Yılmaz Özdil : NOBEL

NOBEL

Yılmaz Özdil

SÖZCÜ, 9 Ekim 2015

 

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi embriyoloji bölümü öğretim üyesi profesör, trenlere mescit yapılmasını istedi, Devlet Demiryolları inceledi, virajlarda kıble denk getirilemeyeceği için yapılamadı.

*
İstanbul Teknik Üniversitesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi’nin mühendislik fakültelerinde öğretim üyeliği yapan profesör, rüyasında tarikat şeyhi gördü, tarikat şeyhi “YÖK yanlış yapıyor” dedi, şeyhin rüyadaki sözlerini dilekçeye döktü, “kader dostum” diye hitap ettiği Tayyip Erdoğan’a gönderdi, Başbakanlık dilekçeyi inceledi, gereğinin yapılması için
Milli Eğitim Bakanlığı’na havale etti, Milli Eğitim Bakanlığı dilekçeyi inceledi,
gereğinin yapılması için YÖK’e havale etti.
*
Dumlupınar Üniversitesi Fen Fakültesi botanik bölümü öğretim üyesi doçent,
evini dergaha çevirdi, eşi kendisini peygamber ilan etti.
*
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuku Başkanı profesör, dekolte giyen kadınların tecavüzü göze alması gerektiğini söyledi, “kadının evden çıkması caiz değildir,
parfüm haramdır, kadının topuklu ayakkabı giymesi ayete aykırıdır, saç boyama caiz değildir, kadının fazla laf etmeden konuşmasında sakınca yoktur..” dedi.
*
Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü profesör,
teknoloji panelinde konuştu, İslami bisiklet üretilebileceğini izah etti.
*
Lise mezunu dolandırıcı, sahte üniversite diplomasıyla, Kastamonu Üniversitesi’nde
bilgisayar teknolojileri bölüm başkanı oldu, kimse uyanmadı, mis gibi Dekan olmak varken, profesör olarak Mustafa Kemal Üniversitesi’ne transfer olmaya kalktı, tesadüfen enselendi.
*
Yıldız Teknik Üniversitesi Tasarım Fakültesi sanat bölümü başkanı profesör,
Yahudi, Ermeni veya Rum’sanız Gezi eylemlerinde aktif rol almanızı anlayışla karşılıyorum, soyunuzu araştırın..” dedi.
*
Asrın lideri; 

“Ha nükleer santral kurmuşsun, ha evine mutfak tüpü bağlatmışsın, riski aynı..” dedi…

Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK), genetik laboratuvarlarında nükleer mutasyon tekniklerini kullanarak, akşamdan ıslatılmadan 37 dakikada pişen nohut icat etti.
*
TBMM’de dağıtılan imam hatip mezunlarının dergisinde… Plajlarımızdaki boğulma vakalarını önlemek için “bilimsel” öneri getirildi;

“Herhangi bir kişi denizde boğulmak üzereyken, samimi şekilde dua ederse, kurtulur..”
denildi.
*
TRT’de “bilimsel” bir program yayınlandı, CIA ve Mossad’ın cinlerle istihbarat topladığı, KGB’nin cinler sayesinde düşman denizaltılarını takip ettiği anlatıldı… NASA yetkililerinin, uzayda bozulan uyduların cinler tarafından tamir edilmesi için Türkiye’ye geldiği,
Turgut Özal aracılığıyla, Sakarya’daki bir Hoca’dan yardım istediği anlatıldı.
*
GATA Yüksek Bilim Komisyonu üyesi profesör, şizofreninin cin çarpması neticesinde meydana geldiğini, insan beynine yerleşen cinlerin şizofreniye yolaçtığını, tedavi için dini şifacılarla üfürükçülerin faydalı olabileceğini söyledi.
*
TÜBİTAK başkan yardımcılığı da yapan YÖK başkanı profesör, akademik yıl açılış konuşmasında, “domatesin içine öyle bir mekanizma yerleştirirler ki, milletimiz yok olabilir” dedi.
*
Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi ortopedi bölümü öğretim üyesi profesör,
kalçaya takılan platinleri, sanayi sitesinde tornacıya yaptırdı.
*
Profesör Sağlık Bakanımız, Türkiye’deki sağlık sisteminin ABD’den daha iyi olduğunu söyledi, keneden korunmak için pantolon paçalarını çoraba sokmamızı önerdi.
*
Ve…
Fahri profesör unvanı bulunan Tayyip Erdoğan, neden zorunlu matematik dersi, zorunlu fizik dersi, zorunlu “kimya” dersi tartışılmıyor da, din dersi tartışılıyor derken…
Araştırmalarını ABD’de sürdüren Türk profesör “kimya” dalında Nobel kazandı!
*
Netice itibariyle…  (AS: Sonuç olarak)
1 Kasım, seçim değildir;
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” vizyonuyla, “ulemaya soralım” arasındaki tercihin referandumudur.

===============================

Dostlar,

Anadolu toprakları ne denli “bitek” (münbit) değil mi??
İnsanın Yılmaz Özdil‘in yazılarını her gün web sitesine koyası geliyor..

Ama Yılmaz Özdil’in de Türke yazım kurallarına uyması gerek..
Pek çok sözcüğün baş harfleri büyük yazılmak gerekirken Özdil bunu bilerek atlıyor,
kendince “tarz” ediniyor.. “yök” değil “YÖK” yazıması gerektiğini de iyi biliyor örneğin..
Dili de oldukça eski.. daha arı bir Türkçe ve Atatürk’ün DİLDEVRİMİ’ne sahip çıkın lütfen.

Örn. Netice itibariyle… (AS: Sonuç olarak).
Dayanamayarak kendi yazısı içinde geçtiği yerde ayraca (paranteze) alarak verdik…

Lütfen Sevgili Özdil..

Sevgi ve saygı ile.
09 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Saygı ÖZTÜRK : Ne “çatışın” emri var ne de masaya vurma…

Ne “çatışın” emri var ne de masaya vurma…

Saygı Öztürk

Saygı Öztürk


PEKİN PAŞA ANLATIYOR

MİT MÜSTEŞARINA O ŞEMA SORULMADI
ABD İSTİHBARATI ADINA
“ŞÖYLE DEYİP VURMALIYDI”

Bir dönem “Ergenekon”, “Balyoz” gibi kumpasları gerçekmiş gibi canla-başla savunan siyasetçiler, yazarlar, hukukçular vardı. Yüzlerce insanın cezaevine konulduğu günlerde bu kişiler televizyonlarda “daha bitmedi, şunlar,
şunlar da tutuklanmalı”
diyor, örgütün bir numarasının kim olduğuna ilişkin kehanetlerde bulunuyorlardı. İşte, onlar görevlerini! yaptı ve AKP tarafından milletvekillikleriyle ödüllendirildiler.

26. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ da, terör örgütü mensubu diye tutuklanmıştı. Başbuğ, Yargıtay’daki savunmasında “Askerime, polisle çatışın emri verdim” dedi. Bu davanın sanıklarından kimse böyle bir emri hatırlamıyor. Hatırlanan “hakkında yakalama kararı çıkanlar lojmandan, orduevinde kalanlar ise orduevinin dışına çıkmasın” olduğudur.

PEKİN PAŞA ANLATIYOR

İsmail Hakkı Pekin, 2007 yılından, tutuklandığı 2011 yılına dek Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı görevini yürüttü. Daha önce “İlker Başbuğ, Genelkurmay Başkanlığı döneminde karargahındakiler tutuklananınca arkasında durmadı. Emekli olup gitti. Biz tutuklandık, açıklama yapmadı. Tutuklanmadan önce ‘bu evrakın altında benim imzam yok’ dedi. Halbuki biz o evrakları onun adına imzaladık. Mahkemede
İlker Paşa da Hasan Iğsız Paşa da hep generallerden söz ettiler.
O mahkemede suç hep albayların, düşük rütbedeki insanların üzerine atılmaya çalışıldı. O yüzden İlker Paşa’ya kırgınım.”
demişti.

Başbuğ’un, lojmanlara, Orduevine polis zorla girmeye kalkışırsa “çatışsın” emri verdiğini en yakın çalışma arkadaşı İstihbarat Başkanı Pekin de hatırlamıyor ve şunları anlatıyor:

“Ama şunu hatırlıyorum: Polis gelirse lojmanlara, Orduevine almayın denildi. Zaten müsaade edilmediği sürece giremezler. Başbuğ, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Adalet Bakanı ile görüştü. O zaman tutuklamaların olmamasında bu görüşme etkili oldu. Polis, lojman
ya da Orduevlerine gidip ‘şunu almaya geldik’ demedi. Ama, hakkında yakalama kararı olanları takip ettiklerini biliyorduk. Bir emekli subay, Afyon Orduevi’nden dışarı çıktığında polis tarafından götürüldü.”

MİT MÜSTEŞARINA O ŞEMA SORULMADI

İlker Başbuğ’dan sonra göreve gelen Işık Koşaner, tutuklamaların olmaması için çok çaba gösterdi. Bir yıl uğraştı. Sonuç alamayınca kimi komutanlarla birlikte istifa etti. Pekin Paşa, Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesinin
o günlerde iyi bir sınav vermediğini belirtiyor ve şunları söylüyor:

“Bu yalnız İlker Paşa için değil, komuta kademesi açısından da
iyi bir sınav olmadı.
Oyunlar Hilmi Özkök’ün Genelkurmay Başkanlığı döneminde başlıyor. MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun imzasıyla
Hilmi Paşa’ya, Tuncay Güney’in ifadelerine dayanarak
‘Ergenekon örgüt şeması’ gönderiliyor. O zaman Atasagun’u çağırıp sorması gerekirdi. Sorulmadı. 2006’da bunlar yine oldu.
Siz zamanında üzerine gitmezseniz ortaya bunlar çıkıyor.”

ABD İSTİHBARATI ADINA

Emekli Orgeneral İlker Başbuğ, savunmasında yalnızca Fethullah Gülen grubunu sorumlu tutuyor. İsmail Hakkı Paşa’nın değerlendirmesi ise şöyle oldu:

“İlker Paşa, ABD ve AKP hükümetine bir şey söylemiyor.
Gülen cemaati, ABD istihbaratı adına iş yapan taşeron bir cemaattir. ABD, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) tasfiye edip Ortadoğu projesi için kendi istediğini iktidara getirmek istiyordu. O yüzden bizleri tasfiye ettiler. Bunu görmeden, ‘Fethullah Gülen cemaati yaptı’ demek yanlış. Gülen’in TSK’yı zayıflatması AKP’nin işine geldi. Bunlar kezlerce
gündeme getirilmesine karşın dikkate alınmadı. Fethullah Gülen
bunun uygulayıcısı, planlayıcısı ama üst akıl ABD
, bundan yarar uman, ABD’nin istekleri doğrultusunda Gülen’i kullanan da AKP iktidarıdır. Bunu göz ardı edip sadece Gülen grubuna‘suçlu’ demek yanlış.”

“ŞÖYLE DEYİP VURMALIYDI”

İlker Başbuğ’un, tutuklamalar olmaması için gösterdiği çabaları yetersiz bulanlar da var. Dönemin İstihbarat Başkanı Korgeneral İsmail Hakkı Pekin şunları söylüyor:

“Komutanlarımız o dönemle ilgili kendilerini sorgulamalı. Çok daha farklı bir şey yapabilirlerdi. Bir şey olduğunda hemen adli müşaviri çağırıyordu. Adli müşavir ne diyecek? Hukuksal durumu anlatıyor.
Ama yapılanlar hukuksal değil,
TSK’yı hukuk maskesi altında tasfiye planıydı. Komutanlarımız masaya vurup ‘teğmenimi alacağınıza
önce bizi alın. Bizi almadan bir tek TSK mensubuna dokunamazsınız’
demeleri gerekirdi. Yumruğu vurup askerleri teslim etmeseydiler
o zaman çok farklı bir şey olurdu. O gün yapılanların da kumpas,
hukuk maskesiyle tasfiye amaçlı olduğunu da çok iyi biliyorlardı.”

Ağızlarından “Balyoz”u, “Ergenekon”u düşürmeyen ve bunların darbe planı olduğunu söyleyenler, yazanlar, o dönemin komutanları arşivlerine bir daha baksınlar. Geride nasıl bir miras bıraktıklarını görsünler…

===========================

Dostlar,

Bu sitede “BİLİMSEL AKILCILIK” pusulamız bilindiği gibi..
Bu yazıda T.C.’nin 26. Genelkurmay Başkanı E. Org. Sayın İlker Başbuğ‘a gereğinden çok ve haksız yüklenildiğini düşünüyoruz.

E. Korg. Pekin paşa ““İlker Paşa, ABD ve AKP hükümetine bir şey söylemiyor.” demekte. Bu doğru değil..

Sayın Başbuğ’un 3 saati aşan Yargıtay’daki son savunmasının tam metnini sitemizde yayımladık.. Bu metinde yer alan şu tümcelere ne demeli ??

Eksikler, yanlışlar, karar tercihleri olabilir kuşkusuz..

Ama asıl sorumlular AKP- – ABD – Cemaat şeytan 3’lüsü dururken birbirini acımasızca ve ölçüsüzce suçlamak çok akılcı mıdır ve kime – neye hizmet eder??

İlker Paşa boş durmuyor, kitaplar yazıyor.. Belgelerini koyuyor..
O da ardılı Işık Koşaner Paşa gibi istifa etseydi daha mı iyi yapmış olurdu?
27. Genekurmay Başkanı Koşaner ve ekibi Kuvvet Komutanları “birlikte” istifa ettiler de
ne oldu? AKP – RTE zerrece etkilendi mi? Tersine, TSK üst kadrosunu biçimlendirme kolaylığı ve hızı elde ettiler. 27. Genekurmay Başkanı Koşaner ve ekibi Kuvvet Komutanları, Silivri mahkemelerinin kapısında tanıklıkları reddedilerek aşağılandıkları ile kaldılar.
(Özel yetkili Silivri Mahkemesinin hukuk adına yüz kızartıcı davranışını elbette not ediyoruz.)

Not : Bu içerik Sayın Saygı Öztürk’ e-ileti olarak gönderilmiştir.

Sevgi ve saygı ile.
09.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

KAYNAK YAYINLARINA DESTEK OLALALIM…

Dostlar,

KAYNAK YAYINLARI‘ndan ulaşan e-iletiyi paylaşmak istiyoruz..

Türk Devrimi’nin yayınevi KAYNAK YAYINLARI‘na sahip çıkmak ödevimizidir..

Değişik vesilerle dostlara, kurumlara, okullara, çocuklarımıza… uygun paketleri armağan edebiliriz..

ATATÜRK’ün BÜTÜN ESERLERİ başlıklı 30 ciltlik dev yapıt tam bir harikadır ve
KAYNAK YAYINLARI’nın haklı olarak övünme hakkı vardır..

Sevgi ve saygı ile.
09.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

================================

YENİ KİTAPLARIMIZ…

Ayağa Kalk CHP!
18,00 TL 13,50 TL
Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Benim iki büyük eserim vardır. Bunlardan birincisi Cumhuriyet, ikincisi de Cumhuriyet Halk Partisi’dir” diye tanımladığı iki ulu çınar da 92. yaşını…
Özal’ın Dış Politikası
12,00 TL 9,00 TL
Dış politika uzmanı emekli diplomat Hüner Tuncer, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra sivil iktidarın teslim edildiği Turgut Özal’ın dış politikasını ele alıyor.Özal’ın 1983-1989…
1920 Teşkilatlanma
25,00 TL 18,75 TL
Elinizdeki eser, Mondros’tan İstanbul’a ile başlayıp Samsun’dan Erzurum’a ile devam eden”İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e” serisinin üçüncü kitabı.Orhan Çekiç bu seride Kurtuluş…
Mehdi Mesih
24,00 TL 18,00 TL
Deccal Dindarmış kitabında Deccal’in kimliğini ve zamane dincilerini yazan Nazif Ay,  bu kez kötülüğe karşı iyiliğin temsilcileri olan Mehdi ile Mesih’i deşifre ediyor. Nostradamus’un…
Viking Destanı
25,00 TL 18,75 TL
Egill’in Sagası, İskandinav ortaçağ edebiyatının eşsiz örneklerinden biridir. Norveç kralının ayakları altında kalmaktansa sürgün olmayı tercih eden gururlu, baş eğmez…
Resim Sanatı Tarihinde Devrimler ve Karşıdevrimler
30,00 TL 22,50 TL
Atilla Cemal Eşen, bu kitabında resim sanatını ilkel komünal toplumlardaki mağara resimlerinden günümüze kadarki süreçte ekonomi ve politikayla etkileşimi temelinde ele alıyor….
Batılı Gizli Servislerden IŞİD’e Giden Yol
24,00 TL 18,00 TL
Terörizm pahalı bir iştir. Bugün yeryüzünün farklı coğrafyalarına dağılmış terör örgütleri “ideolojilerinin” propagandasını daha etkin yapabilmek adına insanlık düşmanı…
Unutulan Beyin
34,00 TL 25,50 TL
Doktor Turan İtil, ilklere imza atan ve birçok ilacı keşfeden dünyaca ünlü Türk bilim insanıdır. Bu kitapta beyin hakkında hiç bilmediğiniz ve okuyunca şaşıracağınız hayati…
Hakerenler
19,00 TL 14,25 TL
“‘İmam Cafer Buyruğu’ ya da kısaca ‘Buyruk’ diye bilinen yapıt, Aleviler arasında en çok okunan kitapların başında gelir; yaşam ve inanç yolunu aydınlatan kutsal kitap olarak…

YENİ ÇOCUK KİTAPLARIMIZ

Köroğlu ve Kel Hamza
12,00 TL 9,00 TL
“Neden üzgünsünüz böyle?Neden sevindirmezsiniz beni bir tebessümle, bir tatlı sözle?Dünyanın serveti elin kiri gibidir, Buna kederlenmek olur mu? Sevindirin beni bir tebessümle.”29…
Toplu Masallar II
12,00 TL 9,00 TL
29 yıllık hayatına öğretmenliğin yanı sıra, yazarlığı, çevirmenliği, derlemeciliği, gazeteciliği sığdıran, durup dinlenmeden üreten Behrengi’nin derlediği Toplu Masalların 2….
Ulduz ve Konuşan Bebek
12,00 TL 9,00 TL
Merhaba Çocuklar Ben Ulduz’un Konuşan Bebek’iyim. Ulduz ve Kargalar kitabını okuyan çocuklar beni çok iyi tanıyorlar. Bir gece Ulduz beni karşısına aldı ve bana içini dökmeye…
GÜNCEL KAMPANYALARIMIZ

 

Mehdi Mesih plus Deccal Dindarmış 48,00 TL yerine 29,99 TL


KİTAP SETLERİ

 

Fakir Baykurt ve Talip Apaydın’a Saygı Etkinliği


MERHABA..

Yazar, Şair, Öğretmen Örgütü Önderi Fakir Baykurt ve
Şair –Yazar Talip Apaydın’a Saygı Etkinliği

Program :
Açılış Konuşması: Erdal ATICI
Konuşmacılar: Dr. Niyazi ALTUNYA, Mustafa GAZALCI, Nuri AKSAKAL
Tarih: 10 Ekim 2015 Cumartesi, Saat: 13.30
Yer: Vakıf Merkezi
Etkinlikle ilgili bilgi afişimiz ektedir.

Saygılarımızla…

KÖY ENSTİTÜLERİ VE ÇAĞDAŞ EĞİTİM VAKFI
YÖNETİM KURULU

fakir baykurt, talipapaydın-01

========================

Dostlar,

Yukarıdaki duyuruyu paylaşalım istiyoruz..
Yarın (10 Ekim) saat 12:00’de de Çankaya Belediyesi Maltepe yerleşkesinde

“1000 Çocuk Korosu” var…
Cıvıl cıvıl minikler..
Erkenden müzik sevgisi aşılama, yaşamın armonisini keşfetme olanağı sunma..
Yetenekleri erkenden bulma, sanat – kültür – bilim üçlüsü ile Türkiye’yi hem kalkındırma
hem çağdaşlaştırma kutsal çabası…

*****

Yine yarın (10 Ekim) saat 14:00’te bizim de üyesi olduğumuz Ulusal Eğitim Derneği‘nde geleneksel Cumartesi konferansları başlıyor..

Sayın Av. Mehmet Cengiz, 1 Kasım 2015 seçimlerinin hukuksal boyutlarını işleyecek..

Bu çakışmalar keşke en aza çekilebilse..

Emek veren herkes şükranla..
Bizler de katılarak destek vermeliyiz..

Sevgi ve saygı ile.
09.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Türker Ertürk : RUSYA’NIN MESAJI?

RUSYA’NIN MESAJI?


portresi_papyonlu

Türker Ertürk
E. Amiral, Araştırmacı – Yazar

Mart 2011’de Suriye’de başlatılan dış destekli savaşta 4,5 yılı geçmiş bulunuyoruz. Suriye, Büyük Ortadoğu Projesi’nin halledilmesi gerekli önemli başlıklarından biriydi. Proje gereğince Esad düşürülecek, BAAS Partisi tasfiye edilecek, rejim değişikliği yapılacak ve ülke etnik, dinsel ve mezhepsel olarak atomize edilecekti.

Suriye’de işin Libya’daki gibi kolay bitirileceği sanıldı. Bu yüzden bizimkiler
Suriye politikasında ani bir rota değişikliği ile “kraldan çok kralcı” oldular.
Ama Rusya, Libya’da yaptığı hatayı tekrarlamadı çünkü bu gidişin
nereye geleceğini görmeye başlamıştı.
Başından itibaren Rusya, İran ve Çin Suriye yönetimine destek verdi. Sahada en aktif olanı İran’dı. Beşar Esad liderliğinde Suriye iyi dayanıyor ve mücadele ediyordu.
Ama nereye dek! Öldürdükçe dışarıdan yenilerini getiriyorlar. Teröristlerin arkasında sınırsız mali ve lojistik olanaklar var. Ayrıca 911 km ortak sınırı olan Türkiye bu savaşta teröristlere kucak açmış ve her türlü olanağı sunuyordu.
Veto yetmez
ABD Suriye’de sıkı bir dirençle karşılaşmasına rağmen hedeflerinden vazgeçmedi. Suriye’nin halledilmesi işinin planını revize etti ve zamana yaydı. Çünkü Suriye’ye direkt olarak müdahale edebilmek için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden alması gereken yetkileri vetolar yüzünden alamıyordu. Ayrıca ABD’nin müdahale için
iç kamuoyu desteği de yoktu!
Savaşın 1. yılında bombalar patlarken Suriye’ye gittik, her şeyi yerinde gördük ve Savunma Bakanı ile de görüştük. Tam olarak 3,5 yıl önce köşemizde “Veto Yetmez” başlığı ile yazdığımız yazıda ABD niçin Suriye’ye müdahale etmek istiyor,
İsrail ile birlikte çıkarları nedir konusunu anlattıktan sonra yazımızı aşağıdaki gibi bitirdik.
“Görünen o ki, ABD’nin Suriye’de rejim değişikliğine yönelik askeri müdahale hedefinde bir değişiklik yoktur. Suriye’ye karşı kısmen örtülü, kısmen açık savaş
tüm hızıyla sürmektedir. Bu savaşta ülkemiz toprakları Suriye’ye yönelik olarak
gizliliğe bile ihtiyaç duymadan çok açık olarak kullanılmaktadır. 
Suriye’ye
Türkiye olmadan, Türkiye’nin aktif desteği sağlanmadan müdahale mümkün gözükmemektedir. 
Savaşın engellenmesi için 2 yol vardı/vardır. Birincisi bölge ülkeleri olan Türkiye, İran, Suriye ve Irak’ın dayanışmasıdır. Türkiye gizli işgal altında olduğundan ve rejim değişikliği yolunda epey mesafe kat ettiğinden,
bunun yolu, emperyalizmin başarılı öngörüsü ile kesilmiştir. 2. yol bölgesel güç olan Rusya’dır.” 
Yoksa Suriye çözülürdü! Evet, Çin ve Rusya, askeri, ekonomik ve siyasi olarak verdikleri desteklerle müdahaleyi engellemeye çalışmaktadır. Hatta
bu iki ülke müdahalenin meşruiyetini sağlayacak kararları BM’de veto etmektedir. Fakat bu yetmez. Özellikle Rusya, bu konuda savaşı bile göze alabileceğini ve kararlılığını göstermek zorundadır. 
Yoksa ABD kararlıdır. Rusya ve Çin’in muhalefetine rağmen bir oldubitti yaratarak ve işbirlikçilerini devreye sokarak müdahale edecektir. Sadece zamanlama ve yöntemi konusunda şüpheleri vardır.”
Geçtiğimiz günlerde Rusya tankıyla, topuyla, savaş uçağı ve Hazar Denizi’nden
oyuna giren harp gemileri ile Suriye harekat alanına girdi ve savaşmaya başladı.
Yoksa bu gidişle Beşar Esad düşer Suriye çözülürdü.
ABD, Suriye’de güçlü bir dirençle karşılaşınca stratejisini değiştirmişti. Hedeflerin
ele geçirilişini zamana yaydı, oyalama ve dilimleme siyasetinin yanında oyuna kendisine durum üstünlüğü ve oldubitti sağlayacak enstrümanlar soktu. Bunların en önemlileri IŞİD ve PYD idi. Bunlar sayesinde Suriye’ye fiili olarak müdahale edebilmenin bahanesini buldu ve kamuoyu desteği aldı.
NATO’ya gereksinim yok!
Eylül 2015 itibarıyla Suriye’deki vekalet savaşında 250 bin insan yaşamını yitirmiş,
1 milyon insan sakat (AS: Engelli) kalmış, 2011’de 22.5 milyon olan nüfusun yarısı
evini barkını terk etmiş, dörtte biri ise 2 milyonu aşkını Türkiye’ye olmak üzere
yurt dışına mülteci olarak göç etmiştir. Yine bu süre içinde Suriye’de taş üstünde taş kalmamış, farklı alt kimliklerin (Etnik, dinsel, mezhepsel) bir arada beraber ve barış içinde yaşama koşulları kısmen yok olmuştur. Ayrıca Esad yönetimi halen ülkenin ve nüfusun yarısını kontrol edemez durumdadır. İşte Rusya’nın Suriye’de işin içine
aktif olarak girmesine bu koşullar neden olmuştur.
Rusya’nın Suriye’de savaşa girmesi bugüne kadarki yanlış ve öngörüsüz politikaları nedeniyle Türkiye’yi zor durumda bırakmıştır.
Rus savaş uçaklarının Türk hava sahasını ihlalleri, F-16’larımıza radar kitlenmesi yapması ve Hazar’dan Suriye’nin kuzeyine muhaliflere yönelik füze saldırısının mesajları çok nettir:
  • – “Suriye konusunda savaşı göze alıyorum. Artık Suriye’nin kuzeyinde uçuşa yasak bölge ve güvenlikli bölge tartışmaları kapanmıştır. Suriye’nin çözülmesine müsaade etmeyeceğim. Türkiye NATO’nun kışkırtmasına gelir tek taraflı bir girişim yaparsa
    iki ateş arasında kalır, bu konuda çok ciddiyim.”
diyor Rusya!
Rusya’nın Türkiye’ye saldırmak gibi bir niyeti yok ama Suriye’deki çıkarları yaşamsaldır.
Artık her şeyi göze alabilir.
Rusya’nın niyetlerini bu şekilde okumak lazım!
Rusya bizi tehdit ediyor bahanesi ile NATO’yu, dolayısıyla Amerikan askerini güneydoğumuza konuşlandırmamız çok sakıncalıdır.
Terörle mücadelemizi bile sekteye uğratır.

Türk Silahlı Kuvvetleri NATO’dan destek almadan ülkemizi koruyabilecek durumdadır.
Saygılar sunarım.

============================

Evet dostlar,

Rusya’nın artık tüm sabır sınırlarını aşan Suriye’deki haklı ve meşru savunma müdahalesine ilişkin 4/4’lük bir okumayı (irdelemeyi) Sn. E. Amiral Ertürk’ten alıyoruz.

Bu olgu, BOP’un artık uygulanamayacağını da ortaya koyarken,
tek kutuplu – ABD merkezli küresel tasarımında sonunu net olarak vurgulamaktadır.
Dünya artık çok kutupludur ve Rusya – Çin ekseni Asya’dan Atlantik ötesine “dur” demektedir.

ABD’den küresel baron neo-con‘ların AB’yi de dümen suyuna alarak, ölçüsüz ihtiraslarının ve mutlak dünya egemenliği paranoyak hegemonik tasarımının
sonu gelmiştir. Zaten BRIC adımı (sonra Güney Afrika’nın da katılımı ile BRICS; Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ), öncesinde Şanghay İşbirliği Örgütü ekonomik – ticari ağırlıklı politik dayanışmayı getirmiş ve ABD’nin
DÜNYA İMPARATORLUĞU sanrısı
nın (hezeyanının) önüne set çekmişti.

Suriye laboratuvarındaki güncel gelişmeler, üst paragrafta yazdıklarımın sağlamasıdır.

Türkiye ne yazık ki bu süreçte onursuz – kişiliksiz – yüz kızartıcı – emperyalizmin maşası.. bir politika izleyerek 911 km sınırı olan, nüfusunun çoğu Müslüman komşusunu vurmuştur. Bu bir utanç tablosudur ve Büyük ATATÜRK‘ün dış politikasıyla taban tabana terstir. Rusya’nın uyarısı çok nettir.. Türkiye 2 ateş arasında kalabilir.
Hava sahası ihlalleri bilinçlidir ve Türkiye’ye birşeyler söylenmektedir.
Yersiz efelenmeler ve NATO‘nun şımarık çocuğu rolünü oynamanın anlamı yoktur.

Bu olağanüstü hatalardan geri dönülmelidir. Hem de 180 derece!
İnsan hakları – insan onuru – YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ adına AKP iktidarıyla sürüklendiğimiz utandırıcı konumdan hızla kurtulmalıdır Atatürk’ün onurlu ve barışçı Türkiye’si! Bunun ivedi çaresi;
1 Kasım 2015 seçimlerinde AKP’yi asla iktidar yapmamaktır!
Sevgi ve saygı ile.
09.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

IMF Başkanı uyardı : Hepimiz tavuklar gibi kızaracağız!

 

IMF Başkanı uyardı:
Hepimiz tavuklar gibi kızaracağız!

Anadolu Ajansı, 

151008-legarde.jpg

IMF Başkanı Christine Lagarde,
iklim değişikliğiyle mücadelede geç kalınmasının
insanlığın yazgısını değiştireceğini söyledi ve
yaptığı bir benzetmeyle dünyayı uyardı.

Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Christine Lagarde, Peru’nun başkenti Lima’da düzenlenen IMF-Dünya Bankası Yıllık Toplantıları kapsamında gerçekleştirilen
“İklim Değişikliği” temalı konferansa katıldı.

Aralık ayında Paris’te bir iklim değişikliği konferansı düzenlenecek.
Şu an 146  ülke iklim değişikliğiyle mücadelede gerekeni yapmayı yükümlendi ancak bu sera gazı salımını kabul edilebilir düzeye indirmek için yeterli değil.

Lagarde, iklim değişikliyle mücadele için petrol ve kömür gibi fosil yakıtlarına uygulanan teşviklerin bir an önce kaldırılması gerektiğini vurgularken, kendisini destekleyen
Dünya Bankası Başkanı Jim Yong Kim, söz konusu teşviklerin yılda 5 trilyon dolara
mal olduğu bilgisini verdi.

Kim, ayrıca, birçok ülkenin doğru fiyatlama için karbon vergisine ivedilikle gereksinim duyduğunu ifade ederek, “Biz ülkelere fosil yakıtlarına uygulanan teşvikleri kaldırmaları için yardımcı olmaya çalışmaktayız. Düşen petrol fiyatları da bunu başarmak için mükemmel bir fırsat yarattı. Ancak politikacılar, otobüs ve taksi şoförlerinin yolları kapatmasını sevmiyorlar..” değerlendirmesinde bulundu.

“TAVUKLAR GİBİ KIZARACAĞIZ” 

Bu noktada, yeniden söz alan Lagarde, iklim değişikliğinde gerekli adımların ivedilikle atılmamasının insanlığın yazgısını değiştireceğine işaret ederek,

  • “Eğer yapılması gerekenden tavuklar gibi topluca kaçarsak, hepimiz tavuk gibi pişeceğiz, kızaracağız, közleneceğiz.” yorumunu yaptı.

Bununla birlikte, karbon vergisinin çevre dostu “yeşil” yatırımlar için gelir kaynağı olabileceğini savunan Lagarde, bu konuda maliye bakanlarına destek verilmesi gerektiğini dile getirdi.

===================================

Dostlar,

Son derece yerinde bir uyarı… Ama epey geç kalmadı mı??

Sera gazlarının atmosfere salımında (emisyon) en büyük pay ve sorumluluk gelişmiş ülkelerin değil mi?

ABD, Kyoto Protokolü‘nü uzun yıllardır (1997’den beri) hala onamaktan kaçınmadı mı?
(Bir ara imzalayıp, Bush döneminde geri çekildi..)
Üstelik tek başına CO2 emisyonunun yaklaşık %20-25’inden sorumlu ülke olarak!

Sitemizde bu bağlamda epey yazı var, birkaçı aşağıda :

– Küresel İklim Değişikliği ve Nüfus Artışı
https://ahmetsaltik.net/2015/01/21/yilin-en-soguk-gunu-buysa-kuresel-iklim-degisikligi-ve-nufus-artisi/

– Prof. Pachauri : İklim değişikliğinin sorumlusu insandır!
https://ahmetsaltik.net/2014/02/21/prof-pachauri-iklim-degisikliginin-sorumlusu-insandir/

– Çevre Bakanlığı’ndan İklim değişikliğine karşı önlemler ?!
https://ahmetsaltik.net/2013/10/26/cevre-bakansigindan-iklim-degisikligine-karsi-onlemler/

– Hızlı iklim değişikliği
https://ahmetsaltik.net/2013/08/14/hizli-iklim-degisikligi/

– Çevre ve İnsan Sağlığı / Environment and Human Health
https://ahmetsaltik.net/2014/11/21/cevre-ve-insan-sagligi-environment-and-human-health/

İlk iş gereksiz – aşırı – hızlı NÜFUS ARTIŞINI DURDURMAK!
Sonra tasarruflu bir yaşam biçimine yönelmek
Yenilenebilir (re-nwable) enerji kaynaklarına yönelmek… (Güneş, rüzgar..)

Bakar mısınız, bir Alman otomotiv devi ürettiği araçların CO2 emisyon değerlerini
yazılım hilesi ile düşük göstererek maliyet yükünden kaçıyor ve Dünyanın geleceğini tehlikeye atıyor… (Dileriz bu savlar gerçek olmasın, endüstriyel sabotaj ürünü olsun ama,
ilgili firma suçlamaları rededemedi!)

HER AİLEYE 1 ÇOCUK ile başlayalım..
Ve çok hızlı adımlar atalım..
Durum göründüğünden – algılandığından çoook daha ürkünç (vahim)!
Buzullar hızla eriyor ve okyanuslar yükseliyor..

Sevgi ve saygı ile.
08.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Nobel ödüllü Prof. Sancar: Ben Türk’üm o kadar!

Nobel ödüllü Prof. Sancar: 

Ben Türk’üm o kadar!

Nobel ödülü alan Prof. Aziz Sancar etnik köken tartışmalarına tepki gösterdi. BBC’nin telefon ettiğini aktaran Sancar
şöyle konuştu: 

“İlk sorduğu soru… Bana ‘Arap mısınız, Türk’müsünüz’ diye sorarak saygısızlık yaptılar. BBC’ye söyledim, ‘Arapça konuşmuyorum, Kürtçe konuşmuyorum,

ben Türküm‘ dedim. Ben Türküm, o kadar!

İsveç Kraliyet Bilim Akademisi tarafından Nobel Kimya Ödülü’ne yaraşır görülen Prof. Dr. Aziz Sancar, BBC’nin “Siz Arap mısınız?” sorusuna, “Ben Türküm, o kadar. Mardin’de doğmuşsam. Cizre’de doğmuşsam, Kars’ta da doğmuşsam ben Türküm” yanıtını verdi.

Satır içi resim 1

Yıllarca verdiği emeklerin ardından ödüle yaraşır görülmekten büyük hoşnutluk duyduğunu belirten Prof. Dr. Aziz Sancar,

  • “En çok ülkem için sevindim. Türkiye’ye bilim lazım,
    güç durumdan çıkıp Avrupa düzeyine varılması için
    bilim gerekli. O yönden katkı sunduğum için de
    çok sevinçliyim.”

şeklinde konuştu.

Chapel Hill kasabasındaki Kuzey Carolina Üniversitesi Tıp Fakültesi Biyokimya ve Biyofizik Bölümü’nde çalışmalarını sürdüren Sancar, büyük ödül sonrası duygularını paylaştı.

Sabah saat 05.00’te gelen telefona eşinin yanıt verdiğini ifade eden Sancar, telefondaki kişinin Stockholm’den aradıklarını ve çok önemli bir telefon görüşmesi yapmak istediklerini söylediğini, eşinin de kendisini şaşkınlıkla uyandırdığını anlattı.

Sancar, eşi Gwen’in Stockholm’den aradıklarını söylemesini o anda algılayamadığını belirterek, “Uyandım, telefona gittim, bana Nobel Kimya Ödülü’nü aldığımı söylediler.
Ben de uykulu biçimde, gerektiği şekilde teşekkür etmeye çalıştım” dedi.

Kendisine haberi veren kişinin ödülü kimlerin kazandığını yarım saat içinde de basına bildireceklerini aktardığını kaydeden Sancar, hazırlanarak hemen laboratuvarına geldiğini
dile getirdi.

“KİMYA ÖDÜLÜ BEKLEMİYORDUM”

Ödülü açıkçası bu yıl beklemediğini aktaran Sancar, daha çok tıp ağırlıklı araştırmalara odaklandığını, dolayısıyla kimya alanında bir ödülü beklemediğini söyledi.

Sancar, “Ancak çalışmalarımın hem tıp yönü hem de kimya yönü var. Tıp ödülünü alacağımı düşünüyordum. Fakat o ödül iki gün önce verildiği için, artık olmaz diye düşünüyordum. Dolayısıyla bu kimya ödülünü beklemiyordum. Biraz sürpriz oldu” diye konuştu.

“EN ÇOK MEMLEKETİM İÇİN SEVİNDİM”

Prof. Dr. Sancar bu yıl olmasa bile bir gün bu ödülü alacağını bildiğini dile getirerek, “Yaptığım katkılardan dolayı bu ödülü alacağımı evet biliyordum” ifadesini kullandı.

Ödülü almaktan büyük onur duyduğunu belirten Sancar, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Benim için, yaptığım araştırmalar, verdiğim onca emek için tabii ki büyük memnuniyet verici bir ödül. Ayrıca ailem için sevindim. Çünkü büyük bir aileyiz. Sekiz öz, iki üvey kardeşim var. Onlar için tabi çok sevindim. Fakat en çok memleketim için sevindim.
Çünkü Türkiye için bence bilim lazım, Türkiye’nin kalkınması için, bu güç durumdan çıkıp Avrupa düzeyine varması için bilim gerekli. O yönden katkı sunduğum için çok sevinçliyim.”

“LİDERLER ARAYIP, KUTLADI”

Türkiye’den devlet büyüklerinin kendilerini aradığını ve tebrik ettikleri bilgisini veren Sancar, “Türkiye’den sağolsunlar çok arayan oldu. Başbakan Ahmet Davutoğlu aradı, konuştum,
çok memnun oldum. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan aradı ancak o anda maalesef iletişim kuramadık. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu aradı..” dedi.

“BEN TÜRKÜM, O KADAR”

Ödülü aldığının duyurulmasından sonra kendisine dünyanın birçok medya kuruluşundan ulaştıklarını ve bundan memnuniyet duyduğunu belirten Sancar, ancak bazı medya organlarının sorularından ve sosyal medyada kendisinin kökenine ilişkin yorumlardan rahatsızlık duyduğunu dile getirdi.

İngiliz yayın kuruluşu BBC’nin telefon ettiğini aktaran Sancar, “Bana ‘Arap mısınız,
kısmen mi Türk’sünüz’ diye sorarak saygısızlık yaptılar. BBC’ye söyledim, ‘Arapça konuşmuyorum, Kürtçe konuşmuyorum, ben Türküm’ dedim. Güneydoğulu olunca bundan kaçamıyorsunuz ama kendimi öyle biliyorum, BBC’ye de söyledim size de öyle söylüyorum” diye konuştu.

Sancar, “BBC’nin bana sorduğu ilk soru, ‘Siz Arap mısınız ‘ oldu. Ben Türküm, o kadar. Mardin’de doğmuşsam, Cizre’de de doğmuşsam, Kars’ta da doğmuşsam ben Türküm” dedi.

NOBEL’i HANGİ ÇALIŞMAYLA ALDI

Kendisini ödüle götüren çalışması hakkında da bilgi veren Sancar, şunları kaydetti:

DNA onarımı insanı kansere karşı korumakta önemli. Çünkü kanser yapan etkenlerin çoğu DNA’yı bozuyor ve o yolla kansere sebep oluyor. Biz, ‘DNA kendini nasıl onarıyor, hücreler kendini nasıl kansere karşı müdafaa ediyor’, bunu aydınlattık. Ayrıca bu DNA onarımının bir de kanser tedavisi için önemi var. Çünkü kanseri tedavi etmek için kullanılan ilaçların çoğu, kanser hücrelerinin DNA’sını tahrip ediyor ve kanser hücreleri onu tamir etmeye çalışıyor.
Biz de orada girişim yapıp kanser ilaçlarının daha etkili olmasına çalışıyoruz.”

Sancar, çalışmalarının hastalara ulaşmasının zaman alacağına işaret ederek, “Şimdilik tedavi bakımından bu mümkün değil. Ancak koruma bakımından yaptığımız araştırmaların önemi var.” değerlendirmesinde bulundu.

“UYKU DÜZENİ ÜZERİNE ÇALIŞIYORUM”

Devam eden önemli başka çalışmaları olduğuna da değinen Sancar, sözlerine şöyle devam etti:

“Ben Nobel ödülünü DNA onarımı konusunda aldım. Bir de gündelik uyku düzenimizi, sağlık düzenimizi ayarlayan içimizde bir saat var. O saatin mekanizması üzerinde çalışıyorum. Bunların arasındaki bağlantıyı buldum. İkisinin bağlantısı da hem insanları kanserden kurtarmak hem de tedaviyi daha etkili kılmak için çalışıyoruz. Mayıs ayında
bütün DNA genomunun onarım haritasını çizdik. Bunun tedavi için önemli bir gelişme olduğunu düşünüyoruz. Onu geliştirmeye çalışıyoruz. Bu içimizde bulunduğunu söylediğimiz saat mekanizması üzerinde çalışan bir sürü (AS: yığın) bilim adamı var. Bu saat, dört gen tarafından kontrol edilir ve bir genini biz keşfettik. Ben bu Nobel’i, ya DNA onarımı ya da
bu saat mekanizması üzerine alırım diye düşünüyordum.”

SANCARIN EŞİ GWEN: İNANMAK OLDUKÇA GÜÇTÜ”

Sancar gibi Kuzey Carolina Üniversitesi’nde Biyokimya ve Biyofizik Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapan eşi Gwen Sancar da sabah saatlerinde gelen telefonla büyük sevinç yaşadıklarını söyledi. Gwen, duygularını şöyle paylaştı:

“Bugün sabah saat 05.00 sularında telefon çaldı. Ben açtım. Aziz ile görüşmek istediklerini söylediler. Ben de şu anda saatin sabah 5 olduğunun farkında olup olmadıklarını sordum. Onlar da çok önemli bir telefon görüşmesi olduğunu ifade ettiler. Stockholm’den aradıklarını söylediklerinde ben anladım ne olduğunu tabii. Hemen Aziz’i uyandırdım. Telefonda ödülü kabul edip etmediğini, Stockholm’e gelip gelemeyeceklerini sordular. Görüşme sonrası Aziz’le oturduk ve bir süre birbirimize baktık. Bu gerçek mi diye düşündük, inanmak oldukça güçtü. İkimiz de çok mutlu olduk.”

(http://www.ntv.com.tr/teknoloji/bbcnin-arap-misiniz-sorusuna-nobel-odullu-sancardan-cevap-ben-turkum-o-ka,TaX58ozJZE2xGtYH7uAsUw)

================================

Dostlar,

Prof. Sancar, geldiği yeri, aldığı Nobel ödülünü Mardin’de ve İstanbul Tıp Fakültesi’nde
çok iyi eğitim alışına bağladı. Savur ve Mardin’de çok özverili öğretmenleri olduğunu, sınıfından 20’ye yakın Profesör yetiştiğini anlattı. İstanbul Tıp Fakültesi’nin ise
Dünyanın en iyi fakültelerinden biri olduğunu
özellikle vurguladı..

  • “BAŞARIMI CUMHURİYETİN EĞİTİM SİSTEMİNE BORÇLUYUM!”

Biz de Van Atatürk Lisesini bitirdik (1971). Genç öğretmenlerimiz yeni mezunlardı ve gerçekten çoook özverili idiler… Örneğin Matematik öğretmenimiz Kemal beyin boyun damarları şişer, kalem gibi görünürdü ders anlatırken. Bizim sınıfımız (6 Fen A), 2’si kız
46 kişi idi. İzleyebildiğim ölçüde bu sınıftan 3 tıp profesörü, 4 uzman doktor, 1 ODTÜ makine mühendisliği mezunu… (??) yetişti. Biz Hacettepe Tıp’ta başladık (1971) ve
İstanbul Tıp Fakültesi‘nden mezun olduk (1977). Her 2 fakülte de ülkemizin yüz akı, uluslararası nitelikte okullardı..

Günümüzde İstanbul Tıp Fakültesinin AKP’nin akıl ve çağ dışı sağlık politikalarına
kurban edilmeye çalışıldığını acı ile izliyoruz.. Çocuk kliniği depremden hasar gördü ve yıllardır kasten onarılmıyor.. TOKİ lüks konutlar ve binlerce kişi alan camiler yapıyor. 1 milyon onut fazlası üretmiş durumda, öğrenci yurdu yok! Haramiler, bu Dünya mirası İstanbul Tıp Fakültesi‘nin arazisine göz koymuş durumdalar.. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin de.. Özellikle mali bakımdan iflasa zorluyorlar.. Özel sektöre rakip olmasın diye..
Avcılar’a taşıyıp gözden ırak, önemsizleştirmek istiyorlar.. Kökü dışarıda bu güdümlü politikalar ülkeye ihanettir.. Derhal vazgeçilmelidir.Eğitim kurumlarımıza, pozitif bilime ve araştırmaya hak ettikleri önem, özen ve saygıyı esirgemez isek başkaca Nobel ödülleri de almamamız için bir neden yok!

Biz her şeyimizi ülkemize, Cumhuriyet’e borçluyuz ve bu sorumluluk bilinci bizim başlıca
yaşam kaynağımızdır. Son nefesimize dek bu boyun borcumuzu ödemeye çabalayacağız.

AKP iktidarına bu vesile ile bir kez daha rica ediyoruz :

TÜBA, TÜBİTAK, Üniversiteler, bilim – sanat – kültür kurumları ile uğraşmayın.
  • Bu vb. bilim kurumları mutlaka yönetsel (idari) ve akçal (mali) açıdan özerk;
    bilimsel açıdan ÖZGÜR olsunlar.. Başkaca bilim üretilemez, taklit ve nakil olur..
    Ülke ilerlemez, kalkınamaz, dışa bağımlı olur.. YÖK’ü kaldırın..
  • Demokrasi ancak özerk kurumların kolonları üzerinde yükselebilir.
  • Tüm yaşam alanlarında AKIL VE BİLİMİN tek yol gösterici olacağı bir kültür yerleştirin.
  • İHL’lere tapmayı bırakın.. Dini siyasete alet etmeyi sürdürürseniz siz de Türkiye de batar!

Nobel Kimya ödülü alan Prof. Aziz Sancar hocamıza;

  • Ulusal gururumuzu yücelten, özgüvenimizi pekiştiren görkemli başarısı için
  • Ülkemize ve Cumhuriyetimize vefasını koruyup sürdürdüğü ve vurguladığı için
    sonsuz teşekkür ve minnetimizi sunuyoruz.. 

    O bir Cumhuriyet aydınıdır. Büyük Atatürk‘ün evrensel “millet” tanımının çoook net olarak ayırdındadır.“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkı”, “Türk Milletidir”!

    Bunun çok iyi bilincindedir ve hiç sıkılmadan etnisite – milliyet sorgusu yapan
    BBC görevlisine hak ettiği yanıtı vermiştir.

    “İlk sorduğu soru… Bana ‘Arap mısınız, Türk’müsünüz’ diye sorarak saygısızlık yaptılar. BBC’ye söyledim, ‘Arapça konuşmuyorum, Kürtçe konuşmuyorum,

    ben Türküm‘ dedim. Ben Türküm, o kadar!

    Sormak gerekir           :

    NOBEL ödülü alacak düzeyde yüksek zeka sahibi Türk / Kürt / Arap / Süryani.. her ne ise..
    50 yıldır ABD’de yaşayan bir yurttaşını “Ceberut TC” (!) assimile mi etmiştir??

    İnsaf ediniz efendiler; bu yalnızca bir ULUSLAŞMA – ULUS DEVLET OLMA SÜRECİDİR.. ABD başta, hemen tüm Avrupa, Dünya devletlerinin yaptığı gibi..

    Prof. Aziz SANCAR önce Türkiye’nin sonra tüm insanlık ailesinin gururu, övüncüdür!

    Sevgi ve saygı ile.
    08.10.2015, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

E. ORA. NUSRET GÜNER’İN SAVUNMASI

KOMUTANIMIZ
E. ORA. NUSRET GÜNER’İN
9 HAZİRAN 2015 TARİHLİ SAVUNMASI

1.   9 Haziran 2015 tarihinde, İstanbul Büyükçekmece 8. Asliye Ceza Mahkemesinde,
“Türk Milletine Savunmamdır” başlığı altında sunduğum savunma aşağıdaki linktedir.

2.   Talimat ile alınan söz konusu Savunma Ankara Adliyesine, yargılamanın yapılacağı
esas mahkemeye gönderilmiştir. Ankara’da 24. Asliye Ceza Mahkemesindeki Yargılama ise 13 Ekim 2015 günü saat 09.30’da yapılacaktır. Bu yargılama sırasında son sözlerimi söyleyeceğim.

3.   Bu mesajı göndermekten amacım; ilgilenebilecek kişi ve sivil toplum kuruluşları aracılığıyla, açıklamalarımın Türk Milleti’ne ulaştırılması ve Halkımızın konuya ilişkin bilgilendirilmesidir.

Saygılarımla.

Nusret Güner
Oramiral (E)
T.C. Donanması 45. Komutanı

=================================

Dostlar,

Çok değerli – onurlu – yürekli komutanlarımızdan T.C. Donanması 45. Komutanı
Oramiral (E) 
Nusret Güner, 9 Haziran 2015’te yaptığı savunmasını sanal ortamda paylaştı.
Son savunmasını ise 13 Ekim 2015 günü Ankara’da yapacak.. 24. Asliye Ceza Mahkemesi, 09:30..
Bu yiğit ve kişilikli komutanımıza destek olalım, Ankara adliyesinde salonda bulunalım..Sayın E. Oramiral Güner‘in 14 sayfalık savunma metnini pdf olarak aşağıdaki erişkeden çağırıp okuyabilirsiniz, okumalısınız..

Turk_Milletine_Savunmam_9Haziran2015

Sayın Oramiral’in Orduevlerine girişini önceki Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök denen zat yasaklamıştı.. Ankara Sakarya Meydanı’nda bir SESSİZ ÇIĞLIK eyleminde idik..
Konuşması sırasında, utangaç bir eda ile bu incitici durumu dile getirmişti.
Biz de araya girerek,- Paşam bizim evde kalın her gelişinizde…diye yüksek sesle seslenmiştik. Katılımcılar da yinelemişti bizim tümcemizi..
Kendiliğinden oluşan dayanışma hepimizi duygulandırmış ve yüreklendirmişti..

Dileriz bu utandıran yasaklamayı yeni Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar Paşa kaldırır, kaldırmıştır.. (İzleyemedik ne yazık ki..)

Orduevi yasağı kaldırılmadı ise Nusret Güner Paşa evimizde konaklayabilir
Ankara’ya duruşmaya geldiğinde! Gönüller geniş ola, gönüller!

Sevgi ve saygı ile.
08.10.2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İlker Başbuğ : NE YAPACAKSANIZ BANA YAPINIZ? BURADAYIM, DIMDIK AYAKTAYIM!


26. Genelkurmay Başkanı E. Org. 
İlker Başbuğ:

  • Ne yapacaksanız bana yapınız?
    Buradayım, dimdik ayaktayım!

  • Ergenekon davasının Yargıtay’daki temyiz duruşmalarının ikinci günü, 26’ncı Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un konuşmasıyla başladı.
  • “Cemaat, işlenen hukuk cinayetlerinin asli failidir” diyen Orgeneral Başbuğ, cemaatin kumpası yargı ve emniyet içine yerleştirdiği kadroları ile gerçekleştirdiğini belirtti. Başbuğ, hükümetin ve
    AbD yönetiminin de cemaate destek verdiğini söyledi.

AYDINLIK, 07 Ekim 2015

İlker Başbuğ: Ne yapacaksanız bana yapınız? Buradayım, dimdik ayaktayım

Yargıtay 16’ncı ceza dairesinde görülen Ergenekon davasının temyiz duruşmalarına
devam ediliyor. 2. duruşma, 26’ncı Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ’un savunması ile başladı. Başbuğ ifadesinde “2011 yılı başlarında, bir savcı hazırladığı iddianame ile bizim müebbet hapisle cezalandırılmamızı talep etti ve ÖYM de bu cezayı verdi.” dedi. “Daha dört yıl geçmeden, aynı konu 25 Aralık iddianamesinde yer aldı.” diyen Başbuğ, bu bölümü tekrar okudu.

Bazı sorumlulukları olduğunu söyleyen Başbuğ, “Birinci sorumluluğum, bu süreçte hayatlarını kaybedenleredir. İkinci sorumluluğum silah arkadaşlarıma ve üçüncüsü ise tarihe karşıdır. Dördüncü sorumluluğum ise; TSK’ne karşı yapılan bu komploları planlayıcı ve icracılarının yakalanıp, adil yargılanmalarını sağlamaktır.” diye konuştu.

“Cemaat işlenen hukuk cinayetlerinin asli failidir” diyen Başbuğ,

“Bu cinayeti yargı ve emniyet içine yerleştirdikleri kadroları vasıtasıyla işlemiştir” dedi.

Eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ, “Siyasi iktidar ise, “Ne istediler de vermedik” ve “aldatıldık” ifadeleri ile Cemaate gerekli desteği verdiklerini açıkça belirtmiştir.
George W. Bush yönetimi de TSK’ne karşı oynanan oyunu desteklemiştir”

ifadelerini kullandı.

İşte Başbuğ’un savunmasının tamamı    :

Sayın Başkan, Sayın Üyeler ve Sayın Cumhuriyet Savcısı;

Dün akşam, bu sabah burada yapacağım konuşmanın metni üzerinde çalışırken, daha önce de düşündüğüm bazı sorular, yine aklıma takıldı. Bu sorulara doğru dürüst cevaplar da bulamadım. İlk önce bunları sizinle paylaşmak istiyorum:

-Bugün 7 Ekim 2015. Türkiye’nin içinde bulunduğu durum nedir?
PKK terör örgütünün eylemleri, Suruç saldırısından hemen sonra beklenmedik şekilde başladı. Daha önce yaşanmamış seviyede devam ediyor. Her gün şehitler veriyoruz.
Yüreğimiz yanıyor. Şehit haberlerini takip bile edemiyoruz. Güneydoğudaki bazı
yerleşim yerlerine ilişkin medyaya yansıyan görüntüler vahim ve endişe verici.

Suriye hududunda Türk uçakları ile Rus uçakları burun buruna geliyor.
Türkiye bu halde iken, bu gün ben neden Yargıtay’dayım?
Türkiye ve bizler acaba enerjimizi yanlış yerlerde mi harcıyoruz?
Burada ne yapacağım, ne konuşacağım?

-Özel Yetkili Mahkemelerde başlayan ve sonuçlanan bazı davaların, yerel mahkemelerde yeniden yargılanmaları sürüyor. Bazı davalar ise Yargıtay’da temyiz aşamasında.
Bu sürece olağan bir süreç olarak bakabilir miyiz?
Rutin bir yargılama süreci içinde olduğumuzu kabul edebilir miyiz? Elbette ki, hayır.

BU SAVCILAR KİM?

Neden? Bu davaların iddianamelerini hangi savcılar hazırladı?
Görevlerinden uzaklaştırılan, suç örgütleri ile ilişkili oldukları ileri sürülen, kimi şuanda tutuklu olan, kimi de yurtdışına kaçan savcılar bu iddianameleri hazırladılar.
İddianameleri hazırlayan bu savcılar kimdir?
145 Osmanlı yöneticisi yargılanmak üzere Malta’ya gönderildi. Soruşturmayı yürüten
İngiltere Kraliyet Başsavcılığı; 29 Temmuz 1921 tarihinde, Malta’ya gönderilen Türklerin “eldeki kanıtlarla” yargılanıp cezalandırılamayacağına karar verdi.

Üzülerek söylüyorum; bu iddianameleri hazırlayan kendi ülkemizdeki bu savcılar,
bir düşman ülkenin savcısı kadar bile adil olamadılar.

Özel Yetkili Mahkemeler ise bu kararlara imza atan mahkemelerdir.
Bu mahkemeler AYM’nin ihlal kararlarının üzerine alelacele kapatılan mahkemelerdir.
Bu mahkemeler neden kapatıldı?
Görevleri bittiği için mi? Yoksa işledikleri hukuk cinayetleri ayyuka çıktığı için mi?
Bu mahkemelerin hakimlerine ne oldu?
Bazıları görevlerinden uzaklaştırıldı, bazıları suç örgütü içine sokuldu, bazıları da tutuklandı.
Bu savcıların ve hakimlerin aldıkları kararların hukuk değeri taşıdığını söyleyebilir miyiz?
Bu iddianameler ve kararlar üzerinden hareket ederek, davaların yeniden yargılanmasını
veya temyizini yapmak ne kadar adil ve doğru bir durumdur?

Türkiye ve 16. Ceza Dairesi olarak sizler bir ilkle karşı karşıyasınız. Böyle bir durum Türkiye’de daha önce yaşanmadı. Bu duruma olağan ve rutin olarak bakılması mümkün müdür? Hayır.
O zaman biz burada ne konuşacağız? 16. Ceza Dairesi olarak, bir ilkle ve aynı zamanda tarihi sorumluluklarla karşı karşıyasınız. Sizlerin; bu tarihi sorumluluktan başarı ile çıkacağınıza ilişkin inancımı korumak istiyorum.

-Yaşanan bu sürecin olağanüstü olduğuna dair diğer bir soruya da değinmeden geçemeyeceğim.

2011 yılı başlarında, bir savcı hazırladığı iddianame ile bizim müebbet hapisle cezalandırılmamızı talep etti. 13. Ağır Ceza Mahkemesi de bu talep çerçevesinde bize bu cezayı verdi. Dün, burada, verilen cezalar tekrar okundu. Neredeyse daha 4 yıl geçmeden; bu sefer aynı adliyedeki bir Cumhuriyet Savcısı; aynı konuya 25 Aralık İddianamesinde yer verdi. Bu bölümü burada okumak istiyorum:

“2007 yılında Ümraniye’de bir gecekonduda bulunan el bombalarından yola çıkılarak hazırlanan Ergenekon terör örgütü dosyası o kadar genişletilmişti ki, Cemaat muhalifi olan herkes bir şekilde bu örgütün üyesi olmakla karşı karşıya kalıyordu. 14 Nisan 2009 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genel Kurmay Başkanı olan İlker Başbuğ kamuoyuna
bir açıklama yapmıştır. Bu açıklamada ‘Bazı Cemaatler, kendilerini demokratik alanın
bir oyuncusu olarak takdim etmektedirler. Hedeflerine ulaşmada, kendilerine büyük engel olarak TSK’yı görmektedirler. Bu yapılanlara karşı, hukuk devleti kapsamında TSK’nın tepkisiz ve etkisiz kalacağını düşünmek ise büyük bir yanılgıdır.’

İlker Başbuğ bu açıklamayı yapmakla cemaatin hedefine girmiştir.

Artık kurtuluşu yoktur. Kum saati dönmeye başlamıştır. Pensilvanya’da kalemi kırılmıştır.
Süreç işlemeye başlar. Bir şekilde müritler onun icabına bakacaklardır. Tarihi fırsatlar gözetilir. Bir yandan da Orduya yerleşilmektedir. İlker Başbuğ’un bu açıklaması Orduda Cemaate
rahat verilmeyeceğinin işaretleridir ve bu engel bir şekilde aşılmalıdır. Paralel cuntanın
yargı ayağı faaliyete geçer ve sudan bir sebeple internet andıcı davası adı altında genel kurmay başkanlığı yapmış bir kişi Terör örgütü yöneticiliğinden ve hükümeti düşürmeye teşebbüs suçundan TCK 314/1 ve 312/1 maddeleri gereğince 06/01/2012 tarihinde tutuklanır.

Konu hükümet aleyhine kara propaganda yapıldığı iddia edilen internet sitelerinin kurulmasına İlker Başbuğ’un önderlik ettiği hususudur. Bu gün Fetö terör örgütü liderinin güdümündeki internet sitelerinin devlet başkanını, hükümet üyelerini, yargı mensuplarının alenen tehdit etmeleri ve bunu basın özgürlüğü adına yapmaları, nereden nereye geldiğimizin göstergesidir. İlk pervasızlık buradan başlamıştır. Artık cemaat yargı yoluyla her türlü hukuksuzluğu yapabileceğini görmüştür. Özel yetkili mahkemelerdeki hakim ve savcılar yoluyla dilediği kişiyi infaz edebileceğini anlamıştır.

Cemaatin karşısında yer almak neredeyse imkansız gibi idi. Güç sarhoşu olan cemaat ilk büyük infazını İlker Başbuğu tutuklayarak yapmıştır. Toplumun nabzı ölçülmüş, sol kesimler hariç yeterli tepki yoktur, hatta sağ kesimlerden hükümete karşı bir oluşum içerisinde olan bir ordu ve komutanı şeklinde bir suçlama gündeme getirildiği için destek görmüştür. Cemaat süreci iyi okumuştur. Kendi lehine değerlendirmiştir.”

Şimdi, bugün biz burada ne söyleyeceğiz, ne yapacağız?

SORUMLULUĞUM ŞEHİTLERE KARŞI

Aslında, bu sözlerden sonra benim konuşmamı sonlandırmam, başka söz söylememem lazım. İşte burada çok düşündüm. Nasıl hareket etmeliyim?
Ben, Türkiye’nin 26. Genelkurmay Başkanıyım.

Emekli olmuş olsam da bazı sorumlulukları hala taşımaktayım.

Birinci sorumluluğum; Bu süreçte hayatlarını kaybedenlere yani bu davaların şehitlerine karşıdır.

İkinci sorumluluğum; Bu davalar süresince özellikle Beşiktaş Adliyesinde ifade verirken, kendilerini kendi topraklarımızda, yani Türk topraklarında; “yabancı bir ordunun askeri gibi” hisseden, bu acıyı yaşayan, arkadaşlarıma karşıdır. Bu acıyı kimse unutturamaz. 11 Şubat 2011 günü Silivri’de Balyoz Davası duruşması sonunda yaşatılan acıyı da kimse hafızalarımızdan silemez.

Üçüncü sorumluluğum
; Tarihe karşıdır. Belki bugün Türkiye’nin ve Türk Milletinin bu davalar karşısında yorulduğunu söylesek, pek yanlış olmaz.
Ama, ileride mutlaka birileri bu dönemin tarihini sebep ve sonuç ilişkilerine dayanarak yazacaklardır. İşte onlara yardımcı olmayı da bir görev olarak kabul ediyorum.

Dördüncü sorumluluğum ise; TSK’ne karşı yapılan bu komploların planlayıcı ve icracılarının yakalanıp, ortaya çıkarılıp, adil şekilde yargılanmalarını sağlamaktır. Bu olmadan, bu davalar, bu süreç bitmez. Bu nedenle, olayların büyük bir kısmını bire bir yaşayan birisi olarak bu komplolara ilişkin değerlendirmelerimi sizlerle paylaşmak mecburiyetindeyim.

Sayın Başkan, Sayın Üyeler;

Vereceğiniz hüküm sadece “usul” ile sınırlı olursa bu çok yetersiz bir sonuç olur. Sadece “usul” ve “esas”la yetinilirse, bize göre yine yetersiz olur.
Bizim düşüncemiz, vereceğiniz hüküm bir üçüncü boyutu da içermelidir. O boyutta; komplolara ilişkin ortaya konulan hususların suç duyurusuna dönüştürülmesine yönelik olarak, Yüce Mahkemenizin yönlendirici bir rol oynamasıdır.
Bütün bu değerlendirmeler ışığında, bugün burada taşıdığım sorumluluklar çerçevesinde konuşmamın uygun olduğunu düşündüm.
Burada söyleyeceklerim asla savunma amaçlı değildir ve o şekilde de algılanmamalıdır.
Sözlerim; daha önce ifade ettiğim gibi tarihe not düşmeye ve kumpasları planlayan ve uygulayanlar hakkında suç duyurusunda bulunmaya yöneliktir.
Konuşmama şu soru ve soruya verilecek cevap ile devam etmek istiyorum:

 

NEDEN TSK HEDEF ALINMIŞTIR?

26 Ağustos 2006 günü Kara Kuvvetleri Komutanı oldum. Yapılan devir ve teslim töreninde, kendimi şu sözleri söylemeye mecbur hissetmiştim:

“Her zaman olduğu gibi, Türkiye üzerinde dış ve iç kaynaklı radikal değişim projelerinin bulunduğunu görmekteyiz. Bu kesimler projelerinin önündeki en önemli engel olarak
Türk Silahlı Kuvvetleri’ni görüyorlar. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyasete müdahale ettiğini ifade ederek, Silahlı Kuvvetleri’nin özellikle milli güvenlik açısından anayasal düzenin üç temel niteliği olan ulus devlet, üniter devlet ve laik devlete karşı yapılan saldırılara karşı kayıtsız kalmasını istiyorlar.”

Bu sözlerim neye dayanıyordu?
…….
………..

*****

Savunmanın tam metni için lütfen tıklayınız.. (word ve pdf )

Yargıtay’da_Ergenekon_Savunması_7Ekim2015  (word, 30 A4 sayfası, 170 KB)

Yargıtay’da_Ergenekon_Savunması_7Ekim2015
  (pdf, 30 A4 sayfası, 537 KB)

=====================================

Dostlar,

T.C.’nin 26. Genelkurmay Başkanı Sayın İlker Başbuğ‘un 07 Ekim 2015 günü
Yargıtay 16. Ceza Dairesinde yaptığı savunma tarihsel bir belgedir.

Özel Yetkili Silivri Mahkemelerinin kumpas Ergenekon davasında verdiği ağır cezaların,
uzun tutukluluk sürelerinin…. Anayasa Mahkemesince “Hak ihlali” sayılması üzerine yargılama yenilenmeketedir. 2 yılıl aşkın süre Silivri zindanlarında hukuksuz olarak tutulan Sayın Başbuğ, tarihe not düşen bir savunma sunmaktadır. Daha öncesinde de yazdığı kitaplarla bu lanetli dönemi kapsamlı ve belgesel olarak anlatmıştır.Bu savunmanın dikkatle okunması ve gerekli derslerin çıkarılması gerekir.Başbuğ, 3,5 saati bulan savunmasını şöyle tanımlıyor :

*****

Her şey bütün çıplaklığı ile ortadadır.
Adeta “düşman hukuku” uygulanarak suçlananlar, cezaevlerinde yıllarca tutulanlar, bugün Türk Milletinin gözünde suçsuzdurlar, çoktan beraat etmişlerdir. Ya bu süreçte hayatını kaybedenler? Onları geriye getirebilecek bir güç var mıdır? Ortada yapılacak iki şey kalmıştır:Birincisi, bu süreçte zarar görenlerin “itibarlarının” geri verilmesi, böylelikle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kırılan onur ve gururunun tamir edilmesidir.İkincisi ise, bu komploları planlayan, icra eden ve açıkça destekleyenlerin yargı önüne çıkartılarak, adil şekilde yargılanmasıdır.

Hala önümüzde zaman ve şans olduğunu düşünmekteyim.
Heyetinizin bu tarihi fırsatı en iyi şekilde kullanacağına ilişkin inancımı koruyorum.

*****

Sayın Başbuğ’a dik duruşu ve yürekliliği için teşekkür ediyoruz..
Sıra Yargıtay’ın 16. Ceza Dairesindedir.
Adalet ülkenin temelidir ve geç kalan adalet adalet değildir..
Gereğini, tarihe not düşerek Yargının saygınlığını da onaracak nitelikte bir kararı
sayın yargıçlardan beklemek en doğal hakkımızdır. Olağanüstü dönemin ağır yaraları olabildiğince sarılmalıdır,

TSK ciddi bir yurt savunmasında sıcak çatışma içindedir ve her gün şehitler vermektedir.
Bunun nedeni de söz konusu kumpas davalar serisidir..“Ankara’da, Yargıtay’da yargıçlar var…” demek istiyoruz ünlü Berlin örneği gibi..Sevgi ve saygı ile.
08 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

2015 Kimya Nobel Ödülü’nü bir Türk Doktoru kazandı!

2015 Kimya Nobel Ödülü’nü
bir Türk Doktoru kazandı! 

Kimya Nobel Ödülü’nü bir Türk kazandı!

2015 Nobel Kimya Ödülü’nü “DNA onarımı” hakkındaki bilimsel çalışmasıyla Prof. Aziz Sancar kazandı. Sancar kanser konusundaki çalışmaları ve “ritmik saat” buluşu ile tanınıyor.

Sancar ödülünü aynı dalda İngiliz bilim insanı Tomas Lindahl ve ABD’li meslektaşı
Paul Modrich ile paylaşıyor. İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, İsveç Akademisi,
Karolinska Enstitüsü ve Norveç Nobel Komitesi tarafından verilen Nobel ödülleri açıklandı. Geçen yıl kimya dalındaki ödülü Almanya’dan Stefan Hell ve Amerika’dan Eric Betzig ve William Moerner mikroskop alanındaki çalışmalarıyla kazanmıştı.

İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi, İsveç Akademisi, Karolinska Enstitüsü ve Norveç
Nobel Komitesi tarafından verilen Nobel ödülleri açıklandı. 2015 Nobel Kimya Ödülü’nü

“DNA onarımı” hakkındaki bilimsel çalışmasıyla Prof. Aziz Sancar kazandı.
Sancar ödülünü aynı dalda Tomas Lindahl ve Paul Modrich ile paylaştı.
Sancar, Orhan Pamuk’tan sonra Nobel alan 2. Türk oldu.

İsveç Kraliyet Bilim Akademisi, düzenlediği basın toplantısında, Lindahl, Modrich ve Sancar’ın “hücrelerin hasar gören DNA’yı nasıl onardığını ve genetik bilgiyi nasıl koruma altına aldığını” ortaya çıkardıkları için Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldüklerini bildirdi.

Açıklamada, “Üç bilim adamının çalışmaları, hücrelerin nasıl işlediğine yönelik son derece önemli bilgi sağlayarak yeni kanser tedavilerinin geliştirilmesine yol açtı” ifadesi kullanıldı.

İnsan DNA’sının her gün ultraviyole ışınlar, serbest radikaller ve diğer kanserojen maddeler nedeniyle zarar gördüğüne işaret edilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

“Ancak bu tür dış saldırılar olmadan da DNA molekülleri, kalıtımsal olarak değişken bir yapıya sahiptir. Hücrenin genomunda her gün çok sayıda değişiklik meydana gelir. Daha da ötesi insan vücudundaki hücreler her gün milyonlarca kez bölünür ve bu esnada DNA kopyalanır. DNA’nın kopyalanması sırasında bazı bozukluklar ortaya çıkar. Genetik materyalin tam bir kimyasal kaosa düşmemesinin nedeni, hiç durmadan DNA’yı izleyen ve meydana gelen hasarları onaran moleküler sistemler barındırmasıdır. 2015 Nobel Kimya Ödülü, bu onarım sistemlerinin nasıl işlediğini moleküler düzeyde gözler önüne seren çalışmalarıyla alanlarında çığır açan
üç bilim adamına verilmiştir.”

Kraliyet Akademisi, ödüle yaraşır (layık görülen 3 bilim adamını şöyle tanıttı:

“1970’lerin başlarında bilim adamları, DNA’nın son derece istikrarlı bir molekül olduğuna inanıyordu ancak Lindahl, DNA’nın aslında yeryüzünde yaşamın gelişimini olanaksız kılacak
bir yavaşlıkta bozulduğunu ortaya çıkardı. Öngörüsü, Lindahl’ın DNA’nın çökmesine sürekli engel olan moleküler bir makineyi keşfetmesini sağladı. Aziz Sancar, hücrelerin ultraviyole ışınlarının DNA’da neden olduğu hasarı tamir etmek için kullandığı nükleotid eksizyon onarım mekanizmasının haritasını çıkardı. Paul Modrich de hücrelerin, hücre bölünmesi esnasında DNA’nın kopyalanmasında ortaya çıkan hataları nasıl düzelttiğini buldu.”

‘RİTMİK SAAT’

Prof. Dr. Aziz Sancar, kanser tedavisinde ‘ritmik saat’ buluşunu yaparak dünya çapında üne kavuşmuştu.

2014 yılı Nobel Kimya Ödülü ‘nano dünyaya kapı aralayan’, ‘süper çözünürlüklü floresan mikroskobu’ geliştiren çalışmaları nedeniyle ABD’li kimyagerler Eric Betzig ve William E Moerner ile Alman kimyager Stefan W. Hell’e verilmişti.

Dün açıklanan Nobel Fizik Ödülü Japon bilim insanı Takaai Kajita ve Kanadalı fizikçi Arthur B. McDonald’e verilmişti.

Önceki gün açıklanan Nobel Tıp Ödülü ise parazitler ve sıtma konusunda araştırma yapan İrlandalı bilim insanı William Campbell ve Japon bilim insanları Satoshi Omura ve Youyou Tu’ya layık görülmüştü.

Bu yılın başarılı isimleri Nobel Ödülü’nü Alfred Nobel’in ölüm yıldönümü olan 10 Aralık’ta teslim alacak.

Aziz Sancar kimdir?

Prof. Dr. Aziz Sancar 1946’da Mardin Savur’da 8 kardeşin yedincisi olarak dünyaya geldi.

“Annemin ve babamın okuması yazması yoktu” diye konuşan Sancar, “Ancak eğitimin önemini biliyorlardı ve çocuklarının tümünün eğitim alması için ellerinden geleni yaptılar.” diyor.
Okulda hep başarılı bir öğrenciydi ama aynı zamanda futbola yeteneği vardı. Lise futbol takımında kalecilik yaparken, Genç Milli Futbol takımı denemelerine çağrıldı. Diyor ki:
“Bu benim en büyük rüyamdı; hep milli takımda oynamak istemişimdir. Ancak bir süre sonra iyi bir kaleci olmak için boyumun yeterince uzun olmadığına karar verdim ve derslerime daha fazla eğildim.”

1963 yılında girdiği İstanbul Tıp Fakültesi’ni 1971 yılında bitirdi. Okuldayken temel bilimler hocalarının bilimsel buluşlar karşındaki heyecanını şöyle dile getiriyor “Kaynaklarımızın yetersizliğini gayret ve heyecanımız ile kapatıyorduk.” 6 yıllık tıp eğitiminin ikinci yılında aldığı biyokimya dersinden etkilenen Sancar, biyokimya araştırmacısı olmaya karar verdi. Biyokimya dalında lisansüstü çalışmalar yapma isteğini biyokimya hocasına açtığı zaman, hocası en azından bir süre için doktorluk yapmasını tavsiye etti. “Tıbbiyeden mezun olan herkesin, temel bilimlerle ilgilenmeden önce birkaç yıl doktorluk yapmasında büyük fayda görüyorum” diyen Sancar hocasının tavsiyesine uyup, doğduğu yer olan Savur’a yakın bir bölgede kendisi için çok yararlı olduğuna inandığı iki yıllık bir doktorluk deneyimi geçirdi.

Nobel kazanan Aziz Sancar’dan ilk açıklama

[Haber görseli]

1997 yılından bugüne Amerika Birleşik Devletleri North Carolina-Chapel Hill’de North Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik Bölümü’nde Sarah Graham Kenan Profesörü olarak görev yapan Prof. Sancar’ın, 415 bilimsel makalesi var ve bu makalelere çok yüksek atıflar aldı.  31.330. Başarılı bilim adamları h-endeksine göre değerlendirmede de h-99 gibi yüksek bir
nota ulaşmıştı.

Sancar, bilimde başarıya ulaşmak için çok çalışma, kararlılık ve azmin ne denli önemli olduğunun canlı kanıtıdır. Aldığı ödüller arasında Ulusal Bilim Vakfı’nın Başkanlık Genç Araştırmacılar Ödülü (1984), Amerikan Fotobiyolojı Birliği’nin en büyük ödülü (1990) ve Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TUBITAK) (1995) ödülü sayılabilir.
Sancar, ayrıca ABD Ulusal Bilimler Akademisi’nin ilk Türk Amerikan üyesidir.

Prof. Sancar,  Biyokimya Profesörü olan Gwen Boles Sancar ile evlidir. Gwen sancar
North Carolina-Chapel Hill’de North Carolina Üniversitesi Biyokimya ve Biyofizik Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapıyor.

Sancar, 2008 yılında bilimsel nitelikleri ve insan sağlığına yapmış olduğu üst düzey katkıları nedeniyle Vehbi Koç Ödülü‘nü kazandı.

Eşi Prof. Gwen ile birlikte senelerdir bir Türk Evi* inşa etmek isteyen Sancar, Vehbi Koç ödülünden aldığı 100 bin dolarlık ödülünün tamamını ise Türkiye tanıtımına harcadı.
“Ödülden kazandığım para olmasaydı, bu hayalimi gerçekleştiremeyecektim” diyen Sancar, şunları söylüyor:

“Bu para gelince, hayattayken bu hayalimizi gerçekleştirelim istedik. 100 bin dolar da
kendi cebimizden koyduk ve evi 660 bin dolara aldık. 19 Mayıs 2008 yılında Türk Evini açtık. 2 katlı bir ev. 18 öğrencinin kalabileceği odalar var. Büyük bir salonu ve mutfağı var.
Türk hanımları, mutfağımızda yemek pişiriyor. Türk öğrencilere ve ABD’lilere Türk yemekleri veriyoruz. Salonu ise kültürel faaliyetler için kullanıyoruz. Düzenlediğimiz etkinlikler, ABD’liler tarafından çok ilgi gördü.”

*Türk evi ile ilgili detaylı bilgi için adresler

The Aziz & Gwen Sancar Foundation
Carolina Türk Evi – Turkish House,
743 East Franklin Street,
Chapel Hill, North Carolina
http://agsfoundation.karolayna.com/index.htm
================================

Dostlar,

Çooooooooooook keyifli ve gururluyuz..

Prof. Aziz Sancar Hoca ile aynı Fakülteden mezunuz üstelik..

O 1971’de mezun olmş, biz o yıl tıp eğitimine başlamışız..

Nobel ödüllü Sancar hoca bir Türk ve Mustafa Kemal ATATÜRK hayranı!..

Kuzey Carolina Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çalışan 69 yaşındaki Aziz Sancar,
ödülün özellikle Türkiye için çok önemli olduğunu söyledi. Sancar,

İsveç Kraliyet Bilim Akademisi tarafından Nobel Kimya Ödülü’ne layık görülen Türk bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar, “Ödülü kazanmaktan büyük onur duyduğunu” söyledi.

Akademi’den gelen telefonu, eşinin açtığını ve kendisini uyandırdığını belirten
69 yaşındaki Sancar, “Hiç beklemiyordum, çok şaşırdım. Hala da çok şaşkınım” dedi.

Nobel Medya Merkezi’nden Adam Smith’in sorularını yanıtlayan Sancar,
ödülü kazanan ilk Türk bilim adamı olduğu hatırlatıldığında “Bilim adamı olarak evet.
Ama Orhan Pamuk, 2006’da Nobel Edebiyat Ödülü’n kazanmıştı” dedi.

Smith’in, Türkiye’de de büyük kutlamalar olacağını belirtmesi üzerine Sancar,
“Evet sanırım olacak. ‘Nobel ödülünü ne zaman alacaksın?’ diye yıllardır sorup duruyorlardı. Ülkem adına da gurur duyuyorum” ifadesini kullandı.

Hasar gören DNA’nın onarımıyla ilgili mekanizmaları ortaya çıkaran çalışmasıyla ödüle yaraşır görülen Sancar, “Şimdi neler olacak?” sorusuna “Derslerim ay sonunda başlıyor ve
aralık sonuna dek sürecek. Dersleri aksatmamak için elimden geleni yapacağım ama sanırım kimi aksaklıklar olacak.” diye konuştu.

Ailesine, ana vatanı Türkiye’ye ve çalışmalarını sürdürdüğü ABD’ye müteşekkir olduğunu kaydeden Prof. Sancar,

“Bu ödülü ülkemin gençlerine adıyorum.
Hikayem, inanıp da başarılamayacak hiçbir şeyin olmadığıdır.
Hem kendim hem de ülkem için sevindim.
Beni bu noktaya getiren, ülkemde aldığım eğitimdir.
Bu ödül özellikle Türkiye için çok önemli.”

dedi.

Sevgi ve saygı ile.
08 Ekim 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com