Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

Yaşamı savunmak için 16 Mayıs’ta Soma’dayız

Yaşamı savunmak için
16 Mayıs’ta (2015) Soma’dayız

http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/soma-5347.html

DİSK,  KESK, TMMOB ve TTB temsilcileri, 16 Mayıs’ta (2015) Soma’da gerçekleştirilecek büyük miting öncesinde, 07.05.2015 günü DİSK Ege Bölge Temsilciliği’nde ortak basın toplantısı düzenlediler. Toplantıya DİSK Genel Sekreteri Dr. Arzu Çerkezoğlu, DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı, KESK Genel Sekreteri Hasan Toprak, TMMOB Genel Sekreteri Mehmet Torun, TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Hüseyin Demirdizen katıldı.

Açıklamayı DİSK Genel Sekreteri Dr. Arzu Çerkezoğlu okudu. Çerkezoğlu, geçtiğimiz yıl
13 Mayıs’ta Cumhuriyet tarihinin en ağır işçi katliamının yaşandığına dikkat çekerek,
bu katliamı unutmamak, unutturmamak için bir dizi eylem ve etkinlik düzenlediklerini anımsattı. Çerkezoğlu, “Bu bir katliamdır, kaza değildir diyerek sorumluların hesap vermesini istediğimizi kezlerce dile getirdik. Onlar sorumluların hesap vermesi bir yana,
gerçek sorumluları yargı önüne bile çıkartmadılar.” diye konuştu.

Katliamın nedeninin taşeron sistemi olduğunu, madenlerin özel sektör eliyle değil devlet eli ile işletilmesi kezlerce söylediklerini belirten Çerkezoğlu,

“Onlar ölmeyen işçileri de işten çıkarttılar. İş cinayetlerin önüne geçmek için örgütlü olmak
şart dedik, sendikalaşmanın ve örgütlenmenin önüne yeni engeller çıkarttılar.
Yalnızca AKP Döneminde 15 binin üzerinde (AS: Nisan 2015 sonunda 15231!) arkadaşımızı iş kazalarında yitirdik.” dedi.

13 Mayıs’ta (2015) tüm Türkiye’de alanlarda olacaklarını da vurgulayan DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, herkesi bu eylemlere katılmaya ve kendilerine destek vermeye çağırdı. Çerkezoğlu, 16 Mayıs’ta da, Soma’da

– “Taşeron yasaklasın”,
– “İş cinayetlerine karşı yaşam hakkı”,
– “Açlık ve sefalet düzeni son bulsun”

istemleriyle düzenlenecek büyük mitingde tek yürek olacaklarını kaydetti.

İŞ CİNAYETLERİNE, TAŞERON KÖLELİĞİNE,
SEFALET ÜCRETİNE KARŞI 
16 MAYIS’TA SOMA’YA YAŞAMI SAVUNMAYA

301 can… Paradan başka değer tanımayan patronlar ve siyasal iktidar için yalnızca bir rakam. Ama onlar 301 baba, kardeş, oğul, arkadaş…

Türkiye’nin en büyük iş cinayetinin üzerinden bir yıl geçti.

“Soma’dan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diye halkı avutanların bir kez daha
yalan söylediği ortaya çıktı.

Biz “Sorumlular hesap versin!” dedik. Onlar 301 işçinin ölümünün ardından tek bir kamu görevlisinin soruşturulmasına bile izin vermediler; göstermelik yargılama işçi aileleri için
tam bir eziyete dönüştürülürken şirket yöneticileri bu süreçte adeta ödüllendirildi.

Biz Rödovans sistemi kaldırılmalı, tüm maden işçileri Türkiye Kömür İşletmesi işçisi olmalıdır” dedik. Onlar ölmeyen işçileri işten attılar.

Biz “Soma’da tarımı bitirerek insanları madenlerde kölece çalışmaya
mahkum etmeyin..”
 dedik. Onlar mahkemeleri takmadan binlerce zeytin ağaçlarını kestiler.

Biz “İş cinayetlerinin durdurulması için işçiler örgütlü olmalı, sendikal haklar tanınmalı” dedik. Onlar sendikalı olma, sendika seçme özgürlüğünü kullanan işçileri
işten attılar.

Biz “Mevcut işçi sağlığı ve iş güvenliği sistemi çöktü, gelin sendikalarla,
meslek örgütleriyle bağımsız bir denetim sistemi kuralım”
 dedik.
Onlar her gün 4-5 canımızı alan bu sistemi savunmaya devam ettiler.

Biz “AKP döneminde 15 bin (AS: Nisan 2015 sonunda 15231!) can alan iş cinayetlerinin durdurulması için taşeron köleliği kaldırılmalıdır..” dedik. Onlar, haklarını isteyen taşeron işçiye (AS: işçisine) “nankör” dediler. Taşeron işçilerinin kadro hakkı kazandığı mahkeme kararlarını uygulamadılar.
Ülkede 2 milyonun üzerinde taşeron işçisi varken, yalnızca 6 bin işçi için mahkeme kararlarına uymayı seçim vaadi olarak pazarlamaya kalktılar.

Onları tanıyorsunuz. Onlar bu ülkeyi yönetenler kendilerine hanlar, hamamlar, lüks arabalar, yatlar, katlar, saraylar yaptı. Milyonların payına düşen sefalet ücretlerini şimdi
seçim kürsülerinden savunuyorlar. Asgari ücret artırılamaz diyorlar.

Onları tanıyorsunuz! Onlar bize sefalet ücreti, taşeron köleliği, iş cinayeti vaat ediyor.

Onlar “bu sizin fıtratınız” diyerek bize yeni Soma’lar, yeni Ermenek’ler vaat ediyor.

Sefalet ücretlerine, taşeron köleliğine, iş cinayetlerine mahkum değiliz!

İşçi düşmanı vaatlere mahkum değiliz!

Yaşamı savunmaya 16 Mayıs’ta Soma’ya!

İŞÇİ DÜŞMANLARINA MAHKUM DEĞİLİZ! 

DİSK – KESK – TMMOB – TTB

İş cinayetlerine karşı TTB, DİSK, KESK ve TMMOB tarafından başlatılan imza kampanyası kapsamında bir video hazırlandı.
 

===============================================

Dostlar,

Bu etkinliği ve paylaşılan temaları, TTB Ankara Tabip Odası üyesi olarak tümüyle destekliyoruz.

16 Mayıs 2015 günü Ankara’da Büyük ATATÜRK’ün şanlı 19 Mayıs 1919 yürüyüşünü başlattığı gün anısına bir açıkoturumu yönetmekle görevliyiz. Eğitim İş Ankara 1 ve 2 numaralı sendika şubeleriyle Ulusal Eğitim Derneği‘nin ortaklaşa düzenledikleri açıkoturum için
bize en az 1 ay önceden görev verildi (Eğitim-İŞ ve adı geçen Derneğin üyesiyiz).

Kızılay, Selanik 2 Cad. 32/2’de yapılacak açıkoturumda Prof. Seçil Karal AKGÜN,
Prof. Sina AKŞİN ve Suay KARAMAN konuşmacı olacaklar.
Başlama saati 14:00..
Uygun olan dostlarımızı bekleriz..
Duyurulmasına katkı verilmesini de..

Yüreğimizin en az yarısı da Soma direniş eyleminde olacak..

Sevgi ve saygı ile.
10 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Vatan Partisi heyeti Karacaahmet Sultan Dergahı’nı ziyaret etti

Genel Başkanımız Doğu Perinçek:
“Laiklik Bizi Birleştiriyor”

Parti heyetimiz Karacaahmet Sultan Dergahı’nı ziyaret etti

Genel Başkanımız Doğu Perinçek: "Laiklik Bizi Birleştiriyor"

Genel Başkanı Doğu Perinçek ve parti heyetimiz Karacaahmet Sultan Dergahı Dedesi Muharrem Ercan’ın daveti üzerine Karacaahmet Sultan Dergahı’nı ziyaret etti. Doğu Perinçek başkanlığındaki heyette İstanbul milletvekili adayları, Eski Çalışma Bakanı Yaşar Okuyan,
Eski Devlet Bakanı Tayfun İçli, Emekli Tümamiral Semih Çetin, Elif İlhamoğlu, Özden Gönül, Günizi Dizdar ve Ayla Aysal yer aldı. Adayların yanı sıra gazeteci Rıza Zelyut ve
Halil Nebiler de heyette bulundu.

Parti heyetimize yoğun ilgi gösteren Alevi yurttaşlar “Oyumuz Vatan Partisi’ne” dedi. Yurttaşlar tarafından büyük bir coşkuyla karşılanan Genel Başkanımız Doğu Perinçek ise
ibadet özgürlüğüne dikkat çekerek “Alevi yurttaşlarımızın her türlü talebi kabulümüzdür” ifadesini kullandı. Görüşmenin ardından Dergah Yönetimi Vatan Partisi heyetine yemek verdi.

‘ADAYINIZ AZİZ ERGEN YEĞENİM’

Karacaahmet Sultan Dergahı Dedesi Muharrem Ercan yeğeni Emekli Kurmay Albay
Aziz Ergen‘in Vatan Partisi Elazığ 1. sıra milletvekili adayı olduğunu hatırlatarak,
Alevilerin vatan, bayrak ve milletle hiçbir sorunu olmadığını söyledi. Ercan, sözlerini
şöyle sürdürdü:

“Aleviler Mustafa Kemal Atatürk‘ün kurduğu laik devletten yana olan bir toplumdur. Vatanla derdimiz yok. İyi ki Türkiyeliyim, iyi ki Aleviyim. Bizim için Alevilikten öte
insan gelir. Alevileri 2. sınıf insan yerine koyuyorlar. Bunu kabul etmiyoruz. Her zaman ötekileştiriliyoruz. Bizim siyasal partilere ihtiyacımız var. Aydın, demokrat, Atatürkçü, vatanına ve milletine bağlı bir siyasal partiye çok ihtiyacımız var. Cemevlerimiz yasal halde değil. Giderlerimizi halkın katkı ve bağışlarıyla karşılıyoruz. Devlet bize destek olmuyor. Zorunlu din dersi sorunumuz var. Sünni islamı ile Alevi islamı farklı. Evlerimizden
resim dinde yasak diye resimleri indiren çocuklarımız var. Her Alevi evinde Mustafa Kemal’in resmi vardır. Alevilerin % 99’u vatan ve Atatürk sevgisi ile yetişir.

‘DİN DERSLERİ TARİH DERSLERİ İÇİNDE OKUTULMALI’

Genel Başkanımız Doğu Perinçek Alevi yurttaşların eşitliğin, özgürlüğün ve laikliğin yaşaması için bir güvence olduğunu belirterek, laikliğin birleştirici yönüne dikkat çekti. Perinçek
şunları söyledi:

Can kavramı Türkçe’nin en güzel kavramıdır. Canda hepimiz eşitleniyoruz. Aynı zamanda
can kavramında sıcaklık var, insanlık var. Hz. Muhammet zamanı Alevi-Sünni diye bir bölünme yoktu, birdik. Yine bir olacağız. Vatanımızın birlik ve bütünlüğü için hep biriz. Cumhuriyetimiz laiklik temelinde kurulmuştur. Laiklik bizi birleştiriyor. Laiklik karşılıklı hoşgörü, eşitlik ve özgürlükle bizi birleştirmektedir. Erenler geleneği bize eşitliği,
insana sevgi ve saygıyı tanıttı. Vatan Partisi laikliği savunuyor. Toplumun din temelleriyle düzenlenmesini kabul etmiyoruz. Din dersleri tarih dersleri içinde okutulmalı.
Bilimsel olarak din tarihi öğretilmeli. Alevi yurttaşlarımızın taleplerini kabul ediyoruz.” 

‘BÖLÜCÜLER ALEVİLİĞİ İSLAM DIŞI GÖSTERİYOR’

Tüm yurttaşların inandığı gibi ibadet etme hakkına sahip olduğunu söyleyen Perinçek şöyle devam etti:

“Aleviliği islam dışı gösteren bazı kesimler oldu. Bunlar bizi birbirimizden ayırmak için söylenen sözlerdir. Bunun arkasında bilimsel çalışmalardan çok bir kasıt var.
Bu Türkiye’yi bölmek için yapılmış bir şey. Türkiye’yi bölmek isteyenler Aleviliği islam dışı gösteriyor. Bütün yurttaşlarımızı eşit olarak görüyoruz. Laiklik bizi birleştiren bir temel. Tüm yurttaşların inandığı gibi ibadet etme hakkını savunuyoruz. Alevilik de hep laikliği savunmuştur. Laiklik eşitliğimizin de bir güvencesidir. Alevi kültürü bin yıl boyunca Türkçe’yi taşıdı. Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal bizim büyük öğretmenlerimizdir. Bu nedenle esin kaynağımızdır. ”

Rıza Zelyut ise “Alevi halkının %98’i Atatürkçüdür. Burası Mustafa Kemal Atatürk’ün
bir kurumudur.

Alevi Dergahlarını Mustafa Kemal değil,
Yeniçeri Ocakları ile birlikte
2. Mahmut kapattı.

ifadelerini kullandı.
===============================

Dostlar,

Çağrıyı ve ziyareti yerinde ve doğru buluyoruz.
Dile getirilen sorunlar gerçek ve yerindedir, çözümü gerekir.

Sn. Perinçek’in değerlendirmeleri de gerçeğe uygun ve gereksinimleri karşılayabilecek niteliktedir. AKP ve uygulamaları ise o ölçüde zıt, aykırı, içtenlikten uzak, ikiyüzlü ve yıkıcıdır.

Sevgi ve saygı ile.
9 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

E. Orgeneral Saldıray Berk Vatan Partisi Saflarında!

E. Orgeneral Saldıray Berk
Vatan Partisi Saflarında!

E.Orgeneral Saldıray Berk Vatan Partisi Saflarında!

3. Ordu ve EDOK Komutanlığı yapan
E. Orgeneral Saldıray Berk, Vatan Partisi’ne katıldı

3. Ordu ve EDOK Komutanlığı yapan  E. Orgeneral Saldıray Berk, Vatan Partisi’ne katıldı. Vatan Partisi saflarına katılan Berk, “Neden Vatan Partisi’ne katıldığını” şu satırlarla anlattı: 

Neden Vatan Partisi

Büyük Atatürk ve Kuvayi Milliye ruhu bu çatı altında bulunduğu için Vatan Partisi’ndeyim.

Cumhuriyetin temeli olan Altı Ok’a sahip çıkıldığı, Büyük Kurtarıcı’nın Cumhuriyeti
emanet ettiği, Türk Gençliği ve Mustafa Kemal’in askerleri bu çatı altında bulunduğu için Vatan Partisi’ndeyim.

Gerçek Türk milliyetçileri bu çatı altında birleştiği, deneyimli ve genç kadrosuyla
ülke yönetimine talip olduğu için Vatan Partisi’ndeyim.

Ülke bütünlüğü ve tam bağımsızlık idealine sahip çıkıldığı için Vatan Partisi’ndeyim.

Ayrıca her zaman vatan sevgisi ve özveri timsali olarak gördüğüm Genel Başkanımız
Sayın Doğu Perinçek’in bulunduğu çatı olan Vatan Partisi’ndeyim.

Vatanseverleri ve ülke geleceğinden kaygı duyanları bu çatı altına bekliyorum.

Saygılarımla. 7 Mayıs 2015

Saldıray Berk

*****

E. Orgeneral Saldıray Berk kimdir?

1968 yılında Kara Harp Okulundan, 1969 yılında Topçu ve Füze Okulu’ndan mezun olmuştur. 1976 yılına kadar Kara Kuvvetlerinin Topçu birliklerinde görev yapmıştır. 1978  yılında
Kara Harp Akademisinden mezun olmuş, 2. Kolordu Karargahı ve 39. Tümen Karargahlarında Plan Subayı ve Şube Müdürlüğü görevlerini yürütmüştür. Kara Harp Okulunda öğretim üyeliği ve Kara Kuvvetleri Karargahında Plan Subaylığı yapmıştır. Daha sonra 3 yıl Moskova
Kara Ataşeliği, Kara Kuvvetleri Komutanlığında Şube Müdürlüğü  ve 39. Topçu Alay Komutanlığı yapmıştır. 1995 yılında Tuğgeneral olarak 2. Ordu Karargahında, Bakü Silahlı Kuvvetler Ataşeliği ve 1. Piyade Tugay Komutanlığı yapmıştır. 1999’da Tümgeneralliğe yükseltilerek, Kara Kuvvetleri Denetleme Başkan Yardımcısı, Genelkurmay Personel Daire Başkanlığı ve 23. Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı görevlerinden sonra 2003 yılında Korgeneralliğe terfi etmiştir. Bu rütbede Genelkurmay Personel Başkanı ve
4. Kolordu Komutanlığı yapmıştır. 2007 yılında Orgeneralliğe terfi ederek 3. Ordu Komutanlığı ile Kara Kuvvetleri Eğitim Komutanlığı görevlerini yapmıştır.  2011 yılında kadrosuzluk nedeniyle emekli olmuştur.

====================================

Sayın E. Org. Saldıray Berk Paşa’ya “Vatan’a hoşgeldiniz” diyor,
ülkemize hayırlı olmasını dilkiyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
9 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

2015 Şubat’ta En Az 81 İşçi Öldü!


2015 Şubat’ta En Az 81 İşçi Öldü!

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi raporuna göre
2015 Şubat ayında en az 81 işçi yaşamını yitirdi.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi raporuna göre 2015 Şubat ayında en az 81 işçi yaşamını yitirdi. Ölenlerden 4’ü kadın 77’si erkek, 1’i çocuk, 3’ü göçmendi.

Ölümler en çok İstanbul’da yaşandı.
İşçiler en çok trafik/servis kazalarında ve taşımacılık iş kolunda öldü.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi raporuna göre
2014 yılında en az 1886 işçi yaşamını yitirdi.

İş kollarına göre

Taşımacılık işkolunda 16 işçi; Belediye, Genel İşler işkolunda 11 işçi; İnşaat, Yol işkolunda
10 emekçi; Tarım, Orman işkolunda 8 emekçi; Gıda, Şeker işkolunda 8 işçi; Metal işkolunda
5 işçi; Ticaret, Büro, Eğitim, Sinema işkolunda 4 emekçi; Gemi, Tersane, Deniz, Liman işkolunda 3 işçi; Sağlık, Sosyal Hizmetler işkolunda 3 işçi; Madencilik işkolunda 2 işçi;
Petro-Kimya, Lastik işkolunda 2 işçi; Ağaç, Kağıt işkolunda 2 işçi; Çimento, Toprak, Cam işkolunda 2 işçi; Enerji işkolunda 2 işçi; Tekstil, Deri işkolunda 1 işçi;Savunma, Güvenlik işkolunda 1 işçi; Çalıştığı işkolunu belirleyemediğimiz/öğrenemediğimiz 1 işçi öldü.

Ölme biçimlerine göre

Trafik, Servis Kazası nedeniyle 22 işçi; öbür nedenlerden dolayı (kalp krizi, intihar,
silahlı saldırı, çığ düşmesi, iç kanama) 18 işçi; Düşme nedeniyle 16 işçi; Ezilme, Göçük nedeniyle 11 işçi; Patlama, Yanma nedeniyle 6 işçi; Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 5 işçi; Elektrik Çarpması nedeniyle 2 işçi; Nesne Çarpması, Düşmesi nedeniyle 1 işçi öldü.

İllere göre

9 ölüm İstanbul’da; 7 ölüm Mersin’de; 5’er ölüm Ankara ve Konya’da; 4’er ölüm Bursa, Hatay, İzmir ve Kütahya’da; 3’er ölüm Karabük, Kayseri, Kocaeli, Manisa, Samsun ve Şanlıurfa’da; 2’şer ölüm Antalya, Aydın, Isparta ve Muğla’da; 1’er ölüm ise Afyon, Bolu, Denizli, Diyarbakır, Erzincan, Eskişehir, Gümüşhane, Mardin, Niğde, Ordu, Rize, Tokat ve Trabzon’da yaşandı.

Ad ad ölenler

Hüseyin Köse, Mustafa Doğan, Nurettin Sezgin, Türabi Doğan, Recep Kaynak,
M. Salih Aksoy, Kamile Değirmenci, Yılmaz Erdönmez, Tuğrul Fakir, Fatma Kahır, Mehmet Nurettin Umar, İbrahim Ceyhan, Mücahit Ünal, Murat Bulut, Umut Gönül, Yusuf Çakıroğlu, Mehmet Ali Taşgın, Okan Açıkalın, Caner Pişkin, F.K. Kenan Mailoğlu, Mehmet Ertürk, Orhan Can, Mustafa Demirel, Abdülbaki Karadeniz,
Galip Arslan, Muhammet Erdoğan, Sevim Demir, İsmail Eşel, Mustafa Gündüz,
Ayhan Aksoy, Bestami İsli, Ali Aksu, C.A., Satılmış Yıldız, Menderes Keklik,
Mustafa Tufan, Gürsel Gümüş, Salih Yabır, Ayhan Şengül, Mustafa Tan, Ekrem Şayık, Ahmet Bayraktar, Serdar Doğan, Koca Mustafa Özdemir, Sergei Khursık,
İbrahim Kaymaz, Ahmet Sermet İnan, Mehmet Özkök, Ahmet Yılmaz, Hayrettin Sevinçer, Mehmet Arslan, Celal Erol, Hacı Barış Gülbal, Zülfü Ceylan, Mustafa Çaylı, Fatih Demirkıran, Engin Çelikkaya, Halil Koç, Asaf Boşböyük, Haşim Taşkın, Ercan Çakır, Hacı Ahmet Dokgöz, Kemal Sepetçi, Mustafa Afşar, Yavuz Ocak, Duran Bellibaşlar, Ali Sabuncu, Seyfettin Öpçin, Sebahattin Şen, Yusuf Gürgen, Yaşar Kuşçu, Okan Çelik, Ömer Akbulut, Süleyman Kelkitli, Serpil Yazıcı ve ismi öğrenilemeyen beş işçi. (NV)

 ******************************

Ne diyelim??…

Eli – yağı her yanı kanlı yabanıl (vahşi) emperyalizm ve yerli – yabancı emperyalistler..

Gazanız mübarek olsun…(!?)

İş kazalarının %98’inin, meslek hastalıklarının neredeyse tümünün bilimsel yöntemlerle engellenebileceği gerçeği ortada dururken;

İnsanlığın yüz karası emperyalizm (Atatürk ona “bizi mahvetmek isteyen emperyalizm…” diyordu) ve başbelası kapitalizm (Atatürk ona “bizi yutmak isteyen kapitalizm…” diyordu) altedilmedikçe bu acı sürecek..

Emperyalizm ve kapitalizm emekçiden “yepyeni” (!?) akıllara durgunluk veren bir vergi türü almakta :

– KAN VE CAN VERGİSİ…

Tarihin çöplüğüne bir an önce atılması için bu gerekçe yeter de artar bile değil mi?

Haydi insanlık : DİRENİŞ KÜRESELLEŞTİRME zamanıdır;
yeni emperyalizm kendini KÜRESELLEŞME (gerçekte KüreselleşTİRme!?) masalı ile dayatırken..

Sevgi ve saygı ile.
09 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun Gezi Raporu: Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye

Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun Gezi Raporu:

Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye

erkan

Dr. Erkan Duymaz
Hukukçu,
erkan.duymaz@istanbul.edu.tr
http://www.sosyaldemokratdergi.org/2015/03/erkan-duymaz-gezi-hukuki-izleme-grubunun-gezi-raporu-demokrasi-ve-totalitarizm-sarkacindaki-turkiye/
17.03.2015

Taksim Gezi Parkı protestolarının güvenlik güçlerince bastırılması sırasında yaşanan
hukuk dışı uygulamalara ve hak ihlallerine dikkat çekmek ve süreci hukuksal açıdan izlemek amacıyla Haziran 2013’te kurulan “Gezi Parkı Müdahalesine Karşı Hukuki İzleme Grubu” yaklaşık bir buçuk yıldır üzerinde çalıştığı Gezi Raporu’nu 30 Aralık 2014 günü düzenlenen bir basın toplantısında kamuoyu ile paylaştı. Farklı disiplinlerden akademisyenlerin, Gezi davalarını izleyen avukatların, Türkiye Barolar Birliği, İstanbul Tabip Odası,  Çevre Mühendisleri Odası, DİSK ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla hazırlanan Rapor, çok disiplinli bir yaklaşımla Gezi’yi merkeze alarak Türkiye’nin dünü, bugünü ve yarınına ışık tutmayı amaçlıyor.
Gelin hep birlikte
Demokrasi,
– İnsan hakları ve
– Hukuk devleti üçlüsünün ne durumda olduğuna kısaca bakalım.

Özetin özeti

Rapor’un alt başlığı derin bir kaygıyı yansıtıyor…

Türkiye’nin demokrasi ve totalitarizm arasında gidip gelen bir sarkaçta tasavvur edilmesi
bir yandan rejimin öngörülemez niteliğine gönderme yaparken, öte yandan iktidarın otoriter eğilimlerinin sıradanlaştığını ve artık toplumu bütünüyle denetim altına almaya çalışan totaliter bir rejime kayışın söz konusu olduğunu ifade ediyor. Nitekim Gezi sonrası tanık olunan uygulamalar ve çıkarılan yasalar, demokratik bir toplumun vazgeçilmezleri olan

– ifade,
– basın,
– örgütlenme,
– toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlükleri

üzerindeki baskıları artırmakla yetinmemiş, toplumsal muhalefetin her türlüsünün “suç” olarak kabul edildiği bir “topyekûn suçlulaştırma ve yıldırma” siyasetinin izlendiğini göstermiştir.

“Darbe girişimi” saptırmasına yanıt

Gezi eylemlerini uzaktan izleyen tarafsız bir gözlemci, hiç kuşku yok ki, yaşam alanlarına
sahip çıkmak amacıyla sokaklara dökülen insanların meşru ve barışçıl yollarla istemlerini
dile getirmesini demokrasi açısından bir kazanım olarak değerlendirirdi. Gösterilerin kitleselleşmesini ve ülkenin her tarafına yayılmasını ise demokrasiye olan inanç ve güvenin
her şeye karşın sürdüğünün bir işareti olarak yorumlardı. Ne var ki siyasal iktidarın gösterilere ilk tepkisi bir kez daha “milli irade” söylemini öne sürmek oldu. Protestolara verilen desteği kırmak ve göstericileri itibarsızlaştırmak için başvurulan bu yöntemle Gezi muhalefeti
milli iradeye karşı gelişen bir hareket, bir darbe girişimi, bu muhalefetin bileşenleri ise “marjinal” ve “darbe yanlısı” olarak topluma sunulmaya çalışıldı. Dahası, ülkenin 80 ilinde sokaklara çıkan üç milyondan çok insan ulusal iradenin bir parçası değilmiş gibi,

Gezi eylemleriyle eşzamanlı olarak “milli iradeye saygı mitingleri” düzenlendi.
Bugün bakıldığında Gezi eylemlerinin bir darbe girişimi olarak sunulmasının bir siyasal stratejiden ibaret olmadığı görülmektedir. Nitekim Çarşı taraftar grubuna mensup göstericilere karşı hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianamede, hukuksal olarak ve eylemli olarak olanaklı olmasa da, Hükümeti devirmeye girişim suçunun oluştuğu savunulmuştur.
Öte yandan, Ali İsmail Korkmaz davasında yargılanan ve ceza alan bir polis memuru,
Gezi’nin bir darbe girişimi olduğunu, kendisinin de darbecilere karşı güç kullandığını ve
böylece hükümeti koruduğunu öne sürebilmiştir!

Gezi Raporu’nun kuşkusuz en önemli katkılarından biri, Gezi’yi meydana getiren
toplumsal muhalefetin kaynağını objektif bir bakışla analiz ederek, Gezi’nin bir özgürlük ve demokrasi hareketinden ibaret olduğunu ortaya koymaktır. Her türlü darbe girişimi ve
komplo kuramlarını dışlayacak bu çalışma, kent ve doğa talanına dayalı kalkınma modeli, toplantı ve gösteri hakkının sürekli engellenmesi, polis şiddeti, kişilerin yaşam alanına ve tercihlerine müdahaleler, eğitim sisteminin muhafazakarlaştırılması çabaları ve daha birçok etkenin Gezi hareketini besleyen damarlar olduğunu göstermektedir. Gezi’ye katılan veya
destek veren belli başlı grup ve oluşumların aktarıldığı Gezi’nin özneleri bölümü bu saptamayı doğrulayacak niteliktedir. Gezi Parkı’nın yaş, cinsiyet, meslek, sosyal statü, inanç ve siyasal görüş bakımından görülmemiş bir çeşitliliğe sahne olması, yukarıda anılan etmenlerle birlikte düşünüldüğünde,

  • Gezi’nin kendiliğinden gelişen bir halk hareketi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Hak ihlallerinin bilançosu

Hukuk İzleme Grubu’nun çalışmasının önemli bir bölümü Gezi müdahalelerinde ve sonrasında yaşanan hak ihlallerine ayrıldı. Göstericilere karşı açılan soruşturma ve davalar ve gösteriler sırasında gerçekleşen gözaltılar konusunda ayrıntılı bilgiler sunan Rapor,
bu yönüyle önemli bir belge niteliğinde.

Anayasa ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ışığında Gezi müdahalelerine bakıldığında oldukça kaygı verici bir insan hakları ihlalleri tablosundan söz edilebilir. Bu süreçte
ortaya çıkan hak ihlallerinin temelinde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının keyfi bir şekilde engellenmesi yatmaktadır. Rapor’un altını çizdiği en temel gerçek, yer yer ve zaman zaman şiddet olayları yaşanmış olmasına karşın Gezi protestolarının genelinin barışçıl nitelikte olduğudur.

Nitekim İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin yerleşik içtihadının da işaret ettiği gibi, kolluğun gereksiz ve ölçüsüz güç kullanımı sonucu göstericilerin direnmesi veya gösteri
sona erdikten sonra kimi kesimlerin polisle çatışması toplantı veya gösterinin barışçıl niteliğini değiştirmemektedir. Kısacası, eylemlerin keyfi bir şekilde yasaklanması, barışçıl eylemlere müdahale edilmesi ve müdahale sırasında gereksiz ve yasalara aykırı güç kullanılması olağanüstü durumlarda bile görülmeyen yoğunlukta bir hak ihlalleri zinciri oluşturmuştur.

Ne var ki yaşanan ihlaller bununla sınırlı kalmamıştır. Gezi’ye herhangi bir biçimde destek veren birçok kişi ve kurum soruşturmalarla, davalarla, işten çıkarmalarla yıldırılmaya ve cezalandırılmaya çalışılmıştır. Anayasa’nın düzenlediği çevre hakkı ve yüklediği çevresel değerleri koruma ödevinin (AS: md. 56) doğal bir sonucu olarak demokratik yollarla
barışçıl toplantı çağrısı yapan Taksim Dayanışması üyelerinin suç örgütü kurmak ve yönetmek ile itham edilmesi, polis şiddeti sonucu yaralananlara tıbbi yardım sağlayan hekim odalarına karşı açılan davalar, Çarşı grubu üyelerinin hükümeti devirmekle suçlanması, işten çıkarılan onlarca gazeteci ve soruşturmalara maruz kalan akademisyenler bunlardan yalnızca birkaçıdır.

Polis şiddeti ve cezasızlık

Gezi Parkı protestolarının kitleselleşmesinde polis şiddetinin payı göz ardı edilemeyecek bir gerçek. 27 Mayıs gecesi çadır kurarak Park’ta nöbet tutan yaklaşık 50 kişilik bir gruba gün doğarken müdahale edilmesi ve yasalarla yönetilen bir devlette izahı olmayan bir saldırıyla çadırların yakılması haklı olarak büyük bir tepkiyle karşılandı. Takip eden günlerde polis şiddetinin artarak can kayıpları ve yaralanmalara yol açması, siyasi iktidarın ise göstericilere uygulanan şiddeti haklılaştırmaya gayret etmesi kalabalık kitlelerin sokaklara dökülmesine neden oldu. Polis şiddetinin özlü bir envanterini çıkaran Rapor, kolluk güçlerinin suç teşkil eden eylemlerinin soruşturulmadığını, sorumlu kamu görevlilerinin yargılanmadığını, yargılanan az sayıdaki görevliye etkili bir yaptırım uygulanmadığını ve dolayısıyla devlet eliyle bir cezasızlık ortamı yaratıldığını somut örneklerle gözler önüne seriyor.

Kayıt altına alınmış ve insan hakları kurum ve örgütlerinin hazırladıkları raporlarla tespit edilmiş olmasına rağmen, polis şiddetinin yol açtığı yaşam hakkı ve işkence ve kötü muamele yasağı ihlallerinin devlet tarafından tanınmaması ve cezalandırılmaması yalnızca bu şiddetten zarar gören kişilerin mağduriyetini artırmamış, aynı zamanda toplumun bütününe kaygı uyandırıcı bir mesaj vermiştir. Kamu görevlilerinin işledikleri suçlar söz konusu olduğunda hukuk devleti ilkesinin askıya alınabileceğini söyleyen ve ülkemizde duymaya alışık olduğumuz bu mesaj devletin meşruiyetini tartışmaya açacak derecede vahimdir.

Gezi sonrası anti-demokratik mevzuat dalgası

Gezi eylemlerinin son bulmasıyla birlikte toplumsal muhalefetin yeniden oluşmasını ve örgütlenmesini engelleyecek bir dizi mevzuat değişikliği gerçekleştirildi. Ortak yönü temel hak ve özgürlüklerin kullanımını sınırlandırmak ve toplumun muhalif kesimini denetim altında tutmak olan bu düzenlemeler göstericilere karşı açılan onlarca davayla birlikte ele alındığında Rapor’un başlığında ifade edilen rejimin totaliterleşmesi kaygısının hiç de abartılı olmadığı görülüyor.

– Üniversitelerde ifade özgürlüğünü hem öğrenciler hem de öğretim elemanları açısından kısıtlayan disiplin yönetmeliği değişiklikleri;
– İmar Kanunu’na eklenen bir düzenleme ile meslek kuruluşlarının (TMMOB’a bağlı Odalar) elinden birtakım yetkilerin alınması;
– Hekimlerin Gezi’de yaralananlara tıbbi yardım sağlamasına tepki olarak Sağlık Hizmetleri  Temel Kanunu’na eklenen cezaa yaptırımı;
– Statlarda siyasal slogan yasağı ve
– Futbol taraftarlarının “fişlenmesine” olanak verecek Passolig kartı uygulaması;
– Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın yetkilerini genişleten ve
internet erişim engellemelerini kolaylaştıran yeni düzenlemeler

bunlardan öne çıkanlarıdır.

Halihazırda Meclis’in gündeminde olan İç Güvenlik Paketi, tabloyu daha da karamsar kılmaktadır. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının kullanılmasını Anayasa’ya ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne aykırı bir biçimde sınırlandıran 2911 sayılı Kanun’u daha da
“özgürlük karşıtı” bir duruma getiren ve toplumsal olaylara müdahale konusunda polise
geniş yetkiler tanıyan paket, içerdiği öbür güvenlikçi düzenlemelerle birlikte,
yeni insan hakkı ihlallerine ve polis şiddetine davetiye çıkarmaktadır.

Sonuç

Gezi eylemlerinin ve devletin bu eylemlere verdiği tepkinin Türkiye demokrasisine nasıl bir katkı sunacağı veya zarar vereceği zamanla daha iyi ortaya çıkacaktır.

Gezi Hukuki İzleme Grubu önümüzdeki sürece olumlu bir yön vermek arzusuyla bir dizi öneri sunmuştur.
– Çoğunlukçu demokrasi anlayışının terk edilmesinden hukuka bağlı bir yönetim istemine;
– Uluslararası insan hakları hukukuna saygı gösterilmesinden hükümet dışı örgütlerin
insan hakları alanındaki rollerinin pekiştirilmesine;
– Katılımcı karar alma süreçlerinin gerekliliğinden “torba yasa” tekniğinin terk edilmesine;
– İnsan ve çevresine zarar veren araç ve yöntemlerin ve özellikle biber gazının yasaklanmasından sorumluların yargı önünde hesap verdiği saydam ve adil bir yargı mekanizmasının oluşturulmasına….

Uzanan istem ve önerilerle son bulan Rapor,
insan haklarına dayalı demokratik bir hukuk devleti için verilen mücadeleye
katkı yapacak bir çalışmadır.

Rapor, önümüzdeki günlerde Türkiye Barolar Birliği’nin değerli katkılarıyla yayımlanacak
ve kurumun internet sitesinde paylaşıma sunulacaktır.

=======================================

Dostlar,

Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun Gezi Raporu:
Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacındaki Türkiye

Raporunu çok önemsiyoruz. Bu yazı, sitemizde 5 Mayıs’tan bu yana son günlende
yer verdiğimiz 3. yazı oluyor. Dileriz Türkiye Barolar Birliği web sitesinde tam metin olarak yayımlanır ve tümünü (240 sayfa) size sunabiliriz.

Dr. Erkan Duymaz, söz konusu Rapor’u omuzlayan genç bir Hukuk Doktoru.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden… O’nun özeti bu bakımdan değerli.

Bir kez daha bu Rapora emek verenlere şükranlarımızı sunarken;
Gezi direnişi şehit ve Gazilerini saygı ile selamlıyoruz.

Bu hazin tablonun sorumlusu, Darbe kuruntusu içinde iktidarını pekiştirme güdüsüyle davranarak şidddete sarılan – totaliterleşen, hukuk ve insan hakları alanı dışına savrulan;
dahası bu sakıncalı davranış ve tutumlarını tırmandırarak sürdüren AKP iktidarını
şiddetle kınıyor; birkez daha sağduyuya ve hukuka – insan haklarına saygıya çağırıyoruz.
Bu çağrımızınçok işe yarayacağı umudunu taşımadığımızı da hüznle belirtelim.

Tek çare, AKP iktidarını 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde iktidardan uzaklaştırmaktır.

Sevgi ve saygı ile.
8 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Gezi Hukuksal İzleme Grubu Gezi raporu açıklandı

Gezi Hukuksal İzleme Grubu
Gezi raporu açıklandı

Gezi'nin_simgesi_yuzune_gaz_SIKILAN_KIZ

DHA, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27870157.asp, 31.12.2014

Gezi Hukuki İzleme Grubu tarafından hazırlanan ‘Gezi Raporu’nda,
Türkiye’nin giderek otoriter, hatta totaliter rejime doğru hızla yol aldığı belirtildi.

Gezi Hukuki İzleme Grubu‘nun bir süredir üzerinde çalıştığı

‘Demokrasi ve Totalitarizm Sarkacında Türkiye’

başlıklı ‘Gezi Raporu’ tamamlandı. Akademisyenler, avukatlar, Türkiye Barolar Birliği, İstanbul Tabip Odası, Çevre Mühendisleri Odası ve DİSK başta olmak üzere çok sayıda kişi, meslek odası ve sivil toplum örgütünün çok yönlü olarak katkı sunduğu belirtilen raporu, Taksim Hill Otel’de düzenlenen basın toplantısıyla Gezi Hukuk İzleme Grubu Başkanı
Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu açıkladı.

Kaboğlu,

“Türkiye’de seçimlerin demokrasi açısından anlamını, yargının demokrasi içindeki yerini,
dil-devlet ilişkisine dek, din özgürlüğüne dek, demokratik rejim, hukuk devleti veya
hukukun  üstünlüğü bağlamında bu konularını tartıştık. Bunları tartışırken, demokrasi anlayışı bakımından esasen çoğunlukçu demokrasinin öne çıktığını ve çoğunluk = milli irade şeklinde bir görünümün 2013-2014 Türkiye’sinde karşımıza çıktığını ve çoğu zaman hukukun üstünde
bir görüntü yansıttığını saptamış bulunuyoruz.” dedi.

Prof. Kaboğlu, söz konusu milli iradenin, hukuk ve siyaset arasındaki çelişkinin ana eksenini oluşturduğunu ifade etti.

ibrahim_kaboglu


“TANZİMAT’TAN BU YANA…”

Prof. İbrahim Kaboğlu, demokratik devlet açısından bakıldığında din-devlet ilişkisinde yaşanan, dinin siyasete alet edilmesi şeklindeki uygulamaların, son Milli Eğitim Şurası’nda alınan
tavsiye kararlarıyla iyice gün ışığına çıktığını belirterek,

“Hatta Tanzimat’tan bu yana tanık olunan laikleşme yönündeki hareketler ilk kez bu kadar açık ve büyük bir dalgayla, dinselleşmeye doğru, dinsel eğitime doğru kayış şeklinde bir görünüm ortaya çıkmıştır. Burada demokratik rejim ve hukukun üstünlüğü üzerinde 3 yönlü tehdit
veya kıskaç saptamasında bulunulmuştur.

– Birincisi, anayasal fren ve denge düzenekleri giderek bozulmuştur.
– İkincisi; merkeziyetçi eğilimle yani yetkilerin tek kişi üzerinde toplanması yönündeki eğilimle ülkedeki çevresel bozulma arasında tam bir paralellik saptanmaktadır.
– Bir tür yeşil neo-liberalizmin, kural tanımaz neo-liberalizmen çevresel ve doğal değerler üzerinde merkezileşme eğilimiyle birlikte musallat olduğunu söyleyebiliriz” dedi.

“GEREKLİ KORUMA ANAYASAMIZDA VARDIR”

Kaboğlu, hak ve özgürlükler alanının giderek daraltılması ve bunun da belirli bir mezhep bakış açısının belirleyici olmasının raporun 1. bölümünün nedenini oluşturduğunu belirtti. Kaboğlu, 1. bölümde Gezi’ye giden sonuçları tartıştıklarını ve Gezi’nin bir sonuç olduğunu ifade ederek,

Esasen Gezi ekseninde meydana gelen olayların bir daha meydana gelmemesi için gerekli koruma anayasamızda vardır (AS: Anayasa md. 56). Çok eleştirdiğimiz, karşı çıktığımız
1982 Anayasası asgari güvenceleri koymaktadır. Sağlıklı ve düzenli bir kentleşmeden ormanların korunmasına kadar asgari güvenceleri koymaktadır. Bu çerçevede yurttaşlara
yalnızca hak tanımamakta, ödevler yüklemektedir.” dedi.

RAPOR…

Gezi Raporu’nda şu ifadeler yer aldı                         :  

“2013 yazında bir kent ve çevre savunması hareketi olarak başlayan Gezi protestoları
kısa zamanda toplumun değişik kesimlerinden gelen siyasal tepki ve istemleri içine alarak
güçlü bir toplumsal muhalefete dönüşmüştür. Bu muhalefetin siyasal iktidar tarafından
şiddetle bastırılmaya çalışılması, temel hak ve özgürlüklerin sürekli bir şekilde ihlal edildiği, hukuk devleti ve demokrasiyle bağların koparıldığı bir siyasal ortam yaratılmıştır.
Barışçıl sokak gösterileri ile dile getirilen demokratikleşme ve özgürleşme istemleri
siyasal iktidar tarafından bir darbe girişimi olarak topluma sunulmuş, bu suçlama göstericilere karşı hazırlanan iddianamelerde de yer almıştır. Bu ve Gezi sonrası meydana gelen öbür  gelişmeler demokrasiden uzaklaşılarak otoriter, hatta totaliter bir rejime doğru hızla yol alındığını göstermektedir.

Gezi’de gün yüzüne çıkan toplumsal muhalefet bizzat iktidarın politikaları sonucu şekillenmiştir.

Özellikle kentsel ve ekolojik talan, kişi özgürlüğü ve özel yaşama müdahaleler,
kadın bedeni üzerinden siyaset, toplumu muhafazakarlaştırma çabası, artan polis şiddeti gibi etmenlerden beslenen Gezi muhalefetinin, ulusal irade karşıtlığı, darbe savunuculuğu
veya komplolarla ilişkilendirilmesi mümkün değildir. Anayasa ve uluslararası insan hakları hukuku ışığında bakıldığında, Gezi protestoları geneli itibariyle  barışçıl eylemlerdir.

Bu eylemlerin sistematik bir şekilde yasaklanması, zor kullanılarak bastırılması,
anayasa ve hukuka aykırıdır.

Toplumsal muhalefetin tekrar canlanmasını önlemek amacıyla ifade ve örgütlenme özgürlüklerini kısıtlayıcı yeni düzenlemeler ivme kazanmıştır. Özgürlükler alanı daralırken, yasalaşma aşamasında olan iç güvenlik paketiyle (AS: Bu yasa Nisan 2015’te yürürlük aldı
ne yazık ki!) Kolluğun yetkileri genişletilmek istenmektedir.”

========================================

Dostlar,

Önceki gün Halit Çelenk anma töreni izlenimlerimizi bu sitede sizlere sunarken,
söz konusu  Rapor’un 1. lik ödülü aldığını ve 240 sayfalık kapsamlı bir kitap olarak
Türkiye Barolar Birliğince bastırılarak ücretsiz dağıtıldığını belirtmiştik.
(https://ahmetsaltik.net/2015/05/06/6-mayis-1972-6-mayis-2014-42-yil-sonra-3-fidan-a-ozlemle/)
Prof. İbrahim Kaboğlu da bu törende çalışmayı özü ile katılımcılara tanıtmıştı.Bir özeti biz de sitede sizlere sunalım iistedik.
Tam metin elimize geçerse onu da paylaşacağız..

Emek veren herkesi şükran ve saygı ile karşılıyoruz.
GEZİ şehitlerini – gazilerini içimizin sızısıyla hürmetle selamlıyoruz.

Sevgi ve saygı ile.
7 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

3 Devrimcinin 43. Ölüm Yıldönümü

3 Devrimcinin 43. Ölüm Yıldönümü..

Satır içi resim 2

Üstteki görseli paylaşan Sayın Prof. Dr. D. Ali Ercan’a teşekkürlerimizle…

*****
Vatan Partisi üyeleri, 43 yıl önce idam edilen Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını andı.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan için, ölümlerinin 43’üncü yılında mezarları başında anma töreni yapıldı.

Karşıyaka mezarlığındaki kabirlerini karanfillerle donatan Vatan Partisi üyeleri Deniz Gezmiş’in darağacındaki son sözleriyle yemin etti.

Törende konuşan Vatan Partisi Ankara İl Başkanı Osman Yılmaz,
buraya yas tutmak için gelmediklerini söyledi.

Yılmaz, o günkü mücadelenin “2’inci Kurtuluş Savaşı” olarak adlandırıldığını hatırlattı.

Slide2

 

 

 

 

 

 

 

 

16 Şubat 1969’da 6. Filo askerlerini denize döken yurtseverlere M. Şevket Eygi gibilerin kışkırtıcı yazılarıyla saldırıp 2 devrimciyi öldürenler günümüzde bölücü partiyde toplandı.
İstanbul’a demirleyen Amerikan 6. Filosu’nu protesto için 16 Şubat 1969’da Taksim’de yapılan emperyalizm ve sömürü karşıtı mitinge katılanlar burada toplanan sağcıların saldırısına uğradı.
Polisin teşvik ettiği saldırganlar, Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan’ı öldürdü,
yaklaşık 200 kişi yaralandı. 16 Şubat, 46 yıldır “Kanlı Pazar” olarak anılıyor.
(http://www.bianet.org/biamag/genclik/144384-kanli-pazar-dan-once-gazeteler, 7.5.15)

Öncü Gençlik
Ankara İl Başkanı Berkan Özer de Deniz’lerin mücadelesini bugün

Vatan Partisi‘nin yürüttüğünü belirtti. Vatan Partisi Ankara Milletvekilleri adaylarının da katıldığı törende daha sonra Halit Çelenk ve Mahir Çayan’ın da mezarları ziyaret edildi.

Hatay’ın İskenderun ilçesi ve Antalya’da da Vatan Partisi üyeleri Deniz ve arkadaşlarını andı. Hatay’da denize karanfiller bırakıldı.

Antalya’da Muratpaşa Belediyesi tarafından 3 Fidan Parkı açıldı.
“3 fidan anıt rölyefi” karanfillerle donatıldı.

Slide3

*****
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı şükran ve saygıyla, özlemle anarken;
o masum gençleri “Gazaba gelen ilahlar kurban istiyor..” psikolojisi içinde ölüme gönderen
tüm sorumluları da lanetleiyoruz.. Bu sorumluları Tarihin bağışlamayan vicdanına gömüyoruz..
TBMM’de Denizlerin idam ilamı

Kana kan, cana can, 3’e 3; İNTİKAMMMM!!! çığlıkları içinde onanmıştı
ne yazık ve ne ac ki!

Sevgi ve saygı ile.
7 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

YARSAV eski başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu : Adana’daki MİT TIR’ları..


YARSAV eski başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu,
Adana’daki MİT TIR’larına ilişkin soruşturmaların savcıları hakkındaki tutuklama kararını
SÖZCÜ‘ye değerlendi.

portresi

ASUMAN ARANCA/ANKARA
SÖZCÜ
haber portalı, 6.5.15

Hakim ve Yargıçlar Sendikası eski Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ”Darbe dönemlerinde bile olmayan olaylar yaşandığını” savunarak şunları söyledi:

 

”Türkiye’de artık adil yargılama adil soruşturma değil yargılamanın varlığından bile 
söz edilemez. Haklarında bu şekilde soruşturma yürütülen kişiler hakkında herhangi bir biçimde tahliye istemini inceleyebilecek bir yargıç, bu kararları denetleyemeyecek, denetleyebilmesi durumunda onlar da tutuklanacak.”

“Bu, Türkiye’de hukukun, yargının bütünüyle iktidarın bir silahı sopası haline geldiğinin
bir baskı aracı haline geldiğinin yeni bir örneğidir. Artık Türkiye’de darbelerin yapmadığı bir tahliye yasağı dönemi başlamıştır. Tutuklanan hakim ve savcıları tahliye edecek her kim olursa olsun, derhal soruşturulacağı bir sürecin varlığı Türkiye’de yargının da sonu anlamını taşımaktadır. Yapılan işlem adı geçen kişilerin şahsında, yargıya ve millet iradesine karşı yapılmış bir işlemdir. burada bütün yargıç ve savcıların ‘beni de tutuklayın, beni de soruşturun’ diyeceği bir dönem başlamıştır.”

================================

Dostlar,

Teşekkürler yürekli insan, yiğit yargıç Sayın Ömer Faruk Eminağaoğlu‘na..

Hukuk Fakültelerinin – Dekanlarının, Türkiye Barolar Birliği’nimn bile ağzını aç(a)madığı
bir ortam ve konuda hukuka ve yargıya “ama” sız, çifte standartsız yaklaştığınız için..

Bir de CHP’ye bir güzel teşekkür borcumuz var galiba!?..

Sn. Eminağaoğlu son olarak Çankırı yargıçlığı görevinden istifa ederek miltetvekili aday adayı oldu. CHP yönetimi, çooook ağır bedeller ödemiş bu birikimli savaşım (mücadele) adamını değerlendirmedi, Kontenjandan uygun bir sıraya koymadı. Emin beyin emekliliğne de daha 1,5 yıl var ve yargıçlık mesleğine yasa gereği dönemiyor. Avukatlık yaparak ekmeğini çıkarmaya çabalayacak bundan böyle.

Oysa kimler kimler CHP kontenjanlarından ilk sıralarda değil ki??
Bütün ulusalcılar tasfiye edilerek.. Prof. Süheyl Batum’lar, Prof. Birgül Ayman Güler’ler...
“Atatürk’e kefere diyen” yüzsüz sefil sağcılar,  “Sözde Ermeni soykırımı”na açıktan ve militanca destek veren Ermeni kökenli kadın adaylar, onaylı – kod numaralı  CIA ajanları,
AKP’nin sözde açılımının mimarları…. Atatürk’ün partisinde bir araya tolandılar..

Sen çok yaşa e mi, Kılıçdaroğlu’nun Y-CHP’si ve yandaş kurmayları!

CHP’nin Çileli kuvayı milliye tabanına ise dizini dövmek kalıyor galiba..
Bir de “tıpış tıpış” giderek 7 Haziran 2015 günü “mecburen – mecburiyetten” CHP’ye
oy vermek.. Bu lenetli kısır döngünün mutlaka kırılması gerek…

* Bin selam olsun Atam’a; bir oyum var Vatan’a!

Sevgi ve saygı ile.
6 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Tayyip’i kandıran kandırana

Soner Yalçın

5 Mayıs 2015, SÖZCÜ

Tayyip’i kandıran kandırana

Geçen hafta…

Mehmet Barlas ve oğlu Cemil Barlas’ın itirafçı olmaları gerektiğini yazdım.
Çünkü, Barlasların haber sitesinde “Rauf Atilla Polat” adında biri vardı;
bugünün “Fuat Avni”sine benzer yazılar kaleme alıyordu.
Bu isimden gidilirse “Fuat Avni”ye ulaşılabileceğini söyledim. Tartışma büyüdü…
Bu tartışmalarda Davutoğlu’nun danışmanı Atılgan Bayar’ın yazdıkları ilgimi çekti. Barlasların, Erdoğan’a küfür eden Cemaatçi Önder Aytaç’ın yazılarını, 10 Mart 2013’e dek yayınlamaya devam ettiğini belirterek, “Paralel’in kazanacağını düşünüyorlardı.
Erdoğan’ın kazanacağını anlayınca Paralel’den dümen kırdılar” diye yazdı.
Bu tespitin izini sürdüm…
Gülen’in resmi sitesinde; 1994’ten bugüne kadar hakkında çıkan köşe yazıları var.
Mehmet Barlas yazılarını okudum (Gülen’i en çok öven makaleyi; Taha Akyol,
Mahmut Övür, Enis Berberoğlu, Yiğit Bulut’
un yazdığını gördüm! Neyse.)
Mehmet Barlas’ın Sabah’taki ilk yazısının tarihi; 14 Şubat 1995. Erbakan’a akıl veriyordu: “Farklı kesimleri ve siyasi görüşleri temsil eden insanlar, Fethullah Gülen’in iftarında bir araya gelince şaşırıyoruz. Bu gerçeğe, öncelikle Necmettin Erbakan’ın ve Refahlı, önde gelen
diğer politikacıların eğilmesi şart…”

Yine Sabah’ta; “Gelelim, muhafazakar ve mukaddesatçı kesimdeki yenilikçiliğe. Bir haftadır Zaman gazetesinde, Fethullah Gülen’in ‘Ufuk Turu’ yayınlanıyor. Bakın neler diyor Fethullah Hocaefendi…” deyip övgülerini sıralıyordu. (19.8.1995)
Sonra…

Maaşı 25 bin dolar

Barlas’ın, 28 Şubat sürecinde Gülen’i öven-koruyan makalesi yok..!
“28 Şubat’ta Sabah’tan kovuldu, bu nedenle yazamamıştır” demeyin.

1) Dönemin Sabah patronu Dinç Bilgin TBMM’deki Darbeler Komisyonu’na,
“Barlas Ailesi’nin işlerine 28 Şubat süreci içinde son vermedim. Çok yüksek ücretli yazarımdı; 25 bin dolar alıyordu. Aynı zamanda bize rakip televizyonlarda programlar yapmaya başladı. Aramızdaki ihtilaf ondan doğdu, arkasında siyasi bir durum yok.” dedi.

2) Sabah’tan hemen sonra Barlas, Zaman ve Yeni Şafak gazetelerinde köşe yazdı.
Yani, yazabilirdi fakat Gülen’i övmeye 28 Şubat’ta ara vermişti!..
Barlas’ın, Gülen övgülü yazıları 28 Şubat’tan sonra tekrar başladı. Üstelik…
Yeni Şafak’ta, 30 Eylül 2000’de yirmi gün tam sayfa “Hocaefendi Sendromu” başlıklı
yazı dizisi kaleme aldı: “Yayın organları, okulları, dershaneleri, vakıfları, finans kuruluşları birer belirti (veya sendrom) şeklinde alınıp, Fethullah Gülen’in devleti ve orduyu ele geçirmek için, gizli ve planlı bir çalışma yapan bir ‘çete lideri” olduğu ileri sürülüyor…” diyerek
bunun ne kadar anlamsız ve saçma olduğunu yirmi gün boyunca yazdı.
Yetmemiş olacak ki; “Sosyo- Politik Bir Gerçek Olarak Hocaefendi Sendromu” adlı
Gülen kitabı çıkardı.
Uzatmamayım… Tarihleri hızlı geçip yakın tarihlere gelelim….
Barlas tekrar Sabah’a döndü ve Gülen’e kol-kanat germeye devam etti.
“Bir başka sakız edilen kavram da ‘Cemaat’ değil mi? Özellikle son dönemde
Fethullah Gülen’in cemaati, belirli çevrelerin hedefinde…” (19.4. 2011)
Barlas’ın benzer yazılarından çok örnek vermeye gerek yok; çünkü başka “derin”konular var.

Örneğin…
Cemaat’in, 7 Şubat 2012’de Hakan Fidan’a yönelik MİT kumpası ardından Barlas şunu yazdı: “AK Parti ile Cemaati veya Tayyip Erdoğan ile Fethullah Gülen’i birbirlerine düşürme projesi de, aklın ve mantığın kabul edebileceği bir girişim olamaz.” (24.4.2012)
“Gülen Cemaati’nden AK Parti’ye muhalif bir siyasi hareket çıkarmaya dönük arayışlar, Rus medyasında da, bizim medyada da nakıs teşebbüsler olmaktan öteye gidemez.” (13.7.2013)
Bitmedi…

Yine dönek oldu

Gelelim, 17-25 Aralık süreci öncesine…
Barlas, 12 Kasım 2013 tarihli yazısında Erdoğan’ı üstü örtülü biçimde eleştirdi:
“O’nun ağırlığını ve başardıklarını ancak O siyaset arenasından çekildikten sonra tam olarak değerlendirebileceğiz.”
Altı gün sonra… Gülen’in ABD’den dönmesi gerektiğini belirtti. (18. 11.2013)
Neler oluyordu?
Davutoğlu’nun danışmanı Bayar, 17-25 Aralık sürecinde Barlas’ın TV ekranına çıkmayıp; kimin başarılı olacağını beklediğini belirtti.
Barlas, 17 Aralık operasyonu’ndan iki gün sonra şöyle yazdı:
“Yolsuzluk iddiaları kamuoyunu tatmin edecek biçimde bir sonuca ulaştırılmalıdır…”
Bir gün sonra… “Aklı başında, vicdan sahibi, siyasi sağduyusu ve vatandaşlık bilinci olan hiç kimse ‘Yolsuzluk olsa bile bunlar görmezden gelinmelidir’ demez, diyemez.”
Barlas bu süreçte “ortaya” yazılar kaleme aldı…
“Günlerdir siyaset gündemini karıştıran ‘Dosyalı Operasyon’u planlayanlar tam olarak neyi amaçlıyorlardı bilemiyoruz… Ancak hiç unutmayalım ki, krizler de bir süreçtir ve sonuçları da, bu süreç noktalanıncaya kadar tam belli olmaz.” (26.12.2013)
Barlas bekledi. Süreç tamamlandı. Ve Erdoğan kazanınca dönek oldu.
Artık dün yazdıklarının tam aksini yazmaya başladı. Örneğin…
“MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı hedef alan geçen yılın ocak ayındaki yargı operasyonu arkasındaki güdülerin çok açık ve seçik biçimde tahlil edilmesine rağmen, Paralel Devlet’in üzerine o zaman gidilmemesi, ‘Acaba yöneticilerimiz gaflet uykusuna mı dalmışlardı’ kuşkusunu doğal olarak gündeme getiriyor…” (10.1.2014)
“Geçen yıl ‘Gezi Kalkışması’ ile başlayıp ‘17-25 Aralık dost modern darbe girişimi’ile
dibe vuran süreçte….” (22.4.2014)

Neler yazmıyordu ki artık:
“Bir kulağı Amerika’ya, diğer kulağı İsrail’e kilitlenmiş olan Pensilvanya Örgütü
yöneticileri….” (1.3.2015)

Ben diyorum ki:
Barlasların bu göz boyaması kimseyi kandırmamalı; İtirafçı olmalılar ve;
Gülen ile “derin” ilişkilerini anlatmalıdırlar…
Yoksa… Tayyip ileri günlerde, “yanağımı okşayarak beni kandırmış” diyebilir…

=============================

Dostlar,

Anımsanacaktır, rahmetl, Uğur Mumcu, Mehmet Barlas gibileri müthiş benzetiyordu.
Liboşlari dönekler, fırdöndüler, liberal tosuncuklar…

Huylu huyundan vazgeçemiyor anlaşılan.. Yaşı 80’e dayansa da..

RTE ne yapsın, böylesine ustalar varken karşısında;
habire kanıyor / kandırılıyor adamcağız..

Sevgi ve saygı ile.
6 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

5 Mayıs 2015 akşamı Halit Çelenk Hukuk Ödülleri töreni

Değerli Dostlar

5 Mayıs 2015 akşamı Av. Halit Çelenk Hukuk Ödülleri törenine bekliyoruz.5Mayis2015_anma_posteri5 Mayıs 2015, Salı
Saat 19:00, Yer : Barolar Birliği Balgat Merkezi
İlhami Soysal Sok. no 3
Av. Özdemir Özok
Konferans Salonu, Litai Otel
anma_fotosu
Düzenleme Kurulu adına
Özlem Şen Abay – Ali Rıza Aydın
İyi dileklerimizle…
========================================
Dostlar
,Av. Halit Çelenk‘i 5 Mayıs 2011 günü yitirmiştik.
Av. Halit Çelenk, Denizlerin avukatı idi.
Bu davaya gönlünü, gövdesini koymuştu..
Bir dava adamı ve harman yürekli bir yiğit idi..
Yılmaz bir Devrimci idi..
4 koca yıl geçti O’nu yitireli.. çoook özlüyoruz..
Merhum Çelenk’in küçük kızı Sayın Prof. Dr. Ferda Özyurda ile Ankara Üniv. Tıp Fak.
Halk Sağlığı Anabilim Dalı’nda meslektaş olarak bitişik odaları paylaşıyoruz..
Çelenk ustanın damadı Prof. Dr. Ümit Özyurda da aynı fakültede çalışma arkadaşımız.
Önceki anmalara katılmıştık. Buna da katılacağız.
Ailesinin ve Ulusumuzun acısını paylaşıyoruz..
Tüm devrimci çabalarını saygı ve şükran ile selamlıyoruz..
*****
Av. Halit ÇELENEK ile telefon görüşmemiz..22.05.08 günü bizi telefonla Fakültede iken aradılar (kızı çalışma arkadaşımız Prof. Ferda Özyurda aracılığıyla).
6 Mayıs 2008 günü yazdığımız “Deniz’e, Hüseyin’e, Yusuf’a!” başlıklı yazımızdan
çok mutlu olduğunu, bizi kutladığını belirttiler ve teşekkür ettiler.
Deniz’in idam öncesi sözleri gündeme geldi.. Biz, “Atatürk’ün adı geçti mi?” dedik..
– Bu gençler Atatürkçü değillerdi, Kemalist değillerdi..
ama O’na çok saygılı ve bağlı idiler.. dedi.
Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal yürüyüşü düzenlediler.. dedi.
Son sözlerini TV’lerde bana söyletmiyorlar.. dedi:
  • Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği
  • Yaşasın Marksizm-Leninizm’in yüce ilkleri
  • Yaşasın Türkiye’nin bağımsızlığı
  • Kahrolsun emperyalizm

İdam öncesi son sözleri idi.. dedi. Aradan 36-37 yıl geçti, düşünce açıklaması suç değil ama ürküyor ve söyletmiyorlar.. dedi.
Biz de teşekkür ederek, emeklerine kutlama ve saygı ile telefon görüşmesini bitirdik.
*****

Halit Çelenk ile, 10.03.07

10 Mart 2007’de imza gününde
Sayın Çelenk ile birlikteyiz..
(12 Eylül’de işkence ile öldürülen
İlhan Erdost’un ağabeyi
Muzaffer İlhan  Erdost kitapevinde)
TBB (Türkiye Barolar Birliği) sitesinde aşağıdaki başlıkla yayımlanan habere erişemk için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

“HALİT ÇELENK HUKUK ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU”

 HALIT_CELENK_HUKUK_ODULLERI_SAHIPLERINI_BULDU_5.5.15

Sevgi ve saygı ile.
30 Nisan 2015, Ankara
 
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com