Türkiye Nüfusu Hızla ve Tehlikeli Düzeyde Art(ırıl)maya Devam Ediyor!

Türkiye Nüfusu Hızla ve Tehlikeli Düzeyde Art(ırıl)maya Devam Ediyor!

TÜİK : 2015 SONU TÜRKİYE NÜFUS VERİLERİ AÇIKLANDI..

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi Sonuçları – 2015

  • Türkiye nüfusu 31 Aralık 2015 tarihi itibarıyla 78 741 053 kişi oldu.
  • Türkiye’de ikamet eden nüfus 2015 yılında, bir önceki yıla göre 1 045 149 kişi arttı.
  • Erkek nüfusun oranı %50,2 (39 511 191 kişi), kadın nüfusun oranı ise %49,8 (39 229 862 kişi) olarak gerçekleşti.
  • Türkiye’nin yıllık nüfus artış hızı 2015 içinde binde 13,4 (%1,34) olarak gerçekleşti
    Yıllık nüfus artış hızı 2014 yılında ‰13,3 iken, 2015 yılında ‰13,4 oldu.
  • İl ve ilçe merkezlerinde yaşayanların oranı %92,1 oldu. İl ve ilçe merkezlerinde ikamet edenlerin oranı 2014 yılında %91,8 iken, bu oran 2015 yılında %92,1’e yükseldi.
    Belde ve köylerde yaşayanların oranı ise %7,9 olarak gerçekleşti.
  • İstanbul’da ikamet eden nüfus bir önceki yıla göre %2 artış gösterdi. Türkiye nüfusunun %18,6’sının ikamet ettiği İstanbul, 14 657 434 kişi ile en çok nüfusa sahip olan il oldu.
    Bunu sırasıyla %6,7 (5 270 575 kişi) ile Ankara, %5,3 (4 168 415 kişi) ile İzmir, %3,6 (2 842 547 kişi) ile Bursa ve %2,9 (2 288 456 kişi) ile Antalya illeri izledi. Bayburt ili ise 78 550 kişi ile en az nüfusa sahip il oldu.
  • Türkiye nüfusunun ortanca yaşı yükseldi. Ülkemizde 2014’te 30,7 olan ortanca yaş,
    2015’te önceki yıla göre 0,3 yıl artış göstererek 31 oldu. Ortanca yaş erkeklerde 30,4 iken,
    kadınlarda 31,6 olarak gerçekleşti. Ortanca yaşın en yüksek olduğu iller sırasıyla Sinop (39,3),
    Balıkesir (38,8) ve Kastamonu (38,3) iken, en düşük olduğu iller ise sırasıyla Şanlıurfa (19,3), Şırnak (19,5) ve Ağrı (20,3)’dır.

2015_nufus_piramidiÇalışma çağındaki nüfusun oranı bir önceki yıla göre değişmedi. Ülkemizde 15-64 yaş diliminde bulunan (çalışma çağındaki) nüfusun oranı 2015’te bir önceki yılda olduğu gibi %67,8 (53 359 594 kişi) olarak gerçekleşti.
– Çocuk yaş dilimindeki (0-14) nüfusun oranı ise %24’e (18 886 220 kişi) gerilerken, 65+ yaştaki nüfusun oranı %8,2’ye (6 495 239 kişi) yükseldi.
– Türkiye’de kilometrekareye düşen kişi sayısı arttı. Nüfus yoğunluğu olarak ifade edilen
“1 km2’ye düşen kişi sayısı”, Türkiye genelinde 2014’e göre 1 kişi artarak 102 kişi oldu. İstanbul, km2’ye düşen 2 821 kişi ile nüfus yoğunluğunun en yüksek olduğu ilimiz oldu.
Bunu sırasıyla; 493 kişi ile Kocaeli, 347 kişi ile İzmir ve 283 kişi ile Gaziantep izledi.
Nüfus yoğunluğu en az olan il ise bir önceki yılda olduğu gibi, km2’ye düşen 12 kişi ile
Tunceli oldu. Yüzölçümü bakımından ilk sırada yer alan Konya’nın nüfus yoğunluğu 55,
en küçük yüzölçümüne sahip Yalova’nın nüfus yoğunluğu ise 275 olarak gerçekleşti.

AÇIKLAMALAR

Yerleşim yeri nüfusları, İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü (NVİGM) tarafından güncellenen Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS)’nden alınan nüfusla birlikte, kurumsal yerlerde kalan nüfus dikkate alınarak hesaplanmıştır.
Kurumsal yerlerde (kışla, cezaevi, huzurevi, üniversite öğrenci yurtları vb.) kalanlar uluslararası tanım gereği ikamet adreslerinin bulunduğu yerleşim yeri nüfusuna değil, kurumsal yerlerin bulunduğu yerleşim yeri nüfusuna katılmıştır.

Ayrıca il, ilçe, belediye, köy ve mahallelere göre nüfuslar belirlenirken; NVİGM tarafından, ilgili mevzuat ve idari kayıtlar uyarınca Ulusal Adres Veri Tabanı (UAVT)’nda yerleşim yerlerine yönelik olarak yapılan idari bağlılık, tüzel kişilik ve isim değişiklikleri dikkate alınmıştır.

========================================

Dostlar,

TÜİK, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da 28 Ocak günü geçtiğimiz yılın nüfus verilerini yayımladı. Temel verileri yukarıda aktardık. Nüfus piramidinin altındaki açıklama ve hesaplama bize ait.. Yinelemek yersiz ama vurgulamak gerekir ki:

– Türkiye nüfusu 2015 yılı boyunca 1 milyon 45 bin kişi armıştır. Bu rakam geçen yıl 1 milyon 30 bin idi. Doğal Nüfus artış hızı (doğumlar – ölümler) önceki yıl % 1,33 iken, 2015’te % 0,1 puan artarak %1,34 veya %o (binde) 13,4 olmuştur. 2015 için büyüme hızı % 2,9 verilmiştir. Buna göre net büyüme hızı % 2,90 – % 1,34 = % 1,56’dır. Bu korkunç bir durumdur gelişmekte olan bir ülke için.. Karşılığı yoksullaşma ve işsizliktir. Nitekim her 2 veri de 2015 içinde kötüleşmiştir. AKP iktidarı ve RT Erdoğan bindikleri dalı kesmektedirler adeta.
Siyasal İktidarlar genellikle ekonomik sorunlara bağlı olarak düşerler.

Yine TÜİK verilerine göre;

Yoksulların yarısından çoğunu çocuk ve gençler oluşturuyor!

Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması 2014 sonuçlarına göre, eşdeğer hanehalkı kullanılabilir kişi medyan gelirinin %50’sinin altında gelire sahip kişilerin Türkiye’de oranı %15’tir (Yoksulluk!). TÜİK bu oranı daha önce %60 olarak alıyordu.  2015’te söz konusu ortanca gelir Dolar olarak gerilemekle birlikte, TÜİK bu rakanın %50’sinin altını “yoksulluk” olarak tanımlayarak gerçekte yoksul nüfus oranını rakam oyunuyla aşağı çekmeketedir.
Yine de bulunan rakam % 15’tir ve hehalde öncelikle TÜİK yetkilileri, bu veri karşısında
acı acı gülümsemektedirler. Siyasetçiler ise devekuşu tutumunu bırakıp kara kara düşünmelidir.

Yoksul hanelerin ortalama hanehalkı büyüklüğü 5,1 iken, yoksul olmayan hanelerin hanehalkı büyüklüğü 3,4’tür (Türkiye ortalaması 3,6). Bağımlı çocuğu olan hanehalkları yoksulların %91,2’si. Yoksulların %38,2’sini 0-14 yaş çocuklar, %18,5’ini ise 15-24 yaş gençler oluşturmaktadır. 0-14 yaşta her 5 çocuktan 2’si; 15-24 yaşta ise her 5 gençten 1’i yoksuldur,
bu rakamlar Türkiye ortalaması olarak verilen makyajşı rakam %15’in çok üstündedir ve
AKP – RTE hala hızlı nüfus artışını teşvik edebilmektedirler!
Bu politika en hafif deyimiyle gaflet ve dalalet değil midir?

Yoksul kişilerin %23,5’ini okuryazar olmayanlar, %14,7’sini bir okul bitirmeyenler oluşturmakta. Bu oranlar yoksul olmayan kişiler için sırasıyla %8,8 ve %6,2.
Yoksulların %52,7’si lise altı, %7,8’i lise düzeyindeki eğitimliler, %1,3’ü ise
yüksekokul bitirenler. Yoksul olmayan kişilerin içinde lise altı eğitimlilerin oranı %52,7,
lise bitirenlerin oranı %18,5, yüksekokul bitirenlerin oranı ise %13,8.
(http://www.tuik.gov.tr/basinOdasi/haberler/2016_9_20160121.pdf, 28.01.2016)

*****
1 milyon 45 bin kişiye daha yıl içinde iş bulunacaktır, konut sağlanacaktır, yiyecek – giyecek bulunacaktır.. Ayrıca 3 milyonu bulan – aşan yabancı nüfus da bu ülkede..

Türkiye’nin bu anormal ve gereksiz, akıl dışı nüfus artış hızını düşürmesi gerekir.

Tayyip bey ve AKP hükümeti stratejik hata yapmaktadır. Türkiye nüfusunun bunca hızlı artışını teşvik etmek ekonomi – politik açıdan bir siyasal kadro için intihar anlamındadır.

Bir kez daha uyarıyoruz :

Türkiye nüfusu çok gençtir. Ortanca yaş 31 yıl gibidir. 65+ yaş %8,2, 0-14 yaş %24 kadardır. Her 4 kişiden 1’i 0-14 yaşında çocuktur. 15-64 yaş dilimi işgücüne katılım oranı %68’e varmaktadır. Bırakalım “genç nüfusu”, Türkiye’de 18 yaş altındaki nüfus neredeyse nüfusun 1/3’üdür,

Türkiye nüfusu, -deyim yerinde ise- “çocuk” tur!

Nüfusun yaşlanması günümüz koşullarında olağan durumda kaçınılmazdır. Bundan kaçınılmaz.
Ancak önlemi, nüfus artışını teşvik değildir. Böyle yapılırsa çifte baskı altında kalınır.
Bir yandan yüksek doğurganlık yükü, bir yandan kaçınılmaz biçimde artan yaşlı nüfusun yükü..

Yapılması gereken nüfus artışına teşviki derhal kesmek ve aileleri 1 çocuk yapmaya yönlendirmektir. Bu takdirde “sandviç etkisi” nden korunmak olanaklı olur.

Unutulmasın; Türkiye altın değerinde bir fırsat sahibidir şu kesitte.
O, “Demografik fırsat penceresi” dir ve 1 kezliktir. Bir kez daha böylesi bir dönem yaşamak olanaklı değildir. Yani, %1,34’lük görece (hatta epey!) yüksek nüfus artış hızı ve çok genç nüfus bileşimi ile 35-50 yıl boyunca Türkiye “Demografik fırsat penceresi” (Demographic Opportunity Window) içinde olacaktır. Bunun anlamı, “yüksek” ama “çok anormal olmayan” bir nüfus artış hızıyla nüfus artışı baskısında ezilmeden, yaşlı da olmayan bir genç nüfus avantajı yakalamak demektir. Yukarıdaki verilere ek, Toplam Doğurganlık Hızı 2,26 olup (TNSA 2013) bu verilerle, dinamik bir denge durumu 3-4 on yıl yaşanacak demektir. “Nüfus yaşlanıyor” endişesini yersiz takıntı yapmaksızın, eldeki çook genç nüfusun niteliğine yatırım yapmak gerekmektedir.
Bu da başlıca sağlık ve eğitim yatırımlarıdır. İnsanımızı 4. Sanayi Devriminde tutunacak ve rekabet edebilecek nitelikte iyi eğitmektir.

Üstelik : Yukarıda verilen 2,26 düzeyinde Toplam Doğurganlık Hızı, 2013 TNSA verileriyle, çiftler doğurganlıklarını denetleyebilselerdi 0,6 puan daha eksik olarak 1,66 büyüklüğünde gerçekleşecekti. Pratik anlamda bu veri, 3 ve 4 çocuklu ailelerin son çocuklarını fazladan, istemeden, gebelikten korunamadıkları için edindikleri anlamına gelmektedir. Oysa çiftlerin doğurganlıklarını denetlemeleri temel bir insanlık hakkıdır.

Anayasa’nın 41. maddesi gereğince aile planlaması hizmetlerinin
Devlet tarafından verilmesi zorunludur.

AKP iktidarı, çarpık ve bilim dışı hatta iyi niyetli olmadığı söylenebilecek dinci – politik tercihleriyle nüfus artışını teşvik etmektedir.
Bu çok yanlış pro-natalist politika, ülkemize giderilmesi olanaksız yükler yüklemektedir.

AKP daha çok az eğitimli kitlelerden oy almaktadır kendi belirlemesine göre.

Çok çocuk alt ve yoksul katmanların belini bükmekte ve daha da yoksullaşmalarına
neden olmaktadır. Yoksulluk kısır döngüsünden çıkılamamakta, Aile Sigortası Kolu’nun özellikle kurulmadığı ülkemizde bu milyonlarca yoksul kitle, iktidar yandaşı tarikat – cemaat – parti üçgeninde tutsak edilmektedir. Bu kitleler kalabalık, niteliksiz bir “sürü”ye (Sosyolojik anlamda) dönüştürülmekte ve oy deposu kılınmaktadırlar.

  • Bu politika, en hafif deyimiyle ahlaksızlıktır!

AKP, Anayasa’nın ilgili buyruğuna (m. 41) aykırı davranarak anayasal suç işlemektedir.

Aile planlaması hizmetleri bilerek ve isteyerek tavsatılmaktadır (ihmal edilmektedir).
Hele 10 haftayı geçmeyen istenmeyen gebeliğin sonlandırılması hakkı (2827 sayılı
Nüfus Planlaması Yasası md. 5 gereği) fiilen engellenerek kullandırılMAmaktadır.
Hem kürtaja karşı olunmakta, hem de bu sorunun etkili ve gerçek çözümü olan modern kontraseptif (gebeliği önleyici) yöntemlerin etkin ve yaygın olarak kullanımı istenmemektedir. Bu politika hem suç, hem insan haklarına aykırı hem de son derece çelişkilidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHM, Mayıs 2012’de kürtaj (D&C) yasağının
kadın haklarının ihlali olduğuna karar vermiştir!

Yıllık nüfus artış hızı EU-28’de % yarımın altındadır. Türkiye’de bu hız EU-28 ortalamasının
3,5 katı dolayındadır. Dünya Yıllık nüfus artış hızı ortalaması %1,1 olup, Türkiye bu veriden de %0,24 puan ya da % 22 daha yüksek bir hıza sahip!

Geçelim Türkiye’yi; Dünyanın da 7,4 milyarı aşan muazzam insan kalabalığını kaldıramadığını, başta UNFPA (BM Nüfus Fonu) olmak üzere, her yandan gelen verilerle çarpıcı biçimde öğreniyor, küresel ısınma vb. sorunlarla da yüzleşerek yaşıyoruz.

Dünya ve özellikle Türkiye, hemen HER AİLEYE 1 ÇOCUK ilkesine sarılmalı ve
yaşama geçirmelidir.

(Bkz : https://ahmetsaltik.net/arsiv/2014/11/Nufus_sorunlari_-ve_-politikalari1.pdf)

Sevgi ve saygı ile.
28 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

SİYASET SİLAHA ESİR OLMAMALI


SİYASET SİLAHA ESİR OLMAMALI

Hüseyin Çelik, Doç. Dr.
(Eski) AKP Milletvekili, M. Eğitim Bakanı, Parti Sözcüsü
http://huseyincelik.net/siyaset-silaha-esir-olmamali/ 26.01.2016

PKK, hendek siyaseti ile bölge insanını felakete sürüklemiştir.
Silaha teslim olan HDP siyaseti ise bu tavrı ile maalesef yüzlerce genç insanın
kanına ekmek doğramıştır.

Dağda, mezrada, yaylada, mağarada bulunan PKK’lı teröristlerin silahlarıyla birlikte
şehirlere yerleşmeleri, filin züccaciyeci dükkanına girmesi gibidir. Fil oradan eninde
(AS: önünde) sonunda ölü olarak çıkarılabilir ancak… Dükkanda sağlam cam, porselen
veya kristal kalmayacaktır. Bugünkü manzara ne yazık ki budur.

Çözüm süreci ne yazık ki katledilmiştir

Çok iyi niyetlerle ve büyük bir cesaretle başlatılan Çözüm Süreci, ne yazık ki katledilmiştir. Çözüm Süreci esasen başlangıç için iki şart getiriyordu:

  1. Parmaklar tetikten çekilecek.
  2. Tüm silahlı PKK’lı unsurlar ülke sınırlarını terk edecek.

Birinci şarta hem devletin silahlı güçleri hem de PKK uydu.
Ancak silahlı PKK’lılar ülkeyi terk etmek yerine gelip kentlere yerleştiler.

‘Çözüm Süreci’ni bozmamak adına ve tamamen iyi niyetle, valiler, kaymakamlar, savcılar, hakimler, polis, asker, jandarma ve korucular, PKK’nın yapıp ettikleri karşısında
adeta elleri kolları bağlı sabrın sınırlarını zorlayarak beklediler.

PKK, ‘Çözüm Süreci’ni kendi lehine ama Kürt halkının aleyhine istismar etti.
Gelinen nokta ise vahim…
Siyaset inisiyatifi silahlara bıraktı!

Biz, bölgeyi ve bölgenin dinamiklerini bilen birisi olarak,
2009’dan itibaren olanları ve olabilecekleri,

– Bakanlar Kurulu’nda,
– AK Parti MYK’sında,
– MKYK’sında,
– AK Parti Ortak Söylem toplantılarında ve nihayet
– Çözüm Süreci konulu tüm özel toplantılarda

yetkili arkadaşların,
– Sayın Başbakan’ın ve
– Sayın Cumhurbaşkanı’nın huzurunda,
– bütün açıklığı ve netliği ile ortaya koyduk.

Zaman zaman kendisini Çözüm Süreci’nin romantizmine kaptırarak bütün fotoğrafı görmek istemeyen bazı yetkili arkadaşların ciddi tepkilerine de muhatap olduk.

2014’teki Afyon’daki AK Parti İstişare ve Değerlendirme Toplantısı’nda
benzer bir yaklaşım ve tutumla endişelerini dile getiren ve uyaran
ciddi sayıdaki milletvekili, bu yetkili arkadaşlar tarafından tepkiyle karşılandı.

Keşke yanılmış olsaydık

Ancak zaman, bizi ve konuyu bizim gibi gören AK Partili milletvekillerini haklı çıkarmıştır. Keşke yanılmış olsaydık da bugünkü manzara ile karşılaşmasaydık…

Bugün adeta borsa göstergeleri gibi her gün ölüm rakamlarının verildiği zamanlara geldik. Unutmayalım ki ölümler her iki yakada da kinleri, nefretleri ve öç alma duygularını büyütüyor.

Bazıları Sur’u Çermik gibi, Çüngüş gibi Diyarbakır’ın herhangi bir ilçesi zannedebilir.
Ancak bilenler bilir ki Sur kadim Diyarbakır’dır, yanı Diyarbakır surlarının çevrelediği
tarihî Diyarbakır şehridir. Fatih ilçesi İstanbul için ne ise… Sur da Diyarbakır için aynıdır.

PKK, ağır silahlarıyla gelip metropol bir şehre yerleşmişse bunda kendisi için ders ve sorumluluk çıkaracak birçok ‘yetkili’ olmalıdır.

Bir AK Partili, bir Kürt, bir vatandaş olarak…

Bir AK Partili, bir Kürt ve her şeyden önemlisi bu ülkede feryat etme sorumluluğu hisseden bir vatandaş olarak hayatının baharında toprağa düşen şehitler ve onların geride bıraktıkları gözü yaşlı aileleri adına bu çatışmalarda hayatını kaybeden Kürt gençlerin geride kalan
bağrı yanık anneleri adına, bu ülkenin heba olmaya devam eden kaynakları adına,
harap olan şehirler adına ve bu ülkenin dinamitlenen bin yıllık kardeşliği adına
derin bir elem ve ızdırap duyuyorum.

Her zaman söyledik, söylemeye devam edeceğiz. Dünyanın hiç bir yerinde silahla saldıran terörist gruplara çiçek buketleri ile karşılık verilmez. Elbette kısa ve orta vadede silahlı mücadele terörle mücadelenin olmazsa olmazıdır. Ya uzun vade daha ne kadar uzayacak? Silah ”hard power”dır. Yani kaba güçtür. Siyaset, konuşma, müzakere, diyalog özetle akıl ”Soft Power”dır. Yani yumuşak güçtür. Kaba güç de ancak akılla yani yumuşak güçle idare edilirse bir işe yarar. Aksi takdirde yarayı derinleştirir. Doktorun tıbbî yöntemlerle yarayı deşmesi ile herhangi bir insanın bildiği yöntemlerle yarayı kurcalaması şüphesiz ki
çok farklı şeylerdir.

Gönüller bölünürse toprak neye yarar!

Özetle demem odur ki silahlı mücadele devam ederken siyaset, yanı akıl bütün imkanlarını devreye sokmalıdır. Bunun yolunu, yöntemini ve kapsamını da akıl tayin edecektir.
Yeter ki akla yol verilsin. Aklımız duygularımızı idare ederse milletçe kazanırız.
Tersi olur da duygularımız aklımızı idare ederse hep birlikte kaybederiz.
Tarih, duyguları aklına galip gelenlerin trajik sonlarının örnekleri ile doludur.

Ben, bu ülkede toprak bölünmesi olmayacağına inananlardanım.
Ne var ki gönüller ve beyinler bölündükten sonra toprak bütünleşik kalmış neye yarar! Unutmayalım ki toprak insan içindir; insan toprak için değil.

========================================

Evet dostlar,

Hüseyin Çelik beyefendinin günah çıkarışı yukarıda..
Yazdıkları her şeye karşın önemli.
Epey geç de olsa..
Yeterince açık olmasa da..
Hüseyin beyin sanırız özlediği mevki artık kalmamıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı yapmış, iktidar partisi AKP’nin sözcülüğünü üstlenmiş ve partisinde
en üst görevlerde yer almıştır. Siyaseti bırakır ve Üniversiteye dönerse, Doçentlikte 5 yılını tamamlar ve yeterli bilimsel ürün ortaya koyarsa, Profesör de olur içinde kaldıysa eğer.
*****

Hüseyin bey, bu yazdıklarını daha net ve somut çözüm önerileri de içeren biçimde madde madde sıralayarak 12. CB Bay RTE’ye, kamuoyuna açık mektup biçiminde yazmalıdır.

Ortada olup bitenler, SÖZDE ÇÖZÜM sürecinde = İHANET SÜRECİNDE olup bitenler öyle yenilip yutulur, unutturulur cinsten değildir.

Apaçık, hukuk devletinin en temel ilkeleri ayaklar altına alınmış, mülki amirlere yasa dışı buyruklar verilmiştir. Siyasal sorunluluk ve insani sorunluluk bir yana, ağır bir Anayasa suçu işlenmiştir. Anayasa ve çağdaş hukuk sistemleri YASAYA AYKIRI buyrukların yerine getirilemeyeceğini kurallaştırmıştır. 1982 Anayasasının 137. maddesine ilgili herkesin
bir kez daha ve özenle bakmasında çok yarar vardır. AKP iktidarının mülki – askeri erkana
bu bağlamda, yani PKK’lılara her ne yolla olursa olsun dokunulmaması emri,
ilgililerce kişisel arşivlere konmuştur. Yeri geldiğinde basına açıklanacak ve mahkemelerde savunma aracı olarak kullanılacaktır.

Her ne denli bu buyruklar, KONUSU SUÇ OLUŞTURDUĞU için, Anayasa md. 137 gereği yazılı verildiğinde bile yerine getirilmemesi gereken, getirilirse sorumluluk doğuracağı için,
bu Kaymakamlar yakayı kurtaramayacaklardır. Askeri cenahın güvenlik operasyonu yapmak için sayısı 300’e (üç yüz!) varan yazılı istemine karşın 10’u (on!) bile bulmayan izin yazısı eldedir. Mülki amirler için siyasetin baskısı ve varsa yazılı buyrukları belki (?) hafifletici neden sayılabilecektir ancak buyruğu veren siyasal otoritenin, dönemin Başbakanı RTE ve İçişleri Bakanlarının hafifletici nedenleri var mıdır?

”Bana Sam amca baskı yaptı..” mı diyeceklerdir?!

Yıllarca göz yumacaksınız;

– PKK ülkeyi terk edecek ya da silahlarını teslim edecek iken
– Tam da tersine dağdan inip hem de metropollere yerleşirken,
– Üstelik tuneller kazıp, barikatlar yapar ve hendekler kazarken
– Yani apaçık, Batı güdümlü bir silahlı iç çatışma ve isyana (iç savaşa!) hazırlık yaparken…

Tüm bunlara yaklaşık 4 yıl göz yumacaksınız, sonra da hala tam anlayamadığımız nedenlerle birden bire şahin kesilecek (?!) ve ”Sonuna dek temizleyeceğiz..” diye gürleyeceksiniz?!..

Kimin kesesinden? — Milletin vergisinden
Kimin malından?— Garip – gureba masum Kürt yurttaşların, ülkenin
Kimin canından? — Gencecik Vatan evlatlarının

Böylesi bir karabasan (kâbus) insanlık tarihinde çok az görülmüş ya da görülmemiştir.
Başlıca hatta tek sorumlusu, Sayın Çelik’in yazısında da açıklıkla adres gösterdiği
dönemin başbakanı ve 2104 Ağustos sonundan günümüze CB olan Bay RTE‘dir!

Evet, yüreğimizin yangının söndüremiyoruz.. PKK’lı hainlere acıdığımız pek söylenemez.. Her türlü kalleşlik ve kahpeliği emperyalizmin maşası olarak, sözde haklarını savundukları Kürt kardeşlerimiz adına yapmaktan geri durmuyorlar.. Ancak Mehmetçikler, polisler, korucular vahşice şehit ediliyor.. Her gün birkaç şehit haberi ocaklara yangın düşürüyor., silahsız masum halk ve özellikle çocuklar, kadınlar, yaşlılar.. PKK yıldırı için, psikolojik üstünlük kurma adına ve kamuoyunda bıkkınlık yaratmak için hiçbir kural tanımıyor.

****
Artık ok yaydan çıkmıştır..
Tüm tuneller çökertilecek, barikatlar kaldırılacak, hendekler kapatılacak ve
silahlı PKK ögeleri bölgeden temizlenecektir. Kandil’e kara harekatı da mutlaka..

IRA – İngiltere örneğinde olduğu gibi, tüm silahlar Devlete teslim edilecek,
suç işleyen PKK militanları da cezalarını çekmek üzere Devlete teslim edilecektir.
Öyle silahı gömmek ya da elini kolunu sallaya sallaya yurt dışına çıkmak yok!

Ardından oturur konuşuruz..

Ülkesi ve ulusu ile bölünmez bir Türkiye tartışma dışıdır.

Tekil (üniter) devletin ve Anayasanın ilk 4 maddesi başta olmak üzere, bağlantılı sistematiğin tartışılacak yanı yoktur.

1. sınıf bir demokrasi tüm yurttaşlar için esastır.
Etik ya da inanç temelinde siyaset utanç verici, yüz kızartıcıdır.

Sorunun çözümüne, Doğu – Güneydoğu’da feodalitenin,
Kürt toprak ağalığının tasfiyesi ile başlanmalı, yoksulluğun – işsizliğin,
eğitim – sağlık – altyapı sorununun üzerine öncelikle gidilmelidir

Önceki gün Bay RTE, kaymakamlara, terörle mücadelede mevzuatı bir kenara atma çağrısı yapmıştır, yapabilmiştir!
Bu dehşet verici bir durumdur.
Tayyip beyin bilinçaltını da dışavurmaktadır bir bakıma.

Hiçbir şey Tayyip beyi durdur(a)mamaktadır!?

Oysa üzerine titrediğimiz husus, mutlaka ama mutlaka HUKUK DEVLETİ kurallarına uymaktır. Terör ya da suç örgütleri doğaları gereği yasa ve hukuk dışıdırlar ve eylemleri de haliyle öyledir. Ancak bu durum bile Devletin mutlak hukuk devleti sınırlarını kaldırmaz.

Türkiye CB Bay RTE ne yazık ki bir kez daha apaçık ve bu kez kamuoyu önünde suç işlemekte ve güvenlik güçlerini suç işlemeye teşvik etmektedir.
Bizim de yurtsever güvenik güçlerimize çağrımız tam tersinedir..

Aman haaa.. sakı haaa.. Hukuk dışına çıkmayınız.. Buna gerek yoktur zaten.
Türkiye meşru bir savunma içinedir.

Tayyip beyin başta TBMM, kamuoyu tarafından frenlenmesi gerekmektedir.
CB seçiminde aldığı oy, toplam seçmen sayısının yalnızca %38’idir, bunu hiç unutmasın.

Ana muhalefet ve MHP (HDP’yi saymıyoruz, artık çoooook net biçimde PKK’nın
TBMM uzantısıdır!) Parlamentoda Bay RTE’nin bu çok tehlikeli çıkışını gündeme taşımalıdır.

CB dokunulmaz değildir.. Hele hele suç işleyen bir CB asla..
TBMM pek ala bir uyarı kararı alarak bunu kamuoyuna açıklayabilir ve
Bay RTE’ye tebliğ edebilir… Bu uyarı Tayyip beyi kendine getirebilir..

Rejimin kalbi TBMM’dir. Ana sorumluluk TBMM’nindir..

* Sayın Hüseyin Çelik gibi nihayet vicdanı uyanan ve giderek isyan eden
vatansever – yurtsever AKP’liler.. görev başına..

Yangın daha fazla büyümeden Tayyip beyi hizaya çekiniz.. Yoksa halimiz haraptır.
Önce AKP göçecek, parçalanacaktır, hesap verme dönemi açılacaktır..
Türkiye ise her geçen gün uçuruma iyice itilmektedir Bay RTE tarafından..
Vicdanınızın – gönlünüzün mührünü çözünüz..
3 maymunu oynamayı bırakınız..

Gerçekten Müslümansanız Allah’tan korkunuz..

Sevgi ve saygı ile.
2
7 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Osman Ulagay : Nereye gidiyoruz?

Nereye gidiyoruz?

  • Davos’takilerin çoğu, dünyanın ve insanlığın farklı bir yere doğru gittiğinin farkında ve kaygılı ama nereye doğru gittiğini kimse bilmiyor.
Haber görseli
Cumhuriyet, 23 Ocak 2016
Dünya Ekonomik Forumu’nun yıllık toplantısına katılmak üzere geldiğim Davos’ta, dünyanın gidişatı konusunda söz söyleyecek konumda bulunan insanlarla dört gün geçirdikten sonra edindiğim izlenimi soracak olursanız şunu söyleyebilirim:
  • Buradakilerin çoğu, dünyanın ve insanlığın farklı bir yere doğru gittiğinin farkında
    ve bu
    nedenle kaygılı ama nereye doğru gittiğini kimse bilmiyor.

Davos’a ilk gittiğim yıllarda buraya gelenler, dünyanın gidişatı konusunda
bir fikir edinerek ülkesine geri döneceğini düşünebiliyordu oysa.

Davos’ta bu yıl en sık tekrarlanan sözcük “belirsizlik” oldu.
Dünyanın bir geçiş döneminde olduğunu ve bu nedenle gelecek hakkında
sağlıklı kestirim yapmanın kolay olmadığını kabul ediyor çoğu kişi.
Buna karşın dünya ekonomisinin nereye doğru gittiği, jeopolitik dengelerin
nasıl değişeceği, Dördüncü Sanayi Devrimi’nin neler getireceği konusunda
görüş belirten ve farklı kestirimler yapanlar da var kuşkusuz ama çok ilgi görmüyor
bu kestirimler. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF), dünya ekonomisi için büyüme kestirimini bir yıl içinde 4. kez aşağı doğru revize etmek (AS: düzeltmek) zorunda kaldığı bir ortamda bu doğal.

Bu ortamda makro göstergelere güvenini yitiren herkes, günlük iniş çıkışlarla
yaşam bulan, insanlara para kazandıran ya da yitirten borsalardaki fiyat hareketlerine odaklandı bir kez daha. Dünya borsalarındaki günlük iniş ve çıkışlar anında iyimserliğe ya da kötümserliğe neden olabiliyor insanlarda. Davos’ta da böyle oldu,
Çin borsasındaki düşüşler sonrasında dünya borsalarının 2016 yılına çok kötü bir başlangıç yapmış olması, Dünya Ekonomik Forumu nedeniyle bir araya gelen
“Davos ahalisi”nin moralini fena halde bozdu.

Kuşkular Çin ve ‘Yükselen Pazar’ ülkeleri üzerinde yoğunlaştı bu yıl. Davos’ta bulunan Çinli yetkililer Çin ekonomisindeki yavaşlamanın ve Çin borsasındaki düşüşün, bilinçli bir biçimde uygulanmakta olan yapısal değişim programının kaçınılmaz sonucu olduğunu anlatmaya çalıştılar ama çoğu kimsenin bu konuda kuşkuları var.
ABD ekonomisiyle birlikte dünyanın en büyük iki ekonomisinden birine sahip olan Çin’in durumu herkesi yakından ilgilendiriyor ve geneldeki belirsizliği artırıyor.

4. Sanayi Devrimi

Öte yandan ABD Merkez Bankası’nın (FED) faizleri artırma kararıyla likidite bolluğu döneminin sonunu ilan etmiş olması da 2008 krizi sonrasında piyasalara pompalanan
15 trilyon dolar (Davos’ta duyduğum bir rakam) sayesinde bugünkü düzeylerine yükselmiş olan borsalarda şimdi yaşanan düşüşün bir nedeni olarak gösteriliyor.
(AS: 2008 toplam küresel geliri 65 Tr $!)

Piyasalardaki gelişmeler öne çıkınca 4. Sanayi Devrimi biraz gölgede kaldı ama
bilim ve teknolojideki atılımların, ekonomiden sanata, nörolojiden kamu yönetimine dek yaşamın her alanını etkileyecek dönüşümlerle ilgili birçok paneli, mültivizyon gösterisini ya da canlı performansı izleme olanağı vardı Davos’ta.

Ancak bütün bunların ötesinde, benim 4. Sanayi Devrimi’nin nasıl gerçekleştiğini
daha iyi anlamama yol açan olay, bu devrimin gerçek askerleri olan genç insanlarla karşılaşmak fırsatı oldu. Davos’ta toplantıların yapıldığı Kongre Merkezi ile öbür
mekânlar arasında ulaşımı sağlayan özel Forum minibüsleri, yüz yüze sosyalleşme için güzel bir fırsat yaratıyor. Yapılan yolculuk genelde 15 – 20 dakika sürse de bu süre içinde yolcular arasında geçen konuşmalar çok öğretici olabiliyor.

Bu yıl Davos’ta yaptığım minibüs yolculuklarında, ABD üniversitelerinden ve
dijital devrimin kalbinin attığı Silikon Vadisi’nden Davos’a gelmiş olan katılımcıların kendi aralarındaki konuşmalar, konuşulanların içeriğini pek anlamadığım halde,
çok ilginç geldi bana. Çoğu genç olan bu insanlar yaptıkları buluşlara o denli
kaptırmışlar ki kendilerini, gözleri başka bir şey görmüyor. Büyük bir heyecanla
neler yaptıklarını anlatıyorlar birbirlerine. “Harika, muazzam bir buluş bu, siz köşeyi dönmüşsünüz” türünden ifadeler havada uçuşuyor. Başka bir âlemde yaşıyorlar sanki. Yapay zekâdan 3 boyutlu baskı tekniklerine, genetikten nano-teknolojiye pek çok alanda elde edilen başarılara ancak böyle bir coşkuyla ulaşılıyor herhalde.

Onları izlerken bu ortamı Amerika dışında ve hele Türkiye’de oluşturmanın ne denli zor olduğunu düşünerek hüzünlendim. 4. Sanayi Devrimi’ni de uzaktan izlemek durumunda kalacağız herhalde.

====================================

Dostlar,

Sayın Osman Ulagay son derece birikimli ve deneyimli bir ekonomi yazarıdır.
Kendisini uzun yıllardır izleriz ve irdelemelerinden, kitaplarından çok yararlanmışızdır.
Ağırbaşlı – nesnel çizgisini tutarlıkla koruyarak saygınlığını sürdürmüştür.
Davos gözlemlerini önemsiyoruz. 2008 küresel bunalımında Milliyet‘teki köşesinde
çok ufuk açıcı yazılar yazmıştı (28.09.2008) :

Serbest piyasa ideolojisinin neredeyse bir «inanç sistemi» haline getirildiği ABD’de,
çöküşün
eşiğindeki finans sektörünü ve ekonomiyi ayakta tutmak için tüm umutların,
ABD hükümetinin kotarmaya çalıştığı
dev kurtarma paketi”ne bağlanmış olması,
gerçekten de dramatik bir gelişme.
Bu dramatik gelişmenin ardında yatan olgu ise, kapitalizmin beşiği olan Anglo-Sakson dünyasında benimsenen, finans sektörünün şişirilmesine dayalı modelin iflas noktasına gelmiş olması. Bu çöküntü, yalnızca
ABD üniversitelerinden en iyi derecelerle mezun olan parlak çocukların yarattığı karmaşık finansal yapının, iskambilden bir kule gibi devrilmesinden ibaret değil.

Finans sektöründe son 25-30 yılda oynanan ‘ahlaksız piyasa oyunu’ nun çöküşüne tanıklık ediyoruz şimdi. 
*****

1492’ye dek (Amerika kıtasının bulunması) geri götürebileceğimiz Küreselleşme süreci Kapitalizmin bir anlamda başlangıcı olmuştu. 500 yılı aşkın bir süredir, 5 yüz yıldır Kapitalizm ve Sermaye Birikimi (capital accumalation) yabanıl (vahşi) ve acımasız bir sömürü ile sürdürülüyor. Kapitalizm bir yandan emperyalist aşamaya ulaşarak dünyayı işgal edip – paylaşma ve gerekirse demir yumrukla, kanla – savaşla.. yönetme aşamasına gelmişken, bir yandan da üzerine titrediği sermaye birik(tir)imi sürecini ne pahasına olursa olsun sürdürme kararlılığında. Bu konuda ödünsüz, katı, gözü kara, çok saldırgan (agressif) hata yapmayacağı hiçbir şey yok.. Varlığını sürdürmenin vazgeçilmez koşulu olarak görüyor bu süreci!

Geliştirdiği en son ve en vahşi mali araç ise FİNANS KAPİTAL!..

Küresel sermaye baronları artık paradan para kazanıyorlar!
Yatırım yapmak, risk almak ve gerçek bir üretim yapmak, onu pazarlamak ve
bu süreçlerde tekelleşerek artı değere (plus value) el koymak gibi klasik sömürü
ve kapital birikimi süreçleri K. Marx – Vİ Lenin ile Adam Smith gibi klasik liberallerin yazınında (literatüründe) kaldı.

Akıl almaz bir post-modern sömürü, yoksullaşTIRma, küresel gelir dağılımının
kabul edilemez ve sürdürülemez kertede bozulması.. İşsizlik.. Gelinen yer burası..
Pek çok uluslararsı kurum ciddi tehlikeye hatta tehditlere dikkat çekiyor..
Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ilk akla gelenlerden.. ILO özellikle sayısı hızla artan genç işsizlere vurgu yapıyor.

Dünya nüfusu alarm çanları çalan düzeyde hızla, gereksiz ve akıl dışı düzeyde artıyor.
Çevresel yüklenme – bozulma kritik aşamada, sürdürülemez hatta dönüşümsüz düzeyde.
Tüm bunlar 21. yy’da bunca bilimsel – teknolojik ilerlememize karşılık, özlenen
küresel barış ve gönenç düzeyine erişemiyor milyarlarca insan.. Sistem $ ve € milyarderleri üretiyor hızla.. Küre nüfusunun 1/5’i olan yaklaşık 1,5 milyar Süper Elit, toplam dünya gelirinin %86’sını aşan bir oranına el koyuyor. Geri kalan % 80 (6 milyar Dünyalı) “Homo insectus” (!) ise küresel gelirin % 14’ü ile yoksulluk ve yoksunluk içinde sürünmeye mahkum kılınıyor. Dahası, bu tablo her yıl daha da kötüleşiyor.

Bu soygun ve talan düzeninin, usdışılığın (irrasyonelitenin) sürdürülmesi artık pek çok bakımdan olanaksızlaştı. Egemenlerin patronları ve kurumları da ayırdında çıkmazın..

Kral çıplak, hem de çırılçıplak!..

Öyle ki, Washington Uzlaşması 1989’da SSCB yıkılırken benzetmek uygunsa “10 Kutsal Emir” (10 economic policy prescriptions considered to constitute the “standard” reform package) gibi dünyaya dayatılan politika demeti, sürdürülemeyince yerini 20 yıl içinde Post-Washington Uzlaşması ile tersi sayılabilecek kurallara bırakmak zorunda kalındı.
Artık de-regülasyon yok, regülasyon var.. Devlet de kökten tu kaka değil..

Prof. Server Tanilli reçeteyi 13 yıl önce yazmıştı.. Oraya doğru gidiyoruz..

* “ .. Çarpık Küreselleşmenin Dünya uluslarına eşit ölçüde mutluluk getirmediği
artık kesin. Dünyamızda gitgide daha güçle esen rüzgârların bir anımsattığı da şu :
* BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜNDÜR.’ Bugünkü –cılkı çıkmış– modele
seçenek olabilecek modeli yaratacak olanlar ise, ‘NASIL BİR TÜRKİYE MODELİ?
sorusuna yanıt arayan bilim adamları olacak. (Cumhuriyet, 09.09.03)

Kanada’dan Prof. Dr. Michel Chossudovsky de benzer bir yol göterisi sunmuştu :

  • Mücadelenin ‘Küreselleşmesi temel bir önem taşımakta ve dünya tarihinde
    benzeri görülmemiş derecede bir dayanışma ve enternasyonalizmi gerektirmektedir.
  • KÜRESEL EKONOMİK SİSTEM,
    ÜLKELERİN 
    İÇ BÖLÜNMÜŞLÜĞÜNDEN BESLENİYOR. 
  • Farklı kümeler ve toplumsal hareketler arasındaki amaç birliği ve dünya ölçeğindeki
    eşgüdüm yaşamsal önem taşıyor. (“Yoksulluğun Küreselleşmesi” adlı kitabından, 1999)

    Bu kitaba önsöz yazan ABD’den Prof. Noam Chomsky ise (son günlerde
    RTE’ye “katil” diyen kişi), sözde “Küresel reformlar” için şunları kaydetmişti :

    1. “Reformlar” sömürgeciliği yeni biçimlerde sürdürüyor.
    2. Ulusal planlamayı engelliyor.
    3. Gerçek bir demokratikleşmeyi engelliyor.
    4. Halk yararına programların ayağını kaydırıyor.
    5. Güç ve imtiyazın çıkarları için, dünyanın büyük çoğunluğunu
    acı ve umutsuzluğa teslim ediyor..

    * Bunların hiçbiri kaçınılmaz, çaresiz şeyler değil.  Kanada’lı Prof. Chossudovsky’nin kitabının –YOKSULLUĞUN KÜRESELLEŞMESİ– sağladığı anlayış,
    olayları tersine çevirecek mücadeleye doğru önemli bir adımdır :

    DİRENİŞİN KÜRESELLEŞTİRİLMESİ!..

    Sevgi ve saygı ile.
    24 Ocak 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Yazımızınn pdf biçimi (salt bizim yazdığımızı ve O. Ulagay’dan alıntılar olmaksızın) :
2015_DAVOS_FORUMUNUN_ARDINDAN

TAHSİN YÜCEL’İ YİTİRDİK.. Mustafa Koç ve Kamer Genç’i de!

TAHSİN YÜCEL’İ YİTİRDİK..
Mustafa Koç ve Kamer Genç’i de!

DİLCİ, YAZINCI KİMLİĞİ VE DÜŞÜNCELERİYLE
ÖZGÜN BİR KİMLİK:

PROF. DR. TAHSİN YÜCEL

Son kitaplarından biri İNSAN YAZDIĞI ŞEYDİR adıyla çıktı.
Elbistan’ın Ötegeçe köyünde doğan, çocukluğu büyük acılar ve yoksunluklar içinde geçen, parasız yatılı sınavlarında başarılı olarak Galatasaray Lisesinde okuyan; İstanbul Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünü kazanan, hem okuyup
hem çalışarak yaşama atılan bir Cumhuriyet aydını
Yazdığı şeylerin ötesinde görkemli armağanlar bırakarak göçtü bu dünyadan.

Fransız dili ve edebiyatı üzerine çalışmalarıyla önde gelen bilimcilerdendi;
çağdaş dilbilim etkinliklerinin yurdumuza taşınmasında da çabaları büyüktü.
Roman, öykü, deneme-eleştiri, anlatı, incelemelerinin yanı sıra dünya yazınından Türkçeye çevirdiği yapıtlarla, ödülleriyle ekin tarihimize yazıldı.

Prof. Yücel, salt kalem ustası değildi. Dik duruşlu bir devrimciydi;
Aydınlanma yolunu ışıklandırmak için çabalayan bir öğretmendi.

  • Atatürk’e, laik Cumhuriyeti çağdaş dünya ile yarıştıracak Devrimlere
    inancı tamdı.

Dil Devrimine hem inanmış hem çok emek vermişti.
Birçok yapıtını, yüzlerce yabancı sözcüğe Türkçe karşılık bularak yazmıştı.
Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nun yönetim kurulunda,
bilimsel etkinliklerinde başı çekenlerdendi.
Atatürk devrimlerine, Dil Devrimine düşmanlık yapanlarla savaşımı
hiç elden bırakmadı.

Prof. Yücel düşüncelerinden, deneyim ve birikiminden yararlandığımız bir düşünürdü; hocamızdı. İnce şakalarıyla bulunduğu ortamı ısıtan güler yüzlü abimiz, dostumuzdu.

Ailesinin acısını paylaşıyoruz. Bilim ve sanat dünyamızın başı sağ olsun!

O’nu unutmayacak, her zaman saygı ve özlemle anacağız.

Dil Derneği Yönetim Kurulu adına Başkan
Sevgi Özel

====================================

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz Dil Derneği’nin Sayın Genel Başkanı Sevgi Özel hanımefendinin Dil Derneği web sitesinde yazdıklarını yukarıya aktardık.

Elbette biz de paylaşıyoruz..
22 Ocak 2016 günü Türkiye 3  önemli ve değerli insanını yitirdi..

Biri ödünsüz Devrimci – Dilbilimci Prof. Tahsin Yücel idi..
Öbürü yiğit ve yurtsever parlamaenter Kamer Genç idi..
Sonki de Türkiye’nin laik sermaye kesiminin öncülerinden Vehbi Koç’un torunu Mustafa Vehbi Koç idi.. Atatürkçü duruşundan hiç ödün vermemişti merhum Koç..

Böyle insanlar kolay yetişmiyor Türkiye’nin çoraklaştırılmış – dincileştirilmiş
ya da daha doğru bir nitelemeyle dincileştirilerek çoraklaştırılmış iklimi
nde..

Dolayısıyla bu insanların yaşamda nelerin kavgasını verdiklerini, neden böylesi bir bedel gerektiren seçimde bulunduklarını ve onları başarıya taşıyan eylem haritasını
iyi anlamak ve dersler çıkarmak gerekiyor. Genç kuşaklara rol modeli olarak sunmak gerekiyor..

Ülkemizin “milli” olmaktan birkaç onyıldır çıkarıldığı eğitim sistemini ivedilikle yeniden Laik – Bilimsel – Akılcı – Karma – Uygulamalı – Eleştirel dizgeye oturtmak gerekiyor..

Vehbi Koç Vakfı‘nın, aynı zamanda bir Ankara Üniversitesi dostu olduğunu,
bu Üniversitenin bir akademsyeni olarak yakından biliyoruz..
Ankara Maltepe’deki Vehbi Koç öğrenci yırdu ne çok öğrenciye yuva olmuştur.
Tıp Fakültemizin Göz Hastalıkları Anabilim Dalı – Vehbi Koç Göz Hastanesi
Koç Vakfı’nın hep gözdesi olmuş ve sürekli maddi destek almıştır. Bu anlamlı katkılarla, adı geçen Anabilim Dalımız ve Göz Hastanesi ülkemizin en önde gelen bilimsel sağlık kuruluşlarından biri olmuştur..

*****
Kamer Genç… Tuncelili hemşehrimizdi..
TBMM’de yiğit Atatürkçü savaşımı, orada uğradığı akıl almaz baskı ve şiddeti unutamıyoruz.. Aylığının önemli bir bölümünü uzun yıllar çok sayıda yoksul Tuncelili gence burs verişini de..

Ülkemiz bu güzel insanlara çok şey borçlu..
Bir gerçek daha var ki, dün yitirdiğimiz bu 3 güzel insan, aynı zamanda
Türkiye Cumhuriyeti’nin evlatları idiler, Cumuriyet’in ürünüydüler ve böyle olduğunun ayırdındaydılar.. O yüzdeb vargüçleriyle ürettiler ve Cumhuriyet’e kol kanat gerdiler..

Saygın anılarıını ve yapıtlarını yaşatarak izleyen kuşaklara aktarmak bütün toplum olarak borcumuzdur.. Dileriz bu kişilerin yaşam ve ürünleriyle ilgili olarak Kültür Bakanlığı yapıtlar üretir.. Kitap, film, DVD vb. yapıtlar ortaya konmasını teşvik eder ve bu kültür – gelenek yaşatılarak sürdürülür, gelecek kuşakları da besler..

Sevgi ve saygı ile.
23 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

“Savaş; Göç ve Sağlık: Hekimler Ne Yapmalı”

“Savaş; Göç ve Sağlık: Hekimler Ne Yapmalı” Sempozyumu 26-27 Şubat’ta İstanbul’da…sgs

Ülkemizin yanı başındaki coğrafya “mülteciliğin olağanlaştığı” bir bölge haline geldi. Suriye’de çatışmadan iç savaşa dönen kriz tüm dünyayı sarsıyor.

Türk Tabipleri Birliği yaşanan bu büyük krizin sağlık ve hekimlik alanında yarattığı sorunları Dünya Tabipleri Birliği’nin (DTB) gündemine taşıdı ve bu insanların sağlık alanında yaşadıkları sorunların ve çözüm önerilerinin ülkelerin ulusal tabip birliklerinin gündemine getirilmesinin önemini vurguladı. Bu çabaların bir sonucu olarak
Dünya Tabipler Birliği Ekim 2015’te Moskova’da yapılan 66. Genel Kurul toplantısında bu konuyla ilgili

 – Küresel Mülteci Kriziyle ilgili DTB (Dünya Tabipleri Birliği) Kararı”
başlıklı bir tutum belgesini kabul etti.  Dünya Tabipler Birliği şimdi de, 26-27 Şubat 2016’da İstanbul’da

“Savaş, Göç ve Sağlık: Hekimler Ne Yapmalı?” başlıklı bir sempozyum düzenliyor.

Türk Tabipleri Birliği’nin katkısıyla düzenlenecek bu sempozyumda konu ile ilgili uluslararası uzmanların yanı sıra farklı ülkelerden tabip birlikleri temsilcileri de
kendi ülke deneyimlerini aktarma fırsatı bulacaklardır. Sempozyumda;

– “Savaş, göç ve sağlığın sosyal belirleyenleri”,
– “Göç kaynaklı sağlık sorunları”,
– “Ortadoğu’da savaşlar ve göç: Türkiye’nin deneyimi ve TTB’nin etkinlikleri”, – “Ülkelerin ve kurumların göç politikaları: Eleştirel bir değerlendirme”,
– “Kadın ve savaş” ve
– “Ulusal tabip birliklerinin sunumları”

başlıklarında oturumlar gerçekleştirilecek.

“Savaş, Göç ve Sağlık: Hekimler Ne Yapmalı?” başlığını taşıyan sempozyum
tüm hekimlerin katılımına açık. Ayrıntılı program ve organizasyon bilgili önümüzdeki günlerde kamuoyu ile paylaşılacak. Sempozyum ile ilgili tüm ayrıntılara http://warmigrationhealth.com/ bağlantısından erişilebilir.

===================================

Dostlar,

Konu önemli..
TTB’nin sorunu Dünya Tabipleri Birliği’nin (DTB, World Medical Association) gündemine taşıyabilmesi değerlidir. Keşke Türkiye’nin ilgili kamu ve özel sektördeki kurumları nesnel bir sorumlulukla sürece destek verse ve katılsa..

Devlet aklı da kısır AKP – RTE siyasesinin ipoteğinden sıyrılarak “orada” olsa..
Ulaşılan sonuçlar, yönetimbilimi yöntemleriyle irdelenerek değerlendirilse ve
son yıllarda yaşanagelen çok boyutlu yakıcı sorunların çözümünde politika üretimi için kullanılabilse..

Dileriz TTB ve içindeki kimi etnik yönelimli kesimler, toplantının nesnel – bilimsel doğrultusunu dar ideolojk beklentiler içinde yönlendirmeye çalışmazlar..

Sorun salt Halk Sağlığı ile sınırlı değil. Dış politikadan istihdama, temel insan hak ve özgürlüklerinden ekonomiye, bölgesel barıştan küresel topluma dek açılımları var. Türkiye’de yaşayan 3 milyona yakın Suriyeli ve Irak’lı kitle son derece önemli
kısa – orta ve uzun erimli yansımaları olan ve olacak olan kritik bir sorundur.
Bu sorunu yönetmek üzere uygun bir Bakanlığa bağlı Müsteşarlık düzeyinde
kamusal bir örgütlenme çok yerinde olur.

Bu insanlar ülkelerine önümüzdeki birkaç yılda ciddi oranda dön(e)meyecekse,
-ki öyle görünüyor- bu kitlenin Türkiye toplumu ile bütünleşmesinin (entegrasyonunun) sağlanmasına çaba gösterilmelidir. Bu kitlenin sorunları artan nüfusları, büyüyen çocukları ve yaşlanan insanlarıyla, beklentileriyle.. giderek boyutlanmaktadır.
AKP – RTE’nin dış güdümlü emperyalist maşası Ortadoğu politikalarının ürünü olarak ülkemizin başına bu ağır sorunu dert etmişlerdir. Bu saptama hiç akıldan çıkarılmayacak ve tarih ile Ulusumuz sorumluları asla unutmayacak ve bağışlamayacaktır..

Sevgi ve saygı ile.
20 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

1128 ve 2071 Akademisyenin Basın Açıklamalarının Düşündürdükleri..


1128 ve 2071 Akademisyenin
Basın Açıklamalarının Düşündürdükleri.. 

Dostlar,

Her 2 basın açıklamasını bu yazımızda irdeliyoruz..
Bilgi ve ilginize sunarız..

Not : Bizim her 2 metinde de imzamız yok..İlkine zaten imza koy(a)mazdık;
yanıt olarak gelen 2071 imzalı metne de –içerik olarak ilkesel paylaşıma karşın
ağır ve kabul edilemez üslubu ve bu yüzden doğurabileceği ciddi sakıncaları nedeniyle katıl(a)madık sorumluluğumuz gereği.

Arada ve bağlarken de yazdıklaerımız var..
Dosyanın tümüyle okunması dileğiyle..

Sevgi ve saygı ile.
18 Ocak 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

*********

Türkiye İçin Akademisyenler
İnisiyatif Grubu’ndan Basın Açıklaması

Slide1



 

 

 

 

 

 

 

Türkiye İçin Akademisyenler İnisiyatif Grubu’ndan Basın Açıklaması

Son birkaç yıldır yurt içinden ve yurt dışından fiilî ve siyasî saldırılara uğrayan ülkemiz, maalesef kendi bağrında yetiştirdiği ve yetişmiş oldukları toprakların değerlerinden habersiz “bir grup akademisyen (!)” tarafından haksız ve alçakça iftiralara maruz kalmıştır. Söz konusu akademisyenlerin 11 Ocak 2016 tarihinde yayımlamış olduğu ihanet bildirisine karşı 12 Ocak 2016 saat 12.50 itibarıyla harekete geçen “Türkiye İçin Akademisyenler” inisiyatif grubu olarak, bütün ihanet teşebbüslerine karşı ülkemizin ve milletimizin yanında olduğumuzu ve şu anda yapılan terör operasyonlarını desteklediğimizi ifade eden bir bildiri yayınlamıştık.

Bildirimiz, çok kısa bir sürede yüzlerce akademisyenin katılımıyla büyük bir ilgi görmüş,
bu yüzden web sitemiz bölücü terör örgütü mensuplarının yoğun siber saldırılarına maruz kalmıştır. Buna rağmen yayımladığımız bildiriye, yurt içi ve yurt dışından 150’nin üzerinde üniversiteden 2071 akademisyen imza atmıştır.

Türkiye sevdalısı akademisyenlerce kaleme alınan bu bildiri, yalnızca teröre karşı verilen mücadeleye destekle sınırlı ve anlık bir tepki olarak değerlendirilmemelidir. “Türkiye İçin Akademisyenler” inisiyatif grubu, bundan sonra da “bütün millî meselelerde” devletimizin ve milletimizin yanında olacaktır. 1071’den beri vatanımız olan, mazlum coğrafyanın ümit bağladığı son kale, Anadolu toprakları üzerinde yaşayan bizler ve bildirimize imza atan ülkesine sevdalı 2071 akademisyen, her zaman barış, kardeşlik ve demokrasi için üzerine düşen görevi yapacağını da bu bildiriyle ilan ve taahhüt etmiştir.

Bu vesileyle ilk andan itibaren imzalarıyla bizleri destekleyen Türkiye sevdalısı akademisyenlere teşekkür ediyor, aziz milletimizi muhabbetle selamlıyoruz.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 16.01.2016

Türkiye İçin Akademisyenler İnisiyatif Grubu Adına
Prof. Dr. Âlim YILDIZ
Cumhuriyet Üniversitesi Öğretim Üyesi

*****Slide6 Slide5 Slide4 Slide3 Slide2 Slide7

 

 

 

 


Dostlar
,

Türkiye’nin ek gerilimlere ve hele hele kutuplaşmalara hiç gereksinimi yok..
Gücü de..

1128 akademik elemanın açıklamasına karşılık tümü Türkiye’den 2071 akademik çalışan yukarıdaki açıklamayı yaptı..

http://www.turkiyeicinakademisyenler.com/aciklama.htm web sitesinden yayın yapıyorlar.

1071 + 1000 imzayı 2-3 gün içinde sağlayınca 16.01.2016’da imza kampanyasını kapattıklarını belirtiyorlar.

Bu bildirinin içeriğini ilkesel olarak paylaşmakla birlikte, söylemi çok sert, ötekileştirici, dışlayıcı hatta aşağılayıcı buluyoruz. Dolayısıyla da yararsız, belki de sakıncalı.

Web sitesindeki içerikleri ve fotoğrafları kullanarak görselleri biz ürettik.

Bay RTE‘nin

Mandacı güruh!
– Sözde akademisyenler!
– Eyy aydın müsveddeleri!
– Eyy sözde aydınlar!
– Sizler cahilsiniz!
– Sözde aydınların ihaneti!
– Eyy akademisyen müsveddeleri!
– Sizler güruhsunuz!
– Sizler karanlıksınız!
– Terörist ağzıyla konuşan sözde akademisyenler!
– Ya terörden yana ya da devletten yana olacaksınız!
– Eyy akademisyen geçinenler!
– Haddinizi bileceksiniz, haddinizi!

söylemleri bizi çok incitiyor. İçeriğinde haklılık payları ya da doğrular varsa da..
Bilindiği gibi söylemlerin içeriği kadar biçimi de önemli. Yüzümüz kızarıyor..
Bir devlet başkanına asla yakışmayan hatta açıkça hakaret – suç olan bu sözlerin sahibi yerine biz utanıyoruz,kendi hesabımıza gocunacak hiçbir yanımız olmadığı halde..

Söz var yılanı deliğinden çıkarır, söz var başınıza kara kilim örer..
Haydi Bay RTE’nin öfke söylemini politik gerekçelerle, tabanı gaza getirmek için bilerel kullandığını biliyoruz.. Ülkenin akademik camiası – ulema takımı her bakımdan teeni içinde olmak, örnek tavırlar içinde olmak ve topluma yol göstermek durumunda. Tayyip beyin politik şiddet üslubunun akademisyenlere bulaşması – onları da şiddet sarmalına çekmesi
kabul edilemez. Tersine, üniversite hocaları bilimsel sükunetlerini asla elden bırakmadan
Bay RTE dahil herkese örnek olmalıdırlar.

Üstelik bunca hakaretin – aşağılamanın açık suç işlemenin ardından yargının da bu insanlara yüklenmesi tam bir linç girişimidir ve demokratik hukuk devletinde çoğucluluk değil
çoğunluk despotizmi (zulüm!) anlamına gelir. Bu Türkiye’ye yakışmaz, hiçbir sorunumuzu da çözmediği gibi gerilimi tırmandırır..

*****

Bu 1128 insanımız ne demişlerdi bir bakalım :

1128 akademisyenden kalıcı barış çağrısı: “Bu suça ortak olmayacağız”

Müzakere sürecinin ‘buzdolabına kaldırılmasıyla’, sürekli hale gelen sokağa çıkma yasakları ve bitmeyen ölümler akademisyenleri harekete geçirdi. 89 üniversiteden 1128 akademisyen, “Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesi” çağrısı yaparken, “Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını” da istedi.

Barış İçin Akademisyenler eş zamanlı olarak, İstanbul’da Taksim Gönen Otelde Ankara’da Mülkiyeliler Birliğinde çağrılarıyla ilgili basın açıklaması yaptılar.

AĞIR BİR İHLAL

Barış için Akademisyenlerin, Taksim Gönen Otel’deki açıklaması Kürtçe ve Türkçe okundu. Kürtçe metni akademisyen Dr. Yıldız Önen okurken, Türkçe metni Dr. Alper Açık okudu. Açıklamada, “Türkiye Cumhuriyeti; vatandaşlarını Sur’da, Silvan’da, Nusaybin’de, Cizre’de, Silopi’de ve daha pek çok yerde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları altında fiilen açlığa ve susuzluğa mahkum etmekte, yerleşim yerlerine ancak bir savaşta kullanılacak ağır silahlarla saldırarak, yaşam hakkı, özgürlük ve güvenlik hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı başta olmak üzere anayasa ve taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ile koruma altına alınmış olan hemen tüm hak ve özgürlükleri ihlal etmektedir” denildi.

Uluslararası hukukun gereklerine dikkat çekilen açıklamada şöyle devam edildi: “Bu kasıtlı ve planlı kıyım Türkiye’nin kendi hukukunun ve  Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası antlaşmaların, uluslararası teamül hukukunun ve uluslararası hukukun emredici kurallarının da ağır bir ihlali niteliğindedir.”

‘SÜRGÜN POLİTİKASI SON BULSUN’

Barış İçin Akademisyenler, açıklamalarında uygulanan sürgün politikasına da dikkat çekerek şöyle dediler: “Devletin başta Kürt halkı olmak üzere tüm bölge halklarına karşı gerçekleştirdiği katliam ve uyguladığı bilinçli sürgün politikasından derhal vazgeçmesini, sokağa çıkma yasaklarının kaldırılmasını, gerçekleşen insan hakları ihlallerinin sorumlularının tespit edilerek cezalandırılmasını, yasağın uygulandığı yerde yaşayan vatandaşların uğradığı maddi ve manevi zararların tespit edilerek tazmin edilmesini, bu amaçla ulusal ve uluslararası bağımsız gözlemcilerin yıkım bölgelerinde giriş, gözlem ve raporlama yapmasına izin verilmesini talep ediyoruz.”

MÜZAKERE VE KALICI BARIŞ ÇAĞRISI

“Müzakere koşullarının hazırlanmasını ve kalıcı bir barış için çözüm yollarının kurulmasını, hükümetin Kürt siyasi iradesinin taleplerini içeren bir yol haritasını oluşturmasını talep ediyoruz” denilen açıklamada,  bu sürece ilişkin gözlemcilerin önemine de vurgu yapıldı: “Müzakere görüşmelerinde toplumun geniş kesimlerinden bağımsız gözlemcilerin bulunmasını talep ediyor ve bu gözlemciler arasında gönüllü olarak yer almak istediğimizi beyan ediyoruz. Siyasi iktidarın muhalefeti bastırmaya yönelik tüm yaptırımlarına karşı çıkıyoruz.”

‘DEVLET ŞİDDETE SON VERSİN’

Açıklamada, devlete şiddete son vermesi çağrısı yapıldı: “Devletin vatandaşlarına uyguladığı şiddete hemen şimdi son vermesini talep ediyor, bu ülkenin akademisyen ve araştırmacıları olarak sessiz kalıp bu katliamın suç ortağı olmayacağımızı beyan ediyor, bu talebimiz yerine gelene kadar siyasi partiler, Meclis ve uluslararası kamuoyu nezdinde temaslarımızı durmaksızın sürdüreceğimizi taahhüt ediyoruz.”

‘TÜM ÖLÜMLERDEN DEVLET SORUMLU’

İmza metninin okunmasının ardından İstanbul Üniversitesinden Doç. Dr. Zeynep Kıvılcım, imza sürecine ilişkin bilgilendirme yaptı. Metne Şili’den Amerika’ya, Avusturya’dan Meksika’ya, Mısır’dan İtalya’ya 89 üniversiteden 1128 akademisyenin destek verdiğini belirten Kıvılcım, kısa sürede bu kadar yoğun ilgi beklemediklerini söyledi. Devletin özellikle Türkiye’nin batısının sessiz kalması için baskı kurduğunu belirten Kıvılcım, “Tüm ölümlerden devleti sorumlu tutuyoruz. Devlet asker ve polis ölümlerinden de sorumludur” dedi.

‘KAMUOYU OLUŞTURACAĞIZ’

Üniversitelerdeki baskıları Kürt illerindeki baskılardan ayrı görmediklerini söyleyen Kıvılcım şunları söyledi:

”Barış isteyenlerin hain ilan edilmesi de aynı bütünün parçalarıdır. Bütün bunlara karşı örgütleneceğiz. Barış ve direnme hakkını savunacağız. Muhalif kimlikleri nedeni ile tutuklanan arkadaşlarımız ve öğrencilerimizle dayanışmaya devam edeceğiz.”

Önümüzdeki günlerde Kürt illerine giderek araştırmalar yapacaklarını ve oluşturulan raporları ulusal ve uluslararası kamuoyuna sunacaklarını söyleyen Kıvılcım, “Bugüne kadar
Kürt sorunu olarak tanımlanan sorunun siyasi zeminde çözülmesi için kamuoyu oluşturmaya devam edeceğiz” dedi.

‘SAVAŞA ORTAK OLMAYACAĞIZ’

Barış için Akademisyenler, Ankara’da Mülkiyeliler Birliğinde basın açıklaması yaptı.
Aynı açıklamayı Ankara’da da Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinden Prof. Dr. Işıl Ünal okudu. (İstanbul-Ankara/EVRENSEL)

AÇIKLAMADA İMZASI BULUNAN AKADEMİSYENLERDEN BAZILARI

Prof. Dr. Ayşen Uysal, Prof. Dr. Ali Akay,  Prof. Dr. Ali Gökmen, Prof. Dr. Ahmet Haşim Köse, Prof. Dr. Ahmet İnsel, Prof. Dr. Baskın Oran, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Prof. Dr. İzzettin Önder, Prof. Dr. Melek Göregenli, Prof. Dr. Mesut Yeğen, Prof. Dr. Mine Gencel Bek, Prof. Dr. Nilay Etiler, Prof. Dr. Nilgün Toker, Prof. Dr. Nilüfer Göle, Prof. Dr. Nur Betül Çelik, Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, Prof. Dr. Özdemir Aktan, Prof. Dr. Işıl Ünal, Prof. Dr. İnci Gökmen, Prof. Dr. İrfan Açıkgöz, Prof. Dr. Nejla Kurul,  Prof. Dr. Tahsin Yeşildere, Doç. Dr. Ayşen Candaş, Doç. Dr. Ceren Sözeri, Doç. Doç. Dr. Esra Arsan, Dr. Murat Birdal, Yrd. Doç. Dr. Nazan Üstündağ, Yrd. Doç. Dr. Sinan Birdal, Yrd. Doç. Dr. Suncem Koçer.
Açıklamada Prof. Noam Chomsky, David Harwey, Etienne Balibar, Judith Butler, Immanuel Wallertein gibi yabancı akademisyenlerin de imzası bulunuyor.

******

Bu 1128 akademik çalışandan çok az sayıda birkaçı imzalarını geri çekmekşe birlikte,
dün yapılan açıklamada “İMZAMIZIN ARKASINDAYIZ” kararlılığı sergilendi. Cumhuriyet‘in ön ve 5. sayfasında yer alan fotoğraflı haberde özetle şu söyleniyor ;

  • Bizler evletimizden barış içinde yaşama hakkı talep ettik”

Bu gerilimi tırmandırmamak gerek..
Ülkeyi iç savaş iklim ve ortamına sürüklemek gerek..
Batı emperyalizmi adına 32 yıldır Türkiye ile vekaleten taşeron savaşı yapan bölücü örgüt PKK’nın ancak askeri güçle çökertileceği anlaşılmıştır. (Elbette öbür tüm bütünleyici girişimler eşlike decektir..) Kürt kardeşlerimizin haklarını vs. bahane edip ayrımcılığı kışkırtarak Türkiye’nin bu meşru savunma hakkı eleştirilemez, engellenemez.

Not : Bizim her 2 metinde de imzamız yok!..İlkine zaten imza koy(a)mazdık;
yanıt olarak gelen 2071 imzalı metne de -içerik olarak ilkesel paylaşıma karşın-
ağır ve kabul edilemez üslubu ve bu yüzden doğurabileceği ciddi sakıncaları nedeniyle katıl(a)madık sorumluluğumuz gereği.

Sevgi ve saygı ile.
18 Ocak 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Akademi vatana ve gerçeklere bağlıdır

Akademi vatana ve gerçeklere bağlıdır

Deniz_Yildirim_portresi
Deniz Yıldırım
1128 akademisyenin hendeklerin öbür tarafından yazılan bildiriye imza atmasına tepkiler
çığ gibi büyüdü. Terör ve özerkliğe tek kelime etmeden “barış” isteyen bu heyetin imzaları kurumadan PKK 3’ü çocuk 6 sivili katletti, 36 yurttaşı yaraladı.Emperyalizmin “kara gücünü (AS: ABD, PKK için bu tanımlamayı kullanıyor!) meşrulaştıran her türlü “barış” girişiminin kan ve gözyaşı getireceği, bir kez daha
son 2 günde kanıtlandı. Hem de ABD Büyükelçisi’nin verdiği açık destekle…
Vatansız akademisyen olmaz
Bütün kavramların altüst edildiği bir süreçte gerçeklerin sahibi ve ülkeyi aydınlatacak birikimin merkezi olması gereken “akademi”, saldırganlığı “barış” maskesi takarak sürdürenlerin gündemi haline getirildi.
“Barış”ı kendilerinin icat ettiğini düşünen “sivil toplum” örgütleri,
ulusal direnişlerin dünya barışına yaptıkları katkıyı değil, insanları göç ettirenlerin
kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirdiği terörü alkışlıyor.
Komşularımız da şahittir; barışın tek güvencesi bugün ulusal devletlerin ve ordularının varlığıdır.
Halkın barış özlemini gerçekleştirecek olan da emperyalizmden kopuştur.
Türkiye’de daha önce barışın nasıl kurulduğunu görürsek,
bundan sonra da nasıl sağlanacağını görmüş oluruz:Milleti birleştirme arayışında ve yurdu savunarak…
İçinde bulunduğumuz durumu görememenin sorumluluğu devrimciler açısından büyüktür. Şiddeti ve savaşı, onu doğuran ve besleyen her ne ise,
ancak onu ortadan kaldırarak yok edebilirsiniz.

Gerisi yazacağınız hikâyeler arasında yerini alabilir.

=======================================

Dostlar,
Teşekkürler genç ve yetenekli gazeteci Deniz Yıldırım..
Ergenekon – Balyoz … kumpas davalarında gözaltına alındığında, kelepçeli ellerini havaya kaldırarak dik duruşunu sürdüren yiğit adam…
Üstelik o sırada 2 kolundan tutarak götüren kolluk görevlileri de Deniz’in kollarını indirmeye çabalıyordu.. O kareler hiç gözümüzün önünden gitmiyor..
Silivri zindanlarında bir tür devrimci stajını yapan (tamaladı mı??!)
Deniz Yıldırm, günümüzde Türk Devriminin öncüsü AYDINLIK Gazetesinin yöneticisidir
ve başyazı yazmaktadır bu gazetede..Dünkü özlü ve vurucu başyazısını paylaştık yukarıda..
Sözün – sözcüğün – dilin – yazının gücüdür, vurucu gücüdür!
– Halkın barış özlemini gerçekleştirecek olan da emperyalizmden kopuştur.
Barışın tek güvencesi bugün ulusal devletlerin ve ordularının varlığıdır.
Halkın barış özlemini gerçekleştirecek olan da emperyalizmden kopuştur.
– Milleti birleştirme arayışında ve yurdu savunarak...
İçinde bulunduğumuz durumu görememenin sorumluluğu devrimciler açısından büyüktür.

Türkiye’mizin devrimci – aydınlık birikimi bu hayın ve yaman kuşatmayı da yaracak ve
Türkiye Cumhuriyeti yoluna devam edecektir..

Büyük ATATÜRK‘ün gerçekçi – bilimsel – Batıda uygulanan senteziyle :

Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına (ahalisine) Türk Milleti denir..

Altı çizili sözcükler evrensel şablonun ülkemiz – halkımız için doldurulmuş biçimidir.

Bir örnek :

Fransa Cumhuriyetini kuran Fransa halkına (ahalisine) Fransız Milleti denir..

Batı’nın güçlü devletlerinin başarısının altında yatan “uluslaşma”, “ulus yaratma”,
“ulusal birliği kurma”
 reçete budur..
Mustafa Kemal Paşa; 1648’lerde Westphalia Barışı (30 yıl süren kanlı Katolik – Protestan savaşlarının ardından) ile başlayan, 1789 Fransız Devrimi (ki çok kanlı olmuş, giyotinler kıyasıya çalıştırılmıştır..) ile pekişen “ulus devlet anlayışı” ve
ABD’nin 50 farklı milletten olağansüstü başarıyla yarattığı “Amerikan milleti” senteziyle doruğa ulaşan evrensel çözüm.. Günümüzde de mazlum halkların tek reçetesidir;

ULUS DEVLET!..

Türkiyemizin kurtuluşu da burada..

Hepimiz, birlikte “Türk milleti”ni oluşturuyoruz..

Kürdüyle, Lazıyla, Arabıyla, Rum ve Ermenisi ile, Yahudisi ile… sayın 30’lara dek.
Bir çiçek bahçesi gibi uyumlu (symbiotic) ve barışığız.. (peacefull)
Birlikte, bir orman gibi bir arada ve kardeşçeyiz.. (Nazım Hikmet’e saygı ile..)
1’imiz hepimiz, hepimiz 1’imiz içiniz..
Tek başına bir ağaç gibi de özgürüz..
Mozaik falan değiliz; ayrışmamız olanaksız; yüzyıllar bizi biyolojik et – tırnak,
kimyasal (metalürjik) olarak ayrıştırılması olanaksız ALAŞIM kılmış..

Bu bütünleşik (assimile değil entegre!) – kaynaşmış – kardeş olmuş – kız alıp vermiş –
iş kurup ortak olmuş, kapı komşu olmuş, tasada – kıvançta ortaklaşmış, cephede omuz omuza düşmanla savaşmış… çoook özellikli yapımız – sentezimiz, yüzyılların imbiğinden geçmiş
paha biçilmez bir kazançtır.

Emperyalizme lokma – yem olmadan güçlü biçimde birlikte yaşamanın güvencesidir
bu almaşığımız..

Bu tarihsel – siyasal – sosyolojik – antropolojik – etnolojik.. bireşime (senteze) varamayan
insan toplulukları ise iç – dış kanlı savaşlarla parçalanıyor ve emperyalizme yem oluyorlar. Örnekleri dolu.. En yakını Yugoslavya, Bosna – Hersek, Irak, Suriye, Filistin,
kendine özel durumuyla Belçika, Kore, Pakistan ve Bangladeş.. hatta SSCB..

Değerini bilelim ve ona saldıranları ve de niyetlerini iyi tanıyalım, reddedip dışlayalım..
Vatan topraklarında barış ve erinç içinde onurlu yaşayabilmenin başka yolu yok!

Sevgi ve saygı ile.
17 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Lejyoner teröristler..

 

Lejyoner teröristler

Van’daki baskında öldürülen 12 PKK’lıdan 3’nün yabancı uyruklu olması ihtimali üzerine bölgedeki Emniyet kaynaklarıyla görüştük:

  • Yabancı teröristler, keskin nişancı ve oyun kurucu olarak çatışmalara giriyor!

Lejyoner teröristler

Derya Derviş

Güneydoğu’yu hendek kazarak cehenneme çeviren PKK’lılar arasında çok sayıda yabancı uyruklu teröristin bulunduğu belirlendi.

Bir güvenlik uzmanı, şu bilgileri verdi:
– “Çatışma sonrası özellikle yabancı uyruklu ölülerini alıp gidiyorlar.
Lejyoner teröristlerin varlığını gizlemek istiyorlar. Bölgemize 400 terörist ile yapılan
son saldırıda çok sayıda yabancı uyruklu teröristi ölü olarak ele geçirdik. ”

İSMİ AÇIKLANMAYAN PKK’LILAR YABANCI MI?

Emniyet güçlerinin önceki gün Van’ın Edremit ilçesinde yaptığı başarılı operasyon sonucu öldürülen 12 teröristten 3’nün yabancı uyruklu olduğu tahmin ediliyor.
Van Emniyet Müdürlüğü’nde görüştüğümüz üst düzey bir yetkili, şu bilgileri verdi:

Özgür Gündem gazetesinin öldürülen 9 teröristin kimliğini açıklayıp 3 teröristin ismini vermemesinin nedeni, bunların kimliğini kamuoyundan gizlemektir. Bu da 3 teröristin yabancı uyruklu olma ihtimalini kuvvetlendiriyor. Özgür Gündem’in olayın hemen ardından 9 teröristin kimliğini açıklaması ise o evde kimlerin kaldığını daha önceden bildiklerini gösterir.”

Yetkili, şu noktalara da dikkat çekti:

Bölgede, bölge halkının dilini bilmeyen birçok yabancının tercümanlarla
köy köy dolaştığını biliyoruz. Bunlar, yabancı dillerle halka propoganda amaçlı konuşmalar yapıyor. Tercümanlar da halka konuşulanları tercüme ediyor.
Bu yabancılar silahlı geziyor
.”

Farklı bölgede görevli bir Özel Harekât polisi, PKK içinde yabancı uyruklu teröristlerin keskin nişancı ve oyun kurucu olarak görev yaptığını söyledi.

SIRP, ALMAN ve FRANSIZ

Özel Harekâtçı, bunların çoğunluğunun Sırp, Alman ve Fransız paralı askerler olduğunu belirtti ve şunları söyledi:

“Uzak mesafeden çatışma oluyorsa, özellikle yabancı uyruklu ölülerini alıp gidiyorlar.
Lejyoner teröristlerin varlığını gizlemek istiyorlar. Bölgemize 400 terörist ile yapılan
son saldırıda çok sayıda yabancı uyruklu teröristi ölü olarak ele geçirdik.
Hepsi kimsesizler mezarlığına gömüldü.”Aynı kaynak, ele geçirilen yabancılar arasında ABD uyruklu olup olmadığı sorumuza ise
şu yanıtı verdi:

– “Onlar (ABD’liler!), Türkiye dışındaki kamplarda teröristlere eğitim veriyor.”

İTİRAFÇI: SİLAH DESTEĞİ ALIYORUZ

Diyarbakır Sur’da geçen hafta yakalanan bir terörist yaptığı itiraflarda,

– “Çatışma ve direnişte bulunanların içinde yabancı uyruklu kişilerin olduğunu,
tek kelime Türkçe ve Kürtçe bilmediklerini ve bu kişilerin PKK’ya silah ve mühimmat desteği verdiklerini..” söylemişti.

VİLLAYA ÖZEL KAMERALAR YERLEŞTİRİLMİŞ

Van Valiliğince 12 teröristin etkisiz hale getirildiği, 1 polisin şehit olduğu, 2 polisin de yaralandığı operasyonun teknik ve fiziksel izlem ile halktan gelen ihbar sonucunda
gerçekleştirildiği bildirildi. Bu arada Edremit ilçesinde operasyonun gerçekleştirildiği
2 katlı evin dışında güvenlik kamerası sistemi kurulduğu, evde bol miktarda gıda malzemesi bulunduğu kaydedildi.

Operasyonda, 7 Kaleşnikof marka uzun namlulu silah, 2 M-16 uzun namlulu silah, Bixi marka silah, 2 tabanca, 25 patlamamış el bombası ve 2 el bombası maşası, 32 Kaleşnikof tüfeğe ait şarjör, 10 M-16 silaha ait şarjör, bin 500 Amerikan Doları ile bin Türk Lirası, silahlara ait
bin 908 fişek, ses kayıt cihazı, fotoğraf makinesinin ele geçirildiği bildirildi.

==========================================

Dostlar,

Büyük ve uluslararası bir komplo ile arşı karşıya Türkiye Cumhuriyeti..
Artık safiyane değerlendirmelerin zamanı çoktan geçmiştir.
Tüm kanıtları ile tablo ortadadadır : YENİ SEVR!
Özellikle çatışmalarda sağ yakalanan yabancı uyruklu PKK militanlarının
kimliklerinin tüm dünyaya duyurulması yerinde olacaktır. Öldürülenlerin de belki..
Bu insanlar kendi ülkelerinden nasıl buralara gelmişlerdir?
Devletlerinin durumdan haberi var mıdır, pasaportları var mıdır, legal midir?
Özellikle sağ yakalananların terör suçuna bulaşmış olmaları nedeniyle Türkiye’de yargılanmaları ve TCK’daki yapıtımları görmeleri gerekir.
Kaynak ülkelerin de bu vatandaşlarını vatandaşlıktan çıkarması beklenir.
BU ülkelerin yurttaşlarına çağrı yapmaları, terör örgütlerine katılmanın vatandaşlıktan çıkarılma cezası görebileceği vurgulanmalı ve Türkiye tatarfından istenmelidir.
Böyle olması için Türkiye Dışişlerinin yoğun çaba göstermesi arzulanır.

Türkiye, bu vekaleten savaşı artık bitirmelidir. 32 yıldır sürdürülen Batı kaynaklı
bölücü girişime son verilmelidir. Bunun için bütüncül – çok yönlü bir politikanın Devletin
ulusal politikası olarak benimsenmesi ve halkın da desteğinin sağlanması zorunludur.

Ancak AKP’den böylesi bir girişim beklenebilir mi?

Hiç sanmıyoruz.. AÇILIM süreci bilererek, göz göre göre 4 yıldır ülkemize dayatıldı.
Bölünme artık ramak kala aşamaya vardığından olsa gerek, TSK’nın büyük çabalarıyla
RTE her nasılsa ikna edilebildi (!?) ve bir meşru savunma ister istemez başlatıldı.
Bu arada HDP ile AKP’nin örtük olarak görüştüklerini öğrenmek sürpriz olmadı.
Ne denli acıdır? Neyin pazarlığı yapılmaktadır?
AÇILIM‘ın buzdolabında olduğu söylenerek kime ne mesaj veriliyor??
HDP, Başkanlık anayasasına “evet” dedirtmek için köşeye mi sıkıştırıluyor?
Böylesi bir girişim, asla bir politik tercih değil olsa olsa “ahlaksızlık” tır ve
Machaivelli‘nin bile pabucunu dama atmak demektir ki faturası çok ağır olur.

Sorun, “Kürt sorunu” değildir!..
Dolayısıya çaresi de KÜRTÇÜLÜK asla değil!

Bölgede yürütülen anket – kamuoyu araştırmaları, Kürt yurttaşların ezici çoğuluğunun Türkiye’den ayrılmadan yana olmadığı ve PKK’yı desteklemediği anlaşılıyor.
Bu olgu son derece değerlidir ve elde tutulması için gereken her şey yapılmalıdır.
Bölgeye kamusal ve özel yatırımların artırılması,
Kürt feodalitesinin mutlaka tasfiyesini öne alan toprak reformu dahil,
bütünleştirici (integrating) bir AYDINLANMA seferberliği başlatılmalıdır.

Çağımızda insan hakları şu ya da bu etnik kümenin, inanç kesiminin değil;
tüm insanlığın sorunudur.
Düşman ortaktır ve o Emperyalistleeşen hatta Küreselleşen Kapitalizmdir.
Çare, politik öncülük yapıp halkı siyasal bağlamda örgütleyerek
halktan yana – toplumcu iktidarlar kurmaktır..

İki yüzlü, eli kanlı Emperyalist Batı’nın kucağından bir an önce kalkmaktır!
Türkiye NATO üyesi ve AB adayı iken Atalantik ittifakınca parçalanmak istenmektedir!

Türkiye halkı, kuşkusuz bu tarihsel pratiği de gerçekleştirecektir.
Aydın yılgınlığı ve aculluğundann sıyrılmak kurtulmak gerek..
1128 imza ile de bir yere varılamaz, tanıyı doğru koymak gerekir :

– Bizi yutmak isteyen Kapitalizm ve mahvetmek isteyen Emperyalizm…

Mustafa Kemal Paşa bu tarihsel ve isabetli tanıyı yüz yıl önce koymuş ve “gerekeni” yaparak “tam bağımsız” bir Türkiye bırakmıştı bize..

“Herkesle dostluk kurmaya çalışan ama hiç kimseyle ittifak ve bloklaşmaya gitmeyen”
bir Türkiye! (Ata’nın 12 yıl kesintisiz Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras..)

YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ
ilkesine içtenlikle sarılarak ve gereğini yaparak..
Günümüzde 13+ yıldır AKP – RTE‘nin yaptığının tam tersi yani..

Reçete gene aynıdır..
Tarih, ders al(a)mayanlar (bizim gibi aptallar!) için ne yazık ki benzer koşullarda
benzer sonuçlar vermektedir (tekerrür etmektedir)..

Sevgi ve saygı ile.
17 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

BU İHANETİN GEREĞİ YAPILACAK

 

BU İHANETİN GEREĞİ YAPILACAK

portresi3

 

 

 

 

Rifat Serdaroğlu

Eyy Türkiye Cumhuriyetinin Savcıları, yazının başlığını iyi okuyun ve lütfen ezberleyin!
Bu başlık sadece bir temenni değildir. Bu bir emirdir.
Hem de T.C. Devletinin Başı olan Cumhur’un Başı’nın emridir. Üstelik TC Devletini
tüm dünyada temsil eden Büyükelçilerimizin huzurlarında verilen bir
“Saray Emridir.” Yani Ferman yerine de geçer.

Emir şu; Kim ki, “Bu suça ortak olmayacağız” adlı bildiriye imza atan 1128 Akademisyen gibi, Türk Devletini suçlar, fakat PKK Terör örgütünü görmezden gelirse ve hele-hele övmeye kalkarsa bunun adı, ihanettir. Bu ihanetin gereği derhal yapılmalıdır.

T.C. Devletinin Cumhuriyet Savcıları;
Saray’ın bu emrini derhal uygulamaya başladığınız görülmektedir. Sizleri kutlarım!
Ben de size yukarıdaki bildiriden çok daha ağır ifadeler içeren beyanlarda bulunan kişiler için ihbarda bulunuyorum. Bu ihanet suçunu işleyenlerin de yakasına yapışın.
Eğer yapışmazsanız görevinizi yapmamış, vatandaşlar arasında ayrım yapmış ve
“Kanun önünde herkes eşittir” ilkesini çiğnemiş olursunuz.
Ha, çiğnersek ne olur mu, diyorsunuz? Onu da yazının sonunda söyleyelim…

-T.C. Devleti, Kürtlere yıllarca asimilasyon-inkâr-ret uygulamıştır. (R.T. Erdoğan)
-T.C. Devleti, Dersim’de çocukları bile, sinek gibi öldürdü. (R. T. Erdoğan)
-T.C. Devleti, ayrıştırıcıdır. Ulusçulukla hesaplaşma zamanıdır. (Serok Davutoğlu)
-T.C. Devleti Kürtleri ezdi. PKK’lıların yerinde olsam, ben de dağa çıkardım. (Bülent Arınç)
– Öcalan’ın mesajları bizim de düşüncemizdir. Katılıyoruz. (Beşir Atalay)
-Öcalan’ın olayları okuma kabiliyeti var. Tecrübesine hayranım. (Yalçın Akdoğan)
-Bana Türk demeyin; Türk derseniz utanırım. (Ethem Sancak)

T.C. Devletinin Cumhuriyet Savcıları;
Mademki düşünceyi ifade etmeyi “İHANET” olarak kabul edip, soruşturma açıyorsunuz,
üst paragraftaki kişiler için de derhal soruşturma açmanız gerekir. Çünkü bunların söyledikleri, Akademisyenlerin bildirisinden çok daha ağırdır. Üstelik bunlar yalnızca söylem değil aynı zamanda eylem olarak da yaşama geçmişlerdir.

Eğer soruşturma açmazsanız, tüm dünyaya şunları söylemiş olacaksınız;

– T.C. Devleti, bir Hukuk Devleti değildir.
– T.C. Devletinde Yargı bağımsız değildir. Yargı Cumhur’un Başı’nın emrindedir.
– T.C. Devletinde Yargı, kişiye göre karar verir, üstünlerin hukuku vardır.
– T.C. Devletinde Yargı kalmamıştır. Yargı müsveddesi olan bir ucube vardır.

Hadi şimdi cübbelerinizi giyin ve Türk Milleti adına karar verin. Türk Milleti sizi izliyor…

Cumhur’un Başı Erdoğan;
Telaşınızı, korkunuzu çok iyi anlıyorum. 14 üncü yılına girdiğimiz iktidarınızın fiili olarak sonu gelmek üzere. Duvara dayandınız! Bu sistemle bir milim bile yol alamayacağınız görünüyor. Bu yüzden, bir zaman ayaklarınızın altına alıp ezdiğinizi söylediğiniz “Milliyetçilik” türküsünü söylemeye başladınız. Size nefes aldıracak ve yargılanmanızı erteleyecek olan Başkanlık sistemini bu sebepten istiyorsunuz. Ne yaparsanız yapın,
tarih sizi “Demokrat Liderler” arasında göstermeyecektir.

Bir Türk Gazisi size şunları sormamı istedi;

-İngiltere’nin önderliğinde Oslo’da, PKK Baronları ile sizin emrinizle görüşen ve PKK’lılara “Şehirlerimizi bomba ve silah deposu haline getirdiğinizi biliyoruz.” diyen MİT Müsteşar Yardımcısını niçin Yargının elinden kurtardınız? Bu cümle, iki gündür bas-bas bağırdığınız bildiriden çok daha fazla ihanet içermez mi? Bacağımdaki kurşunun hesabını ben kimden sorayım?

-Sizin emrinizle PKK’lılar ile görüşen “Kara Kutum” dediğiniz Hakan Fidan, PKK’lılara Sizinle savaşan orduyu biz içeri attık dediği için mi, onu tekrar ve kanunsuz olarak
MİT Müsteşarı yaptınız. Ayağımın sızısının acısını kimden alayım?

-Kamyon-kamyon bombalar şehirlerimize depolanırken, 80 bin ağır silah dağıtılırken
niçin seyrettiniz?

Valilere “Siz karışmayın” anlamında emirleri niçin verdiniz. Bu emirlerden birini Komutanım bana gösterdi. Hiç inkâr etmeyin. Her Vali, böyle emirleri çoğaltıp bir yerlere sakldı,
lazım olur diye!

PKK Mahkemeler kurarken, yol kesip devlet yollarına el koyarken,
T.C. vatandaşlarından vergi adı altında haraç toplarken, Türk Devletine sadık
Köy Korucularını şehit ederken, siz hangi görevdeydiniz?
Başbakan değil miydiniz?

Yaa, işte böyle! Senin “iki ayyaş” dediğin adamlardan, Büyük Atatürk var ya,
bak yıllar evvel ne demiş?

“İHANETİN NEDENİ OLMAZ AMA MUTLAKA BEDELİ OLUR…”

Bedel ödenecek ve bu ihanetin gereği yapılacak…

Sağlık ve başarı dileklerimle 16 Ocak 2016

Rifat Serdaroglu

========================================

Teşekkürler Sayın Rifat Serdaroğlu...

Her zamanki gib enfes bir yazı olmuş..

Sevgi ve saygı ile.
16 Ocak 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Turgut Kazan: Aydınlar Dilekçesi’nden yargılanırken böyle linç edilmedik

 

Turgut Kazan: Aydınlar Dilekçesi’nden yargılanırken böyle linç edilmedik

Turgut Kazan: Aydınlar Dilekçesi'nden yargılanırken böyle linç edilmedik

http://www.radikal.com.tr/turkiye/turgut-kazan-aydinlar-dilekcesinden-yargilanirken-boyle-linc-edilmedik-1498560/15/01/2016 13:24

1984’teki ‘Aydınlar Dilekçesi’ne imza verdiği için o dönem kovuşturmaya uğrayan
İstanbul Barosu eski Başkanı Av. Turgut Kazan, o günün koşullarıyla, bildiri imzaladıkları için soruşturmaya uğrayıp gözaltına alınan akademisyenlerin bugünlerde başlarına gelenleri karşılaştırdı:
“O dönem ne gözaltı oldu, ne odamız arandı…”

Haber: İSMAİL SAYMAZ – ismail.saymaz@radikal.com.tr / Arşivi

RADİKAL – Türkiye’de 1984 yılında 12 Eylül dönemindeki insan hakları ihlallerine karşı
yazar Aziz Nesin’in öncülüğünde verilen “Aydınlar Dilekçesi”ne imza koyduğu için yargılanan ve beraat eden eski İstanbul Barosu Başkanı Turgut Kazan, o gün yaşadıkları ile bugün 1128 akademisyenin yayınladıkları bildiri nedeniyle oluşan iklimi karşılaştırdı.
Kazan şunları söyledi:
“Bir kere biz sanıklar olarak hiç bu kadar telaşa kapılmamıştık. Ama bugün bu bildiriyi imzalayanların inanılmaz bir panikle bizi aradığını görüyorum. Bakın, o günlerde Kenan Evren bize idam cezası bile verdirebileceğini düşünmüştü. Çünkü sıkıyönetim savcısından brifing almıştı. Fakat böyle bir linç ortamı yaratılmamıştı –ki zaten yaratılamazdı. Çünkü linç ortamında insanlar linç edilir. O günlerde Başbakan Turgut Özal bile ‘Bu ülkede insanlar dilekçe verebiliyorsa ve bu haber olabiliyorsa bu ülkede demokrasi var demektir.’ diye açıklama yapmıştı. Bakın, o günlerde bugünkü gibi işe yeraltı dünyası karışmamıştı. Türkiye Barolar Birliği Başkanı da yargılama sırasında bizim avukatlığımızı üstlenmişti.
Ne evimizden gözaltına alındık, ne evimizde, büromuzda arama yapıldı. Savcı bile telefon etti, ifadeye çağırdı. 
Zaten ifade de, gırgır gibi bir şeydi, muhabbet eder gibi ifade vermiştik. Yargılama sırasında da başımıza bir iş gelmedi. Çünkü yargılama gösteri gibiydi, demokrasi gösterisiydi ve beraatla sonuçlandı.”

“Peki, 32 yıl sonra bugün neden böyle oldu?” sorusuna karşılık Kazan,
Türk Ceza Kanunu’ndaki “cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasını düzenleyen 299. maddeyi hatırlatarak, “Onu söylersem 299 olur..” dedi.

“Benzerliklerden biri de şudur: O dönemde Aydınlar Dilekçesi‘nde hiç muhafazakar ve mukaddesatçı imza yoktur. Onlar imza vermiyordu. Çünkü bunu komünist işi sayıyorlardı.
Bize bir Kenan Evren, bir de onlar karşı çıkıyorlardı. Dilekçe önce ve sonrasında ‘Komünistler ortalığı karıştırmak istiyor’ diye yazıyorlardı. Dikkat edin, bugün de aynı tepkileri veriyorlar.”

======================================

Ne diyelim Dostlar,

Birşeyler söylersek TCK 299’a girer mi? Cumhurbaşkanına hakaret etmiş olur muyuz ?
Ya da 1128 akademisyene dahil mi ediliriz??

Hayır hayır.. ürküye (paniğe) gerek yok..
Türkiye, yaşadığı tüm ağır sıkıntılara karşın serinkanlılığını korumalı, koruyabilmeli.
Türkiye çok deneyimli bir devlet elbette. Bu sorunlarını da dengeli politikalar ve uygulamalarla aşacak, aşmalı.

Daha somutu, HUKUK DEVLETİNİN VAZGEÇİLMEZ GEREKLERİDİR..
Akademisyenler toplumun öncü kesimleridir.
Okur, yazar, düşünür ve paylaşırlar..
Anayasada da bu bağlamda özel hüküm vardır :

Anayasa md. 130/4             :

“Üniversiteler ile öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe her türlü bilimsel araştırma ve yayında bulunabilirler.

Ancak, bu yetki, Devletin varlığı ve bağımsızlığı ve milletin ve ülkenin bütünlüğü
ve bölünmezliği aleyhinde faaliyette bulunma serbestliği vermez
.”

Anayasa ilgili maddede önce özgürlük alanını tanımlamakta, hemen ardındn da “ancak” diye başlayarak temel kısıtını net biçimde koynaktadır.
*****

Türkiye, Doğu ve Güneydoğu’da son derece ciddi bir meşru savunma içindedir.
Bu savunma yer yer, etnik bölücü terör örgütü PKK saflarında yabancı kökenli hainlere
karşı da verilmektedir! Yitirilen canlarımzın sayıca haddi var hesabı yok! Her gün birkaç güvenlik gücü şehidi, sivil yurttaşlardan can yitikleri, gaziler veriyoruz.. Yöredeki çok sayıda masum insan, etnik bölücü Batı maşası örgütün vahşi baskısı ile Devletin meşru savunma yapan güçlerine karşı insanlık dışı biçimde kullanılmaya çalışılıyor..

Doğrudan polis karakollarına, jandarma – asker kışlalarına ağır silahlarla, roket atarlarla saldırı ne anlama gelmektedir? Dahası, polis lojmanlarını doğrudan hedef alarak masum sivil ve çocukları öldürmek ne demektir??

Oysa Uluslararası Cenevre Sözleşmelerinde savaş hukukunun temel kuralları tanımlanmıştır.

35 yıldır her bakımdan kapsamlı Batı destekli etnik bölücü örgüt, bu meydan okuma cesaretini neden bulmaktadır? Neden uluslararsı toplum, örneğin PKK’nın bu yöre halkına karşın, onların desteklemediği kalkışmasını gayrı meşru terör eylemi ve insanlığa karşı suç olarak ilan etmemekte, tersine desteğini sürdürmnektesdir? Neden ABD hala PKK – PYD için Suriye’de “kara gücümüz” demektedir? Neden Kandil’e kara harekatımızı engellemektedir?

BM-GK (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) neden girişim içinde değil??
Sahi Türkiye, bu bağlamlarda ne denli atak dış politika izliyor??

Bir tesellimiz var ki, AİHM, Güneydoğuda sokağa çıkma yasağı hakkında tedbir konulması istemini (HDP eşbakanı tarafından) sanırız 5. kez reddetmiş ve Türkiye Devletinin güvenlik güçlerinin gereken tüm özeni göstereceğine ilişkin güven duyduğunu belirtmiştir.
Eh onu da yapmasaydı bari AİHM!..
(Bilindiği gibi Anayasa mahkemesi de sokağa çıkma yasağına tedbir istemini reddetmişti.. HDP’den bireysel başvuru sonrası AİHM’ne gidildi yeniden..)

*****

Türkiye’de, son verilerle yüz bine çok yakın sayıda Üniveriste öğretim elemanı vardır.
(900 bin de lise ve öncesinde öğretmenimiz var.. 1 milyonluk devasa bir ordu!)
Söz konusu bildiriye imza koyanlar 1128 kişiddir ve toplamın % 1’i kadardır (100 dolayında imzacı yurt dışından..). Endişe ve panik tepkisi vererek mağdur yaratmak, mağduriyet psikolojisi iklimi doğurmak ve hukuk devleti – demokratik toplum sınırlarını zorlamak Türkiye’nin yararına değil zararına olur.
Suçluların telaşı mıdır.. diye hiç haketmediğmiz sorularla karşılaşabiliriz.

Türkiye, asla linç baskısı – yargısız infaz gibi girişimler içinde olmaksızın özgüvenini korumalı ve söylenenleri ifade özgürlüğü içinde görmelidir. Biz bu bildiriye içerik olarak katılmadığımızı daha önce de bu sitede yazdık. Ancak, aklımıza Volatiré‘in çok önemli bir sözü geliyor :

  • Düşüncelerinizi paylaşmıyorum ancak onları ifade edebilmeniz için canımı bile verebilirim..
    Linç iklimi; ülkemizi daha da germek, ek mağdurlar kümesi yaratmak ve AİHM’de yeni davalar – olasılıkla aleyhte kararlar.. dışında bir kazanım sağlamayacaktır kanısındayız.Lütfen teenni, itidal ve sükunet…
    Yargıyı yönlendirmek – baskı altına almaya kalkışmak asla…
    YÖK’ü ve soruşturma yarışına giren üniversiteleri görmek çok üzüntü verici..RTE’nin söylemlerini ivedilikle yumuşatması gerek..
    Hiç kimseyi aşağılamak ve hakaret etkek hakkı asla yoktur!
    Topluma kötü örnek oluyor, balık baştan… örneği gibi..

    Bunca sert ve hakaret dolu ifade ve beden öfke saçan diliye ile birilerini hedef göstermek,
    bir devlet başkanına yaraşır eylemler değildir.
    Bu insanların can ve mal güvenliğinden de Devlet sorumludur.

    Sonra, birilerinin aklına “suçluluk psikoloji mi acaba?” diye “sakıncalı” sorular da takılabilir! Bölgede bunca silah biriktirimi, yerleşme, yapılaşma, değişim – dönüşüm, güvenlik güçlerini iğdişleştirme, kırda- kentte alan egemenliğini bölücü örgüte bırakma, örtük – açık vaatler …. yıllardır adına “ÇÖZÜM SÜRECİ” denen gerçekte ihanet sürecinin ürünü
    değil mi?

    Baştan sona hatalı – dış güdümlü Suriye’ye düşmanlık politikasının ürünü değil mi
    IŞİD katliamları?
    Masum insanlar, canlı bombalarla bir kezinde onlarcası kırımlara kurban gidiyor..
    Hem de kaç kez??!
    Sorumlusu kim??
    Üstelik bu facialarda cankurtarandan (ambulanstan) önce yayın yasağı getirilirken!?
    Gazeteciler uydurma suçlamalarla hapislere atılırken..
    Haber yapma, yayın yapma,  görüş açıklama… ama devlet başkanı ağzına geleni öfkeyle söylesin, herkesi aşağılasın, hakaret etsin, halkın gözünde küçük düşürüp – dışlatsın..
    Hatta hedef göstersin!

    Olacak şey midir??

    Sevgi ve saygı ile.
    16 Ocak 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com