Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

Ataol BEHRAMOĞLU : UMUT YILI

UMUT YILI

ataolbehramoglu

Ataol BEHRAMOĞLU
03.01.2015, Cumhuriyet

Yeni bir yıla genellikle umutlu bir başlangıç yapılır…
Daha iyi bir yaşam için önceden alınmış kararların uygulamasına geçilir…
Gelecek günlerin ne getireceği bilinemese de, umut için nedenler vardır ya da bize öyle gelir…
Yaradılıştan kötümserleri ya da kötümser olmak için ciddi nedenleri bulunanları
bu genellemenin dışında tutuyorum…

***

Bireysel yaşamlar için geçerli olabilecek bu gibi genellemeler,
konu toplumsal sorunlar olduğunda zora girer…
Çünkü burada güvenilir değerlendirme ölçütü, kişisel yaşamlar için olması gerekenden
çok daha fazla, bu sorunları irdeleyip anlamaya çalışırken ne ölçüde bilgisel donanıma
sahip olduğumuzdur…
Bizimki gibi temel eğitimde ciddi açıkları bulunan ve “enformasyon kirlenmesi”nin
son sınırlarda olduğu ülkelerde, büyük çoğunluk bu alanda da sağlam bilgilerden
çok dedikodularla, duygularıyla, mizaç özellikleriyle hareket eder…
Gelelim yazının başlığının da çağrıştırabileceği asıl konuya…

***

İlk günleri yaşanmakta olan 2015 nasıl bir yıl olacak?
Ben, bu “yeni” yılın, 2015’in bir umut yılı olacağını, olması gerektiğini düşünüyorum
Bunu söylerken hem duygularıma ve sezgilerime, hem bilgilerime dayanıyorum…
2015 yalnızca bir umut yılı da değil; özgüven, silkiniş ve ayağa kalkış dönemi olacak…
Bunu içimin derinlerinde hissediyorum…
Neden mi?
Ak Saray denilen mekânda birkaç gün önce yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısından
bir görüntü, demek istediğimi yalın biçimde anlatıyor…

***

Toplantı masasının başında, göstermelik olarak sarkıtıldığı besbelli iki bayrak arasında, cumhurbaşkanı sıfatı taşıyan asık yüzlü kişi oturmakta.
Sağında, oldukça uzağında başbakan sıfatı taşıyan kişi…
Masa başındakinin zorlama olduğu besbelli kaskatı duruşunun tersine,
bu ikincinin, her an kaçacakmış gibi eğreti, tedirgin bir oturuşu var…
Sanki oraya zorla oturtulmuş, ilk uygun zamanda tüymeyi bekliyor…
Solda, cumhurbaşkanı sıfatını taşıyanın yine epeyce uzağında,
en yüksek rütbelinin oturmakta olduğu görülüyor.
Oturuşundan ve yüzündeki anlamdan ne düşündüğünü kestirmek kolay değil.
Fakat sanki hem orada, hem o toplantının dışında.
Duruşundan ve yüzdeki anlatımdan, tedirginlik ve sıkıntı okunuyor…
Başbakan kadar kıpırdak olmasa da, o da sanki tası tarağı toplayıp bu sıkıntılı ortamdan kurtulmak için gün sayıyor ya da içinden ya sabır çekiyor….
Masa başındakinin arkasında, esas duruşta sopa gibi dikilmekte olan bir başka üniformalı…
Onun arkasında da ortamın kasvetine uygun olarak griye ya da benzer bir renge boyanmış bomboş bir duvar…
Bu duvarda, bu gibi toplantılarda, Cumhuriyetin kurucusu ve simgesi güzel insanın
(AS: ATATÜRK‘ün!) ışıl ışıl bir portresi olurdu…
Şimdi yok. İyi ki de yok. Çünkü bu kasvete hiç mi hiç yakışmazdı…
Bu kasvetli ortamın kendisinin de güzelim ülkemize yakışmadığı gibi…

***

İçimin derinlerinde hissettiğimi söylediğim şeye geliyorum…
Ülkemizin dinamizmini, yaratıcı enerjisini, büyük ve derin kültürünü, çağdaşlığa ulaşma yolunda verilen nice özverili çabayı hiç mi hiç yansıtmayan bu iç karartıcı fotoğrafın
parça parça edilip layık olduğu yere atılacağından en ufak bir kuşkum yok…
Kim mi yapacak bunu?
Duygularımdan ya da sezgilerimden çok, bilgilerimin sonucu olan yanıtım şöyle:

Emekleri yağmalanan, yaşamları karartılan milyonlarca işçi…
Doğayla birlikte kimlikleri de yok edilmekte olan milyonlarca köylü…
Ezilen, horlanan milyonlarca kadın…
İşsiz, umutsuz milyonlarca genç…
Yerli, daha da çok yabancı sermayeye kurban edilen milyonlarca esnaf…
Her toplumsal tabakadan, her yaştan, laik yaşamı,
Aydınlanma değerlerini
benimseyip içselleştirmiş milyonlarca insan…
Yalana, hırsızlığa, arsızlığa karşı giderek yükselmekte olan toplumsal nefret

***

Söz konusu kasvetin dağılması an meselesidir…
İnanın…
Toplumbilim emrediyor bunu…

===========================================

Dostlar,

Çok değerli şair – yazar – aydınlanmacı – bilim insanı
Sayın Prof. Dr. Ataol Behramoğlu’nun nefis yazısını sunduk yukarıda..

İçerik olarak da bütünüyle katıldığımızı belirtmek istiyoruz..

*****

Emekleri yağmalanan, yaşamları karartılan milyonlarca işçi…
Doğayla birlikte kimlikleri de yok edilmekte olan milyonlarca köylü…
Ezilen, horlanan milyonlarca kadın…
İşsiz, umutsuz milyonlarca genç…
Yerli, daha da çok yabancı sermayeye kurban edilen milyonlarca esnaf…
Her toplumsal tabakadan, her yaştan, laik yaşamı,
Aydınlanma değerlerini
benimseyip içselleştirmiş milyonlarca insan…
Yalana, hırsızlığa, arsızlığa karşı giderek yükselmekte olan toplumsal nefret…

******

Bu haramzade bezirgan düzenine son verecek…
Tarihsel – yasal hesabı sorulacak ve Türkiye aşılanmışçasına yoluna devam edecek..

Büyük ATATÜRK ile dava – silah arkadaşı devrimcilerin insanımıza altın tepsi içinde sunduğu AYDINLANMA DEVRİMİ‘nin ölçülmez değerini bu kez iyice kavramış olarak,
onları savunma savaşımı vermiş ve uğruna epey bedel ödemiş olarak..

Ne diyordu ünlü İngiliz tarihçi Arnold Toynbee ??

Arnold_Toynbee_Darwin_tavuk_toplum

 

 

 

 

 

 

 

Sevgi ve saygı ile,
05.01.2015

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

“OSMANLICA’ İNADININ ALTINDA NE VAR?”

Dostlar,

ADD BDK eski üyelerinden Sayın E. Alb. Cemil Denk‘in
“OSMANLICA’ İNADININ ALTINDA NE VAR?” başlıklı yazısını paylaşmak istiyoruz.

Dostumuz Sn. Denk, çarpıcı örneklerle hem Osmanlıcılık yapanlara ders veriyor,
hem de yaşamsal önemdeki Haziran 2015 genel seçiminde iktidarın değiştirilebilmesi için yurtseverleri göreve çağırıyor.

Sevgi ve saygı ile,
04.01.2015 

Dr. Ahmet Saltık
ww.ahmetsaltik.net

***

‘OSMANLICA’ İNADININ ALTINDA NE VAR?

Cemil Denk*

Birileri çıkmış; “Dedelerimizin mezar taşını okuyamıyoruz.” diyor.
“O mezar taşları bu ülkenin mührüdür. Mezar taşlarını okumayı bilmeyen bir nesil tarihini bilmez!”

“Osmanlıcanın liselere zorunlu ders olarak konulmasının” şart olduğunu söyleyip,
“isteseler de istemezlerse de öğrenilecektir.” diye dayatıyor.

Konu ilgimi çekti araştırdım: İngilizler de mezar taşlarını okuyamıyorlar; nasıl mı görelim;

William Shakespeare 1564-1616 arasında yaşamış, İngilizce’nin dünyaca kabul edilen,
en büyük şairi ve tiyatro oyunları yazarıdır. Shakespeare’in mezar taşındaki yazıları da günümüz İngilizleri okuyup anlayamıyorlar. Çünkü mezar taşındaki yazılar Latince!
Hem o günkü İngilizce bugünkü İngilizce’ye de pek benzemiyor. Buna karşınn, bugün dek
hiçbir İngiliz Kralı – Kraliçesi ya da Başbakanı çıkıp da;

“Çocuklarımız Shakespeare’in mezar taşında yazılan yazıları okuyup anlayamıyorlar;
bunu asla kabul edemeyiz! Bundan böyle İngiltere’deki tüm okullarda, Latince zorunlu ders olacaktır!” dememiştir…

İngiltere’den bir örnek daha vereyim:

“İngiliz Kralı Yurtsuz John, 1215’te baronlarla bir sözleşme imzaladı. Tarihe geçen bu sözleşme
“Magna Carta Libertatum” yani, “Büyük Özgürlük Sözleşmesi” olarak bilinir.
Bu sözleşme de o zamanki İngilizce ile yazılmamış, LATİNCE yazılmıştır.
Çünkü o dönemde halkın dili İngilizcedir ama İngiliz Saray dili Latincedir.
Günümüz İngilizleri, MAGNA CARTA’yı yazıldığı dilde anlayamıyorlar,
ama kimse “Latince zorunlu ders olarak okutulacaktır!” dememiştir…

Displaying

***

İnternet’te araştırdığımızda; Osmanlı’nın da O güne dek kurulmuş 14 Türk devletindeki
mezar taşlarını okuyamadıklarını görüyoruz. Çünkü Türk tarihi Osmanlı ile başlamamaktadır. Türk tarihi en az 5 bin yıllık bir tarihtir ve çeşitli Türk kavimleri tarih boyunca
ÇEŞİTLİ ALFABELER kullanmışlardır. Örneğin, Müslümanlığı kabul etmek zorunda kalmalarından önce Kök-Türk alfabesini kullanıyorlardı. Arap alfabesinin kullanıldığı
Osmanlı döneminde hiçbir Padişah kalkıp da “çocuklarımız, dedelerinin mezar taşlarını okuyamıyor” diyerek; eski Türk devletlerinden birinin dilini veya alfabesini öğretmek
yoluna gitmemiştir.

Aslında, Osmanlıca özgün bir dil de değildir; yaklaşık %40 Arapça, %40 Farsça,
%10 Balkan dilleri ve %10 Türkçe sözcüklerin karışımından oluşturulmuş,
Arap harfleriyle yazılan, çoğu saraylının bile anlamakta zorlandığı uyduruk (yapay) bir dildir.

Önceki Başbakan, –Atatürk dönemindeki dil ve alfabe devrimini kastederek
yeni bir şey daha söyledi;

“Bir sabah kalktık ki, okuma-yazma bilmeyen bir halka dönüşmüşüz!”

Bunu hep söyleyegeldiler Devrim karşıtları. Onlara şunu (kezlerce) anımsatmak gerekir :

Cumhuriyet kurulduğu zaman yaklaşık 40 bin köy vardı, bunların 38 bininde okul yoktu. Erkeklerin %6 kadarı, kadınların ise ancak %0,4’ü okuma-yazma biliyordu.
Okuma-yazma bilmeyen o %94, bugün okunamadığı söylenen o mezar taşlarını
o gün de okuyamıyorlardı.
 Çünkü o mezar taşlarını okuma-yazmayı bilmeyen halk,
saray dili Osmanlıcayı da bilmiyordu, Ararp alfabesini de bilmiyordu..

Halkın konuştuğu dil; Yunus Emre, Pir Sultan, Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi
halk ozanlarının kullandığı sade, temiz bir dildi.

***

Bu konuda, Bekir Coşkun’u okuyalım :

“… Osmanlı “ecdat” falan değil… Zaten Türkleri saraya sokmadılar…
Sadrazamlar devşirme…
Vezirler devşirme…
Hanım Sultanlar devşirme…
Cariyeler, devşirme…
Ordu devşirme…
Sadece;
“EMİR-İ AHUR” TÜRK…
Yani, AHIRLARA BAKAN…
Kısacası; Türkiye Cumhuriyeti, TÜRK DEVLETİ’DİR, Osmanlı değil!
Bak Türk Milleti Cumhurbaşkanı yaptı SENİ…
Yoksa “AHIRLARA BAKAN olacaktın olsa, olsa!…”
***

Eski Başbakan’ın “Osmanlıca mutlaka öğretilmeli” dayatmasıyla gündemi saptırmasının
altında yatan nedenler bence;

1. 17-25 Aralık yolsuzluk olaylarını unutturmak,
2. Bebek katili Apo’ya verilen söz gereği, Kürtçe eğitim ve öğretimin önünü açmak ve
3. Hayallerindeki “ANADOLU FEDERE İSLAM DEVLETİ” kurulduğunda,

Türkçeyi tümden kaldırıp, Arapça (alfabe ve dilinde) eğitim ve öğretimin altyapısını hazırlamaktır…

Böyle giderse;

Bir yanda Osmanlıca-Arapça, bir yanda Kürtçenin çeşitli lehçeleri, öbür yanda
Pontus Rumcası, 20 yıl sonra Türkiye’de kimse birbirini anlayamaz duruma gelecektir…
Halk CEHALET bataklığına yeniden itilecektir. Bölünmek, parçalanmak işte böyle gerçekleştirilir!

Emperyalizmin hizmetindeki gerici ve bölücülerin; gerçek amaçları budur ve
adım-adım hedeflerine yürümektedirler.

SON SÖZ

Son bir ricam var.
Dostlarımızı karalamaktan, yaralamaktan vazgeçelim, birbirimizi bitirmeyelim.
Seçimlerde sandığa gitmeyen, Yurttaş olarak oyunu (fikrini) kullanmayan
10 milyon dolayındaki insanımızı ve de “YETMEZ AMA EVET” çileri ikna edelim.
Muhalefet parti(ler)mize üye kazandıralım, Çünkü AİDİYET çok önemlidir.
Kişileri motive eder, SORUMLULUK ve ÖVÜNME duygusu verir.

Muhalefet, önceki Başbakan RTE’nın “Esas oğlan” olduğu Demokrasi oyununda “Figüran” olmaya devam etmemelidir.

“Figüran” olmayalım !

Saygılarımla…

*) Cemil DENK, E. Albay
Din-Laiklik konusunda Araştırıcı-yazar
0532 217 88 11
e-mail: denk.cemil@gmail.com

Prof.Dr. Erdoğan TEZİÇ : USULÜN SAPTIRILMASI; TORBA KANUN


USULÜN SAPTIRILMASI : TORBA KANUN

  • Kanun türü hukuki işlemin hazırlanışının temel özelliği,
    bütün aşamalarının şeffaf ve aleni olmasıdır:
    Gizlisi saklısı söz konusu olmamalıdır.
    Kamu yararı amacı ile yapılıp yapılmadığının göstergesidir aleniyet.
    Demokrasi aynı zamanda katılma, hoşgörü, hürriyet ve muhalefet demektir.

Prof. Dr. ERDOĞAN TEZİÇ
Anayasa Hukukçusu
Cumhuriyet, 31.12.14

Birbirinden farklı konuları düzenleyen kanunlarda veya kanun hükmünde kararnamelerde
değişiklik yapılmasını öngören kanuna, günlük dilde “torba kanun” deniyor.

Bu tür kanunun konu unsuru 1’den çoktur: Bir tür konular terkibidir (bileşimidir) torba kanun.
Son yıllarda yürürlüğe giren torba kanunlara çarpıcı bir misal olarak 10.9.2014 tarih ve
6552 sayılı “İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun” (R.G. 11.9.2014 mükerrer sayı 29116) gösterilebilir.

Bu kanun, 145 madde ve 3 geçici maddesiyle, metne eklenen 9 listede, kamu kurumları ile
bazı üniversiteler için ihdas edilen kadroları da içermektedir. Bu açıdan, öncelikle
“torba kanunların” yapılış amacından konuya yaklaşmak isabetli olacaktır.

Hukuki açıdan, bütün kamusal işlemler (kanun-tüzük-yönetmelik ve idari düzenleyici işlemler) kişisel ve siyasi amaçlarla yapılmamalıdır. Kanunların amacı kamu yararını gerçekleştirmektir. Kamu yararı, kısaca, belli kişilerin veya siyasi grupların çıkarlarını değil,
genel yararı sağlamak olmalıdır. 

TBMM’deki çoğunluğun, kamu yararını gerçekleştirmek için değişik yolları benimsemesi kuşkusuz siyasi bir tercihtir; bu hususta takdir yetkisi kanun koyucuya ait olup Anayasa Mahkemesi’nin yargısal denetimine girmemelidir. Ancak kanun koyucu kişisel ve saklı bir amaç güttüğü durumlarda, Anayasa Mahkemesi’ne göre (K: 1963/243-1967/20-1978/50)
kamu yararı dışında başka bir amaca ulaşmak için düzenleme yaparsa, ortada teknik anlamda bir “yetki saptırmasından” söz edilir.

Meclis’in geleneksel kanun yapma usullerini çiğnemesi de hukuk devleti anlayışı ile bağdaşmamaktadır. Zira kanun koyma usulü “şekil”den farklıdır.

Şekil, işlemin maddi varlığıdır.
Yeter sayı ile oylanması, yazılı olması, Resmi Gazete’de yayımlanması gibi.

Anayasamıza göre “Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı” hususu ile sınırlıdır (m. 148/2).

Usul
 ise işlemin yapılma sürecidir; şekilden önceki aşamadır.

Teklif, komisyon incelemesi, genel kurulda müzakere gibi. Mesela anayasamıza göre (m. 162/2) Bütçe Kanunu tasarıları, 40 üyeli bir komisyonda görüşülür ve bunun 25 üyesi iktidar grubundan, 15 üyesi de parti gruplarının ve bağımsızların oranlarına göre temsil edilmeleriyle oluşur. Anayasanın öngördüğü Bütçe Komisyonu’nda görüşülmeden kabul edilecek bir
Bütçe Kanunu’nun, Anayasa Mahkemesi’nde şekil açısından değil ancak usulün saptırılmasına dayanılarak iptali sağlanabilir.

Usul saptırması
, aslında yetki saptırmasının bir türü olup iktidarın, kamu yararını gerçekleştirmek için sahip olduğu yasal bir usulü, içinde bulunduğu durumda, daha kolaylıkla gerçekleştireceğini tasarlayarak amacına başka bir usulle ulaşabilmesidir (Rivero J./Waline J., Droit Administratif, Paris 2003, s. 248).

Ayrıca bir kanunda yapılan değişiklikler, metnin bütünüyle hiç ilgisi olmayan hükümler içeriyorsa bu hususta bir usul bozukluğundan (vice de procédure) da söz edilir (Cohedet M. Anne, Droit Constitutionnel, Paris 2013, s. 614 – Aynı yönde Rousseau D., Droit du contentieux constitutionnel, Paris 2013, s. 141).

Torba kanun uygulamasında, konu bakımından birbirleriyle hiç ilgisi olmayan 1’den çok kanunda değişiklikler yapılabilmekte (AS: yeni düzenleme de getirilmekte!), bu da
Anayasa Mahkemesi kararlarında (K: 2009/69-K:2010/32) hukuk devletinin tanımında ifadesini bulan “yasal belirlilik” ilkesiyle bağdaşmamaktadır.

Oysa torba kanunla, üstelik çok farklı konularda farklı değişiklikler yapılmakta (AS: yeni düzenleme de getirilmekte!), bu değişiklikler yumağı içinde, ilgili oldukları kanunları tespit edip yerli yerine oturtmak hayli zorlaştığı gibi; “ilgili mevzuata ulaşım kolaylığı ortadan kalkmaktadır.”  (Torba kanun uygulamasının sakıncalarıyla ilgili isabetli değerlendirme için bkz. Serdar Hoş“Yok Kanun, Yap Kanun, Torba Kanun”, Cumhuriyet, Bilim Teknik eki,
25 Nisan 2014, sayı 1414). 

Torba kanunlarda yaygın olan uygulama, bunların Meclis gündemine hükümet tasarısı olarak değil, bazı milletvekillerinin “teklifi” olarak gelmesidir. Bu teklifler nasıl hazırlanıyor?
Farklı konulardaki pek çok değişiklik kimler tarafından düzenleniyor ve “torbaya” sonradan ilaveler yapılıyor mu? Çıkar çevreleri, baskı grubu olarak torba kanun tekliflerinin verilmesinde nasıl çalışıyorlar?

Kanun türü hukuki işlemin hazırlanışının temel özelliği, bütün aşamalarının şeffaf ve aleni olmasıdır: Gizlisi saklısı söz konusu olmamalıdır.

Kamu yararı amacı ile yapılıp yapılmadığının göstergesidir aleniyet.
Aslında torba kanun süreçleri iktisadi, içtimai ve hukuki boyutları ile genişliğine ve derinliğine (arîz ve amik) araştırılabilmelidir.

Anayasa Mahkemesi’nde de, açılacak dava üzerine, hukuki açıdan usul ve esas yönleriyle
bir bütün olarak denetlenebilmelidir.

Anayasa Mahkemesi’nin, anayasa yargılamasının bulunduğu bütün demokratik ülkelerde olduğu gibi, sahip olduğu içtihat yaratma kudreti ile torba kanun uygulamasını sonlandırması isabetli olacaktır.

Anayasa Mahkemesi hukuk düzenimizde istisnai bir mahkeme değildir.
Görev ve yetkileri sürekli olup, pek çok uyuşmazlığın yargılama yeridir.

1961’de olduğu gibi, 1982 düzenlemesinde de kurucular, Anayasa Mahkemesi’ni anayasa yargısı alanında genel yetkili bir mahkeme olarak öngörmediler. Çünkü kanun ve içtüzük adını taşımayan karar” ve “milletlerarası anlaşmalar” Anayasal yargı denetimi dışında bırakılmıştır.

Gerçi Anayasa Mahkemesi, daha ilk yıllarında, bir metnin şu veya bu nitelikte adlandırılması ile bağlı olmadığını (K: 1966/46) belirterek bu tutumunu sonraki kararlarında da devam ettirmiştir. Ancak, gene de Meclis kararları ve milletlerarası anlaşmalarla hak ve hürriyetlerin
ihlal edilmesi mümkündür.

Anayasaya göre (m. 129) hazırlanan kalkınma planları TBMM’de kabul edildikten sonra bir kararla yayımlanmaktadır. Genel ve nesnel nitelikte bir işlem olan kalkınma planları,
kişilerin uymaları gereken esaslara da yer vermektedir. Kanun koyucu, Anayasa Mahkemesi’nin denetiminden sıyrılmak amacıyla, kalkınma planı ile temel hak ve hürriyetleri sınırlayabilecek olursa, bunun hukuki adı usulün saptırılmasıdır.”

Hukuk devletinde bu tür düzenlemelerin denetimsiz bırakılması düşünülemez.

Demokratik bir toplumun varlığını sürdürebilmesi, insan haklarının etkili bir biçimde kullanılabilmesi ile mümkündür.

Demokratik liberal hayat, yalnızca yasama meclisindeki çoğunluğun siyasi tercihlerine dayandırılamaz.

Demokrasi aynı zamanda katılma, hoşgörü, hürriyet ve muhalefet demektir.

Meclis çoğunluğunun geçici kaprislerini, hoşgörüden uzak tutumlarını önleyebilmede, kamuoyundan gelebilecek direnme ve tepkilerin yanı sıra, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlerin tarafsızlığı esaslarına göre kurulacak, başta  olmak üzere,
mahkemelerin hukuki denetimi de vazgeçilemeyecek çok önemli bir güvencedir.

==================================

Dostlar,

Ülkemizin yetiştirdiği üstün nitelikli hukukçulardan Anayasa hukuku hocası
Sayın Prof. Dr. Erdoğan Teziç, 80’e yaklaşan yaşına karşın, berrak bir zihinle
TV programlarına katılıyor, çok nitelikli katkılar veriyor, yazılar yazıyor..
Hatta ANAYASA HUKUKU adlı temel kitabının geçen yıl yeni basımını yaptı.

Sayın Teziç’in uyarılarını dinlemekte çok büyük yarar vardır.
Özellikle AKP iktidarı çevrelerinin buna çok ama çok gereksinimi vardır.

AKP, hedeflerine erişmek için hiçbir engel tanımıyor. 
Hukuk devletini ve ülkemizi ciddi biçimde tahrip ediyor.
Bu eylemlerin faturası ülkemize de öznelerine de ağır olmaktadır, olacaktır.

*****

TORBA YASA tam bir hukuksal yozlaştırmadır, AKP uydurmasıdır.
Modern hukuk düzenlerinde yeri yoktur.
Hukuk 1. sınıf öğrencisi bile bu sorun hakkında doyurucu bilgi sahibidir.
Teziç hoca sorunu Anayasaya aykırı görerek, Anayasa Mahemesi’ni içtihat yaratma yetkisini kullanarak sorunu çözmeye çağırmaktadır.

Çağrının AKP hükümetine yapılmaması düşündürücüdür.

Ayrıca AKP bir de “Temel Yasa” dayatması ile Yasama’nın yetkilerini yozlaştırma – daraltma eylemi içindedir. Dilediği yasa önerisini – tasarısını (Anayasa md. 87 ve 88) sözde “temel yasa” olarak yaftalamakta ve TBMM’de maddeler teker teker değil blok halinde oylanmaktadır.

Kabul edilemeyecek ve sürüdürülemeyecek bir eylemdir.

*****

3. olarak AKP iktidarı, Yasa (kanun) Gücünde (Hükmünde) Kararname (YGK) olanağını da hoyratça yozlaştırmıştır. TBMM’nin ancak süre ve konu bakımından sınırlandırarak,
TBMM açık değilken, ivedi durumlarda Yürütme’ye yaptığı ayrıksı (istisnai) “yetki devrini” genişleterek ve Yasama yetkisini gasp ederek rutin olarak kullanmaktadır.
Bu YGK’lerin TBMM’ye derhal sevki ve ivedilikle görüşülmesi kuralı da çiğnenmektrdir.
Güçler ayrılığı ayaklar altındadır.
Bu bir darbedir ve anayasal düzeni fiilen ortadan kaldırma suçudur.
Karşılığı da Türk Ceza Yasasında “vatana ihanet” olarak tanımlanmıştır.

2 Kasım 2011 akşamı çıkartılan 35 YGK unutulamayacak bir anayasa ihlali örneğidir.
TBMM açıktır ve 35 YGK’nin toptancı olarak Hükümet tarafından RG’de o gece yayımlanarak yürürlüğe sokulması, hukık devletini özünden tahrip eden fiili bir saldırıdır, suçtur!

Bunların da durdurulması gerekir..

Teziç hocamızın bu 2 sorunu da kamuya açık makalelleri ile işlemesini dileriz.

Sevgi ve saygı ile,
03.01.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Prof. Dr. Yakup KEPENEK : 2015’e Giderken Türkiye Ekonomisi


Dostlar
,

Sayın Prof. Dr. Yakup KEPENEK‘in “2015’e Giderken Türkiye Ekonomisi”
başlıklı makalesini metin olarak paylaşmıştık sitemizde..
( https://ahmetsaltik.net/2014/12/30/turkiye-2015-ekonomi/)

Ancak önemi nedeniyle, bir de power point yansıları olarak dikkate getirmek istiyoruz..Slide1




 

 

 

 

 

Slide2 Slide3 Slide4 Slide5 Slide6 Slide7 Slide8 Slide9 Slide10 Slide2 Slide3 Slide4 Slide5 Slide6 Slide7 Slide8 Slide9 Slide10

 

Sevgi ve saygı ile,
04.01.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Ali Sirmen : 2015 CHP İçin Çok Kritik Yıl


2015 CHP İçin Çok Kritik Yıl

Ali Sirmen

Haziranda (2015) yapılacak seçimler ile ilgili kime sorarsanız sorun aynı yanıtı alırsınız:

– Bu seçim diğerleri gibi değil, çok önemli, hatta yaşamsal.

10 yaşımdayken 1950’de yapılan oylamadan bu yana geçen 65 yıl içinde bir tane bile
normal seçim hatırlamıyorum.

Hepsi çok kritikti, hepsi yaşamsaldı.
Belki de, Türkiye ilk olağan seçimini yaptığı zaman gerçekten demokratikleşecek.
Bütün bunları belirttikten sonra söylemeliyim ki, 2015 seçimi gerçekten yaşamsal,
hiç değilse CHP açısından.

2015 seçimlerinin CHP açısından yaşamsal olması, onun bu oylama ile iktidar olma olasılığının varlığından kaynaklanmıyor.

Bu seçimlerde CHP iktidar değil, olsa olsa iktidar alternatifi (AS: seçeneği) olabilir ki,
bu da hiç küçümsenecek bir şey değildir.


Ama bunun için yenilenen enerjikleşen kadrosu, geniş kitleleri kucaklayan, bütün sorunlar konusunda politikaları içeren programı ile iktidar olabileceği ve daha adil bir Türkiye’yi mümkün kılabileceği konusunda seçmenlerini inandırmak, oy tabanını % yirmiler düzeyinden
% otuzlar bandına taşımak zorundadır.


Bunu yapabildiği, yani iktidar alternatifi (AS: seçeneği) adayı olduğuna kitleleri inandırabildiği takdirde, AKP’nin iniş gösteren grafiğinin tersine bir çıkış grafiği çizebilecek,
gelecek seçimin ümidi konumuna yükselebilecektir.

***

Ama böyle bir programı oluşturmak için, Ege Cansen’in altını çizdiği yaşamsal bir konuda (Bknz. Sözcü yazarı Ege Cansen ile Söyleşi, Sözcü 28 Aralık 2014 Pazar s. 9)
karara varmak zorundadır:


CHP, laiklikten vazgeçerek mi iktidara gelecektir.
Yoksa laikliği iktidar yapma iddiasını mı sürdürecektir?


Türkiye’de laik düşüncenin egemen olmasını düşünenler için CHP’nin iktidar olması,
laikliğin yaşam biçimi olmasının sağlanması anlamını taşımakta,
aksi takdirde anlamını yitirmektedir.


Yani CHP’nin önce laiklik konusunda karar vermesi gerekmektedir.

Bu salt iktidar olması durumunda değil,
muhalefet partisi konumundayken de önem arz etmektedir.


Çünkü CHP’nin muhalefet partisi olarak bir işlev yerine getirmesi, başta laiklik olmak üzere, Cumhuriyet kazanımlarını ve demokratik kurumları savunması halinde mümkün olabilecektir.


Laikliğe sahip çıkmak başlı başına bir programdır.

Ama tabii ki bu, laikliğin yalnızca “laiklik iyidir” söylemiyle korunabileceğini söylemek değildir.

Laiklik, ancak geniş kitleleri kucaklayan, toplumun tüm sorunlarını kapsayan laik politikalar
ve çözümler önermekle korunabilir.

***

Topluluklara kaliteli eğitim ve sağlık hizmeti vermeden,
işsizlik sorununu çözmeden,
– sürdürülebilir ekonomik kalkınma modellerini yaşama geçirmeden..

söylemde kalacak, halkın yaşamına dokunmayacak, dertlerine deva olmayacak bir laiklik, toplumun ona yabancılaşmasına, dolayısıyla desteklememesine ve başka çözümler aramasına neden olacaktır.

AKP’nin 12 yıllık başarısında, laik olarak algılanan partilerin bu alandaki başarısızlıklarının, ekonomik çuvallamalarının da etkisi vardır.


Ama 2015 seçimleri yeni bir konjonktürün, AKP’nin tıkanma sürecinin başlangıcıdır.

Bu tıkanma aynı zamanda, gırtlağına dek yolsuzluk ve kayırmacılık batağına batmış
anti-laik modelin de tıkanma sürecidir.


CHP, seçime dek geçecek kısa sürede bütün bunları doğru okuyup gereklerini yapabilecek mi?

Göreceğiz.

Ama şurası kesin ki; bunları yapamadığı takdirde, artık iktidar seçeneği,
hatta muhalefet işlevini de yitirecektir.


Çünkü görülmüştür ki; laiklik karşıtlığına itirazı içermeyen bir CHP muhalefetinin
ne ağırlığı oluyor, ne de kıymeti harbiyesi.


Bu durumda seçeneksizlikten ve boşluktan nefret eden siyaset, yeni seçeneğini oluşturacaktır.

===================================

Dostlar,

Teşekkürler Sayın Ali Sirmen’e…

Umarız CHP yöneticileri de özenle okur ve titizlikle gereklerini yaparlar ?!?

“Laiklik tehlikede değil..” diyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu değil miydi?

AKP’nin Laikliğe karşı eylemlerin odağı bir parti olduğu Anayasa Mahkemesi’nce kararlaştırıldığı ve yaptırım uygulandığı halde..

Bunca derin ve ardışık aymazlıklar için, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu mu
olmak gerekirdi??

Türban’ın yolu hukuksal olarak tümüyle kapanmışken, türbancıların AİHM
Büyük Dairesinden de temyiz istemleri geri çevrilmişken, kritik yer üniversitelerden başlayarak
ulusal ve uluslararası hukuku ayaklar altına alıp de facto (fiilen) türban yolunu
ucuz bir popülizm ile açan da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu değil miydi?

YÖK Başkanı basit bir genelgeyle Çin seddini aşmadı mı?
Neden o zaman göz yumdu CHP?
AKP’nin elinden Türban silahını mı alacaktı? Safdillik bu olsa gerek..

Bugün geldiğimiz yerde Türban TBMM’de ve ilkokulda, kamuda..
Cumhuriyetin başında.. her yerde..
Tam ve hazin bir yenilgi..
Hiç olmazsa mücadele ederek yenilseydik..
Bu stratejik politik hatalar zinciri bağışlanabilir mi; dahası telafi edilebilir mi?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve partisi CHP önce özeleştiri vermeli,
sonra da onarım / telafi yöntemleri önermeli topluma eğer bulabiliyorsa..

Yoksa bu kadim halk başının çaresine bakacak, çözümlerini de seçeneklerini de
üretmesini bilecektir ve o yeni düzende CHP’ye yer de olmayacaktır gerek de…

Sevgi ve saygı ile,
03.01.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

Dilimize Sahip Çıkalım


Dilimize Sahip Çıkalım

Işık Kansu

03 Ocak 2015 Cumartesi

Ses bayrağımız, dilimiz Türkçemize yönelen saldırılara karşı 12 Eylül’ün generallerince
devlet dairesine döndürülen Türk Dil Kurumu’ndan hiç ses çıktı mı? Çıkmadı.
Çünkü iktidar yanlısı, adı sanı bilinmez bir takıma bırakıldı epeydir orası.

  • Türkçemize sahip çıkan tek bir örgüt var: Dil Derneği.

Türk Dil Kurumu’na bütçeden pay aktarılıp adı sanı bilinmez takım, maaşcıklarla, teliflerle beslenirken; gönüllü bir avuç aydının desteği ile ayakta kalan Dil Derneği, büyük işler başarıyor. Dergi çıkarıyor, etkinlikler düzenliyor, sözlükler yayımlıyor, Türkçeye nefret kusanlara karşı kamuoyunu aydınlatıyor.

Derneğin Türk Devriminin kazanımlarının kuşatıldığı bu dönemde desteğe
gereksinimi var. Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel, sorumlu yurttaşlara çağrı yapıyor:

“Atatürk Türkiye’sini, Çankaya’yı karartan karşıdevrime dün ödün vermedik;
hiçbir
zaman da vermeyiz. Şimdi daha güçlü olmak zorundayız.

Üyelerimizin vedilseverlerin bu seslenişimize hemen karşılık vereceğini biliyoruz.”

İdare

Recep Tayyip Erdoğan, 19 Ocak’ta “Başkanlığı”nı fiilen ilan etmeye hazırlanıyor.
Ahmet Davutoğlu da, Bakanlar Kurulu Genel Sekreterliği ile idare eder artık…
Gelene ağam, gidene paşam demekten sorumlu olur.

Haber görseliEcdat Yadigârı Okurumuz

Şevket Çizmeli
, Hicri takvimin 1916’da Sultan Reşat zamanında kaldırılarak
Batı takvimine geçilmesine ilişkin yasanın ilgili maddesini göndermiş:

“Tarihi Hicrii kameri kemakân istimal edilmek şartıyle Devleti Osmaniye muamelatta
takvim
müstesna olmak üzere takvimi garbiyi kabul etmiştir. Binaenaleyh 1332 senesi
Şubatının 16.
günü 1333 senesi Martının birinci günü itibar edilecektir.”

Bugünkü dile çevirirsek:

“Tarihi Hicri ay takvimi kullanmak koşuluyla
Osmanlı Devleti işlemlerinde takvim başlangıcı ayrık tutulmak üzere Batı takvimi kabul edilmiştir. Bu nedenle 1332 yılı 16 Şubat günü 1333 yılı Mart’ının birinci günü sayılacaktır.”

Buna göre, yılbaşı da 1 Kanun-u sani, yani 1 Ocak olarak benimsenmiş.
Yılbaşını “gâvur icadı” bulan Osmanlı torunlarına duyurulur.

Parası Olana İmar Hakkı  

Öyle bir torba yasa geliyor ki, bu kez parası olan yalnızca düdüğü çalmayacak, imar hakkını da kendisi belirleyecek.

Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası Başkanı Ertuğrul Candaş’a göre,
hazırlanan Torba Yasa Tasarısı, mülkiyet hakkının sertifikalandırılmasını öngörüyor.
Bu kadarla da kalmıyor, menkul değere çevrilerek piyasaya sunulabileceğini içeriyor. Böylelikle, ekonomik ve siyasal açıdan güçlü olan, güçsüz olanın mülkiyetini kolayca
ele geçirebilecek.

Ertuğrul Candaş, tasarıdaki bu hükmü şöyle yorumluyor:

“Tasarının yasalaşması halinde,
kentlerin gereksinimlerine göre bir imar planı ve uygulaması yapılamayacak, aksine parçacıl bir anlayışla, planlama tekniğine uygun olmayan ve fakat
özel
talepleri karşılayacak biçimde kentleşmeyi sağlayacak bir süreç başlayacaktır.
Parası ve siyasal gücü olan parsel sahibi, parseli için önerdiği yeni planı, oluşacak değer artışınınkırkını idareye vermek kaydıyla onaylatabilecek, geriye kalan % altmışını ise cebine koyabilecektir. Parası olmayanın ise böyle bir hak talep etme durumu zaten olamayacaktır.
Bu kadar önemli ve köklü değişiklikler getirecek olan ve kentlerin arazi yönetim politikalarını amansız bir şekilde spekülasyona ve ranta açacak olan bu tasarının, bu haliyle yasalaşmasının önüne geçilmesi tarihsel bir sorumluluk ve bir zorunluluktur.”

Ye babam, ye! Nereye kadar?

Tepebaşı’nın Başarısı

Belediyelerin çoğu, ranta ve mafya türü işlere bulaştı, birilerini kolay yoldan zengin etmenin aracısı durumuna geldi.

Halktan yana çalışanlar yok mu? Var kuşkusuz. Geçtiğimiz günlerde “Akıllı Şehir Tasarımı” için Avrupa Komisyonu’ndan 5 milyon Avro’luk hibe alan Eskişehir Tepebaşı Belediyesi örneğin. Aşağısöğütönü bölgesinde 30 dönüm alanı kapsayan Yaşam Köyü’nde gerçekleştirilecek olan tasarımın neler içerdiğini Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç
şöyle özetledi:

“Bölgede binaların enerji
verimliliklerinin artırılması için bina kabukları ve doğrama sistemleri yenilenecek. Doğalgazdan vazgeçilip enerjisini güneşten alan su kaynaklı ısı pompası sistemleri kurulacak. Sıcak su için güneş panelleri ve organik atık yakan kazanlar kullanılacak. Bina ve çevre aydınlatmaları LED armatürlerle değiştirilecek. 4 elektrikli otobüs, 7 hibrit araç alınacak. Akıllı bisikletler için 6.2 kilometrelik yol düzenlenecek, 50’si elektrikli 150 bisiklet halkın kullanımına sunulacak. Enerjisini güneşten alan şarj istasyonları kurularak bisikletlerin ve araçların enerji ihtiyaçlarıkarşılanacak.”

Dürüst, iyi niyetli çabalar, tertemiz başarılar getiriyor.

=======================================

Teşekkürler sevgili Işık Kansu..

Saygıdeğer meslek büyüğüm Çocuk hekimi Dr. Ceyhun Atuf Kansu‘nun sevgili oğlu, Cumhuriyet’ten ve Dil Derneği’nden dostum..

Sağolasınız, bu kısa yazınızda gene can alıcı birkaç noktayı göz önüne serdiğiniz için..

Sevgi ve saygı ile.
03.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
Dil Derneği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

 

Ulusal Eğitim Derneği konferansı: Cumhuriyetin Kalkınma Mucizesi : ATATÜRK’ün Diktiği Ağaçlar

Ulusal Eğitim Derneği konferansı:
Cumhuriyetin Kalkınma Mucizesi : ATATÜRK’ün Diktiği Ağaçlar

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumua Ulusal Eğitim Derneği’nin geleneksel Cumartesi konferansları sürüyor..

Bu gün, 2015’in ilk konferansı verilecek :
03 Ocak 2015 gününün konferans duyurusu aşağıda..

Cumhuriyetin Kalkınma Mucizesi : ATATÜRK’ün Diktiği Ağaçlar

Bilgi ve ilginize sunarız..

Emek verenlere de, başta Genel Bakanımız Sayın Nazım Mutlu olmak üzere,
teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile.
03.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

GÜNAYDIN! TÜRKÇE BİLİM VE SANAT DİLİDİR!

Dil_dernegi






GÜNAYDIN! TÜRKÇE BİLİM VE SANAT DİLİDİR!

Hiçbir dil, düşüncesi siyasal çıkara göre durmadan değişen
insanlar gibi bir gecede değişmez; hiçbir toplum bir gece yatıp
ertesi sabah dilsiz kalkmaz. Ancak "din" gibi "dil" de siyasanın aracı
yapılır. Pek çok yönetici Türkçenin tarihsel akışında,
Türkçeye ihanetle yer almıştır.

Kaşgarlı Mahmut'tan, Ali Şir Nevai'ye dek pek çok aydın Türkçeyi
savunmak için kitaplar yazmıştır. Yöneticilerle bilgin ve
yazarların Türkçeyi dışlaması yüzyıllar öncesinde de çok
tartışılmıştır. Âşık Paşa, 

"_Türk diline kimse bakmaz idi
Türklere hergiz gönül akmaz idi
Türk dahi bilmez idi bu dilleri
İnce yollu ol ulu menzilleri" diye yakınmış;
Âşık Kâmil, _"Unuttum bildiğim Türkçe lisanı /Arabî, Fârisî sohbet ederken"_ dizeleriyle Türkçenin unutulma tehlikesiyle yüz yüze geldiğini belirtmiştir. Selçuklu gibi Osmanlı da kendine Türk, diline Türkçe dememiştir. Osmanlı, yüzyıllarca halka Arap abecesini ve Arapça-Farsçanın kurallarıyla örülü Osmanlıcayı öğretememiştir. Bugünün Osmanlıca hayranları da öğretemez; savunurken bile gülünç duruma düşüyorlar.
Çünkü amaç Osmanlıcayı sahiplenmek değil, Türk Devrimi ve Atatürk'le hesaplaşmaktır.
Ömer Seyfettin, Ali Canip'e yazdığı mektupta (1910), dilden nefret
ettiğini yazmış, Ziya Gökalp ve birçok Osmanlı aydını "yeni
lisan" arayışına girmiştir. Harf ve Dil Devrimlerinin
kazanımlarıyla bütün kaynakları okuyup anlayabiliyoruz. Osmanlı
aydını "yeni lisan" arayışındayken 21.yüzyıl politikacısının
"eski dil" sevdası tutuculuktur; bilgisizliktir. Türkçenin tarihsel
akışına baktığımızda, örneğin II. Bayezit bile bugünün
egemenlerinden birkaç adım öndedir; Kemal Paşazade Şemseddin
Ahmet'e bilimsel yapıtların Türkçe yazılmasını buyurmuş; buyruk,
Osmanlıca engeliyle karşılaşmıştır. II. Abdülhamit döneminde
Türkçenin "resmi dil" olması kararlaştırılmış; karar, kâğıt
üstünde kalmıştır. Çağın gereklerini karşılayamayan
imparatorluk, "geri kalmışlık"tan kurtulabilmek için batıdaki gibi
yeni okullar açmak, çağdaş kitapları Türkçe'ye çevirmek istemiş;
çok zengin olduğu sanılan Osmanlıcanın batılı kavram ve terimleri
karşılamadığı açıkça görülmüştür. Avrupa dinde reformu,
rönesansı yaşar; buluşlarla insanlığı, "matbaa" ile beyinleri
aydınlatırken Viyana kapılarına dayanan Osmanlı, kapının ötesini
görememiştir. Bugünkü iktidar sahipleri de kapıları bilgiye,
sanata kapatma aymazlığı içindedir.

Atatürk gibi biz de hiçbir zaman geçmişi yadsımadık. "Selam
verdim rüşvet değildir deyü almadılar"_ diyen Fuzuli; şiirleri
türküleşen Pir Sultan; eşkıya soyuna uğradığı için "Harname"yi
yazan Şeyhi; ülke batarken _"İzn alub cum'a nemâzına deyû
mâderden (annenden)/Bir gün uğrılayalım çerh-i sitem-perverden
(zalim felekten bir gün çalalım)"_ diyen Nedim de bizimdir. Bilimsel
çalışmalar yapan Hekimbaşı Mustafa Behçet, Ahmet Cevdet Paşa,
Şemsettin Sami gibi toplumu bilgilendirmek için her alanda kitap yazan
Ahmet Rasim de bizimdir. Onlarca Divan şairi sayabilmemize karşın,
onlarca bilimci sayamıyoruz. 21. yüzyılda Osmanlıcayla bilim
yapılabileceğini söylemek, bilgisizlik değilse aymazlıktır.
Felsefe dersini gereksiz bulan, tarihi çarpıtan, dil bilinci
taşımayan bu iktidar döneminde de Türkçe, yüzyıllar boyunca
olduğu gibi direnmektedir. _"Ülkesini, yüksek bağımsızlığını
korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller
boyunduruğundan"_ kurtarma savaşımını sürdürecektir. Atatürk'ün
vasiyetnamesini çiğneyen, Türk Tarih ve Dil Kurumlarını
kapatanların ardılı bu iktidar ve yandaşları unutmasın:
Türkçe, bilim ve sanat dili olduğunu 82 yılda kanıtlamıştır.

Dil Devrimine karşı olanların hepsi, devrimin kazanımlarıyla tümce
kurabilmektedir. Bu da Harf ve Dil Devrimlerinin başarısıdır! Orunu,
adı sanı ne olursa olsun, kimse yanlışı doğru diye satmasın!
Ülkemiz de Türkçemiz de sahipsiz değildir! Kimse unutmasın tarih,
dilini hor görenlerin acınası örnekleriyle doludur! Dileriz,
Osmanlıcaya övgü düzenler acınası duruma düşmezler!

DIL DERNEĞI YÖNETIM KURULU BAŞKANI

SEVGI ÖZEL

Sevgi_Ozel_portresi

 

 

 


http://www.dildernegi.org.tr/TR,699/gunaydin-turkce-bilim-ve-sanat-dilidir.html

============================

Dostlar,

Bir Dil Derneği üyesi olarak,

Genel Başkanımız Sayın Sevgi Özel‘in yazısını içerik olarak paylaşarak yayımlıyoruz.

Dilimizi küçümseyen, aşağılayanlara biz de aynı fiillerle bakıyoruz.. üstelik acıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
03.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

ULUSAL İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ POLİTİKA BELGESİ – II ve 3 Üzerinde Düşünceler..


ULUSAL İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ  POLİTİKA BELGESİ – II  ve 3
Üzerinde Düşünceler..

Dostlar,

Aşağıda bir belge sunuyoruz..  

T.C.
ULUSAL İŞ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ
POLİTİKA BELGESİ – II
(2009 – 2013)

Bir yazımızı bu bağlamda anımsatmak istiyoruz :

İŞ CİNAYETLERİNE TÜRKİYE’de KURBAN VERDİĞİMİZ
ONBİNLERCE EMEKÇİ ADINA BİR PULSUZ DİLEKÇE – REÇETE
https://ahmetsaltik.net/2014/05/23/is-cinayetlerine-kurban-verdigimiz-onbinlerce-emekci-adina-bir-pulsuz-dilekce/

Bir de acı sayıları içeren görselimiz olacak :

Slide14

“TTB : İşyeri cinayetleri ve meslek hastalıkları bu düzenlemelerle önlenemez!” 

  • başlıklı bir yazımzı 29.12.2014 günü sitemizde sizlerle paylaşmıştık.
    (https://ahmetsaltik.net/2014/12/29/ttb-isyeri-cinayetleri-ve-meslek-hastaliklari-bu-duzenlemelerle-onlenemez/)TTB (Türk Tabipleri Birliği) uzmanlarının olumsuz yargısı, yukarıda adı geçen
    İş Sağlığı ve Güvenliği Politika Belgesi ve Eylem Planı – 3 için idi.. (2014-2018 dönemi..)2009 – 13 arası 5 yıllık 2. İSG Planı döneminde yıllık işçi cinayetleri
    (yukarıdaki görselde de görüldüğü üzere) şöyle :

    2009 : 1171 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!
    2010 : 1454 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!
    2011 : 1710 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!
    2012 :  878 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!
    2013 : 1886 işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!
    5 yıl toplamı : 7099 emekçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi!

    Bu arada, İstanbul müftülüğü bir hutbe yayımladı camilerde okunmak üzere :

    “İŞ GÜVENLİĞİNDE AŞIRILIK ALLAH’a GÜVENİ SARSAR”
    (AYDINLIK Gazetesi, 27.12.14)

    *****

    Bu hazin tabloyu, halkımızın ve de özellikle
    AKP’ye oy veren milyonlarca yurttaşımızın vicdanına sunmak isteriz..

  • Türkiye, ölümlü iş cinayetlerinde Dünyada 3., Avrupa’da 1. sırada..Sözümüz ona “alınan t
    üm önlemlere karşın”!? Hangi önlemler? Örneğin ABD (NIOSH) ve AB’de (OSHA) olduğu üzere Özerk Ulusal İşçi Sağlığı Güvenliği Kurumukurdunuz mu? Niçin kurmuyorsunuz?

    Ve Başbakan iken Bay RTE, Zongudak Karadon’da 30 emekçi, Soma’da (13 Mayıs 2014)
    301 emekçi göz göre göre işçi cinayetlerine kurban verildikleri – edildikleri halde,
    Ölüm bu mesleğin fıtratında var.. diyebilmişti. Aşağıdakileri yazmıştık birçok yerde..

    • Başbakan Erdoğan, 30 emekçiyi yutan Karadon (17 Mayıs 2010) grizu faciasında
      «Bu mesleğin kaderinde ölüm var..» demişti. Oysa TEPAV (TOBB’un Türkiye Politik ve Ekonomik Araştırmalar Vakfı) bilimsel raporları başlıca;
      işletmede üretim plan ve projesinin olmadığını,
      – havalandırmanın yetersiz olduğunu…
      – …………. kanıtladı.

      • Dönemin Çalışma Bakanı Prof. Ömer Dinçer hiç sıkılmadan «Güzel öldüler» (!!?) diyerek hepimizi utanca boğdu. Dönemin Çalışma Bakanı Prof. Ömer bey,
        grizu patlamasında yerin yüzlerce metre altında feci biçimde ölümün “güzel ölüm olduğu saçmalaması için çok mu düşündü acaba??
    • Bu işçi cinayetlerinin asıl sorumlusu, akıl ve bilim dışı çağ dışı siyasal anlayıştır.
      13 yıldır iktidarda olan bu gerici ve emek düşmanı anlayış, gerekli denetimleri yapmayıp sermayenin isteklerine boyun eğmektedir. Asıl katil olan bu siyasettir.
      AKP hükümeti istifa etmeli, TBMM olaya el koymalıdır..Bırakalım AKP hükümetini, Çalışma ve SG Bakanı Faruk Çelik ile
      Enerji Bakanı Taner Yıldız istifa ettiler mi?TBMM olaya el koydu mu,
      yoksa “Soma faciası geliyorrr..!” diye feryat eden Manisa CHP Milletvekili dostumuz
      Ecz. Özgür Özel
      ‘in TBMM soruşturma önergesini 6 ay bekletip (Ekim 2013 – Nisan 2014) red mi etti? Ve 2 hafta sonra Soma faciası gös göre göre gelmedi mi?

      Geçelim; Çalışma ve SG Bakanı Faruk Çelik, Soma soruşturmasında Savcıların
      Bakanlık iş denetçilerinin bilgisine başvurmalarına – ifadelerini almalarına izin vermedi!
      Niçin acaba? Denetçiler, üzerlerindeki politik baskıyı itiraf etmek zorunda mı kalacaklardı suç üstlerine yıkılacakken??

Bir de, Tuzla’da emekçi cinayetleri ülkeyi bunaltırken Başbakan RTE Tuzla’da işverenlerle
bir toplantıya zoraki katılmış, tersane işçilerinin sendikası LİM-TER İŞ  temsilcisini
salona almamıştı! Niçin ?? Bunu da kaydetmek gerek.

Bay RTE; Soma faciasını, 1850’lerde İngiltere’de yaşanan bir maden kazasını örnek göstererek normalmiş gibi kamuoyuna yutturmak bile istemişti!??

*****

İş Sağlığı ve Güvenliği Politika Belgesi ve Eylem Planı – 3 (2014 – 2018);
hayırlı sonuçlara vesile olur inşaallah ve önceki Plandan daha az emekçi ölümüne neden olarak AKP hükümetinin – İstanbul Müftüsü muhterem hocamızın yüzünü ak eder!

*****

Acı ironi bir yana; asgari ücretli emekçi kardeşlerimiz ve aileleri, saygın Ulusumuz;

  • Türkiye’nin yüreğini kanatan iş cinayetlerinin (siz hala İŞ KAZASI mı diyorsunuz yoksa?!) ana sorumlusu siyasal iktidardır. Bu iktidardan kurtulmadıkça sana yaşam hakkı yoktur!

Çözüm önerilerini de görmek üzere lütfen, bu sitede 2 ayrı dosya olarak yayımladığımız

DÜNYA’da veTÜRKİYE’de İŞÇİ SAĞLIĞI ve GÜVENLİĞİ Sorunu ve Çözümler

başlıklı kapsamlı bilimsel sunumu dikkatle inceler misiniz?

  • Türkiye ve Dünyada İşçi Sağlığı ve Güvenliği / Occupational Health & Safety;
    in Turkey and in The World
    (https://ahmetsaltik.net/2014/11/23/turkiye-ve-dunyada-isci-sagligi-ve-guvenligi/)

Sevgi ve saygı ile.
03.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

2015 Başında 16 Yansı ile Türkiye Gündemi..


2015 Başında 16 Yansı ile
Türkiye Gündemi..

Dostlar,

2015 yılı başında Türkiye Gündemi üzerinde düşünmek – düşündürmek için yazılı çabalara ek olarak birkaç görsel paylaşsak??

Slide1
Slide3
Slide4 Slide5 Slide6 Slide7 Slide8 Slide9 Slide10 Slide11 Slide12 Slide13 Slide14 Slide15 Slide16

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sevgi ve saygı ile.
03.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net