CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU: “Hiç kimse şunu unutmasın; bir kişi ölürüz bin kişi geliriz. Hiç kimse bizi yıldıramaz!”

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU:
-BUNDAN SONRA KENDİ ÖNLEMİMİZİ KENDİMİZ ALACAĞIZ

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,

  • “Hiç kimse şunu unutmasın: Bir kişi ölürüz bin kişi geliriz. Hiç kimse bizi yıldıramaz!” dedi.

    CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun, İstanbul’da şehit polislerimizin cenaze töreni sonrası
    Atatürk Havalimanı VIP Salonu’nda yaptığı basın açıklaması şöyle:

    POLİS BİZİM POLİSİMİZ, ŞEHİT BİZİM ŞEHİDİMİZ

    Dün İstanbul’da yaralanan vatandaşlarımızı ve polis arkadaşlarımızı ziyaret ettik, geçmiş olsun dileklerimizi ilettik. Şehitlerimizin cenaze namazında beni üzen nokta şu:

  • Ramazan ayında, mübarek bir ayda şehidimiz var ve cenaze namazını kılacağız.
    Hepimizin saygı duyması lazım. Polis bizim polisimiz, şehit bizim şehidimiz. Yani bu ülkenin, bu toprakların değeri. Ona önem vermek hepimizin ortak görevidir, vicdan borcumuzdur.
    Terörü elbette lanetleyeceğiz. Ama bizim güvenliğimizi sağlamak için canını feda eden
    şehitlere de borcumuz varsa sonuna kadar yerine getireceğiz.

    KİMSEYE PABUÇ BIRAKMAM

    Önce uyardılar “Cenaze törenine katılmayın” diye. Niye katılmayacağız? “Efendim olaylar çıkar sizi taşlayabilirler, yumurta atabilirler.” Eğer bir şehit varsa onun cenaze törenine katılmak benim namus borcumdur. Öyle yumurta atılacak, taş atılacak, birisi “Niye buraya geldiniz?” diye bağıracak ve ben ona pabuç bırakacağım. Bırakmam arkadaşlar, bırakmam!

    CAMİNİN AVLUSUNDA SİYASET YAPILMAZ
    Cemaate özellikle buradan saygılarımı, hürmetlerimi sunmak istiyorum. Cemaat son derece saygılı bir şekilde namazı eda etmiştir. Ama aralarına katılan 5 – 6 kişi, sayıları bakın 5 – 6’yı geçmiyor, 5 – 6 kişi özellikle provokasyon yapıyor, bağırıyor, cemaati tahrik etmeye çalışıyor. Camide siyaset yapılmaz arkadaşlar. Caminin avlusunda siyaset yapılmaz. O nedenledir ki, cami cemaati namazını kılarken son derece saygın ve huşu içinde namazını kılmıştır.
    Namaz sonrası bağıran bir kişi, hemen protokolün arkasında yer alıp sürekli bağıran bir kişi, Eski Cumhurbaşkanımızın, Başbakanın, İçişleri Bakanının önünden geçerek, benim de önümden geçerken bir kurşunu bana atmıştır. Kurşun bu. Eğilip yerden almak istedik, koruma arkadaşlar parmak izi nedeniyle kağıda sardılar ve aldılar. Biraz sonra bu kurşunu polise tutanakla
    teslim edeceğiz.

    FERİŞTAHI GELSE İNANDIĞIM YOLDAN BENİ DÖNDÜREMEZ 

    Ayıp olan nokta şu; bir kişi Cumhurbaşkanının önünden, Başbakanın önünden,
    İçişleri Bakanının önünden geçecek, gelecek benim önümden geçerken bana bu kurşunu atacak. Beni ölümle tehdit edecek sözde. O’nun feriştahı gelse inandığım yoldan beni döndüremez, feriştahı gelse!

  • Ben ülkemi seviyorum, insanımı seviyorum, insanım için öleceksem canımız fedadır.
    Beni üzen nokta bütün bu olayların emniyetin gözü önünde, hatta bir anlamda
    onun koordinasyonunda gerçekleşmiş olmasıdır. 5 – 6 kişi. Ama bize şunu söylüyorlar.
  • “Kendi önleminizi kendiniz alın.”

    Göreceksiniz bundan sonra kendi önlemimizi kendimiz alacağız. Bakalım kim nasıl
    müdahale ediyor. Kimseye pabuç bırakmayacağız. Bu ülke sahipsiz bir ülke değildir.
    Ben daha önce Türkiye Odalar Borsalar Birliği’nde yaptığım konuşmada demokrasiyi savunmuş, özgürlükçü demokrasiyi savunmuş, parlamenter sistemi savunmuş,
    “Bunu bizim kanımızı dökmeden değiştiremezsiniz” demiştim. Şimdi bunun provalarını yapmaya çalışıyorlar. Bizim kanımızı dökerek rejimi değiştireceklerini sanıyorlar.
    Hiç kimse bizi yıldıramaz..

  • Şunu unutmasın: Bir kişi ölürüz, bin kişi geliriz. Hiç kimse bizi yıldıramaz.

    http://www.chp.org.tr/Haberler/11/chp-genel-baskani-kemal-kilicdaroglu-bundan-sonra-kendi-onlemimizi-kendimiz-alacagiz-23846.aspx

    =====================================

    Dostlar,

    CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na,
    saldırıyı esefle kınıyoruz..
    Çok açık ki, güvenlik güçlerinin en hafifinden ciddi zaafı vardır.
    CB’nı, Başbakanı yüzlerce yakın koruma ile canlı kalkanla çeviren Kolluk,
    Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanını da gereken en yüksek özenle korumak zorundadır.
    Kolluk, Hükümetlerin değil Devletin kamu görevidir.;
    Bu temel ilkelerden saparsak ülkemiz hızla daha da kanlı süreçlere sürüklenebilir.
    Herkes aklını başına almalıdır.
    En başta RTE!
    Bu saldırı, tüm boyutlarıyla aydınlatılmadığı sürece,
    kuşku çemberinin ortasında Tayyip bey kala kalacaktır..

    Zaten yeterince başımız ağrımakta. Ek travmaları kaldıracak durumda değiliz.
    Herkes ama her-kes en üst düzeyde sağduyulu davranmak ve
    HUKUK DEVLETİNİN sınırları içinde mu-la-ka durmak zo-run-da-dır..

    Sn. Kılıçdaroğlu’na geçmiş olsun diyor, dayanışma duygu – düşüncelerimizi belirtiyoruz.
    Dik ve yürekli duruşunu onaylıyor ve kutluyoruz..

    Sevgi ve saygı ile.
    09 Haziran 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net

    profsaltik@gmail.com

Nasıl örtbas edilecek?

Nasıl örtbas edilecek?

portresi

 

Nahit Duru
http://www.abcgazetesi.com/nasil-ortbas-edilecek-7155yy.htm, 7.6.16

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın üniversite diploması sahte mi, gerçek mi veya diploma aldığı bölüm Cumhurbaşkanı olması için gereken şartı karşılıyor mu karşılamıyor mu?

Bir de Erdoğan’nın diploma aldığı akademinin verdiği diplomaların  Danıştay tarafından iptal edildiği iddiası var.

Neresinden bakarsanız bakın olay vahim…
Varsayalım ki, Erdoğan’ın bir diploması var. Bu diploma Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi için gereken koşulları karşılıyor mu? Bu soruya ne yazık ki ‘evet’ yanıtını kimse veremiyor.

Sahtecilik savlarına gelince; Marmara Üniversitesi kurulmadan mezun olan birine, bu üniversiteden 4 yıllık lisans eğitimi yapmış gibi belge düzenlenmesi ve son olarak da, Erdoğan’ın mezun olduğu tarihlerde verilen diplomaların Danıştay tarafından iptal edilmiş olması soru işaretlerini arttırıyor.

Sosyal medya; diplomanın sahte olduğuna dair yorumlarla dolu. Bunlardan bir kaçı şöyle:

Diploma gerçek olsa:
– Yandaş medya iddia ortaya atıldığında çarşaf çarşaf diplomanın fotoğrafını yayınlar, savları çürütmeye çabalardı.
– Saray hemen bir basın bülteni yayınlar, veya sözcüsü diploma örneğini dağıtırdı.
– TBMM Başkanlığı, verilen soru önergelerine yanıt verir, diploma örneğini de ekine koyardı.

Ne var ki, bunların hiçbiri yapılmadı, ancak; Erdoğan gündem değiştirmek için hemen  bir başka konuyu tartışmaya açıverdi.

” Anneliği reddeden kadın eksiktir, yarımdır.”
“-Partili Cumhurbaşkanlığı, Başkanlık gibi ülkenin geleceğini ilgilendiren anayasa değişikliği sanki rafa kaldırılmış,

-ABD’de tutuklanan Rıza Sarraf’ın verdiği ifadede adı geçen bakanlar ve öbür yetkililer suçlanmamış, dağıttığı rüşvetler hiç gerçekleşmemiş, bu olaylar yaşanmamış,

-Almanya Ermeni soykırım yasasını kabul etmeden önce Türkiye lobi faaliyeti yapmış,
-Dokunulmazlıklar, anayasaya, yasalara, hukuka aykırı biçimde kaldırılmamış,” gibi…

Gerçi bu konulardan, yandaş medyayı okuyan ve izleyen halkın hiç haberi olmadı. Ancak Cumhurbaşkanının bu sözü tüm medyada yer aldı. Ne var ki; “Anneliği reddeden kadın eksiktir, yarımdır..” cümlesi gündeme öyle bir taşındı ki… Bu cümleyle yatıp, bu cümleyle kalkmaya başladık. Erdoğan bu işi iyi biliyor. Kadınlarımızın ve gerçek aydınlarımızın bu konudaki duyarlığını da…

Partili Cumhurbaşkanlığı, Almanya’nın Ermeni yasasını kabul etmesi, dokunulmazlıkların anayasaya aykırı biçimde kaldırılması ve diploma olayı unutulup gitti…

Bu arada, YARSAV’ın eski başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu‘nun Yüksek Seçim Kuruluna yaptığı başvuru arada kaynadı, kaynatıldı.

Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu‘nun sevgili kardeşim Mustafa Mutlu’ya yaptığı şu açıklama da gözden kaçtı:

  • “Ben ısrarla ‘İnşallah diploma vardır ve sahte falan da değildir’ demek istiyorum.
    Allah bunun aksinden Türkiye’yi korusun. Çünkü o zaman tam bir kaos başlar!
    Sadece Cumhurbaşkanı’nın cumhurbaşkanlığı düşmekle kalmaz; aynı zamanda iki yıldır attığı tüm imzalar hükmünü yitirir. Düşünün; bu iki yılda üç kez başbakan atadı, bakanlar kurulunu onayladı. Yüksek yargıya, üniversitelere, finans kurumlarına atamalar yaptı. Yüzlerce yasayı imzalayarak yürürlüğe soktu. Tüm bunlar bir anda tartışmalı hale gelir ve ülke, tarihinin en büyük ekonomik ve toplumsal krizine yol açar.”

Kanadoğlu, YSK’nın mutlaka bu konuda bir açıklama yapması, Eminğaoğlu’na yanıt vermesi gerektiğine de vurgu yapıyor.

Aylardır, Erdoğan’nın diploması gerçek mi, sahte mi, Cumhurbaşkanı olması için yeterli mi, değil mi tartışması yapıyoruz. Bu sorunun yanıtı Kanadoğlu’nun açıklamaları çok önemli.

Bakalım, her olayda olduğu gibi, bu konu da Nasıl örtbas edilecek?

===================================

Evet, kıdemli yazar Sayın Nahit Duru;

RTE’nin gündem oyunlarına düşmemek gerekiyor..
Kamuoyu bu ciddi sorunun peşini bırakmamalı..

Gordion’un düğümü bu diplomasızlık gibi görünüyor..
Bravo Sayın Ömer Faruk Eminağaoğlu..
Haydi Türkiye..
Dik dur ve hukukunu savun..

Sevgi ve saygı ile.
07 Haziran 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ATATÜRK : “Ben Soylu Değilim; Ulusum Soylu”


“Ben Soylu Değilim; Ulusum Soylu”

portresi

 

Prof. Dr. Süleyman Çelik
scelik44@gmail.com

 

Atilla Roma’yı kuşatmış, kent düşmek üzeredir. Papa gelir, önünde diz çöker ve yalvarır; “Roma’yı bağışlayın!” Atilla “ateşkes” emri verir ve ordugahına çekilir. Sonra, başlarında Papa olduğu halde Roma’nın tüm soyluları, kendilerini takdim ederek Atilla’ya şükranlarını sunarlar. Atilla onlara,

  • Ben soylu değilim, bu nedenle hiçbir sanım yok. Fakat ulusum soylu.” der.

Atatürk de hiçbir zaman “ben” dememiş, her şeyi ulusuna bağlamıştır. Planlanması, taktiği, stratejisi, sevk ve idaresi dahil, her şeyi ile üstün dehasının eseri olan Büyük Zaferi bile sahiplenmemiştir. İşte İzmir’e girdikten sonra yayınladığı mesajı:

  • Büyük Türk Ulusu! Akdeniz askerlerimizin zafer sesleriyle dalgalanıyor. Ordularımızın güç ve yeteneği düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza güven verecek bir mükemmellikte kendini gösterdi.

BÜYÜK VE SOYLU TÜRK ULUSU, BU BÜYÜK ZAFER ÖZELLİKLE SENİN ESERİNDİR. Anadolu’nun kurtuluş zaferini kutlarken, size İzmir’den, Bursa’dan, Akdeniz ufuklarından ordularımızın selamını sunuyorum.”

Samsun’a ikinci gelişinde Atatürk’ü, Samsun’daki öğretmenler İstiklal Ticaret Mektebinde düzenledikleri çay partisine davet ederler. Parti, söyleşi (sohbet) şeklinde yapılır. Söz alan öğretmenler Atatürk’e övgüler dizerler;

Sizin gibi başbuğumuz/ liderimiz/ önderimiz olduğu için dünyanın en saygın ülkesi olacağız, sizin yolunuzdan giderek göklere çıkacağız, düşmanlarımız korkuyla, dostlarımız sevinçle bizi izleyecekler, yeniden dünyanın efendisi olacağız vs.”

Sonunda Atatürk söz alır; iltifatlar için teşekkür eder ve “ancak” der;

  • Sizden olan, sizin gibi bir kişiye, sizden fazla önem yüklemek, her şeyi ulusun bir bireyinin kişiliğinde toplamak, tüm meselelerin çözümünü bir kişiden beklemek doğru değildir… Arkadaşlar, bir kişiyi istediğiniz gibi sevebilirsiniz. Kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, çocuğunuz gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi, ulusal varlığınızı herhangi bir kişiye vermeye, körü körüne onun ardından gitmeye neden olmamalıdır. Ben dahil, hiç kimseyi kılavuz edinmeyin, hiç kimsenin peşinden gitmeyin.

    Yalnız bilimi kılavuz edinin
    ..
    Dünyada her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için, maddiyat için, maneviyat için en gerçek kılavuz bilimdir. Bilimin dışında kılavuz aramak aymazlıktır, cahilliktir, sapkınlıktır.”

    Bu sözler daha sonra Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir”, günümüz Türkçesiyle “Yaşamda Tek Kılavuz Bilimdir” özdeyişine dönüştürülmüş ve özellikle eğitim kurumları olmak üzere her yere yazılmış, fakat ne yazık ki anlamı hiçbir zaman anlaşılmadığı için ülke bu günlere gelmiştir.

Gazetelerin yazdığına göre, “Niğde’nin Çamardı İmam Hatip Lisesi Müdürü Abdülgani Özkan, siyah manto ve beyaz türbanlı kız öğrencileri okul bahçesinde harf biçiminde dizmiş ve Recep Tayyip Erdoğan’ın isminin baş harfleri olan “R.T.E.” yazdırmış. Bu karenin üzerine, ünlü “müminler askerimiz, camiler kışlamız, minareler süngümüz” dizelerini anımsatan, “Müminiz, askeriz; ölsek de imam hatipliyiz. Yolundayız Reis” yazısını eklemiş ve fotoğrafı Erdoğan’a göndermiş. Tayyip Erdoğan da, müdür ve yöneticiler ile öğrencileri ödüllendirerek Ankara’daki sarayına davet etmiş, ağırlamış.”

Bu haberi okuyunca Atilla ve Atatürk ile ilgili yukarıdaki anılar aklıma geldi.

======================================

Çoook teşekkürler değerli dostumuz Prof. Süleyman Çelik hocamız..

Sevgi ve saygı ile.
07 Haziran 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Çağdaş Demokrasi ve Evrensel Hukuk Bağlamında Laikliğin Teori ve Pratiği

Çağdaş Demokrasi ve Evrensel Hukuk Bağlamında Laikliğin Teori ve Pratiği

İstanbul Barosu Başkanlığınca düzenlenen ‘Çağdaş Demokrasi ve Evrensel Hukuk Bağlamında Laikliğin Teori ve Pratiği’ konulu panel, 27 Mayıs 2016 Cuma günü
saat 16.00’da İstanbul Barosu Kültür Merkezinde yapıldı.

Panelin açılışında konuşan İstanbul Barosu Genel sekreteri Av. Hüseyin Özbek, Batı dünyasının yüz yıllarca önce, hem ekonomik yatırımların hem de toplumsal dönüşümlerinin temeli olan Batı Aydınlanmasının, kiliseyle hesaplaşma sonucu gerçekleşebildiğini söyledi.

Türkiye’de böyle bir süreç yaşanmadığını belirten Özbek,  ancak 1800’lü yıllarda orta Avrupa’daki Osmanlı askeri üstünlüğünün giderek sona ermesiyle birlikte süreç içinde Batının Osmanlıya üstünlüğünün dinde arandığını, yani başımıza gelenlerin dinden, şeriattan saptığımız için geldiği inancının yaygın hale geldiğini bildirdi.

Batıdaki modernleşmenin Osmanlıya asıl etkisinin ve dayatmasının sosyal alanda değil, askeri alanda görüldüğünü altını çizen Hüseyin Özbek, Saltanatın ve Hilafetin yürürlükte olduğu bir dönemde Türkiye modernleşmeyi sağlıklı bir biçimde yürütebilir miydi? Bir yanda medrese kültürü, öbür yanda modernleşme ülkeyi çağdaş uygarlığa kavuşturabilir miydi? Bu panelde bu sorulara yanıt bulmaya çalışacağız.” dedi.

Açılış konuşmasından sonra paneli de yöneten Özbek, iki konuşmacı hakkında tanıtıcı bilgiler verdi ve oturumu başlattı.

İlk konuşmacı Araştırmacı-Yazar Osman Selim Kocahanoğlu, konuşmasında Osmanlı toplum yapısı, medrese kültürünün bu yapı üzerindeki etkileri üzerinde durdu.

Batıda kilise ile devletin ayrı ayrı yapılar olduğunu, Kilisenin gücünün toplumsal gelişmelere engel olduğunun görüldüğünü ve kilisenin gücünün kırılması için büyük bir savaş verildiğini belirten Kocahanoğlu, ancak bundan sonradır ki, Batıda Aydınlanma döneminin yaşandığını bildirdi.

Osmanlının Yavuz sultan Selim döneminde Hilafeti üstlenmesiyle (AS: 1517) toplumsal gelişmede Batı ile çelişkiye düşüldüğünü ve gerileme döneminin başladığını anlatan Osman Selim Kocahanoğlu, uhrevi ve dünyevi yetkinin tek kişide birleştiğini ve bu durumun Cumhuriyete dek sürdüğünü söyledi.

Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şahin Filiz, insan ilişkilerini, insanlaşmak = kültür olarak niteledi ve Osmanlıdaki insan ilişkileri üzerinde durdu. Siyasal İslamda mantıksal çelişkilerin bulunduğuna dikkat çeken Prof Filiz, İslamileştirmenin şeriata, sekülerizmin ise laikliğe karşı olduğunu bildirdi.

Dini anlayışların (cemaatlerin) oluşturduğu toplulukların sivil toplum olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığına dikkat çeken Şahin Filiz, siyasal İslamcılığın insanların kültürel ve sanatsal yaşam alanlarını tıkadığını söyledi.

Milliyetçilik kavramının muhafazakârlıkla bağdaşmayacağını, çünkü Milliyetçilik kavramında Devrimciliğin de bulunduğunun altını çizen Filiz, laikliğin müslümanı müslümandan korumak için var olduğunu, devletin ise Müslüman olamayacağını sözlerine ekledi.

============================================

Dostlar,

Her 2 dostumuza da; İstanbul Barosu Genel Sekreteri Sayın Av. Hüseyin Özbek ve Akdeniz Üniversitesinden Prof. Şahin Filiz’e (3. konuşmacıya da!..) teşekkür ederiz.. Can alıcı noktaları gerçek bir aydın (entellektüel) olan Sn. Av. Hüseyin Özbek özetlemiş.

Biz de aynen katılarak paylaşmak istedik..

Sevgi ve saygı ile.
07 Haziran 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ALMANYA FEDERAL MECLİSİNİN KARARI KENDİ SOYKIRIMCILIĞINA “ORTAK“ ARAMANIN DIŞINDA BİR ANLAM TAŞIMAMAKTADIR

 

ALMANYA FEDERAL MECLİSİNİN KARARI, KENDİ SOYKIRIMCILIĞINA
“ORTAK” ARAMANIN DIŞINDA
BİR ANLAM TAŞIMAMAKTADIR.

Istanbul_Barosu_Logosu

Almanya Federal Meclisi, “1915 ve 1916 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere ve diğer Hıristiyan azınlıklara uygulanan soykırımın hatırlanması ve anılması” başlıklı tasarıyı kabul ederek tarihsel bir “çarpıtmaya” imza atmıştır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; parlamentoların, ekonomik ve siyasal çıkarlar doğrultusunda tarihi yeniden kurgulama, gerçek dışı kurgu üzerinden  karar alma hak ve yetkileri bulunmamaktadır. Almanya Federal Meclisi,
reel tarihi dışlayıp, ürettiği sanal tarih üzerinden hareketle, görev ve yetki alanına girmeyen bir konuda karar almıştır. Bu nedenle tarihsel gerçeklere tümden aykırı  bu karar hukuksal olarak yok hükmündedir.  Osmanlı İmparatorluğunun ve Türk milletinin“soykırımcı” ilan edilmesi, Alman Parlamentosunun hakkı ve haddi değildir. Bu kararla Almanya, Türk milletini derinden rencide etmiş, aradaki tüm gönül köprülerini de onarımı olanaklı olmayacak biçimde atmıştır. Bu tavır “dostluğa” ve “müttefikliğe” sığmayan, hasmane bir tutumdur.

Hiçbir ciddi tarihsel ve bilimsel referansa dayanmayan kararda;“Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi ve iki halk arasında barışma sürecini ileriye taşıyacak faaliyetlerin desteklenmesi” çağrısı ise tam bir komedidir. Tam aksine bu kararla nesnel, bilimsel ve tarihsel araştırmaların önü tıkanmakla kalmamış; ekilen kin ve nefret tohumları sulanmıştır. Yine kararda sözde soykırımdan yalnızca Ermenilerin değil,
“Asuriler, Süryaniler ve Keldaniler” gibi öbür Hıristiyan azınlıkların da etkilendiği” savı, iddiaların etnik temelin yanı sıra dinsel temele oturtulması, gerçekte kararın
hangi politik saiklerle (AS: dürtülerle) alındığına ışık tutmaktadır.

Kararda, sözde soykırımda  Alman İmparatorluğunun “yüz kızartıcı rolü” ne yapılan atıf
(AS: gönderme) ve vurgu, Türk milletine yönelik iftiranın hazmettirilmesine yönelik sinsi bir taktiktir. Ancak bunun için bu denli uzağa gidilmesine de gerek yoktur. Bu çerçevede aynı Alman Parlamentosunun yakın geçmişte Cezayir’de, Yugoslavya’da, özellikle Bosna’da, Ruanda’da yaşanan soykırım ve etnik katliamlar, Ortadoğu’da süren savaş ve yıkımlar konusunda  Almanya ve kimi Batılı devletlerin emperyalist politikalarının teşhirine yönelik herhangi bir tasarrufunun olmaması son derece ilginçtir !

Alman devleti bu kararla, ülkesinde yaşayan, Alman ekonomik mucizesinde alın teri bulunan, birçoğu Alman yurttaşı olmuş üç milyon Türk’ü de hiçe saymıştır. Bu aşamadan sonra
Alman politikacılarının soykırımcı ilan ettiği bu insanların yüzüne utanmadan
nasıl bakacaklarını, onlardan nasıl oy isteyeceklerini gerçekten merak ediyoruz.

Ayrıca bu iftiranın eğitim programına alınarak, Almanya’da öğrenim gören
gurbetçi çocuklarına atalarının soykırımcı olduğunun dikte edilecek olması,
Almanya’nın Türkiye düşmanlığı üzerine inşa ettiği stratejisinin en açık göstergesidir.

Merak ettiğimiz bir başka konu da üyesi oldukların millete, atalarına atılan iftiranın oylanmasında “evet” oyu kullanan Türkiyeli (!) vekillerin vicdanlarının sızlayıp sızlamadığıdır! Federal Meclise kapağı atmanın yolunun entegrasyon tornasına Türk girip Germen çıkmak olduğunun somut kanıtı olan bu vekil karikatürlerine, atalarının kemiklerini sızlattıklarını, Türk milletinin kendilerini gönül defterinden sonsuza dek sileceğini anmsatmak isteriz!

Sonuç olarak; Almanya bu kararla politikaya ve kimi lobilere tutsak olarak aslında
kendi saygınlığını ve inandırıcılığını yok etmiştir. Kuşkusuz ki bunun sonuçları ile yüzleşecek, diplomatik, ekonomik ve psikolojik sonuçlarına katlanacaklardır. Türk Milleti,
Almanya’nın bu ikiyüzlü tutumunu, buna önayak ve destek olanları hiçbir zaman unutmayacak ve bağışlamayacaktır. Türkiye Almanya ilişkileri hiçbir zaman
eskisi gibi olmayacaktır.

Emperyalist çıkarları için hukuk ve bilim dışı iftiranın sorumlularına önerimiz,
gerçek soykırımcıları görmek istiyorlarsa aynaya bakmalarının yeterli olacağıdır!
03.06.2016

İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI

23 Ağustos Nazizmin ve Stalinizmin kurbanlarını anma günü

23 Ağustos Nazizmin ve Stalinizmin
kurbanlarını anma günü

Portresi_ATA_ile

Onur Öymen

Avrupa Parlamentosu, 2009 yılında aldığı bir kararla 23 Ağustos’u
Nazizmin ve Stalinizmin kurbanlarını anma günü ilan etti.

İsveç, Estonya, Lituanya, Letonya, Bulgaristan, Hırvatistan, Polonya, Macaristan, Slovenya, Kanada, Gürcistan ve ABD 23 Ağustos’un “Siyah Kurdele Günü” adıyla
Nazizmin ve Stalinizmin anılması günü olarak kabulü için özel yasa çıkarttılar.

Böyle özel yasa çıkartmayan ülkelerden biri Almanya, biri de Türkiye.

Acaba böyle bir yasa çıkartmamızın zamanı gelmedi mi?
Hükümet ve muhalefet partileri böyle bir öneriyi Meclise getirmeyi düşünürler mi?

Saygılar, sevgiler.
06 Haziran 2016

TÜRKLER SOYKIRIM YAPMADILAR !


TÜRKLER SOYKIRIM YAPMADILAR !

portresi, Gülümseyen

 

 

Prof.Dr.rer.nat. D.Ali Ercan
ADD Bilim Kurulu Başkanı

 

 

Değerli dostlar,

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır…)

Ermeni sorunuyla ilgili olarak, Almanların, İspanyolların, İngilizlerin ve çağımızda ABD’nin son 200 yıl içinde Dünyanın dört bir yanında, Afrika’da, Amerika’da veya Uzak Asya’da işledikleri utanç verici katliamlardan sözetmek “Türklerin de Ermeni soykırımı yaptığı ve bu örnekleri göstererek kendine bir mazeret kılıfı aradığı” izlenimini veriyor…

“Sen de … yaptın” demek kendi suçunu yadsıma veya örtbas etmek isteyen bir insanın psikolojik davranışıdır. Dolayısıyla bu yaklaşım çok yanlıştır.

Gerçek şu ki; 
Türkler Ermeni soykırımı yapmadılar… 

Ayrıca Osmanlı Devleti tebaasının adı da “Türk” değil, Osmanlı idi…

Soykırım

  • Bir Devlet (veya büyük bir silahlı örgüt) tarafından bir halk kesimine bir etnik kümeye karşı planlı bir biçimde yürütülen katliamdır. Doğu Anadolu’da 1915’te meydana gelen trajik olaylar ise böyle tek yanlı, organize bir olay değil; Osmanlının yüzyıllar boyunca kötü yönetimi altında ezilmiş, kin ve nefretle dolmuş ve kışkırtılmış halk topluluklarının birbirlerine karşı boşalmalarından, “karşılıklı boğazlaşmak” tan (mukatele) başka bir şey değildir…

    1923’te kurulmuş olan Çağdaş, Laik Türkiye Cumhuriyeti‘nin yurttaşları olarak bizler, Osmanlı’nın kalıntısı, devamı değiliz ve Osmanlının doğru-yanlış, iyi-kötü hiçbir kalıtını (mirasını) kabullenemeyiz. (Biraz da Atatürk sonrası basiretsiz ve beceriksiz Türk Dış Politikası sayesinde)

Dünya Kamuoyunun desteğini de alarak, Türkiye’den Tanıma – Toprak – Tazminat istemlerini yasallaştırmak için Yüz yıldır sürdürülen Diaspora çığırtkanlığına pabuç bırakmayız.

Dik duralım; çünkü bu sorun Lozan‘da son bulmuştur.

Saygılarımla.
06 Haziran 2016

====================================

Dostlar,

Sn. Prof. Ercan’ın iletisini içerik olarak biz de fazlasıyla paylaşıyoruz..

Şu dakikalarda (6 Haziran 2016; saat 22:28)
26. Genelkurmay Başkanımız Sn. E. Org. İlker Başbuğ
Ulusal Kanal’da Şule Perinçek ve Gülgün Feyman’ın konuğu..

Son derece ciddi, belgesel, ağırbaşlı bir yayın 2 saate yaklaşan zamandır sürüyor..

Lütfen izleyiniz..
Daha sonra mutlaka yinelemesi yapılacaktır..
Ulusal Kanal‘ın program arşivinden erişmek ve erişkesini (linkini) vererek herkesle, ama herkesle paylaşmak, duyurmak gerek..

Batı emperyalizminin iğrenç siyasetini, ikiyüzlülüğünü bilmeyen yok..
Bu onmaz hastalığı ve sefil etiketi günümüzün küresel emperyalistlerinin boynuna astıktan sonra şu saptamayı yapalım ki;

  • AKP iktidarının 14 yıllık basiretsiz, beceriksiz, tutarsız, ufuksuz, hamasi, bilgisiz…. berbat politikaları (!?) ve yönetimiyle (!?) Türkiye bu çıkmaza sürüklendi.
  • AİHM Büyük Dairesi’nin Perinçek – İsviçre davasında verdiği paha biçilmez uluslararası mahkeme kararının (kesinleşmiş hükümdür!) bile değerini bilmeyen / hatta inanılmaz bir vefasızlıkla görmezden gelen talihsiz bir dinci siyasal kadronun zavallılığını kullanıyor Batı.. Halkımızın bu hazin boyutu iyice bilmesi gerek.. Batı, RTE’den kurtulmak istiyor artık.. ancak faturayı ülkemiz ve halkımız ödüyor.. Planın bu 2. boyutunun ayırdında olmak ve direnmek gerek!RTE usulca kenara çekilse ya da Cumhuriyetimizle ve Batıyla dalaşmaktan vazgeçse ne iyi olur?

    AKP – RTE derhal Vatan Partisi’nin uzmanları ile, başta söz konusu davanın mimarı ve kahramanı, yetkin hukuk doktoru Sn. Doğu Perinçek ile yakın işbirliğne girmelidir. Onların engin bilgi birikimi ve deneyiminden mutlaka yararanılmalıdır.

    Web sitemizin manşetine, soruna ilişkin temel önerilerimizi koymuştuk.. Bakılmasını dileriz..

    Sevgi ve saygı ile.
    06 Haziran 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

GIDA GÜVENLİĞİ ve MEVZUATI

Sevgili AÜTF Halk Sağlığı Anabilim Dalı Asistanlarımız
Öğrencilerimiz,
Site Okurlarımız..

“GIDA GÜVENLİĞİ ve MEVZUATI”

başlıklı 34 sayfalık kapsamlı bir pdf dosyasını ilgi ve bilginize sunmak istiyoruz..

aclik_olumu_anne_ve_bebegi

Yararlı olması dileğiyle..

“GIDA GÜVENLİĞİ ve SANİTASYONU” başlıklı power point dosyasıyla birlikte okunmasını öneririz :

https://ahmetsaltik.net/2014/11/13/gida-guvenligi-ve-sanitasyonu-2/

Sevgi ve saygı ile.
06 Haziran 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

7 Haziran’daki şoku zafere çevirmeyi başardı!

7 Haziran’daki şoku zafere çevirmeyi başardı!

portresi


Osman ULAGAY

Cumhuriyet, 03.06.2016

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Erdoğan’ın zaferine herkes katkıda bulundu

Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiren herkesin bir gerçeği teslim etmesi gerekiyor. Erdoğan son bir yıl içinde müthiş bir siyasetçi olduğunu kanıtladı ve büyük bir zafer kazandı. Muhalifleri ise seçmenin sunduğu fırsatı kullanamadı ve hezimete uğradı.

7 Haziran 2015 günü yapılan seçimde Erdoğan’ın “tarafsız cumhurbaşkanı” olarak büyük destek verdiği AKP’nin TBMM’deki sandalye çoğunluğunu kaybetmesi büyük bir şoktu başkanlık hayalleri kuran Erdoğan için. Çoğunluğu ele geçiren muhalefet partileri için ise büyük bir fırsattı. Ama onlar seçmenin onlara sunduğu Türkiye’nin gündemini değiştirme fırsatını kullanamadılar çünkü gündemi değiştirmeye hazır değildiler. Erdoğan seçim şokunu atlatınca hemen kendi senaryosunu yazdı ve rolleri dağıttı. Deniz Baykal, CHP, MHP, HDP, Kandil ve PKK bu rolleri hemen benimseyip oynamaya başladı ve bugünlere gelindi. 7 Haziran hiç olmamıştı sanki. 8 Haziran 2015 sabahı suya düşmüş görünen Erdoğan’ın “sınırsız yetkili başkan” olma hayali şimdi gündemin birinci sırasında.

Şanlı geçmişi pazarlama modası

Türkiye’nin gündemini tek başına Erdoğan belirliyor. Erdoğan’ın gündeminde tantanalı fetih kutlamaları vardı geçen hafta. Erdoğan törende yaptığı konuşmada Batı dünyasına ders vermeye devam etti, Batı’nın “Fetih”in intikamını almak için Türkiye ile uğraşmaya devam ettiğini söyledi. Kutlama sırasında iktidara yakın TV kanallarında yapılan röportajlarda da her mikrofonu eline alan kişi bütün fenalıkların Batı’dan geldiğini ama AKP iktidarı sayesinde yeniden dirilen Türkiye’nin Batı’nın cezasını vereceğini vurguladı. Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı olan Türkiye güçlüydü, lideri kararlıydı, O’nun bütün yetkileri elinde topladığı bir Türkiye, Allah’ın izniyle herkese kafa tutabilirdi.

Erdoğan küresel trendleri iyi izleyen bir lider. Şanlı geçmişi geri getireceğini vaat ederek halkı avutmak moda haline geldi şimdi. ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı olmaya hazırlanan ünlü işadamı Donald Trump da aynı şeyi yapıyor. “Amerika’yı yeniden dünyanın lideri yapacağım, ABD’nin gücünü herkese göstereceğim” diyor. Nasıl yapacağını söylemiyor ama hoşnutsuz kitleyi peşinden sürükleyebiliyor. Rusya’da Putin, ülkesini yeniden dünyaya kafa tutabilen bir süper güç haline getireceğini söyleyerek, iki yıldır küçülen ekonominin yarattığı sıkıntılara karşın popülaritesini koruyabiliyor.

Erdoğan, Putin ve Trump gibi liderlerin, teknolojinin geleceği belirleyeceği bir dünyada ülkelerini iyi bir yere ulaştırması zor, yeni sorunlara sürükleme potansiyeli ise yüksek ama geçmişi geri getirme vaatleriyle kitleleri peşlerinden sürüklemeyi başarıyorlar.

Farklı gündemi kim oluşturabilir?

Bugün gelinen noktada, seven sevmeyen herkes Erdoğan’ın ne yapacağına odaklanmışken Türkiye’nin gündemini değiştirmek kolay değil. AKP dışındaki siyasi partilerin bugünkü yapılarıyla bunu başaramayacağı son bir yılda daha da netleşti. Onların dışında Türkiye’nin gündemini değiştirmek için, hiç değilse fikir üretme konusunda bir şeyler yapma kapasitesine sahip olanların da bu konuya öncelik verdiğini söylemek olanaksız. Türkiye’nin gidişatından memnun olmayan, dost ortamında Erdoğan’ı acımasızca eleştiren ve ülkenin geleceği konusunda kaygı duyan kişilerin bu yaz boyunca tatil programlarını bozarak, Türkiye’nin gündemini değiştirmek için çaba harcayacağını hiç sanmıyorum. Bu kişilerin dünyada olup biteni izlediğine, dünyadan kopmanın tehlikelerini gördüğüne, geçmişe odaklanmış bir gündemle ve tek adam yönetimiyle Türkiye’nin çıkmaza sürükleneceğini bildiğine eminim ama bu konuda bir şeyler yapmanın, bir şeyler düşünmenin, inisiyatif almanın başkalarının işi olduğunu düşünüyorlar herhalde.

Farklı bir dünya mümkün

Bu ortamda bir umut ışığı görmek istiyorsak geçmişe değil geleceğe bakmanın ve dünyadaki ilginç gelişmelere odaklanmanın bize bir çıkış yolu açabileceğini düşünebiliriz. Ekonomiden politikaya, küresel ısınmadan jeopolitik gerilimlere, bugün yaşanmakta olan sorunların ve teknolojideki atılımın dünyayı bir kırılma noktasına yaklaştırmakta olduğunu görenlerin sayısı giderek artıyor. Pek çok konuda “böyle gelmiş ama böyle gitmez” noktasına gelinmiş olması ve toplumsal tepkilerin siyasi tepkiye dönüşmeye başlaması dünya düzeninde köklü değişimin gerekli olduğunu düşünenlerin elini güçlendiriyor. Geçmişe dönüşün çıkış yolu olamayacağını görenler farklı bir geleceğin hayalini kurmaya çalışırken, gündeme gelen ve bize de esin kaynağı olabilecek olan kimi gelişmelere yandaki yazıda değineceğim.

Değişim rüzgarı neoliberal düzeni sarsıyor

Dünyada işler iyi gitmiyor….
– OECD’nin önceki gün açıklanan son raporunda da belirtildiği gibi, dünya ekonomisi düşük büyüme tuzağından bir türlü kurtulamıyor.
– Ekonomide büyüme yetersiz kalırken eşitsizlik hızla artıyor, özellikle gelişmiş ülkelerde geniş kesimin hayat standardı düşüyor, gelecek güvencesi kalmıyor.
Mülteci akını da buna eklenince mevcut hükümetler kitle desteğini kaybediyor ve popülist liderlere gün doğuyor.
– Latin Amerika’da başkanlık rejimiyle yönetilen ülkelerin çoğunda ekonominin yavaşladığı ya da küçüldüğü, yolsuzluk iddialarının gündeme geldiği görülüyor.
– “Tek adam” yönetiminin geçerli olduğu Rusya da benzer bir durumda.


Öte yandan teknolojideki değişimin yeni sorunlara yol açması kaçınılmaz görünüyor ve son 35-40 yıla damgasını vuran düzenin artık değişmesi gerektiğini savunanlar çoğalıyor. Bu bağlamda bazı ilginç gelişmelere tanık olunuyor.

Vatandaşlık geliri referandumu

Önümüzdeki pazar günü her İsviçre vatandaşına yılda 30.000 İsviçre Frangı tutarında “vatandaşlık geliri” bağlanması konusunda referandum yapılacak İsviçre’de. Önerinin kabul görmesi beklenmiyor ama böyle bir önerinin referanduma sunulmuş olması bile önemli bir gelişme. Konu Finlandiya ve Hollanda gibi ülkelerin de gündeminde. Belki daha da ilginç olan ise “vatandaşlık geliri” önerisinin ABD’de ve özellikle Silikon Vadisi’nde ilgi görmeye başlaması. 4. Sanayi Devrimi’ni gündeme getiren teknolojik dönüşümün milyonlarca çalışanı işsiz bırakması kaçınılmaz göründüğü için Silikon Vadisi’nin teorisyenleri de her vatandaşa koşulsuz olarak bir temel gelir sağlayacak olan “vatandaşlık geliri” uygulamasına sıcak bakmaya başladı.

IMF neoliberalizme karşı
Geçen hafta IMF’nin üç tanınmış ekonomistinin ortak imzasıyla kurumun yayın organı olan Finance & Development dergisinde yayımlanan makalede dünya ekonomisinde bugün yaşanmakta olan sorunların neoliberal politikalara aşırı değer verilmiş olmasından kaynaklandığı ileri sürüldü. Makalede

– eşitsizliğin artması ve
– küresel büyümenin tıkanmış görünmesi de

neoliberal politikalarla ilişkilendirildi. Çoğu kimsenin neoliberal politikaların kalesi olarak gördüğü IMF’nin böyle bir görüşe yer vermesi dikkate alınması gereken önemli bir gelişme.

Vergi cennetleri hedef tahtasında
Küresel şirketlerin kârlarının büyük bölümünü vergi cennetlerinde tutarak vergiden kurtulması ve toplamı 1.7 trilyonu bulan ABD şirketlerine ait nakit fazlasının ekonomiye katkıda bulunacak yatırımlara dönüşmemesi, giderek daha fazla göze batmaya başladı. Şimdi vergi cennetlerine karşı ne gibi yaptırımlar uygulanabileceği tartışılıyor.

==========================================

Dostlar,

Boğulmak üzereyiz KüreselleşTİRmecilerin dayattığı Yeni Dünya Düzeni’nde (!)

Özellikle 1980’den bu yana 35 yılı geçtik..

Büyüklerin deyimiyle “Dünyanın çivisi çıktı..”

Artık küresel – emperyal mekezlerde de bu derin – onmaz çelişme ve tıkanmaların
halının altına süprürülemediği izleniyor..

Kanada’dan Prof. Michelle Chossudovsky‘nin reçetesi yalındır :

* DİRENİŞİ KÜRESELLEŞTİRMEK..
Yoksulluğun Küreselleşmesi adlı görkemli yapıta önsöz yazan Prof. Noam Chomsky,
böyle not düşmüştü..

*****
KÜRESELLEŞME : İKİ YÜZE BİR MASKE

  • Küreselleşme adı verilen şeyin tarihsel gelişmenin kaçınılmaz olgusu değil,
    bir avuç dev tekeller topluluğunun politikası olduğu açığa çıktı. Sıradan politika,
    kendini evrensel ve kaçınılmaz olgu diye sunmuştu. Bu basit yolla insanlık, ateş denizinde
    mumdan gemilere dolduruldu
    Şimdi yeni, gerçek ve öncekilerden daha sağlam gemiler
    inşa etmek için çalışıyoruz.”
  • Başlangıçta buğulu cam ardına yerleşmiş bu şoförü seçmek belki güçtü; şimdilerdeyse
    buğu bir yana cam da ortadan kalkmıştır. Burun buruna geldiklerimiz yatırımcılar’(!), ‘reformcular’, ‘yapısal uyarlamacılar’, (!) ‘piyasalar’, ‘ulusötesi tekeller’dir.
    Bunlar, azgelişmiş ülkelerin yöneticilerine “reformları” (!) gerçekleştirdikleri sürece ‘demokrat‘, bundan cayacak olurlarsa ‘diktatör – zorba‘ etiketleri dağıtanlardır.
    (AS: Retorik tuzağa dikkat!)
    (Prof. KALDONE G. NWEIHED, Venezuela’nın Ankara Büyükelçisi,
    Çev. B.T. Gürel, Memleket Yay., ISBN: 978-9944-5435-1-4, 2006)

*****
Acaba Türkiye, boğuntuya getirildiği iç gündem ve sorunlar sarmalından ne ölçüde başını kaldırarak Küresel dinamiklere, konjonktüre bakacak ve stratejik konum alabilecek ??

Değerli yazar Ulagay, 28.09.2008’de Milliyet’te yazmıştı :

Ahlaksiz_piyasanin_cokusu_Ilhan_Ulagay

 

Türkiye, bu çok kötü yönetim sarmalından hızla kurtulmak zorunda..

Sevgi ve saygı ile.
05 Haziran 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Rıfat Serdaroğlu: DÜNYA LİDERİ HA!

DÜNYA LİDERİ HA!

portresi_gulen

Rıfat Serdaroğlu

Yalan üstüne yalan söyleyip Türk Milletinin %50′sini kandırmak bir yere kadar mümkün olabilir!

*
Gizli işlerinizi yaptırdığınız has adamınızı, ayak oyunlarıyla Başbakan yapmak da mümkün olabilir!
Kısa zamanda ve haram yoluyla dünyanın en zengin 8 siyasetçisinden biri olmak da mümkün olabilir!
“Namus ve Şeref” üzerine yemin edilen Anayasa’yı belli bir süre çiğnemek de mümkün olabilir!
Haram para ile alınan basın kuruluşlarına istediğinizi yazdırmak da mümkün olabilir!
Fakat herkesi özellikle dış dünyayı sürekli olarak kandıramazsınız
*
Anonsçu Başbakan Kayınço Binali, İzmir’de nasıl bağırıyordu;
“Geliyor, geliyor Dünya Lideri geliyor!”
Sanki T.C. Başbakanı değil de, sahneye çıkacak assolisti takdim eden sunucu gibi mübarek!
*
Dünya Lideri Ha!
Siz ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesinin Obama ile beraber Eşbaşkanı olacaksınız!
Obama ile bizim, bu bölgede çok önemli görevlerimiz var, diye kasılacaksın!
Ama ABD, sizin Terör Örgütü dediğiniz PYD’den yana taraf olacak, sizi takmayacak!
Sevsinler sizin gibi Dünya Liderini…
*
Dünya Lideri Ha!
17/25 Aralık 2013 tarihine kadar “Ortaklık” yaptığınız, yolsuzluklar-hırsızlıklar-rüşvetler ortaya çıkınca Cemaati “Terör Örgütü” ilan ettiniz.
Amerika’dan da, Cemaati terör örgütü olarak tanımasını istediniz.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, dün Fethullah Gülen Cemaatini “Terörist Örgüt” olarak görmediklerini söyledi!
Sevsinler sizin gibi Dünya Liderini…
*
Dünya Lideri Ha!
Almanya’da milyonlarca avro harcayıp miting düzenlediniz.
Estiniz gürlediniz. Merkel benim sözümden çıkmaz diye hava attınız.
Ne oldu? Almanya Parlamentosu, 1915 olaylarını “soykırım” olarak niteleyen tasarı oy çokluğuyla kabul edildi! (AS: 1 red + 1 çekimser.. oybirliği sayılır..)
Sevsinler sizin gibi Dünya Liderini…
*
Dünya Lideri olmak;
Tahta atlarla surlara saldırmakla, oyuncak gemileri karadan yürütmekle olmaz.
Tüm dünyada itibarlı, sözü dinlenir, bilgili kişi olmak gerekir.
Aksi takdirde kendi küçük ve karanlık dünyanızın lideri olursunuz…
*
Sahi, ne oldu bizim şu vizesiz Avrupa sözünüz?
Pasaportumuzu cebimize koyunca Avrupa’ya elimizi kolumuzu sallayarak gidebilecek miyiz?

Hadi oradan yahu, güldürmeyin insanı…

=================================

Tek sözcükle sağolun üstad Rifat Serdaroğlu

Sevgi ve saygı ile.
05 Haziran 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com