Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 7 Ekim 2015

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 7 Ekim 2015

????????????????????????????????????????????????????????????

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ÖSO

Rusya ayrım gözetmeden Suriye’deki tüm terör örgütlerini vurdu.
Besle, büyüt, eğit, donat Rusya vursun…

KIR AT

Demirtaş, PKK’nın HDP’yi desteklemediğini söyledi.
RTE-AKP ile seçime gire gire seçim öncesi kıvırmayı öğrendi…

BAYRAK

RTE, ”Siz bu milleti birkaç bayrak sallamakla aldatamazsınız”
Milliyetçiliği ayak altına alıp bayrak sallatarak aldatabilir misiniz?…

ŞEYTAN

Şeytan taşlamada bine yakın hacı adayı öldü. Hacca şeytan karıştı…

MÜFTÜ

Şeytan taşlamasında bine yakın hacı adayının ölümüne RTE, ”Yönetimin hatası yok”,
Suudi müftü “Kader” dedi. Suudi kral sorumluları görevden aldı.
RTE’ye müftülük mü yakışır, yöneticilik mi?…

GARABET

RTE,  İmam Hatipli sayısını azalttığı için 8 yıllık kesintisiz eğitimi “garabet” olarak tanımladı.
4+4+4 garabeti ile karıştırmış olmalı…

AKP’Lİ

Gazeteci Ahmet Hakan’a saldıran 4 kişinin 3’ü AKP üyesi.
Kindarlık mayasının meyvesi…

YÜKSEK

HDP/PKK’li Figen Yüksekdağ,”Kürtler elektrik parası ödemesin. Enerji bizim” diyor.
Yüksekten atıyor…

SAYGI

CHP’liler, Cumhurbaşkanı RTE’yi Meclis’e girişinde makama saygı gereği ayakta karşıladı, çıkışında ayağa kalkmadı.
RTE saygınlığı içerde mi bıraktı?…

KUMPAS

Poyrazköy Davası da kumpası teyit ederek kapandı.
Kumpasçılar ve kullanıcıları buçuk-buçuk atmaya başlamalı…

ÖZGÜRLÜK

Basın özgürlüğü yürüyüşüne katılan Cumhuriyet Gazetesi, Poyrazköy Davası’nı kıyısından görebildi. Askerler ceza alsa özgürce manşetten verir miydi?

SINIR

ABD, Afganistan’da Sınır Tanımayan Doktorlar’ın işlettiği hastaneye hava saldırısı yaptı.
ABD’nin insanlık sınırı…

YASA

Prof. Pekünlü, Anayasayı uyguladığı için 2. kez hapis cezası aldı.
“Anayasayı bana uydurun” diyecek makamda olsaydı…

DEVE

Artvin deve güreşlerinde içki yasaklanmış. Yok deve…

HAN

RTE, Danıştay’a TCK Eski Gen. Md. M. C. Turhan’ı atadı. Adam 40 yıl yol yapmış.
Ülke yol geçen hanı olmuştu, Danıştay da “yol yapan hanı” oluyor…

YIKAMA

RTE, İmam hatip açılışında ”Herkes ölü yıkamayı bilmeli”
Öldür yaşatacağına,
Yıkama-yağlama  bedava…

KAHYA

Putin, Suriye’nin iç işlerine karışmaması gerektiğini ”Obama Suriye vatandaşı değil” diye açıkladı.
Bizimkine “kahya değil” dense yeridir…

=======================================

Teşekkürler çok değerli Naci paşamız..
Beyninize ve yüreğinize sağlık olsun…

Sevgi ve saygı ile.
06 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Batı Asya ve Türkiye’de tanyeri ağarırken

Batı Asya ve Türkiye’de tanyeri ağarırken

Doğu Perinçek

Doğu Perinçek
dogu.perincek@iscipartisi.org.tr
AYDINLIK, 04 Ekim 2015

Rusya, artık yalnız Suriye’de değil, aynı zamanda Doğu Akdeniz’dedir. Ukrayna’da karşı karşıya gelen ABD ile Rusya, Suriye’de işbirliği yapmaz. Anlaşma falan yok, Rusya, Batı Asya’da ABD’ye karşı cephe tutmuştur.

BATI ASYA’DA OLUŞAN CEPHE

Batı Asya’da, Suriye, Irak, İran ve Rusya aynı cephededir. Almanya da onlarla birliktedir. ABD’nin Volkswagen’i hedef alarak Almanya sanayisine açtığı savaş stratejik düzlemdedir. Berlin, Washington’a direniyor. Bu direnme, yalnız ekonomi alanında değil, her cephededir.
Çin Halk Cumhuriyeti, ABD’yi barışçı yoldan geçme stratejisinde hayli yol aldı. Ve artık dünyanın yedi ikliminde ABD tahakkümüne karşı mücadele edenlerin yanında konumlanıyor. Çin yöneticileri, kravatları çıkardılar ve Batılıların “Mao ceketi” dedikleri Asya ceketlerini giydiler. Çin ile Rusya arasındaki işbirliği sağlam adımlarla ilerliyor. Washington’un eski
akıl hocalarından Brzezinski’nin “Aman Çin’e karşı Rusya’yı yanımıza çekelim” öğütleri
bir işe yaramadı.
Toplam olarak baktığımız zaman, Batı Asya’da bölge ülkeleri ile Rusya, Almanya ve Çin ortak cephede buluştu. Artık Suriye, Avrasya’nın, başka deyişle Avrupa+Asya’nın ön cephesi oldu. Ön cephe kuşkusuz bölge genişliğindedir.

ABD’NİN PİYONLARINA VURAN VURANA

“Vekâlet savaşları” deniyor, biz “piyon savaşları” diyoruz. Batı Asya devletleri, ABD’nin piyonlarını artık buldukları yerde köşeye sıkıştırıyor ve pataklıyor. Herkes “IŞİD’e vuruyorum” diyerek ABD’nin piyonlarına vuruyor. Washington, “Hani IŞİD’i vuracaktınız, benim adamlarımı vuruyorsunuz” diye yakınmakla meşgul.
24 Temmuz’da Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ABD’nin “Kara gücüm” dediği PKK’ya karşı başlattığı harekâta Washington hiçbir ciddî yanıt verememiştir. Bu kez Rus uçakları yine ABD’nin “bizim adamlarımız” dediği teröristleri dövüyor. ABD, ateşe sürdüğü örgütlere
sahip çıkamıyor.
YENİ ÇAĞ
Bölgede kuvvet dengeleri değişmiştir. Hatta dünya ölçeğinde kuvvet dengeleri değişmektedir. ABD, Suriye’de ve genel olarak Batı Asya’da yenilmiştir. “ABD yenilmez” diyenler de yenilmiştir. Beş yüzyıllık Atlantik Çağı, artık arkada kalıyor. Dünya Asya Çağına girmektedir.

TÜRKİYE’NİN ÖNÜNDEKİ ÇAĞDAŞLAŞMA ÇAĞI

2000’li yılların başında CIA, “21. Yüzyılın Perspektifleri” gibi bir başlıkla rapor yayınlamıştı. Orada Türkiye’nin 21. Yüzyıldaki çıkarlarının Asya’da olduğu belirtiliyordu. Türkiye’nin işbirliği yapacağı ülkelerin, Batı Asya ülkeleri yanında Rusya ve Çin olacağı öngörülüyordu.
Bu nedenle Türkiye, ABD’nin isteğiyle Avrupa Birliği’ne aday üye yapıldı ve Atlantik kapısına bağlandı. Ancak şimdi Atlantik ittifakının kendisi parçalanmaktadır. Almanya Başbakanı Merkel’in ABD ile birlikte Rusya’nın Suriye harekâtından kaygılanan bildiriye imza atması
bu gerçeği değiştirmiyor.
Türkiye’nin önündeki seçeneklere bakıyoruz.
Tek seçenek kaldı, tek mecburiyet var Türkiye, toprak bütünlüğünü korumak ve Atatürk rotasında ilerlemek için,
Batı Asya’daki ve Avrasya’daki konumuna yerleşmek durumundadır.
  • Türkiye, Atlantik sistemi içinde borca battı, bölündü ve
    tarikat-cemaat pençesine düştü.

Şimdi Türkiye, Asya’daki konumuna yerleşerek çağdaşlaşma hedefine ilerleyecektir.
Atlantik’te yıkıma uğratılan Atatürk Devrimi, Asya’da ayağa kalkacaktır.

KÜRT KORİDORU’NDA BOZGUN VAR

ABD’nin Türkiye’yi yeniden 1990 öncesine götürme şansı bulunmuyor.

ABD’nin kendisi Türkiye için tehdit haline gelmiştir.

Washington’un PKK’yı feda ederek Türkiye ile eski günleri canlandırma şansı da geçerli değildir. PKK/PYD, zaten herkes tarafından feda edilmiştir. ABD’nin “Kürt Koridoru” girişimi, Türk Ordusunun harekâtından ve en son Rusya’nın harekâtından sonra bozguna uğramıştır. Artık hiçbir güç, Barzanistan’ı Doğu Akdeniz’e bağlayamaz. Birleşen Suriye’de Kürtlere kuşkusuz yer vardır ama Kürt bölücülüğüne izin olmayacaktır. Rusya ve Suriye, PYD’ye Suriye’nin bütünlüğü dışında bir seçenek tanımıyorlar. PKK/PYD’nin ABD-İsrail Koridoruna hizmet seçeneği de artık geçersizdir.

ABD’NİN ÇARESİ YOK

Girdiğimiz süreçte artık Türkiye’de ABD’ye dayanarak iktidar olma ve iktidarda kalma formülleri de geçerliğini yitiriyor. O nedenle Davutoğlu’nun ve Tayyip Erdoğan’ın Rusya’ya üzüntülerini beyan etmelerinin siyasette karşılığı bulunmuyor.
Türk Ordusunun 24 Temmuz’da başlayan harekâtı, yalnız iç cephede değil, dış cephede de
yeni bir dönemi açmıştır. Türkiye, ABD’nin piyonlarına vurarak Atlantik sistemine başkaldırmış bulunuyor. ABD’nin bu süreci geri döndürmek için yapabilecekleri sınırlıdır. Kuşkusuz macera da bir seçenektir. Ancak o tür girişimler ABD tarihine “delilik” olarak geçer. Nitekim Obama’nın dün gece “Kürt savaşçılarından” medet umar hale düşmesi çaresizliğin itirafıdır.
Türkiye, yalnız Bölücü Teröre karşı mücadelesiyle değil, borç batağından kurtulmak için de ABD’nin zincirlerini kırmak durumundadır. Atlantik sistemi içinde Üretim Ekonomisi kurma şansı bulunmuyor. Atatürk önderliğinde 1930’larda Planlı Karma Ekonomi uygulanarak gerçekleştirilen “Türk Mucizesi” yeniden gündemdedir. Bir seçenek olarak değil,
mecburiyet olarak Türkiye’nin biricik çıkış yolu budur.

TÜRKİYE’NİN VE DÜNYANIN YAKIN GÜNDEMİ

1.Türkiye, üretim ekonomisine geçecektir. Planlı Karma Ekonomi görüş mesafesi içindedir.
2.Türkiye, komşuları Suriye, Irak, İran, Azerbaycan ile birlikte hatta bir süre sonra Lübnan ve Mısır’ın da katılmasıyla Batı Asya Birliği’ni oluşturacaktır.
3.Türkiye, Şanghay İşbirliği Örgütü’nde, Rusya, Çin, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Hindistan ve diğer Asya ülkeleriyle dünya barışı ve ekonomik kalkınma için el ele verecektir.
4.Avrupa+Asya ittifakı olan Avrasya Birliği dünya gündemine girmiştir.
5.ABD, önümüzdeki süreçte Batı Asya’da oluşan yeni durumu kabul etmek ve Batı Asya ülkeleriyle işbirliğine yönelik politika oluşturmak dışında bir seçeneğe sahip değildir.
Bunun dışındaki zorlamalar, ABD’nin ağır yenilgisiyle sonuçlanır.
6.Türkiye’de Atlantik’te bölünme ve borca batma döneminin sonuna geliyoruz.
ABD işbirlikçileri ve PKK dostları önümüzdeki dönemin kaybedenleridir.
7.Bu koşullarda Türkiye’de Vatan Partisi Programı artık gündemdedir.
Bu süreçte Millî Hükümetin kuruluşunu kimse önleyemez.==================================

Dostlar,

Vatan Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek oldukça iyimser ve uzuuun bir yazı
kaleme almış..

İnsanın “Nerdeeeee??” diyesi geliyor..

Keşke, keşke, keşke…

Sevgi ve saygı ile.
06 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

25 YIL SONRA BAHRİYE ÜÇOK ve TURAN DURSUN CİNAYETLERİ..

BAHRİYE ÜÇOK

Melek Esmer*

Yine aylardan Ekim; hüznün ve zamansız vedaların, bitişlerin ayı. “Atatürkçüyüm ben,
bir Cumhuriyet kadınıyım” diyenler için; 6 Ekim günü kalleşçe bir pusuyla evinin önünde öldürülen Bahriye Üçok, Ekim ayındaki hazin kayıplarımızın başında gelir. Çünkü Üçok savunduğu  görüşleri ve ödün vermediği ilkeleri yüzünden bu Ülkede suikasta kurban giden
“tek kadın” aydınımızdır.

Bahriye Üçok’u kısaca tanıtayım; 1919 yılında Trabzon da doğmuş, Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesini (Türk-İslâm Tarihi) ve eş zamanlı olarak Devlet Konservatuvarı “opera” bölümünü bitirmiştir.1953 yılında Ankara İlahiyat Fakültesine öğretim üyesi olarak atanan ilk kadındır. “İslam Devletlerinde Kadın Hükümdarlar” adlı teziyle doçentliğe yükselmiştir. Arapça, Farsça ve Fransızcayı çok iyi bilen Üçok Kur’anı Kerime bağlı kalarak İslâm Dinini gerçekçi bir bakışla ve Dinin özünde olması gereken hoşgörü ile yorumlamıştır.

bahriye_ucok

Bahriye Üçok 1919-1990

1960 yılında aldığı tehditlerin artması üzerine akademik çalışmalarına ara vermiş, 1971 yılında Cumhurbaşkanı Cevdet SUNAY tarafından kontenjan senatörü seçilmiş ve 5 yıl boyunca Cumhuriyet senatosunda divan üyeliği yapmıştır. Siyasi tercihini 1977 yılında CHP den yana kullanmış ve bu partiye katılmıştır. 12 Eylül sonrasında 1983 yılında Halkçı Parti kurucu üyesi olmuş aynı yıl Ordu Milletvekili seçilmiş, 1986 yılında SHP’ye üye olmuş ve parti meclisi Üyesi olmuştur.

Laik Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ilkelerine bağlı kalarak Atatürk Devrimlerine inanmış, O’nun ilkelerinin ışığında kadın haklarının en önde gelen savunucusu olmuştur. Savunduğu ilkeler ve dik duruşu nedeniyle, Şeriat yanlısı yobaz zihniyetin hedefine alınmıştır. Tüm tehditlere karşın  yılmadan aydınlanma mücadelesine devam etmiştir. Özellikle “İslam dininde örtünmenin ve oruç tutmanın zorunlu olmadığını” açıklayarak yüksek öğrenimdeki kızlarımızın başörtüsü kullanmalarının İslam diniyle ilgisinin olmadığını, türban ve sıkma-başörtüsünün Laik Cumhuriyet karşıtlığının siyasal simgesi olduğunu geniş kitlelere anlatmaya çalışmıştır. Bahriye Üçok, Kadının bilinçlenmesinin önemini, kadının özgür birey olmasının önemini anlatan ve Laiklik karşıtlarına karşı açıkça savaşan değerli bir aydınımızdı. Cumhuriyet Devrimlerimizin temel taşlarından en önemlisi olan “Laiklik ilkesini” sonuna kadar savunduğu ve gericiliğe direndiği için, “İslâm’a sınır koyanları öldürmeyi borç biliriz” diyen şeriat yanlısı bir örgüt tarafından “tesettür konusunda ki düşünceleri yüzünden cezalandırdık” açıklaması ile,  öldürülen ilk ve tek kadındır.

• İslâmdan dönenler ve yalancı peygamberler,
• İslâm devletinde kadın hükümdarlar,
• Atatürk’ün izinde bir arpa boyu,
• Şeriat sarmalında Türkiye,
• İslâm tarihi, Emeviler ve Abbasiler
adlı yapıtları olan Üçok,  Aly MAZAHERİ’nin “Ortaçağ da Müslümanlarnı günlük yaşayışları “adlı eserini de Türkçeye kazandırmıştır.

Kendisi 3 Ekim 1990 tarihinde SHP Genel Başkanlığına sunduğu raporda “irtica”yı,
“gücünü kutsal inançlardan alan şeriatçı mihrakların eylemleri” olarak tanımlamıştır

1950 de değişen iktidar yapısı ile Cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerinden yavaş yavaş uzaklaşılmaya başlanmış ve Kur’an kurslarının ve İmam-Hatip okullarının çoğalması ile tesettür modası da artmaya başlamış, o gün Bahriye ÜÇOK’un dikkat çektiği Şeriat heveslilerinin uygulamaları çığırından çıkmış durumdadır ve 1990 larda aydınlarımızı kaba kuvvetle susturan ilkel zihniyet ne yazık ki halen iktidardadır.

Ülkemin aydın kadınlarından biri olan ve “Çağdaş İlahiyatçı” olarak tanınan Bahriye Üçok’u
6 Ekim 1990 tarihinde evine gönderilen bombalı bir kargo paketi ile haince öldüren “İslami hareket” isimli bir örgüt tarafından cinayet üstlenilmiştir. Benzer örgütler bugün de “ılımlı İslam” görünümünde Laik Cumhuriyeti çökertmek adına haince çalışmalarına devam etmektedir.

Atatürk Cumhuriyetinde ‘aklı özgür birey’ olmak onurunu taşıyan tüm kadınlar için Bahriye Üçok ölmemiştir; bedeni ortadan kaldırılmış olsa bile onun fikirleri ve savunduğu  ilkeler Çağdaş, Yurtsever kadınlara ışık tutmaya devam edecektir…
________
*ADD BDK Üyesi

========================================

Dostlar,

25 YIL SONRA BAHRİYE ÜÇOK ve
TURAN DURSUN CİNAYETLERİ..

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi aydın din bilgini
Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK, tam 25 yıl yani çeyrek yüzyıl önce bu gün,
evine gönderilen patlayıcı madde içeren bir paketle öldürülmüştü.

fotosu

 

 

 

 

Ne yazık ki tetikçiler gerisindeki azmettiriciler hala yakalan(a)madı!??

– Bahriye hoca, namaz kılmanın ve oruç tutmanın
İslam dininde zorunlu olmadığını belgeleriyle yazmıştı.
– Türbanın da İslamda yeri olmadığını savlıyordu kanıtlarıyla..

Dinci yobaz, gerçekle yüzleşemedi ve “infaz” kararı verdi..

Allah’ın lanetinin sonsuza dek bu katillerin ve azmettiricilerinin üzerinde olacağı kesindir..
Bizim böyle olmasını dilememize bile gerek yok..

Aynı çağdışı karanlık anlayış, 1 ay önce bir başka aydın din bilgini Turan Dursun’a da kıymıştı.. 4 Eylül 1990’da..
O Turan Dursun ki, Kuran’ın 8 cilt gerçekçi yorumunu (tefsirini, mealini, enterpretasyonunu) yayımlamıştı… (Kaynak Yayınları)

portresi

“DİN BU” adlı görkemli kitabıyla İslamiyeti köhne boşinanlardan (hurafelerden) arındırmaya çabalıyordu.. Din simsarı yobaz,
halkın gerçek İslamı öğrenmesini istemedi, çünkü acımasızca sömürüsünü din üzerinden, onu alet ederek, kutsal duyguları
alet ederek sürdürmeye kararlı idi..

 

ADD Bilim Danışma Kurulu Üyesi Sayın Melek Esmer’in yazısını yukarıda paylaştık..
(Yazıdaki imla hatalarına dokunmadık.. http://add.org.tr/bahriye-ucok/)

İnsan aklı ve onuru elbet bu karanlıkları da aşacak..
Bu çabaya omuz vermek ne onurlu bir sorunluluktur..

Dinci – yobaz şu soruya yanıt vermeli :

  • Bu ülkede 120 bini aşan cami, binlerce kuran kursu, 35 yıldır zorunlu din dersi,
    bolca Arapça ve Siyer dersi, 86 İlahiyat fakültesi, 1.2 milyon İHL öğrencisi…… var…

Türkiye neden kalkınmış bir ülke değil?
Türkiye neden yolsuzlukta, ahlaksızlıkta, rüşvette, dolandırıcılıkta, zimmet – irtikap vb. suçlarda dünyada en önlerde geliyor??
Bunca namussuz, ahlaksız, ırz düşmanı, ihale fesatçısı, vakıf vurguncusu, filo sahibi,
din baronu… uzaydan mı geldi??

ERDEMLİ İNSAN nasıl yetişecek bu topraklarda??
İnsan, nasıl insan olacak / insanlaşacak bu coğrafyada??

Sevgi ve saygı ile.
06 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Öldürülmesinin 25. Yılında Aydın Din Bilgini Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK’u Anıyoruz..


Öldürülmesinin 25. Yılında
Aydın Din Bilgini
Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK’u Anıyoruz..

Cinayeti işleyenleri, azmettirenleri ve çeyrek yüzyıldır aydınlatmayanları şiddetle lanetliyoruz..

Sevgi, saygı ve KAYGI ile.
06 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

===============================================

Aydınlanma şehidi Bahriye Üçok‘un Cumhuriyet‘teki ilk yazısı

  • “…Kadın hakları ile ilgili en büyük devrimi İslamiyet getirmiştir.
    Fakat onu yanlış anlatanların ve öğrenenlerin yüzyıllar boyunca süren tutumlarından ötürü Müslüman kadını, kendi yuvasında yüzyıllar boyunca
    en doğal haklarını yitirmiş olarak yaşamak zorunda bırakılmıştı…”

İslamiyet ve Kadın Hakları

Doç. Dr. BAHRİYE ÜÇOK
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Radyo, televizyon ve basın gibi modern imkânlara rağmen, Batılılardan birçok kimse bugün hâlâ Türkiye’deki kadınların çarşaf ve peçe ile örtülü olup olmadıklarını, erkeklerin birden çok kadınla evlenip evlenmediklerini, zenginlerin birer hareme
sahip olup olmadıklarını merak eder sorarlar.

Türkiye’de yaşayan Müslümanlar ise XX. yüzyılda Müslüman Türk kadınlarının özgürlüklerine sahip olup erkekler gibi millet ve memleket hizmetinde bulunmalarını, yeni ve modern anlayışın onlara tanıdığı yeni bir hak sanarak yadırgamaktadırlar.
Bu, çağdaş Müslüman kadınların Ortaçağ’daki hemcinslerinden pek farklı hak ve özgürlüklere kavuşmuş oldukları inancından ileri gelmektedir. Gerçekte ise İslamiyetin kadına tanığı haklar ile günümüzde yaşayan kadınların hak ve özgürlükleri karşılaştırıldığı zaman görülen fark, sadece aile ve miras hukuku ile ilgilidir.
Çalışma, meslek sahibi olma bakımından Ortaçağ ile modern çağ kadını arasında
hiçbir farkı yoktur. Ortaçağ İslam tarihinin kaynakları ve fıkıh incelendiği zaman
görülür ki; Müslümanlık, kadını erkeğin satın alabileceği bir esir, bir meta niteliğinde saymamıştır. İslam dini onu bir eşya gibi kabul etmediği içindir ki, erkekler gibi
ilim sahibi olmağa teşvik eder. Timur’un torunu Uluğ Bey bu hususa çok önem vermiş olmalı ki, Semerkant’ta ve Buhara’da yaptırmış olduğu medreselerin kitabevlerini;
“İlim tahsil etmek erkek ve kadın her Müslümana farzdır” hadisi ile süslemiştir.

İslam hukukuna göre

İslam hukukuna göre reşit kadın istifade ve kullanma ehliyetine sahiptir.

Kocasından ayrı ticaretle uğraşabilir. Kültür alanında Avrupa’nın en ileri gitmiş devletlerinden biri olan Fransa’da daha iki yıl öncesine kadar, kadın kocasının izni olmadan parasını bankaya yatıramıyor veya buradaki parasını çekemiyordu.
Oysa kadının hukuksal kişiliği, kendi parasına tasarruf hakkı, İslamiyetle birlikte tanınmıştır. Müslüman kadın reşit ise rızası olmadan evlendirilemez.
Reşit olmadan velisinin arzusu ile evlendirilmiş olan kızların, reşit olunca
bu evliliği feshettirme hakları vardır.
Ayrıca evlenme sözleşmesi sırasında
veya sonra erkek, karısına istediği zaman boşanma hakkını tanıyabilirdi.

Avrupa’nın en uygar ülkelerinden biri olan İsviçre’de kadının seçme ve seçilme hakkı henüz bazı kantonlar dışında tanınmadığı halde, İslam bu hakkı tanıdığının delillerini daha Hz. Muhammed zamanında, tarihe geçen olaylar ile vermiştir. Örneğin, Akabe biatleri ve Mekke fethi (630) sırasında kadınların da Hz. Muhammed’e gelip biat etmeleri gibi. Mekke’de Hz. Muhammed’e ilk biat eden kadının Hz. Ali’nin kız kardeşi Ümm-i Hâni olduğu ve bunu Ümm-i Habibe, Erva, Âtike, Ümm-i Hakim, Halid bin Velid’in kız kardeşi Fâhite ve Mekkelilerin gözde başkanları Ebu Sufyan’ın eşi Hind’in izledikleri, kaynaklarca bildirilmektedir. Bunlar teker teker İslam dinine ve Hz. Muhammed’in dünyevi şefliğine itaate söz vermişler ve böylece inançlarını belli etmişlerdir. O gün Mekke’deki diğer kadınların biatlerini almak işine, Hz. Muhammed, Hz. Ömer’i memur etmişti. Böylece yalnız Kureyş’in şerefli ailelerine mensup kadınların oyları ile yetinilmemiş, bütün reşit kadınların birer birer oylarının alınmasına
önem verilmiştir.

Gene zamanımızda sanılır ki, Ortaçağda Orta Asya’dan Atlas Okyanusu’na kadar uzanan İslam ülkelerindeki kadınlar ev işleriyle, çocuk büyütmekten başka bir şeyle uğraşmazlardı. Oysa tarih bizlere kadınların zaman zaman erkeklerle birlikte askere gittiklerini, en meşhurları Sitt ül-Ulemâ (Bülbüle), Hadicet üş Şahcâniyye, Zeyneb binti Amr, Ümm-i Abdullah binti Kaadi Şamsüddin, Ümm-i Müeyyed Nisâburi, Şuhde binti İbn Nasr olmak üzere vâizlik, hadis ve fıkıh müderriseliği (yani profesörlüğü) ettiklerini, birçok kadı, devlet adamı ve tarihçiye icâzet (diploma) verdiklerini, Hindistan’da Ekber Şah zamanında yaşayan Mahım Ana ve Moğollardaki Fatma Hâtun gibi vezirlik ettiklerini, Sultan Bayezid devrinde Amasya’da oturan ve türbesi bugün bir ziyaretgâh olan Selâmet Hatun gibi sofi zaviyeleri kurduklarını, hatta hükümdar seçildiklerini göstermektedir. Adlarına bastırdıkları paralar dünya müzelerinde saklı bulunan, Hindistan İmparatoriçesi Raziyye Sultan ile Mısır Sultanı Şecer üd-Dürr, İlhanlı Sultanı Satı Bey Hatun ve Türk Kutluk Devleti Hükümdarı Sarvetüddin Padişah Hatun’dan başka henüz paraları ele geçmemiş ama hükümdarlıkları ana kaynaklarda bildirilen tam bir düzine kudretli hükümdar bu hususun canlı örnekleridir. (1)

Fıkıh ve hadis icazetleri veren pek çok kadın bulunmasına rağmen doğrudan doğruya kadılık etmiş bir kadına henüz rastgelmemekle beraber, Abbasiler devrinde, Halife Muktedir zamanında Divan-i Mezâlim (Şikâyetlerin dinlendiği yüksek mahkeme) başkanlığı etmiş bir kadının varlığını biliyoruz. Adı Sümeyl olan bu kadın, Bağdat’ta Rısâfe mahallesinde, sağında solunda kadılar olduğu halde divan kurar, şikâyet dilekçelerini kabul eder, alınan kararları imzalardı. Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azâm Ebu Hanife’ye göre kısas ve had cezaları dışında kadınların kadılık yani yargıçlık kürsülerini işgal etmelerine hiçbir engel yoktur. Ebu Cerir Taberi ise kısas ve had cezaları da dahil, kadınların her çeşit davaya bakabileceklerini kabul etmektedir.

Tarihte tespit edebildiğim 17 hükümdar ve 12 nâibe kadının varlığı bize gösteriyor ki,
İslam dini kadını toplum hizmetlerinden alakoymamış, tersine ona sosyal hakların
en önemlilerini tanımıştır. O halde İslam ülkelerinde yüzyıllar boyunca hüküm süren
harem hayatının nasıl olup da başladığı ve toplumsal hizmetlerden kadının nasıl olup da
uzak tutulduğu sorulabilir. Hiç şüphe yok ki, orta ve yeni çağlarda İslam kadınını hareme kapayan sebeplerin başında büyük fetihlerden sonraki servet artışları ve bunun sonucu olarak Bizans ve Sasani aristokrasisinin taklidi gelmektedir. II. Velid, harem ağası kullanan ilk halifedir. Kadınlarını şarap içmeye başlamaları ve haremde yaşamaları İran’ın etkisiyle gene
II. Velid devrine rastlar. Bununla beraber Abbasilerin X. Halifesi Mütevekkil’in saltanatına kadar kadınlar gene de üstün bir özgürlük anlayışı içinde yaşamışlardır.

Şurasını unutmamak gerekir ki, ne Bizans’ın ne de İran’ın etkileri göçebe veya köy hayatı yaşayan Müslüman kadınının özgürlük ve sadeliğini asla yok edememiştir.

Sonuç

Sonuç olarak diyebiliriz ki, kadın hakları ile ilgili en büyük devrimi İslamiyet getirmiştir.
Fakat onu yanlış anlatanların ve öğrenenlerin yüzyıllar boyunca süren tutumlarından ötürü Müslüman kadını, kendi yuvasında yüzyıllar boyunca en doğal haklarını yitirmiş olarak yaşamak zorunda bırakılmıştı.

Eğer Türk anası, dünya tarihinde henüz bir eşi doğmamış olduğuna inandığım
Atatürk gibi dahi
bir oğul yetiştirmemiş olsaydı, Türk kadını, Müslümanlığın ve
onun zarif peygamberinin kadına tanıdığı hakların sevincine erememiş olarak
hâlâ o eski yanlış davranışın ezici baskısı altında çırpınıp duracaktı.

(1) Bk. Bahriye Üçok, “İslam Devletlerinde Kadın Hükümdarlar”, Ankara 1965.

(Cumhuriyet portalı, 6.10.14,
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/127547/Aydinlanma_sehidi_Bahriye_Ucok_un_Cumhuriyet_teki_ilk_yazisi.html)

Rusya’nın Suriye’de ne işi var?

Sahi, Rusya’nın Suriye’de ne işi var?

Mehmet Yuva

Prof. Dr. Mehmet Yuva
yuvacenudi@gmail.com
AYDINLIK, 04 Ekim 2015

Mart 2011’de topyekûn saldırıya geçtiler. Diğer ülkelere vaat ettikleri cenneti Suriye’ye transfer edeceklerdi. Ortadoğu diktatörlerden arındırılacak, demokrasi, ekonomik büyüme, refah ve özgürlükler egemen olacaktı. Medyaları, topları, mücahitleri, milyarları, yalanları, kumpasları, liboşları, takım elbiseli, şalvarlı dini-darları ile “Allah-u Ekber her yol ve araç mubah” çığlıklarıyla kombine taarruza geçtiler. Dört buçuk senenin sonucunda bölgemizin en güçlü sanayi kenti Halep’in fabrikaları yağmalandı. En verimli tarım bölgeleri Hama ve İdlib’in zeytini, yağı, fıstığı talan edildi. Tekstil fabrikaların gözdesi uzun elyaf pamuk diyarı Humus
ve Haseki’nin pamuk ambarlarını çaldılar, alıp götüremediklerini yaktılar. Buğday silolarını boşalttılar. Petrolünü Kuzey Irak ve Türkiye’ye pompaladılar. Dünyanın en kadim ve en zengin tarihi mekânlarını çaldılar, alıp götüremediklerini parçaladılar. Bir ülke, bir tarih nasıl
yok edilir en bariz şekilde gösterdiler.
ABD, Türkiye, Suudi ve Katar Hanedanlığı aynı tornadan çıkmış misali, “Suriye bizim iç meselemizdir” nakaratını usanmadan bıkmadan tekrarlıyor. Suriye’de Rus, Çin ve İran nüfuzunu yok edeceğiz diyor. Rusya için tehdit oluşturan Kafkas, Balkan, Orta-Asya’dan dini-dar unsurlar Suriye’ye taşınıyor. Çin’i istikrarsızlaştıracak Uygur bölgesinin dini-darları
Suriye’ye getiriliyor. Rusya ve Çin’i Suriye’de yıkar veya teslim alırsak Moskova ve Pekin’i daha kolay dize getiririz telkininde bulunuyor.
BM Güvenlik Konseyinden uluslararası askeri müdahale için zemin oluşturuluyor.
RUSYA VE ÇİN DURUMA EL KOYDU

Rusya ve Çin olaya el koyuyor. Suriye meselesi dış müdahale ile çözülemez diyor.
Uzak diyarlardan gelerek Suriye ateşine benzin dökmeyin, sizin Suriye ile sınırınız bile yok, Suriye’de kanın durması için ortak çalışalım önerisinde bulunuyor. Özgür seçimlerin olması için garantör olalım, devletle muhalefeti bir araya getirelim teklifini sunuyor. Rusya ve Çin’in talepleri ciddiye alınmıyor. Dünyayı ben yarattım kibri içinde olanlara laf anlatamıyor.
En nihayet BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya ilk veto hakkını kullanarak ibraz ediyor.
BM tarihinde hiç veto kullanmamış olan Çin, ilk kez Suriye için ABD ve şürekâlarının
Suriye planlarını veto ediyor.

Bu kez rüşvet ve şantajlar devreye sokuluyor. Moskova, Katar ve Suudi şeyhlerin
anormal ziyaretlerine tanık oluyor. Rusya’ya milyarlarca dolar rüşvet teklif ediliyor. Moskova, Suriye’deki ateşi söndürün, bu ateş bütün bölgeyi hatta Dünyayı yakacak. Beslediğiniz terör şebekeleri kontrol edilemeyen kanser örneği her yanı saracak uyarısında bulunuyor. Bu kez Rusya’ya karşı tehditler devreye giriyor. 2. kez BM Güvenlik konseyine gelen Fransa, ABD ve şürekâlarının Suriye planı 2. kez Rusya ve Çin vetosu yiyor.
RUSYA SURİYE’DİR – SURİYE RUSYA’DIR

Doğrudan askeri müdahale için BM Güvenlik Konseyi’nin, Kimyasal silah bahanesinin işe yaramadığını gören ABD ve şürekâları, Suriye sahasındaki beslemelerine daha nitelikli silahlar vermeye başlıyor. Dağınık muhalefeti Fetih Ordusu adıyla birleştiriyor. Kafa kesen IŞİD bahanesiyle ciğer yiyen “ılımlı” dini-darlar baş tacı yapılıyor. Sözde, ABD başta olmak üzere
15 ülke 2 yıldır IŞİD ile mücadele ediyor, yüzlerce sortinin fotoğrafları servis ediliyor.
IŞİD küçüleceğine aksine daha çok büyüyor. Sanırsınız havadan bomba değil hormon yağıyor.
En sonunda Suriye sahasında sergilenen kanlı maskaraya Rusya yanına Çin, İran, Bağdat ve Şam’ı alarak “yeter artık” diyor ve masayı deviriyor. ABD ve şürekâları “kaygılıyız”, “uyarıyoruz” gevezeliği ve sahadaki taşeronlarına moral pompalamaktan, ayrıca “değerli bir ölüm vaadi” (!?) dışında hiçbir icraatta bulunamaz.
Tekrar edelim : Rusya Suriye’dir ve Suriye artık Rusya’dır!
Naçizane görüşüm bunu en iyi idrak eden kişi Sayın Erdoğan’dır. Rusya’nın saldırılarını “manidar” olarak telakki eden ve Putin ile tekrar bir araya geldiğinde kendisine, “bana IŞİD’i vuracağım dedin, ancak bu arada bizimkileri de götürdün. Kardeşine bu yapılır mı?” diyecek ve “üzüntülerini” ifade edecekmiş. Bu adam müthiş ya. Halen gülüyorum. Gülen cemaati dahil
her daim “kandırılan” Sayın Erdoğan kandırıla kandırıla kandırmayı öğrenmiş.

Sahi Rusya’nın Suriye de ne işi vardı?

========================

Dostlar,

Bilindiği gibi Prof. Mehmet Yuva, Şam Üniversitesi Tarih öğretim üyesidir.
Şam coğrafyasının siyasal tarihine derinlemesine egemendir, birkaç yabancı dil bilir.

Suriye’nin BOP kapsamında Batı emperyalizminin kanlı planlarıyla Mart 2011’de başlatılan işgali, 3. Dünya Savaşı eşiğine dek tırman(dırıl)dı..

ARAP BAHARI kan ve gözyaşı doğurdu.. Ne beklenebilirdi ki başkaca??

Türkiye ise ne yazık ki emperyalizmin taşeronu olarak Başbakan sonra 12. CB Erdoğan üzerinden BOP Eşbaşkanlığı maşalığı görevi üstlendi.. Yangın ülkemizi sardı..

Bu gün Hava Kuvvetleri Komutanı Hava Harp Okulu’ndaki konuşmasında resmi giysisiyle açık açık Türkiye’nin 2 cephede orta yoğunlu üstü şiddette savaştığı acı gerçeğini tarihe not düştü.

AKP – RTE ülkemizi daha da sıcak çatışmalara sürüklüyor..

Seçime yakın son haftada bir atraksiyon ile kitlelerin bilincini bulandırıp seçim kazanma..
Mide bulandıran plan bu..
Türkiye bu iğrenç oyunu bozmalı..
CHP – MHP, Vatan Partisi ve yurtsever muhalefet çooook çalışmalı çoook!

Sevgi ve saygı ile.
06 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

2015 Eylül ayında en az 177 işçi yaşamını yitirdi…

2015 Eylül ayında en az 177 işçi yaşamını yitirdi…

Tarım, inşaat, taşımacılık, maden, belediye, metal, büro, sağlık, konaklama… 

– Bizim yorumumuz rapor sonunda… (Dr. Ahmet SALTIK)

Raporumuzun başlangıcında ülkemizde yaşanan çatışmalar üzerine bir iki cümle söylemek istiyoruz… Onlarca insanımız can verdi. Ölenler arasında çocuklar ve işçiler de var -ki bir kısmı da yaralılara müdahale etmeye çalışan sağlık emekçileri-. Halklarımızın barış içinde yaşamasını ve savaşın sona ermesini istiyoruz… Biliyoruz ki savaş öldürür, barış yaşatır…
İşçi sınıfının mücadelesi ülkemize eşitlik, özgürlük, adalet, barış ve kardeşliği getirecek…
 
***
 
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi işçiler, kamu çalışanları, işçi aileleri, doktorlar, mühendisler, akademisyenler, gazeteciler, hukukçular… ve onların örgütlenmelerinin oluşturduğu; devletten ve sermayeden bağımsız; sağlıklı ve güvenli çalışma mücadelesini yürüten bir koordinasyon (AS: eşgüdüm), bir ağ, bir emek örgütüdür… 
 
 
Yazılı, görsel, dijital basından izleyebildiğimiz, emek-meslek örgütlerinden gelen bilgiler ile işçiler, işçi yakınlarının bildirimleri ışığında belirleyebildiğimiz ve her gün güncellenen bilgiler ışığında 2015 yılının ilk dokuz ayında yaşanan iş cinayetleri şöyle: 
 
Ocak ayında en az 128 işçi,
Şubat ayında en az 85 işçi,
Mart ayında en az 140 işçi,
Nisan ayında en az 135 işçi,
Mayıs ayında en az 167 işçi,
Haziran ayında en az 155 işçi,
Temmuz ayında en az 171 işçi,
Ağustos ayında en az 159 işçi,

Eylül ayında ise en az 177 işçi yaşamını yitirdi…

Böylece 2015 yılının ilk dokuz ayında iş cinayetlerinde en az 1317 işçi can vermiş oldu

 
 
2012 yılından bugüne Eylül ayında yaşanan iş cinayetlerine baktığımızda işçi sağlığı önlemlerinin alınmadığını işçi ölümlerindeki artıştan da görebiliyoruz…
 
2012 yılının Eylül ayında en az 83 işçi,
2013 yılının Eylül ayında en az 125 işçi,
2014 yılının Eylül ayında en az 152 işçi,
2015 yılının Eylül ayında ise en az 177 işçi yaşamını yitirdi…
 
 

İş cinayetleri güvencesiz çalışmanın egemen olduğu işkollarında yoğunlaşıyor…

Tarımda mevsimlik işçi, çiftçi, balıkçı, çoban ve orman işçileri yani bütün emekçiler açısından çalışma koşulları çok kötü. Ücretler ve kazanç düşük, ulaşım koşulları ve yollar berbat.
Bu durumu açıklamak için bir örnek verelim. 17 Eylül’de Balıkesir Havran’da 3 tarım işçisi
-ki biri çocuk- servis minibüsünün devrilmesi sonucu yaşamını yitirdi. 35 TL karşılığı biber topluyorlardı. 14 kişi taşıması gereken minibüse 24 kişi bindirilmişti. Olay yerinde mahalle muhtarı yolun bozuk ve mıcır yüzünden çok kaza olduğunu belirtiyordu…
 

İnşaatlarda ise büyük firma, TOKİ, karayolları, küçük firma farketmiyor işçiler önlem alınmadığı için ölüyor. Bu ay Varyap Metropol, Mektebim Koleji, Sinpaş Altınoran, Bostancı Shell, Esenkent Medicalpark ve Ahlat AVM’de gerçekleşen iş cinayetleri öne çıktı…
 
Diğer yandan yaşanan çatışmalarda da işçiler kurşunlara hedef oldular. Diyarbakır’da Şeymus Sanır ve Şırnak’ta Şehmuz Dursun yaşamlarını yitirdi…
 
Tarım, Orman işkolunda 49 emekçi; 
İnşaat, Yol işkolunda 40 işçi; 
Taşımacılık işkolunda 23 işçi; 
Ticaret, Büro, Eğitim, Sinema işkolunda 14 emekçi; 
Madencilik işkolunda 10 işçi; 
Sağlık, Sosyal Hizmetler işkolunda 10 işçi;
Belediye, Genel İşler işkolunda 8 işçi; 
Konaklama, Eğlence işkolunda 5 işçi,
Çimento, Toprak, Cam işkolunda 3 işçi;
Metal işkolunda 3 işçi,
Savunma, Güvenlik işkolunda 3 işçi;
Ağaç, Kağıt işkolunda 2 işçi;
Enerji işkolunda 2 işçi;
Gıda, Şeker işkolunda 1 işçi;
Petro-Kimya, Lastik işkolunda 1 işçi;
Tekstil, Deri işkolunda 1 işçi;
Gemi, Tersane, Deniz, Liman işkolunda 1 işçi;
Çalıştığı işkolunu belirleyemediğimiz/öğrenemediğimiz 1 işçi can verdi…
 
2015 Eylül ayında yaşamını yitiren 177 emekçinin 138’i işçi, memur statüsünde çalışan ücretlilerden; 28’i çiftçilerden/küçük toprak sahiplerinden ve 11’i esnaflardan olmak üzere 39’u kendi nam ve hesabına çalışanlardan oluşuyor… (5 iş cinayeti de son üç yılda kayıtlarımızda olmayan ve Sağlık Çalışanlarının Sağlığı tarafından yapılan bilgilendirme sonucu raporumuzda yer almıştır.)
 
 

İşçiler en çok trafik/servis kazaları, ezilme/göçük, düşme
ve elektrik çarpmasından dolayı can verdi…
 

İş cinayetlerinin nedenlerine bakarsak:
 
Trafik, Servis Kazası nedeniyle 67 işçi;
Diğer nedenlerden dolayı (yıldırım düşmesi, intihar, silahlı saldırı, kalp krizi, beyin kanaması) 34 işçi; 
Ezilme, Göçük nedeniyle 25 işçi; 
Düşme nedeniyle 19 işçi; 
Elektrik Çarpması nedeniyle 13 işçi;
Patlama, Yanma nedeniyle 7 işçi;
Zehirlenme, Boğulma nedeniyle 7 işçi;
Nesne Çarpması, Düşmesi nedeniyle 4 işçi;
Kesilme, Kopma nedeniyle 1 işçi can verdi…
 
 
2015 Eylül ayında iş cinayetlerinde 17 kadın ve 160 erkek işçi can verdi…

Fatma Doğan:
Tarım işçisi, 53 yaşında, Edirne’de yağmur nedeniyle çeltik tarlasında duran çalışmaların ardından tarladan ayrılan işçileri taşıyan traktörün su kanalına devrilmesi sonucu yaşamını yitirdi…
 
Melek Yamaç: Orman işçisi, Karaman’da Orman İşletme Müdürlüğü’ne bağlı çalışan servisin devrilmesi sonucu yaşamını yitirdi… 
Ayşe Karaca ve Hayriye Kurt: Tarım işçileri, 65 ve 17 yaşındalar, biber işçilerini taşıyan minibüsün devrilmesi sonucu yaşamlarını yitirdiler… 
Fakriye Doğan: Tarım işçisi, 50 yaşında, sera işçilerini taşıyan kamyonetin devrilmesi sonucu yaşamını yitirdi… 
Fatma Yıldız: Orman işçisi, 32 yaşında, Orman İşletme Müdürlüğü tarafından işaretlenen ağacı kocası ile birlikte bıçkı ile keserken devrilen ağacın altında kaldı, hamileydi… 
Nevin Tokoğlu: Çiftçi, 51 yaşında, bahçelerindeki ceviz ağacını silkelerken elektrik tellerine temas edip akıma kapıldı… 
Fatime Şengül: Tarım işçisi, 23 yaşında, mevsimlik fındık işçilerini yaşıyan minibüsün başka bir işçi minibüsü ile çarpışması sonucu yaşamını yitirdi… 
Şekibe Bodur: Çiftçi, 75 yaşında, ailecek tarlada çalıştıktan sonra eve dönerken traktör devrilmesi sonucu yaşamını yitirdi… 
Selda Öz: Çiftçi, 28 yaşında, tütün tarlasında çalışıp eve dönerken traktör devrilmesi sonucu yaşamını yitirdi… 
Hatice Can: Çiftçi, 83 yaşında, ailecek tarlaya çalışmaya gittikleri çapa motorunun devrilmesi sonucu yaşamını yitirdi… 
Dürdane Meral: Tarım işçisi, işçileri taşıyan minibüsün devrilmesi sonucu yaşamını yitirdi… 
Selime Bayman: Esnaf, 58 yaşında, minibüsle işyerlerine satmak amacıyla balık götürürken tıra çarptılar… 
Gülşah Pamuk: Hemşire, 20 yaşında, çalıştığı özel hastanede gece nöbetinde fenalaşarak yaşamını yitirdi… 
Yasemin Yazıcı: Hemşire, 30 yaşında, çalıştığı hastaneye giderken trafik kazasında can verdi… 
Semra Muratlı: Atık kağıt işçisi, 25 yaşında, at arabasında seyir halindeyken düştü… 
Nuriye Karabalık: Hemşire, 24 yaşında, bir hastadan geçen tüberküloz sonucu yaşamını yitirdi (Sağlık Çalışanlarının Sağlığı tarafından bilgilendirildiğimiz bu ölüm 22 Ağustos 2014 tarihinde gerçekleşmiştir)…
 
 

2015 Eylül ayında iş cinayetlerinde 9 çocuk ve 45 yaşlı işçi can verdi…

14 yaş ve altında 3 işçi,
15-17 yaş aralığında 6 işçi,
18-27 yaş aralığında 36 işçi,
28-50 yaş aralığında 69 işçi,
51 yaş ve üstünde 45 işçi,
Yaşını tespit edemediğimiz/bilmediğimiz 18 işçi yaşamını yitirdi…
 
Eylül ayında yaşamını yitiren çocuk işçiler;
 
12 yaşında: Tuba Nur Ekinci, çiftçi, babasıyla birlikte mısır tarlasındaki damlama su sistemine ait hortumları toplamak için traktörün arkasına bağladığı sistemle makaraya sarmaya başladı, bu sırada belirlenemeyen nedenle kopan hortum boynuna isabet etti… 
14 yaşında: Eyüp Ağırman, çoban, küçükbaş hayvanlarını otlatırken arazide otlayan atlarını almaya gitti, atın ipi koluna dolandı ve sürüklendi… 
14 yaşında: Ali Çite, sanayi işçisi, işçileri taşıyan kamyonetin devrilmesi sonucu can verdi… 
16 yaşında: Benal Temurlu, çiftçi, tarlada çalıştıktan sonra traktörle dönerken düştü… 
16 yaşında: Furkan Öztürk, sanayi işçisi, parke imalathanesindeki sanayi tüpünün patlaması sonucu tedavi gördüğü yanık ünitesinde yaşamını yitirdi… 
16 yaşında: Burhan Tutak, inşaat işçisi, 5.katta alçı-sıva yaparken 25 metreden düştü… 
17 yaşında: Hayriye Kurt, tarım işçisi, 35 TL karşılığı biber topluyordu, servis minibüsü devrildi… 
17 yaşında: Mehmet Bölükbaşı, inşaat işçisi, asansörle yukarı çekilen malzemeleri almak için eğildiğinde 9.kattan düştü… 
17 yaşında: Sultan El Halil, inşaatta çalışırken elindeki demir çubuk yüksek gerilim akımına değdi…
 
Eylül ayında yaşamını yitiren yaşlı işçiler;
 
Yine aylardır vurguladığımız bir hususa tekrar dikkat çekmek istiyoruz. Eylül ayında tarım, ticaret, büro, eğitim,  inşaat, taşımacılık, sağlık, konaklama ve belediye işkollarında emekli ya da emeklilik çağında çalışan, yani 51 yaş ve üstünde çalışan 45 işçi yaşamını yitirdi. İş cinayetlerinde artarak bu yaş grubunun can vermesi devletin yaşı ilerleyen işçilere / emekçilere verdiği değeri ve sosyal güvenlik sisteminin içinde bulunduğu durumu da gösteren bir gerçeklik… 
 
Öbür yandan emeklilik yaşının 65 yaşına çıkarılmasını da değerlendirirsek, ölen 45 işçinin 11’i de 65 yaş ve üstünde… 
 
Eylül ayında iş cinayetlerinde 8’i Suriyeli 1’i Türkmen 9 göçmen işçi can verdi…
Suriyeli tarım işçisi: İsmini üzerinde kimlik olmadığı için tespit edemedik. Urfa’da tarladan karpuz toplamışlardı. Karpuzları taşıdıkları kamyonetin kasasında seyahat ediyordu. Araç devrildi…
 
Türkmen su işçisi: Bilbil Andayew, çalışmak için Türkmenistan’dan gelmişti. Kadıköy’de motosikletle damacana su dağıtımı yaparken bariyerlere çarptı…
 
Suriyeli inşaat işçileri: Muhammed El Ahmed, Ömer Hasan, Usayd Hasan, Ali Çite, Beşar Çite ve adını belirleyeemediğimiz bir işçi. İskenderun’da 51 inşaat işçisini taşıyan kamyonet devrildi. 51 işçinin neredeyse tamamı kasada bulunuyordu, ilk önce tarım işçileri denildi ve tespit edilemedi…
 
Suriyeli inşaat işçisi: Sultan El Halil, Urfa’da inşaatta çalışırken elindeki demir çubuk yüksek gerilim akımına değdi… 

 

 

İş cinayetleri en çok İstanbul, Antalya, Hatay, Kayseri ve Balıkesir’de can aldı…

Eylül ayında Türkiye’nin 60 şehri ile yurtdışında bir ülkede iş cinayetlerinde işçi kardeşlerimizi yitirdik… Buna göre:
 
17 ölüm İstanbul’da; 
12 ölüm Antalya’da; 
10 ölüm Hatay’da; 
8 ölüm Kayseri’de; 
7 ölüm Balıkesir’de; 
6’şar ölüm Bursa, İzmir ve Manisa’da; 
5’er ölüm Adana, Ankara, Kütahya ve Ordu’da; 
4’er ölüm Amasya, Kastamonu ve Kocaeli’nde; 
3’er ölüm Aydın, Denizli, Gümüşhane, Mardin, Muğla, Samsun, Şanlıurfa ve Tekirdağ’da; 
2’şer ölüm Afyon, Diyarbakır, Edirne, Erzurum, Eskişehir, Iğdır, Karaman, Konya, Mersin, Sakarya, Tokat ve Irak’ta; 
1’er ölüm ise Aksaray, Artvin, Bilecik, Bitlis, Bolu, Burdur, Çanakkale, Çorum, Düzce, Elazığ, Gaziantep, Isparta, Kahramanmaraş, Karabük, Kırklareli, Muş, Osmaniye, Rize, Sinop, Sivas, Şırnak, Trabzon, Van, Yalova ve Zonguldak’ta yaşandı…

İSİG Meclisi yaşamın her alanını OHAL’e çeviren koşullara karşı mücadele edecektir…

1- İşçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi emeğin korunmasının yolunun insanca yaşayacak bir ücret almaktan geçtiğini, işçi sağlığı talebi ile asgari ücret mücadelesinin içiçe geçtiğini savunur…
 
2- İşçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi işsizliğin İSİG talebini savunmanın önüne bir engel olarak çıkarıldığını, İSİG talebi ile iş güvencesi talebinin birbirinden ayrılamadığını savunur…
 
3- İşçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi iş cinayetlerini önlemek için;
 
a- İş cinayetlerinin sorumlusu siyasilerin, patronların ve bürokratların yargılanmasını,
b- İşçi sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanmasının en temel unsurunun işçilerin sendika seçme özgürlüğü olduğunu; işçiler üzerinde örgütlenme özgürlüğüne dair her türlü baskının sona ermesi gerektiğini,
c- İşyerlerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği kurullarının kurulmasını, işler hale getirilmesini ve en az yarısını işçilerin oluşturmasını,
d- Başta taşeronlaştırma olmak üzere güvencesiz çalıştırma biçimlerinin yasaklanmasını, savunur…
 
4- İşçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi savaşa karşı barışı, şovenizme karşı halkların kardeşleşmesini savunur…

İş cinayetlerine karşı Sendikalı Ol…
Yaşamak için Diren İşçi…

 
2015 / Eylül ayında iş cinayetlerinde yaşamını yitiren Hüseyin Koştur, Osman Gezer, Yusuf Arslan, Fatma Doğan, Melek Yamaç, Mehmet Kalkan, Muhammet Çeleb, Hüseyin Yaşa, Şükrü Uluçay, Tuba Nur Ekinci, Ali Bıyık, Bilal Sarı, Mehmet Beyhanoğlu, Bekir Özkaya, Yaşar Balkır, Yaşar Engin, Ayşe Karaca, Hayriye Kurt, Fakriye Doğan, Emin Topaloğlu, Fatma Yıldız, Nevin Tokoğlu, İzzet Çoban, Ömer Faruk Altınkan, Ertuğrul Altınkan, Yakup Donanmış, Erdoğan Özdemir, Fatime Şengül, Bülent Arslan, Sedat Türkücü, Mahmut Karakaya, Tayyip Taşkın, Ahmet Tanış, Ali Bodur, Şekibe Bodur, Furkan Pekyavuz, Adem Öz, Selda Öz, Eyüp Ağırman, Murat Cengiz, Mustafa Çiçek, Recep Çevik, Hatice Can, Benal Temurlu, Dürdane Meral, F.A., Mustafa Buran, Halil Şeker, Dursun Güneş, Murat Kaya, Evren Kızılırmak, Yusuf Kaygısız, Alpay Çaylı, Yunus Güçlü, Fatih Erkul, Tuncay Bilgin, Selçuk Ateş, Fikret Kaya, Mustafa Orhan, Fatih Ulu, Yasin Sinek, Faruk Avşar, Kubilay Engin, Selime Bayman, Sezgin Yerebasmaz, Tahsin İşlek, Şahin Demir, Onur Karaşin, Hüseyin Karakaş, Şeymus Sanır, Bayram Kömürcü, Muhammed Agid Erzen, Bilbil Andayew, E.Akyüz, İsmail Mank, Muharrem Gelen, Sinan Tanlıkolu, İzzet Özbek, Furkan Öztürk, Mustafa Çatal, Nazif Süme, Mustafa Karahasanoğlu, Şevket Ediş, Doğan Düzgün, Remzi İ., İlyas Çiçek, Mehmet Baki Doğan, Ali Çakmak, Hasan Çakmak, Mehmet Koz, Şenol Yolcu, Ahmet Yıldız, Osman Zıba, Cem Sel, Emrah Ulaş, Oğuzhan Yaşar, Selahattin Kızılboğa, Adem Tiftik, Mehmet Özdemir, Şeref Coşkun, Cihan Ünal, Zahir Su, Osman Dorman, Ahmet Öksüz, Muhammed El Ahmed, Ömer Hasan, Usayd Hasan, Ali Çite, Beşar Çite, Mehmet Bölükbaşı, Sabahattin ., Ömer Başelçin, Okşan Kayabaşı, İdris Balcı, Mehmet Emin Çıkın, Emin Şan, Mahmut Yiğit, Sultan El Halil, Burhan Tutak, Hidayet Koçal, Cemil Çamdere, Ahmet Demir, Şevket Çalış, Alperen Alpaslan, Ali Rıza Şeker, Yusuf Özcan, Gökay Kurt, Nihat Çetin, M.K., Bahattin Sivri, Rafet Şahin, İhsan Bakır, Mustafa Çat, Yaşar Balkır, Selamettin Hamarat, Çetin Gül, Mehmet Serbes, İsmail Kılıç, Fatih Özçınar, Üçler Şanlı, Osman Sabancı, Aykut Yayla, Ardahan Yıldırım, V.İ., Şehmuz Dursun, Abit Demircan, Gülşah Pamuk, Yasemin Yazıcı, Nuriye Karabalık, Serkan Güneş, Hüseyin Akkaya, Seyfullah Arslan, Muammer Altuntaş, Hakkı Yalçın, Mehmet Şükrü Ortaer, Erdinç Aytekin, Uğur Akdemir, Seyit Çakıcı, Yunus Kocaman, Hakan Bayram, Şehabettin Ayhan, Hasan Haydar, Engin Çiftçi, Semra Muratlı, Ömer Türk, İbrahim Çoban, Reşat Akçay, Mehmet Akan, Aydın Aktaş ve adını öğrenemediğimiz sekiz işçiyi saygıyla anıyoruz! 
 
İletişim

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi

 

===============================

Dostlar,

Rapor zaten yeterince uzun.. 8 sayfa..
(Raporu PDF formatında okumak için lütfen tıklayınız :
IS_Cinayetleri_Raporu_ISIG_Eylul2015)

Bize söyleyecek çok şey kalmadı..
Şunu ekleyebiliriz :

AKP’nin iktidar olduğu Kasım 2002’den bu yana yaklaşık 13 yıl oldu ve 3 ay eksiğiyle toplam
İŞ ÇİNAYETİ sayısı 16058’e vardı..

Yıllık ortalama 1235! Her ay en az 100 emekçi kurban verildi..

301 emekçiyi kurban alan 13 Mayıs 2013 SOMA faciası bile ders ol(a)madı..
Facia süregenleşti (kronikleşti)!Böyle bir ülke gerçek olabilir mi, yoksa gerçekten bir ÜTOPYA ÜLKESİ‘ni mi konuşuyoruz??

Ama bu ülkede emek dostu (!) AKP 13 yıldır tek başına iktidar ve
demirbaş Çalışma Bakanı Faruk Çelik bir gerçeklik!?

Bu ülkede grizu patlamasında feci biçimde patlama ve yangın ile ölen emekçilere zamanın Çalıma Bakanı “Güzel öldüler” diyebildi..

Aynı faciada Başbakan Bay RTE “bu işin fıtratında var..” buyurdular..

Bu karabasan artık bitsin istiyoruz..
Bu karabasan artık bitsin istiyoruz..
Bu karabasan artık bitsin istiyoruz..
…….
…..

Sevgi ve saygı ile.
06 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Suriye’nin kuzeyinde işler gittikçe daha kötüye gidiyor

Suriye’nin kuzeyinde işler gittikçe daha kötüye gidiyor

portresi

 

Prof. Dr. Ümit Özdağ
YENİÇAĞ, 04.10.2015

Türkiye içinde PKK’nın terör eylemleri, bir ayaklanmayı tetikleme amaçlı devam ederken, Suriye Rusya’nın ani ve sert müdahalesi ile büyük ve büyük güçlerin savaş alanı dönüştü. Erdoğan ve Davutoğlu, AKP’nin Suriye politikasını devam ettirmek için vazgeçilmez olan Halep ile Türkiye’nin bağlantısını bir yandan İŞİD diğer yandan PKK/PYD’nin keseceğini görünce ABD ile görüşerek, güvenli bölge diye nitelendirilen Cerablus-Azez arasındaki bölgeden Suriye’ye müdahale kararı aldılar. TSK’ya bu konuda hazırlık yapma emri verildi. Muhtemelen 1 Kasım seçimleri yaklaşırken yapılacak bir müdahale ile seçimleri kazanmanın alt yapısı da oluşturulmak isteniyordu.

ABD de Rusya’yı Ukrayna-Kırım savaşı ve ilhakından sonra başlayan Doğu Avrupa’da kuşatma politikasını İncirlik üzerinden sürdürme kararı aldı. Ancak tam bu sırada Rus ordusu Suriye’ye bir anlamda çıkarma yaptı. Bir anda Rus hava kuvvetleri, Rus hava savunma sistemleri (bunların IŞİD’e karşı değil, ABD, Türkiye ve İsrail’e karşı olduğu çok açık.) ve özel kuvvetleri Suriye’de ortaya çıktı. Rus hamlesi, hem Erdoğan’ın Suriye’ye askeri müdahale projesini durdurdu hem ABD’nin Rusya’yı İncirlik’ten de kuşatma planını dışarıdan kuşatarak etkisizleştirdi. Rusya’nın bu sert ve savaşı göze alan hamlesi, Suriye konusunda kararsız ABD’nin biraz daha Moskova’nın çizgisine yaklaşmasına yol açtı. Erdoğan ise Moskova seyahati sırasında anlaşılan o kadar ağır bir baskı altında kaldı ki, Türkiye’ye döndüğü zaman yaptığı ilk açıklamada“Esad ile geçiş dönemini kabul ettiğini” açıkladı. Erdoğan’ın bu ifadesini düzeltmesi ve “öyle demek istememiştim” demesi 2-3 gün aldı. Şimdi Erdoğan’ın “Rusya’nın Suriye ile sınırı yok, neden Suriye’de bulunuyor?” demesinin hiçbir anlamı yok. ABD’nin, İngiltere’nin, Fransa’nın özetle Ortadoğu’da gördüğümüz güçlerin Suriye ile sınırı var mı? Ancak bugün Suriye meselesinin Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden bir başka boyutunu ele alacağız.

ABD Başkanı Obama, 2 Ekim 2015’te başarısız olan “eğit-donat programını” “bundan sonra Kürtler ile devam ettirmeliyiz” dedi. Bunun anlamı, ABD’nin PKK/PYD’ye silah ve eğitim vermesi demek. PKK/PYD’ye silah ve eğitim vermek ise sonunda Suriye’de PKK’nın bir devlet kurması anlamına gelecek. Rus Dış İşleri Bakanı Lavrov ise 2 Ekim 2015’te Rusya’nın “Suriye Kürtlerine silah yardımı yapıyoruz”açıklaması yayınlandı. Bunun anlamı Rusya, PKK’ya askeri yardım yapıyor demek. Lavrov, Rusya’nın PKK’ya silah yardımını açıklarken, Erdoğan ve Davutoğlu’na da “Siz, Esadsız çözüm diye diretirseniz, PKK’nın elinde daha ne silahlar göreceksiniz bakalım!” mesajını veriyor.

Bütün bunları sadece seyreden Erdoğan ve Davutoğlu ise hala sadece “basit ve ilkel bir gurur meselesi ile” Esad’lı geçiş dönemine karşıyız noktasındalar. Oysa, Suriye’de çözümden geçen her gün PKK’yı daha güçlendirirken, Türkiye’nin pozisyonunu daha da zayıflatıyor. Esad’lı bir geçiş dönemi üzerinde anlaşılması durumunda, hem Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması noktasında bir şans belirecek hem de Türkiye’nin pozisyonu güçlenirken PKK’nın pozisyonu zayıflayacak. PKK, Suriye’deki belirsizliği her geçen gün biraz daha başarı ile lehine kullanmayı başarıyor. Esad’ı devirme histerisi içindeki Erdoğan/Davutoğlu ikilisi, önce PKK’ya Suriye’nin kuzeyinde Lübnan büyüklüğünde bir alan hediye ettiler. Sonra, ABD ile müttefik olmasının yolunu açtılar şimdi de Moskova-PKK ilişkilerinin alt yapısını hazırlıyorlar.

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü bütün bunları özellikle Rusya’nın Suriye’ye yerleşmesinin PKK’ya yapacağı katkıyı gerçekleşmeden tespit etti. 21YYTE Ortadoğu-Afrika Araştırmaları Merkezi Başkanı Doç. Dr. Serhat Erkmen, yazdığı “Erdoğan: Şah, Putin: Mat” başlıklı yazıda gelişmeler ile ilgili şu öngörüde bulunmuştu:

Suriye’nin kuzeyinde Rusya destekli ABD onaylı bölge oluşabilir.

1 Kasım seçimlerinde Erdoğan’ın ve AKP’nin ağır bir darbe alması, bir milli güvenlik sorunudur. Son 13 senede Türkiye Cumhuriyeti devletinin başta Türk Ordusu, polisi ve istihbarat kurumları olmak üzere almış olduğu kurumsal darbelerin boyutları insan zihnini ve vicdanını zorlamaktadır. Durumun milli güvenlik boyutunun farkında olmayan kitleler değişik nedenler ile AKP’ye oy vermeye devam etseler de AKP her seçimde biraz daha küçülmektedir. Muhalefet, basın ve bağımsız sermaye grupları üzerinde kurulan baskı AKP’nin küçülmesini durdurmamaktadır. Ancak 1 Kasım seçimlerinde mevcut küçülme sürecinin daha sert ve keskin olması öncelikle AKP yöneticileri için faydalı olacaktır. Çünkü, Erdoğan’ın ifadesi ile 13 yıllık Erdoğan/Davutoğlu yönetimi “Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kritik dönemlerinden birisine” sokmuştur. Davutoğlu, 27 ve 28 Ağustos’ta ülkemizin beka yani varlık sorunu yaşadığını ifade etmiştir. Buna rağmen, Erdoğan ve Davutoğlu, ülkemizi bugüne getiren politikalarda ısrar etmektedirler. Suriye’de öngörüsüz, kaprisli, saldırgan politikalarda ısrarcı davranmaktadırlar. PKK ile müzakere sürecinde hala ısrarcı davranmakta, böylece PKK’ya “nasıl olsa tekrar görüşmelere başlarız” umudu vermektedirler.

1 Kasım seçimlerinden güçlü çıkacak bir MHP önümüzdeki dönemde Türkiye’nin birliğinin tek siyasi güvencesi olacaktır. MHP, milli ve üniter Türkiye Cumhuriyeti devletinin varlığını sürdürmesi için Türk Milleti’nin gerçek ve tek temsilcisi olacaktır. MHP’nin 1 Kasım sonrasında hükümette olması, içine girilen süreci hızla durduracak, muhalefette olması halinde ise Türkiye’yi bir uçuruma sürüklemek durumunda olanların işi zorlaşacak, sonunda MHP, Türk Milletinden alacağı destek ile ülkemizin varlığını korumak için gereken neyse onu yapacaktır. MHP’ye verilecek her oy Türk Milleti için bir umut niteliği taşımaktadır. “MHP, TBMM’de oldu da geçmişte ne yaptı?” diye soranlar, Anayasa’dan “Türk Milleti” ifadesinin çıkarılmasının ve Anayasa’nın ilk dört maddesinin değiştirilmesinin engellenmesinde MHP baş engel olmuştur.
(http://www.yenicaggazetesi.com.tr/suriyenin-kuzeyinde-isler-gittikce-daha-kotuye-gidiyor-35878yy.htm)

============================

Dostlar,

Sayın Prof. Ümit Özdağ, Türkiye’mizin seçkin yurtsever strateji uzmanlarındandır. Kendisini izliyor ve yazdıklarından yararlanıyoruz.
21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü‘nü, ürünleri üzerinden çok değerli buluyoruz.
Sayın Prof. Özdağ’ın MHP Gaziantep milletvekili olarak TBMM’de yer almasını da çok yararlı buluyoruz.

Bu yazının son paragrafında yer alan MHP propagandasını ise çekince ile karşılıyoruz. En son 2 örnek belleklerden silinecek gibi değildir. İlki TBMM Başkanlığının MHP oyları ile AKP’ye armağan edilmesi, 2. si ise, kanlı terör olaylarının TBMM’de Genel Görüşme sonrasında “Meclis araştırması” olarak gündeme alınmasında (Anayasa md. 98) AKP ile birlikte oy kullanarak
bu Araştırmayı engellemesidir. MHP ne yazık ki, Atlantik ötesi güçlerin yönlendirmesinden sıyrılamamaktadır. AKP ne zaman sıkışsa, -deyim yerinde ise- stepne olmaktadır. Abdullah Gül’ün 11. CB seçilmesi de MHP’nin
AKP yanında yer alması ile olanaklı olmuştu
(28 Ağustos 2007, 361 katılımın 357 oyu ile)..

*****
Başbakan Davutoğlu, bu gün, “kuyruğu fena halde sıkışmış olarak
(salt benzetme yapılmaktadır..) Türkiye sınırlarının NATO sınırı da olduğunu basın önünde açıklama ve NATO Konseyini toplantıya çağırma gereği duymuştur.

Suriye’de sular daha da ısınmaktadır. Türkiye, AKP-RTE yönetiminde istikrarlı ve ülkemiz çıkarlarını kollayıcı, bölge barışını savunucu bir ilkeli dış politika izleyememektedir. Geçmişte izlediği Batı güdümlü tutarsız – taşeron misyon çıkmaza girmiştir. TBMM toplanarak sorun görüşülmeli ve Ulusal bir politika üretilmesine çalışılmalıdır. Ancak Türkiye seçim eğik düzlemine girmiştir ve 4 parti “can derdine” düşmüştür. Hatta seçimi kazanma uğruna 1 Kasım’a yakın günlerde çok tehlikeli atraksiyonlar bile AKP – RTE tarafından sergilenebilir.

Talihsiz Türkiye…

Bu kaypak süreçte TSK yaşamsal askeri ve –ister istemez– politik sorumluluklar üstleniyor.

TSK, gerektiğinde AKP – RTE’nin serüvenci – tehlikeli girişimlerine karşı çıkmalı, gerçekleri kamuoyuna açıklayarak direnmelidir..

Merhum Genelkurmay Başkanı Necdet Öztorun Paşa, Özal’ın Irak’a girme ve sözde “1 koyup 3 alma” serüvenciliğine itiraz etmiş ve görevinden istifa ederek ülkemizi kanlı bir süreçten korumuştu. Belik daha fazlası bile günümüzde gerekebilir.. Çünkü Özal belki serüven arıyordu, AKP-RTE için ise 1 Kasım seçimini kazanmak olmak ya da olmamak sorunu!

Anamuhalefet CHP çoook özenle gelişmeleri izlemeli, iktidardan bilgilendirme istemeli, kamuoyunu aydınlatmalı ve kesin olarak süreç içinde etkin olmalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
05.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Dünya Konut ve Mimarlık Gününde SARAÇOĞLU MAHALLESİNE SAHİP ÇIKALIM

SARAÇOĞLU MAHALLESİNE
SAHİP ÇIKALIM

Dünya Konut ve Mimarlık Günü,
5 Ekim 2015 saat 12:00

Tezcan Candan sizi etkinliğine davet etti

Saraçoğlu Mahallesi, Adnan Ötüken Kütüphanesi Önü

Her yıl Ekim ayının ilk pazartesi
Dünya Mimarlık ve Konut günü.

İklim değişikliği olan belirlen bu yılın temasını
Mimarlar Odası Ankara Şubesi

İKLİM DEĞİŞİYOR:
4 MEVSİM MÜCADELE 4 MEVSİM UMUT

temasıyla, 5 Ekim’de Saraçoğlu mahallesinde
saat 12:00’de basın toplantısı ile başlatacak.

Dünya Mimarlık ve Konut Günü’nü en iyi temsil eden
Saraçoğlu Mahallesinde basın toplatısından sonra,
Saraçoğlu Mahallesindeki tüm yapılara ve ağaçlara
kırmızı kurdelalar takılacak.

Cumhuriyetin ilk toplu Konut alanı olan Saraçoğlu Mahallesini korumak için herkesi bekliyoruz..

============================================

Dostlar,

Biz katılmaya çalışacağız…

Bilgi ve ilginize sunarız…

Sevgi ve saygı ile.
05 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Suay Karaman : “GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE”


“GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE”

 portresi_Anit_Kabir'de

Suay Karaman
05.10.2015

 

17 Eylül 1994 tarihinde “Bütün okullar imam hatip yapılacak” diyen Tayyip Erdoğan,
dikensiz gül bahçesinde bu isteğini gerçekleştirmektedir.

İstanbul’daki genel bir lisenin, imam hatip lisesine dönüştürülmesi mutluluğuna tanıklık etmek için, 28 Eylül 2015’te yeni eğitim-öğretim yılının açılış törenine Tayyip Erdoğan da katıldı.

Anayasasında laik devlet tanımı yapılan ülkemizde, yeni eğitim-öğretim yılının açılışı
Kuran okunarak yapıldı. 8 Ocak 1996’da “Ben belediye meclisinin dua ile açılmasından yanayım.” diyen Tayyip Erdoğan, şimdilik eğitim-öğretim yılının açılışını Kuran okutarak yaptırdı. Parlamentodaki bütün siyasal partiler dini kullandığı için, yakında elbirliğiyle TBMM’yi de Kuran okutarak açmaya soyunurlar.

Yeni eğitim-öğretim yılının açılış töreninde yaptığı konuşmada kendisinin de mezun olduğu imam hatip liselerinin önemine değinen Tayyip Erdoğan, eğitim sisteminden ve yeni kuşaktan beklentisini şu sözlerle açıkladı:

  • “Müslümanların kendi ölüsünü kendisi yıkayabilecek kabiliyete erişmesi gerekir, işin aslı budur, yoksa ölüler ortada kalır.”

    Ölünün nasıl yıkanacağını, kime ve ne zaman öğretirler bilinmez ancak dirinin nasıl soyulduğunu 13 yıldır siyasal iktidar örnekleriyle göstermektedir. Artık 17 – 25 Aralık (2013) arası ülkemizde “Yolsuzluk Haftası” olarak adlandırılmaktadır. Evden çıkan para sayma makineleri ve ayakkabı kutuları ile “Bilal” söylemleri belleklerdedir.

Yaratılan muhalefet boşluğu ve aydın aymazlığı gibi nedenlerle laik ve demokratik sosyal
bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, alıştıra alıştıra İslami bir cumhuriyete doğru dönüştürülmektedir. Laiklikten her sapış, bu dönüştürme projesinin bir parçasıdır.
25 Eylül 2015’te Köln’de düzenlenen basın toplantısında, yurt dışında seçim güvenliği için,
her sandığın başında din görevlilerinin olmasını isteyen ana muhalefet partisi genel başkanı da, bu dönüştürme projesi aşamasının gizli ortaklarındandır.

  • Laikliğe aykırı eylemlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesi tarafından da onaylanan
    iktidar partisi
    , yıllardır sivil darbe yapmaktadır.

Yaptıkları sivil darbe ile öncelikle eğitim ve hukuk alanını yoklayan siyasal iktidar,
anayasayı da hiçe sayarak, ayaklar altına almaktadır. Çünkü Parlamento’da bu iktidara
“dur” diyecek muhalefet yoktur. 23 Ağustos 2015’te yapılan parti meclisi toplantısındaki açıklamalarıyla bu sivil darbeyi yeni anlayan ana muhalefet partisi genel başkanı gibi
siyasal parti yöneticilerinin olduğu bir ülkede, demokrasiden söz edilemez.
Demokrasiden söz edilemediği gibi, tam bağımsızlıktan da söz etmek olanaksızdır.

Anayasada da yazıldığı gibi

  • Devletin görevi, gençleri Atatürk ilke ve devrimleri ışığında yetiştirmektir.

    Oysa dindar ve kindar nesil yetiştirmek isteyen siyasal iktidar, demokratik ve laik Cumhuriyetten intikam almaya girişmiştir.

    4 + 4 + 4 olarak adlandırılan ve laik eğitim sistemini dinci eğitime dönüştüren yasa çıkarılarak, imam hatipleşmenin önü açıldı. Öbür okulların ders programlarına Kuran-ı Kerim, Peygamberin Hayatı (AS: Siyer) gibi dersler eklenerek, tüm okulların imam hatipleştirilmesine olanak tanındı. Milli eğitim, kimidinci vakıf ve tarikatların yönettiği bir alan durumuna getirildi. Sivil darbe yaparak anayasayı tanımayan siyasal iktidar, kendilerine karşı örgütlü ve güçlü tepki verilmeyince istediklerini rahat rahat gerçekleştirmeye başladı.
    Bunun sonucunda laik ve demokratik rejimimiz elimizin altından kaymaya başladı.

Tayyip Erdoğan ve benzerlerinin geçmişteki söylem ve eylemlerini unutarak,
“gömlek değiştirdi”, “demokrasi yolunda müthiş adımlar atılacak” diye TV programı yapanlar, gazetelerde yazanlar, bugün “Geçmiş Olsun Türkiye” demektedirler.

Geçmişte yazdıkları yazılarla Fethullah Gülen’e övgüler düzenler, bugün Atatürk’e sıkı sıkı sarılmaktadırlar. Büyük paralar ve projeler dönen basın sektörünün patron ve yöneticileri de,
dar ufukları ve çıkarları nedeniyle bugünlerin hazırlayıcılarındandır. Tayyip Erdoğan ve ekibinin ne olduğunu ve değişmeyeceğini söyleyenlere paranoyak diyerek dudak bükenler, bugünlerin de sorumluları arasındadır.

Ancak durum ne denli kötü olursa olsun, koşullar ne denli zor olursa olsun, Mustafa Kemal gibi düşünerek, bugünlerin de üstesinden geleceğimiz bilinmelidir. “Geçmiş Olsun Türkiye” söylemi, teslimiyetçiliktir, mücadeleden kaçmaktır. Atatürk’ün gençleri dün olduğu gibi, bugün de, yarın da bu ortaçağ artığı aydınlık düşmanlarına karşı örgütlü mücadeleyi sürdürecek ve zafer kazanacaktır..

==================================

Dostlar,

Türkiye kritik bir tarihsel kavşakta…
Laikliğe aykırı eylemlerin odağı olan Siyasal Parti, iktidarı bırakmıyor!.

7 Haziran’da seçimi yitirerek iktidardan düştü ama türlü politik oyunlarla eylemli olarak (fiilen) iktidarı gasbetmiş durumda aylardır..

Bir muhteris adam, yıllarca tek parti iktidarı ile Başbakanlık yaptıktan sonra,
yetkileri parlamenter rejimlerde örneği görülmnedik düzeyde artırılmış Cumhurbaşkanlığı makamını da beğenmeyerek “Başkan” olmak ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kendi deyimiyle
bir “anonim şirket” gibi yönetmek istiyor!

Ve bu süreçte Makyavel’in dudaklarını uçuklatacak her türlü yönteme başvurularak
“güç” elede tutulmaya, iktidar devredilmemeye, muhalifler sindirilip – eritilmeye çalışılıyor..

“2023 hedefleri” ne kilitlenmiş bir siyasal kadro, kara bulutlar gibi çökmüş Ülkenin ufkuna!
“Anadolu Federe İslam Devleti” ve Halifelik – Yeni Osmanlıcılık artık saklamadıkları hedef.

Umut 1 Kasım 2015 genel seçimlerinde…
Ya bu “dud-i mauannit” (inatçı bulutlar) dağıtılır ya dağıtılır..
Başka seçenek yok..
Bu halk gereğini yapacaktır 1 Kasım!da; “AKP – RTE parantezi” ni reddeecektir.

Sevgi ve saygı ile.
05 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Şiir köşesi : EN KÜÇÜK EN MASUM KURBANDI ELİF


Şiir köşesi…

En Küçük, En Masum Kurban Elif?

divider_yesil_fiyonk

EN KÜÇÜK EN MASUM KURBANDI ELİF

En küçük, en masum kurbandı Elif
Eller öpüp harçlık toplayacaktı
Diğer çocukların yaşı muhtelif
Hepsi de okula başlayacaktı

Bayram günlerinde Bismil’de, İl’de
Terörist konuştu en acı dilde
Kimi kabirde, yoğunda, acilde
Hepsi de okula başlayacaktı

Alındı kitaplar, defterler çanta
Okuyup olacaklardı pırlanta
Ya gül kokusu sürüp ya lavanta
Hepsi de okula başlayacaktı

Terörist polise bir pusu kurmuş
Attığı roketle çocuklar vurmuş
Çocuk bedenleri sipere durmuş
Hepsi de okula başlayacaktı

Orhan AFACAN 30.9.2015, İzmir

divider_cizgi

 

Teşekkürler Sayın Afacan insan duyarlığınız için…

Sevgi ve saygı ile.
05 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com