Adli Muayene/Raporlamada Dikkat Edilmesi Gereken Konular ve İstanbul Protokolü

Adli Muayene/Raporlamada Dikkat Edilmesi Gereken Konular ve İstanbul Protokolü

Değerli Meslektaşımız,

15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişimi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grubu bulunan partiler ve pek çok demokratik kitle örgütü gibi tarafımızca da kısa süre içinde lanetlenmiş  ve demokrasi isteği çok güçlü biçimde toplum tarafından dile getirilmiştir. Darbe girişimi sonrasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi askıya alınmış, Olağanüstü Hal ilan edilmiştir. Türkiye genelinde sayıları on binlerle ifade edilen tutuklama ve gözaltılar yaşanmaktadır.

Darbe girişiminde insan yaşamını kurtarmak için olağanüstü çaba gösteren tüm hekimlerimize minnettarız.

Yaşanan süreçte gözaltına alınma, tutukluluk durumlarındaki muayene ve adli raporlamalar da hekimleri ayrıca yakından ilgilendirmektedir. Tüm gözaltı giriş, çıkış, yer değiştirme amacıyla yapılan sağlık kontrolü muayenelerine katılan hekimlerimize hatırlatmak isteriz ki;

  • Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin askıya alınmış olması, hekimlerin gözaltı süreçlerinde olan veya cezaevinde tutulanların tüm tıbbi muayenelerini İstanbul Protokolü ilkelerine uygun yapmaları zorunluluğunu değiştirmemektedir.

Türkiye’de gözaltında ya da cezaevinde olanların tıbbi muayeneleri için var olan yasa, genelge ve yönetmeliklerin büyük bir oranda İstanbul Protokolü ilkeleri ile uyumlu olduğu unutulmamalıdır.

İstanbul Protokolü‘nün,

— Tüm gözaltı giriş, çıkış, yer değiştirme amacıyla yapılan sağlık denetimi muayeneleri
— Tutuklu/hükümlü muayeneleri
— Bireysel başvurular ve özgürlüğünden alıkonulan öbür tüm kişilerin değerlendirilmesi
— İnsan hakları ihlallerinin araştırılması, soruşturulması, belgelenmesi gibi birçok durumda
hukuk ve sağlık emekçileri tarafından kullanılması gerekmektedir.

Tüm hekimlerimizden meslek yaşamlarının her alanında olduğu gibi adli raporlama süreçlerinde de etik ilkelere, hekimlik yeminine bağlı kalmaları; bu süreçte yaşayacakları sorunlar için hukuk büromuz ve bizimle 0530 566 75 75 numarasından her zaman iletişimde olmalarını tüm dayanışma duygularımızla bildiriyoruz.

Not: Hekimlerimize yol göstermesi amacıyla Ankara Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonunun hazırlamış olduğu İstanbul Protokolü kitapçığını ve mevzuat uzantılarını ekte iletiyoruz.

Kitapçığı indirmek için tıklayınız.

ANKARA TABİP ODASI
ANKARA TABİP ODASI İNSAN HAKLARI KOMİSYONU

İstanbul Protokolü ve adli muayene/raporlamada dikkat edilmesi gereken konular: http://www.ato.org.tr/news/show/40

-İstanbul Protokolü: www.ttb.org.tr/eweb/istanbul_prot/ist_protokolu.html
-İstanbul Protokolü: http://www.tihv.org.tr/wp-content/uploads/2015/06/Istanbul_Protokolu.pdf
-Adli tabiplik hizmetlerinin yürütülmesinde uyulacak esaslar:
http://www.nhsm.gov.tr/user/files/adli-tabiplik-hizmetleri-genelge-ve-ekleri.pdf
-İstanbul Protokolü Yrd. Doç. Dr. İsmail Özgür CAN:
http://www.izmirtabip.org.tr/L/TR/mid/396/hcid/5/hid/168/Istanbul_Protokolu.htm
-Adli muayene ve raporlama süreçlerinde hekimlik değerlerinden taviz verilemez:  http://www.ttb.org.tr/index.php/Haberler/adli-6227.html
-Adli Tabiplik Hizmetlerinin Yürütülmesinde Uyulacak Esaslar:
http://www.ttb.org.tr/mevzuat/index.php?option=com_content&task=view&id=95&itemid=35
-Cenevre Bildirgesi Mesleki Bağlılık Yemini (s.15):
http://www.ttb.org.tr/kutuphane/belgeler2009.pdf

=================================

Dostlar,

Konuyu – sorunu bir hekim olarak elbette biz de çok önemsiyoruz.
Biz hekimler her şeyden önce profesyonel ve kadim bir mesleğin ağır sorumlu üyeleriyiz.

Biz hekimler için her şeyden önce en temel insanlık hakkı olan kutsal insan yaşamı gelmektedir.

Bu hak, tüm zamanlarda ve coğrafyalarda, her koşulda kutsal ve dokunulmazdır, evrenseldir.

Binlerce yıldır süzülegelen tıp meslek etiği ilkelerimiz ve değerlerimiz salt bizler için değil,
herkes için güvencedir.

Hipokrat meslek andımız bağlayıcıdır.

Savaşlarda bile düşmanımıza sağlık hizmeti verme ayrıcalığımız ve yükümümüz vardır.

Dolayısıyla, geçelim OHAL hatta sıkıyönetimi, savaşlarda bile bu değerlerin ve uluslararası kabul görmüş ilkelerin, protokollerin “ama”sız uygulanması gerekmektedir.

Başta hükümetler olmak üzere, basın ve tüm toplum kesimleri bu dokunulmaz hak ve değerleri savunmalıdır. Her zaman, her durumda, herkes için..

Sevgi ve saygı ile.
10 Ağustos 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Erol MANİSALI : 15 Temmuz’da kazananlar ve kaybedenler

15 Temmuz’da kazananlar ve kaybedenler

portresi


Erol MANİSALI
Cumhuriyet
, 09.08.2016

(AS: Bizim katkılarımız yazının altındadır..)

Darbe girişiminin önde görülen kaybeden örgütü FETÖ oldu. Ancak aklı başında kimse, uzun yıllardan beri dünyada ve Türkiye’de kurulan “Fethullah Gülen örgütlenmelerinin kesinlikle bu adam ve çevresindeki cemaatçiler tarafından yapılabileceğini düşünemez”. Yenikapı mitinginde Erdoğan, Yıldırım, Kılıçdaroğluve Bahçeli’den hiçbirinin Amerika’nın adını söyleyememesi çok ilginçtir.
Herkes ABD’nin himayesinde ve güdümünde olduğunu biliyordu. Sonunda İlker Başbuğ bile birkaç gün önceki televizyon konuşmasında malumu ilan etti.
O zaman 15 Temmuz’da FETÖ ve ABD birlikte mi kaybetmişler? FETÖ için doğru, ancak ABD için doğru değil.
Basit mantıkla bakıldığında kazananlar kimler?
1) Ergenekon ve Balyoz kumpaslarının FETÖ tarafından düzenlendiği artık en ayrıntılı kanıtları ile gözler önüne serildi.
2) AKP (ve Erdoğan) paralel devlet savaşlarından galip çıktılar. Üstelik önlerine, “her olanağı veren bir yol açıldı”.
3) Türkiye’de, FETÖ darbe girişimi sonucu, “ilginç bir birleşme ve asgari müşterekler zemini” oluştu. Dün Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı yapanlar, bugün bu çabalarına son verdiler. Umarız, “reklam arası” olmaz.
4) Bir anlamda da “emperyalizme karşı bir zafer kazanılmış sayılabilir”. FETÖ ABD’nin kurgusu ise bu sonuç çıkmaz mı?

Soru işaretleri!
Ancak ortada çok önemli soru işaretleri var :

1) AKP ve Erdoğan, “artık biz kazandık” deyip OHAL aracı ile demokrasiyi tamamen askıya alırlar mı?

2) FETÖ’cüleri temizliyoruz diye demokrasi yanlılarını, Atatürkçüleri, ulusalcıları, “FETÖ’nün daha önce yaptığı gibi” temizlemeye kalkarlar mı?
3) Orduyu, polisi ve adaleti, AKP’nin organları durumuna sokup AKP devleti kurarlar mı?
4) “Batı ile kavgalı hale geldik, artık bizim için Ortadoğu ve Arap dünyası esastır” demeye başlarlar mı?

Bu soruların yanıtları henüz net değil. Umarım bu saydıklarım gerçekleşmez. Sonucu, CHP ve MHP’nin kendilerine gelip gelememeleri de belirleyecektir.

‘Gizli kazananlar’ var
Kürtçü (ve Kürdistancılar) için 15 Temmuz kumpasıher iki olasılıkta da onların lehine olacaktı”.
FETÖ kaybederken Kürtçülerin kazancı ne oldu? Türkiye’nin ve ordunun iç sorunları öne çıktığı için Kürtçüler Suriye ve Güneydoğu’da rahatladılar. 15 Temmuz günü Suriye’de ve sınırda ilginç Kürtçü hareketlenmeler yaşandı.
TSK içine kapanmak zorunda kaldığı için PKK ve YPG rahatladı, hareket alanını genişletti. Ankara’nın ABD ve AB ile arası daha da gerginleştiği için PKK ve YPG’ye destek arttı.
Daha sıralanabilecek birçok neden var; 15 Temmuz darbe girişiminin Kürtçü ve Kürdistancılara yarar sağladığını söyleyebiliriz.

ABD’nin zararı var mı?
15 Temmuz sonrası Türkiye’de oluşan fiili durum bile ABD’nin yararınadır;
1) AKP (ve Erdoğan) kendi iktidarlarının devamı açısından ABD ile, “öyle ya da böyle anlaşmak” zorundadır. AKP’nin iç yapısı dolayısıyla, “ABD’ye rağmen” iktidarda kalabilme olasılığı zayıftır.
2) BOP’un amiral gemisi Kürdistan projesi konusunda ABD (ve AB) bugün, 14 Temmuz’a göre daha rahattır.

12 Eylül darbesinde Atlantik ötesi destekle, Fethullahçıların da himaye altına alındığı biliniyordu.

Ama 28 Şubat’taki sivil darbenin, Amerika karşıtı Erbakan’ı devirip, yerine uyumlu İslamcıların getirilmesi için Gülen tarafından yapıldığı bilinmiyordu. Tabii dışa bağımlı kimi generallerin de katkısı ile.
Ben 28 Şubat’ın bir Erbakan’ı devirme darbesi olduğunu 1998’den beri Cumhuriyet’te en az beş kez yazdım. Bunun ayrıntısını 13 Mart 2009’daki son yazıma bakanlar görebilirler. Yazıdan 1 ay sonra da FETÖ ve destekçileri tarafından Silivri’ye gönderildim.

====================================

Dostlar,

Dünyanın en stratejik coğrafyasında yaşıyoruz..
Hem şans hem talihsizlik, hatta büyük risk..
Bu gerçeklik karşısında en büyük güvence, Halkı gerçekler karşısında eğiterek bilinçlendirmek..

Örn. YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ!

Örneğin;

  • Okuyup-yazma bilmeyen tek bir yurttaş bırakılmamalıdır.
    Kalkınma savaşının gerektirdiği teknik işgücü yetiştirilmelidir. (1937 TBMM açış konuşması)
    Yurt sorunlarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, kuşaktan kuşağa yaşatacak
    birey ve kurumlar yaratılmalıdır. (1937 TBMM açış konuşması)

İlk iş, AKP – RTE’nin Türkiye’de din devleti kurma dayatmasından vazgeçmesi!

İşimiz çok zor ama olanaksız değil..
Yaşananlardan herkes gerekli dersleri çıkarmalı, en başta da AKP – RTE!

Bu gün 10 Ağustos…
Yurdu parça parça eden ve işgal eden SEVR paçavrasının Osmanlı Sadrazamı Tevfik Paşa tarafından imzalanmasının 96. yılı..

Mustafa Kemal’in Anafartalar zaferinin de yıldönümü.. Hem de 101. yıl dönümü!
Mustafa Kemal’in göğsünden şarapnelle yaralanıp Gazi olduğu Conkbayırı muharebesinin
tam 101. yılı..

Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek payidar kalacak; herkese ve her şeye karşın!

Sevgi ve saygı ile.
10 Ağustos 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yılmaz ÖZDİL : YENİKAPI

YENİKAPI

portresi_kravatli

 

Yılmaz ÖZDİL
SÖZCÜ
, 09.08.2016

(AS: Bizim minik katkımız yazının altında..)

– Hoşgeldiniz, buyrun.
– Hoşbulduk.
– Geç otur şöyle yanıma lütfen… Sana yüzkarası, seviyesiz, kirli dudaklı, Pensilvanya maşası, katil Esed’in en yakın arkadaşı, DHKPC-c avukatı, molotofçu, terörist dediğim için kusura bakma artık.
– Rica ederim, sen de n’olur zekat soyguncusu, hırsızların hamisi, başçalan, omurgasız, utanmaz, oynak, cahil, yalancıların şahı, zalim, gözü dönmüş, küstah, insanda biraz utanma olur dediğime bakma lütfen, gönül koyma.
– Yok canım, siyasette küslük olmaz… Sen bana kukla, emir kulu, IŞİD kafalı, müslüman celladı, din tüccarı, gerikafalı, ormanda mı yetiştin deyince; ben de mecburen sana cibiliyetsiz, dik duramayan, tükürdüğünü yalayan, bonzai muhalefet, çapsız, sığ, iftiracı, ahlak yoksunu, siyasi sapık demek zorunda kalmıştım.
– Haklısın, söz konusu vatansa gerisi teferruattır, sen bana paralel çete mensubu, kitap okuma özürlü, Kandil ortağı, amatör şeyhülislam, fırıldak, kıvırma, oy kullanmayı bile beceremedin, yeteneksiz tip deyince; bana da haliyle, PKK tutsağı, bilgisiz, çapsızlığıyla tanınıyor, dünya buna kıçıyla gülüyor, cinsel sapık demekten başka çare kalmamıştı.
– Bi ara sana eli kanlı darbeci, cani ruhlu, soysuz, terör örgütüne üye olduğunu görürseniz şaşırmayın, etrafa zehir saçıyor, hastalıklı ruh hali demiştim; kurban olayım hakaret olarak şey etme yani.
– Canın sağolsun, senin için ahlak yoksunu, onursuz, kul hakkı yiyenin alnı temiz olmaz, bunun elleri de temiz değil, yatacak yeri yok, kıvırma olur da 180 derecelik kıvırmayı bunda gördüm, hayatımda bu kadar yalan söyleyen birini görmedim, bir hükümetin devleti nasıl soyduğuna tanık olduk, tipik vaka, ülkeyi yangın yerine çevirdi, maskeni indireceğim, birilerinin önüne yatmış, Hitler’e özenen diktatör bozuntusu, şeref ve namus kavramını sana hatırlatacağım dememe cevap vermeyip, mevzuyu uzatmadığın için asıl ben sana teşekkür ederim.
– Sen de gel bu yanıma otur lütfen, uzak kalma… Sana da vampir, kan emici, ırkçı, kafatasçı, çakma milliyetçi, şehit sömürücüsü, ağzından salyalar akıyor, köksüz, müfteri, alçak, adi, cahil, çirkin, bilinçsiz, Pensilvanya ortağı, tahrikçi, eşkıya, bostan korkuluğu, zihniyle dili arasındaki kayış koptu dediğim için darılma lütfen.
– Darılmam tabii… Sen de lütfen, çeyrek adam, İsrail bekçisi, siyonist nöbetçisi, kalpsiz, ahlaksız, onursuz, Türk hasmı, kaçak ve karanlık sarayında diktatörlük hesapları yapan 17/25 rumuzlu şahıs, musibet, haçlı müttefiki, vatana yabancı, akli melekeleri yavaşlamış, bilinçsiz, korkak, İmralı canisinin önünde diz çöktü, Kandil’in oyuncağı, bölücülerin maşası, diasporacı, ekmek hırsızı, hayasız, ikiyüzlü, tatminsiz iktidar hastası, saraydaki itlerine kuduz aşısı yaptırsın dememe aldırma.
– Aldırmam ben öyle ufak tefek şeylere, merak etme… Sen bana miting meydanlarında, fahiş hata, yakın tarihimizin en yanlış şahsiyeti, arızalı mizaç, kirli surat, demokrasinin önündeki kasis, fitne saçan, bu nasıl müslüman, bu nasıl insan, milli serveti zimmetine geçiren, açgözlü, israfçı, zıvanadan çıkmış, hezeyana batmış, milliyetçilik postuna bürünmüş, aklıyla arasını açmış, klinik vaka, pişkin, hayasız, sanki duvara konuşuyorum, ahlaksız, Allah korkusu yok, günaha girme kaygısı kalmamış, gıybete bel bağlamış, şerefi işportaya düşmüş, şerefsizliğin kara bulutu başının üzerinden ayrılmıyor, Türkiye’yi satıyor, böyle birinin cumhurbaşkanı olması milli manevi depremdir, senin yaptıklarına ancak iblis teşebbüs eder dediğin için… Ben de sana cevaben, bozkurtlarla dolaşıyormuş, insanları hayvanlarla tehdit ediyor, ben eşref-i mahluk olan insanlarla dolaşıyorum demiştim, evladı yok bunun, aile nedir bilmez, çoluk çocuk nedir bilmez demiştim, incitmedim umarım.
– Amaaan, ne incineceğim Allah aşkına, lafı bile olmaz… Sen bana, marjinal sol örgütlerin maymunu, harcırahlarımı sadaka olarak sana vereyim, yavru muhalefet deyince, ben de sana mecburen, alçak, zehirli dil, rezil, çakal, senin etrafındakiler insan suretindeki ahlaksız, senin etrafındakiler esfel-i safilindir demiştim, üzmemişimdir umarım.
– Üzülmek ne kelime, helal olsun, böyle ufak tefek dokundurmalar olmasa, tadı olmaz… Hadi hep beraber kürsüye çıkıp el sallayalım.
– Çıkalım çıkmasına da, bunca kepazelikten sonra, ahali bunu yer mi yahu?
– Yok be, ne ahalisi… Bırak bunu yemeyi, dün akşam ne yediklerini hatırlıyorlarsa, aha buraya yazıyorum, bavulları toplar sarayı boşaltırım, o derece yani.
– Peki ya medya?
– Medyayı düşünmeyin siz, bu konuda çok şanslıyız, dünyada böyle omurgasız bi medya görülmemiştir, özlenen tablo filan diye çoktan goygoya başlamışlardır. Ama şu seninkileri uyar biraz lütfen, kantarın topuzunu kaçırıyorlar, yalakalıkta bizimkileri geçtiler.
– Cin gibisin valla, boşuna şark kurnazı demiyorum ben sana.
– Parti genel başkanı olmasam, direkt sana oy vericem, o kadar takdir ettim yani.
– Anlaştığımıza göre, tamamız galiba, ufak ufak kürsüye çıkalım şiir okuyalım.
– Buyrun çıkalım.
– Siz önden buyrun lütfen.
– Rica ederim, önce siz.
– İstirham ederim.
– Israr ediyorum.
– Ant verdim.
– Ölümü öp.
– E, peki hadi önce ben çıkayım bari, binali ver koçum müziğihulusi sen de şurdan üç demli çay kap, dönüşte içelim.

==================================

Dostlar,

Küçücük bir katkı da bizden uzta yazar Özdil’e…

270 bin m2 miting alanına 5 milyon insan..
1 m2 toprağa 18-19 kişi düşüyor..
Eni 1 metre, boyu 1 metre lan bir karecikte 18-19 kişi..
TV görüntüleri böyle miydi?
Eyyyy mitinge katılam necip milletimiz!
Siz Yenikapı’da 7 Ağustos 2016 günü 1 m2 toprakta 18-19 kişi nasıl sığıştınız??
Siz hiç soru sormaz, azıcık da olsa düşünmez misiniz??
Nedir bu haliniz, nedir bu halimiz??

Yüce ATATÜRK’ün Cumhuriyeti 93. yılında..
Bu güruh nasıl akıllanacak, adam, yani tebaa – kul olmaktan çıkıp Yurttaş olacak??

Sevgi ve saygı ile.
10 Ağustos 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Emre KONGAR : CHP rejimin güvencesidir ama…

CHP rejimin güvencesidir ama…

portresi_resmi

 

Emre KONGAR
Cumhuriyet, 09.08.2016

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

TEK BİR KURTULUŞ REÇETESİ VAR               :

  • Temel hak ve özgürlükleri, koşullar ne olursa olsun, daima,
    en umutsuz anlarda bile savunmak…


    Demokrasiyi, Laikliği, Hukuk Devleti’ni
    ve elbette Sosyal Devleti savunmaktan,
    doğruları anlatmaktan, elinizde iktidar gücü yokken, kimse sizi dinlemezken bile bıkmamak, usanmamak, vazgeçmemek!
    ***
    Anlı şanlı köşe yazarlarımızın yürek burkan sefaletini büyük bir hüzünle izliyorum:
    “Gerçekçilik” adına, bütün güçleri elinde toplamış, yasama, yürütme ve yargıya hâkim olmuş, medyayı ve geniş kalabalıkları bütünüyle kontrol eder görünen iktidarın “merhametine” sığınmak, yapılabilecek hataların en büyüğüdür…
  • Demokrasi, iktidarların merhametiyle değil,
    temel hak ve özgürlükleri savunanların direnciyle kurulmuştur!
    ***
    Nitekim 15 Temmuz kalkışması

1) FETÖ-AKP iktidarı tarafından Silivri’de tarumar edilen TSK’nin, bütün saldırılara karşın, rejime sadık olan ana gövdesinin ve komuta kademesinin Demokrasiye olan bağlılığıyla”…
2) İktidarın ezdiği, yok etmeye çalıştığı ana akım medyanın varlığı ve “Demokrasi inancıyla”…
3) Başta CHP olmak kaydıyla bütün siyasal muhalefet partilerinin Demokratik rejime olan sadakatiyle”…
4) İktidarın her vesileyle karşı olduğunu belirttiği, sansürlediği, sınırladığı, kısıtladığı,
başta Twitter olmak kaydıyla, Sosyal Medyanın fonksiyonel (AS: işlevsel) olarak
ortaya koyduğu “Demokratik destekle”…

5) Ve elbette Türkiye’nin neredeyse 100 yıla varan “Çağdaşlaşma, demokratikleşme” sürecinin yarattığı bilinçle sokaklara dökülen halkla
Püskürtülmüştür.
***
AKP’nin ve Erdoğan’ın, bu “Demokrasi zaferini” sadece ve yalnızca iktidara mal ederek, REJİMİ OTORİTERLİĞE GÖTÜRMESİNE asla ve asla izin verilmemelidir.
Hiç kuşku yok ki, sokaklara dökülüp göğsünü tanklara siper edenler arasında Erdoğan’a ve AKP’ye destek verenler çoktur, pek çoktur…
Hatta diyelim ki hepsi öyledir:
Acaba yukarda belirttiğim ilk 4 koşul olmasaydı ve Türkiye son 100 yıllık çağdaşlaşma sürecini yaşamamış olsaydı, kimse sokaklara çıkar mıydı; çıksa da bir sonuç alabilir miydi?
İNSANLARI SOKAKLARA DÖKEN ve KALKIŞMAYI ÖNLEYEN GÜÇ,
TÜRKİYE’NİN “DEMOKRATİK ATMOSFERİDİR”!

Hiç kimse bunu tek bir kişiye veya tek bir partiye mal etmeye kalkmasın;
çok yanılır ve Türkiye’yi yeni istikrarsızlıklara, yeni maceralara sürükler!
***
Şu anda Türkiye’de Demokrasi, tarih boyunca karşı karşıya kalmış olduğu
3 büyük klasik tehlikeyle boğuşmaktadır:

1. Dinci-Mezhepçi görüşler…
2. Irkçı-Milliyetçi görüşler…
3. Çoğunluğa dayalı demagojik diktatörlük eğilimleri…

İşte CHP’nin tarihsel görevi tam bu noktada ortaya çıkmaktadır:

Önce 10 maddelik Taksim Bildirgesi, sonra da 12 maddelik Yenikapı Bildirgesi ile belirtilen ilkeler çerçevesinde rejime sahip çıkmak, Demokrasiyi yukardaki bu 3 tehlikeye karşı da
var gücüyle korumak!

Ve daha da önemlisi, bunu, bir bunalım zamanında Ana Muhalefet Partisi olmanın verdiği sorumluluk bilinciyle ve dinamizmiyle yapmak…
Aynen Taksim, Gündoğdu ve Yenikapı mitinglerinde olduğu gibi, demokrasi bilincini geniş kitlelerle paylaşmak!

===================================

Dostlar,

Doğru söze ne denebilir ki..
Üstad Prof. Emre KONGAR, onyılların birikimiyle net bir fotoğraf çekmekte.
Daha atak politikalar izlemenin zamanıdır..
Muhalefeti birleştirme çabası, toplumsal muhalefete öncülük etme sorumluluğu
CHP’nin omuzlarındadır..

Tez elden, AKP – RTE’nin çıkardığı Anayasaya açıkça aykırı ve muradı belli,
TSK’yı yıkıcı  OHAL Kararnamelerinin Anayasa Mahkemesine taşıması gerekiyor.
Bu sitede 3 Ağustos’tan beri manşette tutuyoruz konuya ilişkin kapsamlı yazımızı..
110 vekil koşul değil!
Anamuhalefet Partisi olarak, TBMM Grubu tüzelkişiliğiyle bu dava ehliyetine sahip..
Anayasa çok açık (md. 150); gecikmeden, tez elden..

Sevgi ve saygı ile.
09 Ağustos 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Rıfat Serdaroğlu: BEN ERDOĞAN’A ÇOK GÜVENİYORUM

BEN ERDOĞAN’A ÇOK GÜVENİYORUM

portresi_kravatli

Rıfat Serdaroğlu
(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
Ne yalan söyleyeyim, Pazar günü yapılan Yeni Türkiye’nin Yeni Kapısındaki mitingde Erdoğan’ı dinleyinceye kadar, kafam biraz karışıktı!
Erdoğan’a güvensem mi, güvenmesem mi bir türlü kesin kararımı verememiştim.
Ne zaman ki Erdoğan, önce Cübbeli Jet Skici Hoca ile Türk Ordusunun altını tutamayan Baş Komutanını bir araya getirdi, aha şimdi bizi bütünleştirecek, dedim!
Bir de kürsüden aşağıdaki muhteşem konuşmayı yapınca kendi kendime dedim ki; “Rifat Aga, yeter artık yahu! Herkes Hülya Koçyiğit ve Rifat Hisarcıklıoğlu gibi de, bir tek sen mi akıllısın yahu! Dünya dönüyor diye kimse dünyaya “Dönek” diyor mu? Sen de dön, gerçekleri gör ve Kurtulan Numan ve çıplak Soylu gibi Karun ol yahu…”
Dinlemeyenler için Erdoğan’ın konuşmasından benim ona güvenmemi sağlayan bazı başlıkları sizinle paylaşmak isterim; (Dinleyin Dünya Lideri Konuşuyor) :
-Kahraman Millet, bu günden sonra her kim ki;
Millet Anayasayı rafa kaldırdı, demokratik parlamenter rejim askıya alınmıştır, diyorsa, iyi bilin ki o artık şerrefsizdir!
Lâik Cumhuriyet, inanç ve ibadet özgürlüğümüzün teminatıdır.
Din istismarcılığı yapanlar, dini kullanıp Deniz Feneri e.V ve FETÖ benzeri dernekler kurup Müslümanları dolandıranlar, namussuzdurlar!
-Cumhuriyetimizin ve Devletimizin kurucusu Atatürk’ün fikirlerine saygı duyuyorum. Kim ki kurucumuza “Ayyaş” veya “Kefere Kemal” der, Allah onları çarpsın, sonra bir daha çarpsın!
(Alkışlamaktan Kılıçdaroğlu’nun elleri pespembe oldu)
-Türk Milliyetçiliğini ayaklar altına almaya kalkanlar, Türk Milletinin düşmanı olan alçaklardır. (Uykuya dalmış olan Bahçeli’yi dürttüler, Bahçeli ağlayarak alkışlamaya başladı. Az daha tıkanacaktı adamcağız)
-Kuvvetler Ayrılığı demokrasinin olmazsa olmazıdır. Buna “Ayak Bağı” diyenler ihanet içindedirler!
-Kadın-Erkek eşittir. Kadınlarımız, kızlarımız her dalda yer almalıdırlar.
“Kadın-Erkek eşitliği yaradılışa terstir” diyenler varsa iyi bilesiniz ki, bunlar geri zekâlıdırlar.
-Ben ve ailem tüm varlığımızı Türk Hazinesine bağışlayacağız. Karı-Koca maaşımızla geçineceğiz. Bilal ve Burak gemilerini Gölcük Donanma Üssüne verecekler. Bilal’e bir boyacı sandığı alıp ayakkabı boyacılığı yaptıracağız. Bakan Damat ise istifa edip, köfteci dükkânı açacak. Siyaset yapıp zenginleşenler mutlaka ve mutlaka hırsızdırlar! Hele hanlar-hamamlar-gökdelenler alanlar, kelimenin tam anlamıyla “Hırsızlar İmparatorudurlar.” (Bu noktada beyaz elbiseleri içinde Tansu Çiller, beyaz mendilini çıkarıp, gözyaşlarını sildi. Çiller çok istediği halde mallarını şehit ailelerine bağışlamasını Meral Akşener engellemişti! “Ben de bağışlayacağım” diye yanındaki Yıldırım Akbulut’a fısıldadı!)
PKK-IŞİD-El Nusra gibi terör örgütleriyle iş tutanlar, bunlara lojistik destek verenler, düpedüz vatan hainidirler. (Hakan Fidan, havaya bırakılan balonları saymakla meşguldü)
Başbakan Binali’nin oğlu, tövbe edecek ve bir daha kumarhanelere gitmeyecek!
Burhan Kuzu kafayı kırdığı için onu kovdum. Onun yerine Ertuğrul Özkök’ü aldım. Artık ben de ayağımda şıpıdak terlik, bermuda şort, kadın-sex-lezbiyenlik-transseksüellik gibi konularda ondan yardım alacağım.
-Darbeyi zamanında bildirmediği için Melih Gökçek’i Bülent Arınç’ın danışmanlığına gönderdim. Yerine Diyanet İşleri Başkanı Görmez Mehmet’i atadım! Hem Diyanet’i, hem de Ankara Belediyesini yönetecek!
-Egemen denen fırlamaya aldırmayın. Onu buraya ben çağırmadım. Beni “Yengemgiller davet etti” deyip aramıza sızmış! Onu ve boyunsuz Muammer’i en kısa zamanda, hayırsever Reza Zarrab’ın yanına göndereceğim…
Bundan sonraki konuşmasını not alamadım. Güvenebileceğim bir lider bulmanın sevinciyle, heeeyyyt diye bir nara atıp Harmandalı Zeybeği oynamaya başlamışım. Allahtan, çocuklar yarım saat sonra zorla oturtmuşlar da, sevindirik olup, dört kolluya binmekten kurtulmuşuz…
Tekrar ediyorum;
Cübbeli Jet Skici Hoca ile altını tutamayan Genelkurmay başkanı ona tapıyorsa,
Meral Akşener’in tek evladının nikâh şahidi, ablası Çiller ise “Yurt dışı yatırımlar danışmanlığını” yapıyorsa,
İlker Başbuğ 4 metrekarelik hücreye tıkılırken, kendisine özel tek kişilik cezaevi açılan Mehmet Ağar “Onun önünde durmak lazım” diyorsa,
Türkiye’nin tek özgür basın kuruluşu olan “Havuz Medyası” onun arkasında ise,
Eyy tanklara ve uçaklara karşı osurukla savaşıp galip gelen Kahraman Millet;
Ben de O’nun arkasındayım ve O’na çok ama çok güveniyorum…
Peki ya sizler? Gazete bile okumayan oğlak sanatçılar, sizler de güveniyor musunuz?

========================================

Dostlar,

Sayın Rifat Serdaroğlu yazdıkça açılıyor maaşallah ve de maazallah…
Tam bir hiciv ustası oldu!.. Yüreğine ve kalemine sağlık diyoruz..
Ne var ki, Atalar “.. can çıkmadıkça huy çıkmaz..” buyurmuşlar..
Hem daha 15 Temmuz darbe girişiminin içyüzünü henüz tam olarak bilmekten öyle uzağız ki!

3 OHAL Kararnamesi ile TSK bitirilmiştir..
 Neden?? Buna ne buyurulur??

15 Temmuz Darbe girişimi ile başetmenin reçetesi Ordu’yu darmadağın etmek midir???
Bu olay (15 Temmuz) olmasa idi RTE – AKP bunca yıkımı kaç onyılda yapabilirlerdi acaba??
Öte yandan, bunca muazzam ölçekte ve içerikte kitlesel algı yönetimi örneğini insanlık tarihinde göremiyoruz!

Neciiiiip mi necip (soylu) milletimiz mucizelere kolay inanır, 600 yıllık “Padişahın kulluğu” hücrelerine sinmiştir ve tapınacak yeryüzü tanrılarına bağımlılık derecesinde gereksinimlidir.

Büyük ATATÜRK boşuna mı şu sözleri söylemişti :

  • Ulusları özgür, bağımsız, şanlı ve yüce yapan ya da tutsaklığa ve yoksulluğa sürükleyen eğitimdir. En önemli, en temel nokta eğitim sorunudur. Eğitimdir ki bir ulusu ya özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum durumunda yaşatır; ya da bir ulusu tutsaklık ve düşkün­lüğe bırakır. Ulusal eğitim politikasının temel taşı, bilgisizliğin yok edilmesidir (1922).

Türkiye’nin geleceği; Mustafa Kemal’in asker – sivil çocuklarının yüksek yurtsever tarih bilincine emanettir ve her durumda mutlaka korunup – kollanacak ve sonsuza dek özgür ve başı dik – onurlu.. yaşatılacaktır..

Böyle biline; herkes özünü – sözünü – eylemini… bu kadim gerçeğe göre ayarlaya…

Sevgi ve saygı ile.
09 Ağustos  2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Hüsnü Mahalli: APO – FETÖ

APO – FETÖ

Portresi
Hüsnü Mahalli
YURT Gazetesi,
08.08.2016
14 Şubat 1999’da Öcalan’ı Kenya’dan kaçıran CIA, getirip Ankara’ya teslim etti.
Dönemin Başbakanı Rahmetli Ecevit ‘Amerikalıların durduk yerde Apo’yu neden getirip bize verdiğini bir türlü anlamadım’ demişti. Ecevit’in anlamadığı gerçek tam 38 gün sonra anlaşılacaktı. Apo’yu Ankara’ya teslim eden CIA, uzun süredir önemli görevler için hazırladığı Fethullah Gülen’i 22 Mart 1999’da alıp götürdü ABD’ye.
Öncesini unutsak bile o günden sonra FETÖ’cüler devletin her tarafında örgütlenmeye başladı.
2002 sonrasında AKP iktidarı onlar için “Altın Çağ” oldu. ‘İslam kardeşliği’ ile birlikte mücadele. Kime karşı? Kendilerine karşı olan tüm ‘İslam düşmanları’na…
Her AKP’linin mutlaka bir ya da birden fazla FETÖ’cü eşi, dostu, arkadaşı, namaz yoldaşı ve ortağı vardır. Gülen herkes için ‘hayır duası alınması gereken Hoca Efendi’dir.
  • AKP-FETÖ İttifakı Türkiye’yi perişan etti.
Ordu, toplum, emniyet, istihbarat ve devlet darmadağın… Bu İttifak ve CIA destekli mezhepçi ortak ideoloji başta Suriye ve Irak olmak üzere coğrafyamızı kan ve gözyaşına boğdu.
17-25 bu süreci durdurmadı.
Müttefikinin kazığına rağmen AKP tek başına demokrasi düşmanı politikalarını sürdürdü.
FETÖ’cüler de devlet içinde devlet olmaya devam ettiler. AKP onlara dokunmadı.
Bu işte bir gariplik var. Belki de AKP diğer cemaat ve tarikatları ürkütmek istemiyordu.
29 Haziran 2016’da bakın Cumhurbaşkanı Erdoğan ne diyordu:
– ‘Cumhurbaşkanlığına da girmişlerdi. Belki de hala varlar. Onlar üzerinde çalışıyoruz. Ya kendileri istifa eder giderler ya da biz gereğini yaparız. Nereye giderlerse gitsinler ama burayı lekeleyemezler.’
15 Temmuz’da FETÖ’cüler Cumhurbaşkanlığında değil devlet ve toplumun her yerinde olduklarını kanıtladılar. Hala da vardırlar. Belki de Cumhurbaşkanlığında bile.
CIA bu konularda çok deneyimli. Cumhurbaşkanı Erdoğan bakın 3 Ağustos’ta ne dedi:
– ‘Rahmetli Özal, Ecevit ve hatta biz de bu yapıya zamanında iyi niyetle destek sağladık. Ben de katılmadığım pek çok yönleri olmasına rağmen herkes gibi yardımcı oldum. Bu kesimin istifade etmesini sağladık. Allah dedikleri için müsamaha gösterdik. ‘Bir ortak yanımız var’ dedik. Bu yapının bambaşka niyetleri olduğunu uzun süre görmedik göremedik. Bu hain yapının gerçek yüzünü ortaya dökememenin üzüntüsü içindeyim. Hem Rabbime hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyoruz. Rabbim de milletimiz de bizi affetsin.
Rabbimi bilemem ama 17-25 Aralık’ı affeden millet bu hatayı da affeder.
Peki, sonrası ne olacak? Her şey Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu söylemindeki iyi niyet ve samimiyetine bağlı. Bunun 3 koşulu var:
1- 2011 sonrasındaki anti-demokratik ve baskıcı tüm politikalardan vazgeçmek.
2- IŞİD yandaş ve sempatizanları başta olmak üzere ülke içindeki tüm dinci tarikat, cemaat ve gruplarla arasındaki ilişkiye mesafe koymak ve toplumun tüm kesimlerine uzlaşı ve barış elini uzatmak.

3- Bu iki koşulun ön koşulu ise başta Suriye olmak üzere bölgedeki İslamcı silahlı-silahsız tüm gruplardan uzak durmak.

Bunu yapmayan AKP asla değişmez. AKP değişmediği sürece Türkiye çok daha kanlı tehlikelerle karşı karşıya kalacaktır. Ordusu dağıtılmış, devlet kurumları darmadağın edilmiş ve toplumu medyanın kölesi haline getirilmiş bir Türkiye.
Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’a düşen görev bu gerçekleri son yıllardan farklı bir bakış açısıyla değerlendirmek ve gereğini yapmaktır. Bunun da en önemli koşulu dönek, yalaka ve FETÖ artığı yandaşlara değil bu ülkeyi ve coğrafyayı yürekten seven ‘vicdanı ve beyni hür’ insanları dinlemektir.
Ve acilen Putin ile anlaşmaktır.
Çünkü Rusya ile anlaşan bir Erdoğan, çok kısa süre içinde Suriye sorunun çözümüne katkı sağlar, Irak’ı parçalanmaktan kurtarır, Mısır ile barışır ve 2011 öncesinde olduğu bölgede herkesin sevdiği lider olur. Yemin billah bunun başka bir çaresi yok ve olamaz.
Sayın Cumhurbaşkanım; kesin siz de biliyorsunuz ama ben de söyleyeyim:
Tehlike çok ama çok çok çok büyük ve devam ediyor. Yakınınızda bile olabilir.
Bu CIA’nin hiç şakası yok. Memleketin ve coğrafyanın hali ortada.

============================================

Dostlar,

Sayın Hüsnü Mahalli‘ye “İyi ki varsınız”.. ve “iyi ki yazıyor ve Türkiye’ye yol gösteriyor,
ufuk açıyorsunuz..” diyoruz..

R. T. Erdoğan’a ilişkin çekincelerimizi koruyarak, yazdıklarını paylaşmamak olası mı??

Sayın Mahalli’nin önceki gün web sitemizde yayımladığımız

G.F-F.G!

başlıklı yazısının da okunmasını öneririz..
https://ahmetsaltik.net/2016/08/08/husnu-mahalli-g-f-f-g/

Sevgi ve saygı ile.
09 Ağustos 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Mustafa PAMUKOĞLU : Ekonomik darbeyi önlemek!

Ekonomik darbeyi önlemek!

portresi

 

Mustafa PAMUKOĞLU
AYDINLIK, 31.07.2016

(AS : Bizim kapsamlı yorumlarımız yazının altındadır..)

Terör ve FETÖ yoluyla ülkemizin parçalanmasını deneyen ve bunu denemekte ısrar edecek küresel emperyalist güçlerin elindeki başka bir güç, ekonomik darbe yapmak. Bunu da deneyecekler. Eylül – Ekim’den başlayarak bunun belirgin adımlarını göreceğimizi kestiriyoruz.

DARBE YÖNTEMLERİ
Ekonomik darbe için hangi yöntemler uygulanabilir?
– Rusya ve İran’a uygulanan “Finansal Ambargo”yu ülkemiz için de uygulamak.
Kredi derecelendirme kuruluşlarının not değerlendirmeleri ile ülkemize gelecek portföy yatırımcıları (sıcak para) ve yabancı yatırımcıları korkutmak ve caydırmak.
– Yabancı bankaların yerli (ortağı yabancı da olsa) bankalara borç vermesini zorlaştırmak ve borçlanma maliyetini yukarı çekmek (faizleri yükseltmek).
– BIST üzerinde spekülatif hareketleri organize ederek para ve bono piyasasını istikrarsızlaştırmak ve dalgalanmalar yaratmak.
Türkiye’yi turizm destinasyonundan çıkartmak.
– Ülkemizin ihracat pazarlarını daraltmak.
İç karışıklık çıkarma ve terör olaylarını destekleyerek ekonomik çevrelere istikrarsız bir ekonomi algısı yaratmak. Yani ülke riskini hep yukarıda tutmak için devamlı mikser gibi karıştırıcı olmak.
– AB üyeliğinden çok uzaktasınız, mesajını vermek ve Türkiye gündemden düştü, algısını yaratmak.

KÜRESEL GELİŞMELER
Aşırı borçlandığı ve sıcak paraya dayandığı için çok kırılgan bir yapıya sahip ekonomimiz, ekonomik darbelere maruz kalabilecek durumda iken küresel ekonomik gelişmelerden de nasibini alıyor ve alacak.
Demokles’in kılıcı olarak üstümüzde durmaya devam eden FED faiz artırımı. Bu, Doların fiyatını artıracak ve dengelerimizi bozacak bir durum. FED’in son toplantısında faiz artırımının bu yıl içinde mutlaka olacağı mesajı verildi.
Turizm gelirleri 2016’nın ilk altı ayında eridi. Gelen turist sayısı geçen yılın aynı dönemine göre % 30’a yakın bir oranda azaldı. 14.8 milyondan 10.7 milyona düştü. Turizm gelirleri yaklaşık 9 milyar Dolar oldu. Geçen yılın aynı döneminde 12.6 milyar Dolardı. Böyle giderse 2016 yılını 20 milyar Doların altında kapatmak uzak ihtimal değil. Brexit’in bize ciddi bir etki yapacağını düşünüyoruz. AB ülkelerinde ekonomik durgunluk devam ediyor.

EVİN İÇİ
Ülkemizde reel sektör oldukça sıkıntıda.
Kredi temininde zorluklar var, Borçluluk oranı çok yükselmiş.
Firmalar alacaklarını tahsilde zorlanıyorlar ve alacak vadeleri uzamış durumda. Satışlar ve karlılık düşmüş ve dış pazarlar daralmış; yani piyasalarda durgunluk oldukça hissedilir biçimde. Kişiler borçlu ve artık borçlarını döndüremiyorlar. Konut sektöründe yaprak kıpırdamıyor. Bu birkaç örnek.

NE YAPMALI?
Piyasaların telaşlanmaması için Merkez Bankası, BIST, ekonomik çevreler sağduyu ile hareket ediyorlar. Gerekli tedbirler paketlerini Hükümet açıkladı. Varlık barışı ve vergi affı ile işletmelerin kamu borcu baskısından kurtulması sağlanıyor. Bunlar önemli ve iyi. Ancak kısa vadeli çözümler. Belli bir süre piyasaları dengede tutabilir.

Ancak yapılması gereken 5 yıllık bir “Ekonomik Yeniden Yapılanma Ve Kalkınma Planı” hazırlamak. Bunu yapıp halkın desteğini alarak dünyaya ilan etmek. Bunu yapmalıyız ki, onlar şu karara varsın: “Bu Türkleri ne zaman boğmak istesek büyük bir refleksle karşılaşıyoruz. Ekonomik olarak da bunları çökertmeye kalksak bizim karşımıza milli ekonomi refleksi ile çıkarlar. İyisi mi biz bu sevdandan vazgeçelim.”

========================================

Dostlar,

Arada kaynamasın Ekonomide zamanında atılacak adımlar..
Yetkin Ekonomi yazarı Sn. Mustafa Pamukoğlu bu uyarıcı makalesini
AYDINLIK Gazetesindeki köşesinde geçtiğimiz hafta yayımladı.

Batı emperyalizmi, 30 Ağustos 1922 Büyük Zaferimizden sonra görüşmelere razı olmuş ve Lozan barış görüşmeleri başlatılmıştı (20 Kasım 922). Ancak İngiliz Başdelegesi ve emperyalist cephenin ağababası Lord Courson, Başdelegemiz ve Dışişleri Bakanımız İsmet İNÖNÜ‘nün en temel isteklerini reddediyor ve Kapitülasyon dayatmasını sürdürüyordu. Dayanağı ise Türkiye’nin çoook yoksul, harap – bitik oluşu ve borçlanma gereksinimiydi. Bunu açık şantaj olarak kullanıyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa, Kapitülasyon vermenin yeni Türk Devletini kısa sürede bitirmek anlamına geldiğini çok iyi bildiğinden, kesin red ile Türk kurulunu (heyetini, delegasyonunu) geri çekmişti (4 Şubat 1923).

Tam da bu ara verme döneminde İzmir’de Türkiye İktisat Kongresi‘ni toplayarak (17 Şubat 1923), Batı’nın utanmaz emperyalistlerine “..biz ekonomik olarak da varolacağız eyyy Batı” iletisi verilmişti. Mesajı alan Batı, görüşmeleri başlatmak zorunda kalmış ve 24 Temmuz 1923’te ülkemizin Uluslararası Tapusu ve de Tabusu Lozan Barış Antlaşması bağıtlanabilmişti.

Ardından da Mustafa Kemal Paşa’nın ekonomik tansığı (mucizesi) gerçekleştirilmiş, özellikle 1930 sonrasında Türkiye Planlı Kalkınma dönemine girmişti. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı 1934-38 dönemini kapsayarak uygulandı.

*****
Aradan neredeyse 80+ yıl geçti. Anlı şanlı KüreselleşTİRme, serbest piyasa, liberal kasırgalar estirildi Dünyada; Türkiye’yi de önüne katıp her şeyini talan edip özelleştirme ile teslim aldı..

Meğer hepsi boşuna mı idi? Yeniden 5’er yıllık planlı kalkınma dönemlerine mi geçeceğiz?
Kapattığımız DPT’yi yeniden etkinleştirecek miyiz??

Hey gidi tarih baba heeeyy! Sen nasıl da tekerrür ediyorsun senden ders çıkaramayanlara!

AKP – RTE, iktidarda kalmak istiyorsa; bir ekonomik çöküntüyü MUT – LA – KA engellemeleri gerekiyor.. Dahası; tüm yolsuzlukları, yandaş kayırmaları derhal kesip yoksulluk ve işsizliği sınırlamak, gelir dağılımını iyileştirerek alt – orta halk katmanlarının gönencini (refahını) artırmak zorundadır. İlk olarak hovarda devasa projelerden vazgeçmelidirler.

Çok kırılgan ulusal ekonominin en küçük bir irrasyonaliteye dayancı (tahammülü) yoktur.

Karma ekonomi ve Sosyal devlet politikaları gütmelidirler zorunlu olarak..
Üretim ekonomisini ve tasarrufu teşvik etmelidirler…

FETO – ABD – AB – İsrail darbesi ile gönderilemediler ama Ekonominin şakası hiç yoktur!

Erdoğan, ivedilikle Rusya ile ilişkileri rayına oturtmalıdır, sonra da Avrasya bloku ile.
Yani sil baştan, 14 yıldır yapageldiklerini yadsıyıp neredeyse tam tersini yaparak..
Bakar mısınız siz şu kaderin garip cilvesine??

CFR tezgahlarında yazılan parti programlarıyla tanımlanan misyonla iktidara getirilenler, emperyalist sunaklarda (altar) kurban edilmek üzereler..

Niye acaba??

Sevgi ve saygı ile.
09 Ağustos 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

 

Hüsnü MAHALLİ : G.F-F.G!

G.F-F.G!

Portresi

 

Hüsnü MAHALLİ
YURT
, 07.08.2016

 

(AS : Bizim kısa bir katkımız yazının altında..)

Hikâye Türkiye’nin NATO‘ya girdiği 1952 yılında başladı.
Türk Ordusu her şeyiyle Amerikancı oldu.
Bir ara ABD’nin Türkiye’de 112 askeri üs ve tesisi vardı.
12 Eylül darbesi dâhil bu ülkede her şey Made in USA.
Geçelim.
11 Eylül (AS: 2001, ABD’de İkiz Kulelerin vurulması) sonrasında Afganistan ve Irak işgalleri ABD’nin İslam âlemi ile ilişkilerinde yeni bir dönem başlattı.
Irak işgali öncesinde Amerikan askerleri Türkiye’nin birçok yerinde yayılmak istiyordu.
1 Mart 2003‘de henüz başbakan olmayan Erdoğan’ın tüm çaba ve baskılarına rağmen AKP’li vekiller CHP’lilerle birlikte Tezkereye ‘hayır’ dedi.
6 Mayıs 2003’de dönemin ABD Savunma Bakan Yardımcı Wolfowitz rahmetli Birand ve Cengiz Çandar’ı çağırarak CNN-Türk’e konuştu. Wolfowitz tezkerenin reddedilmesine çok kızmış, askerin sessiz kalmasına şaşırmış ve çaktırmadan intikamdan söz etmişti. İntikam gecikmeden 4 Temmuz 2003’de alındı. Kuzey Irak’ta Süleymaniye’de 11 Türk askerinin kafasına çuval geçirildi. Türk ordusu ve AKP hükümeti sessiz kaldı.
Buna şaşırmayan ben ‘bunun devamının geleceğini ve son hedefte Türk ordusunun dağıtılacağını’ anlatıp duruyordum.
Haziran 2004’de Başbakan Erdoğan BOP’ta Eş-Başkan seçildi.
2008-2012 Ergenekon, Balyoz, Andıç, Casusluk ve bildik kumpaslar yaşandı.
Türk Ordusu büyük darbe yedi. Ordunun beyni konumunda olan Kozmik Oda’ya girildi.
FETÖ’cüler orduyu ele geçirdi.

  • AKP iktidarı tüm bu süreçte  ‘Atatürkçü ordudan’ kurtulmak için
    FETÖ’cülere sınırsız destek verdi.

Bu da yetmedi aynı iktidar 11 askerimizin kafasına çuval geçiren generalleri Ankara’da konuk etti. Emri veren General Petraeus 30 Haziran 2009’da ABD Merkez Kuvvetler Komutanı ve 18 Temmuz 2011’de (Suriye’de silahlı ayaklanmanın başladığı günler) CIA Başkanı olarak iki kez Ankara’ya geldi. Kimlerle neyi nasıl konuştuğunu elbette bilen yok. Çuval emrini uygulayan General Odierno ise ABD Kara Kuvvetleri Komutanı olarak 7 Şubat 2014’de geldi. Yani 17-25 Aralık’tan sonra. Aynı General 29 Ocak 2015’te Washington’u ziyaret eden dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hulusi Akar‘a ‘Türk kara kuvvetlerinin başarılı bir şekilde yeniden yapılandırılmasını sağladığı, Türk ve Amerikan kuvvetleri arasında iyi bir koordinasyon oluşturduğu, Suriye konusunda sergilediği tutum, Türk ve Amerikan özel kuvvetleri arasında daha  geniş bir işbirliğinin geliştirilmesine katkı sunduğu için’ Liyakat Nişanı taktı. İlginç.
Tüm bu dönemlerde FETÖ’cüler Ordu ve devletin tüm kurumlarında istedikleri her şeyi yapıyorlardı. 17-25 Aralık 2013 kavgasına rağmen. Öncesinde FETÖ’cülerin Şubat 2013’te Hakan Fidan’ı hedef alan kumpasına rağmen.
Üstelik FETÖ’cüler başta Cumhurbaşkanı Gül, Başbakan Erdoğan, MİT Müsteşarı Fidan, Genel Kurmay Başkanı Özel olmak üzere devletin tüm ‘Âli’ makamlarının telefonlarını dinlemişti.
AKP ve yandaş medyaya göre FETÖ’cüler ‘Darbeci ve İsrail, ABD, Almanya ve diğer ülkeler adına casusluk ve ajanlık yapıyordu’. Bu durumda devletin bütün sırları bu ülkelerin eline geçmişti. Özellikle FETÖ’cülerin hamisi olarak bilinen CIA.
Bu bir ülke için çok vahim bir durumdu ama dosya kapanıp gitti.
Hiç kimse FETÖ’cülere dokunmadı. 15 Temmuz darbe girişimine kadar.
Emekli Orgeneral Başbuğ’a göre ‘ Başarılı olmayacak şekilde planlanmış darbe’.
Yani ihtilal. Arapçada işgal anlamında kullanılır. Yani Türk ordusunu işgal etmek.
Nitekim de öyle oldu. Güven, disiplin, dayanışma, sadakat ve bağlılık duyguları darmadağın edildi. Alınan kararlarla Ordu devletin herhangi bir sivil organı haline getirilecek.
Diğer detayları herkes biliyor. Bu Ordu artık kolay kolay toparlanamaz.
Herkes herkese kuşkuyla bakıyor. İhbarcılık ve dedikodu mekanizması çok tehlikeli.

Böyle giderse AKP süreç içinde kendi ordusunu kurar.

Saddam Hüseyin ve Hafız Esad böyle yaptı. Baas dönemi. Yani ‘İdeolojik ordu’.
Arap milliyetçisi, ilerici ve anti-emperyalist ordu. Bu kritere uymayanlar subay olamazdı.
Belki de bundan böyle AKP’li olmayan subay olamaz. Yani  Mütedeyyin belki de İmam Hatipli olma koşulu aranır. Türk ordusu bundan böyle adına uygun olarak  örgütlenir :
Peygamber Ocağı. Yani İslamcı. Mehmetçikler hakiki Müslüman olmalı.
Bir zamanlar Osmanlı’da olduğu gibi her 100-150 Mehmetçik için bir İmam görevlendirilir.
İsrail ordusunda olduğu gibi. Üstelik orada ‘Ordu Başhahamı’ var ve bu Haham izin vermeden savaş bile yapılmaz. Hikayeyi istediğiniz kadar uzatabilir detaylandırabilirsiniz..
Ama özde gerçek değişmez. Başbakan Yıldırım’ın dediği gibi,
‘Bu TSK’nın 150 yıldır yapmaya çalıştığı reform’.

Şu darbeden kimin önce haberdar olduğunu anladığımızda bu reform tamamlanmış olacak.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım ‘MİT Müsteşarı Fidan ve Genel Kurmay Başkanı Akar bize bilgi vermedi’ diyorlar. Yahu bu CIA de ne cinmiş! Bir taşta birçok kuş ve civciv vurdu. Ordu, devlet, siyaset ve toplum darmadağın. ‘Hoca Efendi’nin elini öpüp hayır duasını alanlar kesin şimdi mutludurlar.

Ama esas mutlu olan  Hoca Efendi’nin ‘Hocası’ Graham Fuller’dir.

Ceplerdeki 1 dolarların üzerindeki ‘F’ harfinin belki de  gerçek sahibi.
F.G – G.F. Alfabede peş peşe gelen iki harf. Tesadüf.

======================================

Dostlar,

Hüsnü Mahalli, işin anatomisini de fizyolojisini de fizyopatolojisini de deşmiş..

Can alıcı saptama ya da soru şu :

  • Şu darbeden kimin önce haberdar olduğunu anladığımızda
    bu reform tamamlanmış olacak.

Bu kritik noktaya biz de 15 Temmuz bağlamında yazdığımız birkaç yazıda ısrarla değindik..

Gerçeklerin çok saklanamama gibi bir huyları olduğu söylenir..
Dileriz bu kez Türkiye’ye, AKP – RTE’ye özgü ve özel bir ‘anomali’ (siyasetbişilm terimi olarak), ayrık durum (istisna) olmasın ve olan bitenlerin içyüzünü hızla, çok geç kalmadan, zamanında öğrenelim…

Sevgi ve saygı ile.
08 Ağustos 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

İç savaş yaşanabilirdi! Yeni dönemin farkında mısınız?

İç savaş yaşanabilirdi!
Yeni dönemin farkında mısınız?

portresi

 

Orhan Bursalı
Cumhuriyet, 07.08.2016

Bugün tabii ki 7 Ağustos 2016 mitingine yer vereceğiz. Kendi politik çemberimizin dışına çıkarak farklı şeyler yapmanın ve söylemenin zamanıdır. Bu nedenle deKılıçdaroğlu’nun ve CHP’li muhalefet kitlesinin mitinge katılması düşüncesini paylaştım. Çünkü Türkiye yeni döneme girdi. Çok önemli bir olay yaşadık. Darbe girişimi öncesi Türkiye ile sonrası Türkiye, iki farklı dönemdir.

İç savaş yaşanırdı
Fethullahçı teröristler, 15 Temmuz’u başarıp iktidarı ele geçirselerdi, Türkiye önemli ölçüde iç kargaşalığa, bir iç savaşa sürüklenebilirdi. Ordu’nun darbeci ve darbeye karşı birliklerinin birbirini yok etmeye çalıştığı bir ortam doğabilirdi. Halk kitleleri meydanlarda, sokaklarda olacaktı ve çok ağır kayıplar verilebilirdi. FETÖ teröristlerinin belgelenen acımasızlığı, bir kıyıma dönüşürdü.
Darbecilerin ABD ve AB’den destek aldıkları çok açık. Başarısızlık, onları derin bir hayal kırıklığına uğrattı.
Acaba ülke bir iç savaşa sürüklenseydi, bu destekleri fiili müdahaleye dönüşür müydü, bilmiyoruz. Ama bu olasılık kuşkusuz ki vardı.
Olan ülkeye olurdu. Bir Libya mı olurduk, yoksa Suriye mi, bilemiyorum. Ama kendimize özgü dağıtılmış bir Türkiye olurduk.

Yeni aşamanın farkındalar mı?
Darbe sonrası Türkiye yeni bir aşamaya geçti. Geçti de, çeşitli siyasal odaklar bunun gerçekten farkındalar mı, bu tartışmalı. Bugün itibarıyla Cumhurbaşkanı ve AKP yönetiminin farklı bir dil ve politika kullandıklarını görüyoruz.
Cumhurbaşkanı ilk kez “Anayasanın bana vermediği yetkiyi kullanmayacağım” diyor. Bu Cumhurbaşkanı’nın bekleme odasına aldığı ve işine geldiği gibi yorumladığı Anayasayı askıdan indirdiğinin işareti mi?
İhtiyatlı bir iyimserliği paylaşmamız için güçlü nedenler var.
Böyle olması ülkemiz için olumlu sonuçlar verebilir. Büyük kamplaşma ve yarılma, yerini, birbirini dinleyen ve doğal olarak uzlaşı arayan kitleleri ve siyaseti ortaya çıkartmalı. İlkeler üzerinde siyaset. Büyük bir felaket karşısında doğal sonucu mu yaşıyoruz? İnşallah!

Zarar büyük
Evet, bu darbe girişimini yaşamamız, bugüne kadarki çıkarcı – yararcı, otoriter ve kamplaştırıcı siyasetin sonucudur.
Onlar da Allah diyorlardı” gibi bir düşünceyle hareket etmenin, ülkeye her açıdan ve çok boyutlu verdiği zararın telafisi mümkün değil. Bu politikayı izleyenler de adeta bir bedel ödemeden iktidarlarını sürdürüyorlar. Ama çok ağırını ödeyebilirlerdi ve dolayısıyla ülkeye de ödetebilirlerdi. Türkiye ne yazık ki bugün hâlâ bir musibet bin nasihatten iyidir, darbımeselinin yaşandığı ülke. Bir sırat köprüsünden döndük. Yeni bir dönem derken kastettiğim budur.

Değişim gerçek mi?
RTE ve adamları, politikalarında çok temel değişiklik yapacaklarını söylüyor. Olabilir mi? Bugün, ilk aşamada bunu söylemelerinde, öteki-düşman olarak gördükleri muhalefetin darbe girişimine karşı durmasında, yok etmeye çalıştığı medyanın darbecilere direnmesinde şüphesiz ki etkisi vardır… Ama daha önemli bir şey var: Yalnızlık, Fetö’den sonra dış saldırılara karşı iktidarlarının açıklığı ve kırılganlığı. Bu iki yönden de doğru: Hem RTE iktidarı hem de ülke açısından. Bu açıdan, bir güç ve ittifak arayışının da çok önemli bir nedeni bu.

Mecbur kaldıkları için mi?
Sorun ve öğrenmemiz gereken mesele şurada: Acaba RTE (ve arkadaşları), mecbur kaldıkları için şimdilik taktik bir geri adım mı atıyorlar; yoksa yaşadıkları büyük olay, siyasetlerinde ve düşüncelerinde, hem kendileri hem ülke geleceği açısından ciddi bir “düzeltme” yaşamalarına / yapmalarına yol açmış mıdır?
Her şeyi bilen “teorik kalıplar”, pratikte bu sorunun yanıtını arayacağına, “tabii ki taktik” derler. Doğru çıkarsa “biz demiştik” diyecekler. Ama böyle olsa bile, yaklaşımlarının doğruluğunu göstermez.
Doğru olan, bugüne kadar izlenen siyasetin açmazlarına bıkmadan işaret ederek,
ana siyaseti etkilemeye çalışmaktır.


Umarım, Cumhurbaşkanı, önünde açılan pencereden doğru şeylere bakıyordur.

Bu darbeyi çağıran politikalarının özünü ve bütününü gözden geçiriyordur.

==================================

Dostlar,

Engin birikimli, çok deneyimli ve sağduyulu yazar, dostumuz Orhan Bursalı‘nın yazısına katacağımız çok şey yok. Ancak AKP – RTE açısından ağzımız çok yandığından, bunca akıl almaz acı örnekler ortada iken, biz yoğurdu üfleyerek yemeyi ısrarla sürdüreceğiz..

Dileriz darbe girişiminin içyüzü aydınlatıldığında, Türkiye’yi altüst edecek vahim gerçeklerle yüzleşmeyelim…

Sevgi ve saygı ile.
08 Ağustos 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

OHAL kararları nasıl iptal olur?

OHAL kararları nasıl iptal olur?

Düzenlemeler, Anayasa Mahkemesi’nin içtihatları nedeniyle
KHK ile değil yasayla yapılmalıdır…

http://odatv.com/ohal-kararlari-nasil-iptal-olur-0108161200.html, 8.8.16

(AS : Bizim kapsamlı katkımız aşağıdadır..)

Arkasındaki ABD desteği konusunda hiç kuşku duymadığımız FETÖ tarafından 15 Temmuz 2016 günü gerçekleştirilen, Anayasal düzenimiz ile ulusal egemenliğimizi, bağımsızlığımızı ve bütünlüğümüzü hedef alan darbe girişimi, Türk devleti ve milletinin ortak karşı duruşuyla bastırılmış, ülkemiz büyük bir badireyi atlatmıştır. Ardından bu terör örgütünün devlet ve toplum içinden temizlenmesi amacıyla acil tedbirler alınmaya başlanmıştır.

Anayasal düzenimizi hedef alan bu darbeye kalkışan örgüte karşı yapılacak mücadelenin Anayasal düzenin kuralları içinde yürütülmesi, mücadelenin sonuç alması için büyük önem taşımaktadır. Adalet anlayışı, Türk Milletinin adeta genlerine işlemiş bir kültür unsuru olmasının yanı sıra tarih boyunca Türk Devletlerini ayakta tutan en önemli ilke olmuştur. Bu ilke, günümüzde de “adalet anlayışı” ve hukuk devleti kavramları ile Anayasamızın 2. maddesinde yer almaktadır.

Bu çerçevede 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında çıkarılan ve çıkarılacak olan kanun hükmünde kararnamelerin yargısal denetimlerinin olanaklı olup olmadığı, olanaklıysa  bu denetimin sınırları konusunda Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarından örnekler vererek açıklama yapma gereği duyuyoruz.

ANAYASA MAHKEMESİNİN YARGISAL DENETİMİNDEN GEÇECEKTİR.

Anayasa’nın 148. maddesinin ilk fıkrası, olağanüstü hal ve sıkıyönetim kanun hükmünde kararnamelerinin yargısal denetim yolunu kapatmıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi, Anayasanın bu yasağını 10 Ocak 1991 ve 3 Temmuz 1991 tarihli kararlarıyla büyük ölçüde aşmıştır. Türk hukuk doktrininin (AS: öğretisinin) çoğunluğu da Anayasa Mahkemesinin bu içtihadını desteklemektedir.

Şu durumda 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında çıkarılan kanun hükmünde kararnameler, eğer ana muhalefet partisi meclis grubu veya 110 milletvekili bu yöne başvuruda bulunurlarsa, Anayasa Mahkemesinin yargısal denetiminden geçecektir.

======================================

Dostlar,

3 Ağustos’tan (2016) bu yana web sitemizin manşetinde tutuyoruz bu konuda yazdığımız kapsamlı teknik – hukuksal yazımızı (Mülkiyeli şapkamızla). Bu yazı bizim makalemizin bir özeti gibi. Konununn önemi ve pekiştirme amacıyla ODA TV’de yayımlanan bu özlü yazıyı da paylaşmak istiyoruz.

TSK’yı deyim yerinde ise, maksadını çooook aşan bir içerikte, ölçüsüz bir tepkisellikle adeta tar-u mar (yerle bir, Hak ile yeksan) eden 669 sayılı OHAL Kararnamesi başta olmak üzere, öncülleri 667 ve 668 sayılı OHAL kararnamelerinin Anayasa Mahkemesine götürülebilmesi için 9 ve 10 Ağustos 2016 günleri son 2 gün. Anayasa md. 148/2’de şu tümce yer almakta :

  • ..Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def’i (AS: herhangi bir mahkemede uygulanırken) yoluyla da ileri sürülemez..
    Söz konusu OHAL Kararnameleri TBMM’de görüşülmediğinden, Şekil yönünden Anayasaya aykırılık ileri sürülemeyebilir (başkaca Şekil kusuru yoksa). Ancak Esas, yani içerik bakımından Anayasaya aykırılık ileri sürülebilir. Bu amaçla Anayasa’nın 151/1 maddesinde tanınan süre 60 gündür.Bir başka konu, bu aykırılık savı ve yürütmenin durdurulması dahil, iptal isteminin Anayasa Mahkemesine götürülmesinde dava ehliyeti sorunudur. Anayasa md. 150’de gerekli düzenleme vardır :
  • .. Cumhurbaşkanı, iktidar ve anamuhalefet partisi Meclis grupları ile Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az beşte biri tutarındaki üyeler.. 2 seçenek görülüyor somut durumda : Ya herhangi bileşimde (1 ya da daha çok partiden) 110 milletvekili ya da herhangi bir sayı koşulu aranmadan, Anamuhalefet Partisi CHP’nin, TBMM Grubu’nun Grup tüzel kişiliği ile başvurması..Önceki gün, CHP TBMM Grup Başkanvekili Av. Levent Gök, yaptığı açıklamada kapsamlı irdeleme yaptıklarını belirtmişti. Bu incelemenin fazla uzatılması gereksiz, anlamsız ve sakıncalıdır. Çünkü eylemli (fiili) durum yerleşmekte, Anayasaya aykırı OHAL kararnamelerinin (özellikle 669) pek çok hükmü uygulanmakta ve hukuksal deyimi ile uygula(n)makla etkisi tükenmektedir. Yani Anayasa Mahkemesince, Yürütme’nin (somut olayda CB başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu) düzenleyici işlemi (OHAL kararnameleri) iptal edilse bile, etkisi geçmişe – geriye yürütülemeyeceği için (Anayasa md. 153/5), beklenen yararı ve adaleti sağlamakta etkisi çok azalacak, belki de kalmayacaktır. Anayasa Mahkemesince bu OHAL Kararnamelerinin kısmen ya da tümüyle yürütülmesinin durdurulması kararı verilse bile..CHP öncülüğünde muhalefetten 110 milletvekili ya da CHP’nin TBMM Grubu sayı ile bağlı olmadan doğrudan ve oyalanmadan, 669 sayılı OHAL Kararnamesi başta olmak üzere, Anayasaya ve hukuka ağır aykırılığın doğuracağı yıkımı en aza indirmek üzere acele etmelidir.

Bu girişim, Muhalefet partileri için tarihsel bir sorumluluk ve hukukun üstünlüğü – hukuk devleti adına bir zorunluk ve sınavdır.

Sevgi ve saygı ile.
08 Ağustos 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Yazının pdf biçimi : OHAL_Kararnameleri_Nasil_Iptal_Edilebilir