‘Savaş, Göç ve Sağlık: Hekimler Ne Yapmalı’ sempozyumunun sonuç bildirgesi açıklandı

TTB_logosu

‘Savaş, Göç ve Sağlık: Hekimler Ne Yapmalı’ sempozyumunun sonuç bildirgesi açıklandı

Türk Tabipleri Birliği, İstanbul Tabip Odası ve Dünya Tabipleri Birliği tarafından
26-27 Şubat 2016’da İstanbul’da düzenlenen “Savaş, Göç ve Sağlık: Hekimler Ne Yapmalı” başlıklı sempozyumun sonuç bildirgesi açıklandı.

*****
Dostlar,

Sonuç bildirgesi şöyle başlıyor :

Savaş, Göç ve Sağlık

Bildiri Mülteciler, göçmenler ve diğer konularla ilgili bildiri* Giriş Dünya liderleri büyük ölçüde savaşlar, silahlı çatışmalar ve insan hakları ihlalleri nedeniyle bugün küresel ölçekte
bir mülteci ve göç kriziyle karşı karşıya olunduğu konusunda anlaşmışlardır. Dünyadaki
tüm insanlar bu duruma bizzat yaşayarak ya da televizyon ekranlarından tanıklık etmektedir. Ortadaki durum pek çok ülkeye daha önce eşi görülmemiş bir yük getirmektedir ve gerçekleştirilebilir, kabul edilebilir bir çözüm için tüm dünya ülkelerinin eşgüdümlü çabaları gerekmektedir.

“Kriz”, devletlerin, sürmekte olan kitlesel göçlere gerektiği gibi ve insani biçimde yaklaşmada isteksiz ya da hazırlıksız olmalarından kaynaklanmaktadır.

Neden kriz var?

Kitlesel insan göçleri tahin boyunca görülen durumlardır. Bu hareketler, savaşlar, ülkelerin hazırlıklı olmadıkları doğal afetler ve diğer kritik olaylar sonucu gerçekleşmekte, sonuçta insanların ve ailelerin güvenli barınma imkânları bulmaları, beslenmeleri açısından güçlüklere yol açmaktadır. Bugünkü kriz ise belirli bir dönemde gelişmiştir ve dünyada cereyan eden bir dizi olayın yansımasıdır. Savaş, önemli doğa olaylarının sonuçları (kuraklık gibi iklimsel olaylar dâhil), yoksulluğun sürüp gitmesi bunlar arasında yer almaktadır. Bu şekilde ortaya çıkan kitlesel göç hareketlerine bizler de panik ve ayrımcılık karışımı duygularla tepki veriyoruz.
****

8 sayfalık bildirgenin ara başlıkları şöyle                  :

– Tarihsel öncüller neler?
– Mülteciler kimler?
– Evlerini terk etmelerinin nedenleri neler?
– Zorlanmış göç
– Gidilmek istenen ülkeler nasıl seçiliyor?
– Göç süreci geçiş ülkelerini nasıl etkiliyor?
– Varış ülkeleri üzerindeki toplumsal ve ekonomik etkiler neler?
– Sağlıkla ilgili konular neler?

Göçmenler de mülteciler de benzer biçimde toplumun yoksul, çoğu kez aşırı yoksul kesimlerinden insanlardır. Belki çalışma yaşamlarına meslek sahibi insanlar olarak başlamışlardır; ancak gelişen olaylar onları yoksullaştırmıştır. Gidecekleri ülkeye yolculukları uzun sürmüş olabilir ve yoldaki yiyecek ve barınma dâhil çeşitli sorunlar nedeniyle sağlıkları bozulmuş da olabilir. Göçmenlerin de mültecilerin de genel olarak yoksul kesimden gelmeleri muhtemel olduğundan tedavi edilmemiş ya da yeterince tedavisi yapılmamış kronik hastalıklar dâhil sağlık sorunları da olabilir. Bu söylenen, yoksullar dâhil güç durumdaki insanların
hepsi için geçerlidir. Çocuklar aşılanmamış ve bağışıklanmamış olabilirler ve malnütrisyon
(mutlak ve mikronütriyen yetersizliği) (AS: bir başka terim ile açık ve gizli açlık)
çocuklar arasında yaygın görülmektedir. 

Tüberküloz dâhil bulaşıcı hastalıklardan kaygı duyanlar olmakla birlikte asıl sorun yoksulluktan kaynaklanan raşitizm ve diğer malnütrisyon sendromları gibi sağlık sorunlarıdır. Çatışmalar sırasında ve dışında gelişen TSSB risklerine kronik maruz kalış durumu dikkate alındığında stresle ilişkili diğer psikolojik bozuklukların yaygın görülmesi de muhtemeldir.

– Siyasal diyalog ne?
– Doktorlar bu tartışmalara neler katabilir?

Doktorlar göçe yol açan toplumsal, ekonomik, güvenlikle ilgili ve diğer etmenleri, aile için daha iyisini gerçekleştirme dürtüsünü, göç yolculuğunun kişinin ve ailenin fiziksel ve psiko-sosyal sağlığı ve iyi olma hali üzerindeki etkisini kavrarlar. Halka, göçmenlerin gelişinin sağlık açısından bir tehlike yaratmayacağına ilişkin güvence verebilirler ve göçmenleri kabul eden mercilerin makul ölçülerde sağlıklı bir yaşam sağlamak adına yapabilecekleri konusundaki görüşlerini belirtebilirler. Doktorlar aynı zamanda olası ciddi psiko-sosyal sorunlar dâhil tedavi gerektiren hastalıkları tedavi edebilirler, çocukların bağışıklanıp aşılanmalarını sağlayabilirler ve konut ve diğer ihtiyaçların karşılanması konusunda yerel planlamacılara yardım edebilirler. Doktorların bu alanda yapabilecekleri birincil katkı, kitlesel göç ve hareketlilik olgusunun kamusal planlama açısından çevresindeki daha geniş kapsamlı konularla birlikte kavranmasına ilişkindir. Ancak, bu yapılırken kişinin ve ihtiyaçlarının merkezde yer aldığı hiçbir zaman unutulmamalıdır. Bu da, özellikle sağlığın toplumsal belirleyenleri, hastalıkların önlenmesi, sağlık hizmetlerinin varlığı ve istismar, ihmal ve sömürü gibi durumların önlenmesi gibi başlıklarda güçlü bir tanıtım-savunu rolü anlamına gelir.

Tavsiyeler..

Metinde 12 madde olarak öneriler sıralanmış.. Son 3 maddeyi paylaşalım:

10. Bu toplantı, önemli sayılara ulaşan göçmen ve mültecilerin gelişleri ve desteklenmeleriyle ilgilenen yetkililer dâhil yerel toplulukların üzerindeki basıncın bilincindedir.
Ulusal ve uluslararası yönetimlerin bu basıncı görerek, öncelikle finans olmak üzere
gerekli desteği sağlamalarını talep ediyoruz.

11. Göç istatistiklerinde yer almıyor olsalar bile kendi ülkelerinde yerlerinden olan insanlar (KÜYO) da dikkate alınıp kendilerine gerekli bakım sağlanmalıdır. Göçmenlerle ilgili meselelerde önemli güçlüklerle karşılaşan ülkeler arasında kimilerinde aynı zamanda çok sayıda KÜYO da vardır ve bu durum güvenli yaşam koşulları sağlanmasını daha da güçleştirmektedir. Bu toplantı, göçmenler, mülteciler ve sığınmacıların yanı sıra KÜYO ve sayısının da
dikkate alınması gerektiği kanısındadır.

12. WMA (AS: World Medical Association -Dünya Hekimler Birliği) sağlıkla ilgili sonuçların elverişsiz yaşam koşullarıyla ilişkisini kabul eder; tıp ve sağlık çalışanlarının örgüt ve derneklerinin güçlerini birleştirerek her tür göçmene güvenli ve sağlıklı yaşam koşulları sağlama ihtiyacını görüp gereğini yapmaları için hükümetler üzerinde etkili olmaya davet eder.

* Bu bildiri Sempozyum katılımcıları tarafından benimsenmiştir ve
Dünya Tabipleri Birliği’nin resmi politika belgesi değildir.

*****

Dostlar,

Önemli bir çalışma ve değerli bir metindir.
Toplantıya emek verenlere – Türk Tabipleri Birliği, İstanbul Tabip Odası ve Dünya Tabipleri Birliği – teşekkür ederiz.

Metnin tümü için lütfen tıklar mısınız : Savas_Goc_ve_Saglik_Sonuc_Bildirisi_Subat2016

Türkiye, AKP – RTE’nin son derece yanlış ve sorumsuz, Batı uydusu – güdümlü, onursuz dış politikası yüzünden Suriye ve Irak’taki çok ağır insanlık suçunun ortağı, dahası maşası olmuştur!

AKP – RTE’nin bu bağışlanmaz ağır hatası; ülkemizin başına yaygın terör, 3 milyona varan çok ağır sığınmacı yükü, ciddi ekonomik bunalım, ülkede can güvenliğinin kalmaması,
turizm, ticaret ve tarımın çökmesi….  gibi uzun erimli ve giderimi (telafisi) olağanüstü güç yükler bindirmiştir.

Bir de AB ile onur kırıcı 3 + 3 milyar € pazarlığı..
Yüz kızartıcı
biçimde, bu tablonun Kayseri pazarlığı olarak Başbakan Davutoğlu’nun
başarısı olarak kamuoyuna servis edilebilmesi.. Kimilerinin ar damarı çatlamıştır.

Bu fahiş politik hataların mutlaka bir siyasal bedeli olmalıdır. Ne var ki, az eğitimli ve yıldırılmış kitleler, basın ve yoksullukları üzerinden, din sömürüsü ile acımasız biçimde yönlendirilmekte ve AKP-RTE çok şaşırtıcı biçimde % 50’ler dolayında oyla seçim kazanmaktadır. Türkiye’nin içine sokulduğu bu girdaptan kurtarılması ve yaygın halk kitlelerinin gerçekleri öğrenmesi mutlaka sağlanmalıdır. Bunun yolu, tüm toplumu “asgari müştereklerde” birleşerek örgütlemektir.. Aydınlar ve siyaset kurumu böylesi günler için vardır.

Türkiye, şimdiye dek yapageldiklerinin tam tersine, Suriye’de rejimin normalleşmesi için çabalamalı, içişlerine asla karışmamalı, utandıran Batı maşalığını terk etmelidir. Ülkemizdeki
3 milyon göçmenin önemli bölümünün ülkesine dönmesini sağlamak,
herkesten önce Türkiye’nin yararına olacaktır. Bir yandan da bu ciddi nüfusun ülkemiz ile bütünleştirilmesi (integrasyon) çabaları zorunlu görünüyor.. Sorun giderek büyümektedir.
Bu nüfusun mutlaka etkin ve yaygın doğum kontrol hizmetlerine erişimi sağlanmalıdır.

Sevgi ve saygı ile.
15 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

EĞİTİM-İŞ : ANKARA KIZILAY’da GERÇEKLEŞTİRİLEN TERÖR SALDIRISINI LANETLİYORUZ!

ANKARA KIZILAY’da GERÇEKLEŞTİRİLEN TERÖR SALDIRISINI LANETLİYORUZ!

logo

Dün (13 Mart 216 ) akşam saatlerinde, Ankara Kızılay’da gerçekleştirilen ve tüm ülkeyi yasa boğan, onlarca insanımızın yaşamını yitirmesine,
yüzün üzerinde vatandaşımızın yaralanmasına
neden olan terör saldırısını kınıyor ve lanetliyoruz.

Türkiye ve özellikle son altı ayda üç büyük terör saldırısının meydana geldiği başkentimiz Ankara, terör örgütlerinin cirit attığı, bomba yüklü araçların rahatça kentin en kalabalık yerlerinde dolaştığı ve korku siyasetinin egemen olduğu bir atmosfere sürüklenmiştir.

AKP’nin uygulamış olduğu iç ve dış politika, Türkiye’yi her türlü terör saldırısına açık bir coğrafyaya dönüştürmüştür. “Şam’daki Emevi Camisinde namaz kılma” arzusu ile yanıp tutuşan AKP Hükümeti, Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesi gereği

Cumhuriyet’in başından beri süregelen “komşu devletlerle iyi geçinme” anlayışını terk etmiş, ülkemizi yangın yerine çeviren dengesiz ve mezhepçi bir dış politika izlemiştir.
Neredeyse bütün Ortadoğu’daki emperyalist kavgaya, akıldan ve ulusal çıkarlardan uzak bir biçimde salt taşeron olma mantığıyla müdahil olan iktidar, izlediği yanlış dış politika ile Türkiye’yi çatışma ortamına sürüklemiş, IŞİD terör örgütünün hedefi durumuna getirmiştir.

AKP iktidarının, çokuluslu terör örgütlerine sınır kapılarını açması, onlara her türlü desteği vermesi, etnik ve mezhepsel ayrışma temelinde siyaset izlemesi, “çözüm süreci” adı altında kamuoyunu oyalayarak terörle mücadele etmek yerine terörün varlığından siyasal rant
elde etmek istemesi, bugün ülkemizde insanların katledilmesine yol açmaktadır.

Çözüm süreci adı altında tüketilen zaman göstermiştir ki, terör örgütü PKK bölgeye egemen
olacak bir örgütlenmeye gitmiş ve silahlar ülkenin içinde stratejik bölgelerine stoklanmıştır.
Bir başka deyişle çözüm süreci hiçbir şeyi çözmemiş ve yalnızca terör örgütü PKK’nın güçlenmesine neden olmuştur. Bugün yaşananlardan Oslo’da terör örgütüyle masaya oturarak “ülkenin her yerine bombalar sevk ettiğinizi biliyoruz” diyen hükümet yetkilileri birinci derecede sorumludur.

Ülkenin başkentinde gerçekleştirilen bu saldırı ülkedeki güvenlik ve istihbarat zaafını
maalesef bir kez daha ortaya koymuştur. Patlamanın nedeni hakkında henüz tam bir açıklama yapılmazken, siyasal iktidar her zaman olduğu gibi jet hızıyla yayın yasağı getirerek halkın bilgi edinme hakkını ihlal etmektedir.

Bu sürecin tek bir sorumlusu vardır, o da AKP iktidarıdır.

Türkiye AKP iktidarından kurtulmadıkça huzura eremeyecektir. İktidarda olduğu müddetçe
el attığı her konuyu ve sistemi eskisinden çok daha kötü bir hale sokan, kaos yaratan politikalar izlemekte ısrarını sürdüren AKP iktidarı bir an önce istifa etmelidir.

Eğitim-İş olarak, nereden ve kimden gelirse gelsin terör bir insanlık suçudur diyor, emperyalizmin güdümündeki terör örgütlerinin her türlü insanlık dışı yol ve yöntemleri deneyerek gerçekleştirdikleri bu katliamı bir kez daha kınıyor ve lanetliyoruz.

Tüm ulusumuza başsağlığı, yaralılarımıza da acil şifalar diliyoruz

EĞİTİM-İŞ MERKEZ YÖNETİM KURULU

http://www.egitimis.org.tr/haber-arsiv/ankara-kizilay-da-gerekletrlen-terr-saldirisini-lanetlyoruz#.VucYNPmLTIU
*****

14 Mart 2016 Tıp Haftasında Türk Tabipleri Birliği

14 Mart 2016 Tıp Haftasında Türk Tabipleri Birliği

TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan, 14 Mart Tıp Haftası dolayısıyla bir ileti
yayımladı. Dr. Bayazıt İlhan’ın iletisi aşağıdadır: (Ankara katliamı öncesi yayımlanmıştır..)

portresi

 


Bir 14 Mart’a giderken yine sağlığımız tehlikede

 

Bunu görmek canımızı çok yakıyor. Yine bir 14 Mart’a bayram havasının çok uzağında giriyoruz. Diyeceksiniz ki sadece 14 Mart için mi geçerli bu sevinememe, kutlayamama hali. Kuşkusuz değil. Pek çok gün için geçerli bu.

Kadınlar 8 Mart’ı, işçiler 1 Mayıs’ı, çocuklar 23 Nisan’ı, gençler 19 Mayıs’ı
neşe içinde kutlayamıyorlar. Hep buruğuz, hep bir yerlerimizde acı var.

Ne yazık ki sağlıkta da içimizi ısıtan bir tablo yok. Neler var?
Sağlık ortamını değerlendiren çalışmalarımız neler gösteriyor?

Hekimler geleceklerinden kaygılı. Çalışırken emekliliklerine yansıyan güvenceli ücretler alamıyorlar, emeklilikte yoksulluk çekiyorlar.

“Performans” sistemi her şeyi içinden çıkılmaz hale sürüklemiş durumda. 

İş yükü altında eziliyoruz, mesleğimizi layıkıyla uygulayamıyor, bunun sıkıntısını yaşıyoruz.

İşyerlerinde yönetici baskısı bir yandan, hasta ve hasta yakınlarının önü alınamayan şiddeti
bir yandan, hekimliği cendereye dönüştürüyor. Yıllardır verilen sözler tutulmuyor,
fiili hizmet zammı yaşama geçirilmiyor.

Tıp fakülteleri zorda. Tıp eğitimi alarm veriyor, nitelik yitiği çok belirgin, akıl dışı biçimde artırılan kontenjanlar ve plansız yeni fakülteler nedeniyle yakın gelecekte hekim işsizliği olacağı artık Sağlık Bakanlığı raporlarına da yansımış durumda.

Meslekte yükselmelerde liyakatın yerini kayırmacılık almış durumda.

Asistan hekimler çok zor koşullarda.
İşçi sağlığı hizmetlerinde utanç verici bir tablo egemen.
Özel sağlık kuruluşlarında hekim emeği sömürüsü sınır tanımıyor. Yapılan tüm düzenlemeler hastane patronlarının kârını katlama, sağlık çalışanlarının haklarını tırpanlama yönünde şekilleniyor.

Yurttaşların aldığı sağlık hizmetinde ise bir düzelmeden söz edemiyoruz ne yazık ki.

– Çok hastalanıyor,
– çok doktora gidiyor,
– çok ameliyat oluyor,
– çok MR, tomografi, ultrason çektiriyor,
– çok ilaç tüketiyor

….ama şifa bulamıyoruz.

Bu akıl dışı sağlık sistemi her şeyi tüketim nesnesine dönüştürmüş durumda.
Sağlık hizmetlerinin bolca tüketilmesi ve birilerinin bundan para kazanması,
piyasanın kurallarının şekillendirdiği sağlık sistemi.
Bu modelde bilimin, sağlık hizmetinin gereğinin, sağlık hakkının yön verdiği
bir sağlık hizmetinden söz etmeye imkan yok.

Öyle böyle değil, hepimizin sağlığı tehlikede!

Bu kadar çatışmanın, bomba seslerinin, ölümlerin içinde kalmış bir ülkede,
milyonlarca sığınmacının perişanlığını görünce, hele bir de birileri akan kandan
kazanç sağlamaya çalışıyorsa sağlıktan söz etmenin koşulları zaten hiç kalmıyor.

***

Koşullar bu karanlık tabloyu gösterse de umudumuzu canlı tutan o kadar çok şey var ki!
Zıtlıklar birbirine göz kırpıyor…

Her şeyden önce güzel yüzleriyle tıp öğrencilerimiz, asistan hekimlerimiz var. Geleceğimiz var!
Hep dayanışma içinde olduğumuz iş arkadaşlarımız, sağlık emekçileri var.
Ve tabi, bu toprakların barış içinde bir arada yaşama, komşusunun yarasını sarma,
elinden tutma geleneği var.
TTB dahil Türkiye’deki sağlık örgütlerinin mücadele geleneği var.

Hep birlikte güzel günlerde 14 Martları kutlayacağımız bir Türkiye için
inancımız ve kararlılığımız var.

Dr. Bayazıt İlhan
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı

Simpozyum elektronik kitabı için lütfen tıklayınız.. Nevzat_Eren_semp_kitabi_2016

Lütfen tıklayarak izler misiniz? (56 saniye..)
Poliklinik sıra numarasına dikkat : 52 ve 114!
*****
Bu arada, bu gün İstanbul’daki törende kimi hekimlerin saygı duruşunda bulunmaması ve İstiklal Marşı okunurken katılmamalarını dehşetle izledik. Bu meslektaşlarımızı şiddetle kınadığımızı
üzülerek de olsa belirtmek zorundayız.. Yazık, hem de çok yazık.. DİSK Genel Sekreteri kadın meslektaşımız Dr. Arzu Çerkezoğlu‘na da, İstanbul Üniversitesi rektör adayı
Prof. Raşit Tükel‘e de.. öbürlerine de hiç ama hiç yakıştıramadık. Çok üzüldük… çok..

Sevgi ve saygı ile.
14 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ı

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ankara Barosu’nun Erdoğan’a tepkisi: “Hiç şaşırmadık” ve Derinlerde Ne Var???

Ankara Barosu’ndan Erdoğan’a
‘AYM’ tepkisi: Hiç şaşırmadık” 
Ve Derinlerde Ne Var???

Ankara Barosu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi’nin verdiği

Can Dündar ve Erdem Gül ile ilgili verdiği karar ile ilgili söylediği sözlerden dolayı
açıklama yaptı.
Ankara Barosu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Anayasa Mahkemesi’nin
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi
Erdem Gül ile ilgili kararına ilişkin sözlerinin kendilerini şaşırtmadığını bildirdi.Hukuk devleti adına bir kez daha kaygılandıklarını belirten Ankara Barosu’nun
yazılı açıklamasında şu ifadeler yer aldı:

* “Şaşırmadık, çünkü kaymakamlara hitaben

– ‘Yeri geldiği zaman koyun mevzuatı bir kenara’ diyen bir Cumhurbaşkanı’na,

* ‘Ben Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu karara sadece sessiz kalırım ama
onu kabul etmek durumunda değilim. Verdiği karara uymuyorum, saygı da duymuyorum.’
demek yakışırdı.Hukukçulardan Erdoğan’ın sözlerine tepki: Direnme söz konusu olamaz

Kaygılandık çünkü bir hukuk devletinde Cumhurbaşkanı da dahil olmak üzere herkesin,
yargı organlarının kararlarını beğenmeme hakkı vardır. Ancak Cumhurbaşkanı da dahil olmak üzere hiç kimsenin, yargı organlarının kararlarını kabul etmeme ve o kararlara uymama hakkı yoktur.

Anayasa’nın 153. maddesi, Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğunu ve
yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağladığını açık bir dille ifade etmiştir. Sayın Cumhurbaşkanı, bu ifadeleri ile açıkça Anayasa’ya aykırı davranmıştır. Yetmezmiş gibi aslında mahkeme kararında direnebilirdi diyerek iki gazeteciyi tahliye eden mahkemeye de aba altından sopa göstermiş ve açıkça yargıyı etkilemeye
teşebbüs etmiştir.

ETTİĞİ YEMİNE UYGUN DAVRANMAYA DAVET EDİYORUZ

Ankara Barosu olarak, Sayın Cumhurbaşkanı’na bir hukuk devletinin cumhurbaşkanı olduğunu ve cumhurbaşkanlığı görevine başlarken Anayasa’nın 103. maddesi uyarınca
Anayasa’ya bağlı kalacağına dair namusu ve şerefi üzerine ettiği yemini anımsatıyor; kendisini hukuka, yargı kararlarına saygıya ve ettiği yemine uygun davranmaya davet ediyoruz.”

======================================

Evet Dostlar,

Erdoğan, önceki gün Burdur’da yaptığı konuşma ile Başkanlık için sahaya inmiştir. Her zamanki gibi halk yığınlarını duygusal olarak sömürmeye dayalı bir yol izlenecektir. Erdoğan, “öfke de bir hitabettir..” diye buyurmuş ve Uğur Mumcu‘nun nitelemesiyle gazeteci “Liboş Mehmet” e (Mehmet Barlas) bir söyleşisinde bu söyleminin halk üzerinde çook etkili olduğunu bildiği için böyle davrandığını açıklamıştı.. Mağdur edebiyatı, efelenme, meydan okuma, ve bol bağırtı..
Yazık ülkeye ve halka..

Erdoğan’ın bu Anayasa Mahkemesi kararını sakız gibi çiğnemesini anlamak hem güç hem kolay. Aynı hukuksal hataları, yenilerini pervasızca ekleyerek sürdürmek nasıl açıklanabilir?
Erdoğan’ın mental sağlığını sorgulamayacak isek, tek açıklama, yaygın halk yığınlarının
hemen hemen hiç okumaması ve olabildiğince – dehşet veren düzeyde bilgisiz oluşu..

Bir başkası, Erdoğan’ın gemileri yakmış olması.. Geri dönüşü yok artık.. Öylesine suça
bulaştılar ki, yargılanmamak için tek yol Anayasayı değiştirmek ve kimi geçici maddelerle hukuksal engeller koymak zorunlu oldu.. Ek olarak Başkanlıkla 21. yy’da halife – padişahlık rejimi kurmak ve devleti totaliter – despotik yöneterek yargılanmayı gerçekte fiilen engellemek.. “Güçlerin uyumu” ndan söz edişin bağlamı budur. Anayasa Mahkemesi üzerinden yargıya gözdağı verilerek elde tutulmaya çabalanmaktadır. Yargı, AKP – RTE’nin sopası olarak etkili biçimde kullanılmak istenmektedir. 2014’te Anayasa masasının dağılmasının başlıca nedeni AKP’nin YARGI BAĞIMSIZLIĞINI reddetmesi olduğu asla akıldan çıkarılmamalıdır.Ayrıca Türkiye rejiminin renginin yeşile de boyanması, artık İslamcı devletin ve şeriatının egemen kılınması zamanıdır. Şunun şurasında 2023’e, Cumhuriyetin 100. yılına 7,5 yıl kalmıştır. Ayrıca Batı emperyalizmini BOP Eşbaşkanı Erdoğan’dan istemleri vardır iktidara getirmenin – orada tutmanın bedeli olarak :

Yayımlanan remi BOP haritalarında ülkemizin parçalanması planlanmıştır..

BOP_haritasi

 

Küresel sistem, bu emelleri için BOP eşbaşkanı olarak kullanageldiği Erdoğan’ı kerhen ve artık ikircikli olarak zoraki desteklemektedir.. Hiç kuşku yok B, C.. planları da vardır. “Yeni Anayasa” gerçekte KüreselleşTİRmecilerin dayatmasıdır ve AKP – RTE’nin eli mahkumdur. Batı ile yapılan pazarlık, Anadolu Federe İslam Devletine dönüştürülerek parçalanacak Türkiye’nin ne denli “Yeşil” boyanacağıdır.. İslamofobik dürtü bozukluğunu denetleyemeyen Batı’nın, Erdoğan’ın “koyu yeşil” hülyalarını frenlemede ciddi zorlukları söz konusudur.

Erdoğan doğrusu çetin ve pek yaman pazarlıkçı çıkmıştır. Batı’nın Türkiye’nin dönüştürülmesi ve yeni Sevr sürecine sokulması yönündeki zaafiyetini, kendisinin ondan daha geri kalmayan Halife -Sultanlık özlemlerine ilişkin zaafiyetine karşın “ustalıkla” (!) sömürebilmektedir!

Batı, içine düştüğü ikilemin kuşku yok ayırdındadır..

Anayasanın ilk 4 maddesi, ülkemizi 4 köşede görkemli kale burçları gibi korumaktadır..

Batı, “Yeni Anayasa” üzerinden hem Federe, parçalanma sürecine sokulan Türkiye’yi kodlama gereksinimi içinde, hem de Erdoğan’ın gemlenemeyen – boyunu aşan – mahkum olduğu hırslarını dengeleme zorunluğundadır.. Erdoğan hem kişisel kaygılarla “çok güçlü tek adam” olmak istemekte hem de ülke hukukunu olabildiğince İslamcı kılmak istemektedir.

Siyasal satranç, çok boyutlu ve çok bilinmeyenli olarak oynanmaktadır. “Yeni Anayasa” yapay olgusunun “iç” dinamiklerinden ise “dış” dayatmaların ürünü olduğunu unutmamak zorunludur.

İçeride PKK – HDP üzerine gidiş ve Milliyetçilik maskesi, son günlerde birkaç kez
“Türk milleti” deyiş, HDP ve MHP tabanına dönüktür.. PKK’ya dönük Güneydoğu operasyonu da.. ABD ile bile çatışıyormuş görüntüsü vererek.. PKK artık bir ayrıntıdır ve ABD katında miadı dolmuştur. İpleri tümden elde bulunan birisinin ülke yönetiminde çok güçlü olması ile, ilerleyen zamanda yeni araçlar üreterek PKK’yı ikame etmek hem zor hem de sorun olmayacaktır.

Bu bağlamda, kamuoyu yoklamalarına dayalı olarak yaza doğru, % 55 bandını aşan AKP oyları ibrede yakalandığında “baskın seçim” çok olası gözükmektedir. Bu süreçte HDP – MHP ve CHP’yi iyice yıpratarak, halkın gözünde “uzlaşmaz – kavgacı” göstererek, 1 Kasım 2015 seçiminde olduğu gibi bu kez 367 isteyerek ülkeyi “kaostan kurtarma” vaadi,
kitlelerin terör – şiddet – yılgınlıkla algı yönetimi için temel kaldıraç olabilecektir.
Kapıdaki ağır ekonomik bunalımı, elden geldiğince, ne yapıp ederek.. sonbahara öteleyerek..

Ülke – ulus ağır bedeller ödemektedir ve daha da ödeyecektir anlaşılan..
Dünkü stratejik ortak “FG” artık “FG terör örgütü – FETÖ ” mottosu ile çökertilmekte,
olası muhalif basın ve sermaye gaddarca, hukuk alet edilerek tasfiye edilmektedir.

Bu süreçte aslolan, muhalefetin halk yığınlarını bilgilendirmesi ve birleştirmesidir.

* AKP – RTE – Emperyalizm karşıtı bütün ulusal güçleri birleştirmek ve örgütleyerek
öncülük etmek dışında reçete yoktur.
Vicdanlı – sağduyulu AKP yandaşlarını da olabildiğince kazanarak!
Çünkü, İstiklal Marşımızın usta yazarı Mehmet Akif Ersoy‘un deyimiyle
tek dişi kalmış canavar apaçık tehdit etmekte :

– “Biz Küreselleşmenin Anayasasını hazırlıyoruz. Ne hükümetler neyin altına
imza attıklarının, ne de şirketler neler kazandıklarının farkında.“Renato Ruggerio, DTÖ Genel Başkanı (1997)

DTO_Kuresel_sistemin_ANAYASASINI_yaziyoruz

Sevgi ve saygı ile.
13 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Türkiye’de eşek sayısı giderek azalıyor!

Türkiye’de eşek sayısı giderek azalıyor!

20160227_160331[1]
Prof. Dr. D. Ali ERCAN

Değerli arkadaşlar, 

TÜİK verilerine göre 2005 yılında Türkiye’de 341377 yetişkin eşek ve 83 903 sıpa bulunuyormuş. ‘Sıpa’ yaş aralığını 0-4 yıl kabul etsek bile, Eşeklerimizin yıllık doğum oranı en az (83903/5) / 341377 = %5’tir… Öte yandan normal koşullarda ortalama
Eşek ömrü 30 yıldır… Hadi diyelim ki Türkiye’de bakım kötü ve ortalama Eşek ömrü 20 yıl… Bu durumda da yıllık doğal ölüm oranı en çok 20 = % 5 olur; yani normal koşullarda Eşek nüfusu artmasa bile en azından sabit kalmalıydı. Oysa .. bu son 10 yıl içinde
eşek nüfusu 186 bin azalmış!

Bunun tek açıklaması var:

  • Günde ortalama 50 eşek kesiliyor demektir.
    Üzüntülerimle.

not. Ben de bebekken Annemin sütü gelmediğinden eşek sütü sayesinde hayatta kalmışım…o nedenle bu haberden çok etkilendim. æ 

 

Satır içi resim 1

Türkiye’de eşek sayısı giderek azalıyor.

YURDAGÜL UYGUN / sozcu.com.tr

Türkiye’de eşek sütünün faydaları gün geçtikçe daha çok bilinmeye başlarken, eşek sayısı ciddi oranda azalıyor. TÜİK verilerine göre,
2005 yılında 341377 olan toplam eşek sayısı, 2015’te %55 oranında düşerek, 155158’e geriledi. Yetişkin eşek sayısı 2005’te 257
474’ten 2015’te 117866’ya gerilerken, genç-yavru sayısı da aynı dönemde
83903’ten 37292’ye düştü.

Eski Mısır’da evcilleştirildiği belirtilen eşeklerin dünyaya yayılması 18’inci yüzyılda gerçekleşti. Sütünün tarih boyunca çok sayıda iyileştirici gücü olduğuna inanılan
eşekler, daha çok yük hayvanı olarak kullanılıyor. Ancak son dönemde eşek de,
sütü de karaborsaya düştü.

BİRÇOK HASTALIĞA İYİ GELİYOR!

Kanser, astım, bronşit, siroz gibi birçok hastalığa iyi geldiği ve
protein bakımından en zengin süt olduğu belirtilen eşek sütü üretimi yaygınlaştırılmaya çalışılsa da eşek sayısının azalması nedeniyle
fiyatlar 4-5 katına çıkmış bulunuyor. Ortalama fiyatları 200 lira olan eşekler, son günlerde bin liraya satılmaya başlandı.
Yavrusuyla birlikte satılan eşeğin fiyatı ise 1500 lirayı buluyor. Geçen yıl 80 liraya satılan eşek sütü ise istemin artmasıyla birlikte
100 liraya satılıyor.

==========================

Dostlar,

Ne demeli??
12 Mart 1971 askeri darbesinden 45 yıl sonra.
eşeklerini de kesip yiyen bir “acayip topluluk” olduk..

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı koltuğunda oturan
Faruk Çelik‘in kulakları çınlasın…

Üstad, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı iken Türkiye son yılların dünyada en büyük maden emekçisi kırımı olan Soma katliamını yaşadı yandaşlara ucuz kömür dağıtma uğruna ve resmen 301 vatan evladını kurban verdi. Bakan Çelik, Soma madenlerini
yasa gereği Bakanlık adına denetleyen uzmanların Savcıya ifade vermelerine izin vermedi!.. (Sonra Danıştay, itiraz üzerine, Bakan Çelik’in bu anlaşılmaz kararını
hukuk dışı bularak kaldırdı bereket!).

Şimdi de hazretin döneminde “necip halkımız her gün 50 eşeğini kesiyor” nedense!?

Faruk Çelik’in her devirde ve her hükümette mutlaka bir “Bakan” olmak için yaratıldığına inanıyoruz..

Afiyet olsun Türkiye..

Sevgi ve saygı ile.
12 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

45 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi..

45 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi..


Dostlar,

45 yıl sonra 12 Mart 1971 askeri darbesi için aşağıdaki yazımızı bir kez daha paylaşmak istiyoruz..

Ekleyelim ki; derin şaşkınlık içindeyiz (!), 45 yıl sonra Türkiye, nasıl da 12 Mart 1971 askeri darbesi öncesi koşullara benzer bir kıskaç ortamında gene??

Tarih tekerrür mü ediyor??
Niye?
Tarih, ondan gerekli dersi çıkaramayan “aptallar” için yinele(n)mez mi?
Biz aptal mıyız???
Biz aptal mıyız????
Biz ap – tal …..

Sevgi ve saygı ile.
12 Mart 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

*********

43 Yıl Sonra 12 Mart 1971 Darbesi

Dostlar,

12 Mart 1971 askeri darbesi yapıldığında Hacettepe Tıp Fakültesi’nde
1. sınıf öğrencisiydik. Bir anımızı aktararak başlayalım :

Hacettepe Tıp Fakültesi kütüphanesinde ders çalışmaktaydık.
Kaynak araştırırken bir kitap gözümüze ilişti :

  • MARKSİZM ve GERİLLA SAVAŞI..

Dikkatimizi çekti, ödünç aldık akşam evde okumak üzere. Tuzluçayır’da bir gecekonduda kiracı idik. Emniyet Komiser Yardımcısı babamız Artvin’de
Şark hizmetinde” idi. EGO otobüsünden son durakta indik ama daha 10 dakika kadar yürümemiz gerekiyordu. Tepede, yol ağzında bir asker, elinde silahı ile nöbetteydi. Başımıza çook işler açabileceği korkusuna kapıldığımız kitap çantamızdaydı.
Ya bizi durdurur ve ararsa? “Tehlikeli” üstelik de kırmızı renk ciltlenmiş bu “Kitabı” (?) bulursa halimiz ne olacaktı? Ailenin büyük çocuğu bizdik, babamız uzaklardaydı.
Bacaklarımız titremeye başlamıştı. Geri dönemezdik, deyim yerinde ise “çaktırmamak” da gerekliydi. Bütün hünerimizi (!) kullanarak, 1-2 dakikalık süreci saatlermişçecine, büyük gerilimle yaşayarak evimize doğru yürüdük. Yüreğimiz göğsümüze sığmıyordu..

Neyse, korktuğumuz başımıza gelmemişti..

Gece bir miktar karıştırdık ve sabah ilk iş olarak iade ettik bu “belalı” (!) kitabı.
Daha sonrasında da endişemiz bitmedi. Ya o kitap bir “tuzak” idiyse ve biz fişlendiysek?

***********************

Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç Hazretlerine..

Sosyal uyanışın ekonomik gelişmeyi aştığını ve “bu elbisenin” ülkeye bol geldiğini, daraltılması gerektiğini buyuruyordu. Demesi oydu ki; 1961 Anayasası’nın getirdiği demokratik hak ve özgürlükler rejimi sorunun temel kaynağıydı.

Gerçekte ise “sorun” çok kaynaklıydı.. Türkiye İşçi Partisi, adil seçim sistemi
(Ulusal Artık –
Milli Bakiye) sayesinde 15 sosyalist milletvekilini TBMM’ye taşımıştı (1965). TBMM’de ezber bozmaktaydılar. Çetin Altan harika konuşmalar yapıyordu.
İsmet İnönü, CHP Genel Başkanı olarak, “CHP’nin Ortanın solunda olduğunu” açıklamak zorunda kalmıştı.

İşçi hareketleri, sendikalar, öğrenci eylemleri, üniversitelere yansıyan
68 Fransa Üniversite Gençliği Eylemleri, ekonomide gelinen bıçak sırtı,
16 Şubat 1969 Beyazıt Kanlı Pazar’ı, 15-16 Haziran 1970 işçi eylemleri..
 vb.

O zamanki adıyla “anarşi” ülkede kol geziyordu. Necip (soylu) halkımız,
“anarşik eylemlere” karışanlara “anarşit” diyordu. Gerçekte bu terimin doğrusu “Anarşist” idi. “Anarşizm” bir ideoloji idi kurulu düzene karşı kullanılan.
Bu ideolojiyi benimseyen ve uygulayanlara ise “Anarşist” denmekteydi.

“Anarşi” ve “Anarşitler”, “solcu ve yıkıcı” olarak niteleniyordu. Ülkenin ulusal varlıklarına sabotajlar düzenliyorlardı (!). Kökleri dışarıda idi. Marksist-Leninist idiler!
Örn. Marmara araba vapurunu batırmışlar, Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’ni yakmışlardı! Sonradan bu eylemlerin provokasyon olduğu kanıtlanmıştı ama
amaca da ulaşılmıştı ne yazı ki..

Asker ve polisle çatışıyordu “bu anarşitler..”, banka soyuyorlardı.

“Anarşitleri” ihbar eden ve yakalanmalarını sağlayan “sayın muhbir yurttaşlar
hatırı sayılır para ödülü almaktaydılar.

*****

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında ise bu kez “anarşi” yerine “terör”, “anarşit” yerine “terörist” gelmişti. Gene bir Marksist-Leninist örgüt ile karşı karşıya idik.
Kökü gene dışarıda idi, yıkıcı ve bölücü idi..

Senaryo yineleniyordu “yeni kurban aktörler ve yeni retorik” ile..

*****

Bu gidişe bir “dur denilmesi” zamanı gelmiş hatta geçmekteydi de..

12 Mart Muhtırası hazırlandı12 Mart 1971‘de Genelkurmay Başkanı
Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri komutanı Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri komutanı Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri komutanı Muhsin Batur‘un imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay‘a  verildi ve Demirel hükümeti istifaya zorlandı. Muhtıra’da şöyle denildi :

  • Meclis ve hükümet, süregelen tutum, görüş ve icraatlarıyla yurdumuzu anarşi, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokmuş, Atatürk’ün bize hedef verdiği uygarlık seviyesine ulaşmak ümidini kamuoyunda yitirmiş ve anayasanın öngördüğü reformları tahakkuk ettirememiş olup, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği ağır bir tehlike içine düşürülmüştür.
  • Türk milletinin ve sinesinden çıkan Silahlı Kuvvetleri’nin bu vahim ortam hakkında duyduğu üzüntü ve ümitsizliğini giderecek çarelerin, partiler üstü bir anlayışla meclislerimizce değerlendirilerek mevcut anarşik durumu giderecek anayasanın öngördüğü reformları Atatürkçü bir görüşle ele alacak ve inkılap kanunlarını uygulayacak kuvvetli ve inandırıcı bir hükümetin demokratik kurallar içinde teşkili zaruri görülmektedir.
  • Bu husus süratle tahakkuk ettirilemediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri kanunların kendisine vermiş olduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni korumak ve kollamak görevini yerine getirerek, idareyi doğrudan doğruya üzerine almaya kararlıdır. Bilgilerinize… 

Süleyman Demirel, Başbakanlık koltuğunu terk etti, şapkasını alıp gitti..
Zaten, O’nun deyimiyle “Ülke 70 sente muhtaç” durumda idi.
Belki de hakkında hayırlı olurdu bu mola.. (kendi deyimiyle 6 kez gitti, 7 kez geldi!)

“12 Mart Balyoz hareketi ve büyük gözaltı” başladı.
Hukuk Profesörü Nihat Erim Başbakan oldu ve bir hukukçunun başına gelebilecek
en ağır yıkımı kendi diliyle başına sardı, hukukun en temel ilkelerinden birini çiğnedi :

“Makable şamil kanun yapacağız..” buyurdu.
(Geçmişe yürürlüklü yasa yapacağız..)

Büyük atasözüdür, “Dilim dilim, başıma giydirir kara kilim..”

Ülke genelinde sıkıyönetim, balyoz gibi “anarşit” lerin üzerine indirildi.
Toplumda ve Ordu’da “sol” hatta “Kemalizm” adına hemen tüm ögeler (unsurlar)
tasfiye hatta imha edildiler.. 12 Eylül kalanları temizledi.. AKP ile ise “eradikasyon” (kökünü kazıma) devrede.. Hatta Ordu’nun tasfiyesi..

Bu kez günah keçilerinin jargonu “Darbeci”!
AKP Hükümeti tam bir paranoya içinde..
Uçan kuşlar, esen yeller, akan sular… her şey ama her şey AKP’ye DARBE’yi anımsatıyor!

Onmaz bir politik paranoid bozukluk ve türevi darbe obsessif- kompülsif bozukluğu..

Bu yüzde yüzlerce yurtsever, öncü, gazeteci, yazar, asker… yıllardır içerde..
Balyoz mu demezsiniz, Ergenekon mu, Askeri Casusluk mu…?
Gırla komplo AKP hükümetine karşı..
Düşmanını yarat, yalanı büyük söyle ve belki, bir süre sonra sen de inan!
Ne hazin seyran..
Neyse ki bu günlerde biraz tavsadı bu hezeyan..

*****

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan..
“3 Fidan” 20’li yaşlarında idam edildiler.
Oysa hiçbir yaralama ve öldürme eylemleri olmamıştı.

******************

1961 Anayasası’nın 35 maddesi değiştirildi ve Muhtıra’nın başındaki komutanın
Bu anayasa bol geliyor..” bağlamındaki yakınmasının gereği yapıldı.
Anayasa Hukuku Profesörü Nihat Erim Başbakan iken..

Rejim zap-ü rapta alındı.. “Anarşit” ler temizlendi ve “anarşi” durdu(ruldu)!

Necmettin Erbakan, sağcı-dinci-milliyetçi-muhafazakar ilk partisini kurdu ve
hatırı sayılır oy aldı.. Önlenemeyen yükseliş başlamıştı ve 12 Eylül sonrasında,
Anayasa Mahkemesince birkaç kez kapatılıp ertesi gün yenisi açılan
Erbakan partilerinden Refah Partisi 1. parti oldu ve Çiller’li DYP ile
Refah-Yol Koalisyonunu kurdu,

Erbakan Başbakan bile oldu!

  • 12 Mart 1971 Darbesi Erbakan’ı iktidar yaptı..
  • 12 Eylül 1980 Darbesi de O’nun “Milli Görüş Gömleğini Çıkaran”
    ayrık otu çocuklarını, RT Erdoğan – Abdullah Gül ve takımını iktidar yaptı.

İşte size son 40 yılın kısa bir siyasal-tarihsel panoraması..

Veee, son darbe de bu 2 kritik dönüşümde kullanılarak işlevini şimdilik tamamlayan,
NATO süreçlerinde 1952’den bu yana “başkalaştırılan” (metamorfoza uğratılan)
TSK’ya vuruluyor..

Sonrası mı.. yazmaya gerek var mı?

***************************

Ama bu lanetli “Yeni Sevr” (BOP!) mutlaka bozulacak.

Büyük Atatürk‘ün hedefe attığı şaşmaz ok yoluna devam edecek :

  • Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır..

Sevgi ve saygı ile.
12.3.14, Ankara
(Geçen yıl bu gün yazdığımız yazının güncellenmiş biçimidir..
yazının pdf formatı için : 43_Yil_Sonra_12_Mart_1971_Darbesi)

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

RT Erdoğan : “Siz sadece doğurun yeter!”

“Siz sadece doğurun, yeter!”

Rahmi Turan
Rahmi TURAN
SÖZCÜ, 13.2016

Cumhurbaşkanı Erdoğan, kadın işçilerle konuşurken

– “Türkiye’de nüfus ve aile planlaması adı altında doğum kontrolleri yapıldı.
Niye biliyor musunuz? Bu milletin neslini, kurutmak için… Nüfusumuzu yaşlı hale getirip azaltmak için nüfus artışımız ne yazık ki şu anda 2’nin altında veya iki. Artırmamız gerekiyor.” dedi.

Yani, her kadının en az üç çocuk yapması lâzım. Daha doğrusu Allah ne verdiyse…
İyi de… Onlara kim bakacak?
Erdoğan keşke “Nüfusumuzu artırmalıyız” yerine “Eğitimli nüfusumuzu artırmalıyız” deseydi…
*** *
Olaya gerçekçi bakmak lâzım:
İnsanlar o çocukları sokağa salıp, iyi yetiştiremedikten, okutup, ülkeye yararlı insanlar haline getiremedikten sonra kuru kalabalıkların ne önemi var? Kalabalık nüfustan çok daha önemli olan okumuş, tahsil görmüş, iyi yetişmiş insanların çok olduğu nüfustur. Eğitim görmüş bir insan, eğitimsiz beş insana bedeldir. Dünyayı yöneten kuru kalabalıklar değil, eğitimli insanlardır.
*** *
Önce ülkemizdeki eğitim ve öğretim sistemini ıslah etmemiz gerekiyor. Oysa, tam tersine, medrese eğitimine doğru bir kayış var. Medreselerde matematik, fizik, kimya gibi
fen dersleri okutulmaz, insanlar yalnız dini eğitim görüp, öbür dünyaya hazırlanırdı.
Eğer medrese eğitimibir matah olsaydı, koca Osmanlı İmparatorluğu, cehalet yüzünden
içi çürümüş kof bir ağaç gibi devrilip yok olmazdı.
*** *
Birçok kesimde kadınlarımız hâlâ “çocuk doğurma makineleri gibi” görülüyor,
“Siz sadece doğurun, yeter!” deniliyor. Kadınların iyi eğitim görmeleri, çalışmaları, para kazanmaları, kariyer sahibi olmaları, kendi ayakları üzerinde durmaları istenmiyor.
“Evlenmeye ve çocuk doğurmaya” programlanmış robotlar sanki…
Kadına yönelik şiddet ve cinayetler artıyor, taciz ve tecavüzler tırmanıyor.
Kadınları eğitimsiz olan ve mutsuz bir yaşam süren ülkelerin gelişmeleri,
çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmaları kesinlikle mümkün değildir.

Sözün özü: Çok çocuk doğurmaktan önce eğitim şart!

***********
Dostlar,

Usta gazeteci – yazar Sayın Rahmi Turan‘ın yazısından bir bölüm aktardık..
Biz konuyu, Tayyip beyin 8 Mart 2016 günü bu konudaki konuşmasının ardından
web sitemizde işlemiştik (https://ahmetsaltik.net/2016/03/08/8-mart-dunya-kadinlar-gunu-2016-ve-dusundurdukleri/)

RT Erdoğan’ın bu bağlamdaki sözlerinin nasıl olabildiğine yanlış, bilimsel gerçeklere aykırı ve Türkiye için felaket anlamına geleceğini açıklamıştık.. Okunmasını dileriz..

Öte yandan Ergin ASYALI‘nın çizimi de son derece başarılı.. Başbakan A. Davutoğlu
zor durumda, hem de çoook.. AKP grubu – RTE arasında “sandviç sendromu” yaşamakta.

O denli k; Anayasa Mahkemesi’nin Dündar – Gül’ün hak ihlali konulu bireysel başvurusunun kabulünün ardından, RT Erdoğan’ın hukuksal yanlışlarla dolu temelsiz ve “Anayasa Mahkemesi’nin kararına saygı duymuyorum ve uymuyorum..” içerikli
dehşet verici açıklaması gelmişti.. Hükümet kanadı ise bu sözlerin Cumhurbaşkanının kişisel görüşü olduğu belirtilerek mesafeli bir konum almıştı. Ne var ki, Cumhurbaşkanlığından yapılan “düzeltmede”, RT Erdoğan’ın o hukuk dışı ve
çok tehlikeli saldırıyı “Devletin ve Hükümetin başı” olarak yaptığı vurgulandı.

Erdoğan’ın hukukçu danışmanı Mustafa Akış, son olarak Numan Kurtulmuş’a
yanıt vererek “Cumhurbaşkanımızın, AYM kararını eleştirmesi, ‘kişisel konumlanma’ değil, ‘devletin ve hükümetin başı’ sıfatıyla bir açıklamadır.” demişti.
Oysa Anayasa çok net ayrım yaparak Cumhurbaşkanının devletin (md. 104) ve Başbakanın ise hükümetin başı olduğunu tanımlamakta (md. 112..

RT Erdoğan, bir kez daha fiilen Anayasa’ya aykırı davranış sergilemekte,
Hükümet başkanının anayasal yetkisini açıkça gasp etmekte ve tek adam yönetimini dayatmaktadır. 12. Cumhurbaşkanlığı makamını işgal eden RT Erdoğan,
anlaşılmaz bir pervasızlıkla – gözükaralıkla Anayasayı çiğneme suçunu ardışık olarak, kararlı, bilerek ve isteyerek (taammüden!)  işlemeyi sürdürmektedir. Bu durum bir hukuk devletinde asla kabul edileme sürdürülemez. Zamanaşımı çook uzun suçlardır bu edimler.

Erdoğan, 4 nala bir rejim bunalımını körüklemektedir bilerek ya da bilmeyerek.
Söz ve eylemleriyle ülke gündemini tıkamakta ve saptırmaktadır.

  • Erdoğan’ın, tam donanımlı bir devlet üniversite hastanesinden sağlık raporu alması
    ve bu raporun kamuoyuna açıklanması istemleri pek haklı olarak yükselmektedir.Bu çok sakıncalı tablo yetmezmiş gibi, Bayan Erdoğan da konuşmaya başlamış ve toplumsal vicdanda isyan uyandıran temelsiz – gerçek dışı sözler etmeye başlamıştır.. Emineanım‘a göre kendileri, Cumhuriyetin 90 yıllık enkazını kaldırmışlardır…” ?!!Breh breh breh… Boyundan çoook büyük ve sıkletinden çooook ağır sözler bunlar..

    Yetmedi,. Emineanım deriiin tarih bilgisiyle bir de Osmanlı’nın yüz karası,
    mide bulandıran HAREM kepazeliği
    ni aklamaya kalktı..
    Harem meğer bir okulmuş ve genç kızları yaşama hazırlıyormuş!?!

    Bu konuyu da işledik sitemizde.. Okunmasını özellikle dileriz.. (https://ahmetsaltik.net/2016/03/10/muazzez-ilmiye-cigdan-emine-erdogana-tarih-dersi-ve-katkilarimiz/)

    Unlü şarkı sözüdür;

  • Mani oluyor halimi takrire hicabım… diye.
    (Güfte Nigar Osman Hanım, Atatürk“ün sevdiği şarkılardan..)
    Ne yazık ki, birilerinin (sorumlu öznelerin) yerine “hicap duymak” da bize düşüyor..Yapmayın efendiler, hanım ve beyefendiler.. Bu ülkeye ve halka kıymayın, insaf edin, vicdanlı olun, biraz tarih ve hukuk okuyun.. Namuslu uzmanlara danışın.. Az ve yerinde konuşun. Her gün TV ekranlarını ve ülke gündemini yersiz işgal edip çarpıtmayın.
    Yaşamın – tarihin gerçeklerini bu denli ölçüsüz çarpıtmayın.. Yazık oluyor bu ülkeye – insanımıza.. Size de! Büyük günah işliyorsunuz, ağır vebal yükleniyorsunuz..Tüm bu yıkım getirecek tabloyu izleyenler de.. Başta etkili – yetkili AKP’liler!

    Sevgi ve saygı ile.
    11 Mart 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

    Bu yazımzın pdf biçimi : R.T._Erdogan_“Siz_sadece_dogurun_yeter”

Erdoğan baltayı taşa vurdu

Erdoğan baltayı taşa vurdu

Erdoğan AYM’nin 33 sayfalık gerekçeli kararı için “Herhalde izahta zorlandılar.” dedi. Ancak kararın 19 sayfasında red oyu veren üç üyenin imzası bulunuyor.

Erdoğan baltayı taşa vurdu

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AYM’nin 33 sayfalık gerekçeli kararını eleştirdi ve “Herhalde izahta zorlandılar.” dedi. Ancak kararın 19 sayfasında Erdoğan’ın kendisi
ve AKP’nin seçtiği ‘red oyu veren’ üç üyenin imzası bulunuyor

“İZAHTA ZORLANDILAR” DEDİ AMA…

Erdoğan, Anayasa Mahkemesi’nin Can Dündar ve Erdem Gül hakkında verdiği
gerekçeli karara ilişkin ”Anayasa Mahkemesi’nin 33 sayfalık bir gerekçeli karar açıklamış olduklarını duydum. Herhalde gerekçeyi izahta zorlandılar.” dedi. Ancak 33 sayfalık gerekçenin 19 sayfasının red oyu veren veren üç üyeye ait olduğu ortaya çıktı.

Can Dündar ve Erdem Gül’ün serbest bırakılmasına yol açan “hak ihlali” kararına
AYM üyeleri Kadir Özkaya, Rıdvan Güleç ve Hicabi Dursun red oyu vermişti.
AYM’nin gerekçeli kararının 33 sayfasının 19 sayfasında ise red oyu veren bu üyelerin imzasının bulunduğu görüldü.

ERDOĞAN’IN DANIŞMANI BUNU DA ATLAMIŞ

Öte yandan Erdoğan’ın bu hatası hukukçu olan danışmanı Mustafa Akış’ı da gündeme getirdi. Erdoğan’ın AYM ile ilgili yorumundaki maddi hata “Erdoğan’ın danışmanıbunu da atlamış” yorumuna neden oldu. Akış son olarak Numan Kurtulmuş’a yanıt vererek “Cumhurbaşkanımızın, AYM kararını eleştirmesi, ‘kişisel konumlanma’ değil, ‘devletin ve hükümetin başı’ sıfatıyla bir açıklamadır.” demişti.

ERDOĞAN’IN VE AKP’NİN ÜYELERİ

Anayasa Mahkemesi’nin gazetecilerle ilgili kadarına “İhlal yok” diyen üç üyeden
Kadir Özkaya’yı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, öbür ikisini ise Rıdvan Güleç ve
Hicabi Dursun TBMM’deki AKP çoğunluğu seçmişti. (SÖZCÜ, 10 Mart  2016)

============================

Dostlar,

Ne diyelim ??

“Allah şaşırtıyor – söyletiyor” mu diyelim, yoksa son yılların en büyük
siyaset dehalarından Manisa cenahından üstad Bülent Arınç hazretlerinin
AKP lehine bir Danıştay kararının ardından

“Yüce Rabbim verdikçe veriyor..” diye sevindirik olduğu andaki çığlığını mı??

paylaşalım??

Ya da “Kılavuzu karga olanın burnu .oktan kurtulmaz..” atasözünü mü anımsayalım?

Traji – komik irdelemeler bir yana; insana, devlet adamlığına, devlet yönetimine yakışan yalnızca ağırbaşlı hem de çoooooook ağırbaşlı olmaktır değil mi??

Karar metnini Anayasa Mahkemesi’nin web sitesinden indirdik ve inceledik
(http://kararlaryeni.anayasa.gov.tr/BireyselKarar/Content/131a2423-8a42-4f99-8ff2-b5e6a979280c?wordsOnly=False). Oldukça küçük punto ve çok daraltılmış sayfa marjinleriyle html dosyası olarak sayfa numarası içermeyen biçimde olan dosyayı benzer biçimde pdf’ye dönüşürünce 35 sayfa tutuyor ve çoğunluk kararı, başlangıç sayfası,
tüm imzalarla birlikte 15 sayfa. 3 karşı oy var; bunlardan Üye Hicabi Dursun 7,5 – 8 sayfa,
üye Kadir Özkaya 8,5-9 sayfa ve üye Rıdvan Gülgeç ise 3,5 sayfa karşı oy gerekçesi eklemiş karara. R.T. Edoğan’ın atadığı ve TBMM’de AKP’nin seçtiği bu 3 üyenin,
kararda katıldıkları yerler de var.. 9 maddelik hükmün 2 maddesinde karşıoyları var.

Kararın “hüküm” bölümünden alıntı :

  1. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

  1. 1. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı kapsamında soruşturma dosyasına erişim imkânından yoksun bırakılmaya ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle
    KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
  2. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı kapsamında tutuklamanın hukuki olmadığına ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
  3. İfade ve basın özgürlüklerinin ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA, OYBİRLİĞİYLE,
  4. Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasında güvence altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE, Hicabi DURSUN, Kadir ÖZKAYA ve
    Rıdvan GÜLEÇ’in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
  5. Anayasa’nın 26. ve 28. maddelerinde güvence altına alınan ifade ve basın özgürlüklerinin İHLAL EDİLDİĞİNE, Hicabi DURSUN, Kadir ÖZKAYA ve Rıdvan GÜLEÇ’in karşıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
  6. Kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
  7. Yargılama giderlerinden olan 226,90 TL harcın ayrı ayrı ve 1.800 TL vekâlet ücretinin ise müştereken başvuruculara ÖDENMESİNE,
  8. Ödemenin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
  9. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığa GÖNDERİLMESİNE,

25/2/2016 tarihinde karar verildi.

Başkan

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

Burhan ÜSTÜN

Başkanvekili

Engin YILDIRIM

Bu önemli kararın tam metni pdf olarak ektedir.. Can_Dundar_Erdem_Gul_karari

Ünlü ve saygın İdare Hukukçusu İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi hocalarından
Sayın Prof. Dr. İl Han ÖZAY‘ın “Gün Işığında Yönetim” adını verdiği görkemli “Yönetim (İdare) Hukuku” kitabının adından esinle biz de

  • GÜN IŞIĞINDA YÖNETİM – MUTLAK BİR HUKUK DEVLETİ istiyoruz..

    Sevgi ve saygı ile.
    10 Mart 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com 

Emine Erdoğan : “HAREM Bir okuldur..” buyurdular..

Emine Erdoğan :

“HAREM Bir okuldur..” buyurdular..

Muazzez İlmiye Çığ, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın açıklamalarına
sert tepki gösterdi. Bir kez daha tarih dersi verdi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eşi
Emine Erdoğan, peş peşe tarihe geçecek açıklamalarda bulunuyor. Emine Erdoğan için
tarih dersi ise Cumhuriyetin köklü çınarı Muazzez İlmiye Çığ’dan geldi.
(
SÖZCÜ, Mart 10, 2016)

Emine Erdoğan’ın tarihe geçecek açıklamalarına bilim Dünyasının asırlık çınarı Muazzez İlmiye Çığ’dan yanıt geldi. 

Atatürk dönemi için “90 yıllık enkazı kaldırdık” diyen Emine Erdoğan, enkazdan geri adım atarak, enkaz derken darbe dönemini kastettiğini söyledi. Başörtülü kadınların seçilme hakkına da ancak 80 yıl sonra sahip olabildiğini açıkladı.

“Türkiye’nin 90 yıllık enkazını kaldırdık” açıklamasından darbe dönemlerini kastettim diyerek çark eden Emine Erdoğan dün de Osmanlı haremini övdü.

  • “Harem okuldur kadınların hayata hazırlandıkları bir eğitim yuvasıdır.” dedi.

Emine Erdoğan’ın tarihe geçecek açıklamalarına bilim dünyasının asırlık çınarı
Muazzez İlmiye Çığ’dan yanıt geldi.

İşte Muazzez İlmiye Çığ’dan Emine Erdoğan’a tarih dersi veren o açıklamalar:

“HER FIRSATTA KÖTÜLEDİĞİN CUMHURİYETİN
BÜTÜN NİMETLERİNDEN YARARLANIYORSUN!”

”Emine Erdoğan ‘enkaz çarkı’  ile yine cehaletini ortaya koymuş. 1980 yılında ancak başörtülü kadınlar seçilme hakkını kazanmışlar! A cahil kızım, ondan önce eğitimli
kadınlarda başörtüsü yoktu ki. 2. Meşrutiyette kızlar ilk okula girebildiler. O zaman onların başları örttürülmedi. Henüz Cumhuriyet olmadan Çorum’da 1922-24 yılları arasında gittiğim Ravza-i Nisvan isimli ilkokulda okudum. Hiçbirimizin başı örtülü değildi, hatta oldukça büyük kızlar olmasına karşın. Bunu kanıtlayan fotoğraf da var. Kuran dersimiz vardı, onda da başımız örttürülmedi.

Oradan göçtüğümüz Bursa’daki Nilüfer Hatun okulunda ve Bizim Mektep’de 1924 yılı sonu, 1925 yılı içinde yine kızlarda başörtüsü yoktu. Öğretmen okulu ve üniversitede yine başımız açıktı. İşin ilginç yanı 1925’te çıkan Kıyafet Kanununda Kızların başörtüsü ile ilgili bir madde bulunmuyordu. Padişahlık dönemindeki gelenek sürüyordu.
Ne zamana kadar sürdü biliyor musunuz? 1980′de Kurucu Meclis üyesi Mehmet Yamak’ın İmam Hatip kızlarının başının örtülmesini istemesine kadar. Ben hemen kendisine
“Bizde bir rahibe sınıfı olmadığını, rahibeler gibi kızlarımızın başlarının örttürülmeyeceğini” yazdım. Fakat bundan sonra, değil İmam Hatip kızları, liselerde üniversitelerde çalışkan, fakat

yoksul kız çocuklarını, başlarını örtmeleri koşulu ile aylığa bağladılar.

Böylece Eğitime başörtüsü girdi. O bir din kıyafeti sayıldığından, laik devletin kurumlarında bunların okumaması gerekti. Yobazlık ve siyasal hırs üstün geldi. Böylece eğitim yapan başörtülüler, başörtülü olduklarından değil, eğitimli oldukları için seçilmeye başladı,
Emine Hanım! Hoş, ilk kadın seçilmesinde Satı kadının başı örtülü idi ve seçilmişti.

Emine hanım! O rahibe kıyafeti ile de olsun, eşinizin koluna girip ülke ülke dolaşarak Başkanlarının elini sıkmanız bile, o fırsat buldukça kötülediğiniz Cumhuriyeti kuranlar sayesinde. Cahillik ancak çokkkk.. okumakla önlenir, bilesiniz…

Emine Erdoğan’ın, “Harem okuldur, kadınların hayata hazırlandıkları bir
eğitim yuvasıdır.”
sözlerine yanıtı ise şöyle oldu:

YAZIKLAR OLSUN!” 

” Emine Erdoğan artık her gün yeni bir inci! atıyor ortaya. Şimdi de Harem’in ne kadar
yüksek ideallerle çalıştığını, oradaki kadınları hayata, (hangi hayata?) hazırlandığını anlatıyor. Ona karşılık onların saltanat erkeklerinin birer seks aleti olduğunu, gereksiz gebe kalanların boğularak öldürüldüğünü, hepsinin tam birer köle olduğunu bilmiyor herhalde. Kadın sultanların mülk edinebilmelerini, özgürce kullanabildiklerini söyleyerek bu, kadın haklarının medeniyetimizde ne kadar köklü olduğınu gösteriyor, diyor. Kadın sultanların gözden düşünce bütün elindekilerin alındığını, halk kadının ise en ufak bir hakkı olmadığını, ancak Cumhuriyet ile kadın haklarının ele alınıp verildiğini, o sayede yalan yanlış söylese de kürsülere çıkıp konuşabilme özgürlüğünü, hakkını kazandığını kabul edemiyor Emine Erdoğan, yazıklar olsun!