Etiket arşivi: www.ahmetsaltik.net

Prof. Ali ERCAN : 3 YIL ÖNCESİNDEN BELLİYDİ….

3 YIL ÖNCESİNDEN BELLİYDİ….

portresi, Gülümseyen
Prof. Dr. Ali ERCAN 
29.08.2016

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

 

Değerli arkadaşlar,
Milli Bayram törenlerinin birer birer kaldırılacağı çoktan belliydi… 31.8.2013’te bakın neler yazmışım :
++++
Değerli arkadaşlar,
Bu akşam başta ADD olmak üzere değişik Demokratik Kitle Örgütleri tarafından ortaklaşa düzenlenen 30 Ağustos Fener alayına katıldım. Gündüz Hipodromdaki zoraki ‘resmi’ geçitleri TV’den izlemiştim. Panayır havasındaki bağırtılı söylemlerle, tam bir yapaylık ve laçkalıkla “adet yerini bulsun” kabilinden ruhsuz bir gösteri olmaktan öteye gidemeyen resmi tören bittiğinde, zorunlu katılımcılar da herhalde “oh be!” demişlerdir.
…………
Evet, törende şeref tribününde oturan “devlet ricalini, Ankara Belediyesi reklamlı çadırların altındaki bin kişilik Halkı (!) inceden inceye gözlemledim. Geçit resmine katılanların yüz ifadelerini, yürüyüşlerini, hareketlerini, halkın tepkilerini vs. bir araya getirdiğimde, rahatlıkla söyleyebilirim ki; maalesef siyaset Orduyu kendine benzetmiştir… Silahlı Kuvvetlerin Vatan savunmasında yeterliliğine olan güvenim sarsılmıştır. Demek ki, olası silahlı bir işgalle karşılaşırsak, tarihi Amasya Genelgesi‘nin 3. maddesi gereğince, Ülkeyi yine Yurtseverlerin azim ve kararı kurtaracaktır …

Resmi Ordu bu haldeyken, Boğazları yırtılırcasına “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye haykıran bir gençlik var. Umut veren gençlik. İşte ben o gençliğin arasına katıldım. 19.19’da elimizde meşaleler, Anıt-Kabir’e doğru yola çıktık. Muazzam coşkulu kalabalığın bir ucu Kızılay’da bir ucu ADD Genel Merkezi önündeydi (1400 metre) Kestirimim 10-15 bin kişilik Fener Alayı, bayraklar sallayarak, marşlarla Tandoğan üzerinden Anıt-Kabir etrafından tam Anıt-Park’a doğru yürüyüşe geçmiştik ki…..

KÖTÜ SÜRPRİZ !

Hava bunaltıcı sıcaktı… Yürüyüşe dayanamayan yaşlı insanların terlediklerini görüyordum. Hükümet (ya da Hükümetin Valisi veya Emniyet Müdürü) bunu önceden akıl etmiş olacak ki, TOMA’larla karşımıza dikilip, üzerimize su fışkırtarak bizleri serinletmek istediler.. Zaten yol yorgunu olanların çoğu bu sürpriz duşla ara sokaklara dağıldılar.. Sonuçta Anıt Parka 1000-1500 kişi ancak erişebildi. ADD ve TESUD Genel Başkanlarının konuşmalarından sonra Fenerlerimizi söndürdük; evlerimize döndük….

Bir 30 Ağustos da böyle geçti..
Sevgilerimle. æ
________
Not : Mustafa Kemal‘in Büyük Taarruzdan 2 yıl önce, Temmuz 1920’de Afyon Kolordu Karargâhında Subaylara hitaben yaptığı tarihi söyleşiyi orijinal haliyle ekliyorum. Türk Silahlı kuvvetlerinin en önemli komuta kademelerine, Genel Kurmay Başkanlığına kadar yükselmiş zevat bu söyleşiyi ne yazık ki, hiç mi hiç anlamamışlar…
+++

Efendiler!

Eski silâh arkadaşlarımla böyle yakından ve samimî temasta bulunmaktan büyük zevk-i vicdanî hissediyorum. Sizle oturup uzun hasbihal etmek isterdim. Fakat çoksunuz; müsait yer de yoktur. Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle ile mülâhaza etmekle iktifa edeceğim.

Arkadaşlar! İngilizler ve yardımcıları milletimizin istiklâlini imhaya karar vermişlerdir. Milletler istiklâllerini hiç kimsenin lûtf-u atıfetine medyun değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve istiklâl vermez. Milletlerde tabiaten ve fıtraten mevcut olan bu hak milletlerce kuvvetle, mücadele ile mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan binaenaleyh mücadele edemeyen bir millet mahkûm ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin istiklâli gasp olunur.

Dünyada hayat için, insanca yaşamak için istiklâl lâzımdır. İstiklâl sahibi olmak için haiz-i kuvvet olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icab eder. Kuvvet ordudur. Ordunun menba-ı hayatı ve saadeti, istiklâli takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan iman-ı vicdanîsidir.

İngilizler, milletimizi istiklâlden mahrum etmek için pek tabiî olarak evvelâ onu ordudan mahrum etmek çarelerine tevessül ettiler. Mütareke şeraitinin tatbikatı ile silâhlarımızı, cephanelerimizi, bilcümle vesait-i müdafaamızı elimizden almağa çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve zabitlerimize tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini ifnaya gayret ettiler. Ordumuzu kamilen lağvederek milleti muhafaza-i istiklâli için muhtaç olduğu nokta-i istinattan mahrum etmeğe teşebbüs ettiler.

Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü hukuk ve mukaddesatına taarruzla milleti zillete, inkıyada alıştırmak plânını takip ettiler ve ediyorlar. Herhalde Ordu, düşmanlarımızın birinci hedef-i taarruzu oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka zabitini mahvetmek, zelil etmek lâzımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta mevani ve müşkülât kalmaz. Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre zabitan heyetimize teveccüh eden vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.

Milletimiz hür ve müstakil yaşamak lüzumuna tam bir iman ile kani olmuş ve buna azm-i katî ile karar vermiştir. Zaman zaman şurada burada şayan-ı teessür seciyesizliklerin meşhut olması hiçbir vakit milletimizin kanaat-ı umumiyesine, iman-ı hakikiyesine sekte-i îrâs etmemiştir ve edemeyecektir. Binaenaleyh kuvvetin, ordunun vücudu için lâzım olduğunu söylediğim menba -ki milletin iman-ı vicdanîsidir- mevcuttur. Ordu ise arkadaşlar, ancak zabitan heyeti sayesinde vücutpezir olur. Malûm bir hakikat-i askeriye hakikat-i felsefiyedir “Ordunun ruhu zabitandadır”. O halde zabitanımız düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen Ordumuzu tamir ve ihya edecek ve Ordu ve milletimizin istiklâlini muhafaza edecektir.

Millet, istiklâlinin mahfuziyetinden ibaret olan gaye-i hayatiyesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden zabitandan bekler, işte zabitanın âli olan vazifesi budur. Allah göstermesin, milletin istiklâli ihlâl edilirse bunun vebali zabitana ait olacaktır. Zabitan izah ettiğim âli, mukaddes ve umum nokta-i nazardan uhdelerine terettüp eden vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve ferasetleriyle giriştiğimiz istiklâl mücahedesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler. Hayat-ı şahsiye ve hususiyeleri itibariyle de zabitler fedakâran sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürürler. Onları tezlil ve tahkir ederler.

Hayatında bir an olsa bile zabitlik etmiş, zabitlik izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü istihkar etmiş bir insan hayatta iken düşmanın tasmim ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır: şerefini masun bulundurmak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği o şerefi payimal etmektir. Binaenaleyh zabit için “ya istiklâl, ya ölüm” vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, istiklâlimizi muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima müstakil görmekle bahtiyar olacağız!
===========================

Dostlar,

Sn. Prof. Dr. D. Ali Ercan bilindiği gibi Kara Harbokulu mezunudur ve Yüzbaşı rütbesinde iken Ordu’dan ayrılarak akademik yaşamı seçmiş ve Almanya’da eğitim alarak Çekirdek (Nükleer) Fiziği uzmanı olmuştur. Gerçek bir aydın ve saygın bir düşün insanıdır.

Yukarıya aktardığımız anı yazısı günümüzün “hal-i pür melal” (perişan) durumunu betimliyor. Her şeye karşın biz de TSK’nın teslim olmayarak kurmay stratejisi ve sonsuz yurt – vatan – ulus sevgisi ile bu geçici çile dönemine dayanmasını diliyoruz..

Dünya Sultan Süleyman’a bile kalmamıştır; efsaneye göre 900 yıl yaşayan!
Türkiye AKP – RTE’ye de kalmayacaktır. RTE sonrası AKP, ANAP… gibi darmadağın olacaktır (FETÖ kavgaları yüzünden daha erken olmazsa..). Bu gibi partiler program ve ekip tabanlı değil, tekadama biat – tapınma  ürünü olan alaturka – oryantal konjonktürel politik örgütlenmelerdir (formlardır).

Ülkemiz ve gözbebeğimiz Ordumuz yaralarını hızla sarmasını bilecektir. O günler uzak değildir.

Ulusal bayramlarını yasaklayan, bunları meşru haklarını kullanarak kutlayan insanlarının üzerine orantısız kolluk şiddetiyle vahşetle giden siyasal iktidarlar, sonlarının da yaklaştığının belirtileridir.

Kadim Anadolu topraklarında ihanet tohumları  asla yeşermeyecektir.

  • Halkımız, Ordusu’nu düşman gören siyasal kadroları ve eylemleri
    ayırt edecek ve bağışlamayacaktır.  


    Sevgi ve saygı ile.
    31 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

30 Ağustos; II. Abdülhamid’e teşekkür ederiz…

30 Ağustos; 
II. Abdülhamid’e teşekkür ederiz…

portresi_gulumseyen


Bekir Coşkun
SÖZCÜ
, 30.08.2016

(AS : Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

30 Ağustos, II. Abdülhamid’e teşekkür ederiz…
30 Ağustos destanını, Türk Ordusu’nun geriye kalanı ile kutluyoruz…
*
Kozmik Oda adliye ambarına taşındı…
Askeri istihbarat MİT‘e verildi…
Askeri yargı adliye sarayına…
Sahil Güvenlik ile Jandarma İçişleri Bakanlığı’na gitti…
*
Kuleli otel oluyor…
Askeri liseler kapatıldı…
Harp Akademisi kapatıldı…
Astsubay okulları kapatıldı…
*
Askeri eğitim; YÖK‘e…
Askeri birliklerin arazileri; TOKİ‘ye…
Kıyılardaki tesisler; Turizm Bakanlığı‘na…
*
Birisi “Hastaneleri kaldı” dedi…
Askeri hastaneleri üniformalı paşalardan “devir-teslim töreni” için birer türbanlı hanım kardeşimizi gönderdiler, manası iyi anlaşılsın diye…
“Devir-teslim” diyorlar ama bakmayın siz, “teslim”dir o…
GATA‘nın adını “Abdülhamid” koydular…
İyi mi?..
*
Şimdi kalanları ne yapacağız, düşünelim:
Hava Kuvvetleri; Anadolu Jet’e…
Topçu Okulu; Kasımpaşa spor’a…
Deniz Kuvvetleri; gemicik filosuna…
Levazım; Toprak Mahsulleri Ofisi’ne…
Haberleşme; Turkcell’e…
İstihkam; DSİ’ye…
Özel Harekat; Kurtlar Vadisi’ne…
*
Bugün 30 Ağustos…
Cumhuriyetimizi kuran büyük zaferin kazanıldığı büyük gün…

“Kağnılarla çıktılar yola
Burası Ovacık deresi
Üç ses karışıyordu havaya
Askerin türküsü, bir gelinin ağıdı
Bir de kağnıların teker sesleri…” 

30 Ağustos, bu ülkenin varoluşunun zaferidir…
II. Abdülhamid‘e teşekkür ederiz…
*
Zaferden geriye ne kaldıysa artık…
Kutlu olsun…
===================================

Bravo Sayın. Bekir Coşkun!

Tarihe geçecek bir yazıdır bu..

Boş bir eldiven gibi ilgililerin – sorumluların yüzüne fırlatılan..
En azından boş bir eldiven gibi..
Vebali ve utancı öyle büyük öyle büyük ki..
Kuşaklar boyunca evlatları – torunları utanca boğulacak..

Sevgi ve saygı ile.
31 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İNSAN HAKLARI YÜKSEK LİSANS PROGRAMI

İNSAN HAKLARI
YÜKSEK LİSANS PROGRAMI

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır, bakılması özellikle rica olunur…)

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 2010 yılından beri yürütülen insan hakları yüksek lisans programına Ankara Üniversitesi Senatosu kararıyla 2016 güz dönemi için kontenjan verilmedi. Her yıl, açtığı kontenjanın en az 10 katı başvuru alan bir yüksek lisans programının gördüğü ilgiyi karşılıksız bırakamazdık.

Diplomasız bir yüksek lisans programı başlatıyoruz.

Ankara Üniversitesi İnsan Hakları Yüksek Lisans Programı; bünyesinde siyaset bilimi, iletişim, hukuk, uluslararası ilişkiler gibi farklı disiplinlerden, alanında kendisini kanıtlamış çok değerli akademisyenleri bir araya getiren Türkiye’deki çok az sayıda insan hakları yüksek lisans programından biridir. Programımız, 2010’dan beri her yıl, programın disiplinlerarası yapısına uygun olarak farklı alanlardan mezun olmuş toplam 15 öğrenci almaktadır. İnsan hakları yüksek lisans programı, kimisi kamuda kimisi özel sektörde kimisi ise sivil toplumda insan hakları alanında çalışan bu öğrencileri bir araya getirerek akademi ile aktivizm işbirliği yoluyla her iki alanı da beslemeyi amaçlamaktadır. SBF İnsan Hakları Merkezi’nin sivil toplumla işbirliği halinde yürüttüğü yaz okullarıyla ve düzenlediği akademik konferans ve toplantılarla bu amaç desteklenmektedir.

2016 yılı için de benzer bir hazırlığa sahip olan yüksek lisans programımıza, istemimize ve Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün olumlu kararına karşn Ankara Üniversitesi Senatosu tarafından kontenjan verilmediğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bu karar alınırken, resmi veya gayrı-resmi yoldan Anabilim Dalı ve hocaları bilgilendirilmiş değildir. Dahası Anabilim Dalı ve Enstitü tarafından uygun görülen kontenjanın kimin tarafından uygun görülmediği de belirsizdir, çünkü konu Senato’da da tartışılmış değildir. Bu kararın gerekçesini öğrenmek ve bu kararın geri alınmasını sağlamak için resmi düzeyde idari girişimler yapılmıştır.

Bu karardan dönülmesi, dönülmediği takdirde de bu kararın yalnızca bir döneme özgü kalması umudumuzdur.

Diplomasız Yüksek Lisans Programı

Ancak hevesle yürüttüğümüz ve çok ilgi gören bu yüksek lisans programının geleceği hakkındaki kararları programda ders veren akademisyenlerin belirlemesi gerektiğini düşüncesiyle bu girişimlerin olası olumsuz sonuçlarını da gözeterek aşağıda adlarını görebileceğiniz öğretim elemanları olarak “diplomasız” bir yüksek lisans programı başlatmaya karar verdik. Kuşkusuz bu programı, resmi makamlar aracılığıyla yürütmek olanaklı değildir. Bu nedenle alınan karar bir anabilim dalı kararı değil, anabilim dalında ders veren ve bu programa katılmak isteyen hocaların kararıdır.

Bu yüksek lisans programı, insan hakları yüksek lisans programında ders veren akademisyenlerin gönüllü katılımıyla ve mesai saatleri dışında yürütülecektir. Mekânımız ise Ankara’da faaliyette olan ve desteğiyle bizleri güçlendiren aşağıda adları sayılan çeşitli insan hakları kuruluşlarının sağlayacağı sınıflıklar olacaktır. Programdan mezun olmak için her biri üç kredilik yedi ders ve bir semineri başarıyla tamamlamak gerekmektedir Programda resmi yüksek lisans programı için öngörülen standartlardan hiçbir şekilde ödün verilmeyecektir. Bu nedenle, program devam zorunluluğu olan bir programdır. Başvuru koşullarımız da daha önceki yıllarda olduğu gibi 50 yabancı dil ve 55 ALES (Sözel) puanı ile en az 2.00 lisans ortalaması şeklindedir.

“Diplomasız” yüksek lisans programımıza başvurmak isteyen adaylar 25 Ağustos- 5 Eylül 2016 arasında diplomasizyukseklisans@gmail.com adresine CV’leri ve koşulları sağladıklarını gösterir belgeler (ALES, diploma ve yabancı dil belgesi) ile birlikte başvurabilirler. Mülakat ise 8 Eylül Perşembe günü İnsan Hakları Ortak Platformu’nun ofisinde (İHOP) yapılacaktır.

Destekleyen Hocalar Listesi

  1. Dr. Ayhan Yalçınkaya
  2. Doç. Dr. Ahmet Murat Aytaç
  3. Dr. Bedriye Poyraz
  4. Arş. Gör. Dr. Cavidan Soykan
  5. Doç. Dr. Elçin Aktoprak
  6. Arş. Gör. Dr. Ersin Embel
  7. Dr. Funda Keskin Ata
  8. Dr. Gökçen Alpkaya
  9. Doç. Dr. Kerem Altıparmak
  10. Doç. Dr. Murat Sevinç
  11. Arş. Gör. Nisan Kuyucu
  12. Doç. Dr. R. Barış Ünlü
  13. Dr. Sevilay Çelenk
  14. Dr. Ülkü Doğanay
  15. Arş. Gör. Dr. Zafer Yılmaz

Destekleyen Kurumlar Listesi

  • AB Komisyonu Türkiye Delegasyonu
  • Gündem Çocuk Derneği
  • Helsinki Yurttaşlar Derneği
  • İnsan Hakları Derneği (İHD) ve İHD İnsan Hakları Akademisi
  • İnsan Hakları Ortak Platformu
  • Kadın Dayanışma Vakfı
  • Kaos GL Derneği
  • Mülkiyeliler Birliği
  • Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği
  • Türkiye İnsan Hakları Vakfı
  • Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi

==========================================

Dostlar,

Çok hüzün verici bir tablodur.
Ankara Üniversitesi’ne hiç yakışmamaktadır..
İdarenin her türlü eylem ve işleminin hukuka uygun ve gerekçeli olması,
hukukun evrensel kabul gören yüksek ilkeleri (Jus Cogens) gereği zorunludur.
Ankara Üniversitesi yönetiminin, Rektörlüğün / Rektör Sn. Prof. Erkan İbiş‘in
geçerli bir açıklama yapMAması düşünülemez ve kabul edilemez..

Bu durumu içimize sindiremiyoruz..
İkna edici, makul, haklı, hukuka uygun bir gerekçe gösterilene dek bu eylemi,
simgesel olarak biz de destekliyoruz.. Meşru direnme hakkı türevi olarak görüyoruz.

Bir Mülkiyeli de olsak, bu programda ders vermemiz söz konusu olmadığından,
simgesel olarak desteğimizi açıklıyoruz.
Dileriz hızla sorun çözülsün, yanlıştan dönülsün, bu da bir erdemdir.

Sorun uza(tılır)rsa, gelecek yarıyılda EN TEMEL İNSAN HAKKI : SAĞLIKLI YAŞAM HAKKI konusunda bir dersin programa eklenmesini önerecek ve kabul görürse,
bu dersi Tıbbiyeli sorumluluğumuzla üstleneceğiz..

Yarın 1 Eylül…
Dünya Barış günü..
Üniversite yönetimine anımsatmak ve taze bir gül sunmak istedik..

Islak gül

Sevgi ve saygı ile.
31 Ağustos 2016, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

HASUDER’den (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği) 30 Ağustos Kutlaması

HASUDER’den (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği)
30 Ağustos Kutlaması

..HASUDER logosu

Değerli Üyelerimiz,

Atatürk’ün önderliğinde kadın erkek tek vücut olarak emperyalizmi dize getirdiğimiz gündür 30 Ağustos, bu bayramı kutlamak yurt sathında yaşayan herkesin hakkıdır, gururudur, onurudur.

Zafer Bayramımız kutlu olsun!

HASUDER Yönetim Kurulu

=======================================

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz HASUDER’den (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği)
30 Ağustos Kutlamasını yukarıda sevinçle paylaştık..

Duyarlık gösteren Dernek yönetimine teşekkür ederiz..

Sevgi ve saygı ile.
30 Ağustos 2016, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

CHP Isparta örgütü 30 Ağustos nedeniyle “Mevlit Okutacak”

CHP Isparta örgütü 30 Ağustos nedeniyle
“Mevlit Okutma” etkinliği yapacağını üyelerine duyurdu
 

Mahmut ÖZYÜREK
29 Ağustos 2016, Isparta

portresi

30 Ağustos Utkusu, dünün işgalcisi o haçlı emperyalizme işbirlikçi dinci gericiliğe karşı vatan – millet ve özgürlük (hürriyet) adına onurluca karşı durulup kanla irfanla elde edilen büyük bir Ulusal Utku’dur..
30 Ağustos; emperyalist planların bozulduğu, Anadolu’nun paylaşım girişiminin durdurulduğu, mazlum ulusların emperyalizme karşı savaşımına ışık olan, umut aşılayan bir başkaldırının adıdır.

30 Ağustos; bir ulusun tarih sahnesinden silinirken topyekûn “bağımsızlığını imhaya karar veren emperyalizme”  karşı yeniden dirildiği, tarihte örneğine ender rastlanan bir savaşın adıdır.

Özetle 30 Ağustos; 9 Eylül’dür, Lozan’dır, Cumhuriyettir, devrimlerdir.

Peki, 30 Ağustosta bağımsızlık, cumhuriyetçilik, devrimci halkçılığın özetle emperyalizme karşı onurlu mücadele bilincinin öne çıkaran eylem ve etkinlikler dururken “Mevlit Okutma” niçin yapılır? Kaldı ki, “İslam dininde “Mevlit Okutma” YOKTUR. Mevlit,  İslamiyet’e 13. yüzyıl sonunda (1400’lü yıllar) girmiş bir pagan geleneğidir. Yalnızca Mevlit değil, “Ölüler arkasından Kur’an okumak diye bir kural” da yoktur. Ölüler vesilesiyle okunan Kur’an’ın yararı da dirileredir. Hz Muhammed hiçbir zaman ölülerin arkasından Kuran okumamıştır!  “Ölülerin ardından “Mevlit Okutma”, Ölmüş kişi için yemek verme, ekmek vb. dağıtma bunların hepsi putperestlikten geçmedir, İslam dışıdır. (Y.  Nuri ÖZTÜRK)

Yani “Mevlit Okutma” dinsel bir kuralın yerine getirilmesi değil, dinci gericiliğin kendini meşrulaştırmak adına ortaya attığı, toplumsal narkoz olarak kullandığı zırvalıklardır. Mevlit Okutma, İslam bilginlerinin “din dışı ve pagan inancı” olarak değerlendirdikleri, İslam’ın kutsal kitabında yeri olmayan temelsiz, çürük, gerçek dışı, dinci gericiler tarafından toplumu uyutmak, gerçek yaşamdan uzaklaştırmak için “narkoz olarak” kullandıkları gerici kurallardır.

 Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Partinin yöneticilerinin bu din dışı kurallara eylemli olarak sahip çıkması gaflet ve dalaletin de ötesinde ihanettir. Türkiye’de Kemalist Cumhuriyet, temel kuruluş felsefesi olan devrimciliğini yitirdikçe, devrimci uygulamalardan ödün verildikçe Şeriatçılığın, dinci gericiliğin güçlendiği, Kemalist Cumhuriyetin güç yitimine uğradığı bir gerçekliktir.

Bugün Türkiye’de dinci gericiliğin, öbür bütün gericilik türlerinin ana gücü durumuna gelmesi ve iktidarı ele geçirmesi yalnızca işbirlikçi – dinci gericiliğin çabalarının ürünü değil; sözde Atatürkçülerin dincilerin önlerindeki en büyük engel olan Kemalist Devrimin ilkelerinden verdikleri ödünlerin de bir sonucudur. CHP Isparta İl örgütünün 30 Ağustos nedeniyle “mevlit okutma”  etkinliği de son tahlilde dinci gericiliği meşrulaştırmaktır.

Gericilikle mücadele etmek “Gericiliği nerede görürsem tepelerim, tepelerim, tepelerim!” diyen Mustafa Kemal’in yolundan gitmek yerine,  Atatürkçülük adına gericilikle ittifak halindeki bir devrimcilik, karşı devrimin ekmeğine yağ sürmektir. Gericiliği engellemek adına gericiliğin kullandığı “din dışı” ritüelleri sahiplenmek, gericilikle ittifak etmek ülkenin adım adım Şeriatçılaşmasına göz yummaktır. Eğer bugün dinci – Şeriatçı faşizm ülkenin yalnız siyasal yaşamına değil; tüm toplumsal, sosyal, kültürel yaşamına egemen olabilmişlerse, kendini Atatürkçü sanan kimi ahmakların gericiliği sahiplenmesinin payı hiç de azımsanamaz. Kendini Atatürkçü olarak tanımlayan her kişi toplumsal yaşam içinde gericiliği besleyen her şeye karşı mücadele etme öz görevi ile yükümlüdür.

Bir kez daha anımsatalım;

  • Gericilikle Kemalist sol bağdaşmaz,
  • Gericilikle Kemalist devrimcilik uyuşmaz,
  • Gericilikle Kemalist duruşta, davranışta, uygulamada yan yana gelemez.
  • Çünkü Gericilik tüm türleriyle kapitalizmin ve emperyalizmin hizmetindedir.
  • Dinin yozlaşmasının nedeni de  kapitalizmin ve emperyalizmin dini denetim altına almasındandır.
  • Yozlaşan din gericileşir, bağnazlaşır, Araplaşır, çürümüşlük kokar.

===========================================

Dostlar,

ADD İsparta Şubesinin kurucusu ve kesintisiz 14 yıl boyunca çok başarılı Başkanı, halen Ulusal Eğitim Derneği İsparta Şb. Bşk., Em. öğretmen – dava arkadaşımız Sn. Mahmut Özyürek‘in yazısını üzülerek paylaşıyoruz..

  • Toplumu tüm boşinanlardan (hurafelerden) arındırmak ve
  • Yaşamda bilimsel akılcılığı egemen kılmak,
    ANADOLU AYDINLANMASININ en başat gelen işlevidir.

Büyük ATATÜRK‘ün kurduğu parti CHP, topluma – ulusumuza kuşkusuz bu bağlamda da öncü olma sorumu altındadır..

Sevgi ve saygı ile.
30 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

BÜYÜK TAARRUZ – BÜYÜK ZAFER

BÜYÜK TAARRUZ, BÜYÜK ZAFER

ZAFERLERİ VE MAZİSİ İNSANLIK TARİHİYLE BAŞLAYAN, ZAFERLE BERABER MEDENİYET NURLARINI TAŞIYAN
KAHRAMAN ORDUMUZUN, 
30AĞUSTOS1922’DE KAZANDIĞI
“BÜYÜK ZAFER” MİLLETİMİZE KUTLU OLSUN.

AZİZ ŞEHİTLERİMİZİ VE (BAŞTA GAZİ M. KEMAL ATATÜRK OLMAK ÜZERE) KAHRAMAN GAZİLERİMİZİ RAHMETLE, HÜRMETLE ANIYORUZ…

Displaying f.k-ATATÜRK26Ağs.jpg

“BÜYÜK TAARUZ, BÜYÜK ZAFER” başlıklı yazım aşağıdadırr.

PORTRESİ

ŞAHAP OSMAN ARAS
Emekli Kurmay Albay – Tarihçi Yazar (2016 – İZMİR)

BÜYÜK TAARRUZ – BÜYÜK ZAFER

25/26 Ağustos 1922 gecesinde; işgalci Yunan Ordusunun Başkomutanı General Hacı Anesti İzmir’de keyif çatarken, cephedeki komutanlar da Afyon Belediye Binasında balo düzenleyerek eğleniyordu… Türk Ordusunun Başkomutanı Gazi Mareşal Mustafa Kemal Paşa ise, Afyon/Kocatepe’de (beraberinde Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa ve 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa olduğu halde) taarruz için, fecir vaktini bekliyordu. 26 Ağustos Cumartesi sabahı, yoğun bir topçu ateşinin ardından başlatılan hücumla Kahraman Mehmetçiklerimiz, düşmanın “6 ayda geçilemez denilen” tahkimli mevzilerini bir hamlede aşarak, Sincan Ovası’na indi.

27 Ağustos günü Afyon işgalden kurtarıldı. Baskına uğrayan düşman, 27/28 Ağustos gecesi İzmir istikametinde geriye çekilmek istedi. Ancak, Fahrettin (Altay) Paşa komutasındaki 5 inci Süvari Kolordumuz düşmanın çekilme yollarını kesmişti. Böylece, 1. ve 2. Yunan Kolorduları Dumlupınar’ın kuzeyine sürüklenerek, Murat Dağı eteklerinde çembere alındı… Burada, 30 Ağustos günü yaşanan Meydan Muharebesinde, beş Yunan Tümeni imha edildi. Savaş gücünü tümden yitiren düşman güçleri,  bozguna uğrayarak, İzmir’e doğru kaçmaya başladı… Gazi Mareşal Mustafa Kemal Paşa, bu muharebeyi 1181 Rakımlı (Zafer) Tepe’de karargâh kurarak bizzat yönettiği için, “Başkumandan Meydan Muharebesi” adı verilmiştir.

Yenilgiye uğrayan Yunan Ordusunun komutanları, başlarında General Trikupis olduğu halde, 2 Eylül günü Uşak dolayında tutsak alındılar. 5 inci Kolordumuzun kahraman süvarileri düşmanın tüm haberleşme ve demiryolu ulaşım imkanlarını felce uğratmış olduğundan, 1 inci Kolordu Komutanı General Trikupis; General Hacı Anesti’nin görevden alınarak, kendisinin Başkomutanlığa atandığını” tutsak düştüğü birliğin komutanından öğrendi… Başkomutan M. Kemal Paşa ve karargâhı 3 Eylül günü Uşak’ta idi. General Trikupis ve 2 nci Kolordu komutanı General Diyenis (1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa ve 4. Kolordu Komutanı Kemalettin Sami Paşa’nın gözetiminde) Gazi Paşa’nın huzuruna getirildiler.

ATATÜRK tutsaklara yer göstererek kahve ısmarladı ve ardından, düşman cephesinde yaşananları öğrenmek için, onları sorgulamaya başladı… General Trikupis: “Büyük Taarruzun başladığı gece,  her şeyden habersiz olarak Afyon’daki bir baloda eğlendiklerini; bir ucu Kütahya’da, diğer ucu Afyon’da olan Türk Taarruzunun baskın tarzında başlayarak Yunan mevzilerini ezip geçtiğini; şiddetli bir sele kapılmışçasına Murat Dağı’nın eteklerine doğru sürüklendiklerini ve de Kızıltaş Deresi vadisinde kapana kıstırıldıklarını” büyük bir üzüntüyle anlattı.

Sonrasını da, yine bizzat General Trikupis’ten dinleyelim: “30 Ağustos gününe kadar toplarımızı kısmen kullanarak, geri çekiliyorduk. Fakat, sırtımızı o yamaca (Murat Dağı yamaçlarına) dayadıktan sonra, hiç mecalimiz kalmamıştı. İşte o zaman, sizin süngüleriniz parıldamaya başladı. Arkamız, önümüz, her yanımız süngü… Artık, sonumuz gelmişti. Atımı bile bulamadım; ormanların içinde, yollara düştüm.” Tutsak Yunan Generali, bozgunu böylece özetledikten sonra, Gazi’ye sorar: “Siz bu savaşı nereden yönetiyordunuz?” 

ATATÜRK’ün yanıtı: “İşte, tam o süngülerin parıldadığı yerden!”

Trikupis şaşırır; müthiş bir heyecana kapılarak, saygıyla doğrulur. “İşte, savaş böyle kazanılır… Değilse, yüzlerce kilometre uzakta, harita üzerinde pergelle ölçüp/biçerek savaş yönetilmez” der… Yunan Ordusunun Başkomutanı General Trikupis (1868-1959) tutsaklıktan kurtulup ülkesine döndükten sonra, yaşamı boyunca her 29 Ekim’de Atina’daki Büyükelçiliğimize gelerek; ATATÜRK’ün fotoğrafı önünde saygı duruşunda bulunmuştur. Düşmanların bile sevgi ve saygısını kazanan Gazi M. Kemal ATATÜRK’ü karalamaya çalışan gafilleri Allah ıslah etsin.

============================

Dostlar,

İzmir’den değerli dostumuz Em. Kurmay Albay – Tarihçi Yazar Sayın ŞAHAP OSMAN ARAS’ın özlü makalesi yukarıda…

Kendisine teşekkür borçluyuz..

Bize bu utkuyu (zaferi) ve sonuçlarını (Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti!) kanları ve canları pahasına bağışlayan vatan evlatlarına minnetimiz ödenemez… Aziz hatıralarına saygılı olmanın en etkili yolu, kutsal vatana – cumhuriyete – bağımsızlığımıza – ulusumuza sahip çıkmaktır!

Sevgi ve saygı ile.
30 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“HACI ANESTİ!.. GEL DE ORDULARINI KURTAR!”

30 AĞUSTOS 1922

“HACI ANESTİ!.. GEL DE ORDULARINI KURTAR!”

(-Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!)

portresijpg
Prof. Dr. Kemal Arı
https://www.facebook.com/kemal.ari/posts/10153451791782860:0

 

 

Türk topçusu ve piyadeleri, beş günün sonunda Dumlupınar’a ulaşmışlardı.
O güne değin süren şiddetli muharebelerle pek çok çephede düşmana ağır darbeler vurulmuş
ve geri çekilmeye zorlanmıştı.
Bunun sonunda artık, bir ölüm kapanına düşer gibi, Dumlupınar’a toplanmış bulunuyorlardı.
Türk ordularının kuzey ve güney kanatları birbirine yanaşarak, düşmanı hilal biçiminde bir kuşatmanın içine toparlamıştı…
Askerler aç ve yorgundu…
Günlerdir sıcak bir tas yemek yiyememişler; toz toprak içinde ölümle burun buruna düşmanla vuruşmuşlardı.
Anadolu toprakları Ağustos’un sıcağında, dökülen kanlarla sanki üzerindeki kirlerden arınıyor gibiydi…
Kir; yani işgal
Zillet dolu günler…
Ölümler, işkenceler…
Namus ve onurlara vurulan ağır darbeler…
Şimdi düşman yarım bir çemberin içinde, ne yapacağını bilmez bir durumda kıvranıyordu.
Süvariler ise batı geçitlerini tutmuş, kaçış yollarını tıkamıştı…
Her an, bir dere boyunca kaçmaya niyetlenen dağınık düşman birlikleri Türk süvarilerinin nefesini boyunlarında hissediyorlardı.
Önce korku ve panik halinde sağa sola kaçışlar oluyor, ardından da süvarilerin kılıçları yalım gibi şimşekler çakarak düşmanın gövdesine iniyordu.
Süvariler ise çoktan batı yönündeki kaçış yollarını denetimlerine almışlardı. Süvariler düşmana karşı yıldırıcı darbeler vuruyor; ani baskınlar düzenliyor, imha hareketi yapıyor, sonra da hızla çekiliveriyorlardı.

Mustafa Kemal Paşa, başkomutanlık karargâhını hemen ateş hattının yakınına kurdurmuştu.
Her an kendisine ulaşan hareket planlarını inceliyor; sık sık çadırının önüne çıkarak,
yanında kurmay heyetiyle elinde dürbünü, uzakları gözetliyordu.
Beş gündür, hemen hiç uyumamış gibiydi.
Harekatın her aşamasını gözden geçiriyor; kurmay erkanını topluyor, gelişmelere göre planını sürekli güncelliyordu…
Ara ara atına binip, sade muharip elbiseleri üzerinde, mevzileri gözden geçirmek için
siperlere gidiyordu…
Türk Ana işte üzerindeki kiri, pası; onca çirkinliği atmak üzereydi…
Gazi, yüreğinde heyecanlar; artık düşmanın iyice avucunun içine düştüğünü ve
kaçamayacak biçimde sarıldığını görüyordu.
Artık o anın geldiğini düşünerek, önce top atışı için emrini verdi…
Gazinin emri üzerine düşmanı sarmış Türk topçuları toplarını ateşlediler…
Kulakları patlatırcasına yoğun gürültülerle toplar düşman üzerine gülleler atıyor;
patlayan gülleler Dumlupınar’ı sanki yakıyordu.
Bir süre sonra top atışı yavaşladı.
Ardından da piyade ve süvarilerin taarruzu başladı.
Düşman ordusu bir iki basit hareketin dışında direnme yeteneğini bütünüyle yitirmişti.
Anadolu’yu baştan aşağı istila etmek için yollara dökülen koskoca Yunan ordusu
topçuların güllesi, piyadelerin süngüsü ve süvarilerin kılıçları altında adeta eriyordu.

Dumlupınar yaylası, Anadolu’nun namusları ve onurları üzerine yemin etmiş çocuklarının
sanki mitolojik destanlarına tanıklık ediyordu.
Bu direniş, Adalardan gelen Yunan saldırganlara karşı savaşan Truva’nın direnişinden
çok daha görkemliydi.

Mustafa Kemal Paşa, yitip eriyen, yok olmamak için sağa sola kaçışan, ancak sıvışacak
bir delik bulamayan Yunan ordusunu gözetlerken, gözlerini İzmir yönlerine dikmiş, haykırıyordu:

-“Hacıanesti! Gel de ordunu kurtar!”…

Hacıanesti; yani Yunan ordularının başkomutanı…
Ordusu yok olurken, Hacıanesti İzmir’de, bir yatın içinde kendisini Anadolu’nun fatihi sayıyor ve savaşı yönettiğini sanıyordu.
O günün sonunda Gazi Mustafa Kemal Paşa, yanında Fevzi ve İsmet Paşalar olduğu halde
savaş meydanında on binlerce düşman ölüsünün oluşturduğu yığınlar arasındaydı.
Bir ara yerde bir Yunan bayrağı gördü.
Yunan bayrağının savaş meydanında yerlerde sürünüp kalmasına içi yatmadı:
Çevresindekilere buyruğunu verdi:

-“Bayrak, bir ulusun bağımsızlığının alametidir, kaldırın!”

Yunan bayrağı Gazi’nin buyruğu üzerine yerden kaldırıldı ve kırık bir top üzerine serildi.
Mustafa Kemal Paşa kırık bir kağnı arabası gördü.
Kağnıya doğru yürüdü.
Yürüdüğü mesafe üzerinde o kadar çok insan ölüsü vardı ki, Paşa yeri geliyor, cesetlerin üzerine basmak zorunda kalıyordu.
Sonunda kağnı arabasına ulaştı.
Bir hamlede kağnının üzerine sıçradı.
Oradan, insan ölülerini, dumanı tüten yangın yerlerini görüyordu.
Parçalanmış toplar, ölüp kalmış hayvanlar, kanlar içinde insan cesetleri, silah yığınları,
tüten ateş kümeleri; barut ve kan kokusu
Görüntüden tiksindi.
Binlerce genç yaşta, yaşamın ne olduğunu bile tam kavrayamadan gövdeleri parçalanmış,
kan ve barut yanığı içinde ölüp gitmiş insan ölülerine bakarken, içi bir tuhaf oldu.
Bu sahneye bakarken, çevresindekilere şunları söylüyordu:

-“Bu insanlık adına yüz kızartıcı bir sahnedir…”

Evet, yeri geldiğinde askerine ölmeyi emreden, ölümün üzerine ölmek için giden Gazi;
bu kez, düşmanı da olsa gencecik insanların cesetlerine bakarak, bu sonucu insanlık adına
yüz kızartıcı bir sahne olarak görüyordu.
Ne tuhaftı?
Zaferine koşarken insanlık, felaketinin de sonunu hazırlayabiliyordu.
Zıtlık içinde zıtlık; çelişki içinde çelişkilerle örülmüştü yaşam…
Bu ölüp giden gencecik insanlar, Anadolu’ya tıpkı İskender’in gelişi gibi coşkuyla,
zafer tutkularıyla gelmişlerdi. Olmadık cinayetlerin altına imza atmışlar;
Türkler’in onurlarını, kutsal değerlerini ayaklar altına alıp çiğnemişlerdi.
Ancak daha düne kadar, Anadolu’yu yutacaklarını sanırlarken, işte şimdi Anadolu kartallarının pençeleri altında can vermişlerdi.

Gazi devam ediyordu:
-“Ama ne yapalım ki bizi buna mecbur ettiler. Çünkü onlar birer caniydiler” …

Paşa bir yandan yaşananları, dökülen bu kanı ve ölümleri insanlık adına yüz kızartıcı olarak nitelerken öteki yandan da düşman askerlerini birer cani olarak görüyordu.
Niçin?
Anadolu’da öldürülen on binlerce günahsız insan, kirletilen namuslar, akıl almaz işkenceler, yok etmeler, yakıp yıkmalar, çalıp çırpmalar, bu sorunun karşılığı verilemez yanıtlarıydılar…
1 Eylül günü, Gazi Paşa, orduyu kutlayan bir genelge yayınladı. Ardından da o çok ünlü emrini verdi:

-“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir; İleri!”

=================================

Dostlar,

Sayın Prof. Kemal ARI kardeşimize teşekkür doluyuz bu ayrıntılı ve içtenlikli yazısı için..
30 Ağustos 2015’te de yayımlamıştık, yineliyoruz..
Saynın Prof. ARI’nın sağlık sorunlarını aşmasını ve gene Arı gibi üretmesini diliyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
30.08.2016, Tekirdağ

 Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmailcom

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!!

30 AĞUSTOS
ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN!!

portresi

 

Prof.Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

(AS : Bizim katkmız yazının altındadır..)

 

“Bilelim ki, kazandığımız başarı ulusun kuvvetlerini birleştirmesinden ileri gelmiştir. Aynı başarıları ileride de kazanmak istiyorsak, aynı temele dayanalım ve aynı yolda yürüyelim.” (1923) Mustafa Kemal ATATÜRK

yyyy.gif
Güzel ülkemizin doğasında da Mustafa Kemal ATATÜRK var…

Değerli arkadaşlar,

Sizlere daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK, bir kez daha 20. yüzyılın lideri seçilmiştir (Mayıs-2008). ABD’de Brown Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Arnold Ludwig, geliştirdiği bir metodoloji sonucunda, Atatürk’ün 20. yüzyılın en büyük siyasi lideri olduğunu ortaya koydu. 11 kategoriye göre seçilen liderler sıralamasında 31 puanla Atamız 1. olurken, Mao Zedung ve Franklin Roosevelt 30 puanla 2. olmuşlardır. Dünyayı karıştıran Bush ise 15 puan almış. O’nun dünyanın da kabul ettiği liderliğini ve önderliğini, ne yazık ki bizler hala algılayamadık ve kabullenemedik. 

Güzel ülkemizin doğasında da onun görüntüsü var. Her yıl, 15 Haziran ve 15 Temmuz tarihleri arasında Ardahan’ın Damal ilçesinde, Karadağ eteklerine güneşin yansımasıyla saat 17.32de oluşmaya başlayan görüntü, saat 17.50 sıralarında Atatürk siluetini ortaya çıkartıyor. Yani büyük liderimizin resmi doğamızda var ve O’nu kimse, ne gönlümüzden, ne de doğamızdan silemeyecektir. Ne yazık ki son günlerde birçok hain, O’nun heykelini ve resmini yok etmek için eylemler yapıyor. Hem Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olacaksın hem de bu ülkeyi kuran ve bizlere emanet eden liderimize karşı saygısızlık yapacaksın. Vatandaşlığımıza yakışmayan bu eylemleri kınıyorum.

Değerli arkadaşlar,

Yüce önderimiz, Sakarya meydan savaşında

  • “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh da bütün vatandır.
    Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanı ile ıslanmadıkça terk olunamaz!”
    diyerek ülkemizin her yerinde savunma yapılması gereğini vurgulamıştır. Bu savunma taktiği dünya harp sistemine yeni bir anlayış getirmiştir. Bu savunma taktiği ile hareket eden ordumuz, hem savunmasını ve hem de büyük taaruz için gereken hazırlıklarını yapmıştır.

Bir yıl sonra Mustafa Kemal’in yönetiminde 26 Ağustos 1922‘de Afyon Kocatepe’de başlayan Büyük Taaruz, 30 Ağustos’ta Dumlupınar Meydan Muharebesi zaferi ile sonlanmıştır. Bu zaferden sonra da İngiliz piyonu Yunan ordusu 9 Eylül’de İzmir’de denize dökülmüştür. Sonra da Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve bizlere emanet edilmiştir. 

Ulusal bağımsızlıkları için tüm dünya ülkelerince örnek alınan bu süreçte, yüce önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK ile O’nun emrinde, güzel ülkemizin kurulması için kanlarını ve canlarını veren tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi, özlemle anarken, şükranlarımızı sunuyoruz.

Sevgi ve saygılarımla (26.08.2016).

NOT      :

Güzel ülkemizde terör yüzünden can yitiklerimiz her gün artmaktadır. Ordumuzun Suriye harekatına karşılık CHP genel başkanı da hedef olarak alındı. Çok önemli bir istihbarat ve işbirliği eksikliğimiz var. Umarım en kısa zamanda bu eksikliği gideririz. Türkiye’mizin kurulmasını ve birçok ülkeye örnek olmasını hazmedemeyen AB-D emperyalizminin, bizleri bölmek, birlik ve beraberliğimizi bozmak için yıllardır uyguladığı proje devam ediyor. Yani yine binlerce vatan evladını yitireceğiz ve AB-D emperyalizmi silah satarak milyarlarca dolar kazanacak. Bu hain projeye karşı koymak için

  • Tüm halkımızı ulusal birliğe ve beraber olmaya çağırıyorum.

========================================

Dostlar,

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden meslektaşımız (Biyofizik uzmanı) Sn. Prof. Mehmet Ali Körpınar hocamıza, duygularını içtenlkle paylaşan bu yazısı için teşekkür ediyoruz..

30 Ağustos 1922 Zaferimizin Ulusumuzun ve insanlığın tarihinde özel bir yeri vardır. Anti – emperyalist bağımsızlık ve özgürlük savaşı veren, dünün sömürgesi tüm ülkelere ve halklarına kutlu olsun dileriz. Bu bağlamda dünyaya örnek olan Kurtuluş Savaşımzı ve Kuruluşumuzu bize armağan eden Yüce Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK en başta olmak üzere O’nun dava ve silah arkadaşlarına, saygın şehitlerimize ve gazilerimize bitmeyen bir minnetimiz var.

Büyük Zafer’imizin 94. yılında haklı olarak gururlu ve mutluyuz; her şeye karşın, gerçekçi olarak da geleceğe güvenle bakıyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
30 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Güçlü ordu – güçlü Türkiye

Güçlü ordu – güçlü Türkiye

????????????????????????????????????????????????????????????

E. Tümg. Naci BEŞTEPE

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Bir ülkenin gücünü oluşturan unsurlar vardır. Ekonomik güç, insan gücü, teknolojik güç, sosyo-kültürel güç, politik güç, coğrafi güç, askeri güç gibi. Bunların her biri ayrı ayrı önemli ve birbirini bütünleyicidir. Birinin yokluğu veya yetersizliği diğerlerini etkiler. Bunların çoğunda güçlü olan ülkeler dünyanın güçlü ülkeleridir. (AYDINLIK, 22.8.16)

ASKERİ GÜÇ
Askeri gücün bu güçler içinde özel bir yeri vardır. Diğer güçlerin hepsinden etkilenir. Diğer güç unsurları ne kadar kuvvetliyse askeri güç o oranda güçlüdür. Askeri gücü farklı kılan ise diğer bütün güçlerin güvencesi oluşudur. Evin bahçe duvarı, dış kapısı, pencerenin mandalı insan yatağında rahat uyumasını sağlayan unsurladır. Askeri güç ülke için odur işte.

ARKAYA ALMAK, ÜSTÜNE BASMAK
Ekonomisi güçlü bir ülkenin arkasında güçlü ordu yoksa geleceği belirsizdir. Devleti yöneten politikacılar dünya arenasında orduları kadar güçlüdür. Yoksa,”Eyyyyy!” diye başlayan nutukların hiçbir anlamı yoktur. Güler geçerler.

RTE/AKP yönetimi Orduyu arkasına almak yerine üstüne basmayı yeğlemekte.

Ordusunu kendisine tehdit görüp, darbe yapmasın diye düzenleme yapan ülke ve politikacı herhalde görülmemiştir. Ordu kendi yönetimi için değil, ülkenin çıkarlarına göz koyan başka ülkeler için caydırıcı unsur ve gerektiğinde tehdittir. KHK’ler ile yapılan ordunun üstüne basmaktan başka bir şey değildir.

KHK’LER
669 sayılı KHK ile;
Gnkur. Bşk.’nın kuvvet komutanlığı yapmış olma zorunluluğu kaldırılmış, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın kuvvet komutanları ve bağlılarına doğrudan emir vermesi sağlanmış, YAŞ üyeliklerine alakasız bir sürü hükümet üyesi doldurulmuştur. Bu düzenlemeler ile Ordunun siyasetle iç içe girme yolu sonuna kadar açılmıştır.

Siyasileşen ve asli görevinden uzaklaşan ordu,
ülke için yıkım habercisidir.

YAŞ’da ağırlık siyasetçilerde olunca yükselme beklentisi içinde olanlar görevde başarı yerine siyasetçi avlamaya yönelecektir. Balkan Savaşı yenilgisi ve Balkanların yitirilmesinin en başta gelen nedeni budur. Çanakkale ve Kurtuluş savaşı başarıları ise emir-komuta birliğinin öne çıkması sonucudur.

İMAMLAŞMA

RTE/AKP’nin hayalinde Harp okullarını İmam Hatiplilere açmak vardı. Bu fırsattan istifade ile onun yolunu açtılar. Askeri liseleri kapatıp, Harp Okullarına girişte “lise ve dengi okul mezunu olma” koşulunun getirilmesinin esas nedeni budur. Bu değişikliğe gerekçe olarak askeri öğrencilerin darbeye katılması ve cemaat yuvalanmasının gösterilmesi komik ötesidir. O gerekçeye göre Türkiye’de kapatılmayacak okul pek kalmaz.!

Din temelli bir ordu ile istenen niteliğe ulaşmak olanaksızdır. 

Oysa, Atatürk’ün dediği gibi, ordunun kudreti subay ve komutanların kıymeti ile ölçülür.
Din adamları kendi alanlarındaki saygın yerinde hizmet vermelidir. Aksi takdirde 15 Temmuzdakinin benzeri, başka grup-cemaat-tarikatlar tarafından tekrarlanır. Hiç kuşku olmasın.
Önerimiz,

  • Ordunun üstüne basma yanlışından dönülmesi, askerine güvenerek onun güçlü ülkenin arkasında güçlü bir güvence haline getirilmesidir.
  • KHK’ler gecikmeksizin düzeltilmelidir.

======================================

Dostlar,

Kimi kez taze (akut) gündemi biraz geriden izlemekte yararlar vardır.
OHAL Kararnamelerinin yayımlandığının ertesi gini AKP – RTE tarafuından ne denli yanlış da olsa geri alınması, düzeltilmesi beklenmemelidir.. Bu negatif edim sürecin olağan doüası gereği değili AKP – RTE’nin yapısı – niteliği gereği bir öngörüdür.

O nedenle, “fikri takip” ilkesinden kopmadan, kimi yazı ve anımsatmaları uygun aralıklarla yineleyerek sürdürmekte yarar vardır. Nitekim Genelkurmay Başkanına atamada Kuvvet Komutanlığı yapmış olma koşulunu kaldıran düzenlemeden geri adım atılmıştır. Ancak bu çok yetersizdir hatta devede kulaktır.. Siyasal polemiğe malzeme amaçlı bile olabilir.

Ordumuzun yerleşik geleneklerine ve kurumsal yapısına dönük hatalardan mutlaka ve hızla dönülmelidir. Bu bir politik – siyasal zaafiyet değil yanlıştan dönme erdemidir. Unutulmasın, 15/16 Temmuz gecesi Tayyip beye korunma güvencesi veren de TSK 1. Ordu) olmuştur. Öte yandan Cerablus ve dolayı operasyonunda emir – komuta zincirinde bir zayıflık, yersiz ve zamansız siyasal müdahale olur mu diye ödümüz kopmaktadır. TSK’ya dönük “OHAL Kararnameleri Saldırısı” henüz yenidir ve umar – dileriz ki kalıcı yıkımları henüz etkisini göstermemiş olsun.. Ancak bu dönemin kendiliğinden uzaması olanağı yok…

AKP ve Erdoğan, mutlaka, TSK’ya dönük kin ve intikam “OHAL Kararnameleri Saldırısı” nı mutlaka ve gecikmeden geri çekmelidir. Bu kendileri için de doğru olanıdır. Yapılanlar siyaseten de ciddi biçimde yanluştır. Halkımız, öz bağrından çıkan Milli Ordusu’na amacı çok aşan düşmanca girişimleri kesinlikle onaylamayacaktı

Keşke bu OHAL Kararnameleri  yayımlandıklarından sonraki 10 gün içinde “şekil” bakımından Anayasaya aykırılık savıyla Anamuhalefet Partisi CHP TBMM Grubu sıfatıyla ya da 110 CHP’li vekil imzasıyla Anayasa Mahkemesine iptal için götürülseydi.. (AY md. 148 ve 150). Bu yıkım Kararnamelerinin pek çok uygulama işlemi yapılmamış olurdu.. TBMM görevini yapmadan, OHAL Kararnamelerini görüşmeden tatile sokuldu! Ülke OHAL altında ama Meclisimiz tatilde!? 1 Ekim’de açılacak.. bu OHAL Kararnameleri sözde görüşülecek ve onaylanacak. CHP’ye göre “yasalaştıktan sonra” Anayasa Mahkemesi’ne götürecekler.. Atı alan çoktaaaan Üsküdar’a geçmiş olacak. Bilindiği üzere Anayasa Mahkemesi iptal kararları geriye yürümüyor! (AY md. 153/5). CHP politik risk almaktan çekindi ama ülkemize, TSK’ya fatura çoook ağır!

15 Temmuz’dan bu yana 45 gün geçti… Teenninin zamanıdır.. Geç kalınmasın lütfen !?

Sevgi ve saygı ile.
29 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

30 Ağustos’ta Orgeneral Sn. H. Akar’dan beklenen!

30 Ağustos’ta
Orgeneral Sn. H. Akar’dan beklenen!

portresi

Ufuk SÖYLEMEZ
AYDINLIK 
23.8.16

(AS: Bizim kısa notumuz ve bu yazıyı 1 hafta bekletme gerekçemiz aşağıda.)

Dinci-Amerikancı-gayri milli FETÖ’nün halk düşmanı darbe teşebbüsü, ordu-millet işbirliği ile 24 saat içinde püskürtüldü, bastırıldı ve bozguna uğratıldı. Türk milleti sağ-sol demeden, köken-mezhep ayırmadan, iktidarıyla-muhalefetiyle gönüllü-demokratik-milli bir cephe oluşturdu. Böylece ülkenin bütünlüğünü-milletin birliğini hedef alan PKK-IŞİD ve FETÖ terörüne ve bunların hamiliğini ve işbirlikçiliğini yapan emperyalizme karşı bir istiklal savaşı-bir kuvayı milli ruhu yeniden ayağa kalktı.

Şurası tartışmasızdır ki; Genelkurmay Başkanı ve TSK üst komuta kademesinin karşı duruşu ve TSK’nın çok büyük bir çoğunluğunun bu nedenle emir-komuta zinciri dışına çıkmayı reddederek direnmesi sayesinde olayın çok daha vahim ve kritik bir yöne doğru evrilmesine ve çok daha fazla kan dökülmesine mani olunmuştur. Ama gelin görün ki, Adalet Bakanlığını, Milli Eğitim Bakanlığını, tüm Emniyet teşkilatını, Valileri, TÜBİTAK’tan-Adli Tıp’a kadar bütün kamu kurum ve kuruluşlarını bu sapkın-dinci-kanlı ve tehlikeli örgüte göz göre göre teslim eden ve FETÖ’ye “ne istedilerse verdik (AS : RTE!) diyen, “sivillerin” oluşturduğu iktidar zihniyeti, iş TSK’ya gelince, birden Asker düşmanı-Türklük ve Atatürk düşmanı olan çevrelerin, yobazların ve Sorosçuların yıllardır tekrarladıkları “askeri sivilleştirelim, askeri vesayete son verelim” teranelerini hemen vizyona sokuverdi.

Sanki, TSK’da FETÖ mensuplarının “irtica” nedeniyle ihraçlarına önce “şerh” koyan, bilahare bunların YAŞ’ta gündeme getirilmesine bile mani olarak FETÖ’cülerin terfilerinin önünü açan başkalarıydı. Sanki, “alnı secde gören, başına türban takanlar” ümmettendiler de, onlardan 14 yıldır mağdur edebiyatı yapan bu iktidara “zarar” gelmezdi. Ne de olsa hepsi “laiklik karşıtı” odaktılar. Yani “menzilleri” aynıydı. O nedenle de, Ergenekon-Balyoz vb. alçak kumpaslarda “beraber yürüdüler” her daim. Ama görüldü ki, ümmetçilik ve mezhepçilik siyasal İslamcıların birbirlerini boğazlamalarına, birbirlerine karşı kanlı darbe teşebbüsünde bulunmalarına, hiç de engel değilmiş. Yine görüldü ki; bu belayı “ümmet” değil, ancak “millet” yani “Türk Milleti” defedebilirmiş.

Genelkurmay Başkanı Sn. Akar ve Kuvvet Komutanlarının-biliyor ve hissediyorum ki- bugün içleri kan ağlasa da, TSK’ya hem içine sızan hainlerden, hem de iktidardaki molla kafalılardan gelen bu saldırılar büyük üzüntüler yaratsa da, ulusça karşı karşıya kaldığımız bu emperyalist- ağır ve vahim terör saldırıları ile psikolojik savaş karşısında, Türk askerinin vakarına-cesaretine ve kahramanlığa yakışır bir biçimde görevlerinin başında, dimdik ve kararlı bir biçimde duruyorlar. Ordu’nun birlik ve beraberliğine, yaşadığı travmanın aşılmasına ve Cumhuriyetin korunup kollanmasındaki tarihi görevlerine kararlılıkla sahip çıkıyorlar ve yaşamsal bir süreçte rol üstleniyorlar.

15 Temmuz öncesi, TSK’nın Amerikancı-F-tipi darbe yapacağına dair dedikodu ve söylentilerin yoğunlaştığı günlerde, yine bu sütunlarda 03 Mart 2016’da TSK -bunları- asla yapmaz” başlıklı bir yazı yayınlamıştım. O yazıda; “…Cumhuriyetin kurucu değerlerine gönülden bağlı olan ve bunu her kezinde kanıtlayan milli Ordunun, F-tipi cemaat görünümlü, ABD iltisaklı – karanlık ve tehlikeli – örgütün elemanlarının sosyal medyada yazdığı gibi bir “Amerikancı müdahale” yapması beklentisi boş ve ham bir hayalden ibarettir.

TSK artık milli duruş ve ulusal çıkarlardan başka bir adım atmaz ve atmayacaktır.
Bir ABD’li gazetecinin yazdığı gibi “turuncu-Sorosçu-Amerikancı” bir müdahaleye ne TSK yanaşır, ne de Türk milleti buna izin verir. TSK’nın Cumhuriyetin Kurucu değerleri ki – Anayasanın ilk 4 maddesinde açıkça yazılıdır- dışında hiçbir dış ve/veya iç fitne-fesat odağının etkisine girmesi, yönlendirilmesi veya maşası olması asla mümkün olamaz, olmayacaktır. Bugün Anayasayı tanımayan ve ihlal edenlerle, kuvvetler ayrılığını-laiklik ilkesini ve Atatürk Cumhuriyetini yıkmak isteyenlere karşı bu milletin bağrından çıkan, milli ordusu TSK dışında güveneceği-inanacağı ve dayanacağı başka hiçbir güç yoktur.

Öte yandan daha önce de yazdığımız gibi; TSK molla değil, milli ordudur. Laik Atatürk Cumhuriyetinin ordusu olarak asla din ve mezhep ordusu olamaz-olmayacaktır. Din-mezhep-Allah adına yine Müslümanları katleden Ortaçağ’dan kalma, yobaz-Vahabi-Emevi zihniyetle, TSK’nın adını yan yana anmak bile Türk Silahlı Kuvvetlerine büyük bir haksızlık ve ayıp olur.

  • TSK ne Sorosçu-renkli-Amerikancı müdahaleye kalkışır, ne de bir din ve mezhep ordusu olmayı kabul eder. Onun kabulü de, yemini de milli-üniter-laik Atatürk Cumhuriyetidir.

Milletçe sevip-saydığımız, kahraman TSK’nın yüksek karakterini çok iyi bildiğimiz ve tanıdığımız için bunları gönül rahatlığı ile yazıyor ve gururla söylüyoruz…” diye yazmıştım. Sonuçta elbette, TSK emir-komuta içinde böyle bir şeye asla tevessül etmedi. Ancak, içine yuvalanmış-korunmuş ve kollanmış azınlık FETÖ unsurları maalesef böyle bir alçaklığa kalkıştılar ama behemehal bozguna uğratıldılar. Bu olay, benim ve milletin ezici çoğunluğunun TSK’ya yönelik bakışımızı, güvenimizi ve inancımızı asla değiştirmedi, değiştirmeyecek.

Şimdi, Genelkurmay Başkanımız Akar Orgeneralimizden, önümüzdeki 30 Ağustos’ta, konuşmasını ve açıklamasını beklediğimiz önemli bir husus var. O da, kurtuluş savaşı vererek bu ülkeyi kuran, bağımsızlığımızı ve haysiyetli bir millet olarak yaşamamızı sağlayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyetinin kurucu değerlerine, başta “laiklik ve milli devlet” olmak üzere açıkça-tereddütsüz ve kararlı bir biçimde sahip çıkarak TSK’nın tarihi misyonunu ve duruşunu dosta-düşmana bir kez daha cesaretle ilan etmesidir. TSK’ya karşı bugün Sorosçuların ve molla kafalıların birlikte yürüttüğü operasyonlara ancak bu şekilde cevap verilebilir ve karşı durulabilir.

Sn. Akar’ın mazisi kahramanlıklarla dolu, göz bebeğimiz milli ordumuzu, şerefli bir komutanı sıfatıyla, bu şekilde hakkıyla temsil ve ifade edeceğine inanıyor, 30 Ağustos’u umutla bekliyoruz.

========================================

Dostlar,

Arada kaynamasın diye, Sn. Söylemez’in 23.8.16 günü AYDINLIK’ta yayımladığı yazısını bu akşam paylaşyoruz.. 30 Ağustos’tan 1 gece önce.. Dileriz çağrı kendisine ulaş(tırıl)ır ve gereğ yapılır..

Sevgi ve saygı ile.
29 Ağustos 2016, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com