu, Türkiye ekonomisi üzerinde azınlık hakimiyetinin sona ermesinde üç önemli gelişmeye işaret etmektedir: “(1) İsrail devletinin kuruluş döneminin sona ermesiyle birçok Yahudi buraya gitti; (2) 1955’te 6-7 Eylül olaylarından sonra önemli bir Rum nüfus Yunanistan’a gitti; (3) Selanik Bankası ve iki İtalyan bankasının ülkemizden ayrılması. Bu bankalar azınlıklara muvazaalı işlerde büyük kolaylık sağlardı.” (s.66)

A. B. Kafaoğlu’nun bu listesine belki 1964 yılında Yunan vatandaşı Rumların sınır dışı edilmesi eklenebilir. Sermayedar sınıf, 11.11.1942 günü kabul edilen 4305 sayılı Varlık Vergisi Kanunundan bile kurtulamadı.

BELİRLEYİCİ ETMEN SOVYET TALEPLERİ

Devlet politikalarında böylesine büyük değişimin öncelikli sorumlusu, Sovyetler Birliği’nin Boğazlar’da üs talebi olsa gerektir. Bu yıllarda Türkiye-SSCB ilişkileri bozuldu. Sovyetler’in toprak talebi tartışmalıdır; ancak Boğazlar’da “ortak savunma” adı altında Türkiye’nin bağımsızlığına ve egemenliğine yönelik talepleri belgelidir.

CHP’nin tarihindeki ilk büyük kırılmanın sorumlusu, öncelikli olarak Sovyetler Birliği’nin kısa vadeli hesapları önde tutan yanlış politikasıdır.
=====================================
Dostlar,

Sevgili Yıldırım Koç çok değerli bir dostumuzdur ve Türkiye’nin en seçkin yurtsever aydınlarından biridir. Bu yazısının da iyi niyetli ve yapıcı olduğundan kuşku yok..

İçinde bulunduğumuz olağanüstü zor koşullarda CHP vazgeçilmez, yaşamsal önemdedir.
Yapıcı eleştiri ve önerilerle yol göstermek ve güçlenmesine çalışmak hepimizin boynunun borcudur..

Sevgi ve saygı ile. 01 Ağustos 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Sinan MEYDAN : EVRİMDEN CİHADA… ‘Devrim ve karşıdevrim’

EVRİMDEN CİHADA…
‘Devrim ve karşıdevrim’

Fotoğraf

Sinan MEYDAN
SÖZCÜ, 31 Temmuz 2017

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır…)
“Dünyada her şey için; maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlmin ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır…” (Atatürk, 27 Eylül 1924, Samsun öğretmenlerine söylemişti)
15 Temmuz darbe girişiminden bir yıl sonra müfredattan “Evrim” çıkarıldı, “Atatürkçülük” azaltıldı; buna karşın “15 Temmuz” ve “cihat” müfredata girdi. Normalde, bu cemaatçi darbeye karşı bilimsel eğitimin güçlendirilmesi gerekirken, tam tersine bilimsel eğitim zayıflatılıyor. Ulusal ve laik eğitimin güvencesi 1924 Tevhidi Tedrisat Kanunu yerle bir ediliyor. Okul öncesinden üniversiteye kadar tüm okullar dinselleştiriliyor: Mahalle aralarında dinsel eğitim veren anaokulları, sıbyan mektepleri açılıyor, hazine arazileri Kuran kurslarına devrediliyor, liseler imam-hatipleştiriliyor, medreseleri yeniden açmak, karma eğitime son vermek için nabız yoklanıyor, müftülere nikâh yetkisi tanınıyor, milli bayramlar yasaklanıyor, Milli Mücadele, Türk Devrimi ve Atatürk unutturulurken, Şeyh Sait’i kahramanlaştıran, 15 Temmuz’u “milat” kabul eden yeni bir tarih yazılıyor: “Dindar” ve “kindar” nesil projesi adım adım hayata geçiriliyor.
Oysaki 96 yıl önce, Temmuz 1921’de, Atatürk ve arkadaşları, bir taraftan işgalcilerle mücadele ederken, diğer taraftan cehaletle mücadeleye hazırlanıyordu.
İLK MAARİF KONGRESİ
15 Temmuz 1921, Ankara’da öğretmenlerin katılımıyla ilk Maarif (Eğitim) Kongresi toplandı. İki gün önce Yunanlılar, Afyon ve Bilecik’i işgal etmişti. Ankara’da Maarif Kongresi’nin toplandığı saatlerde Kütahya önünde şiddetli çarpışmalar oluyordu. O gün Bozüyük ve Tavşanlı Yunanlıların eline geçti. Türk Ordusu, 4. Tümen Komutanı Yarbay Nazım Bey dâhil, birçok şehit verdi.
17 Temmuz, Maarif Kongresi’nin üçüncü günü; Kütahya Yunanlılarca işgal edildi. Şehre Yunan bayrağı çekildi. Bunun üzerine Atatürk trenle Eskişehir’e hareket etti. Karacahisar’daki karargâhta İsmet Paşa’yla buluştu ve toparlanmak için ordunun Sakarya’nın doğusuna çekilmesini istedi.
19 Temmuz, Maarif Kongresi’nin beşinci günü; Türk Orduları Eskişehir’i boşalttı. Yunanlılar Eskişehir ve Seyitgazi’yi işgal etti. Yunan Kralı, Uşak’a geldi.
21 Temmuz, Maarif Kongresi’nin yedinci günü; Eskişehir’i alabilmek için Türk Ordusu karşı taarruza geçti. Ancak taarruz başarısız oldu. 21 Temmuz’da Maarif Kongresi çalışmalarını tamamlayarak dağıldı.
Sakarya Savaşı’nın başlamasına sadece bir ay vardı.
ATATÜRK’ÜN EĞİTİM İLKELERİ
Atatürk, Maarif Kongresi’nin açılış konuşmasında, geçmişteki eğitim ve öğretim yöntemlerinin “milletimizin gerilemesinde” etkili olduğunu, Milli eğitim programının “eski devrin hurafelerinden” ve “Doğu’dan ve Batı’dan gelebilen” bütün yabancı etkilerden uzak, “milli ve tarihsel karakterimize uygun” olması gerektiğini belirtti. Bu kongreden, “yalnız çizilmiş eski yollarda alelade yürüme” konusunda “görüş alışverişi yapmayı değil”, dile getirdiği özelliklere sahip “Yeni bir sanat ve marifet yolu bulup millete göstermek ve o yolda yeni kuşağı yürütmek için rehber olmak gibi kutsal bir hizmet” beklediklerini söyledi. “Büyük tehlikeler önünde uyanan milletlerin ne kadar kararlı olduklarına tarih tanıklık etmektedir. SİLAHIYLA OLDUĞU GİBİ BEYNİYLE DE MÜCADELE ETMEK ZORUNDA OLAN MİLLETİMİZİN birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine asla kuşkum yoktur…” dedi. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C.11, s. 236,237)
Atatürk, “Muhterem hanımlar, efendiler” diye başladığı konuşmasının birkaç yerinde “Muallime ve Muallim Kongresi” ifadesini kullanarak kongreye katılan üç kadın öğretmen; Halide Edip, Müfide Ferit ve Şahur Hanım şahsında tüm kadın öğretmenlere seslenmişti. Kongreye kadın erkek öğretmenlerin birlikte katılması, sadece kadın erkek eşitliğinin değil, karma eğitimin de ilk habercisiydi.
Atatürk’ün savaş sırasında belirlediği eğitim ilkeleri “milli” ve “çağdaş”tı.
KADINLI ERKEKLİ KONGRE
Maarif Kongresi’nin 1921 koşullarında kadın-erkek karışık düzenlenmesi, Meclis’teki muhafazakârların tepkisini çekti. Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey, kongreye kadın öğretmenlerin katılması ve kongreye harcanan para nedeniyle Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey hakkında soru önergesi verdi. Karasi Milletvekili Hasan Basri Bey, “kongrenin milletin gelenek ve duygularına uymayacak bir şekilde karışık düzenlendiğini” belirtti. Kırşehir Milletvekili Yahya Galip Bey, “Fakat kadınlarla birleşme iyi olmamış” dedi. Karahisarısahip Milletvekili Mehmet Şükrü Bey ise bu, “kadınlığı tahkir demektir” diyerek kongreyi eleştirdi. Görüşmelerden sonra Hamdullah Suphi Bey güvenoyu alsa da muhafazakâr milletvekilleri bu işin peşini bırakmadılar.
Kongrede kadın öğretmenler en ön sırada oturmuşlar, erkek öğretmenlerle de aralarında birkaç sıra boş bırakılmıştı. Buna rağmen ertesi gün Meclis’in sarıklı milletvekilleri, Müslüman hanımların erkeklerle aynı salonda toplantı yapmasını “dine aykırı” bulup sorumluları şikâyet etmek için Atatürk’e gittiler. Atatürk, şikâyetlerini dinledikten sonra büyük bir hiddetle, “Kimmiş Muallimler Cemiyeti Reisi? Çağırın onu!” diye seslendi. Cemiyet başkanı Mazhar Müfit Bey içeri girer girmez ona, “Siz öğretmenler toplantısında ne yapmışsızınız? Ne ayıp şey!” diye çıkıştı. Bu sırada sarıklıların keyfi yerindeydi. Atatürk, aynı tonda devam ediyordu: “Olur şey değil, olur şey değil!” Mazhar Müfit, ne diyeceğini şaşırmış halde ayakta bekliyor, kendini savunmaya çalışıyordu. Atatürk, “Bırak, bırak! Ben hepsini biliyorum. Toplantıya öğretmen hanımları da çağırmışsınız, fakat onları niye ayrı sıralarda oturttunuz? Sizin kendinize mi itimadınız yok? Türk hanımlarının faziletine mi? Bir daha öyle ayrılık gayrılık görmeyeyim…” Biraz önce zevkten dört köşe olmuş sarıklılar, şimdi ne yapacaklarını şaşırmış halde, başları önde sessiz sedasız odadan çıktılar. (Zeki Sarıhan, 1921 Maarif Kongresi, Ankara, 2009, s. 129,130)
ÖĞRETMEN ORDUSU
Atatürk‘ün savaşı iki cepheliydi. Bir taraftan topuyla tüfeğiyle vatanı işgal eden emperyalist düşmana, diğer taraftan hurafelerle, boş inançlarla, zihinleri işgal eden kara cehalete karşı mücadele ediyordu. Atatürk, “Biri asker ordusu, diğeri öğretmen (kültür) ordusu” olmak üzere iki ordudan söz ediyordu. O, askeri orduların kazandığı zaferi yeterli görmüyordu, asıl zaferi öğretmen ordularının kazanacağını söylüyordu. 27 Ekim 1922’de Bursa’da öğretmenlere seslenirken şöyle demişti: “Ordularımızın kazandığı zafer sizin ve sizin ordularınızın zaferi için yalnız zemin hazırladı. Ordularımızın zaferini siz tamamlayacaksınız, gerçek zaferi siz kazanacak ve devam ettireceksiniz ve mutlaka başarılı olacaksınız.”
İŞE YÖNELİK EĞİTİM
Atatürk, 2 Şubat 1923’te İzmir’de, “Eğitim nasıl olmalıdır?” sorusuna şöyle cevap vermişti: “Ekonominin istediği gibi olmalıdır. (…) Mesela sanatkâr istiyoruz, kunduracı istiyoruz, terzi istiyoruz; her şeyi istiyoruz. (Geçmişte) hayır, bunları öğrenmek lazım değildir, denmiştir. Ve sanatkâr yoktur memleketimizde. O halde okullarımızda öyle şeyler öğretelim ki (öğrenciler) pabuç nedir, nasıl yapılır öğrensin. Elbise nedir, lazım mıdır, nasıl yapılır, öğrensin. Sonra bu kadar sahillerimiz vardır. Vapurlar geliyor gidiyor, ticaret denilen bir şeyler oluyor. Fakat çocuk bunları bilmez, öğrenmemiştir. O halde öyle bir şey öğretelim ki, bu memlekete en çok lazım olan şeyi öğrenmiş olsun. Şunu demek istiyorum ki, hayat için gereken şeyleri, başarıyla ve hızla ve kolaylıkla elde etmek için bilmemiz gereken şeylerin tamamı eğitim programımızı oluştursun ve öyle olacaktır. Yani GENEL CEHALETİ YOK ETMEYE çalışacağız.” (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 15, s. 93)
Aradan yüz yıla yakın bir zaman geçti. Dünya değişti; bilim ve teknoloji çok gelişti. Ancak gelin görün ki, bugün Türkiye’yi yönetenler, gençlerimizi bu bilimsel ve teknolojik gelişime hazırlamak yerine “cihada” hazırlıyorlar.
ATATÜRK’ÜN EVRİM DERSLERİ
Evrim Teorisi bugün Türkiye’de müfredattan çıkarıldı. Oysaki Atatürk döneminde müfredatta “Evrim” vardı. Atatürk döneminde okullarda okutulan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” ve “Tarih 1” adlı kitaplarda “Evrim Teorisi”ne yer verilmişti.
1931’de hazırlatılıp liselerde okutulan “Tarih I” kitabı doğrudan Buzul devirleri, mağara insanları, mamutlar, ilk duvar resimleri ve insanın ortaya çıkışını anlatan evrim tablosu gibi resimlerle başlıyordu. Kitabın birinci bölümünde, “Dünya ve Hayat Hakkında Yanlış Fikirler” başlığı altında şöyle denilmişti: “Bundan 200 sene öncesine kadar Dünya’nın 5-6 bin sene önce yaratıldığı ve insanın Basra’ya iki günlük yolda, Fırat Nehri üzerinde bulunan ‘cennet’te yaratıldığı sanılmaktaydı. Bu kanaatler hep din kitaplarındaki hikâyelerin olduğu gibi gerçek sanılmasından doğuyordu. Artık hayatın 6 bin senelik değil, milyonlarca senelik olduğu anlaşılmıştır. Bu anlayış yeryüzündeki kaya tabakaları ile onların arasındaki fosillerin 100 seneden beri incelenmesi sayesinde olmuştur.” (Tarih, 1, 5. bas, İstanbul, 2003, s. 3) Aynı kitapta “İnsanın Atası” başlığı altında, “Kısacası insanlar, sularda kaynaşıp çırpınan bir mevcuttan çok yavaş yürüyen BİR EVRİMLE bugünkü şekle geldiler” denilmişti. (Tarih 1, s. 6)
Sözün özü, Atatürk döneminde liselerde okutulan “Tarih” kitaplarının ilk konusu “Evrim”di. Cumhuriyeti kuranlar, bilimden korkmuyordu. Cumhuriyeti tasfiye etmek isteyenler ise bilimden korkuyorlar.
ATATÜRK’ÜN DİN DERSLERİ
Atatürk’ün müfredatında tarih çok önemliydi. Dünya tarihinin bir parçası olarak dinler tarihi de okutuluyordu; ancak tüm dinler, tarafsız ve bilimsel biçimde anlatılıyordu. Örneğin, liselerde okutulan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” ve “Tarih II” kitaplarında İslam tarihi, bilim ışığında eleştirel bir gözle aktarılıyordu. Örneğin, bugünkü tarih kitaplarında yazdığı gibi Türklerin güle oynaya değil, kanlı bir süreçten sonra Müslüman oldukları belirtiliyordu. (Tarih II, s. 128-146).
Atatürk’ün müfredatında “dincilik”, “mezhepçilik” ve “ırkçılık” yoktu.
Atatürk’ün müfredatında, din dersleri aşamalı olarak azaltılıp 1930’larda kaldırılmıştı, ancak orduda ve köy ilkokullarında din dersleri devam ediyordu. Bu derslerde 1929’dan itibaren A.Hamdi Akseki’ye hazırlatılan “Askeri Din Dersleri” ve Muallim Abdülbaki’ye (Gölpınarlı) hazırlatılan “Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri” adlı kitaplar okutuldu. Bu kitaplarda anlatılan İslam dini, hurafelerden uzak, akılcı ve sadeydi.
1924’te kurulan ve 1932’de öğrenci yetersizliği nedeniyle kapatılan ilk imam-hatiplerde Kuran-ı Kerim ve din dersleri yanında şu dersler okutulmuştu: Coğrafya, Hesap, Hendese, Hayvanat, Nebatat, Ruhiyat, Ahlak ve Malumatı Vataniye, Türkçe, Tabakat, Fizik ve Kimya Malumatı, Hıfzıssıhha, Yazı, Terbiyeyi Bedeniye, Türk Edebiyatı, Hitabet ve İnşad, Arabi, Tarih…
HALKEVLERİ VE KÖY ENSTİTÜLERİ
Atatürk Cumhuriyeti’nin akla, bilime dayalı ve işe yönelik eğitim öğretim kurumları arasında Halkevleri ve Köy Enstitüleri’nin özel bir yeri vardı.
Halkevlerinde şu dokuz kol faaliyetteydi: 1. Dil ve Edebiyat, 2. Güzel Sanatlar, 3. Tiyatro, 4. Spor, 5. Sosyal Yardım, 6. Tarih ve Müze, 7. Halk Dershaneleri ve Kurslar, 8. Kütüphane, 9. Köycülük…
Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’ndeki 8 kol ise şöyleydi: 1. Güzel Sanatlar. 2. Yapıcılık, 3. Maden İşleri, 4. Hayvan Bakımı, 5. Kümes Hayvancılığı, 6. Tarla ve Bahçe Ziraatı, 7. Zirai İşletme Ekonomisi, 8. Köy ve El Sanatları…
1943 Köy Enstitülerinin müfredatı incelendiğinde, bu okullarda 5 yılda okutulan tüm dersler içinde en çok saat sayısına sahip 5 dersin şöyle sıralandığı görülür: 1. Türkçe: 736 saat, 2. Matematik: 598 saat, 3. Müzik: 460 saat, 4. Yabancı Dil: 414 saat, 5. Tabiat ve Okul Sağlık Bilgisi, Askerlik, Öğretmenlik Bilgisi: Her biri 368’er saat… (Niyazi Altunya, Köy Enstitüsü Sistemine Toplu Bir Bakış, 2005, s. 50)
REÇETE: İLİM VE FEN
Atatürk, toplumsal hastalıkların ancak “ilmi ve fenni tedaviyle” önleneceğini düşünüyordu. 27 Ekim 1922’de Bursa öğretmenlerine söylediklerine bakar mısınız?
GERÇEK KURTULUŞ, toplumdaki marazı (hastalığı) tespit edip tedavi etmekle elde edilir ve marazın tedavisi ancak İLMİ ve FENNİ bir tarzda yapılacak olursa şifa verici olur. Yoksa İLMİN ve FENNİN dışında bir tedavinin hiçbir zaman hiçbir marazı tedavi edemeyeceği malumdur. Tersine maraz kalıcı olur ve tedavi edilemez bir hale gelir.” Konuşmasının devamında, kazandıkları askeri zaferin sırrının da “orduların sevk ve idaresinde İLİM ve FEN İLKELERİNİ rehber kabul etmek” olduğunu belirterek, okullarda da “İLİM ve FENİ rehber kabul edeceklerini” ifade etmişti:
* “Evet, her konuda; milletimizin siyasi, toplumsal hayatında, milletimizin fikri terbiyesinde de rehberimiz İLİM ve FEN olacaktır. Okul sayesinde, okulun vereceği İLİM ve FEN sayesindedir ki Türk Milleti, Türk sanatı, Türk ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı bütün güzellikleriyle gelişir. (…) Bu hayat ancak İLİM ve FEN ile olur. İLİM ve FEN nerede ise oradan bulup alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İLİM ve FEN için kayıt ve şart yoktur…”
(Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 14, s. 42-45)
Tarihin gösterdiği gerçek şu:
* Çocuklarımıza “cihat” öğreterek değil, “bilim” öğreterek, “sanat” öğreterek, “insana saygıyı” öğreterek kurtuluruz.
* Bugün dünyada, mücahitlere sahip ülkeler değil, bilim insanlarına sahip ülkeler söz sahibi…
========================================
Dostlar,

Değerli Tarihçi Sayın Sinan Meydan, SÖZCÜ gazetesinde her pazartesi 2. sayfada, tam sayfa güncel çalışmalarını yayınlıyor.

Görüyor musunuz “FETÖCÜ SÖZCÜ” yü (!!!) ?
Atatürk ve Devrimlerine nasıl sahip çıkıyor içtenlikle ve başından beri..
SÖZCÜ‘ye de Sayın Meydan’a da bu çalışma için çok teşekkür borçluyuz..
Dikkatle okuyunuz ve paylaşınız dileriz..
AKP = RTE’nin gerçekte “ne” olduğu ve “neye hizmet ettiği bir kez daha tüm çıplaklığıyla görülüyor.. Halkımız elbette bu gerçekleri gecikerek de olsa öğrenecek ve tarihin yasaları hükmünü yürütecek..
Son sözü hep ama hep direnenleri AYDINLANMA ve İNSANLIK ONURU adına söyleyecek..

Diren Türkiye,
Diren insanlık onuru,
Diren AYDINLANMA aşkı…
Sevgi ve saygı ile. 01 Ağustos 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Dünyanın – İnsanlığın sefaletine ilişkin 39 görsel

Dostlar,

Aşağıdaki pdf dosyasında Dünyanın – İnsanlığın sefaletine ilişkin 39 görsel yer alıyor..
Sınırlı miktarda sözcükler İngilizce ama çok kolay anlaşılıyor, görsel ağırlıklı çünkü..
Dikkatle izlenmesi, üzerinde düşünülmesi ve paylaşılması dileğimizdir bu çöküşe “dur” diyebilmek için..

Lütfen tıklar mısınız??

Dunyanin_perisan_durumu_39_gorsel

Sevgi ve saygı ile. 01 Ağustos 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Çiğdem Toker : ‘Tehlikenin farkında mısınız?’

‘Tehlikenin farkında mısınız?’
Çiğdem Toker
Cumhuriyet, 30.7.17
(A. S. Bizim katkımız yazının altındadır..)

İçimizi şaşkınlık, öfke, bulantı karışımı duygularla dolduran haber, Gülseven Özkan imzasıyla Hürriyet’teydi dün.
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Ensar Vakfı ile “çeşitli eğitim, seminer ve sosyal etkinlikler düzenlenmesine dair” beş yıllık işbirliği protokolü imzalamıştı.
– Hani, 2010-15 arasında Karaman şubesindeki görevli öğretmen M.B’nin, toplam 45 çocuğu istismarıyla 508 yıl hapis cezasına çarptırıldığı Ensar.
– Hani, 2008’de Çorum şubesindeki öğretmen Z.İ’nin iki kız öğrenciye tecavüz suçlamasıyla Kasım 2016’da 12 yıl 6 ay hapis cezası alarak tutuklandığı Ensar.
– Hani, Rize Şubesi eski başkanı M.N.G’nin küçük yaştaki iki erkek çocuğa cinsel
istismar suçlamasıyla 24 yıl 7 ay hapis cezası aldığı Ensar.
Evet, MEB, bu Ensar ile yaptığı protokole göre, “vakıfla ortaklaşa belirlenen kulüplerin ortaöğretim kurumlarında kurulmasına” imkân tanıyacak.
Eylül gelip okullar açıldığında Ensar Vakfı, sizin de çocuğunuzun okulunda faaliyet göstermeye başlayabilecek demek bu.
Hiç lafı dolandırmayacağım: Şu gayet somut, şu içimizi parça parça eden vakalar ışığında Ensar’ın okullara girip eğitim verme ihtimali, çocuklarımız açısından korkmamız gereken bir durumdur.
Gazeteci olarak da diyorum ki:
Bu iş, müftülere nikâh izni planından bağımsız değil.
TBMM’ye giden hükümet tasarısında küçük kız çocuklarını, para uğruna evlatlarının kuma olarak harcanmasına izin veren ailelerin, doğacak bebekleri “yasallaştırılması”nın altyapısı da var çünkü. (Tasarıda “Doğum bildirimi; veli, vasi, kayyım, bunların bulunmaması halinde çocuğun büyükana, büyükbaba veya ergin kardeşleri ya da çocuğu yanında bulunduranlar tarafından yapılacak.”)
Hepsi bir stratejinin parçaları.
Evrim ve laiklik müfredattan çıkıyor, cihat giriyor. Selefilik övülüyor.
Müftülere evlendirme yetkisi veriliyor.
Kulüp kurma marifetiyle Ensar’a ortaokul ve liselere girme yetkisi veriliyor.
Bunların hepsi on günde oluyor.
Cumhuriyet 11 yıl önce uyarmıştı:
“Tehlikenin farkında mısınız?”

Hangi adalet?
Kuşku yok, tahliyelerin tek tek, bireysel dünyalar açısından bir karşılığı, anlamı var. Günışığına, deniz kokusuna, yeşile, gülüşlere dostlara yakın olunacağı için. Ama işte bu kadar.
Yoksa mahkeme kararının adalet ile “zerre-i miskal” ilgisi yok.
Akın Atalay, Murat Sabuncu, Kadri Gürsel, Ahmet Şık Silivri’ye geri döndü.
Niyeymiş? Deliller toplanmamış. Karatma şüphesi varmış.
Yurtdışından gözaltına alınacağını bilerek ve önceden duyurarak dönen Akın Atalay’ın, kendisinin hakkında da karar olduğunu öğrenince yazıişleri masasından kalkıp Emniyet’e giden Kadri Gürsel’in, Murat Sabuncu’nun Ahmet Şık’ın yani.
Lütfen “hangi delilleri” diye sormayın.
Mahkeme dört Cumhuriyetçinin henüz toplanmamış delilleri karartacağını düşünüyor.
Adalet olmadığı gibi inandırıcılık gibi bir kaygı da yok, niye olsun. Dert inandırıcılık olsa, FETÖ üyeliğinden yargılanan sanığın savcı, Fethullah Gülen’in gerisinde bol miktarda el pençe divan fotoğrafları bulunan, 17 Aralık’tan sonra “Ak Parti gider pak parti gelir” dediği program kaydı Beyaz TV arşivinde bulunan sağ kol Hüseyin Gülerce’nin tanık olduğu, tarihe “parkeci-pideci” diye geçecek bu iddianameyi geri çevirirdi.
***
Hoş geldiniz, sevinç ile; Bülent Utku, Güray Öz, Turhan Günay, Musa Kart, Mustafa Kemal Güngör, Hakan Kara, Önder Çelik.

Terim’in tazminatındaki ‘hakkımız’

Kısa, kısacık bir süre de olsa kamuoyu gerçekten istifa ettiğini sandı.

Ne zaman ki Türkiye Futbol Federasyonu’ndan (TFF) alacağı tazminat ortaya çıktı. O vakit Fatih Terim’in gidiş biçiminin istifa değil, gönderilme olduğu anlaşıldı. Ödenecek tazminatın tutarı (3.5 milyon Avro) tartışmayı büyüttü. Bugünün kuruyla 14.5 milyon TL demek olan bu tazminat, hemen TBMM gündemine taşındı. Sosyal medyada da yoğun tartışıldı. Dört kişilik ailenin açlık sınırı 1529 TL’yken, bu parayı helal etmediklerini yazanlar az değildi. Hal böyle olunca merak ettim. Yani Terim’in tazminatında biz sıradan ölümlülerin dolaylı da olsa payı var mıdır, varsa nedir diye merak ettim.
TFF’nin 1 Haziran 2016 /31 Mayıs 2017 dönemi Finansal Tablolar ve Bağımsız Denetim Raporu’na baktım. Federasyon’un bu dönemde, yani bir yıllık geliri 472 milyon 616 bin 663 TL’ymiş. (Dolara çevrilirse 135 milyon dolar, Avro üzerinden 107.4 milyon Avro yapıyor.) TFF gelirlerine kaynak dağılımına baktığımızda en büyük kalem 125.6 milyon TL ile TV radyo naklen yayın ve reklam gelirlerinde. (Bu da Digitürk olarak bildiğimiz Krea İçerik şirketiyle yapılan sözleşmeye dayalı.)
İkinci sırada 61.7 milyon TL ile sponsorluk gelirleri. Üç ve dördü ise küçük tutar farkıyla altyapı fonu gelirleri ile spor toto ve spor loto gelirleri paylaşıyor. 40.8 milyon TL altyapı fonu, 40.1 milyon TL de spor toto ve loto gelirlerinden. Dolayısıyla, Terim’e ödenecek (ya da ödenen) 14.5 milyon TL tazminat ile ilgili bir kamusal yorum yapılacaksa, TFF’nin bir yıllık gelirindeki payının 40.1 milyon TL’si üzerinden yapılmalı.

‘Ana akım’ başka akıyor
Bu yazı, hâlâ ana akım tabiri kullanarak, mazideki “ana akım” kuruluşlarını kastettiğini düşünen arkadaşlar, dostlar için. Cumhuriyet davasını ilk sayfadan duyurmayan gazeteleri, tahliyeleri canlı olarak vermeyen TV kanallarını eleştirirken “ana akım” demiyorlar mı, hayret etmemek zor. Zor olsa da kabul etmemiz lazım. Ana akım kavramı Türkiye’de anlam ve içerik kaymasına uğrayalı çok oluyor. Hedef gösteren, itibar suikastı yapan, kasten yalan haber hazırlayan, ortaya çıkınca kılı kıpırdamayan, kaybedeceği çok şey olan ve bunların hepsi de dünya nimetlerine dair olan dinci görünümlü gazete ve TV’ler, bugünün ana akımıdır.
Vaktiyle “ana akım” diye bildiğiniz bildiğimiz gazete ve TV’lerin birçoğu da, Erdem Ongun’un babası, tutukluluğuna devam kararı verilen değerli Kadri Gürsel’in tabiriyle “ana akım enkazıdır.” Beklentiniz olmazsa, hayal kırıklığına uğramazsınız.
===================================
Dostlar,

Teşekkürler değerli genç yazar sayın Çiğdem Toker’e…
Çok önemli bir yazı :
TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ??

Merhum İlhan Selçuk Cumhuriyet‘in başında iken, son yıllarında kamuoyunu uyarmak için yatık harflerle manşette, tersinden yazarak bu uyarıyı yapıyordu.. Arapça “birşeyler” sanılmıştı hatta.. O “Tehlike” artık ülkemizde yaşanıyor..

Siracusa İlkeleri md 54’te şöyle deniyor:

  • “Her bir önlem, ‘gerçek”, ‘açık’, ‘mevcut’ ya da ‘yakıntehlikeye ilişkin olmalıdır ve
    salt potansiyel bir tehlikenin bulunduğu değerlendirmesine dayanarak alınmamalıdır.”

    Artık Tehlike;
    1. Gerçektir
    2. Açıktır
    3. Yakındır
    4. Mevcuttur..

AKP’nin “potansiyel tehlike” aşaması geride kalmıştır.

Laik – demokratik -sosyal – hukuk devleti tehdit ve tehlike altındadır!

Sayın Toker yazısında 1’den çok konuya değinmiş, hepsi de birbirinden yakıcı.
Çok yönlü ve çok boyutlu, çok soluklu mücadeleye devam…

Elbette insanlık onuru ve AYDINLANMA kazanacak..

CHP toplumsal muhalefeti hızla ve gergef gergef dokumalı..
İstimi düşürmemeli.. Toplumun tüm kesimleriyle görüşerek AKP karşıtı muhalefeti örgütleyip büyütmeli…. AKP = RTE’ye halkın umut bağlayacağı politik seçenek hazırlanmalı..
Açık, yakın, somut, gerçek ve varolan ciddi – ağır tehlikeyi gören tüm kişi ve kurumlar sorumluluk ve yapıcılıkla bu sürece katkı vermeli, şemsiye rolü üstlenecek CHP’ye destek olmalı.

Fatih Terim olayı… Bizim anladığımız, sözleşmesi feshedilecek Terim’in ama sıkı hukuksal gerekçe bulunamadı, bulunmak istenmiyor.. Danışıklı dövüş ile korunmak isteniyor. Ancak 3,5 milyon € ciddi bir servettir ve Terim, genel ahlaka – geleneklere – töreye hatta hukuk kurallarına aykırı davranarak ihkak-ı hak peşinde olmuş, fiziksel güç kullanarak fiili saldırı yapmıştır. Türk Milli Takımı’nın başındaki insan için, bu eylemler sözleşmenin tazminatsız ve tek yanlı feshi için yeterli görülmelidir.

Hepimizin o parada payı var. Hiç kimseye hak etmediği hiçbir şey verilmemelidir.

Genel anlamda AKP, toplumun sinir uçlarına basmaya son vermelidir. Ülkenin içte ve dışta sorunları son derece ağırdır ve ancak toplumsal birliktelik ile (ÜMMET dayatması ile değil!) ulusal dayanışma ile aşılabilir. Ayrıca AKP’nin tabanı da eriyor böylelikle.. Anketler %40 gibi gösteriyor AKP’yi.. 3 Kasım 2019 seçimini kazanmak için %50+1’e mahkum olduklarını Erdoğan ha bire söylüyor oysa!?

Lütfen teenni.. Bunca hukuksuz – ölçüsüz – zalim baskı – kuşatma tarihte neye neden oldu ise Türkiye’de de benzer toplumsal karşı tepki mutlaka gelişecek ve silip süpürecektir..

Sevgi ve saygı ile. 31 Temmuz 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Atatürk anıtına saldırıya hükümetten ilk tepki

Atatürk anıtına saldırıya
hükümetten ilk tepki

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır.)
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, Şanlıurfa’nın Siverek İlçesin’de seyyar satıcı olduğu belirtilen sarıklı bir kişinin Atatürk anıtına saldırısını kınadı.
[Haber görseli]
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, Siverek İlçesi’nde seyyar satıcı Mehmet Malbora’nın Cumhuriyet Meydanı’nda bulunan Atatürk anıtına elindeki tahra ile zarar vermeye kalkışmasıyla ile ilgili olarak twitter hesabından
* “Siverek’te Atatürk heykeline yapılan çirkin saldırıyı nefretle kınıyor,  halkımıza bu provakatif eyleme itibar etmediği için teşekkür ediyorum.” açıklamasında bulundu.
==========================================
Dostlar,

AKP ektiğini biçiyor..
İstediği tam da bu değil mi?
Yarın kalkıp “milletimiz de zaten istemiyor bu heykelleri” demenin altyapısı hazırlanıyor..

AKP = RTE ağzını açıp içtenlikle, beden diliyle, “öfke de bir hitabet sanatıdır” inacından hareketle bu iğrenç saldırıyı gerçekten öfkelenerek kınayabilir mi?
Bu gibi saldırılara asla hoşgörü göstermeyeceklerini kararlılıkla yüksek sesle dillendirebilir mi?
Görelim lütfen..
Takiyyesiz olsun mümkünse lütfen..

Örn. müfredata Atatürk’ü hemen yeniden koyun..

Cihat’ı çekin müfredattan..

EVRİM’i eklemeyi sakın unutmayın..

Bir de şu imamlara resmi nikah saçmalığı ve aptallığından vazgeçin olur mu??

Yapar mısınız, yapabilir misiniz??
Bunlar turnusol kağıdı ama..
Biliyor musunuz, kimseciklerin veremeyeceği zararı kendi kendinize veriyorsunuz..
Sizin aklınıza birşeyler mi oldu??
Yanıt biz verelim : Kesinlikle evet!
15 yıl önce iktidar olduğunuzdaki politik aklınızın 15’te 1’i bile kalmadı!
Hatta her yıl ardışık ve sürekli olarak yarılandı.. desek daha doğru olacak..
Bunun üstel hesabını yaparsanız sonuç sizi şoka sokabilir.
Tabii hala bu hesabı yapabilir ve sonucu değerlendirebilirseniz.
Durum ve vaziyetiniz” algıladığınızdan çooook daha vahim biliyor musunuz??
Sevgi ve saygı ile. 31 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

İmam nikahı laikliği kadınları çocukları vuracak!

İmam nikahı laikliği
kadınları çocukları vuracak!

İmam nikahı laikliği, kadınları çocukları vuracak!

Eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, AKP’yi, bu yasa tasarısı ile laikliğin içini oymaya çalışmakla suçladı. Prof. Türk, müftü ve imamlara nikah kıyma yetkisi verilmesinin Devrim Yasalarına aykırı olduğunu belirterek, uygulamada en çok kadınların hak kaybına uğrayacağını söyledi. Türk, AKP’yi, bu yasa tasarısı ile laikliğin içini oymaya çalışmakla suçladı.

‘ANAYASA’YA AYKIRI’

“Türk Medeni Kanunu’na göre evlendirme memuru tarafından medeni nikahları kıyılan eşlerin, isterlerse daha sonra dini nikah yapabileceklerini belirten Türk, şöyle devam etti:

“Bu sadece Müslümanlar için konmuş bir hüküm değil. Yani, Türkiye’de imamın önünde herhalde dini nikah yaptırmayacak olan başka dinden insanlarımız, vatandaşlarımız da var. Katolik vatandaşlarımız, Ortodoks vatandaşlarımız var… Dolayısıyla onlara hitap etmeyen bir uygulama. Ve en önemlisi Anayasa’nın 174. maddesinde devrim yasaları sıralanır. 174. maddede bu Devrim Kanunları’nın ortak özelliği şöyle tanımlanır: Türk toplumunu çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin laiklik niteliğini koruma amacını güden inkılap kanunları… Anayasa’nın kabul edildiği tarihteki hükümlerin Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülemez. Hüküm o.

“Bu Anayasa kabul edildiği tarihte henüz eski 743 sayısı Türk Kanuni Medenisi yürürlükteydi. 17 Şubat tarihli 1926 tarih ve 743 Sayılı Türk Kanun-u Medenisi’yle kabul edilen Evlenme Akdi’nin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair, medeni nikah esasının ve aynı tarihli kanunun 110. maddesinin Anayasa’ya aykırılığı öne sürülemez. Aynı hükümler değişik madde numaralarıyla Yeni Türk Medeni Kanunu’nda da, yani 1 Ocak 2002’den bu yana yürürlükte olan kanun ile birlikte yürürlüktedir. Dolayısıyla şimdi getirilen müftülere ve onların görevlendirilmesiyle imamlara nikah kıyma yetkisi Anayasa’nın hükümlerine aykırıdır. Ayrıca 2. maddedeki laik devlet niteliğine aykırıdır.

‘İHTİYAÇ YOK’

“Aslında evlendirme memurluğu başlı başına bir teşkilattır. Orada sadece nikah sözleşmesi yapılmış olmaz. Oradaki kayıtlardan doğan birçok sonuç var. Örneğin doğacak çocukların anne babası. Eşlerin birbirine karşı hakları ve boşanma durumunda veyahut ölüm durumunda hukuki durum. Bütün bunlar bu evlendirme sözleşmesine yani, nikah akdine dayanmaktadır. Müftü ve imamların böyle bir teşkilatı yok. Onlara böyle bir görev vermenin de anlamı yok. Zaten isteyen kişi dini nikah kıydırabilir.

‘UMARIM VAZGEÇİLİR’

“Her yönüyle yanlış olur. AKP iktidarı her gün laik devleti adım adım ortadan kaldırıyor. Mevcut evlendirme memurları eliyle nikah törenleri yapılmaktadır, kayıtlar tutulmaktadır. Türkiye’de medeni nikah özellikle kadının haklarını hukuku koruyan kurumdur. Bundan ayrıldığın zaman en başta tabii kadınlar, doğacak çocuklar çok büyük zararlar görürler. Umuyorum ki böyle bir düşünceden vazgeçilir.

İKTİDAR AŞINDIRIYOR

“Türk Ceza Kanunu’nda bir hüküm vardı. O hükme göre, medeni nikah kıyıldığını görmeden dini nikah kıyan din adamlarının cezalandırılması söz konusuydu. Anayasa Mahkemesi maalesef bunu geçen yıl verdiği bir karar ile iptal etti. Bu da yanlıştı. Devletin laik niteliği, hem siyasi iktidar hem de Anayasa Mahkemesi tarafından -kendi önüne gelen konularda verilen kararlarla- adım adım aşındırılıyor.”

YABANCILARI YARGILAYAMAYIZ

İzmir Baro Başkanı Aydın Özcan, müftülüklere nikah kıyma yetkisi verilmesinin Cumhuriyet devrimlerini ortadan kaldıran bir düzenleme olacağını söyledi. Özcan, müftülüklere nikah kıyma yetkisinin ‘çok hukukluluk’ sistemine geçiş anlamını taşıyacağını, bu uygulamanın ardından hukuki anlamda kapitülasyonların geleceğini ileri sürdü. Özcan, şunları söyledi:

“Gelecekte yabancı ülke vatandaşlarını Türk mahkemeleri yargılayamaz hale gelir. Konsolosluk mahkemeleri kurulur, çok hukukluluğun önü açılır. Lozan Antlaşması‘yla özgür ve bağımsız bir ülke olmuştuk ama şimdi bizim kendi Meclisimiz çıkaracağı yasayla kaldırılmak istenmektedir.”

‘DEVRİMLERİ UNUTTURMAYA YÖNELİK’

Özcan, Milli Eğitim Bakanlığı´nın askıya çıkardığı Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi müfredat taslağını da eleştirdi. Aydın Özcan,

“Barışçıl,
insan ve doğa sevgisi ile yoğrulmuş,
yaratıcı ve eleştirel düşünen,
toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı,
demokrasiyi özümsemiş,
insan hak ve özgürlüklerini ön planda tutan,
adalet duygusu gelişmiş

bireylerin yetiştirilmesini hedefleyen eğitim programlarından günbegün uzaklaşıldığını” belirtti. İktidarın, Türk Devrimlerini unutturmaya yönelik politikalar geliştirdiğini belirten Özcan, açıklamasında şu satırlara yer verdi:

  • “Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, bağrından çıktığı Türk milletinden kopartılmaya, çocuklarımızın ve gençlerimizin eğitim müfredatından çıkartılmaya, unutturulmaya çalışılmaktadır.” (AYDINLIK, 29.7.2017)
    ======================================
    Dostlar,

MÜFTÜLERE – İMAMLARA NİKAH YETKİSİ VE
CİHATÇI MÜFREDAT : 
AKP’nin TÜRKİYE’ye ÇATAL KAZIĞI

Bu çatal kazık sorun, eminiz AKP’nin gündem oyunlarından biri..
Sonuç alınsa da olur alınmasa da aslında..
Ama ülkenin aydınlık kesimlerini – güçlerini meşgul eder ve yorar..
Gündemi epey süre kaydırabilir..
Bu son 2 amaç asıl gibi geliyor bize.
Nitekim tutuyor da belli ölçüde. Konuşmadan, yazıp – çizmeden, yönetsel yargıda müfredat değişikliği yönetmeliğini dava etmeden susup kabullenmek olanaksız. AKP bunu iyi biliyor. Dolayısıyla izlediği siyaset biçemi (üslubu, tarzı) bakımından çok ağır kimi sıfatları hak ediyor. Bunun ne ölçüde ayrımında (farkında) ya da daha ağırı ayrımında ama umurunda değil mi?
Sonuçta günlük kısır, ilkel, yoz, ikiyüzlü, topluma saygısız, gerici, fırsatçı (opporünist) politikalar hem ülkeye çok zarar verir hem de bu tür politika güden kişi ve kurumları tüketir.

Lozan Antlaşması’nda tanınan 3 azınlık kesimin (Ermeni, Rum ve Yahudiler) kimi temel haklarının korunacağı güvencesi verilmişti. Ancak ilk Medeni Yasa 4 Ekim 1926’da yürürlük aldığında, Azınlık temsilcileri Hükümete başvurarak, Osmanlı Mecelle’si yerine kabul edilen yeni laik Medeni Yasaya bağlanmak istediklerini bildirdiler. Böylesi laik, modern, adil, eşitlikçi, çağcıl bir yasayı Atatürk‘ün yeni Türkiye Cumhuriyeti’nden doğrusu beklemiyorlardı.

Böylelikle ülkemizde tüm yurttaşlar için “tek hukukluluk” sistemi getirilmiş, hukuksal ayrıcalıklar (Kapitülasyonlar!) Lozan Antlaşmasıyla tümüyle sonlandırılmıştı.

Müftü – imamlara medeni nikahla eşdeğer hukuksal sonuç doğuracak dinsel nikah yetkisi vermek Lozan kazanımlarını tehlikeye sokar ve başkaca kesimler de kendi dinsel ve başkaca inanç, etnik kategoriler temelli ayrıcalıklar isteyebilirler. Bu süreç çok hukukluluk = hukuksal kapitülasyon demektir ki; Lozan görüşmelerinde başlıca kırmızı çizgimizdi. Bunlar yüzünden Lozan görüşmeleri kesilmiş (4 Şubat 1923), 2-3 ay aradan sonra yeniden başlatılmış (23 Nisan 1923), Atatürk‘ün kesin kararlılığı karşısında 7 Düvel, Osmanlı’nın Batı’ya verdiği tüm kapitülasyonların kaldırılmasına (= tam bağımsızlık!) rıza göstermek zorunda kalmıştı.

Atılan adımların nerelere uzanabileceğinin çok yönlü ve boyutlu olarak derinliğine irdelenmesi siyasal iktidarların kaçınılmaz yükümüdür. AKP iktidarı yaraşırlığı (liyakatı, meritokrasiyi) çöpe attı ve vargücüyle yandaş – tarikatçı kadrolaşmasını sürdürüyor! Karşıtları da demokratik olgunlukla dinlemek – yararlanmak yerine susturmakla meşgul. TBMM İçtüzüğü bu amaçla değiştiriliyor; vahimdir! Öte yandan tarikat beslemesi – İHL diplomalı yandaşlar dünya ve yurt sorunlarına egemen olmaktan ne yazık ki çok uzaklar.. Kaldı ki AKP = RTE’dir!

Sonuçta faturayı ülkemiz – halkımız ödüyor. Oysa halk size bildiğinizi yapmanız, TEK ADAMA KÖRÜ KÖRÜNE BİAT ETMENİZ için değil, ülkemiz için en iyisini TBMM’de tartışarak yapmanız için oy vermekte seçimlerde. Malezya’ya büyükelçi olarak atanan Merve Kavakçı tıp doktoru.. Siyaset bilimi – uluslararası ilişkiler – diplomasi bağlamında bir eğitimi yok. Nasıl yapacak bu işi?

Bir de bu kişiler “afedersiniz, bu görev beni aşar, eğitimim farklı alanda” diyemezler mi? Hiç mi etik değerleri – özsaygıları (benlik saygısı, self esteem) kalmamıştır? Dr. Kavakçı ABD vatandaşlığını bırakmış mıdır? Bırakmamış ise, ABD vatandaşı olurken ettiği yemin ne olacaktır? O yemine göre ABD çıkarlarını korumaya söz vermiştir?? Bu ne çatal sorundur?
Örn. Malezya Büyükelçiliğinde “Sağlık Ataşesi” görevi Dr. Kavakçı’ya az mı gelmektedir??
*****
AKP = RTE giderek daha çok de daha ağır hatalar yapıyor.
Bütün uyarılar boşuna.. Erdoğan’a ulaşmıyor ya da yanıltılıyor çevresince.
Hangisi ya da 1’i yahut 2’si.. farketmez..
Ülkeyi yaka – yıka AKP iktidarı eriyor, çatırdıyor, yıkılıyor..

Türkiye siyaseti, yaygın kitlelerin destekleyeceği iktidar seçeneği yaratmak zorunda!

Not : Gerek dinci – cihatçı (= din için IŞİD gibi savaşacak!) yetişek (müfredat) değişikliği gerek müftü – imamlara dinsel nikah yetkisi aynı zamanda Anayasa’nın 24. maddesine de aykırı. 2., 24. ve 174. maddeye ve Anayasa’nın Başlangıç bölümüne aykırılık şimdilik çok net..

Sevgi ve saygı ile. 30 Temmuz 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Sadi SOMUNCUOĞLU : Lozan Zaferi Üzerine

Lozan Zaferi Üzerine..

Sadi Somuncuoğlu ile ilgili görsel sonucuSadi SOMUNCUOĞLU
sadisomuncuoglu@yahoo.com, 
http://www.yenicaggazetesi.com.tr/lozan-zaferi-uzerine-43692yy.htm
29.07.2017

(AS : Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

E. Kur. Alb. Ümit Yalım, yıllardır çırpınıyor;

  • Yunanistan Ege’deki adalarımızı göstere göstere işgal ediyor diye.

    Haber gazetelerde, televizyonlarda manşette; ama yetkililer sus-pus vaziyette veya ilgisiz açıklamalarla adeta işgali zımnen onaylamakta. Vatandaşta, okumuşu okumamışı ile kayda değer tepki yok.

Anlamak mümkün değil. Belki, “tapusu bizde, iflas etmiş Yunan boşuna uğraşıyor” diye düşünülmüş olabilir. Ancak bu doğru değil. Benzer saldırıyı, farklı olmakla beraber tarihi Türkmen şehri Kerkük’te de gördük. Tapu ve nüfus kayıtları ile mezarlıklar talan ediliyordu; Barzani ve Talabani eşkıyasının bu saldırılarına engel olunması gerekirken, pişkince,“kayıtların aslı bizde” denilip geçiştirilmeye çalışıldı. Sonuçta Kerkük başta olmak üzere Türkmen şehirleri bir bir açıktan işgal edilip Türkmen katliamı başlatıldı. Kerkük’e 10 yılda 600 bin kişi yerleştirildi, demografik yapı bozuldu. Yerel Yönetimin başı Barzani tek başına Irak anayasasını çiğneyerek Kerkük’ü de içine alan referandumla Türkmen şehrine el koymaya cüret etti.

Benzer durum Ege’de de yaşanmaktadır. Karasularımızdaki adalarda askeri karakol kurup bayrak dalgalandıran Yunanistan, gümrük kapısı açmış pasaport kontrolü yapıyor. Bu tecavüze karşı nota vermekten vazgeçtik, “ağır ol komşu, bu adalar sizin değil, bizim” diyen resmi bir açıklama bile duymadık. Uzmanlar; uluslararası teamül hukukuna göre eğer başkasına ait bir yer itiraz olmadan 20 yıl kullanılmışsa, orası kullanana ait olur” diyor. İlk işgal 2004’de başladığına göre, Bulamaç ve Eşek adaları 7 yıl sonra, 2023’te, resmen Yunan toprağı olacak demektir. Sıradaki diğer adaların ömrünü, varın siz hesap edin. Bir başka sorun da, karasularımız içinde bulunan bu adalara, Yunanistan’ın tankıyla-topuyla nasıl girip çıktığıdır.

Buna göre, Lozan’dan sonra ilk toprak kaybını Ege’de yaşayacağız.
Kıbrıs’ta erime devam ediyor.

Eyy, Lozan’ı yetersiz görenler veya “hezimet” sayanlar neredesiniz, topraklarımız gidiyor? Yunan yayılması Aydın’a ve İzmir’e dayanmış, neden susuyorsunuz?

Mescid-i Aksa krizindeki haklı tepkiyi, bekamızla ilgili konularda da göstersek olmaz mı?

Geçenlerde biri çıkıp, yenilerek kaçarken bile sivil halkı camilere doldurup yakan, tecavüzcü barbarlar için “keşke Yunan galip gelseydi” demiş (AS: Kadir Mısıroğlu). Böylece Türk Milletinin egemenliğine karşı, “Helen egemenliğini” üstün tutup meşrebinin icabını yapmış.  İslam’la ve Türklükle ilgisini de ortaya koymuş. Elbette bu zihniyetin sahipleri istiklalimizin tapusu Lozan’a karşı çıkıp, “Sevr”i  özleyecektir; kökleri de Osmanlıya kadar uzanmaktadır.

Hatırlayalım, 1. Dünya Savaşı tam bir vahşetti. Çörçil özetle;

  • “Hukuka göre, savaşta zehirli gaz kullanmak yasaktır; biliyorum. Ama Türkler insan sayılmaz! Türklere karşı rahatça zehirli gaz kullanabiliriz!” demiş ve kullanılmış da. Evet bu savaşta yenildik; ordularımız dağıtıldı, işgal edilen topraklarımız paylaşıldı, Padişah esir düştü. Haçlılar, “Her şey bitti, bu defa Türkler ayağa kalkamaz” dedi. Çörçil daha da ileri giderek, “Türkleri geldikleri Orta Asya’ya sürmek için beklediğimiz bin yıllık fırsatın çıktığını” söyledi.

Ancak Türk Milleti ölmediğini gösterdi ve yeniden “Ergenekon” dan çıkış ve İstiklâl için bayrağı açtı. Büyük Akif’in “… tek dişi kalmış canavar” olarak nitelediği haçlı istilasına karşı Mustafa Kemal Paşa silah arkadaşlarıyla birlikte İstiklâl Savaşını başlattı. Kuvay-ı Milliye cephesinde Ankara Müftüsü M. Rifat (Börekçi) Efendi, Amasya Müftüsü Tevfik Efendi, Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi gibi pek çok din adamı ve ileri gelen toplum lideri yer aldı.

Karşı tarafta, haçlılarla yerli işbirlikçileri vardı. Meselâ; “Sevr Antlaşması“, “Lozan” dan daha iyidir diyen, “ademi merkeziyetçiHürriyet ve İtilaf Partisinin mebusu ve Damat Ferit Hükümet’inin “Şeyhülislamı” Mustafa Sabri, bunlardan biri. Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey‘in idamına fetva verdi, Sultan II. Abdülhamit tahttan indirilince çok sevindi, İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesi oldu, Sevr Antlaşması’nı imzaladı (AS: Sevr Anlaşmasını 10 Ağustos 1920’de Vahdettin’in sadrazamı imzaladı!). Bu hain aynı zamanda işgalcilerin kurdurduğu
Tealî-i İslam Cemiyeti Başkanı, İskilipli Atıf hoca yardımcısı ve İttihat-ı Muhammediye Cemiyeti önderi Said-i Kürdi de üyesi idi.

Tealî-i İslam Cemiyeti, Kuvayı Milliye aleyhine ilk bildiriyi 26 Eylül 1919’da yayımladı. Bildiride; “İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Şimdi usulca oturup yenilginin sonuçlarına katlanmak yerine, Yunanlılarla harbe tutuşuyorlar. Bu eşkıyaları ve asileri en kısa zamanda bertaraf etmek hepimize farzdır” denildi.

Yunan Ordusu 15 Eylül 1919’da İzmir’i işgale başladı. Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a 19 Mayıs 1919’da çıktı. Bu tarihlere göre “farz” olan neymiş, yukarıdaki paragrafı lütfen tekrar okuyup yorumlayınız.

Milli Mücadele zaferle sonuçlanınca Mustafa Sabri, önce Yunanistan’a, sonra İngiliz casusu Lavrens ile Arapları Osmanlıya karşı isyan ettiren Hicaz Şerifi Hüseyin’e gitti.

SONUÇ:   Yüz yıl önce, “Sevr, Lozan’dan iyidir” fetvası verildi, haçlılarla işbirliği ”
farz” sayıldı. Bugün, “Keşke Yunan galip gelseydi” denildi; Türk egemenliğine karşı Helen “esareti/köleliği” yeğ tutuldu.

Ne acı değil mi? Asır geçmiş, Türk Milletine düşmanlık değişmemiş! Temel meselemiz bu olsa gerek…
==================================
Dostlar,

Biz Lozan için 94. yıldönümü bağlamında sitemizde epey yazdık..
Sayın Somuncuoğlu’nun yazdıklarına katılıyoruz.. Çok yerinde saptamalardır.
Bir yerde ayraç içinde düzeltmemiz oldu..
Çok iyi bilinmesi gerek : Sevr Andlaşması’nı son Osmanlı Padişahı 6. Mehmet Vahdettin kabul etti ve Fransa’ya Sadrazamı Tevfik Paşa’yı yollayarak imza attırdı..
Bu tutsaklık ve yok oluş fermanını ise Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde Türk Ulusu yırttı!
Yerine Lozan Barış Andlaşması’nı koyarak ülkemizin uluslararası hukukta bir tür tapusunu sağladılar. Selam olsun onlara.. Bu belge hem tapumuz hem de tabumuzdur; sonsuza dek koruyacak ve onurla yaşatacağız.

Sevgi ve saygı ile. 29 Temmuz 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Işık Kansu : Anaokuluna kadar inen şeriat

Anaokuluna kadar inen şeriat

Işık Kansu

Ahmet Şık’ın savunması Times’ta: Erdoğan’ın kirli hanedanlığını eleştirdi

Ahmet Şık’ın savunması Times’ta: Erdoğan’ın kirli hanedanlığını eleştirdi

(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
İngiliz Times gazetesi bugünkü sayısında Cumhuriyet davasında tutuklu yargılanan sanıklardan Ahmet Şık’ın Çarşamba günkü savunmasına sayfalarında yer verdi. Times, gazeteci Ahmet Şık’ın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetini çok sert bir dille eleştirdiğini yazdı. Gazetenin İstanbul’daki Türkiye muhabiri Hannah Lucinda Smith’in imzasını taşıyan haberin başlığı,
* “Yargılanan gazeteci, Erdoğan’ın ‘kirli hanedanlığını’ eleştirdi.”
Haberde, Ahmet Şık’ın savunmasından şu sözleri yer aldı:
– “Bu kirli düzen, bu suç hanedanlığı hep sürecek zannedenler yanılıyorlar.”
– “Tarihin sayfalarını karartan tüm diktatörlüklerde olduğu gibi, kinlerinin ve hırslarının doymak bilmez açlığıyla yol almaya çalışanlar her zaman kendi sonunu hazırlar…”
– “Dün gazeteciydim. Bugün gazeteciyim. Yarın da gazetecilik yapmaya devam edeceğim. Yani hakikati boğmak isteyenlerle aramızdaki bu uzlaşmaz çelişki hiç bitmeyecek.”
‘Gülencilerin gizli işlerini ortaya çıkardığı için hapis yatmıştı’
Times’taki haberde, araştırmacı gazeteci Ahmet Şık’ın 2011’de, Gülencilerin gizli işlerini ortaya çıkardığı için bir yıl hapis yattığı belirtiliyor.
– “Sayın Erdoğan o dönem başbakandı ve Gülenciler ile gevşek bir ittifak içindeydi” deniyor haberde. Times’a göre iki taraf arasındaki ilişki 2013’te bozuldu ve Erdoğan eski müttefiklerine savaş ilan etti.
Haberde, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz yılki başarısız darbe girişiminden Fethullah Gülen’i sorumlu tuttuğu, Ahmet Şık ve meslektaşlarının Gülencilere ve PKK’ya yardım etmekle suçlandıkları, Cumhuriyet soruşturmasını başlatan savcının (Murat İnam) daha sonra Gülencilere yardım etmekle suçlandığı da hatırlatılıyor.
===================================
Dostlar,
Bu zulüm düzeyine erişen adaletsizliğe artık son vermeli..Ciddi kanıtlarınız varsa -ki 4 günlük duruşmalarda iddianamenin suyu çıktı!- yargılamayı güvenlik tedbirleri ile tutuksuz sürdürün..
Bu adamlar yurt dışından tutuklanacaklarını bile bile geldiler etik değerleri ve yüksek özgüvenleri nedeniyle.
Toplanacak kanıt da kalmadı, 9 aydır topluyorsunuz birşey varsa.. Hatta önce tutukladınız, ardından kanıt toplamaya çabaladınız ve 156. günde “iddianame” hazırlayıp mahkemeye sunabildiniz! 5 ay, elle tutulur kanıt olmadan hapsettiniz 15 gazeteciyi!
Yarın aklanma kararı verirseniz bu kişiler 9 ay boşuna mı yatmış olacak, bu haksızlık nasıl telafi edilecek..
Artık yeter bu zulüm..
Adını Büyük Atatürk‘ün verdiği bu gazete, Cumhuriyet ve yazarları pes etmez..
Cumhuriyet sus-maz!

[Haber görseli]Böylelikle de teslim alamazsınız.
Demokrasinin kurallarını içinize sindirin, adil olun ve bir olgunluk adımı daha atarak eleştirilerden yararlanmaya bakın.
Sizin ve ülkemizin hakkında hayırlı olan budur.
Hatadan dönmek erdemdir.
Bu da yanınıza kâr kalsın / kalır.

Yiğit – korkusuz – ödünsüz gazeteci AHMET ŞIK haykırarak tarihe not düştü :

* Cumhuriyet’te aradığınız örgüt siyasi parti kılığında ülkeyi yönetiyor

Daha ne desin, daha ne denebilir???
Bu çıplak gerçek, muhatabını çıldırtmaya birebir değil mi??
Var mı bu vahim suçlamayı araştıracak, ihbar kabul edecek savcı?
Örneğin Cumhuriyet Başsavcılığı makamı tatilde mi??
Pakistan’da bile Anayasa Mahkemesi bu gün Başbakan’ın görevden uzaklaştırılması kararı verdi ve Başbakan Navaz Şerif, paşa paşa istifa etti..
Türkiye’de olduğu gibi, ülkemizi dünyaya rezil eden bir çıkış yapmadı / yapamadı!?
– “Tanımıyorum bu Anayasa Mahkemesini de kararını da; saygı da duymuyorum” demedi!
Efendiler, hal ve gidişiniz vahim ve perişan ötesidir.. Bilmem kaç yüzüncü kez yazıyoruz..
Sevgi ve saygı ile. 28 Temmuz 2017, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

Prof. Dr. Selçuk Erez : Darwin uydurmuş!

Darwin uydurmuş!

Prof. Dr. Selçuk Erez

(İstanbul Tabip Odası Başkanı)
Cumhuriyet, 27.07.2017
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Rektörün biri “Evrime inanmıyorum!” dedi ve bu nedenle pek çok eleştirildi, hatta tiye alındı: Oysa haklıydı, Darwin büyük çapta yanılmıştır! İşin aslı şöyledir:
Şuppiluliuma’dan, Hammurabi’den bile daha eski zamanlarda, yeryüzünde insanlar değil maymunlar yaşardı. Bunlar Afrika’nın doğusunda, Tanzanya’daki Olduvay Boğazı’ndaki ormanlarda birbirlerinin bitlerini ayıklayarak ve “maymuncuk” dedikleri çocuklarıyla oynayarak hoşça zaman geçirirlerdi.

Ancak havalar zamanla ısınmaya başladı, yağmurlar seyreldi.
Ormanlardaki ağaçlar kurumaya başlayınca maymunlar toplanıp ne yapacaklarını düşündüler.
-Ağaçlardan inelim, yerde yaşamaya başlayalım.
-Yerde gezersek kuyruklarımız ayaklarımıza dolanır, sık sık düşeriz.
-Çakmak taşlarını yontar, bunlarla keseriz.
Bu görüş benimsendi, aralarından birkaçı kuyruk sünnetçisi olarak seçildi ve tarihte görülmemiş bir kuyruk kıyamı başladı.
Kuyruğunu kestiren insan sayılıyordu, kestirmeyene kız verilmiyordu. Çok kuyruk kesilince civardaki sırtlanlar, aslanlar kan kokusu alıp gelmeye başladılar. Maymunların Başı, “Bundan böyle günde en çok üç kuyruk kesilecektir” buyurdu. Kuyruk kestirmek için Maymun Başı’ndan gün almak gerekiyordu. Bu kararnameden sonra çok uzun maymun kuyrukları oluştu.

-Yahu sıra ne zaman bize gelecek?
Kuyruk kestirmek için Afrika güneşi altında kuyrukta günlerce beklemek olumsuz tepkilere yol açıyordu. Hele, Başkan’ın belli bir ödenti karşılığında kimilerini öne aldığı ve zürafalara, çakallara ve ibibik kuşları gibi maymun olmayanlara da kuyruk kestirtip insanlık belgesi dağıttığı duyuldu; protestolar çoğaldı.

Maymunların çoğu kuyruksuzlaşınca Başkan’a “Seni insanlar değil, maymunlar seçti. Burada şimdi bir maymun değil insan milleti var. Bu nedenle biz artık maymunların seçtikleri bir başkanı istemeyiz. Seçimler yenilensin!” dediler.
Yüksek seçim kurulu üyelerinin okuması, yazması yoktu, saymasını da bilmiyorlardı; işin içinden çıkamadılar. Başkan “Sonuçlar ne olursa olsun, ben kazandım sayılır!” deyince Olduvaylılar ayaklandı. Sokak çatışmaları uzun sürmedi; Başkan ve yalakalarının cephanesi tükendi.
Sonra ne mi oldu? Hayır, Başkan yani yeryüzünün bu ilk diktatörü, sonrakiler gibi hızlı koşan bir deveye filan binip yurt dışına kaçmadı. Millet onu bırakıp kaçtı!

Olduvay sakinleri, “O burda kalsın, biz başka yerlere gidelim!” dediler ve Afrika’dan Asya’ya, Avrupa’ya vb. göç ettiler. Torpil ve rüşvetle insan belgesi edinmiş ibibik kuşlarıyla çakallar da kalabalığa karışıp çeşitli yerlere gittiler.
Böylece Darvin’in yanıldığını, maymunların evrimle değil kuyruklarını kestirip insan olduklarını ve çevrenizde gördüğünüz insan kılıklı çakalların nerelerden gelip böyle olmadık mevkilere atandıklarını da işte anlamış bulunuyorsunuz.
========================================
Dostlar,

Charles Darwin Uydurdu mu; Yobaz Bilime Direniyor mu ??

Prof. Dr. Selçuk Erez çok kıdemli bir hekim ve hocadır. 1936 doğumludur, 81 yaşındadır ve hala pırıl pırıl zekasıyla üretmeyi sürdürmektedir. İstanbul Tabip Odası gibi 30 bini aşkın hekimin çalıştığı dev bir kentin hekim meslek örgütünün seçilmiş başkanıdır.

Cumhuriyet‘te de düzenli yazılar yazmaktadır.
Erez hoca, yüksek zekasıyla ince ve düzeyli ironi (hiciv) ve mecaz yazı sanatlarını ustalıkla kullanmaktadır. Sitemizde kendisinin epey yazısı yayımlanmıştır. Meslek büyüğümüz Prof. Erez’in (Kadın Hastalıkları – Doğum uzmanı) yukarıdaki yazısı da çok başarılı..

AKP iktidarı bilimi ve kendini yadsıyarak ve gerçek niyeti ile düzeyini ortaya koyarak EVRİM konusunun işlenmesini Lise yetişeğinden (müfredatından) çıkardı, Ne denli zavallı bir tutum.. “Tavşan dağa küsmüş, dağın haberi yok” atasözü durumu betimlemeye (hali tasvire) uygun.

  • Efendiler; siz ister devekuşu gibi kafanızı kuma gömün, yarasa gibi aydınlıktan kaçıp mağaralarınıza sığının; BİYOLOJİK EVRİM bütün filogenetik basamaklarıyla – fosil kalıntılarıyla kanıtlanmıştır.“Evrim Kuramı” (Teorisi) adlandırmasından kalkarak “daha teori, kuram, tam kanıtlanamadı, o yüzden adı teori, henüz yasalaşmadı..” gibisinden gazete köşelerinde döktürenlerin daha “Teori – kuram” kavramının tanımından haberleri yok..

Bilimsel bir kuram – teori; üst kapsamda bir bilimsel terimdir ve kanıtlanmış gerçekleri, bilimsel yasaları da içerir.. Örneğin Albert Einstein’in “Görelilik – İzafiyet Teorisi – Kuramı”.. Adı “teori – Kuram” dır ancak tümüyle kanıtlanmış – doğrulanmış yasalar içerir; Isaac Newton fiziğini rafa kaldırmıştır. Günümüzdeki nükleer teknoloji dahil tüm uzay çalışmaları, ileri elektronik ve Kuantum Mekaniği, Elektro-Manyetik alanlar.. konularında dev ilerlemeleri Einstein’in Görelilik Kuramına borçluyuz. Gelecekte nesne – insan ışınlaması da bu Kuram – Terori’ye dayalı olarak gerçekleştirilebilecektir.

Anımsatalım; insan – hayvan – bitki genetiğinin şifresi olan DNA üzerinde NOBEL ödülü (Kimya) alacak ölçüde değerli bilimsel çalışma ve katkılar sağlayan Ulusal Gururumuz, meslek büyüğümüz Tıp Profesörü Dr. Aziz Sancar çok net açıkladı..
(Cumhuriyet, Orhan Bursalı, 29.06.2917,
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/770123/Aziz_Sancar__Evrim_gercektir….html)

  • EVRİM bir gerçektir.. Kim ne derse desin, Bilimsel bir gerçekliktir..

Kimseyi incitmek aklımızdan geçmiyor ama kesin olarak kanıtlanmış, Katolik Kilisesinin bile kabul ettiği EVRİM KURAMI’na karşı çıkmak ancak 2 biçimde açıklanabilir :

  1. Zihinsel yeteneğiniz – zekanız EVRİM’i kavramaya yetmemektedir; mazur görüp anlamanız için elimizden geldiğince basitleştirir, kezlerce anlatırız. Yeter ki içtenlikle anlamaya çabalayın. Anlamayınca “red” hakkı da olmaz değil mi en azından ahlaki olarak??
  2.  Kastınız var.. Siz Cumhuriyet – Bilim düşmanı bir dinci – gerici – yobazsınız.. Yapabileceğimiz çok bir şey yok.. Ama biliyoruz ki, çok yavaş da olsa EVRİM sizi de eğitecek, geliştirecek. Lokomotifin önüne taş koymak yerine hiç olmazsa bir vagona atlayın, gerçekten kopmayın..

Örn. çoooook yalın bir EVRİM gerçeğini açıklayalım :

  • EVRİM, insanın maymundan geldiğini ileri sürmüyor; tam tersine her 2 canlı türünün de “ortak ata” dan geldiğini, maymun ve insanın “atasının ortak” olduğunu savlıyor.Daha da yalınlaştırarak örnekleyelim : Örn. el bileğimiz “ortak ata” olsun.. Parmaklarımız “ortak ata” dan evrilen türler.. Parmaklarımızdan birinin insana, birinin maymuna evrilmesi gibi.

Ülkemizin önemli Evrim Biyologlarından merhum Prof. Dr. Ali Nihat Bozcuk hocamızın (1971-72 döneminde Hacettepe Tıp Fakültesi’nin 1. sınıfında Gen ve Moleküler Biyoloji hocamızdı) özlü bir power point sunumunu (33 yansı) paylaşmak isteriz. Bizim de üyesi olduğumuz Ulusal Eğitim Derneği’nde bir geleneksel Cumartesi Konferansı olarak paylaşılmıştı (Haziran 2012)

  • EVRİM KURAMINDAN GÜNCEL YANSIMALAR

Bu yansılar dikkatle izlenirse sanırız epey bir kavrayış sağlanabilir; tersine koşullu değilseniz.. Lütfen tıklayınız :
https://ahmetsaltik.net/arsiv/2012/06/Evrim_Kurami_Prof._Dr._Nihat_Bozcuk.pdf

Bu vesile ile ağabeyimiz, dostumuz, ADD’de dava yoldaşımız, insanlık ve alçakgönüllülük örneği, yetkin (İngiltere’den doktoralı) hoca Prof. Dr. Ali Nihat Bozcuk‘u özlemle anıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 28 Temmuz 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı – AÜTF Halk Sağlığı AbD
Mülkiyeliler Birliği Üyesi  www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com