Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

Türk Ulusu AKP ve Yandaşlarını Elbet Defedecek!


Türk Ulusu AKP ve Yandaşlarını Elbet Defedecek!

Dostlar,

Yoğun gündem ve uzun bir yolculuk yüzünden 1 Haziran 2013 günü sitemize
yeni birşeyler koyamadık.. Ama Türkiye gündemi de olağandışı bir tempo ve içerikte idi.
Gözledik, eylemsel olarak katılamadık Ankara dışında olduğumuz için..

Yeni, yepyeni birşeyler oluyor..

Birşeyler yapılıyor..

Tarihin diyalektiği budur işte.

En az bin yıllık kadim Anadolu Türk halkının kutsalları ile oynamanın ağır bedeli vardır.

Biz, bu siteden kezlerce yazdık; halkımız sabırlıdır, teenni ile davranır, hatta belki “İzmir’in işgaline” dek bekler.. Ama sonra da baltası, nacağı, orağı.. nesi varsa kuşanır ve harem-i ismetine saldıran düşmanla savaşır.. diye..

**********

Bu kaçıncı oluyor, siyasal iktidarın halkın kutsallarına saldırısı..

En son 2 tanesi apaçık ortada :

İlki                          :

Alkollü içki kullanımına getirilen kabulü ve uygulanması olanaksız sınırlamalar ve daha da uyarıcısı, Başbakan RT Erdoğan‘ın bu yasanın gerekçesini bu kez “inanca” dayaması oldu. Erdoğan, partisi AKP eliyle kendi dinsel inancını yasalaştırıyordu. Milletvekillerini -adaylarını- kendisi belirlemişti zaten. Halk da seçimlerde önüne konan listeyi oylamaktaydı. Tercihli oy hakkı olmadığı gibi, Milletvekillerini adaylarının önseçim vb. yollarla belirlenmesinde de düşüncesini soran yoktu..

Her ne hikmetse, iktidarının 11. yılındaki AKP, Türkiye’yi sözüm ona
demokratikleştireceği masallarıyla dinci – faşist bir iklime sürüklerken,
seçim yasasını demokratikleştirmek, temsilde adaleti sağlamak
hiç ama hiç aklına gelmemişti. Bu konuda TBMM’deki BDP dışında (bilinen nedenlerle) CHP ve MHP’den de anlamlı bir muhalefet gelmiyordu.

Seküler – laik düzen ve yaşama bir kez daha, bilinçli bir kademeleme ile bir saldırı daha yapılmıştı.. Zaten Başbakan’ın laik olmadığı kendi ağzından itirafları ile biliniyordu. “Ters mıknatıslanma” yapardı kişi laik olursa.. Devlet laik olabilirdi ancak Başbakan
RT Erdoğan’a göre.. Bir kez Fizikte “Ters mıknatıslanma” diye bir olgu yoktur.
Manyetik alanda tutulan metal (demir) çubuk mıknatıslanır ve uçları zıt yüklenir.
Bunun tersi yoktur. Dolayısıyla ilgili kişinin ne denli temel fizik bildiği de ortaya çıkmaktadır.

Yeterli bilimsel – politik birikimi olan herkes, zaten önce yurttaşın laik bilince ulaşacağını ve bu bilincini kurulacak toplumsal düzene de yansıtacağını, seküler bir devlet düzenini benimseyeceğini bilir. Laikliğin gökten inmediğini, Avrupa’da uzun yılların kanlı savaşları sonucu varılan kaçınılmaz – geri dönülmez bir uzlaşma olduğunu bilir.

Ayrıca toplumsal barış ve demokrasinin güvencesi ve adeta oksijeni olduğunu da bilir.
Bunun tersini de.. Herhangi bir dinsel inancın, dahası bu dinin bir yorumunun (Hanefi – Sünni mezhebinin) kurallarının (şeriatının) tüm halka dayatılmasının toplumsal barışı da demokrasiyi de dinamitleyeceğini bilir..

Bir adım daha; bu tür bir dönüşümün dayatılmasının toplumda ciddi çatışmalar olmadan başarılamayacağını da bilir.. Tüm bunları siyasal iktidar ve onun başı da elbette bilir!

  • Eğer bu olgu verili gerçek ise; AKP iktidarı ülkemizde
    bilerek ve isteyerek bir çatışmayı mı tohumlamaktadır ??

Daha önce de alkol kullanımını sınırlayan yasal düzenleme yapılmıştı bu alanda ve
Başbakan RT Erdoğan o zaman Anayasa’nın 58. maddesine sığınmıştı.
Şimdi ise açıktan meydan okumakta ve “inancın gereği” olarak yasayı dayatmaktadır. Çünkü artık elde “Yeni Anayasa Mahkemesi” vardır, 12 Eylül 2010 referandumu ile değiştirilen 26 maddeden birinin sayesinde.. Anlaşılan, iktidar partisinin “Yeni Anayasa Mahkemesi” varlığında sırtı pektir ve hiçbir çekincesi, korkusu yoktur.

Oysa en başta Anayasa’nın 24. maddesi olmak üzere pek çok Anayasa maddesi ülkenin düzenini “laik” olarak tanımlıyor ve güvenceye alıyor. Örn. 3 maddede de Cumhuriyet’in 6 temel niteliğinden biri “laiklik” ve 4. maddede de ilk 3 maddenin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin bile önerilemeyeceği buyurulmakta. Madde 24/son aşağıda :

  • “Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasal veya hukuksal temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasal veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne yolla olursa olsun dini veya
    din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve
    kötüye kullanamaz…” 

Kaldı ki bu partinin (AKP) laikliğe karşı eylemlerin (düşüncelerin değil!) “odağı” olduğu da Anayasa Mahkemesince karara bağlanmış ve ne tuhaftır ki,
kapatma gerekçesi sayılmadan, adli para cezası ile yetinilmiştir!

Hal böyle iken AKP adeta, açıkça meydan okuyarak son alkollü içki kullanımını neredeyse kökten yasaklayan 4. Murat Yasası‘nın gerekçesini Başbakan’ın ağzından “inancın gereği” olarak belirtmektedir. Eğer bu anlatım söz konusu yasanın genel
ya da madde gerekçelerinde de yer aldıysa, Anayasa Mahkemesi tarafından iptali kaçınılmazdır. Öte yandan, bu yasayı Anayasal yargıya taşıma olanağı olan CHP,
bu yetkisini kullanmayacağını açıklamıştır. Bu çekince yanlıştır. Başbakan RT Erdoğan’ın itirafı tek başına iptal nedeni için yeterlidir. CHP bu gerekçeyi öne çıkararak iptal başvurusu yapmalıdır.

Ya da ileride yurttaşlar bu yasa yüzüden başları derde girdiğinde, yargılanma sırasında “def’i” yoluyla itirazlarını nahkemelerde dile getirerek bu yolu denemelidirler.
Bunu davaya bakan mahkemeler de yapabilirler. Ayrıca Anayasa Mahkemesine
bireysel başvuru olanağı da var…

Tüm bunlar olurken, demokrat (!?) ve uygar (!?) Batı’nın karnından mırıldanmanın ötesine geçmediğini de kaydetmek zorundayız.. Çıplak gerçek :

“İki yüzlü Batı” değil mi??

İkincisi                          :

Taksim gezi alanına AVM + Rezidans ve kışla yapımı..

Planın bir yerlerinde eminiz cami de vardır.

Hem nalına hem de mıhına.. İlkiyle muazzam kent – imar rantları yaratarak yandaşlara peş keş çekmek ve cepleri doldurmak, AKP siyasetine finansman sağlamak;
ikincisi ile de din istismarı ile oy avcılığı yapmak..

Hesap öyle büyük ki, kentin Belediye başkanı ve valisi ortalarda yok..
Bu bir anlamda “teknik” projeyi de Başbakan RTE savunuyor, ağırlığını koymak zorunda  kalıyor.. Üstelik de TV’lerden karşıtlara göz dağı vererek..

Ne yaparsanız yapın, biz kararımızı verdik.. diyerek.

Halkın artık bu ucuz manevralara karnı tok görüldüğü gibi..

Dayatmalara ve yaşam alanına tahammül edilemez müdahelelere, kibirle ve iktidar sarhoşluğuyla aşağılanmaya da… sabrı yok artık..

******

Tablo ortada.. Bir kez daha görülüyor ki, örgütlü halk yıkılmaz, yenilmez..
İktidarlar gelip geçicidir, yıkılırlar görevden uzaklaştırılırlar, hesap sorulur..
AKP iktidarının yazgısı da başka türlü olmayacak.

TSK’yı tasfiye çabalarının, içeride Polis ordusu kurma girişimlerinin amacı artık apaçık ortadadır. Bir yandan kulağa hoş gelen tuzak gerekçelerle “teknik ve ateş gücü yüksek Ordu” denecek, öbür yandan ha bire polis alarak sayı 300 binlere dayanacak..
Bir yandan da hiç ama hiç gerekmediği halde polise ağır silahlar alınacak..
(28 Şubat 1997 sürecinde bu silahlar Polisten geri alınmıştı..)
Tüm bunları Türk halkı görmezden gelecek?!

Artık oyun ortadadır..

Ancak bereket, başoyuncu arada “müthiş” gaflar yapmaktadır..

  • Örn. “2 ayyaşın yaptığı yasa oluyor da bizimki mi olmuyor??..”

Başbakan RT Erdoğan, adeta bilinçaltını kusmuştur.

Halk, bu çok ağır, çok haksız ve tümüyle yanlış, onurunu zedeleyen benzetmeyi içine sindirememiştir. Açıktır ki, iktidarın başı, Türk Devrimi’nin en önde gelen 2 kadim önderini, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK‘ü ve O’nun en yakın dava arkadaşı
2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü‘yü adreslemektedir.

Bir yandan da “ekonomi tıkırında” masallarına karşın yoksullaştırılan milyonlar..

Geldiğimiz yer apaçık bir “sivil itaatsizliktir.”

Halkın meşru direnişidir çünkü iktidar apaçık hukuk dışına çıkmıştır ve demokrasinin olanaklarını onu yok etmek için kullanmaktadır.. Dünyada hiçbir demokrasi buna izin vermez!

Hayal edilebilir mi ki, sözde “yeni anayasa” yapılır ve RT Erdoğan “Başkan” seçilirse Türkiye’de demokrasinin son kırıntıları daha ne denli yaşatılabilir??

Sonuç olarak;

AKP iktidarının ve de  iç dış yandaşlarının akıllarını başlarına almaları zorunludur.

Halk yığınlarını örgütlemeye devam etmek ve biliçli önderlik yapmak gereklidir.

Özellikle CHP’nin, ateşin bacayı -CHP’yi de!- sarmak üzere olduğunu artık görmeli
ve halk yığınlarını mitinglerle hükümeti istifaya zorlamaldır.

AKP’nin kapatılması için Yargıtay C. Başsavcılığına başvurulmalıdır.

Alkol kullanımını neredeyse olanaksız kılan yasayı Anayasa Mahkemesi’ne taşınmalıdır.

* Bu arada, değişik tutsakevlerinde tutulan asker – sivil yutseverlerimiz
asla unutulmamalı, iktidarın gündem oyununa gelinmemelidir..

Türk halkı, BİRLEŞEREK VE DAYANIŞARAK geçmişte tarihi değiştirmiş,
7 düveli yenmiştir..

Başarı gene halkımızın, Türk Ulusu’nun olacaktır.
Büyük Atatürk, okunu hedefe şaşmaz biçimde atmıştı :

*  “Sömürgecilik ve yayılmacılık (emperyalizm) yeryüzünden yok olacak ve yerlerine uluslararasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen
yeni bir işbirliği ve uyum çağı egemen olacaktır.”

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 2.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Yeni Türkiye’ye Selam!


Dostlar
,

YURT Gazetesinden Sayın Merdan Yanardağ‘ın nefis bir çözümlemesini
(tahlil, analiz) aşağıda paylaşmak istiyoruz.

Sayın Yanardağ, son derece birikimli ve yütekli bir yazar.
En önemlisi ise doğrultu tutarlığı..
Uzun yıllar boyunca, çektiği onca sıkıntıya karşın gene de ödün vermeyen,
dim dik, onurlu bir aydın ve yazar..

Kendisini aşağıdaki yazı için kutluyoruz ve bu yazının elden geldiğince çok insan tarafından okunmasını diliyoruz.

Sayın Yanardağ’a ekleyelim                     :

1. Yola çıktık, başarılı adımlar attık.. ama daha çok yolumuz var..

2. Kitleleri mutlaka daha etkin – yaygın örgütlemek ve bilinçle önderlik etmek gerek.

3. Sahi, bu süreçte TBMM’deki muhalefet partileri görevlerini yeterince yapıyor mu?

Sevgi ve saygı ile.
Ankara, 2.6.13

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

Yeni Türkiye’ye Selam!

portresi

MerdanYANARDAĞ

Halk direndi ve kazandı.
Bir öfke patlaması yaşandı.
Dinci-faşizan AKP iktidarı ağır bir yenilgiye uğradı.

Toplum korku duvarını yıktı ve Türkiye’nin bütün meydanları Taksim’e dönüştü.
Peki ne oldu da böyle bir toplumsal patlama gerçekleşti?

Bütün Türkiye ayakta

Toplum korku duvarını yıktı.

AKP’nin ülkeyi demokratikleştireceğine ilişkin efsane çöktü.

Bu öyle büyük ve hızlı bir çöküş oldu ki, AKP’nin vesayet rejimini yıktığı tezine
dört elle sarılan sağlı sollu liberaller başta olmak üzere üzere, kendi hayatlarına ve değerlerine ihanet eden aydınlar, muhafazakâr yağmacılar, izleyicilerini terk eden merkez medyanın tamamı bu enkazın altında kaldı.

‘Hani muhalefet nerede’ diye soran liberal şarlatanlar, aşağıdan gelen bu büyük
öfke patlaması karşısında şaşkına döndü. Hiç beklemiyorlardı, birden bire insanların neden sokağa çıktığını anlayamadılar. İstanbul’un her köşesinde ve Türkiye’nin
her bölgesinde gece yarısı kadınların, erkeklerin, yaşlıların, gençlerin ve çocukların ellerine tencere tava, bayrak ve flamalarını alarak protesto eylemine nasıl katıldığını çözemediler.

Çünkü onlar AKP-Cemaat koalisyonunun bu ülkeyi özgürleştireceğine,
dahası “muhafazakâr devrim” yoluyla Türkiye’nin tıpkı Batı ülkelerinde olduğu gibi, sivil toplumun güçlendiği bir burjuva toplumu ve demokrasisi haline geleceğine
iman ediyorlardı.

  • Oysa iktidar gücünü iç dinamiklerden daha çok, dış dinamiklerden alan AKP,
    pek demokratik gerekçelerle dinci-faşizan bir diktatörlük kuruyordu.

Zaten liberaller, kurulu düzenle uzlaşmaya karar vermiş yorgun solcular,
kendi yaşamlarına ihanet eden gazeteciler ile servetten ve iktidardan daha çok
pay isteyen tutucu taşra sermayesinden başka AKP’nin ülkeyi demokratikleştireceği yalanına inanan olmadı.

200 YILLIK İLERİCİ BİRİKİM ve AYDINLAR

CNN International televizyonuna konuşan, merkez medyanın yarı aydın isimlerinden biri, muhabirin net sorusuna karşın insanların seküler hakları için nasıl böyle
büyük kütleler halinde sokağa çıktığını, 48 saat boyunca aralıksız polisle çatıştığını ve kararlılıkla direnişlerini sürdürdüğünü anlatamadı. Oysa muhabirin sorusu tam da
bu durumu anlamaya yönelikti.

Oysa ortada şaşıracak, açıklanamayacak bir şey yoktu…
Neo-liberal yağma politikalarını olduğu gibi devralan AKP Hükümeti,
servet transferi gerçekleştiriyordu. Yandaş bir sermaye grubu yaratarak
iktidarının sosyal ve ekonomik temelini hazırlamaya çalışıyordu.

Bu, kamu varlıklarının yağmalanmasına dayalı büyük ve pervasız bir
yolsuzluk ekonomisi demekti ve halkta bir öfke birikimine yol açıyordu.Gelir adaleti Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar bozulmuş, sosyal adalet çökmüş, sosyal güvenliğin yerine sadaka ekonomisi geçirilmişti.Özelleştirmeler işsizliği arttırmış, esnek ve güvencesiz çalıştırma, taşeronlaştırma sistemi iş yaşamının belirleyici karakteri olmuştu. Din istismarı ile 10 yıl tepkileri yatıştırıp durumu idare ettiler.

Öbür yandan AKP; Ergenekon, Balyoz gibi polis-adliye tertibine dayalı örtülü bir darbe ile aydınları susturmuş, TSK’yı teslim almış, halkı sindirmişti.
Devleti bütünüyle ele geçiren iktidar, bir güç sarhoşluğu içindeydi.Ancak boyun eğmeyen aydınları, Türkiye’nin 200 yıllık ilerici birikimini ve
devrimci damarını unutmuşlardı.ERDOĞAN’IN KİBRİ ÖFKEYİ BÜYÜTTÜ

Seküler bir hayat yaşayan kimi aydınların, liberallerin ve yanaşma solcuların
AKP’ye verdikleri destek, önce halkın kafasını karıştırdı.

Aydın ihaneti toplumun direniş refleksini kırdı.
Ama bu durum sürdürülemezdi.
Elde ettikleri güç, bir iktidar küstahlığına da yol açıyordu.

Dinsel gerekçelerle alkol yasağı koyup,
toplumun önemli bir kesimini ayyaş ilan etmeye kadar götürdüler işi.Akıllarınca milletle devleti barıştırıyorlardı. Onlar kendi dar dinci taleplerini ve kaygılarını milletin talepleri ve kaygıları sanıyorlardı. Cumhuriyetin ise bir avuç seçkinin rejimi olduğunu düşünüyorlardı. Oysa ne Türkiye’de ne de dünyanın başka yerinde
gerçek böyle değildi. Ufukları imam hatip okulları tedrisatıyla sınırlı olan iktidar kadroları bunu anlayamadı. Cumhuriyetin kitle tabanı sandıklarından daha geniş ve büyüktü.
Halkın öfkesi birikti… İktidarın ve Erdoğan’ın kibri, bu öfkeyi daha da büyüttü.

  • Gezi Parkı halk isyanının simgesi oldu;

‘Artık yeter’ diyenler, polis copuna, biber gazına, panzerlerin terörüne karşın
Taksim’e çıktılar.

İstanbul başta olmak üzere bütün Türkiye’de 48 saate yayılan halk isyanının ilk özelliği, kendiliğinden gelişmesiydi. Örgütlü değildi, gücü de naifliğinden geliyordu.

Sosyalist bir gençle, gömleğinde Atatürk resmi olan bir Kemalist ve Çarşı Grubu’ndan bir BJK taraftarı aynı saflarda mücadele ediyordu.

Cumayı cumartesiye bağlayan gece Harbiye üzerinden Taksim’e girmeye çalışan kitleyle beraberdim.
Polis mermi atıyor, su sıkıyor, kitle önce geriye çekiliyor, kaçıyor fakat sonra
yeniden ve daha büyük bir kararlılıkla yükleniyordu.
Göstericilerin örgütsüz ve dağınık olsa da yüksek bir dayanışma içinde ve
kararlılıkla davranmaları, onların bir kütle halinde hareket etmesini sağlıyordu.KORKU YER DEĞİŞTİRDİ, İKTİDAR GERİ ÇEKİLDİTaksim direnişinde devrimciler, demokratlar, cumhuriyetçiler, CHP’liler, spor kulüplerinin taraftar dernekleri, sosyalist partiler, çocukları ve eşleriyle gelen sıradan yurttaşlar
hep birlikteydi. Bu nedenle bazı müstehcen sloganlarla faşizme karşı atılan
siyasal sloganlar kısa aralıklarla aynı yerden yükseliyordu. Türk bayraklarıyla
devrimci örgütlerin bayrakları, acele yazılan dövizlerle spor kulüplerinin flamaları
yan yana dalgalandı.

Taksim Gezi Parkı, gerici-faşizan AKP İktidarına ve yağma düzenine isyanın alanı oldu. Toplumun her kesiminden, her sınıfından, her inanç grubundan insan direnişe destek verdi. Bazı firmaların Taksim’de yapılacak AVM’de mağaza açmayacaklarını açıklamalarından sonra TÜSİAD da, “Halkın vicdanının yaralandığına” ilişkin bir açıklama yaptı.

  • Dün dinci-faşizan AKP iktidarı ağır bir yenilgi aldı. 
  • Halk karşı devrime dur dedi.
  • Dün korku yer değiştirdi. İktidar geri çekildi.

El Kaide, El Nusra gibi çeteleri silahlandırıp Suriye’nin üzerine süren ve
gücünü abartan siyasal islamcılar bozguna uğradı. Her toplumsal muhalefet eylemini “darbecilerin komplosu” ya da “Ulusalcıların ve Ergenekoncuların” provokasyonu diye yaftalayanlar, satılık aydınlar, maaşlı liberaller bu yalanı sürdüremez hale geldiler.

  • AKP faşizmi yenilgiye uğradı. Halk Taksim’i geri aldı.

Türkiye’nin her meydanı, İzmir’de, Ankara’da, Eskişehir’de ve başka kentlerde
Taksim oldu.

Dün AKP faşizmini ve emperyalist kuşatmayı yenilgiye uğratacak toplumsal güç,
tarih sahnesine çıktı. Cumhuriyetçiler, sosyalistler, emekçiler, solcular, yurtseverler, ulusalcılar, devrimciler, çalışanlar, laiklik kazanımlarını korumak isteyen yurttaşların cephesi…

Eğer Sırrı Süreyya Önder‘i ve bireysel/yerel kimi katılımları bir yana bırakırsak,
Kürt siyasal hareketi örgütsel bir tutumla ortalıkta yoktu. Olmalıydı. Olamadı.

Artık yeni bir Türkiye var.
Selam olsun yeni Türkiye’ye…

Merdan Yanardağ
YURT Gazetesi, 02.06.2013

SAĞLIKTA ŞİDDETİN KÖKENİ..


Dostlar
,

Sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin arkası gelmiyor..
Çünkü AKP iktidarının aldığı önlemler yüzeysel.

Piyasalaştırılmış sağlık hizmetlerini
ve bağlantılı sosyal güvenceSİZLİK rejimini halkın içine sindirmesi olanak dışı..

Bu yüzden çaresizliğine ve kuşatılmışlığına isyan etmekte..
Öfkesinin sağlıksız ve işe yaramaz biçimde dışavurumu bu yapılagelen..
Sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti meşrulaştırıyor ya da aklıyor elbette değiliz.

  • Ancak sağlık – sosyal güvenlik sistemi öylesine irrasyonel ki,
    isyan etmemek olanaksız.

Saglik_hakki _meslek _onurumuzduri, ATO_Subat_2005

Çözüm, bu hizmetleri temel devlet görevi sayarak – ki Anayasa da böyle buyuruyor!- insanlara sosyal devlet edimiyle sunmak..

Gerisi laf-ı güzaf..

Belki milyonuncu kez yazmış olalım..

Yeni bir saldırı daha.. Ankara Eğitim – Araştırma Hastanesi çocuk acil servisinde..

Ankara Tabip Odası ve Türk Tabipleri Birliği’nin Bakanlığa önerileri gene boşlukta..

Nafile bir çağrı daha.. BİR İMZA DA SİZ VERİN..

Biz BİN tane versek ??

*****************

TTB_logosu

T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI’NA
                                                                       ANKARA

Sağlık hizmeti’nin tüm aşamalarında birlikte çalışanlar olarak; hekiminden-diş hekimine hemşiresinden-ebesine, sağlık teknisyeni/teknikerinden idari personeline, biyologundan psikologuna, radyoloji teknisyeni/teknikerine, laborantına, diyetisyenine,
tıbbi sekreterine, fizyoterapistine…

Taşeron, sözleşmeli, kadrolu gibi çalışma ayırımı yapılmaksızın, yıllardır dillendirdiğimiz, aşağıdaki taleplerimize yönelik düzenlemeler için adım atılmasını,
bu düzenlemelerle ilgili olarak sağlık alanındaki Emek ve Meslek Örgütleriyle iletişim kurulmasını, oluşturulmuş görüşleri doğrultusunda çözüm getirilmesini,
halkın sağlık hakkı ve çalışanların nitelikli sağlık hizmeti vermeleri açısından
zorunlu görmekte ve beklemekteyiz:

  1. Yapılan düzenlemelerle birlikte Kamu Hastane Birlikleri, Aile Hekimliği uygulamalarıyla “İş ve İşyeri güvencesi” kalmamıştır.
    Tüm sağlık çalışanları olarak bu güvencemizin sağlanmasını istiyoruz.
  2. Performans ücreti yerine, emekliliğe yansıyacak, ödeme güvencesi olan
    ücret ve ücretlerimizin vergi dilimi ile erimesine son verilmesini istiyoruz.
  3. Nitelikli bir sağlık hizmeti için standart kadro esaslarına uyularak eksik kadroların tamamlanmasını; çalışanların, görev tanımları dışındaki işlerde çalıştırılmamasını; çalışanların esnek-kuralsız ve insan yaşamıyla bağdaşmayan biçimde çalıştırılmasına son verilmesini istiyoruz.. Sağlıkta “taşeron” olmaz. Bu nedenle taşeron çalıştırma biçimi ve güvencesiz çalışma terk edilsin istiyoruz.
  4. Özel Sağlık Kurumlarındaki Sağlık Çalışanlarının iş ve gelir güvencesinin sağlanmasını, Sendikalar, Meslek Örgütleri ve Derneklerinin bu konuda
    taraf olmalarını sağlayacak düzenlemelerin yapılmasını istiyoruz.
  5. Sağlık hizmetine ulaşmanın önündeki parasal engellerin, katkı-katılım payı ve ilave ücretlerin kaldırılmasını istiyoruz.

ADI SOYADI

İLİ

MESLEK

İMZA

 Sevgi ve saygı ile.
31.5.2013, Ankara
 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

 

Atatürk Devrimi; Atatürkçülük Nedir?

Dostlar,

Sayın Prof. Dr. Sina Akşin‘in

portresi_sina_aksin

 

 

 

 

“Atatürk Devrimi; Atatürkçülük Nedir?” başlıklı kapsamlı makalesini
paylaşmak istiyoruz..

Tam da bir kez daha özenle okunmasının ve üzerinde düşünülmesinin zamanı..

Yazı 7 sayfa.. Uzun.. Bu yüzden pdf olarak sunacağız.

Şöyle başlıyor :

“..1. Atatürkçülüğün Yeniden Doğması                      :

Türkiye’ye gelen yabancılar çok kez Mustafa Kemal Atatürk’ün her yerde görünür olmasına şaşmaktadırlar. Her yerde O’nun heykelleri, büstleri, resimlerine rastlamaktadırlar. Sanırım bunu çoğunlukla bir kişi yüceltmesi olarak görüp olumsuz yönde yorumlamaktadırlar. Atatürk’ün böyle her yerde olmasının açıklaması şudur: O, Türk devrimini temsil eden kişidir. Çoğu devrimler birçok kişilerin yapıtıdır. Fransız Devrimi bir kişiyle özdeşleştirilemez. Sovyet Devriminde Lenin’in ağırlığını görüyoruz, fakat iktidar olduktan sonra Devrimi ancak 7 yıl yönlendirilebildi. Stalin olmadan Sovyet Devrimi anlaşılamaz. Belki Mao Zedong’un Çin Devrimindeki rolü Atatürk’ünkine benzetilebilir. 27 yıl Çin’i yönetti. Ne var ki ardılları onu neredeyse yadsımışlardır. Bir de değişik komünist önderlerin “tamamlayıcıları” sorunu var. Mao deyince Stalin, Lenin ve Marx’ın rol ve tamamlayıcılıkları görmezlikten gelinemez. Atatürk deyince böyle tamamlayıcı kişiler akla gelmiyor. Atatürk bağımsızlık mücadelesinin muzaffer önderidir, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusudur, Türk Devriminin önderdir. Buna dört başı mamur bir başarı öyküsü diyebiliriz. Onun içindir ki kişiliği Cumhuriyetin ve Devrimin simgesidir…”

Makale devamla :

“…2. Atatürkçülüğün Felsefi Niteliği                          :

Atatürkçülük bir aydınlanma hareketidir. Tek bir örnek vermek gerekirse Atatürk öğretmenlerden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” kuşaklar yetiştirmelerini istemektedir.3 Böylece Atatürk şair Tevfik Fikret’in bir şiirinde kendini tanımlamak için söylemiş olduğu ünlü sözünü benimsemiş oluyordu. Suat Sinanoğlu Atatürkçülüğün felsefi görünümünü “zihnin sınırsız özgürlüğü” diye tanımlıyor.4

Felsefe profesörleri Bedia Akarsu ve Macit Gökberk de Atatürkçülüğü bir aydınlanma hareketi olarak betimlemişlerdir.5

Atatürk hümanisttir. Bağımsızlık savaşının en tehlikeli anlarında bile cihat ilan etmedi.
1922’de tutsak düşen Yunan komutanı Trikupis’le nazik görüşmesi, önüne serilen Yunan bayrağına basmayı reddetmesi, 1934’te Anzak ölüleri için söylediği sözler6 hümanizminin kanıtıdır.

Bir seferinde anayurdu savunmak için yapılmayan savaşı cinayet olarak betimlemiştir.7
Avrupa’nın çoğu yerlerinde bütüncül (totaliter) ve ırkçı diktatörlükler muzaffer olurken ve birçok Türkler bunların çekiciliğine kapılmışken Atatürk sıkı durdu. Yahudi ya da muhalif oldukları için Hitler düzenince 1933’te üniversitelerinden kovulan 142 Alman bilim adamını Türkiye’ye çağırıp onları yüksek eğitim kurumlarında çalıştırması bu yönde anlamlı bir göstergedir…”

Ve şöyle bağlanıyor :

“..Atatürk Devrimi donduruldu!

Bunu gizlemek için tören Atatürkçülüğü büyük önem kazandı. Devrimin yıldönümleri gittikçe artan bir heyecanla kutlanır oldu. Atatürk’ün resim ve büstleri kamusal alanları doldurdu.

Nasıl olduysa, CHP Atatürk Devrimine dönüşü isteyen bir muhalefet yürütemedi ya da bunu istemedi. Çok kez hayli sert olan muhalefeti daha çok siyasal özgürlük talebinde yoğunlaştı. Siyasal dizgeye yeni bir anayasa ve büyük ölçüde bir özgürlük getiren
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra, aydınlar Atatürkçülükten çok sosyalizm ve sosyal demokrasiyle ilgilenmeye başladılar. Fakat Sovyetlerde ve Doğu Avrupa’da komünizmin çökmesi, Türkiye’de köktendinciliğin çoğalması, Atatürkçülüğe yöneltilen sert eleştiriler yukarıda sözünü ettiğim Atatürkçülüğün yeniden doğmasına yol açtı. (1998)..”

********************

20._yuzyilin_4_buyuk_onderi

 

 

 

 

 

 

Bu değerli makalenin tümünü okumak için lütfen tıklar mısınız??

Ataturk_Devrimi_Ataturkculuk-Nedir

Sevgi ve saygı ile.
31.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Türkiye’nin Bölünmez Bütünlüğü


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. Anıl Çeçen‘in

portresi

 

 

 

 

“Türkiye’nin Bölünmez Bütünlüğü” başlıklı 8 sayfalık kapsamlı makalesi bize ulaştı.

Uzunluğu nedeniyle pdf olarak veriyoruz.

Yazı şöyle başlıyor :

“..Genel kamu hukukunun önde gelen konularından birisi olarak devlet olgusu hukuk fakültelerinde öğrencilere anlatılırken, önce tanımı yapılır ve daha sonra da unsurları üzerinde durulur. Bir devleti oluşturan üç ana öge bulunmaktadır.

–     Bunlardan birincisi ülke,

–        ikincisi millet,

–        üçüncüsü de insanların örgütlenmesinden meydana gelen
tüzel kişilik organizasyonudur…”

Devamla :

“.. Benzeri bir durum dünyanın en büyük ülkelerinden birisi olan Kanada’da ortaya çıkmış ve bu Britanya İmparatorluğu içinde halen koloni olarak yer alan bu büyük devletin içinde Korsika benzeri bir sorun olarak Quebec eyaletinde Fransız milliyetçiliğinin kışkırtmaları sonucunda bağımsızlık istemi öne çıkmıştır. Bir anlamda on milyonluk Fransız asıllı nüfusu ile Amerika kıtasında ikinci bir Fransa olarak bağımsızlık kazanmak isteyen Quebec eyaleti bağımsızlık mücadelesi verirken, Kanada devleti ile karşı karşıya gelmiştir. Büyük Britanya İmparatorluğu içinde yer alan bu Commonwealth ülkesinde Fransız asıllı bir nüfusun, Anglosakson egemenliğine karşı başkaldırışının açık bir örneği olarak gündeme gelen Quebec eyaletinin bağımsızlığı konusunda, Kanada yüksek mahkemesi gene Fransız yüksek mahkemesi doğrultusunda hareket ederek, Kanada devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü dikkate alarak karar vermiştir. ..”

Ve şöyle bağlanıyor     :

“..Küreselleşme ya da bölgeselleşme adına, Türklerin Misakı milli sınırları içindeki anayurtlarını kurtararak elde ettikleri bağımsızlık statüsü içinde, üniter, ulusal ve merkezi devletlerini geleceğe taşıyacak olan devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesine yargı organları gibi bütün kamu kurumlarının ve Türk vatandaşlarının da saygı göstermeleri ülke ve toplum güvenliği açısından zorunlu görünmektedir.

Türk yüksek yargısı kadar, devlet organları ve toplum kesimleri ile bütün
Türk vatandaşları, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü esasına saygılı davranırlarsa o zaman yabancı devletler ve uluslararası kuruluşlarda emperyalizme hizmet eden çifte standartlı tutum ve kararlardan uzaklaşmak durumunda olacaklar ve böylece Türkiye’nin Batı dünyası ile olan ilişkileri gene eskisi gibi normal bir düzeyde sürdürülebilecektir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ilkesi sayesinde güçlenecek Türk devleti, önümüzdeki dönemde merkezi alanda barış ve güvenliğin güvencesi olarak yoluna devam edebilme şansını yakalayabilecektir..”

Makalenin tümünü okumak için lütfen tıklar mısınız ?

Turkiye’nin_Bolunmez_Butunlugu

2._Sevr_de yirtilacak_Turk_ Yolu_Aralik_2006_ kapak

 

 

 

 

 

 

 

 

Sevgi ve saygı ile.
30.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ÖZEL PAŞA İLE ÇOK ÖZEL..


Dostlar
,

Sayın Rifat Serdaroğlu‘nun “ÖZEL PAŞA İLE ÇOK ÖZEL” başlıklı

“çok özel” yazısını 3,5 ay sonra arşivden çekerek sunmak “işe yarasın” dileyelim..

Artık “inanç” gereği alkol içme yasağı konuyor..
Asıl gerekçe, bakla ağızdan çıkıyor.

Meğer Anayasa’nın 58. maddesi gereği “gençleri alkol düşkünlüğünden korumak..” değilmiş..

Ayranımız yok içmeye ama İstanbul’a on milyarlarca dolarlık hovarda projeler peşindeyiz.. Yurdum insanı da seyreylemekte, ne denli inandığını belli etmeden..

Taksim gezi parkında halka orantısız polis şiddeti kullanılıyor ve
“Ne yaparsanız yapın, biz kafaya koyduk, yapacağız..” diye halka meydan okunuyor..

Oysa Halk; Anayasa’nın 56. maddesindeki çevreyi koruma ödevini yapıyor.
İktidarı da bu maddeyi çiğnemekten alıkoymaya çalışıyor..

  • Devletin tiyatroları, opera ve baleleri kapatılıyor, satılıyor..

23,5 milyar dolarlık IMF borcunun 10 milyar dolarını kendileri aldıkları halde
(19. stand by, 11 Mayıs 2005; https://ahmetsaltik.net/imf-konusunda-atma-recep-din-kardesiyiz/),

Dış borcu 129 milyar dolardan 337 milyar dolara tırmandırdıkları halde
(iç borç artışına değinmiyoruz..)

“IMF borcunu biz kapattık” diye balonlar uçuruluyor ve
Ankara Ticaret Odası da kentte teşekkür ilanları veriyor..
Kimin parasıyla?
Bu politikaların batırdığı küçük ve orta esnafın aidatlarıyla..

Bir toplum aklını, sağduyusunu böylesine peynir -ekmekle yiyebilir mi??

Sular iyice ısınıyor ve karşıdevrim apaçık dişlerini gösteriyor..

Sevgi ve saygı ile.
30.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

RİFAT SERDAROĞLU

portresi3

 

ÖZEL PAŞA İLE ÇOK ÖZEL

Özel Paşam, yaşça sizden büyük, askerlik tabiriyle sizden daha kıdemli bir asteğmen ve iki kez askerlik yapmış bir Türk olarak sizinle dertleşmek istedim.

 

Yaşları 70’e merdiven dayamış eski komutanlarınızın ve muvazzaf silah arkadaşlarınızın adeta daldan armut toplar gibi polis tarafından evlerinden toplanmaları ve özgür olarak girdikleri Adliyenin arka kapısından tutuklu olarak çıkmaları benim, “özelime” çok dokunduğu için bunları yazıyorum.

Öncelikle merak ettiğim konu şudur;

Siz, Türk Milletinin “Peygamber Ocağı”dediği Türk Ordusunun mu komutanısınız,
yoksa Savcının iddia ettiği, Mahkemenin de bu iddiayı kabul ederek dava açtığı
Terör Örgütünün” mü komutanısınız?
Lütfen bir karar verin ona göre konuşalım ve birbirimizi boşuna üzmeyelim.
Tamam mı sevecen- tonton Paşam?

Sizin Komutanınız, önünde esas duruşta beklediğiniz Genelkurmay eski Başkanı
Sayın İlker Başbuğ, T.C. Mahkemeleri tarafından “Terör Örgütü kurmak ve lideri olmak” iddiasıyla tutuklu değil mi?

Sizin bu konuda “Olamaz, ne TSK terör örgütüdür, ne de Genelkurmay Başkanı örgüt lideridir. Böyle saçmalık olur mu? Ben de O’nun emrinde çalıştım” diyen bir açıklamanızı maalesef görmedik.

Cumhuriyetimizin değerleri, Atatürk İlke ve Devrimleri her gün teker-teker kopartılırken, çağdaş Türkiye’den adım-adım uzaklaşılırken de sizden ne bir ses, ne de bir nefes duyamadık!

Allah aşkına siz nesiniz, kimsiniz!

Hiç olmazsa şu kadarını yapmak aklınıza gelmedi mi;

“Aziz Türk Milleti, bugün tarihimizin en kara günlerinden birini yaşıyoruz.
Kuruluşu Büyük Hun İmparatoru Mete Han’a dayanan ve 2222 yıllık bir geçmişe sahip şanlıTürk Ordusu, tarihinde ilk kez “Terör Örgütü” olarak suçlandı. Bu iftira ve ihanet sadece TSK’nın değil, Türk Milletinin yüzüne sürülmüş bir lekedir. Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı ve Başbakan’dan bu konuda bir açıklama ve özür bekliyoruz.
Böyle bir densizlik yapan cemaat-tarikat beslemeleri derhal görevlerinden alınmalı ve Bağımsız Türk Yargısına teslim edilmelidirler.

Bu konuda sonuç alınıncaya kadar, acil durumlar haricinde, Türk SilahlıKuvvetlerinin
tüm mensupları kışlalarından çıkmayacaktır.

Allah, Türk Tarihi ve Türk Milleti huzurunda yemin ederim ki, her zaman milletinin emrinde ve demokrasiye bağlı olan TSK, asla ve asla bir terör örgütü değildir.
Ya bu leke temizlenecek, ya da bizler görevlerimizi bırakacağız.”

Böyle bir açıklama yapmak aklınıza mı gelmedi, yoksa yüreğiniz mi yetmedi?
Eğer siz böyle bir açıklama yapabilseydiniz, Türk Ordusu bugün böyle zafiyet içinde olmazdı!

Tombul- Özel Paşam;

-Türk Milletinin size emanet ettiği kınalı kuzularını acımadan şehit eden, tırnağına bin tane Öcalan’ı değişmeyeceğim vatan evlâtlarını sakat bırakan PKK Terör örgütü ile görüştüler, sustunuz!
-Habur’da, Türk Askerini öldüren PKK’lıları davul-zurna ile karşıladılar, sustunuz!
-PKK’lılar sinirlenmesin, asapları bozulmasın diye Türk Askerine, Türk Bayrağını indirttiler, sustunuz!
-İlker Başbuğ’u “Terörist” , İmralı canisini “Barış Güvercini” yaptılar, sustunuz!
Dilinizi mi yuttunuz be Paşam?
15 Şubat’ta Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin yıl dönümünde,
(1999) PKK’lılar yine yürüdüler, gösteriler yaptılar, kırdılar, yaktılar.

Siz, Atatürk’ün Ankara’ya geliş tarihinde Harbiyelileri yürütemediniz!
Ankara Valisi size izin vermedi, daha ne diyeyim güleç yüzlü Paşam!

Size darbe yapın, yönetime el koyun diyen yok. Elbette ki Demokrasiye her hal ve şartta bağlı kalacaksınız. Ama kimse şah değil, padişah değil.
Anayasa ve Yasalar Başbakan’ı da bağlar, sizi de bağlar. Bu korku niye?
Siz Anayasal bir kurumun başkanısınız. Göreviniz, size Anayasa ve Yasalarla emredilenleri yapmak, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Türk Milletini ve
Türk Ordusunun korumaktır. Dik duracaksınız. Ters “L” harfi gibi durmayacaksınız. Omzunuzdaki rütbeleri pazardan almadınız, onları size Türk Milleti taktı.
Bir kurumun itibarı, o kurumu temsil eden kişinin namusudur.
Tarihin hiçbir döneminde Türk Ordusunun itibarı ile bu kadar alay edilmemişti!

Sakın bana demokrasiden bahsetmeyin.

Tek adam faşizminin adı, ne zamandan beri demokrasi oldu?
Kuvvetler ayrılığı ilkesini, Parlamentoyu ve Yargıyı kendisine ayak bağı olarak gören bir yönetim demokrat olabilir mi?

  • Kafasında ve gönlünde “Federe İslam Devleti” olan ve “biat” kültürü ile Gülbettin Hikmetyar’ın dizi dibinde yetişen biri, demokrat olabilir mi?

Türk Ordusunun Komuta heyetinin yarısını sahte dijital delillerle içeri attırıp,
sadaka dolandırıcılarını kollayan bir demokrasi olur mu?

21. Yüzyılda hangi demokraside Tarikat ve Cemaatler Devlet kadrolarını ele geçirir ve din adına soygun yaparlar?

Demokrasi ve Sosyal Devletin olduğu yerde insanlar, böbreklerini-organlarını
ücret karşılığında satmak zorunda kalır mı?

Bak Özel Paşam,

Benim sizinle meselemiz böyle yazıp çizmekle bitmeyecek kadar uzundur.

En iyisi, siz beni dava edin. Dava edin ki ben de söyleyeceklerimi Mahkeme huzurunda zapta geçirteyim.

Söyleyeceklerimi ileride, Askeri Liselerde ders olarak okutacak birileri
nasılsa çıkacaktır.

Nasıl başarılı ve demokrat bir Komutan olunur, orada anlatayım.

Oturduğunuz koltuktan kalkıp, Anıttepe’ye bakarsanız “Komutan” kimmiş,
nasıl Komutan olunurmuş anlarsınız.

Sağlık ve başarı dileklerimle.

RİFAT SERDAROĞLU

rifatserdaroglu@gmail.com
twitter.com/rifatserdaroglu
16 Şubat 2013

0532 211 00 11

27 Mayıs Bayramınız kutlu olsun…

Dostlar,

27 Mayıs haftası sürüyor..
Biz de önemsediğimiz makaleleri sizinle paylaşıyoruz.

Aşağıdaki yazı, Em. General PhD. Noyan Umruk‘un..

AYDINLIK‘ta 27.5.13 günü yazdı..

Okuyalım, okutalım, dağıtalım, arşivleyelim..

27_Mayıs'i_selamlıyoruz

Sevgi ve saygı ile.
30.5.2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==================================

27 Mayıs Bayramınız kutlu olsun…

Yarın (BU GÜN) 27 Mayıs…
68 kuşağının “Anayasa ve Özgürüuk Bayramı”

Sosyal bilimlerde bir altın kural var :
Her olgu, kendi “zaman”, “zemin”, “mekân” boyutları içinde ele alınmaz ise,
suya, şaşkın ördek örneği kıçın kıçın girmek mümkün.

Varlık nedenine ihanet...

“İleri demokratlıkta” kimseleri beğenmeyen şaşkın liberaller, 26 Mayıs 1960 günü herkesin mutlu, özgür, hukukun egemen, iktidarın ”demokrat” olduğu bir Türkiye’de yaşandığını, buna rağmen “darbe” yapıldığını iddia ederek 27 Mayıs Devrimini
diğer darbelerle aynı kefeye koymaya bayılırlar… Oysa 27 Mayıs Devrimi ve
getirdiği özgürlük ortamı bizzat onların bugün de süren varlıklarının nedeni…

Neden mi? Gelin birlikte özellikle genç okurlarımız için o günlere gidelim.

DP, “Çoğunluk Sistemi” garabetinden aldığı güçle 1954-56 arasında yaptığı düzenlemelerle “basını” ve “üniversiteyi” tümüyle susturdu;
CHP’nin tüm mallarına el koydu.

O günlerin tek kitlesel iletişim aracı radyoyu iktidarının çığırtkanı haline getirerek,
her gün saatlerce VATAN CEPHESİ’ne katılan sağ ya da çoktan hakkın rahmetine kavuşmuş vatandaşların adları okundu…

Muhalif milletvekili Osman Bölükbaşı’nı hapse attı ve 1954 seçiminde O’nu seçtiği için Kırşehir’i cezalandırıp, il yaptığı eski ilçesi Nevşehir’e bağladı.

Hüseyin Cahit Yalçın, Bedii Faik, Metin Toker, Şinasi Nahit Berker, Ahmet Emin Yalman, Cemal Sağlam, Cüneyt Arcayürek, Ülkü Arman, Beyhan Cenkci, Kurtul Altuğ, Yusuf Ziya Ademhan, Cemalettin Ünlü, Tarık Halulu gibi pek çok gazeteciyi hapse attı.

Yargı ve üniversiteyi kendi buyruğu altına alabilmek ve istediği kişiyi gerekçe göstermeksizin emekli etmek icin yasal düzenlemeler yaptı. Nitekim 1. Başkanı dahil
23 Yargıtay Üyesini ve 65 yaşını doldurmuş tüm yargıçları emekliye sevk etti.
İktidara yakın varsaydığı daha genç yargıçlara kapıları açtı. Ancak, ikballerini başka iradelere bağlamaya alıştırılmış olan bu yargıçlardan oluşan bir özel mahkeme de maalesef O’nu astı.

Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’nı değiştirerek miting düzenlemesini imkânsız hale getirdi. CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek, Rize’de esnafın elini sıktığı icin
6 ay hapse mahkum edildi.

Bütün bunlar, yetmedi. CHP’yi kapatmayı, basını tümüyle susturmayı amaçlayan,
yargı yetkisi olan Meclis Tahkikat Komisyonu’nu kurdu.

Ekonomideki kötü gidiş ve 1958 devalüsyonu tüm bunların özerine tüy dikti…

Tüm demokratik yolların tıkanması – 27 Mayıs

Devrime bir tek kişi bile karşı çıkmadı. Örneğin Altan’ların (Ahmet _ Mehmet) pederi,

“Yıllar boyu aklımızın erdiği kadar tarihten örnekler verdik, kinayeli fıkralar anlattık…Anayasayı çiğnediler; hukuk dışı komisyonlar kurdular… Artık yazı yazmıyor, yazı taklidi yapıyorduk… Atatürk’ün Gençliğe Hitabesini, Nutuk’un tefrikası halinde yayınlamak bile suç sayılır olmuştu. Atatürk’ten bahsedilsin istemiyorlardi.
O’nun kurduğu Cumhuriyet’e bir beyefendiler saltanatı halinde çöreklenmek ve memleketi basınsız, üniversitesiz, meclissiz idare etmek istiyorlardı…”

Bu hareketin meşruluğu ve büyüklüğü, yıkılanların gayrımeşruluğu ve küçüklüğü ile
bir abide gibi ortaya çıkmaktadır… Türkler, alimleri dalkavuk, öğrencileri maktul, gazetecileri korkuluk ve bütün aydınları sürüngen haline getirerek, bir çete gibi davrananların rezaletini dünya önünde reddetmişlerdir.” (1) diye yazıyordu.

O dönemde sağın etkili kalemlerinden rahmetli Kadircan Kaflı ise :

“Koltuk ve keseleri uğruna millet kanı dökmüş her siyaset zorbasının sonu mutlaka
bir faciayla biter… Gazete sütunlarından uzanan parmaklar :

”Dikkat edin, sonunuz iyi değil.” diyorlardı. Onlar ise bu parmakları kırmakla akıbetlerinden kurtulacaklarını sandılar.

  • Kur’an’da Allah’a, peygambere ve idare edenlere itaat buyrulmusur.

Lakin adaletten ayrılmamaları koşuluyla… Bu nedenle Türk Ordusu’nun 27 Mayıs 1960’ta zalimlere vurduğu kansız darbe Allah’in emriyle olmuştur.” demekte idi.

Kemalist Devrim’in Atılımı

Üzerinden yarım asır geçen bu atılımın anıtı ve kanıtı, döneminde dünyanin
en demokratik anayasalarından biri olan 1961 Anayasası idi. Anayasa temel hak
ve özgürlükler yanında, ekonomik ve sosyal hakları da güvence altına alarak,
güçler ayrılığını getirerek “düzeni” değiştirdi.

Böylece;

Emekçile; sosyal devlet, sendikal hareket ve toplu sözleşme düzeni,

Toplum, “Tahkikat Komisyonları” yerine görece bağımsız yargı,

Halk, daha adil ve tutarıi bir seÇim sistemi,

Ekonomik yaşam, sürdürülebilir bir kalkınma, görece adil bir bölüşümü öngören planlama anlayışı ile tanıştı.

Tabii, küresel güçler ve işbirlikçilerinin beklediği bunlar değildi…

27 Mayıs Devrimi ile temelleri atılan demokrasi süreci uzun sÜrmedi.

1970’lerden başlayarak, “Bu elbisenin topluma bol geldiği”,
”Sosyal gelişmenin, ekonomik gelişmeyi aştığı” söylemleri eşliğinde, kanatları acımasızca yolunan 1961 Anayasasına, 1982 Anayasası ile tümden son verildi..
Bu da kesmedi. Şimdilerde, kurucu irade ve yargı bağımsızlığına tümüyle son verilerek bölünmeyi ve diktayı gerçekleştirecek bir anayasa hazırığı gündemde.

Ama güçleri yetmeyecek…
(AYDINLIK, 27 Mayıs 2013)

(1) Çetin Altan; “Bugün canım yazı yazmak istiyor.” Milliyet Gz., 28.05.1960
(2) Kadircan Kaflı; “Merhaba”, Tercüman Gz., 2 Haziran 1960

Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Yönetim Kurulu Sonuç Bildirisi : 25-26 Mayıs 2013


Dostlar,

ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Genel Yönetim Kurulu,
geçtiğimiz hafta sonunda aylık toplantısını yaptı ve aşağıdaki açıklamayı
web siteleri aracılığıyla paylaştılar..
(http://add.org.tr/ataturkcu-dusunce-dernegi-genel-yonetim-kurulu-sonuc-bildirgesi-25-26-mayis-2013.html)

Birlikte okuyalım, okutalım, dağıtalım, ADD’ye destek olalım, üye olalım..

Metin aşağıda..

İçinde bulunduğumuz koşullar, bir köşede olup biteni izlemeye elvermiyor..

Sevgi ve saygı ile.
29.5.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

==========================================

Atatürkçü Düşünce Derneği 
Genel Yönetim Kurulu Sonuç Bildirgesi, 25-26 Mayıs 2013

ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Genel Yönetim Kurulu, 25-26 Mayıs 2013 tarihinde toplanmış ve aşağıdaki konularda görüş birliğine varmıştır:

Ne yazık ki, emperyalizmin hararetli desteği sayesinde Ortaçağ karanlığı gitgide yoğunlaşmaktadır.

Bilindiği üzere Ortaçağ cehalet üzerine kurulur ve cehaletten beslenir.

Eğitim sisteminde yapılan 4+4+4 uygulamaları da bu cehaleti beslemeye yöneliktir.

Ortaçağ aynı zamanda sanat ve kültür düşmanıdır.

– İstanbul’da operanın uzun zamandır kapalı olması,
Emek Sineması’nın yıkılması,
– Dostlar Tiyatrosu’nun kapatılması,
– Ankara’da AKÜN ve Şinasi sahnelerinin satışa çıkarılmasıyla birlikte
– Devlet Opera Balesi’nin ve Devlet Tiyatroları’nın yok edilmesi hazırlıkları

bir rastlantı değildir, Ortaçağın gereğidir.

Dünyaca ünlü piyanist ve bestecimiz Fazıl Say‘ın
engizisyon tipi bir yargılamaya maruz bırakılması da bu tablonun bir parçasıdır.

İçki yasakları da aynı biçimde
şeriat diktatörlüğüne doğru yol almakta olduğumuzu göstermektedir.

İktidar, IMF borçlarını ödemiş olmakla övünmekle birlikte,
Türkiye’nin borçları durmadan katlanmaktadır.

  • Türkiye borçsuz yaşayamayan ‘borçkolik’ bir ülke haline gelmiştir.
  • Bu yüzden de bağımsızlığını yitirmiştir.

Suriye politikası ve Reyhanlı patlamaları bu bağımlılığın bir sonucudur.

Yine bu bağımlılığın başka bir sonucu da, emperyalizmin Sevr’den beri kafasına koyduğu ‘Bağımsız Kürdistan’ amacının iktidar eliyle yürütülmek istenmesidir.

Bölünme anayasası, tasarlanmakta olan bölgesel planın bir aracıdır.

Ancak ne mutlu Türkiye’ye ki;
bu korkunç tablonun karşısına dikilen güçler her şeye karşın ayaktadır.

Bunların başında da kuşkusuz ADD bulunmaktadır.

ADD, Reyhanlı patlamalarının gerçekleştiği gün, Genel Başkanı, bölge şubeleri ve gençlik örgütüyle olay yerine giderek, yaralananlara insansal yardım çalışmalarını yönlendirmiş ve yakınlarını yitirmiş ailelere şefkat elini uzatmıştır.

Aynı zamanda ADD, bu korkunç gidişe “hayır” demek için
aynı anda birçok yerde kitlesel toplanmaların öncüsü olmuştur.

Öyle ki; ADD 19 Mayıs günü gençlik örgütüyle birlikte Samsun’da,
Vatan Cumhuriyet ve Emek Birlikteliğiyle Ankara’da,
Antalya’da ve daha pek çok yerde aydınlık halkıyla kucaklaşmıştır.

Aynı biçimde Silivri’deki yargı komedisine karşı da yine halkla birlikte
tutsak aydınlarıyla kucaklamıştır.

Ulusumuzun Ortaçağ karanlığına karşı kesin zafer kazanacağı günler uzak değildir.

ADD, bu uğurdaki bütün başkaldırıların yanında olacaktır.

Bu da bütün ADD’lilerin andıdır.

Yaşasın Atatürk devrimi, yaşasın Atatürkçü Düşünce Derneği !

Başbakanın Amerika Ziyaretiyle İlgili Düşünceler


Dostlar
,

Deneyimli diplomat (Em. Büyükelçi ve Dışişleri Müsteşarı) Dr. Onur Öymen,
Başbakan RTE’nin ABD ziyaretini irdeledi.

Bu denli fiyasko bir ziyaret, sanırız Türk diplomasi tarihinde daha önce görülmedi.

Yine de allayıp pullayarak kamuoyuna her nasılda “pazarlaması” yapıldı.
Bu medya organları gün gelecek, halkın yüzüne bakamayacaklar..

Her şey iyi de ortada somut hiçbir bir sonuç – kazanım yok..
Türkiye’nin hangi ulusal çıkarları korundu, bir adım ileriye taşınabildi??

Dolayısıyla gelişmeler kısa – orta erimde çıplak gerçeği sergilemeyecek mi?

Türk halkı ya da herhangi bir ulus bu denli nasıl aldatılabilir?
Bu kadim millet nasıl -haşa huzurdan- “aptal” yerine konabilir??

Bu akıldışı politikaların öznelerinin artık sanallaşan iktidarlarını uzun bouylu sürdürmeleri olanaksızıdır..

Hesap vermemeleri de!

Tarih bu tür senaryoların çöplüğü bir bakıma..

Sn. Öymen’in çok düşündürücü ve ders verici yazısı aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
29.5.13, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

============================================

Başbakanın Amerika Ziyaretiyle İlgili Düşünceler

portresi2

Onur ÖYMEN

Başbakan Erdoğan’ın Amerika’ya yaptığı ziyaret ve
Başkan Obama‘yla yaptığı görüşmeler beklentilerin
çok gerisinde kaldı.
Erdoğan neler bekliyordu?

– Suriye’ye karşı Amerika’nın daha katı ve sonuç alıcı bir tavır sergilemesi,
– Suriye’nin kuzeyinde uçuşa yasak bölge ilanı, muhalif güçlere silah yardımı,
– Birleşmiş Milletlerin Suriye ve mülticelere destek konularında daha etkili olması.
– Başbakanın Gazze ziyaretine destek olunması.
– Filistin sorununun çözümünde ABD’nin daha aktif politika izlemesi.
– ABD’nin Irak Hükümetine karşı güçlü tepki göstermesi,
– Kuzey Irak’ta Türkiye’nin petrol çıkarlarına destek olması.
– Yalnızca NATO ülkelerinin korunması amacıyla Kürecik’e yerleştirildiği açıklanan füze kalkanı radarlarının muhtemel bir İsrail-İran savaşında kullanılmayacağının ilanı.
– KKTC’ye karşı uygulanan ambargoların kaldırılması.
– Kıbrıs Rum Yönetiminin uluslararası hukuka aykırı olarak yürüttüğü Doğu Akdenizdeki petrol ve doğal gaz araştırmalarına karşı çıkılması ve Amerikan şirketlerinin bu projede yer almaması.
– ABD’nin Avrupa Birliği’yle imzalayacağı Serbest Ticaret Antlaşmasıyla eş zamanlı olarak Türkiye’yle de böyle bir anlaşma imzalaması.
– 
Teröre karşı işbirliği.

**********

Bu beklentilere karşı neler elde edildi?Kamuoyunu tatmin etmeye yönelik bazı protokol jestleri

 bir yana bırakılırsa,ABD Suriye konusunda Türkiye’nin beklentilerine destek olmadı.

Obama,”elimizde sihirli değnek yok” diyerek kısa vadede yapabileceği fazla bir şey olmadığını, muhaliflere öldürücü silah verilmeyeceği yolundaki politikasını değiştirmeyeceğini, uçuşa yasak bölgeler ilanına yanaşmayacağını ortaya koydu.

Obama, hedefinin Rusya’yla vardığı mutabakat çerçevesinde düzenlenecek
Cenevre konferansında bir siyasi çözüm aramak olduğunu gösterdi.

Mevcut Suriye yönetiminin muhaliflerle birlikte muhatap alınacağını teyid etti.

Mültecilere destek konusunda fazla bir şey yapılamayacağı, Birleşmiş Milletlerin daha aktif davranması için de daha etkili politika izleyemeyeceği izlenimini verdi.

Türkiye’nin BM’e yönelik eleştirilerine arka çıkmadı.
Amerikan basını da bu konularda bir görüş birliğinin ortaya çıkmadığını yazdı.

Görüşmeden sonra Dışişleri sözcüsü, Gazze’ye hakim olan Hamas’ı bir terör örgütü olarak gördüklerini ve bu örgütle temaslara sıcak bakmadıklarını söyledi.

Amerika, İsrail-Filistin ihtilafında daha aktif rol üstlenmeyi düşünmediği izlenimini verdi.

Obama’nın Türk hükümetinin Irak hükümetine yönelik eleştirilerine de
destek vermediği, hatta Türkiye’nin Bağdat’la iyi ilişkiler kurarak
İran’ın etkisini sınırlamasını beklediği anlaşılıyor.

Washington Post‘ta bu konuda yayınlanan makale anlamlıdır.

Küreciğin İsrail’le muhtemel bir çatışma halinde İran füzelerine karşı kullanılmayacağı yolunda bir ifade duyulmadı.

Kıbrıs konusunda müzakerelerin devamı yolunda muğlak destek ifadelerinin dışında Türkiye’yi tatmin edecek bir söz verilmedi.

ABD’nin, Avrupa Birliği’yle eş zamanlı olarak Türkiye’yle de bir
Serbest Ticaret Antlaşması imzalayacağı yolunda bir söz verilmedi.

Reyhanlı’da gerçekleştirilen terörist saldırı ABD tarafından kınandı

ve terörle mücadelede işbirliği sözü verildi, fakat aynı zamanda

terör örgütü PKK’yla mücadele değil müzakere politikasının desteklendiği

ortaya konuldu.

Bu tablo, basının büyük bir bölümünde yaratılmaya çalışılan iyimserlik, övgü ve başarı havasına rağmen ziyaretten beklenen sonuçların alınamadığını gösteriyor.

Esasında hazin olan,

  • Türkiye’nin izlemek istediği politikaları Amerika’nın desteği olmadan gerçekleştiremeceğinin ortaya çıkmasıdır.
Atatürk‘ün diğer alanlarda olduğu gibi dış politikada da tam bağımsızlık ilkesini savunması boşuna değildi. (27.5.13)

OECD endeksi : Türkiye ‘en mutsuz’.. Avustralya ‘en mutlu’ ülke!


Dostlar
,

Güneş balçıkla sıvanamıyor..

İktidar her ne denli balonlarla kamuoyunu oyalıyor,
gündem oyunlarıyla atlatmaya çalışıyorsa da acı gerçekler ortada..
Başbakan R.T. Erdoğan’ın ABD ziyareti tam bir fiyasko..
Ama medya, halkı ve de kendisini kandırmayı sürdürüyor körü kürüne..
(Bakınız Sn. Onur Öymen‘in konu hakkındaki yazısı :
https://ahmetsaltik.net/basbakanin-amerika-ziyaretiyle-ilgili-dusunceler/)

Dahası, halk bir yaşadığına bakıyor bir de poitikacıların söylediklerine..

Türk halkı bu denli kötü yönetilmeyi, hatta aldatılmayı asla haketmiyor.
Dileriz ilk seçimlerde gereğini yapsın..

Ayrıca makro-ekonomik göstergeler giderek kırılganlaşıyor ve
sürdürülemez eşiğe geliyor..

Ve de siyasal iktidarlar genellşkle birekonomik bunalımla (krizle) yollanıyor / gidiyorlar..
Geride kalan enkazı gene o ülkenin gariban halkı kaldırmak zorunda kalıyor..

Başbakan RT Erdoğan geçen hafta ABD’ye giderken, Suriye sorunu için toplanması kararlaştırılan Cenevre Konferansı için “ipe un sermek..” dedi..

Dönüş yolunda ise, birkaç gün sonra “Cenevre Konferansı’nı önemsiyorum..” dedi.

Bu tabloya halk arasında ne denir?

Tıpta karşılığı nedir ??
Söyleyelim, en hafif deyimiyle “mental konfüzyon” denir..

Bu durumdaki kafalar Türkiye’yi yönetiyor..
Vah ülkem vah..
Ve de 36 OECD ülkesi içinde en mutsuz halk Türk halkı..

OECD raporu aşağıda..

Sevgi ve saygı ile.
29.5.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

========================================

OECD

OECD endeksi : Türkiye ‘en mutsuz’.. Avustralya ‘en mutlu’ ülke!

Ülkeleri sağlık, istihdam ve ekonomik göstergeler ışığında karşılaştıran
OECD endeksinde, Avustralya birinci, Türkiye sonuncu sırada.

Avustralya bu yıl da dünyanın en mutlu ülkeleri arasında birinciliği başkalarına kaptırmazken,

Türkiye, OECD’nin hazırladığı ‘mutluluk endeksinde’ en son sırada yer aldı.

Uluslararası Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü OECD tarafından hazırlanan Daha İyi Yaşam Endeksi‘nde gelir düzeyi, sağlık, güvenlik ve iskân gibi alanlarda, 30’dan çok ülkenin durumu karşılaştırılıyor.

Avustralya, güçlü ekonomisi sayesinde son üç yıldır, durumu en iyi,
dolayısıyla en mutlu ülkelerin başında geliyor.

Avustralya ile birlikte İsveç, Kanada, Norveç ve İsviçre de bu yıl ilk beşe girdi.

OECD’nin endeksine göre, Avustralya, değerlendirme ölçütlerinin her birinde öbür ülkelerden çok daha önde. 23 milyon nüfuslu Avustralya’da 15-64 yaşları arasındakilerin %73’ü ücretli bir işte çalışıyor ve bu oran OECD ortalamasının üzerinde.

82 yaş dolayındaki ortalama ömür beklentisi de yüksek.

Türkiye’de ortalama ömür 75 yıl

OECD endeksinde, Türkiye ise 36. ve son sırada yer aldı.

OECD’nin internet sitesinde Türkiye’de son 20 yıl içinde yaşam niteliğinin (kalitesinin) iyileşmesi yolunda önemli ilerlemeler kaydedildiği, ancak yine de birçok konuda endekste karşılaştırılan ülkelerin gerisinde kaldığı belirtildi.

Endekse göre, Türkiye’de gelir düzeyi diğer OECD ülkelerinden düşük.

Yaşları 15-64 arasındakilerin yalnızca %48’i ücretli bir işte çalışıyor ve bu oran, %66 olan OECD ortalamasının çok gerisinde.

Türkiye’de ortalama ömür beklentisi 75 yıl. Kadınların ortalama yaşam süresi 77, erkeklerinki 72 yıl. OECD ortalaması ise 80 yıl.

Türk vatandaşlarının OECD vatandaşlarına göre, genelde yaşamlarından
pek hoşnut olmadıkları görülüyor.

Türkiye’de ortalama bir günde, olumlu duygu ve düşünceler içinde olduklarını söyleyenlerin oranı %68, OECD ortalaması ise %80.

(http://haber.mynet.com/oecd-endeksi-turkiye-en-mutsuz-avustralya-en-mutlu-ulke-698948-dunya/, 28.5.13)