Dersimli neden Atatürk’ü sever?

Arşivimizden…

Dersimli neden Atatürk’ü sever?


http://www.haberekspres.com.tr/dersimli-neden-ataturku-sever-makale,902.html
, 02.12.2011

Tayyip Erdoğanların, F Tipi kalemşorların ve Batıcı neoliberal tayfanın Dersim üzerinden Atatürk’e yönelttiği saldırıların amacı belli. Hedef bağımsız ve laik Cumhuriyet.

Amaçlarına ulaşabilmeleri için Atatürk’ün önderliğinde gerçekleşen Cumhuriyet Devrimi ile elde edilen kazanımlara olan halk desteğinin yok edilmesi lazım. Tarih çarpıtılacak, halkın kazanımlarının yerine, sözümona “kaybettikleri” ikame edilecek.

İşte Dersim olayı şimdi bunun için kullanılıyor. En başından beri Cumhuriyet Devrimi’ne destek olmuş olan Alevi kitlenin şimdi, gerçekte çıkarına olmadığı halde “mecbur bırakıldığı” için Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i savunmak durumunda kaldığı ispatlanmaya çalışılıyor.

SAHTE TARİH ÜRETTİLER

Taraf Gazetesi’nde Yıldıray Oğur 24 Kasım (2011) tarihli köşe yazısında bu konuyu ele almış ve “1938’de Dersimliler Atatürk’ün CHP’si tarafından kıyıma uğradıkları halde daha sonraki yıllarda neden hep CHP’yi desteklediler?” sorusunu soruyor ve şöyle cevap veriyor:
1937-1938 Dersim isyanı konusunda hayatlarını kolaylaştıracak sahte bir tarih ürettiler ve ona inandılar.”
Benzer yaklaşım üç aşağı beş yukarı bugünlerde “Dersim kampanyası”nı yürüten bütün köşe yazarlarında vardır ve gerçekle bir ilgisi yoktur.
Tam tersine Dersimliler’in yüz yıllık duruşlarını yok sayarak, şimdi yeni bir tarih yaratmak isteyenler emperyalistler ve işbirlikçileridir.

YILLAR İÇİNDE “DERSİM”İN SİYASİ DURUŞU

Tunceli’de 1950 seçimlerinde DP %60, CHP %40 oy aldı. 1954’de Demokrat Parti en parlak zaferini kazandı ama Tunceli’de kaybetti. DP %46, CHP %53. 1957’de fark daha da açıldı. CHP %63, Demokrat Parti %34 oy aldılar.
Sonraki yıllarda Tunceli hep muhalif oldu. Türkiye İşçi Partisi’nin en güçlü olduğu illerden biriydi Tunceli.
Devrimci hareketlerin belki de Türkiye’de en çok geliştiği, taban bulduğu ilimiz oldu. Sol grupların hemen hepsinin lider kadroları içinde Tuncelililer vardır.
Bazı sol gruplar ise önemli ölçüde Tuncelililere dayanmaktadır.
12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinin en çok vurduğu illerin başında gelmektedir bu ilimiz. Yani sürekli olarak hedefte olmuştur. 12 Eylül Anayasası’na en yüksek oranda “Hayır” diyen iki ilimizden biriydi.
Ve nihayet 12 Eylül 2010 Anayasa referandumunda AKP’nin “ileri demokrasi”sine %84 oyla en yüksek oranda “Hayır” dedi.

“HAYATLARINI KOLAYLAŞTIRACAK TUTUM”

Dersimliler, Yıldıray Oğur’un iddia ettiği gibi “hayatlarını kolaylaştıracak” bir siyasi tutum içinde olmamış, tam tersine 1954 yılından başlayarak hep mevcut siyasi iktidara muhalif tavrıyla “hayatını zorlaştıran” bir tutum içinde olmuştur.
1950 yılında ise Türkiye genelinde halkımızın çoğunluğunun yaptığı gibi tek Parti iktidarına duyduğu tepki ile DP’ye yönelmiş ama bu Partinin gerici karakterini görür görmez tavrını koymuş, Cumhuriyet’ten yana tutum almıştır.
Ve üstelik bu tutumu 1954’de, yani Demokrat Parti’nin CHP’yi neredeyse siyaset sahnesinden siler gibi olduğu koşullarda almıştır.
Dolayısıyla Dersimliler için söylenemeyecek tek bir şey varsa o da, “hayatlarını kolaylaştırmak” amacıyla gerçekte benimsemedikleri bir duruşu benimsedikleridir.

400 YILLIK ZULÜMDEN KURTULUŞ

Öyleyse Dersimliler’in (Tuncelililer’in), Atatürk’e ve Cumhuriyet’e olan sevgi ve desteklerini nasıl açıklamak gerekir?
Tunceli, nüfusunun büyük çoğunluğu (%90 oranında) Alevi olan bir ilimizdir.
“Dersim tartışmaları”nı başlatan milletvekili Hüseyin Aygün’ün de belirtiği gibi bütün Alevi evlerinde Atatürk’ün fotoğrafı, Hz. Ali resmi ile yan yana asılıdır. Tunceli’de bu böyledir.
Anadolu’nun Alevi halkının Osmanlılar döneminde yüzyıllar boyunca katliamlar yaşadığı, ayrımlara tabi tutulduğu bilinen bir gerçektir.
Celali İsyanları‘nın başladığı 16. yüzyıl başlarına kadar Anadolu köylülüğünün baştan başa Alevi olduğunun bütün tarihçiler kaydeder.
200 yıl süren Celali İsyanları’nın sonrasında bu tablo tümüyle değişmiştir.

* Alevilerin önemli bir kısmı, Tayyip Erdoğan’ın “gurur duyuyoruz” dediği Şeyhülislam Ebussuud Efendi fetvalarıyla katledildiler.
* Katliamdan kaçan bazıları “Şaha gittiler.” Bugün Azerbaycan’da ve İran’da yaşıyorlar.
* Ve nihayet az bir kısmı ise dağlarda ve bataklıklarda hayatta kalabildiler.
Ve bu durum tam 400 yıl sürdü.

İşte Atatürk’ün önderlik ettiği Cumhuriyet Devrimi ve bu Devrim ile birlikte gelen laiklik, yüzyıllardan sonra bu kitleyi eşit yurttaş yaptı. İnançlarından dolayı artık sorgulanmadılar.
Şehirlere indiler, okullara gittiler, ticarette, toplum hayatında, devlet kademelerinde görev aldılar, rol üstlendiler.
Bunun için Cumhuriyet ve Atatürk, Türkü ve Kürdüyle Alevi için “kurtuluş” anlamına geldi. Sadece işgalci düşmandan değil, aynı zamanda Ortaçağ’ın ayrımcı ve baskıcı zihniyetinden de.
“Dersimliler neden Atatürk’ü seviyor?” sorusuna cevap arayanların üzerinde durmadıkları gerçek budur.
=====================================
Dostlar,

Bu bağlamda çok yazıldı, konuşuldu.
Sevgili kardeşimiz, Tunceli’li hemşerimiz M. Bedri Gültekin çok kısa ve ustalıklı olarak özetlemiş sağolsun. Biz de sitemizde epey yazdık, belge – bilgi – dosya koyduk.
Örneğin DERSİM TARTIŞMALARI başlıklı yazımız (üzerinde tıklayınız..)
Ayrıca Sn. Prof. Dr. Emre KONGAR,
başlığı ile Cumhuriyet’te ardışık 9 makale yayınladı.. (üstünde tıklayınız..)
1. Bir Dersimli Anlatıyor! Cumhuriyet, 28.11.2014
2. TUNCELİ NASIL BİR DERSİM’di?? Cumhuriyet, 29.11.2014
3. Şeyh Sait ve Dersim; Cumhuriyet, 30.11.2014
4Dersimliler ve Cumhuriyet; Cumhuriyet, 02.12.2014
5. Hacı Bektaş Çeşmesinden… Cumhuriyet
, 04.12.2014
6. Dersim Mektubu Üzerine… Cumhuriyet
, 05.12.2014
7. Sorun Tarihte Değil, Gelecekte! Cumhuriyet, 06.12.2014
8. Dersim / Tunceli: Ders Almak! Cumhuriyet, 07.12.2014
9. Aleviler Demokrasinin Güvencesidir.. Cumhuriyet, 09.12.2014
Okunmasını ve bu nazik – yakıcı sorunun gerçek içyüzünün öğrenilmesi ile sefilce sömürmeye çabalayanların çirkin oyunlarının boşa çıkarılması bakımından insan sorumluluğumuzdur.

Sevgi ve saygı ile. 09 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

KÜRDİSTAN İSRAİL İÇİN KURULUYOR

 

KÜRDİSTAN
İSRAİL İÇİN KURULUYOR

PROF. DR. ANIL ÇEÇEN

Türkiye Cumhuriyeti her gün adım adım bir Kürdistan macerasına doğru sürüklenmektedir. Son dönemde birbiri ardı sıra gündeme gelen siyasal gelişmeler bir bütünsellik içerisinde ele alındığında Türkiye’nin hızlı bir biçimde Kürdistan’ın kuruluşuna doğru iteklendiği görülmektedir. Siyasal gelişmeler ile beraber ekonomik girişimler, askeri ve güvenlik gibi alanlarda yeni ortaya çıkan durumların tamamı Türkiye Cumhuriyeti’nin karşısına Kuzey Irak üzerinden Kürdistan devletinin oluşumunu dayatmaktadır. Süper güç olarak geçen yüzyıldan gelen Amerika Birleşik Devleti ordularının, on bin kilometre öteden gelerek Orta Doğu’nun merkezi ülkelerinden birisi olan Irak’ı işgal etmesi ve bu doğrultuda diğer komşu ülkeleri hedef alması ile başlayan yeni süreçte, bütün Orta Doğu bölgesinin haritasının yeniden çizilmek istenmektedir. Bu istek; geçmişten gelen harita doğrultusunda var olan devletlerin sınırlarının kabul edilmek istenmediği anlamını taşımaktadır. Irak macerası sonrasında başta İran olmak üzere bütün bölge devletlerinin hedef tahtasına oturtulması, ekonomik gelişmelerin bu doğrultuda yönlendirilmesi, terörün komşu devletler üzerinden bölgeye yayılmak istenmesi, yeni bir Orta Doğu yaratma doğrultusunda ciddi bir planın olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Büyük İsrail adı verilen Siyonist plan doğrultusunda olaylar yönlendirilirken, bir bölge ülkesi olarak Türkiye Cumhuriyetinde iç politika bu emperyal plana kilitlenmiştir. Yirminci yüzyılın başlarında büyük bir hesaplaşmaya girişen büyük dünya devletleri merkezi alandaki Osmanlı devletinin topraklarını paylaşma yarışına girdikleri aşamada, Rusya’da gerçekleştirilen sosyalist devrim, olayların akışını değiştirmiş, yıkılan Osmanlı toprakları üzerinden Kafkasya ve Hazar bölgesine girme kavgası veren Avrupa ülkelerinin önüne koskoca bir Sovyetler Birliği çıkartılarak, Avrupa’nın büyük emperyal devletlerinin önü kesilmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında İsrail devleti kurulamayınca, devreye İkinci Dünya Savaşının girdiğini ve bu iki büyük felaket sonrasında ikibin yıllık bir maceradan sonra Yahudi devletinin kurulabildiği görülmüştür. İsviçre’nin Basel kentinde toplanan ilk Siyonist kongrede alınan kararlar doğrultusunda elli yıl sonra Yahudi devleti kurulabilmiş, ne var ki soğuk savaşın sonrasına rastlayan yüzüncü yılda Büyük İsrail devleti kurulamamıştır. İki bin yılına girerken Büyük İsrail İmparatorluğunun merkezi coğrafya topraklarında kurulabilmesi için dünya olayları yönlendirilmeğe çalışılmış ama evdeki hesaplar çarşıya uymayınca Siyonist planlar yatmıştır.

İkibin yılına gelindiğinde ,ABD’deki Siyonist lobiler tarafından ayarlanan küresel emperyalizm saldırısı, 11 Eylül olayları ile canlandırılmış ve bu olayların intikamını almak ya da suçlularını cezalandırmak görünümü altında Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerine askeri saldırılar ve işgaller yönlendirilmiştir. İsrail için en büyük Arap tehlikesi olan Irak devletinin ülkesine atom bombası yalanları ile girilmesinden sonra, Büyük İsrail projesinin üçüncü adımı olarak Irak’ın kuzey bölgesinde bir kukla Kürt devleti ABD ve İsrail ordularının ve de şirketlerinin destekleriyle gündeme getirilmiştir. Siyonist kongre sonrasında ilk adım olarak dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Yahudiler Birinci Dünya Savaşı öncesinde İngiliz dominyonu olan Kıbrıs üzerinden Filistin’e taşınmışlar ama Büyük Britanya İmparatorluğunun karşı çıkması nedeniyle İsrail devleti kurulamamıştır. Balfor deklarasyonu ile Yahudilerin devlet kurma hakkını görünüşte tanıyan Britanya yönetimi, İmparatorluk çıkarları nedeniyle bu devlete izin vermeyince, Siyonist lobiler Amerika’ya taşınmışlar ve New York’u merkez tutarak buradan kapitalist sistem üzerinden bir ekonomik dünya hegemonyasını başlatmışlardır. Planın ikinci aşamasında resmen devletin ilanı olduğu için, bu doğrultuda ABD’yi arkalarına almışlar ve ikinci dünya savaşı galibiyetinin kazandırdığı güç ile hem Amerikan ordusunu Orta Doğu’ya taşımışlar hem de ABD’nin merkezi coğrafyaya gelişinden yararlanarak ikinci dünya savaşının sona ermesinin hemen sonrasında İsrail devletini ilan etmişlerdir. Yeterli Yahudi nüfus Filistin’e taşınamadığı için ABD öncülüğünde Birleşmiş Milletler örgütü kurdurulmuş ve bu uluslararası kuruluşun ilk resmi kararı ile bir Yahudi devleti olarak İsrail dünyaya ilan edilmiştir.

Büyük İsrail projesinin ilk adımı Birinci Dünya Savaşı öncesinde, ikinci adımı da İkinci Dünya Savaşı sonrasında gerçekleştirilince, sıra üçüncü adıma gelmiştir. Bu da daha önceden kurulmuş olan küçük Yahudi devletinin merkezi coğrafyayı bütünüyle kontrolü altına alan bir Büyük İsrail İmparatorluğuna dönüştürülmesi meselesidir. Orta Doğu tarihi incelendiği zaman yirminci yüzyılda kurulmuş olan Yahudi devletinin üçüncü İsrail olduğu anlaşılmaktadır. Daha önceki Yahudi devletlerinin tarihleri incelendiğinde bunların savaşlar ve işgaller sonucunda yıkıldığı görülmektedir. Milattan yaklaşık bin yıl önce kurulmuş olan ilk İsrail devleti bir Mezopotamya krallığı olan Babil devleti tarafından yıkılmış ve Yahudiler Babil’e sürgün olarak gönderilmişlerdir. Daha sonraları o dönemdeki İran devletinin Babil krallığını yıkması üzerine geri dönen Yahudiler Filistin’e dönerek ikinci İsrail devletini oluşturmuşlardır, ama bir süre sonra Akdeniz üzerinden merkezi coğrafyaya gelen Roma İmparatorluğunun İsrail devletini yıkması üzerine Yahudiler kaçarak dünyanın çeşitli bölgelerine yerleşmişlerdir. Milat yılları sırasında gerçekleşen bu büyük göç ikibin yıl sonra yeniden Tevrat’ta Yahudilere vaat edilmiş olan kutsal topraklara Yahudilerin geri dönüşü ile sona ermiştir. Yirminci yüzyılın soğuk savaş ortamında ortaya çıkmış olan İsrail devleti kurulduğu günden bu yana tam altmış yıldır sürekli olarak komşuları ve bölge devletleri ile savaş içerisinde olmuş ve Orta Doğu bölgesi üzerinden dünya barışını sürekli olarak tehdit etmiştir. Küçük İsrail devletinin dış desteler ile gelinerek kurdukları küçük devlet çatısı altında barınabilmeleri son derece güç olmuş, komşularının saldırılarına karşı kendisini korumağa çalışırken karşı ataklarla harekete geçen Yahudi devletinin bütün bölge ülkelerine sırasıyla saldırılara geçtiği görülmüştür. İsrail’in sürekli saldırıları Yahudi devletinin güvenliği için batılı ülkeler tarafından sürekli olarak hoşgörü ile karşılanmış ama bölge ülkeleri açısından da tahammül edilemeyecek bir bölgesel kaos ortamı yaratmıştır.

Büyük İsrail projesinin üçüncü adımı Mezopotamya bölgesine egemen olmak olduğu için, bu doğrultuda adımlar atılmış ve Irak’taki Kürt Yahudileri üzerinden Mezopotamya’ya egemen olma planları gizlice yürürlüğe sokulmuştur. Ne var ki, Saddam Hüseyin rejiminin giderek Arap milliyetçiliğine yönelen katı ve sert yönetimi İsrail’i tehdit ettiği için, İsrail bu bölgeyi kontrol edebilmek üzere çeşitli senaryolar ve manevralar düzenleyerek Amerikan ordusunun Irak’a saldırısını ve işgalini yönlendirmiştir. Baas rejimlerinin batılı merkezlerden yönlendirilmesi Mezopotamya’nın hegemonya altına alınabilmesi açısından yeterli olamayınca, bunun üzerine Irak’ın işgali ve Saddam rejiminin yıkılması kaçınılmazlaşmıştır. ABD sayesinde bu birinci derecedeki Arap tehdidinden kurtulan İsrail hemen Irak’ın kuzeyinde bir işbirlikçi kukla devleti Yahudi asıllı Kürtler aracılığı ile kurmuştur. Devletin bütün kuruluş masrafları gene Siyonist lobiler tarafından karşılandığı gibi, daha önceleri İsrail’e göç etmiş olan Irak Yahudileri de bu ülkeye geri gönderilerek Mezopotamya ülkesinde güçlü bir Yahudi lobisinin oluşturulmasına çalışılmıştır. Özellikle Kum kentinden gelen Barzani aşiretinin İran Yahudilerinin önde gelen bir gücü olarak, bu kukla devletin yönetimine getirilmeleri de, daha önceki Mehabad Cumhuriyeti deyiminin yeni oluşturulmakta olan Erbil Cumhuriyetine emsal olabilmesi için gene Siyonist lobiler tarafından ayarlandığı görülmüştür. İsrail hem ABD’yi hem de kenti kontrolü altındaki uluslar arası Siyonist lobileri birlikte kullanarak Arapların tam ortasına bir işbirlikçi Kürt devletini dayatabilmiştir çünkü tarihte ortaya çıkan ilk İsrail devletinin Mezopotamya gücü olarak Babil krallığı tarafından yıkılmasından fazlasıyla derslerini almışlardır.

Akdeniz’in kıyısında yeni bir Roma İmparatorluğunu Kudüs merkezli kurmağa yönelen Siyonist İsrail devleti bir daha arkadan gelen bir Mezopotamya gücü tarafından yıkılmamak üzere bu kritik bölgede kendi denetimi altında bir kukla devleti bölgedeki Yahudiler üzerinden kurmağa yönelmiştir. Amerikan ordusunun bölgeye gelmesinden de yararlanılarak Irak devleti üçe bölünmeğe çalışılmış,Arap nüfus çoğunluğu Şii ve Sünni olarak ikiye bölünürken, Kürtler ayrı tutulmuş, bu ülkede Kürt nüfusu kadar var olan Türkmen toplulukları da görmezden gelinerek Şii nüfus içerisinde sayılmışlardır. Büyük İsrail projesinin üçüncü adımı böylece atılarak Mezopotamya bölgesinin İsrail’in denetimi altına girmesini sağlayacak bir Kürt devleti oluşumu Yahudi asıllı Kürt aşireti Barzaniler aracılığı ile oluşturulmuştur. Ne var ki, Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngilizler ile Fransızlar Osmanlı sonrası dönem için bölgenin haritasını çizerlerken Kürtleri dörde ayırdıkları için, Kuzey Irak’taki Kürt oluşumu üçüncü adımın bir başlangıcı olarak kabul edilerek, İran, Suriye ve Türkiye’deki Kürt bölgeleri ile bu kukla devletin bütünleştirilmesiyle, bir Büyük Kürdistan projesi yaşama geçirilmeğe çalışılmıştır. Kuzey Irak merkezli başlatılan ayrılıkçı etnik Kürt terörü Irak gibi Türkiye, İran ve Suriye’yi tehdit etmiş, bu ülkelerdeki Kürt bölgelerinin de katılımıyla Büyük Kürdistan’ın kurulması amaçlanmıştır. Beş milyonluk küçük İsrail’in beşyüz milyonluk bir büyük Arap ve Müslüman dünya ile savaşamayacağı bilindiği için, Araplara, İran’a, Türkiye’ye ve tüm İslam dünyasına karşı İsrail için savaşacak bir milyon kişilik bir Kürt ordusunun oluşturulmasını sağlayacak, Büyük Kürdistan projesi İsrail merkezli olarak gündeme getirilerek gene Siyonist lobilerin destekleriyle gerçekleştirilmeğe çalışılmıştır. Küçük İsrail’in güvenliği ve Büyük İsrail’in kurulabilmesi için bölgede dört ülkeye bölünmüş bütün Kürt asıllı insanların bir araya getirileceği bir yirmi milyonluk nüfusa sahip olacak Büyük Kürdistan Siyonist projenin üçüncü adımı olarak öne çıkarılmıştır.

Büyük İsrail projesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni de ortadan kaldırılmasını hedeflediği için, İran ve Azerbaycan Türkleri ile Anadolu Türkleri arasına Büyük İsrail, Büyük Kürdistan ve Büyük Ermenistan’ı koyarak Türkleri parçalamak, emperyal müdahalelere karşı işbirliği yapmalarını önlemek gibi bir yol izlenmiştir. Bu doğrultuda Kürtler ile yakın işbirliğine giren Yahudiler, aynı zamanda eskiden uzun asırlar boyunca kavga ettikleri Ermeniler ile de yeni bir dayanışmaya girerek, bölgedeki Türk egemenliğini ortadan kaldırmağa çalışmışlardır. Batı ülkelerindeki Yahudi lobileri soğuk savaş yıllarında Ermeni tasarılarına karşı çıkarken, yeni dönemde Ermenilerin tasarılarını Siyonist lobilerin batılı parlamentolara getirdikleri ve Türkiye aleyhinde bu tasarıları yasalaştırdıkları son yıllarda fazlasıyla görülmüştür. Ayrıca küresel sermaye aracılığı ile denetim altına aldıkları medya ve basın organları aracılığı ile Türkiye, İran ve Suriye gibi bölge ülkelerinin aleyhinde yayınları tırmandırarak, kendi planlarına paralel bir çizgide hem Ermenileri hem de Kürtleri dünya kamuoyunda öne çıkarmışlardır. Terörist Kürtler ile bölücü aşiretler sanki bir ulusun parçasıymışlar gibi dünya kamuoyuna lanse edilmişler, Kürt devletinin kurulması doğrultusunda batı ülkelerinin geniş desteği medya organları aracılığı ile kamuoyu üzerinden kuzey Irak’taki kukla devlete sağlanmağa çalışılmıştır. Büyük İsrail’in bir parçası olacak Büyük Kürdistan’ın kurulabilmesi için, batı dünyası üzerinden kutsal topraklar üzerinde kurulu bulunan Türkiye, Suriye ve İran gibi büyük devletler açıkça hedef alınmıştır.

Tarihte ikinci kez kurulan İsrail devletinin, Avrupa üzerinden Akdeniz kanalı ile merkezi coğrafyaya gelen Roma İmparatorluğu tarafından yok edilmesi gerçeği dikkate alındığında İsrail’in bu doğrultuda batıdan gelebilecek benzeri saldırıları karşılayabilmek için karşı kıyısında bulunan Kıbrıs adası üzerinde de ciddi bir hegemonya kurma çalışmaları içerisinde olduğu görülmektedir. Kıbrıs’ta Yunan ya da Türk egemenliğine karşı çıkan, bu adayı gelecekte kendi hegemonyası altına alabilmek doğrultusunda İngiliz ve Amerikan güçlerinden yararlanmağa çalışan İsrail devletinin benzeri doğrultuda Türkiye’yi de gene kendi çıkarlarına alet etmeğe çalıştığı gözlemlenmektedir. Kıbrıs’taki Türk varlığını kendi planları doğrultusunda yönlendirmeğe çalışan İsrail devleti Avrupa Birliği üzerinden adaya ve Doğu Akdeniz’e egemen olmağa çalışan yeni Roma İmparatorluğu girişimini ABD ve NATO üzerinden dolaylı olarak desteklediği Türk ordusu sayesinde geri püskürttüğü görülmektedir. Avrupa Birliği bir Hıristiyan yapılanması olarak Akdeniz’de yeni bir Yahudi hegemonyası istemediği için Kıbrıs’a önem vermekte ve bu adanın Yunanistan, Rusya ve Türkiye’nin hegemonyasına girmesini önlemek üzere çeşitli senaryoları batılı ülkeler üzerinden devreye sokmaktadır. Rusya’nın ada üzerinde baskılarının artmağa başladığı bir aşamada İsrail bölgede yeni ortaya çıkan petrol ve doğal gaz kaynaklarına el koyma doğrultusunda Güney Kıbrıs Rum kesimi ile beraber Türkiye’ye karşı bir antlaşma imzalayacak derecede ileri gidebilmiştir. Böylece Kürdistan ile arkasını güvence altına alan İsrail devleti Kıbrıs üzerinde kurmağa başladığı yeni hegemonya düzeni ile de batılı ülkelere ve Avrupa emperyalizmine karşı Doğu Akdeniz bölgesindeki güvenliğini sağlama almaktadır.

Çeyrek yüzyıl önce Amerika’da yayınlanan bir Siyonist dergi olan Kivinum isimli yayında Oded Yinon Büyük İsrail projesinin detaylarını açıkça ortaya koymuştur. Buna göre, bölgenin en küçük devleti olan İsrail’in tüm merkezi alana egemen olabilmesi için bütün komşu ülkelerin parçalanması gerekmektedir. Siyonist plan Yahudilere Siyon tepesinin kenarında bir dünya imparatorluğunu kazandırırken, terör ve savaş yollarıyla tüm eski Osmanlı ülkelerinin parçalanmaları gündeme getirilmektedir. Irak ABD ordusu sayesinde üçe bölünürken, Suriye, İran ve Türkiye’de sahip oldukları Kürt bölgeleri üzerinden hem bölünmek, hem de dağıtılarak eyaletler halinde Kudüs gibi kutsal bir kentin başkent olacağı büyük bölge devletine bağlanmak istenmektedir. Elli eyaletten oluşan Amerika Birleşik Devletleri gibi bir büyük federasyon, İsrail’in merkez olacağı ve Kudüs’ün başkent olarak öne çıkacağı yeni bir bölgesel yapılanma üzerinden otuz ya da kırk eyaletten oluşacak bir Orta Doğu Birleşik Devletleri adı altında oluşturulmak istenmektedir. Avrupa Birliğinin bir Hıristiyan yapılanması olarak Avrupa Birleşik Devletlerine doğru yöneldiği bir aşamada bu oluşumun merkeze gelmesini önlemek üzere, Büyük İsrail anlamında bir Orta Doğu Birleşik Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından meydana gelen otorite boşluğu alanı Siyonist lobiler ve İsrail tarafından doldurulmak istenmektedir. İsrail’e bu olanağı sağlayacak tek yol da, Büyük Kürdistan’ın öncelikli olarak kurulmasıdır. Kuzey Irak’taki kukla devleti güçlendirecek doğrultuda Türkiye’nin Güneydoğusunun da Kürdistan olarak ilan edilmesi sayesinde Türkiye ile beraber Suriye ve İran’ın da parçalanmalarının önü açılacak ve bu sürecin sonucunda ortaya çıkacak dört parçalı Kürdistan, Büyük İsrail doğrultusunda oluşarak Orta Doğu Birleşik Devletlerinin önünü açacaktır. “Vur gerilla vur, Kürdistan’ı kur “ aslında Büyük İsrail’in kurulmasının en geçerli yolu olarak öne sürülmektedir. Bu doğrultuda, ayrılıkçı Kürt etnik terörünün arkasında ciddi bir Amerikan, İngiliz ve İsrail desteğinin olduğu görülmekte, diğer batılı devletler de bölgeyi dağıtacak bu girişime karşı çıkmayarak dolaylı yollardan destek vermektedirler.

Irak’ta askeri işgal ve savaş yolu ile kurulan Kürdistan’ın Türkiye’de demokrasi yolundan kurulmağa çalışıldığı görülmektedir. Irak’ta batı tipi demokrasi olmadığı için insan hakları ve demokratik yöntemler geçerli olamamış ve kukla devletin kuruluşunda terör ile başlayan bir süreç içerisinde hem askeri işgal hem de haksız savaş siyasal yöntem olarak kullanılmıştır. Geleceğin Sümer Devleti kuzey Mezopotamya’da kurulurken, dünyanın en büyük hava alanı ile gene dünyanın en sağlam binaları kalıcı olmak üzere, bu bölgede Amerikalılar tarafından yapılmıştır. ABD Irak’a çıkmak üzere gelmiş ve burada yerleşmiştir. İsrail’in koruması artık Kuzey Irak üzerinden yapılırken, bölgenin Kürt nüfusu da gene İsrail ve ABD güçlerinin korunmasında yan güç olarak kullanılmaktadır. PKK terör örgütü ve onun yavrusu olan Pejak örgütü bölge devletlerinin parçalanmaları doğrultusunda terörist ataklarını sürdürürken, onların istikrarsızlığa kavuşturduğu Kürt bölgelerinin yeni bir süreç içerisinde bağlı oldukları devletlerin merkezlerinden koparak Erbil Cumhuriyetini merkez alan bir büyük Kürdistan’a doğru yönlendirildikleri anlaşılmaktadır. Yahudilerin dünya tarih sahnesine çıktıkları Mezopotamya’ya geri döndükleri ve kendi kontrolleri altındaki Amerikan askeri güçleri sayesinde de Kuzey Irak üzerinden bölge ülkelerini dağıtacak girişimlerini gene işbirlikçi Kürt kesimleri üzerinden tezgâhladıkları görülmektedir. Yeni dönemde İran’a yönelik bir saldırı hazırlığı içerisine giren İsrail’in hem Amerikan askeri varlığından, hem de Kürtlerin nüfus varlığından yararlanarak İran gibi bir büyük devleti Orta Doğu’dan geri püskürtmeğe çalıştığı anlaşılmaktadır. İran’ın bölgedeki Şii hegemonyasını durduran Sünni güç olan Saddam rejiminin çökertilmesiyle, bölgede bir otorite boşluğu meydana gelmiş, İsrail’in küçüklüğü nedeniyle bu boşluk doldurulamayınca Kuzey Irak üzerinden kurulmuş olan Kürdistan’ın büyütülmesi projesi gündeme getirilmiştir. Şii İran’ın hegemonyasının önlenebilmesi için güçlü bir Sünni Kürdistan İsrail tarafından oluşturulmağa çalışılmaktadır.

Şimdi sıranın Türkiye’nin güneydoğu bölgesinde yaşamakta olan Kürt asıllı nüfusun yaşadığı bölgenin bir anlamda Türkiye Kürdistan’ına dönüştürülmesine gelmiştir. Çeyrek asırdır devam eden ayrılıkçı Kürt etnik terörü, bölge insanını Türklükten uzaklaştırarak zorla Kürtleştirmeğe çalışmış, bu bölgenin Türkleri terör ile korkutularak Kürtleştirilirken aynı zamanda dış müdahaleler ile de insan hakları ve demokratik süreç adına Kürdistan federasyonunun Türkiye eyaletinin oluşturulmasına doğru gelişmeler dıştan güdümlü bir biçimde yönlendirilmeğe çalışılmıştır. Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin Lozan Barış konferansında uluslar arası bir antlaşma ile kabul edilen Misakı Milli sınırlarına göz dikilmiş ve üniter devletin bir bölgesi, ulus devletin sınırları ötesine çıkartılmağa çalışılmıştır. Türk halkının yirminci yüzyılın başlarında büyük bir özveri ile vermiş olduğu ulusal kurtuluş savaşı kazanımları elinden alınmağa çalışılmıştır. Bu süreç Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla gündeme gelmiş ve Avrupa Birliği üzerinden Türkiye’ye demokrasi görünümü altında benimsetilmeğe çalışılmıştır. Türk halkını açıkça aptal yerine koyan böylesine bir emperyal manevraya Türkiye Cumhuriyetinin kolay kolay “evet” demeyeceği iyi bilindiği için Avrupa Birliği süreci Türkiye’nin güneydoğusunun kopartılmasında kullanılmıştır. Wikiliks belgeleri bu durumun açık bir kanıtı olarak b sında yer almıştır. İsrail ve ABD, Avrupalıları kullanarak Türkiye’den ikinci bir Kürdistan çıkarmağa çalışmışlar ve gerçeklerin Türklere söylenmesini önlemeğe çalışmışlardır. Türk devletinin en büyük müttefiklerinin Türkiye’yi yok edecek manevralar doğrultusunda açıkca yalan beyanda bulunmaları ve gizli planlarına Türkiye’yi alet etmeleri kesinlikle, Türk ulusu tarafından kabul edilemeyecek bir olumsuz durum yaratmıştır. Bu aşamadan sonra Türkiye resmen İsrail’e “Bir dakika “diyebilmiştir. İsrail’in de bu duruma tepkisi Mavi Marmara gemisindeki on Türk vatandaşını katletmesi olmuştur. Bu aşamadan sonra artık Türkiye Cumhuriyetinin Orta Doğu bölgesinde İsrail ile açıkça karşı karşıya geldiği görülmektedir.

Bütün gizli planları açığa çıkan İsrail Siyonizm’inin Kuzey Irak‘ta ve Türkiye’nin güneydoğusunda Kürt ayrılıkçılarına destekçi olarak çıkmasıyla, yeni bir dönem başlamış ve Türk-İsrail ittifakı sona ermiştir. İsrail’de bunun üzerine hem Türkiye üzerinde yeni oyunlar tezgahlamaya başlamış hem de batı ülkeleri üzerinden Türkiye’yi İran savaşı öncesinde ciddi bir ekonomik krize sürükleyerek kaos ortamına sürükleme girişiminde bulunmuştur. Orta doğu’da oynanan emperyal oyunların açığa çıkması üzerine bütün İslam ülkeleriyle beraber Asya devletleri de Türkiye’nin arkasında yer almışlar ve batıdan Türkiye’ye empoze edilen ekonomik krize karşı sıcak para akışını artırarak Türkiye’nin direnme gücünü artırarak desteklemişlerdir. İsrail planlarının açıkça Türkiye’ye düşman bir çizgide ortaya çıkmış olması, Misakı Milli sınırlarını tehdit edecek derecede bir bölücü Kürt oluşumunu desteklemesi, Türkiye’yi İran ile karşı karşıya getirerek bir üçüncü dünya savaşı senaryosuna alet etmeğe çalışması üzerine,Türkiye’deki Kürt hareketleri daha da hızlanarak güneydoğu bölgesinde bölücü ve yeni bir ulus devlet kurucu doğrultuda bölge toplantılarını ve siyasal girişimleri gündeme getirmiştir. Şimdi artık, Türkiye’nin güneydoğusunda yaşayan Kürt toplulukları,yerel yönetimler görünümünde eyaletler ve bölge yönetimleri istemekteler, Başkent Ankara’dan koparak kendi devletlerini oluşturma doğrultusunda özerklik talep etmektedirler. Ayrıca bu yeni devlet oluşumu doğrultusunda alt dillerini öne çıkararak iki dilli bir yapılanma üzerinden kendi alt dillerini resmi dil olarak kabul ettirmek için çaba harcamaktadırlar. Demokratik Toplum Kongresi adı altında resmen ayrı bir millet olarak hareket eden Kürt asıllı topluluklar, bu doğrultuda kendi öz savunma güçlerini oluşturarak, Türk devletinin koruyucu şemsiyesi altından da uzaklaşmak istemektedirler. Bir anlamda İsrail’in kendi güvenliği için oluşturulması düşünülen bir milyon kişilik Kürt ordusunun başlangıcı olacak bu öz savunma gücünün Türkiye ile beraber bütün bölge ülkeleri için yeni bir terör tehdidi oluşturacağı açıktır. Terör örgütünün gücünün yetmediği aşamada öz savunma gücü adı altında resmen bir yeni ordu kurulmaktadır. Bütün bu yeni adımlar ve talepler birleştirildiği zaman Siyonist İsrail’in bölgedeki komşularına karşı en büyük müttefiki olacak bir Kürdistan devletinin İsrail’in çıkarları doğrultusunda kurulmağa çalışıldığı anlaşılmaktadır.

2002 yılında yayınlanmış olan “İsrail’in Kürt kartı“ isimli kitap incelendiğinde dünya Siyonizm’inin merkezi olan İsrail’in merkezi bölgeye egemen olabilmek için elindeki en büyük kozun Kürdistan devletinin kurulması olduğu ortaya çıkmaktadır. Tarihsel, teolojik ve jeopolitik nedenler açısından konu ele alındığında her açıdan ciddi bir Kürt ve Yahudi ittifakının Kürdistan devletinin oluşumunun perde arkasında yer aldığı görülmektedir. ABD ve İsrail’in gücünün yetmediği durumlarda Avrupa ya da başka ülkelerdeki Siyonist lobiler hemen devreye girerek Büyük İsrail Projesinin gerçekleşmesi için çalışmaktalar ve Büyük Kürdistan devletinin oluşumunu bu doğrultuda hızlandırmaktadırlar. Son zamanlarda siyasal trafiğin hızlanması ve özerklik talepleriyle beraber,öz savunma gücü,iki dilli düzen,bölge yönetimi,kent meclisleri gibi konuların öne çıkması da Kürdistan devletinin bir an önce kurulması için çaba sarf edildiğini ve bu doğrultuda İsrail’in acele ettiğini ortaya çıkarmaktadır. Şimdiye kadar gelişen olayların gösterdiği gibi İsrail’in yaşaması için büyümesi gerekmektedir. Büyük İsrail için de Kürdistan devleti vazgeçilmez üçüncü adımdır. Kürdistan devleti kurulamazsa, Filistin sorunu nedeniyle bir araya gelecek Arap devletlerinin İsrail’i haritadan silmeleri gibi bir durum ortaya çıkabilecektir. Kürdistan kurulmazsa İsrail üçüncü kez yıkılabilmektir. Bu nedenle, Siyonizm bölge devletlerine karşı İsrail’in güvenliği doğrultusunda Kürdistan oluşumunu dayatmaktadır. Yirminci yüzyılın başlarında İngiltere ve Fransa tarafından Orta Doğu haritası çizilirken, bir Kürdistan devletinin kurulmamasının nedeni olarak, Kürt kartının gelecekte Büyük İsrail’in kurulması doğrultusunda kullanılmak istendiğini açıkça göstermektedir, Ayrıca Türkiye’nin güneydoğusunda yaşayan ailelerin on civarında çocuk yapması da, İsrail ve Siyonist lobilerin maddi yardımlarıyla, ayrıca Dünya bankası ve Avrupa Birliği fonlarıyla banka hesapları üzerinden desteklenmekte ve bölgedeki Türk ve Arap nüfus çoğunluğuna karşı Yahudiler, Kürt nüfusunu artırarak kendi çıkarları doğrultusunda yeni dengeler kurmağa çalışırken, gelecekte savaşlar da bölge ülkelerine karşı kullanabilecekleri bir milyonluk Kürt ordusunun temellerini atmaktadırlar. Türk ordusunu emperyal hedefleri doğrultusunda kullanamayacağını anlayan ABD ve İsrail’in Kürdistan devleti aracılığı ile bir milyonluk Kürt ordusunu gerçekleştirmeğe çalıştığı artık iyice anlaşılmıştır. Türk devleti önümüzdeki günlerde bütün bu gerçekleri bilerek ve değerlendirerek adımlarını atmalı ve savaş ve terör tehditlerine karşı bölge güvenliğini sağlayabilmek üzere komşularıyla kalıcı bir bölgesel güvenlik paktını acilen ve öncelikli olarak oluşturmalıdır. Artık iyice belli olmuştur ki, Kürdistan kurulmazsa İsrail yıkılır. Bunu önlemek isteyen İsrail’in de önümüzdeki dönemde Büyük Kürdistan devletini kurdurarak bütün bölge devletlerini tehdit edeceği ve çeşitli senaryolar aracılığı ile baskı altına almağa çalışacağı açıktır. O zaman bölge devletleri de kendilerini korumak üzere kesinlikle daha sıkı bir işbirliğine girmelerinde bölge ve dünya barışı açısından büyük yararlar vardır. (09.10.2017)

Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
=======================

 

AKP’nin iktidara gelmiş olmasından ben çok memnunum

AKP’nin iktidara gelmiş olmasından
ben çok memnunum

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Çünkü iktidara gelmeseydi çok sayıda insan durmadan diyecekti ki, ‘Ah, mütedeyyinler iktidara bi gelse. Bi gelse. Asr-ı saadet geri gelecek. Laiklerin bozduğu her şey düzelecek.

Şunu kesinlikle biliniz ki AKP iktidara gelmeseydi bu özlem ilelebet sürecek ve sürdürkçe güçlenecektibaskınoranHiç itiraz etmeyiniz: Türkiye’nin AKP’yi mutlaka fiilen yaşaması lazımdı. Sadece şükrediniz: Yaşıyor.
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki: Bizimkiler ötekiler gibi “Devlet malı deniz, yemeyen domuz” demez. İslamiyet’te faiz haram olduğu için, laikler gibi faizle iş görmez. Lüks harcama yapmaz. Suiistimal yapmaz. Çünkü haram yemiş olur. Mesela afet ve salgın hastalık gibi durumlar dışında kullanılamayan “davetli ihale” yöntemiyle yandaşlarını zengin etmez, kendisi de yüzde almaz.
Mesela, yandaş şirketlere köprü ve tünel inşa ettirip, yılda şu kadar araç geçecek ama merak etme, geçmezse ben milletin bütçesinden karşılarım demez. Köprü ve tünellerin bütçeden ödenen 2 aylık zararının 34 milyon TL olmasına yol açmaz.
Mesela, cumhurbaşkanlığı sarayına sadece temizlik için yılda 2 milyon harcamaz.
Mesela, metropollerin orta yerindeki imar planlarını değiştirip rant sağlamak karşılığında kendine ve akrabalarına daireler ayarlamaz.
Mesela bütçeden yılda 6,5 milyar TL ödenek alan Diyanet’in parasını faize yatırıp bir yılda 255.000 TL faiz kazanmasına izin vermez.
Çünkü kanundan korkmasa bile Allah’tan (c.c) korkar. Ah, bi iktidara gelseler!
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
Bizimkiler “İsraf haramdır” zihniyetiyle hareket eder. Oy avlamak için bütçenin dibine kibrit suyu ekip ondan sonra da dış borca ve vergilere yüklenerek milli gelirin % 50’sini aşan bi dış borca batmaz.
Vergilere yüklenip de halkı galeyana getirme tehlikesi ortaya çıkınca, “milletin babası” hemen devreye girip zamları azaltmak suretiyle kendine oy toplamaya tenezzül etmez.
Ah, bi iktidara gelseler!
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
Bizimkiler ötekiler gibi haksızlık-hukuksuzluk yapmaz. Hz. Ömer adaletinden ayrılmaz. Kendi istediği hükümleri çıkartmak için devletin savcılarını, yargıçlarını korkutmaz.
Mahkemeye verilen insanları mahkum ettirmek için deliller üretmeye girişmez. TV programına katılıp “Çocuklar ölmesin” dedi diye hamile bir öğretmeni bir buçuk yıl hapis yatırmaz.
Yazı yazdı, konuştu, tvit attı, bi bankadan çocuğunun okul taksitini ödedi, öteki bankanın kaldırımına bastı, bi şifreli haberleşme programı indirmiş birisi tarafından telefonla arandı demek ki gazeteci değil teröristmiş diye insanları içeri atmaz. Aylar boyu duruşmaya çıkarmadan tutuklu bırakmaz. Çünkü Allah’tan (c .c) korkar. Ah, bi iktidara gelseler!
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
Bizimkiler hürriyetlere büyük ehemmiyet atfeder. Hz. Muhammed’in (s.a.v)  baskılardan kurtulmak için 622 yılında Mekke’den Medine’ye Hicretlerinin ertesi yılı yaptığı Medine Sözleşmesi örneğini hatırlar ve uygular. Yani, Hz. Muhammet (s.a.v.) nasıl o günkü bütün fikir ve inançlara saygı göstermek için Müslümanları, Yahudileri ve Putperestleri içine alacak şekilde şehrin aşiret ve aileleri arasında resmen bir Medine Sözleşmesi yaptıysa ve buna uyarak bütün kesimlerin haklarına riayet ettiyse, öyle adil bir istişare düzeni kurar. Muhaliflerin farklı fikirlerine yer açar. Ah, bi iktidara gelseler!
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
Bizimkiler insanları aldatmaz. Bazı fazla nazik durumlar zuhur ettiğinde, “aldatıldım” deyip işin içinden sıyrılmaya da kalkmaz. Mesela Esed beni aldattı, Obama beni aldattı, FETÖ beni aldattı, Barzani beni aldattı filan demez. Ah, bi iktidara gelseler!
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
Bizimkiler iktidara gelse kin tutmaz. Mesela kimseye “Bunun bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmam onu” demez, hakkında yakalama emri ve kırmızı bülten çıkartmaz, yurttaşlıktan atmaya girişmez. Hanımının pasaportuna el koydurtmaz. İnatlaşmaz. Hatayı savunmaz. Mesela en basitinden, yaz saatini sürekli kılıp yargı kararına rağmen aynen devam etmez. Ah, bi iktidara gelseler!
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
Bizimkiler 12 Eylül’deki askerler gibi kavmiyetçilik yapmaz. Kayyımların park ismi değiştirip dindaşımız Kürtlerin haysiyetini kırmasına izin vermez. Onları susturmak için ordu sevk etmek yerine mahalli idareleri kuvvetlendirerek insan hakları vermek yolunu seçer.
12 Eylül’de askerlerin sıkıyönetimde yaptığı gibi memurları ve üniversite hocalarını sorgusuz-sualsiz işten atıp bi de dava açmalarını engellemez. OHAL var diye grevleri ertelemez, grevci işçileri gözaltına almaz. 28 Şubat’ta askerlerin yaptıkları gibi imam-hatip okullarımızın 5 mezundan sadece 1’ini üniversiteye yollayabilecek bi vaziyete sokulmasına izin vermez.  12 Eylül’de başörtülü kardeşlerimizin üniversitelerden dışarı atılması misali, üzeri İngilizce yazılı tişörtlerle dolaşan insanları içeri atmaz.
Bizimkiler dış politikada laiklerin bunca ihmal ettiği Müslüman Ortadoğu’yla münasebetlerimizi mükemmelen düzelteceklerdir. Ah, bi iktidara gelseler!
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
Bizimkiler her şeyden önce ahlaka ehemmiyet verirler. Küçük oğlan çocuklarının onun kursunda bunun kursundaonun vakfında bunun vakfında “taciz” edilmelerine her türlü imkanı kullanarak mani olurlar. Ah, bi iktidara gelseler!
***
Mütedeyyin yurttaşlarımız şu anda bunların hiçbirini söyleyemiyorlar.
“Allah’tan korkan” AKP’nin 14 yıldır iktidarda olması nedeniyle.
=====================================
Evet dostlar,

Baskın hocanın AKP’nin sürgit iktidarında sergileyegeldiği kerameti kendinden menkul “icraatı” ndan çoooooooooooook hoşnut (!) olduğu rahatlıkla anlaşılıyor bu yazıdan (!)..

RECEP TAYYİP ERDOĞAN'ın yazılmamış ANILARI ile ilgili görsel sonucu

Buna benzer söylemlerini “RECEP TAYYİP ERDOĞAN’ın yazılmamış ANILARI” adlı kitabında da gözlüyoruz. (“yazılmamış” sözcüğü kitap kapağında da soluk..) Belge yayınlarından çıkan 446 sayfalık bu önemli kitap ilk baskısını Mart 2017’de yaptı.. İlginç bir yazım biçemi kullanılıyor. Gerçekte RTE’nin kendi anılarını yazmış olması söz konusu değil. Oran, “hayalet yazar” mottosu ile, RTE’nin yapageldiklerini, adeta O’nun ağzından aktarıyor ve bu eylemlerin gerekçelerini kendi yorumu – hayal gücü ile koyuyor.. Çok başarılı.. Okunmasını öneririz.

Ancak, 12 Eylül 2010’daki 26 maddelik blok anayasa değişikliğinde bugünler hazırlanırken, Baskın Oran’ın Mülkiye‘nin en seçkin hocalarından biri olarak neden “YETMEZ AMA EVET” çiler içinde  – önünde yer aldığını biz hâ-lâ” anlayabilmiş değiliz!

Eh Baskın hoca ne de olsa en karizmatik Mülkiye hocalarından biriydi. Vardır bir bildiği bizim aklımızın ermediği!? Ayrıca Baskın hocadan bu “eyyamcı” davranışına ilişkin şu ana dek bizim öğrenebildiğimiz bir özeleştiri de gelmedi.. Ama kitabından ve bu yazısından çooooooooook  ama pek çok canının yandığı apaçık görülüyor.. Bu kitabın yarı dolaylı özeleştiri sayalım mı?

  • Bu arada AKP harikalar yaratmayı kesintisiz ve gecikmesiz sürdürüyor :
  • ABD Türk vatandaşlarına vizeyi askıya alınca, birkaç saat içinde AKP = RTE de tersini yaptı. Eh ne de olsa dış ilişkiler karşılıklılık (mütekabiliyet) temelinde yürütülüyor.. İdlib’e Rusya ile atılan adımların akut bedellerinden biri.. Kılıçlar çekilmiş durumda ve teenni – sağduyu hiç bu denli ivedi ve yaşamsal olmamıştı!

Sevgi ve saygı ile. 08 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Vergi ve zamlar: Kazın insafsızca yolunması sürüyor!

Vergi ve zamlar:
Kazın insafsızca yolunması sürüyor!

(AS: Bizim kapsamlı katkılarımız yazının altındadır)

Türkiye’de, her şeye rağmen cari açık, iç ve dış borç vb. habis urlara karşı bağışıklık sağlayan yararlı bir ot, bitki vardı demiştik: Bütçe Dengesi!
İşte bu ot artık bitmiyor . Çünkü bu ot büyüyen, reel üretimi güçlü ekonomilerde bitiyor. Büyüme ve gelir artışı hız kesince tüketim de geriliyor. Vergi sistemi, adaletsiz, tüketim üzerinden alınan dolaylı vergilere dayanmışsa, bütçe gelirleri düşüyor. 60 liralık rakıyı 160 liraya satamıyorsunuz… Millet rakıyı, sigarayı evinde  imal etmeye, tüketememeye başlıyor…

İşte size dolaylı vergi sisteminin ilginç oyunu, bumerang etkisi…
Uzun süredir ilk kez ciddi bir bütçe açığı… İşte bu bağlamda, dış borç, cari açık, düşük büyüme ve açık bütçe sarmalının ülkeyi kriz bataklığına iyice çekme olasılığı çoğalıyor. Ödemeler dengesinin “net hata noksanlar” kalemine kaynağı ve ne bahasına olduğu meçhul milyarlarca dolar girmezse, Babalar gibi satmak için mal bulmuş mağribi gibi sarınılan Varlık Fonu da fos çıkarsa (ki pek müşterisi yok gibi görünüyor…) yandı gülüm keten helva…

Tek çare ne kaldıysa satmak ve vur abalıya halkın sırtına, gelsin dolaylı vergiler ve zamlar… Ete, süte, benzine, sigaraya, içkiye, arabaya, telefona…Türkiye’de en acımasız, en ağır, en kolay alınan vergi dolaylı vergi… Zengini de yoksulu da benzine, mazota, sigaraya, içkiye, elektriğe, taşıtlara, telefona aynı vergiyi ödüyor… Ayda 1404 TL alan asgari ücretli bir çalışan da, ayda 140 milyar geliri olan bir patron da aynı vergiyi ödüyor…
Vergilendirme kuramının temel kuralı literatürde sık sık şöyle ifade edilir:
“Kazı bağırtmadan, incitmeden yolmak…” 

Meclis’e sunulan  “Kazı bayağı incitecek” vergi paketini içeren  “torba kanun”, 2017 bütçesinin dikiş tutmadığını gösteriyor. Bu paket, normalde ek bütçe kanunuyla getirilmesi gereken maddeleri “torba”ya atarak, bir yandan muhalefeti etkisizleştirmeye çalışıyor; diğer yandan da bir avuç yandaşın zenginleşmesi uğruna halkın ümüğünü sıkıyor…

37 milyar ek borçlanma

2017 bütçesinde öngörülen açık 47.5 milyar TL’ydı. Bu meblağ (AS: tutar) Hazine borçlanmasıyla karşılanacaktı. Mevzuat, ihtiyaç duyulursa, bir kez Bakan, ikinci kez de Bakanlar Kurulu kararıyla iki kez %5’er bütçe artırımına olanak tanıyor. Böylece toplamda gösterilen bütçe açığının, %10’u kadar daha borçlanma yapılabiliyor. Bu durumda 2017 yılı bütçesinde Hazine’nin en fazla 47.5+4.75= 52.25 milyar TL’na kadar borçlanması gerekiyordu. Fakat bu bunca israfa yetmeyince 130 maddelik “torba kanun”un satır aralarına yine alışılageldiği üzere bir madde sıkıştırılıvermiş.

  • “Net borç kullanım tutarı 2017 yılı için 1 Ocak 2017 tarihinden geçerli olmak üzere, Bakan ve Bakanlar Kurulu tarafından artırılan net borç kullanım tutarına otuz yedi milyar TL ilave edilerek uygulanır.”

Böylece gerçek bütçe açık ve önemli bölümü halkın sırtından çıkarılacak meblağ 52,25+37= 89.25 milyar TL’a ulaşıyor… Bu tutarın 8 milyarlık kısmının savunma harcamalarına tahsis edileceği söyleniyor… Pekiyi, verilen bütçe dışı garantilerle (Köprüler, 3. Hava Alanı, Avrasya Tüneli vb.) (AS: Şehir hastaneleri!) imza attığı sözleşmeler “ticari sır” gerekçesiyle açıklanmıyor. Çünkü açıklanırsa, hangi şirkete döviz kuru üzerinden ne ödeneceği ortaya çıkacak. Böylece kendilerine, rejime destek veren, birlikte iş yaptıkları yandaş ya da yabancı şirketlere yönelik halkın sırtından yapılan servet aktarımı ortaya çıkacak…

Ya ardı ardına mali aflarla ortaya çıkan gelir kayıpları…

Yağma Hasanın Böreği…

Bugüne değin  10 liman, 81 elektrik santralı, 40 tesis-işletme, 3488 taşınmaz, 36 maden sahası satıldı… Ağır mali tablo karşısında  en kolay çözüm adaletsiz dolaylı vergiler, zamlar,  satmak – savmak, elden çıkarmak, özelleştirmek… Tabii satılacak ne kaldıysa ve vatandaşın daha da sıkılacak ümüğü kaldıysa…

İngiliz uyruklu Ekonomi Bakanının bile %40 MTV uygulaması konusunda şaşkınlaştığı bu karmaşada (belki de bu konuda eşeği kaybettirip buldurarak halkı sevindirme oyununu oynuyorlar…), Maliye Bakanı bu gidişatın gelecekte de tüm hızı ile süreceğini söylüyor:

“Bazı fabrika satışlarına başlıyoruz. Özelleştirme İdaresi daha fazla varlık satışına gidecek. Bununla bütçemize gelir kaydedeceğiz. Birtakım kurumların ellerinde, atıl vaziyette nakitler var. Bu nakitleri bütçeye aktarıyoruz. Bunun bütçenin ihtiyaçlarında kullanılmasını sağlıyoruz. Kamunun elinde birçok yerde taşınmazı var. Buralarda da çok ciddi anlamda kamu gelir potansiyeli var. Kamu lojmanları, turizm tesisleri, kamuya ait diğer taşınmazların ekonomiye kazandırılmasını öngören düzenlemeleri Meclise getiriyoruz. Bu yolla da bütçeye ciddi anlamda gelir üretiyoruz.

* Yasal değişiklikle binek otomobillerin Motorlu Taşıtlar Vergisi’ni (MTV) %40 oranında artırıyoruz. Burada sadece binek otomobillere ilişkin bir vergi artışı var, diğer araçlarla ilgili normal yeniden değerleme oranında artış olacak.

* Şans oyunlarında ikramiye kazanan talihlilerden alınan vergi %10’dan %20’ye çıkacak.

* Kurumlar vergisinde bazı düzenlemeler yapıyoruz. Finans sektöründe kurumlar vergisi oranını %20’den %22’ye çıkaracak bir yasal düzenlemeyi Meclis’e sevk edeceğiz. İkinci olarak kurumların dağıtılmayan kar paylarından da %1 oranında bir vergi tevkifatının (AS: kesilmesinin) yapılmasını öngörüyoruz.

* Gelecek sene özelleştirme geliri hedefimiz 10 milyar lira. 2019 ve 2020 yıllarında yine 10’ar milyar liralık özelleştirme geliri hedefliyoruz.

*Bütün gelirler için uygulanan Gelir Vergisi tarifesinde bir değişikliğe gideceğiz. Bu değişiklik ücret gelirleri için 1 Ocak 2018’den, diğer kazançlar için 2017 kazançlarından itibaren geçerli olacak. Gelir Vergisi tarifesinin üçüncü dilimindeki gelirler için uygulanan %27 oranını %30’a çıkarıyoruz.”

Ama üretmek, tarımı, sanayiyi güçlendirip, ısrafı önleyip adil bir gelir dağılımı sağlayarak devletin  gelir kaynaklarını çoğaltmak  yerine ardı ardına milyarlarca liralık vergi afları, dünyanın en lüks bilmem kaçıncı uçağını alan, dünyanın en lüks ve pahalı binlerce arabası ile saltanat süren , 1500 odalı saray ve 250 odalı saraycıktan sonra Marmaris Okluk koyunda 300 odalı 400 çalışanlı ve 11 dekar da deniz doldurularak saray yaptıran zatın kaprisleri ve saplantılarını tatmin etmek etmek yeğ tutuluyor…

Tabii bu gidişatın doğal sonucu imam…. Cemaat…… ; tüm yönetenlere yayılan israf ve safahatın ağır yükü halkın kamburlaşmış sırtına ha babam de babam yükleniyor… Kimbilir belki de bütün  bunlar 2019’a kadar unutulur sanılıyor… Yine unutacak mıyız?
============================================
Dostlar,

Sayın Noyan Umruk emekli generaldir ve Doktora derecesi sahibidir.
Son derece nitelikli irdelemeler yaptığını biliyor ve O’ndan hep öğreniyoruz.
Bu yazısında da çarpıcı belirlemeler yer alıyor.. (dili epey eski de olsa..)
Dün (07.10.17) biz de Sayın Mustafa Pamukoğlu’nun “Borcu Borçla Ödemek” başlıklı yazısının altında benzer kapsamlı katkılar vermiştik.. 1 paragraf alıntı yapalım..

  • Artık Katar da çare değil, özelleştirme talanı da, TÜİK’in makyajı ve Erdoğan’ın masalları da! Hatta ülkemizin son varlıklarını ipotek eden ve Sayıştay denetimi dışına çıkarılan Varlık Fonu dahil! Bir de duygu sömürüsü ile gerekçe olarak artan savunma giderlerini gösteriyorlar. Saray’ın korkunç ve açıklanmayan savurganlıkları, Marmaris’te 350 odalı yazlık saray, Beştepe’de 250 odalı bir saray yavrusu, uçaklar, helikopterleri, lüks makam arabaları ve odalar, sayısı ve aylığı bol danışmanlar ve uyduruk bakan yardımcılığı postları, Diyanet harcamaları..
    (Tümünü okumak için tıklayınız : : https://ahmetsaltik.net/2017/10/07/borcu-borcla-odemek/)

Bir de Milli (Dinci!) Eğitim Bakanlığının özel okullarda çocuklarını okutan ailelere bol keseden desteği ve bu Bakanlığın hücrelerine dek sokulan yandaş dinci vakıflara, şirketlere.. yapılan bol keseden ödemeler..

Sayın Umruk’un yazısının içinde de ayraç içinde ekledik; ŞEHİR HASTANELERİ TALANI!

Muhalefetin tüm toplumu ayağa kaldırması gerek.. 

Toplumun da kendisinin ayağa kalkıp demokratik  direniş ve hesap sorma hakkını kullanması! “Askeri harcamalar için” diyerek duygu sömürüsü yapacak, halkı aldatacak, halkı bağırta bağırta toplayacağınız muazzam ek külfetin salt 1/10’unu gerçekte TSK’nın ek giderlerine ayıracaksınız..

Demokrasilerde halka yalan söylemek, onu aldatmak var mı??

Hele bir de saat başı “elhamdülillah müslümanız, inşallah, hamdolsun, namaz, oruç, cami, imam, hoca, din..” kavramlarını dilinizden düşürmeyeceksiniz..

  • And olsun ki; Tanrı’nın sabrı da bunca kötülük toplumunu kaldıracak kertede değildir!
    O’nın laneti üzerinize yağmak üzeredir.. Öylesine hak ettiniz ki; zerre bağış payı kalmadı!

Sevgi ve saygı ile. 08 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Yılmaz ÖZDİL : Milli

Milli

Yılmaz ÖZDİL
SÖZCÜ, 07.10.2017

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Osman Çakmak. Komandoydu.
Kara kış, saat sabahın beşi, Şırnak’ın ürkütücü görünümlü Besta Vadisi’ni yoğun sis kaplamıştı, göz gözü görmüyordu, üstüne bardaktan boşanırcasına sağanak başladı, termal kameralar çalışmıyordu, mayına bastı, sol bacağı diz altından koptu, öğle saatlerinde helikopter gelene kadar o halde direndi, Diyarbakır’a, oradan GATA’ya götürdüler, ameliyat üstüne ameliyat, 10 sene kardeşim, 10 sene sürdü tedavisi… Bir gün, dönemin genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt geldi rehabilitasyon merkezine, gazilerle sohbet ediyordu, Osman koltuk değneğiyle öne çıktı, “komutanım ben iyileştim, lütfen yardımcı olun, gene bölgeye gitmek istiyorum” dedi… Komutanın gözleri buğulandı, elini omzuna koydu, “vatan görevi illa vuruşarak olmaz oğlum” dedi, “vatan için mücadeleye devam etmek istiyorsan, futbol oyna, ay yıldızlı formayı o şekilde taşı.”
*
Alican Kuruyamaç. Trafik kazası geçirdi. Sağ bacağı diz üstünden kesildi.
Muhammed Yeğen. Bir bacağı kısa doğdu.
Rahmi Özcan. Sağ bacağı doğuştan sorunluydu, 12 defa ameliyat oldu, dizden kesildi.
Feyyaz Gözüaçık. Doğuştan bir bacağı yok.
Serkan Dereli. Doğuştan bir bacağı yok.
Barış Telli. Henüz dört yaşındayken trafik kazası geçirdi, sağ bacağı gitti.
Fatih Şentürk. Motosiklet merakı, kaza, sol bacağı gitti.
Fatih Karakuş. Çocukken yüksek gerilim hattına dokundu, sol kolu yok.
Selim Karadağ. Bebekken yanlış iğne yapıldı, kolu gelişemedi, kısa kaldı.
Kemal Güleş. 11 yaşındayken mahallede arkadaşlarıyla oynuyordu, bir inşaat yıkımı vardı, onu seyrediyorlardı, kepçe aniden yuvasından fırladı, üstüne düştü, sol bacağını dizüstünden kaybetti.
Ömer Güleryüz. Bebekken havale geçirdi, sol bacağı gelişemedi, kısa kaldı.
Mehmet Yunsur. Çocukken tarlada ayağını saman makinesine kaptırdı, koptu.
*
Ampute futbol milli takımımız bu.
*
Uğur Özcan. Cudi dağında mayına bastı.
Sol ayağını dizaltından kaybetti. Başantrenörümüz.
*
Mustafa Kemal’in askeri Osman Çakmak, kaptanımız.
*
Eli ayağı tutan acizler ülkesinin… İnsanüstü yetenekli evlatlarıdır onlar.
*
Engelleri farklıdır. Ortak özellikleri ise…
Terör, trafik kazası, iş kazası, sağlık faciası.
Bu memleketin halledemediği sorunlarının milli takımıdır!
*
Ve eminim haberiniz yoktur ama, şu anda Türkiye’nin evsahipliğinde, İstanbul’da, Avrupa Şampiyonası finalleri var. Yukarıda isimlerini saydığım Türk milli takımı, Almanya’yı 7-0, Gürcistan’ı 9-0, turnuvanın dişli takımlarından İspanya’yı 4-0 yendi, hiç gol yemeden grubunu birinci tamamladı, çeyrek finale çıktı.
Haberiniz yoktur… Çünkü sayın dümbük basınımız lütfedip bu haberi vermiyor.
*
Dört defa dünya üçüncüsü olduk, bir defa Avrupa ikincisi olduk. Riva’daki Hasan Doğan Milli Takımlar Tesislerinde düzenlenen Avrupa Şampiyonası, bugüne kadar düzenlenmiş olan en geniş katılımlı turnuva, şampiyon olmak istiyoruz… Türkiye, İspanya, Almanya, Gürcistan, Polonya, İtalya, Belçika, Fransa, Rusya, İngiltere, İrlanda, Yunanistan var.
*
Bugün saat 18’de, çeyrek finalde, son dünya şampiyonu Rusya’yla oynayacağız. Engelleri nedeniyle evine kapanan, dünyaya küsen, sosyal hayatın dışında kalan, kendisini tükenmiş hisseden, “ben artık yapamam” diyen milyonlarca insanımız için… Cesaret kaynağıdır bu kahramanlar, rol modelidir.
*
Sapasağlam insanlarını “ampute” yapma konusunda dünya şampiyonudur Türkiye… Hiçbirimiz Messi olamayız, Ronaldo olamayız ama, bir gün hepimiz “ampute” olabiliriz.
En başta Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray taraftar grupları olmak üzere, imkanı olan herkesi “milli görev”e davet ediyorum.
*
Futbol, zannedildiği gibi ayakla oynanmıyor, yürek’le oynanıyor. Spor denilen kavram, illa bedenle yapılmıyor, ruh’la yapılıyor. Tarihi başarısızlıklara rağmen 12 milyon euro alan imparator’ların 3.5 milyon euro daha almak için noterden ihtarname çektiği ülkede… Para pul istemiyorlar. Şan şöhret istemiyorlar. Sadece destek istiyorlar. Birazcık destek.
======================================
Dostlar,

Teşekkürler değerli yazar Yılmaz Özdil
Bu yazı toplumuza çok yönlü bir uyarı ve katkıdır..
Araştırmacı – gazeteci Özdil, emek vererek çok önemli konuları buluyor, terleyerek araştırıyor ve önümüze koyuyor.. Bu yazısında öncelikle 3 büyük futbol kulübüne çağrı yapıyor..
İyi de, bu ülkenin bir de Spordan sorumlu Bakanlığı yok mu?
Ülke genelinde spora dönük politikalar geliştirmek, sorun alanlarını belirlemek ve bilimsel çözümler üretmek başlıca bu Bakanlığın görevi değil mi?

Sayın Özdil’in ya aklına gelmedi (!)  bu yönde bir çağrı, ya da oradan hiçbir çözüm çıkmayacağı kabulü ile çağrısını başka yerlere yönlendirdi.
Peki, siyasal iktidarlar bir ülkede ne işe yararlar ?
Soru çok yakıcı ve ürkünç (vahim) değil mi??

Az önce öğrendik, ampute milli takımımız Polonya’yı 2-0 yenerek finale kaldı! Helal size!
Finalde rakibimiz İngiltere!

Hepsi bir yana; insanların yaşamlarını sağlıklı – engelsiz sürdürmeleri için elden gelen her şeyi yapmak insanlık olarak hepimizin borcudur.

  1. Nitelikli ve koruyucu sağlık hizmetleri öncelikli kamusal bir sağlık sistemi ve
  2. YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ 2 vazgeçilmezimiz olmalı!

Sevgi ve saygı ile. 08 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Yaş sebze ve meyvede fiyatlar düşer mi?

Aslında iki fiyat var. Biri çiftçi eline geçen fiyat- ki çok düşük- diğeri ise tüketicinin ödediği fiyat… Sözü edilen daha çok bu! Tüketici çiftçinin eline geçen fiyatın dört beş mislini  ödüyor. Arada aracılar keyif çatıyor.

Geçen yazımda tüketicinin ödediği fiyatların düşmesi ile ilgili ortaya atılmış olan fantezilerden söz etmiş idim. Örneğin 2010 yılında hâl yasası çıkarken fiyatlar düşecek denmişti.
Olmadı, arttı. Sonra Sudan’dan toprak kiralama fantezisi çıktı.
Sudan’da üretim gerçekleşirse fiyatlar düşer ama tüketicinin değil, çiftçinin eline geçen fiyatlar.
Devlet kurumları Sudanlının topraklarını elinden alıp işadamlarımıza verecek.
Buradan ne tüketiciler ne üreticiler bir şey kazanmaz.

Şimdi yeni bir fantezi çıktı. Yaş sebze ve meyvede büyük bir kayıp ve israf olduğu biliniyor.
Bu önlenecek ve tüketici fiyatları düşecekmiş. Hayır, bu kaybı ve israfı küçümsüyor değiliz.
Ancak önlenirse tüketicinin ödediği fiyatların düşeceği kanısında değiliz.
Üretici fiyatları ise düşebilir bile.
Birleşmiş Milletlere ait FAO (Food and Agricultural Organisation- Tarım ve Gıda Örgütü) bu konuda araştırmalar yapıyor.
Dünyada gıdada israf ve kayıp bu örgüte göre sebze, meyve, patates gibi ürünlerde yüzde 45 dolaylarında. Diğer ürünlerde de oranlar çok yüksek.

Bu şunu gösteriyor: Bu gıdalar kaybedilmeseydi yaklaşık bir milyara yakın insan, yani açların  tamamı doyardı. Ülkemizde de durum korkunç.

Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Türkiye’de 2015 verilerine göre, yaş meyve ve sebzenin yaklaşık 100 milyar TL’lik bir işlem hacmine sahip olduğunu bunun %25’inin zayi olduğunu açıklamıştı. Bu konuda birçok önlemler alınabilir. Ancak bu kaybın önemli bir kesiminin var olan ekonomik sistemden yani kapitalizmden kaynaklandığını eklemeliyiz.

Örneğin bahçeden ürünü hasat ederek alan aracılar çok küçük kusurlu ürünleri ağaçta bırakıyor ve bunlar çürümeye terk ediliyor. Ancak ürünlerde tarım ilacı kalıntısı var mı yok mu konusu güme gidiyor. Yani kalite anlayışı değişik!

Taze sebze ve meyvede epeydir marketler hâkim.
Gerekli önlemler alınsa ve pazara giden ürün artsa bu marketler neden daha ucuza ürün alsınlar? Nasılsa pazara hâkimler, hem çiftçiye hem de tüketiciye istediği fiyatı empoze edebilirler.

Adana’dan Seyhan Ziraat Odası 2. Başkanı ve Adana Hal Hakem Heyeti Başkan Vekili Cahit İncefikir Çukurova Deltası Gazetesi’ne açıklamış (Temmuz 2017):

“Marketler, üreticiden kendi kurdurdukları tedarik firmalarına satın aldırıyor. Daha sonra kendilerine ait olan bu firmalar yine kendi market zincirlerine satış yapıyor. Aracı oluşturup fiyat farkının oluşmasında ciddi etken oluyorlar”

Tüketicinin yüksek fiyatlar ödediği görülüyor mu? Evet!
Ancak, çiftçinin eline çok düşük fiyatlar geçtiği ıskalanıyor.
Çözüm olarak ekonomik kaynaklı bir soruna teknik bir çözüm bulunmaya çalışılıyor.
Öyle bir teknik sorun var -her ne kadar bunun da sosyo-ekonomik temelleri olsa bile- ancak bunun çözümü sebze ve meyvede tüketicinin ödediği fiyatları düşürmeyecek.
================================

Teşekkürler değerli dostumuz Prof. Dr. Tayfun Özkaya..

Tarladan – sofraya saadet zincirini deşifre etmeye devam..

Üretici – tüketici kooperatiflerini öne çıkarmaya da!

Sevgi ve saygı ile. 07 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Türkiye en affedilmez hatasını o gün yaptı!

Türkiye en affedilmez hatasını o gün yaptı!

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, “Uluslararası Hukuk Penceresinden Ortadoğu ve Türkiye” konulu programda konuştu.

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Türkiye Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, “Uluslararası Hukuk Penceresinden Ortadoğu ve Türkiye konulu programda konuştu. Feyzioğlu, “Türkiye, dış politikada en affedilmez ve geri dönüşü artık imkânsız gibi görünen hatasını, bölgeyi yeniden şekillendirmek isteyen bazı küresel güçlerle birlikte Suriye’nin iç işlerine karışarak yapmıştır” dedi. Feyzioğlu, açılış konuşmasında şunları söyledi:
Türkiye’nin, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, dış politikasına yön veren temel ilke, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesi olmuştur. Bu ilke ve Türkiye’nin dış politikasının temelleri masa başında yazılmamıştır. Osmanlı Devleti’nin son 100 yılını yakından bilen, yaşayan, Afrika’dan Balkanlar’a, oradan Yemen’e ve Kafkaslar’a kadar İmparatorluğun her köşesinde savaşan, muazzam tecrübeler edinen, dersler çıkaran Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları tarafından yazılmıştır. Bu temel ilke; Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir hukuk devleti olması sayesinde hayata geçirilmiş ve Türkiye’yi yaklaşık 90 yıl, Ortadoğu’nun içinden çıkılmaz karışıklıklarından ve mezhep çatışmalarından korumuştur.

Üzülerek ifade etmek gerekirse, son 10 yılda bilgiden ve tecrübeden yoksun bir yaklaşımla “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesi aşındırılmıştır. Laiklik ilkesinin altının boşaltılmasıyla, mezhepçi yaklaşımlar iç ve dış politikada öne çıkmıştır. İç politikada hâkim olan hamaset, dış politikaya da sirayet etmiştir. Dış politika söylemleri, içeride oy toplamak, “taban sıkılamak” amaçlı kullanılır olmuştur. Liyakatin yerini yöneticilere koşulsuz sadakat tercihi almıştır. Bilimsel bilgi ve tecrübeleriyle Türkiye için ortak aklı yaratan bilgili, tecrübeli, milli duruş sahibi, vatansever kişiler dışlanmıştır.

  • Türkiye, dış politikada en affedilmez ve geri dönüşü artık imkânsız gibi görünen hatasını, bölgeyi yeniden şekillendirmek isteyen bazı küresel güçlerle birlikte
  • Suriye’nin iç işlerine karışarak yapmıştır.

Suriye’deki merkezi hükümetin sarsılmasıyla birlikte Suriye Devleti’nin toprak bütünlüğü de fiilen parçalanmıştır. Saddam sonrası Irak’ta ve daha sonra Suriye’de oluşan otorite boşluklarında, IŞİD ve PYD, devletimsi yapılar oluşturmaya girişmiştir. IŞİD’le savaştığı iddiasıyla, Türkiye’deki bölücü örgütün Suriye kolu PYD, neredeyse tüm küresel güçlerin desteğini almıştır.

  • Ortadoğu’daki devletlerin parçalanarak haritanın yeniden çizilmesi demek olan Büyük Ortadoğu Projesi, Türk Milleti’ne yeni Osmanlıcılık şeklinde paketlenerek pazarlanmıştır. Süreç böylece ilerlemiştir.

MARİFET, TÜRKİYE’NİN BU BÖLGEDE ÜST AKIL OLMASINI SAĞLAMAKTIR

İçinde bulunduğumuz günlerde; Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi, bağımsızlık ilan etmek amaçlı referandum yapma noktasına kadar gelmiştir. Bu bölgede şu ana kadar en iyi ilişki içinde bulunduğumuz, belki de tek iyi ilişki içinde olduğumuz ve yoğun bir ticari ilişki sürdürdüğümüz Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin attığı bu adım zaten içinde çok zor çıkılır hale gelmiş sorunların çözümünü daha da zorlaştırmıştır.

Bilindiği üzere, bölgedeki milli devletler çeşitli bahanelerle küresel güçler tarafından yıkılmış veya zayıflatılmıştır. Bunun sonucu olarak ırkçı ve/veya mezhepçi yapılar devlet kurmak için etnik temizliklere başlamıştır. Irak’ın Kuzeyinde uluslararası hukuka ve Irak Anayasası’na aykırı bir şekilde kurulmak istenen devletin de etnik kimlikli bir devlet olması planlanmaktadır. Bu, başta Türkmenler olmak üzere, bölgedeki diğer toplulukların yaşam haklarını kuşkusuz tehlikeye atmaktadır. Öte yandan, ölçüsüz ve akılcı olmayan adımlar atılması hem yeni düşmanlıklar yaratacak hem kendi vatandaşlarımız arasında da huzursuzluğa sebebiyet verebilecektir. Yani soruna tek yönlü, tek boyutlu yaklaşma lüksümüz bulunmamaktadır. Gün, hamaset çığlıkları atma günü değildir.

Sürekli üst akılları suçlamanın kimseye faydası yoktur. Marifet, Türkiye’nin bu bölgede üst akıl olmasını sağlamaktır. Bunun için ise;

  • Çoğulcu katılımcı demokrasiye,
  • laik devlet düzeninin içselleştirilmesine,
  • hukukun üstünlüğünün sağlanmasına,
  • gelecek yüzyılı planlayan milli eğitim ve milli kalkınma stratejisine ve
  • güçlü, caydırıcı bir milli orduya ihtiyaç vardır. 

    Şunu unutmayalım :

    – Saddam’ın Irak’ı diktatörlük olduğu için yıkılmıştır.
    – Esad’ın Suriye’si diktatörlük suçlamalarıyla parçalanmıştır.
    – Kaddafi’nin Libya’sı aynı gerekçeyle paramparça edilmiştir.

Çünkü; diktatörlüklerde iktidar içeriden ne kadar güçlü görünürse görünsün, devletin taşıyıcı sütunları, içten içe çürümeye, her an kırılacak şekilde gevrekleşmeye başlar.

  • Türkiye’nin üzerine de, Sevr Antlaşmasını hortlatmayı amaçlayan senaryolar kuşkusuz yazılmaktadır. Bunların bugüne kadar başarısız olmasının sebebi, saydığımız ülkelerden farklı olarak Türkiye’de eksik de olsa, sorunlu da olsa, demokrasinin varlığı ve laik rejimdir.

Öyleyse çıkış yolumuz;

  • demokrasiyi askıya almak, demokratik kurumları, hukukun üstünlüğünü ve laikliği yıpratmak değil, tam aksine güçlendirmektir.
  • 80 milyon vatandaşımızı, bu şekilde şefkatle kucaklamaktır.
  • Bu, partiler üstü milli bir meseledir.
  • Türk Milleti’nin bunu yapacak sağduyusu ve birikimi vardır.
  • Kuşkusuz, yol göstericimiz daima Atatürk ilkeleridir.

“Uluslararası Hukuk Penceresinden Ortadoğu ve Türkiye” konulu programın tümü buradan izlenebilir (29.09.2017): https://www.youtube.com/watch?v=OZ0-3QHoj70&feature=youtu.be
Odatv.com
==========================================
Dostlar,

Bir yandan Afyon’da AKP toplantısı sürerken, bir yandan da İdlib’e dönük askeri operasyon adım adım başlatılırken; yukarıdaki yazıyı 1 hafta sonra bir kez de biz paylaşmak istedik..

Öte yandan, parti toplantısı sürerken ciddi ve riskli bir dış operasyonun başlatılmasının zamanlama bakımından örtüş(türül)mesi de bize “ilginç” geldi.. Psikolojik üstünlük sağlamak, delegelerin algılarını yönlendirmek, “bakın biz ciddi Ülke sorunlarıyla uğraşıyoruz… bizi yormayın..” türünden iletiler parti içinde muhataplarına yollanmış olmaktadır belki de..

Sayın Feyzioğlu’nun çok isabetli irdelemesi de bir işe yaramadı mı acaba?
Dileriz yanılıyoruzdur.. Geriye başka ne kalıyor siyasal iktidarı ikna için?
Erdoğan Afyon toplantısında “milletle inatlaşma – kavga asla olmaz” bağlamında sözler söylüyor. Belediye başkanlarının görevden alınmalarını da her nasıl başarıyorsa “milletin isteği” olarak sunuyor. Öte yandan MÜFTÜLERE NİKAH YETKİSİ dayatması ise TBMM’de komisyonda kabul ediliyor.. Toplumun, OHAL altında sergileyebildiği ölçüde tüm direncine karşın!

Benzer biçimde eğitimde tam bir altüst oluş doğuran ağır – katı – ölçüsüz -akıl ve bilim dışı – insan haklarına aykırı – taraf olduğumuz uluslararası sözleşme – andlaşmalara ve anayasaya, yasalara aykırı – ülkemizin çıkarlarına ve çağın gereklerine ters – zorla İHO/IHL’ye yönlendirme – sınav sistemini alt üst etme – yandaş dinci/gerici vakıflara eğitimi teslim etme – sözde din eğitimini anaokullarına dek sokma…..

  • İNSANLIK SUÇU işlenerek EĞİTİMİN DİNCİLEŞTİRİLMESİ – DİNDAR/KİNDAR NESİL YETİŞTİRME dayatması sürdürülüyor.. Akıl alır gibi değil.. Toplumun tüm isyanına karşın…

Bu derin ikilem nasıl açıklanabilir??
Hangi Erdoğan’ı dikkate almak gerekiyor??
Biz bir kez daha AKP = RTE’yi sağduyuya çağırarak, bu insanlık suçunu işlemeyi durdurmaları çağrısı yapıyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 07 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Borcu borçla ödemek!

Borcu borçla ödemek!

Mustafa Pamukoğlu

 

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Peki, bu durumda ne yapılmalı, hangi önlemler alınmalı?

TASARRUF YAPMAK

Önlemlerden öncelikli olan gereksiz harcamaları kısmak ve tasarruf etmek.
Kişiler, aile ve sosyal harcamalarında kısıntıya gitmeli. Musluk her zaman aynı miktarda su akıtmaz. Bu nedenle aktığı zaman kovaları doldurmak ve bir kenara koymak zamanı.
Lüks ve zorunlu olmayan harcama yapılmamalı.

Şirketler hantallaşmış yapılarında hemen verimli bir sisteme geçmeli. Çalışanların verimlilikleri artırılmalı. Gereksiz personelden vazgeçilmeli. Bir kişinin işini üç kişi yapıyorsa iki kişinin işine son verilmeli veya daha başarılı olacakları işte çalıştırılmalı. Gereksiz harcamalar derhal kısılmalı. Araç saltanatına son verilmeli. Temsil ve ağırlama giderleri azaltılmalı.

Kamu kurumları da lale devrine son vermeli. Örtülü ödenek harcamalarında dikkatli ve ölçülü davranılmalı. Katma değer yaratmayan kamu yatırımları ertelenmeli.

BÜTÇE DENKLİĞİ

Aileler, gelirlerine uygun bir gider bütçesi yapmalı ve ona sadık olmalı. Kredi kartının gelir olarak değil gelecek gelirlerinin harcanması olduğu unutulmamalı. Kredi kartı o ayki gelirle ödenecek tutarda kullanılmalı. Eğitim, sağlık gibi zorunlu harcama dışında kredi kartları keyfe keder kullanılmamalı. Atalarımız boşa söylememiş: “Ayağınızı yorganınıza göre uzatın”…

Şirketler mutlaka nakit akışlarını kontrol altında tutarak ve sürekli bütçe projeksiyonlarını gözden geçirerek finans yönetimini yapmalıdırlar. Şirketlerin yaşam sebebi mal ve hizmet satmak ve kar etmektir. Mutlaka zarar etmeden satışları artırmak şirketlerin her an düşünecekleri ve eylemde olacakları bir hedeftir. Bazen satışlardan zarar da edilir. Bu zarar pazar payını artırmak, müşteri yitirmemek veya reklam gideri olarak göze alınabilir. Ama unutulmamalıdır ki işletmeler sürekli zarar ederek ayakta kalamazlar.

DÜŞMANIMIZ FAİZ

Öte yandan şirketler genellikle finansman yükü ve kur zararları nedeniyle ciddi biçimde zarar etmektedirler. Faaliyetlerinden kar elde etseler bile bu karı faizler alıp götürmektedir. Bunun sebebi işletme sermayesi yetersizliği ve yoğun kredi kullanımıdır. Finansman yükünü yaratan diğer önemli neden de fon yönetimine egemen olunmaması ve elemanların patronları yönlendirmeye başlamalarıdır. Bu tür işletmelerde en fazla duyulan söz “Efendim ödememiz var; mutlaka bugün halletmemiz lazım. Bu nedenle A bankasındaki kredimizi kullanalım.” Bu sözler en tehlikeli sözlerdir. Bu yönetim biçimi normal hale gelince ipin ucu kaçar ve bir bakarsınız ki kredi borçlarına batmışsınız.

VERGİLERİ FİNANSMAN OLARAK KULLANMAK

Bireyler ve işletmeler vergi ve diğer kamu yükümlüklerini teminatsız alınan kredi olarak görüp ödememeyi bir hüner sayarlar. Banka kredisine tercih ederler. Yıllarca bu borç birikir ve dağ gibi olur. Sonra aflar gelir, bu aflarda taksitlendirilir ve faiz yükü aşağıya iner ama yine de ödenmez veya ödenemez. Haydi! Tekrar başa dönülür. Bu nedenle işletme faaliyetleri hep kamunun icra baskısında kalır. Faaliyetler serbest biçimde yapılamaz. Bu çok yanlış bir tercihtir. Özellikle işletmeler vergi ve sigorta primlerini mutlaka öncelikli ödeme kabul edip bu borçlarını ödemek için ciddi çaba harcamalıdırlar.

Aslında, beyan edilen vergi ödenmeli. Eğer beyan edilen ödenemeyecekse vergi planlaması yapmak dağ gibi vergi borcu yaratmaktan daha ehvendir. Bu aslında gizli bir finansmandır ve adı da vergi planlamasıdır. Öte yandan vergi borcunu tefeciden borç alarak ödemek kadar korkunç bir yöntem olamaz. Ama işletmeler maalesef bu noktaya getirilmiştir.

GELECEK GELİRİNİ HARCAMA!

İster birey ister aileler, ister işletmeler, isterse devlet gelecek gelirlerini rehin edecek borçlanmadan kaçınmalı ve kar-katma değer yaratacak şekilde kaynaklarını kullanmalıdır. Hiçbir birey, hiçbir aile, hiçbir işletme sonsuza kadar borcunu borçla ödeyerek ayakta kalamaz. Harcanacak para alınan borç değil, kazanılan gelir olmalıdır.
===============================
Dostlar,

Sn. Pamukoğlu daha ne desin, ne yazsın, nasıl yazsın??
Bundan önceki yazılarına bakıldığında;

  • 2017 ekonomisi de umut vermiyor! (24.09.2017)
  • İflas etmiş ekonomi! (29.09.2017)
  • Zamlara gülen Maliye Bakanı (01.10.2017)

başlıklarını görüyoruz.. Ülkemizin sorumlu ve yetkin ekonomistleri benzer görüşleri paylaşıyor. Bir tek AKP = RTE popülist söylemleri topluma şırınga ediyor. Siyaset gereği kendisini buna zorunlu duyumsuyor. Ne var ki mızrağın çuvala sığar durumu kalmadı

2018 için vatandaşa anormal düzeyde yüklenme, 30 milyar TL’ye varan doğrudan – dolaylı vergi  salma çaresizliği ve başkaca kaynak yaratılamadığını göstermiyor mu?

Artık Katar da çare değil, özelleştirme talanı da, TÜİK’in makyajı ve Erdoğan’ın masalları da! Hatta ülkemizin son varlıklarını ipotek eden ve Sayıştay denetimi dışına çıkaran Varlık Fonu dahil! Bir de duygu sömürüsü ile gerekçe olarak artan savunma giderlerini gösteriyorlar. Saray’ın korkunç ve açıklanmayan savurganlıkları, Marmaris’te 350 odalı yazlık saray, Beştepe’de 250 odalı bir saray yavrusu, uçaklar, helikopterleri, lüks makam arabaları ve odalar, sayısı ve aylığı bol danışmanlar ve uyduruk bakan yardımcılığı postları, Diyanet harcamaları..

Merkezi ve yerel yönetimlerde hesabı veril(e)meyen yolsuzluklar.. Yandaş dinci vakıflara çekilen peş keşler.. Korkunç bilançolu gereksiz dev projeler.. 3. havaalanı, 3. köprü, Avrasya Tuneli, körfez geçişi, şehir hastaneleri.. Hep yazdık, yazıldı, uyardık, uyarıldı.. Böyle giden ülkeler battı, siz de Türkiye’yi batırırsınız.. dendi. Bilerek ya da bilmeyerek kulak tıkandı.

Hovarda müflis politikalarınızın bedelini mazlum halka mı ödeteceksiniz?
Bu nasıl  vicdandır?

Saymakla bitmez.. Hele Başbakanlık ve özellikle Cumhurbaşkanlığı örtülü ödeneğinde çığ gibi büyüyen harcamalar..  Bunlardan hangilerinde nasıl somut tasarruf yapılacağı ve ne düzeyde girdi sağlanacağı kamuoyuna açıklanmalıdır. CB dahil tarifeli uçaklarla yolculuk etmelidirler. Çok abartılı korunma hizmetleri kısılmalıdır. Gene de tasarruf açığı kalıyorsa, bunları üst gelir dilimlerine, kurumlara (şirketlere) yansıtmalıdır. Ücretliler ulusal gelirin 1/4’ünü alıyor ama vergi gelirlerinin yarısını ödüyorlar. Gelir dağılımını daha da bozacak, yoksulluğu ve işsizliği artıracak mali yüklerden kaçınılmalıdır.

Lüks yaşam ve tüketim hizmetleri, ürünleri, örn. zümrüt, pırlanta, yat vergileri.. düzenlenmelidir.

Hele hele Maliye Bakanının bu adaletsiz, ölçüsüz, acımasız, hatta zalim vergi yükünü açıklarken empatisiz biçimde gülmesi utanç vericidir ve AKP’nin gerçekte halka nasıl baktığının da şaşmaz göstergesidir. Her şeyden önce “adam olmak” gelmektedir. Bir de neciiiiiip mi necip milletimiz ümmetleşmek yerine uyanıp acı gerçekleri görebilse; celladına aşık olma marazından kurtulabilecek!

Sevgi ve saygı ile. 07 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Devrim Yasamız Medeni Kanun

Konuk yazar                               :

Nazan Moroğlu ile ilgili görsel sonucu

Av. Nazan Moroğlu
İKKB (İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği) Koordinatörü

Devrim Yasamız Medeni Kanunun
Yürürlüğe Girmesinin 91. Yılında Müftüye Nikah Yetkisi Medeni Kanunu, Laik Hukuku Yok Saymaktır!
 

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ardından ülkede çağdaş uygar yaşam biçiminin yerleştirilmesi, devletin ulusal egemenlik temeline dayandırılması amacıyla Atatürk’ün önderliğinde eğitim, yönetim ve hukuk birliğinin sağlanması için hukuk devrimi yapılmış,
din esaslarına dayalı hukuk sistemi terkedilmiş, yerine laik hukuk sistemi benimsenmiştir.

Hukuk devrimi denilince, ilk akla gelen 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunudur. Medeni Kanun ile özel yaşam ilişkilerinde haklardan yararlanmada, borçlara ehil olmada ve hakları kullanmada kadın erkek eşitliği benimsenmiştir.

Medeni Kanunla kadınlara devrim niteliğinde haklar getirmiştir. Örneğin “evlilik yaşı kabul edilmiş ve çocuk yaşta evliliklerin önüne geçilmek istenmiştir;  “Erkeğin 1’den Çok Kadınla Evlenebilmesi Yerine Tek Eşlilik” ve “Resmi Nikah Kadın Haklarının Güvencesi olmuştur.
“Erkeğin Boş Ol” demesiyle boşanma yerine, yasada yazılı nedenlere dayanarak yargıç kararıyla “Boşanma”, kız ve erkek çocuklara “Eşit Miras Payı” gibi haklar getirmiştir.

Ancak, Medeni Yasanın yürürlüğe girişinin 91. yılında müftüye resmi nikah yetkisi vermek” Medeni Kanun ve laik hukuk kurallarından vazgeçmek demektir.

İKKB olaraköncelikle tüm kadınları ve laik Cumhuriyetimizi savunan herkesi MEDENİ KANUNA SAHİP ÇIKMAYA, müftüye nikah yetkisi verilmesi girişimine dur demeye çağırıyoruz. (04.10.2017)

Av. Nazan Moroğlu
İKKB Koordinatörü
============================================
Dostlar,

Çağrıya gönülden katılıyoruz.. Bu konuda sitemizde birkaç yazı var, okunmasını dileriz..
Örn.

AKP = RTE bu akıl dışı, uygarlık karşıtı, ülkemizi karıştırıcı ve halkı bölücü çoooooook tehlikeli girişimden derhal vazgeçmesini istiyoruz. İç ve dış sorunlarımız başımızı aşkın.
İçeride ULUSAL BİRLİK yaşamsal önemde..

AKP = RTE’da sağduyunun egemen olmasını diliyor ve istiyoruz..

İlahiyatçı yazar: Müftülere nikah yetkisi vermek İslam'a suikasttır

Sayın Av. Nazan Moroğlu’na İKKB (İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği) Koordinatörü  olarak kendisine ve çalışma arkadaşlarına teşekkür ediyor, dayanışmamızı bildiriyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 06 Ekim 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 04 Ekim 2017

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 04 Ekim 2017

Naci BEŞTEPE

SAAT
Danıştay sürekli yaz saati uygulamasını iptal etti. Bakan damat aynen devam edeceklerini açıkladı.
Kayınpederi gibi yasalara saygılı!…

KATAR
Katar, Erbil’e uçak seferlerinin devam edeceğini açıkladı.
Bizimki yine mi kandırıldı?…

VERGİ
MTV’ne maaş zammının 10 katı zam yapıldı.
Reis bu halkı seviyoooo…

YASAK
AKP Milletvekili eski vali Celalettin Güvenç, 2015’te yayımlanan MAHREM kitabını yasaklattı. Kitap FETÖ’yü anlatıyor. AKP de FETÖ’yle mücadele ediyor!…

ANSIZIN
 “15 gün sonra Şam’da namaz kılacağım” dedi; 5 yıl geçti.
“Nisan’da Gazze’ye gideceğim” dedi; 4.5 yıl geçti.
“TSK, El-Bab’tan sonra Mümbiç’e ve Rakka’ya girecek” dedi; bir yıl geçti.
Barzani referandumundan sonra danışmanı ; “Bir gece ansızın gidebiliriz” dedi.
Acelesi yok canım…

HAZIR
RTE, resepsiyonda komutanlara “hazır olun” demiş.
Resepsiyon emri…

HASTA
Maliye Bakanı Ağbal hastaneye kaldırıldı.
Maliye zaten oradaydı…

ALDANMA
Irak Başbakanı İbadi, Barzani ile pazarlık peşinde.
Son aldatıcı…

NANKÖRLÜK
TBMM Başkanı adam, açılış gününde kurucu Atatürk’ün adını anmadı.
Nankörlükte makam sınırlaması yok…

KIYAFET
Harbiye açıldı. Türbanlı Harbiyeli fotoğrafı yayımlandı.
Resmi kıyafete kelebek kondu…

AŞİRET
Dil bilmeyen adam Bern Büyükelçiliği basın müşaviri, karısı elçilik hafizesi yapıldı,
adama bir de tercüman atandı.
T.C. aşiret devleti!…
===================================

Çok teşekkürler ve içten kutlamalarımızı sunuyoruz değerli Paşamız Sn. Naci Beştepe beyefendiye…

Sevgi ve saygı ile. 06 Ekim 2017, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com