Ahret işleri yerine, yeryüzü işlerini düzenlemeye doğru

Ahret işleri yerine, yeryüzü işlerini düzenlemeye doğru

Orhan Bursalı

Osmanlılarda Şeyhülislamlık vardı biliyorsunuz. Arada sırada şeyhülislamların da kafalarının uçurulduğu olduysa da, zaman geldi padişahların bile söz dinletemedikleri şeyhülislamlar, eyvah çöküyoruz önlem alalım, yenilikçi olalım diyen reformcu padişahların bile altını oydular ve Osmanlı’nın çökmesinde büyük rol oynadılar. İnsanların kırılıp ölmesinde de.. 
Reformcu padişah II. Mahmut zamanı, İstanbul koleradan kırılıyor. Şehri fareler basmış ve kuyu suları cesetlerle kaynıyor. 
II. Mahmut, Avrupalıların tavsiyelerine uyar ve İstanbul’u karantina altına almak ister. Şeyhülislam karşı çıkar ve fetvayı çıkartır: “İçine fare düşen kuyunun suyunu besmele çekerek yedi kere değiştirin, tertemiz olur, karantina dinimize aykırıdır..” 
Ve fetvaya göre davranılır, İstanbul halkı besmele çeke çeke 7 yıl boyunca kırılır. 
Evinde 4 bin ciltlik kütüphanesi olan Sadrazam Ali Paşa, şehit olmadan önce kitaplarını bir vakfa bağışlamak ister. Şeyhülislam Mevlana Ebu İshak Efendi, Kişinin felsefe, astroloji ve tarihe ait kitapları vakfa dahil olamaz. Bu tür kitapların vakfı bilinir şey değil” diye fetva verir. 
Kanuni Sultan Süleyman döneminden başlayarak felsefe, matematik, mantık derslerini de aynı zihniyet kaldırtmıştır. (Bu bilgiler için: Orhan Çekiç, 1919 BaşlangıçSamsun’dan Erzurum’a, Kaynak Yayınları) 
 
Diyanet’ten borsaya, siyasete ne? 

Bugün bu tür fetva verecek bir Diyanet Reisi olur mu, olmaz, iki dakikada gider. Ama Diyanet Başkanı, tüm ordusuyla siyaset işine girecek ve hayatı tüm alanlarıyla düzenleyecek, şeyhülislam mertebesine tırmanıyor. 
Diyanet’in yeni başkanının üniversiteler ile medreselerin birlikte çalışması ve üstelik Diyanet elemanlarının ilahiyat fakülteleri kuruculuğu yaptığını açıklamasından sonra, iki enteresan olay daha bize Diyanet’in şeyhülislamlık mertebesine doğru adım adım yükseldiğini gösteriyor; ayrıca Diyanet elemanlarının, turistlerin en fazla gittikleri camilerde, onları İslama çağıran kitapçıklar hazırlayacaklarını ve turist rehberlerinin de “tebliğci” olarak eğitime alınacaklarını okuduk. 
Hayatın her alanına el atıyor DiyanetBorsa çalıştayı, Helal Gıda Çalıştayı, Namaz Vakitleri Kongresi gerçekleştirilecek. Tekafül Sigortası, Katılım Portföyü Fonu ve trafik kazalarından doğan tazminatlar vb. gibi konularda uzmanlar kurula davet edilerek seminerler verdirilecek. Neden? Kadrolarının bilgi seviyesini artırmak için mi? 
Bir nokta daha, ülkenin bitmez tükenmez konusu olan “Ay ve Ufuk Gözlem Ünitesi” (AYGÖZ) ihalesi yapılıyor. TÜBİTAK işin içinde. “Ramazan aylarında imsakiye tartışmalarına son vermek için.” Bu alanda yıllardır yapılan tezlerin, gidilen yolculuk masraflarının, projelerin şöyle bir gider dökümünü görsek? 
 
İmamlara siyaset 

Cumhuriyet’te 2. haber daha var, yine Sinan Tartanoğlu’nun çok önemli haberi: Diyanet ve ordusuna tamamen siyaset yapma yolunu açmak için girişimler başlıyor. Anayasa Mahkemesi’nin laikliğe aykırı düşer diyerek kaldırılmasını reddettiği imamlara siyaset yapma yasağını delmek veya geçersiz kılmak için yeni bir çalışma başlatılıyor: Siyaset yapma yasağı yeniden tanımlanacak ve bu kanunun Anayasa Mahkemesi denetiminden çıkarılmasına çalışılacak, 
Laikliği iktidar delik deşik etmedi mi diyebilirsiniz, böyle bir ortamda Diyanet’in de siyasete soyunmasından daha doğal ne olabilir?! 
Evet, gelinen durum budur. Görülen o ki, tüm konular Diyanet’in “fetva” alanına sokuluyor. Üstelik siyaset de yaparak (yani RTE ve iktidarına tam destek vererek). Diyanet hem fiili olarak sahada hem de fetvalarla tüm yönetim, ekonomi ve aile hayatını bütünüyle düzenleyecek. 
Diyanet’in bütçesi 7.5 milyar iken, bu yılın ilk 10 ayı içinde bu paraları bitirmiş ve 550 milyon lira ek bütçe istemiş. Önceki yıllar da benzer durumlardı. 
Pek çok bakanlığın bütçesini aşan, geride bırakan, katlayan Diyanet’e, tırmandığı yeni görevlerinde, hiçbir bütçe yetmez. 
Diyanet’in 144 bin 250 görevli personeli var: 100 bin imam-müezzin; 20 bin kadrolu Kuran kursu öğretmeni, 20 bin geçici Kuran kursu öğreticisi, 3 bin vaiz ve 1250 müftü. 
Diyanet’in bu tırmanışında, iktidarın desteği, rolü olmadığını söylemek abesle iştigal etmek olur.

İstanbul Havalimanı nedir ne değildir?

İstanbul Havalimanı nedir ne değildir?

Başlığı sorularla yanıtlayacağım:
♦ 22 milyar Avro gibi rekor ihale bedelli bu işi kime verildi? Yap işlet devret sistemi ile, İstanbul Havalimanı, yani İstanbul Grand Airport (İGA) yatırımcılarının oluşturduğu; Cengiz, Mapa, Limak, Kolin, Kalyon Ortak Girişim Grubu’na (OGG)’na verilmiştir. Vesselam kısa kelam; yandaş sermayeye..
♦ İstanbul Havalimanı’nın Kapasitesi ne olacak?
150 milyon yolcu taşıma kapasiteli olacakmış.
Peki Gerekli miydi?
Külliyen gereksizdi?
♦ Atatürk Havalimanı genişletilerek aynı yolcu kapasitesi yakalanabilir miydi?

Siyasi rant için
Daniskası yakalanırdı! Biliyorsunuz; Atatürk Havalimanı genişletme çalışmaları kapsamında yapılan ek terminal ile kapasite, 2016’da 80 milyona çıkarıldı. Eğer var olan alana 2 pist daha eklenseydi kapasite 150 milyonu aşardı.
♦ İyi de bu olası yapım kolaylığı varken, aynı bölgede doğayı ve doğanı yok eden, 3. Köprü, İstanbul Havalimanı ve de Kanal İstanbul neden yapılıyor, yapılmak isteniyor ve de neye referanstırlar?
Ekonomik ve siyasi rant için yapılıyorlar? 3 projede kesinlikle bu bölgede siyasi erkin ve yandaşlarının kapattıkları arsalara referanstır.
♦ Nasıl mı?
Önce arsalar kapatıldı, ardından projeler gündeme getirildi ve 1 liraya aldıkları toprakların metre karesini bin liraya çıkardılar.
♦ İstanbul Havalimanı devreye girdikten sonra Atatürk Havalimanı kapatılacak mı? 
Elbet kapatılacak? Sözde Millet Bahçesi yapılacakmış. Kesin yalan, bu alan OGG ve benzer yandaşlara peş keş çekilecek!
Bu yatırım devlete ve ulusumuza ne getirecek?
Devlete ve ülkemin vergi kamikazeleri ulusumuz bireylerine yük getirecek!
♦ Devlete nasıl yük getirecek?
Kocaman yük getirecek. Şöyle ki; OGG’ciler İstanbul Havalimanı’nı yapmak için uluslararası finans kuruluşlarından kredi alacak-aldı, devlet kefil olacak-oldu, OGG bunu ödemeyecek ve de borcu devlet üstlenecek. Bu ara, OGG yaptığı İstanbul Havalimanı’nı kendi işletecek, zarar ederse otoyol ve köprülerdeki gibi devlet sübvanse edecek ve devlet adeta OGG ve OGG’ye yandan kaynak olan siyasi erk ve yandaşların finans kaynağı haline gelecek ve bitirilecek.
♦ Ülke kalkınır mı, dahası devlet büyür mü?
Devlet asla büyümeyecek, ülke asla kalkınmayacak!! Çünkü ülke kalkınması devleti büyütür, dolayısıyla de büyüyen devletin halkı da büyür, yıllık geliri artar ve de halkın esnafı ve çalışanının cebine para girer. Aksine OGG ve etrafındaki asalakların cebine para girdi ve giriyor. Yani onlar büyür. Siyasi erk de yoksul halkın cebinde olmayan TL ile ve Cebi para dolu asalakların cebindeki TL’lelerini toplar ikiye böler ve işte benim ülkem insanının yıllık gelir ortalaması diye cahiller cemaatine yutturur..
♦ İstanbul Havalimani doğayı ve doğanı nasıl yok edecek?
İstanbul Havalimanı, 3. Köprü güzergâhı olan Sarıyer, Eyüp, Arnavutköy ve İstanbul’un nefes alma odağı kuzey ormanlarına konuşlandırılıyor. Özellikle Arnavutköy ve mahallelerini örseleyecek. Çünkü bu çevrede inşa edilecek Yeni Şehir ile Arnavutköy Tayakadın mahallesi tümden yok ediliyor. Yok etme sürecine önce 3. Köprü ile başlandı, İstanbul Havalimanı ile devam etti, Kanal İstanbul ile sonlandırılacak. Ve de süreci işleten siyasi ve ekonomik rant örgütü iş makineleri ve hafriyat kamyonları ile Kuzey Ormanlarının belli kesiminde kesilmedik tek bir ağaç, kurutulmadık tek bir su havzası, yani su birikintisi bırakmayacak. İnsanın, kuşun, kurdun, böceğin, çiçeğin yaşam alanları yerle bir ediliyor, edilecek. Nedense duyarlı meslek odaları dışında halktan en ufak bir direniş gösterilmiyor ve yeşil, yerini önce toprak rengine, sonra gri betona ve ardından siyah asfalta yerini bırakıyor.

Doğayı yok etmek
İşte bunun adı doğayı ve doğanı yok etmektir.. Ve bu yok edişi, var oluşumuz olan 29 Ekim’in önüne geçirerek ekonomik rantlarını siyasi rantla tümlüyorlar.
Dahası, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün;

  • “Türk milletinin karakterine ve âdetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir. Cumhuriyet, yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir”

dediği Cumhuriyet’i, ideolojik karakterlerine karşı görüyorlar ve yok sayıyorlar, Cumhuriyet kutlamalarını Ankara’da yapmayarak!  (Cumhuriyet, 06.11.18)

ŞEVKET ÇORBACIOĞLU
Teknopolitikalar Platformu

Hekimlere ve sağlık çalışanlarına saldırı bu kez Hükümet’ten geldi!

Hekimlere ve sağlık çalışanlarına saldırı
bu kez Hükümet’ten geldi!

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) milletvekillerince 30 Ekim 2018 günü TBMM’ye sunulan ve hekimlerin istemlerinin karşılanması bir yana; yakıcı mağduriyetler yaratan, sağlıkta şiddet konusunda işe yarar somut hiçbir adım atmayan, “KHK ve Güvenlik Soruşturması” gerekçesiyle binlerce hekimi işsizliğe mahkûm edecek olan, haktan, hukuktan, en temel vatandaşlık haklarından uzak, bütünüyle kötü niyetli bir yasa önersisi ile karşı karşıya kalmış durumdayız.

Türk Tabipleri Birliği olarak; buradan açıklıkla ifade etmek istiyoruz ki;

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın meslektaşımız Dr. Fikret Hacıosman’ın İstanbul’da öldürülmesi sonrasında sarf ettiği; “Sağlıkta şiddeti caydıracak ve suçluların en ağır cezaya çarptırılmalarını temin edecek düzenleme” sözleri ile Meclise sunulan taslak arasında en ufak bir bağlantı söz konusu değildir. Sağlık ortamındaki şiddet nedeniyle saldırıya uğrayacak her hekimin, her sağlık çalışanının sorumlusu içi boş bir taslakla “şiddet yasası çıkarıyoruz” yaygarası yapan ve sağlıkta şiddet karşısında ciddi hiçbir adım atmayan iktidar hükümeti olacaktır.

Binbir emekle kazanılmış hekimliğin, ihtisasın, üst ihtisasın, hiçbir hukuksal sürece bağlı kılınmadan, kimlerin hangi ölçütlerle karar verdiği anlaşılmayan “KHK ve Güvenlik Soruşturmaları” ile hekimlerin elinden alınmasının yasal kılıfı olan bu yasa maddesini TBMM’ye getiren AKP hükümeti, Anayasa’da tanımlanmış en temel haklara, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına, hepsinden önemlisi bir arada yaşama ilkelerine aykırı, binlerce hekimin işsizliğinin ve açlığa mahkûm edilmesinin, hastaların bu hekimlerden yoksun kalmasının sorumlusu olacaktır.

Bu maddelerin yanı sıra aile hekimliğinde hak yitiklerine yol açan; hastanelerin “Sağlık Bakanlığına” bağlı döner sermayelerinin “Maliye Bakanlığının” inisiyatifine bırakılmasını amaçlayan; Tabip Odalarının hekimliğin uygulanmasındaki etkisini sınırlamaya çabalayan bu “Yasa Önerisine” karşı tüm hekimler, sağlık çalışanları ile birlikte karşı duracak ve tepkilerini gösterecektir.

  • Kötülüğünüzü,
  • hekimleri işsizlik, yoksulluk ve açlıkla tehdit etmenizi,
  • hekimlerin ölümlerini sıradanlaştırmanızı,
  • her fırsatta sermaye ve yandaşlara rant aktarmanızı,
  • meslek örgütümüzü yok sayan antidemokratik, dinlemeyen tavrınızı kabul etmiyoruz.

Bu nedenle, sağlıkta şiddete karşı, “şiddeti önleme yasa tasarısı” istemli “nöbet eylemlerini”
bu yasa önerisinin tüm maddelerine karşı

HEKİMLER KANDIRMACA DEĞİL, HAKLARINI İSTİYOR NÖBETLERİ”ne çeviriyor,

bütün gücümüzle, tüm sağlık kurumları ve kent meydanlarında sesimizi duyuracağımızı, TBMM’de bu yanlış ve hekim karşıtı yasa önerisini durdurup, sorunlarımızın çözümüne ilişkin maddeler içeren bir yasa önerisisine dönüşmesi için mücadelemizi sürdüreceğimizi
ilan ediyoruz.

(http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=859d52be-dccd-11e8-b0cd-0573319e83b8, 31.10.2018)

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

“Sağlıkla İlgili Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi” için tıklayınız. 

=======================================

Yazıklar olsun AKP’nin bu berbat “yönetimi” ne (!)

“Erdoğan gene kandırılıyor mu??” masallarına kanacak halimiz de yok artık..

Direneceğiz ve kazanacağız..
Çünkü istemlerimiz haklı ve meşru!

Sevgi ve saygı ile. 05 Kasım  2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

2018 YILI MİLLİ GELİR,  Paranın Değeri ve Enflasyon üzerine

Prof. Dr. D. Ali Ercan

2018 YILI MİLLİ GELİR,
Paranın Değeri ve Enflasyon üzerine

Değerli arkadaşlar,

Yıllardır ekonomik yaşamımızın ayrılmaz parçası olan “Enflasyon” ve “Paranın Değer Yitimi” üzerine facebook’ta paylaştığım kısa Bilgi notlarını bu kez genişlemesine ele almak istedim; yıl sonuna 2 ay kala yaptığımız bu Değerlendirme ve Çıkarımlar ne denli isabetli / tutarlı olacak, 2019 başında resmi genel durum tablolarında göreceğiz.

Ekonomik Metanın, yani yaşam için “gerekli” görülen bir “Şey” in Değeri, bu Şeye yönelik genel İstem ile düz orantılı artıyor. Bir şey ne kadar az bulunuyorsa ve buna karşın kullanım alanı varsa ve onu elde etmek ne kadar zor ise, o şey o denli Değerlidir; yani Değer “göreceli bir kavram” dır. Tüm Canlılarda olduğu gibi, İnsanlar için de öncelikle (Hava, Su ve Besin) yaşamsal önemde olan (en değerli) şeylerdir, o nedenle de Besini ve Suyu Para ödeyerek satın alıyoruz.

Eskiden Su herkese bol bol yettiği için değeri bilinmezdi, ama şimdilerde Dünya Nüfusu muazzam bir sayıya (7,6 milyar) ulaştı, herkese yeterli temiz su kaynaklarına ulaşmak zorlaştı ve Su da Besin gibi tüm Gezegende çok kritik ve değerli bir Meta oldu; mesela 1 m3 içme suyuna Türkiye’de yaklaşık 150 $ ödüyoruz. Hava ise beleş ! Ama biliyoruz ki insan yemeksiz 30 gün, Susuz 3 gün yaşayabilir ama Havasız 1 Dakikadan fazla yaşayamaz; yani bizler için en değerli yaşamsal meta aslında, “şimdilik” Para ödemediğimiz Havadır. (Ayda veya Marsta kurulacak bir Kolonide elbette en pahalı şey HAVA olacaktır)

Değer “göreceli” ve “değişken” bir soyut kavramdır dedik; işte bu nedenle de çok kez Fiyat ve Değer, sosyal-evrimsel gelişimini henüz tamamlayamamış insan toplumunda maalesef tepetaklak olmuş kavramlardır. En değersiz şeylere büyük Paralar ödeyebiliyoruz.😕

Ekonomik yaşamda “temsili değişim aracı” olarak kullanılan Paranın 2600 yıl önce işaretlenmiş değerli Metal Parçası halinde Çin, Hindistan ve Anadolu’da (Lidya) kullanıldığını biliyoruz. Uzun süre standart metal “Altın” zamanla, Altına eşdeğer olduğu “Fiziki anlamda Güçlü, Saygın bir otorite” tarafından garanti edilen, Kağıt Paralar haline dönüştü.

“Somutlaştırılmış Değer” şeklindeki “Para” çağımızda artık “Güven” üzerine oturtulmuş bir “değişim aracı” ama aynı zamanda değiştirilebilen, satın alınabilen bir “meta” haline dönüşmüştür… Bugünkü Dünyada tüm Ülkelerin Gelirlerinin toplamı 80 trilyon Dolar kadardır (AS: 1 yıllık) ancak Dolanımdaki (Tedavüldeki) tüm milli Paraların Toplamı bunun dörtte biri kadar, yaklaşık 20 trilyon $ dır. Peki, bu kadar kağıt Paranın Altın karşılığı var mı? Yanıt ” Hayır! “

Dünya Devletleri Merkez Bankalarındaki toplam Altın Stoku 30 bin ton dolayındadır, yani topu topu 1,2 trilyon $ değerinde “simgesel” miktarda Altın var. Dünya Paralarının ortalama %94’ü Altın karşılığı olmayan, yalnızca Devlet(ler)e olan “Güven” üzerine basılmış kağıt parçalarıdır! Bu nedenle, Ekonomik ve Askeri bakımdan Güçlü büyük Devletlerin Paraları da ister-istemez Küresel ekonominin “Değer” ayarını belirliyor.

Dünya Finans sistemini “patlatmadan” denetim altında tutan Dünya Bankası, IMF ve (ABD Merkez Bankası) FED gibi kuruluşların başındaki Patronlar (çoğu Jekyll Adası sakinleri) özellikle Dolar ve Euro’nun öbür Ulusal Paralar, Özellikle Japon Yen’i ve Çin Yuan’ı karşısında Küresel Güvenirliğini gözetiyorlar. Şimdilik bu “4 büyük Para” arasında bir Denge sağlanmış gibidir… (Bu gidişle, 21. yüzyılın son çeyreğinde, Ulusal Paraların ortadan kalkacağını ve Dünya genelinde en çok 10 dolayında –bölgesel dijital Para– kullanılacağını söyleyebiliriz.)

Öbür Ulusal Paraların bu Devlere ayak uydurabilmesi, ancak ve ancak çok güçlü, nitelikli, üretken Ekonomilerine, R&D (AS: AR-GE) ile Teknolojik üretim boşlukları yakalayabilmelerine bağlıdır. Özetle, Bilim ve Teknolojide hızlı koşanların Paraları da o denli “Güçlü”, dolayısıyla o denli “Güvenilir” ve “Değerli” oluyor.
***
Ne yazık ki TL’nin arkasında böylesine özgün AR-GE’ye dayalı Sanayi ve Tarımsal Üretim yok denecek ölçüde zayıftır. Ülkenin Mal varlıklarını “satarak” sağlanan Finansal Destek, Parayı bir yere dek ayakta tutuyor, sonra (Tulumbada can suyu kalmayınca) düşüş başlıyor; bir yandan da artan Nüfusa oransal azalan Kaynaklar nedeniyle Darboğazlara giriliyor.

Enerji bakımından %75 oranında, tüm ekonomik yaşamı ortalama %30 oranında dış kaynaklara, ithalata bağımlı olan Türkiye’nin 2018 Finans Krizi bu Darboğaz’a bir örnektir.

İthalatta kullanılan ana Döviz olan ABD Doları Yılbaşında 3,75 TL iken 4 ay sonra 1 Mayısta 4,00 TL oldu; bu yavaş yükseliş trendi (AS: eğilimi) ile seyretseydi yıl sonunda 4,50 TL olması beklenirdi (bkz. aşağıdaki grafikte mavi çizgi). Oysa Dolar Fiyatı 1 Ağustosta 5,00 TL’ye, 1 Ay içinde %25 artışla 1 Eylülde 6,25 TL’ye çıktı.. Bu “anormal” durum karşısında Piyasa panikledi. Neyse ki, son bir Ayda 6,40’lardan 5,60’a doğru bir iniş gözleniyor; olasılıkla yıl sonunda Irmak yatağına çekilecek ve çok büyük olasılıkla Dolar 4,50 – 6,00 TL aralığında kalacaktır (Grafikte kesik kırmızı çizgiler). Grafik analizinden 2018 yılı $/TL Dolar fiyat ortalamasını 4,9 ± 0,1 TL olarak hesaplıyoruz.

Peki, $/TL Parite Grafiğinde görülen anormal Kambur’un (Kırmızı çizgi altındaki taralı Alan K1) Türkiye’ye bedeli ne kadardır?

2017 yılı ortalama Dolar Fiyatı 3,57 TL; dolayısıyla 3,0 trilyon TL GSMH 3,0 / 3,57 ≈ 0,84 trilyon $ (840 milyar $) karşılığı idi. 2018 yılı GSMH en iyimser rakamla, 3,2 ± 0,1 trilyon TL olacaktır; ortalama Dolar fiyatı 4,90 TL olduğuna göre, Türkiye’nin 2018 GSMH 650 ± 25 milyar dolardır; yani Ulusal gelir geçen yıla kıyasla, ort. 190 milyar $ azalmış durumdadır ki, bunun 120 milyarı salt bu anormal “Kambur” (K1) nedeni iledir.

Bu durumda, 2018 yılı için 82 milyonluk Türkiye G20’den dışarı düşerse (22.) ve Uluslararası yayınlarda, kişi başına gelir ~7900 $ gösterilirse (76.) şaşırmayalım.

Peki ya Enflasyon…..

Değerli arkadaşlar, Enflasyon, Piyasadaki Arzın Talebi karşılama oranının (Paranın satın alım gücünün) düşüşü, yani Piyasada “Pahalılık” denen durumdur. Pratikte çeşitli Mal ve hizmetlerin değişik kullanım Paketleri halindeki “Sepet” değerlerinin bir önceki Yıl fiyatlarıyla kıyaslanarak hesap edilen bir orandır. Enflasyon hesabındaki “Sepet” içeriklerinin (ağırlıklı ortalamaların) saptanma biçimi hep tartışılır olmuştur.

2017 yılında toplam (Tarım, Sanayi ve Hizmet sektörleri) Milli Geliri 840 milyar $ olan Türkiye’nin yıllık ithalatı 250 milyar $ dolayındadır. Bir başka anlatım ile Dövizdeki Fiyat değişimi tüm sektörlere ortalama (250/840) %30 oranında yansıyacak demektir; öyleyse 2018’de Dolar değerinin 2017’ye kıyasla, (1-490/357) = %37 artışı 2018 yılı (dövize bağlı) Enflasyonun ortalama 0,30 x 0,37 = %11 dolayında olduğunu gösterir.. (Ağustos, Eylül, Ekim ayları için enflasyon -aylık- ort. %20 olmuştur.)

Sonuçta şunu söyleyebiliriz; “Enerji” gibi doğrudan Yurt dışından alınan malzeme ve mamul Mallar dışındaki tüm Yurt içi Mal ve Hizmet ürünlerinde %11 üzerindeki fiyat artışları Dolar Paritesine ilişkilendirilemez. (kaynak yetersizliği ve öbür nedenlerle nüfus artışını karşılamayan üretim yetmezliği veya başka nedenler..)

Bu durumda 2019 yılbaşında tüm maaşlı-ücretli kesime TL’nin 2018 yılı değer yitimi
490/357-1= %37
1 – 357/490 = %27
üzerinden “en az %30 Zam” yapılması gerekiyor. 2018’de kişi başına gelir yitiğimiz 2460 $ oldu. Daha kötü sıkıntılarla karşılaşmamak ve 2019’da Ülkemizin her Alanda daha iyi bir düzeye gelmesi umuduyla. Sevgilerimle. æ
_____________

Özet
> 2018 Yılı (dövize bağlı) Enflasyon %11’dir; öbür etmenlerle
birlikte %25e dek yükselmiştir.
> TL 2018’de % 27 değer yitirmiştir.
> GSMH 3,2 ± 0,1 trilyon TL ≡ 650 ± 25 milyar dolardır.
> Kişi başına gelir 10396 $’dan, 7936 $’a düşmüştür.
> Türkiye Dünyada GDP sıralamasında 22., kişi başına gelirde 76.’dır.
> 2019 başında Ücretlere (maaşlara) en az %30 Zam adil ve gereklidir.

Otomatik alternatif metin yok.

====================================
Saygıdeğer öğretmenimiz Prof. Dr. D. Ali Ercan’a teşekkür ederek paylaşıyoruz…

Dr. A. Saltık, 05.11.18

95. YILIMIZ

95. YILIMIZ

 Konuk yazar :
Suay Karaman

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Cumhuriyetimizin 95. yılını kutladığımız bu gün, büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarını saygıyla anıyoruz. Atatürk’ün cumhuriyeti emanet ettiği gençler olarak, bu emaneti iyi koruyamamanın ezikliği ve burukluğu içinde kutluyoruz Cumhuriyetimizin 95. yılını.

Cumhuriyetimizin 95. yılını, ülkemizin Atatürk ilke ve devrimleriyle belirlenen hedeflerden, çağdaş uygarlık yolundan her geçen gün hızla uzaklaştırıldığı bir dönemde kutluyoruz. Cumhuriyetimizin 95. yılını, demokratik ve laik cumhuriyetin temellerinin yok edildiği, parlamenter demokratik sistemin terk edildiği, içte ve dışta ülkemizin çok büyük sorunlarla karşı karşıya kaldığı zor günlerde kutluyoruz.

Siyasal iktidar 95. yıl kutlamalarını Başkent Ankara yerine cumhuriyet tarihinde ilk kez İstanbul’da yapmak için karar aldı. Siyasal iktidarın Osmanlılık özentisi ile Atatürk ve cumhuriyet yok sayılmaktadır.

  • Bunun yanında, Andımız tartışmaları ile ekonomik sıkıntı gölgelenmektedir.

Andımızdaki “Türk’üm” kelimesi, birilerine batmaktadır ve gerekçeleri de komiktir; ‘bu ülkede yalnızca Türk yokmuş.’ Ulu önder Atatürk’ün

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk Milleti denir”
    tanımını anlayamayan boş kafalara,
  • “Bu ülkede yaşayanlar Arap değil, o halde neden ezan Arapça okunuyor?”
    diye sormak gerekir.

    Andımızdaki amaç çocuklarımıza vatan sevgisini aşılamaktır.
    Bundan gocunmanın anlamı yoktur.

Cumhuriyetimizi kuran Atatürk’ün ana hedefi çağdaşlaşmaktı. Cumhuriyet yönetimi, Atatürk ilke ve devrimleriyle bu hedefi gerçekleştirerek, Ortaçağ karanlığına son verdi. Cumhuriyet ile kul olmaktan kurtularak yurttaş olan millet, yoksuldu ancak azimli ve çalışkandı. İçinde vatandaş olmanın kişisel heyecanı, özgür olmanın milli heyecanı (AS: ulusal coşkusu) vardı. Osmanlı’nın borçlarını da ödeyen cumhuriyet yönetimi hiç dış borç almadan, sürekli denk bütçe yaparak, her şeyi kendisi üretiyor ve hızlı kalkınma sağlıyordu. 1929 ile 1939 yılları arasında ortalama kalkınma hızı %10 olarak gerçekleşmişti. (AS: 1923-38 arası ortalama %6,5 büyüme)

Cumhuriyet kurulduktan sonra on beş yıl gibi kısa bir sürede bilim, sanat, sanayi, tarım ve hayvancılık gibi birçok alanda büyük gelişmeler gösteren Türkiye Cumhuriyeti, eşsiz liderimiz Atatürk’ün ölümünden sonra her alanda geriletilmeye başlatılmıştır. Bugün geçmişe baktığımızda ülkemizin, içten ve dıştan nasıl çökertildiğini daha iyi görebilmekteyiz, emperyalist işbirlikçilere tanık olmaktayız.

Bir kurtarıcı beklemeyin anlamına gelen “milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” söylemi (AS: 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi), bizlere bugün içinde bulunduğumuz tüm sıkıntıları aşmamıza yardımcı olacaktır. Cumhuriyetimizin 95. yılında, ülkemizin içinde bulunduğu olumsuz koşullar nasıl aşılabilir, bununla ilgili hedeflerimiz ve beklentilerimiz için neler yapılabilir konusunda düşünmek ve gereğini yapmak zorundayız. Bugün en büyük bayramımız olan kimsesizlerin kimsesi cumhuriyetimizin 95. yılını kutlarken, cumhuriyeti ve kazanımlarını sonsuza dek korumak için;

– yaşasın Mustafa Kemal Atatürk! 
– yaşasın Türkiye Cumhuriyeti! 

dileklerimizi bir kez daha haykırıyoruz.. (29.10.18)

  • “Ne Mutlu Türküm Diyene!”

(Not   : Yazı elimize geç ulaştı ancak önemi nedeniyle paylaşıyoruz…/ A. Saltık)
=====================================
Dostlar,

Erdoğan ANDIMIZA karşıt çıkışlarını özellikle yükseltiyor… 3 amacı var :

1- Danıştay’a gözdağı vererek İdari Dava Daireleri Kurulunda görüşülecek olan Milli Eğitim Bakanlığı temyiz davasını etkilemek istiyor.. Bu açıkça Anayasaya aykırı!

Anayasa md. 138/2 : “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.”

2- Erdoğan ayrıca, AKP’nin akıldışı politikaları ile yaratılan, Ülkemizi – Ulusumuzu YAKAN – YIKAN EKONOMİK BUNALIMI mutlaka kamuoyu gündeminden düşürmek istiyor..

3. olarak Erdoğan, yaklaşan yerel seçimlerde MHP ile olası sorunlar nedeniyle hem HDP’ye göz kırparak flört öneriyor, hem de HDP tabanından oy devşirmek istiyor..

Sevgili dostumuz Suay Karaman yeterince etkili bir yazı yazmış, yukarıda okudunuz..
Çok akıllıca kaleme alınan kısa bir bölümü yinelemekte yarar var :
****
Andımızdaki “Türk’üm” kelimesi, birilerine batmaktadır ve gerekçeleri de komiktir; ‘bu ülkede yalnızca Türk yokmuş.’ Ulu önder Atatürk’ün

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk Milleti denir”
    tanımını anlayamayan boş kafalara,
  • “Bu ülkede yaşayanlar Arap değil, o halde neden ezan Arapça okunuyor?”
    diye sormak gerekir.

Sevgi ve saygı ile. 05 Kasım 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

İLK BEŞYÜZ ÜNİVERSİTE

İLK BEŞYÜZ ÜNİVERSİTE

Konuk yazar
Mustafa AYDINLI    

Sayın Cumhurbaşkanı neden ilk beş yüz üniversite arasında olmadığımızı sorguladı.
Aynı soruyu biz de soruyoruz, “Neden ilk beş yüzde yokuz?

Oysa üniversite sayımız, o denli çok ve hızla artırıldı ki, sayısı 206’ya ulaştı.

Her ilde en az 1 üniversite” yaklaşımı en hafif değerlendirme ile “tuhaf” tır ve
dünyada hiçbir ülkede örneği yok – tur!

Burada oy almaya ve başkaca siyasal rant devşirmeye dönük üniversite
açmak
mı, yoksa nitelikli üniversite yaratmak mı soruları üzerinde düşünülmelidir.

Her şeye karşın, özellikle son yıllarda ilk beş yüze giremesek de, dikkate değer üniversitelerimizin hakkını yemeyelim. Örneğin ODTÜ, İTÜ, Boğaziçi,
Hacettepe Üniversitesi gibi seçkin üniversitelerimizi unutmamak gerek.

Özel (Vakıf) üniversite olarak Bilkent, Koç ve Sabancı Üniversitelerini de
saymak uygun olur.
****
Başarısızlığın temel kaynaklarını öncelikle üniversite özerkliğinde,
ülkemizde üniversitelerin özerk olmayışında aramak gerekir.

Sayın S. Demirel zamanında şöyle demişti :

Üniversiteler siyasetten uzak olmalı, devletten değil..” ve devam etmişti;
“En büyük hata, siyasetçilerin üniversiteleri yönetmeye kalkması.”

O halde başarısızlığın temellerini öncelikle burada aramak gerek.
****
Başarı için hangi ölçütler temel alınıyor?

  1. Eğitimin niteliği için mezunlar arasında madalya ve Nobel ödülü alıp alınmadığına bakılıyor.
  2. Öğretim kadrolarının niteliği : Akademisyenler arasında madalya ve Nobel ödülü
    alınıp alınmadığına bakılıyor.
  3. Üniversitede 21 araştırma kategorisinde yüksek atıf alan araştırmacı sayısına bakılıyor.
  4. Üniversitenin büyüklüğüne kıyasla akademik başarısı göz önünde bulunduruluyor.
  5. Science ve Nature gibi dergilerde yayınlanan makale sayısına bakılıyor.
  6. Bilimsel atıf alan dergilerde yayınlanan makale sayısı gibi ölçütler dikkate alınmaktadır.
    ****
    Üniversiteler doğası gereği, birer araştırma, bilim, eğitim ve hizmet kurumlarıdır.
    Devlet üniversitelerinde rektör belirlemesi öğretim üyelerinin çoğunluğunun “oy” una göre değil, siyasilerin gözüne girenlere göre yapılıyor.

’Liyakat değil sadakat’ öne çıkarılıyor. Öyle olunca da bilimse özgürlük yerine biat kültürü doğallık kazanıyor, baskın oluyor. Harran Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ramazan Taşaltın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “İtaat etmek farzdır” dedi. Rektör Taşaltın, Erdoğan’a karşı çıkmanın ise “Savaştan kaçmak olduğu ve haram sayılacağı” yönünde açıklamalarda bulundu!?

Kimi AKP vekilleri bile bu denli vıcık vıcık yağ kokan yandaşlığa dayanamadı.
AKP Grup Başkanvekili Sayın Naci Bostancı,

“Rektörlük makamında aranan akademik müktesebatla hiçbir ilgisi yoktur.” dedi.

****
Bir başka ölçüt ise bilim insanlarına verilen değerdir. Ülkemizden Kimya bilim dalında ilk Nobel Ödülü alan Tıp Profesörü Sayın Aziz Sancar bile, “Keşke Yunan galip gelseydi” diye zırvalayan, sözde ulema olarak sunulan fesli şarlatan kadar saygınlık göremiyor!?

Oysa Prof. Aziz Sancar, ilk idealist temel değerleri çocukluğunda Köy Enstitülü öğretmenlerinden aldığını vurgularken, NOBEL ödülünü Anıtkabir Müzesine emanet ediyor!.

  • “Ödülün gerçek sahibi, Cumhuriyeti kurarak bana bu yolu açanlardır..
    diyerek büyük bir vefa örneği sergiliyor.

Demek oluyor ki Cumhuriyet, kimi sapkınların “90 yıllık reklam arası” saçmalıkları sırasında bile, dünya çapında bilim insanları yetiştirmiş(!)

Her nasılsa “Profesör” unvanı edinmiş / verilmiş kimi muhterem zevat, halka “Şifa niyetine deve sidiği” ikram ederse, “Ben cahilin ferasetine güveniyorum… Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor” diyebilen Profesör YÖK Denetleme Kuruluna atanarak ödüllendirilirse, TUBİTAK’ın başına hayvanat bahçesi müdürü getirilirse, dünyanın yuvarlak olmadığı zırvasını… öne süren hocalar (!), üniversitelerde ders veriyorsa,
…………………..
Türkiye’den dışarıya büyük bir beyin göçü varsa…

Bırakalım ilk beş yüze üniversitelerimizi sokmayı, şimdiki durumumuzu bile arayabiliriz…

 

1 KASIM

Bu yazıyı önyargısından sıyrılabilen herkesin okumasını dilerim. Türkiye Cumhuriyeti gibi aydınlanma mucizesi yaratmış ülkenin karanlığa yolculuk yapmaya kararlı kalabalıklarını buna ikna etmek zor! Öte yandan, kendi devrimini ve devrimcisini ıskalamaktan kendini alamayanlar da okusa iyi olur bu yazıyı.

Mustafa Kemal Atatürk‘ün en önde gelen özelliklerinden birisiydi! Önderlik ettiği toplumu doruklarda birleştirmek. Bunun için de aydınlanmış ve özgür bireylerden oluşmuş bir toplum gerekliydi. Tüm çabası bunun içindi. Günümüzde de bir eşitleme, birleştirme çabası olduğuna kuşku yok! Bir farkla! Günümüzde dibe vurmak, dipte eşitlenmek kalabalıkların ilgi gösterdiği bir hedef oldu çıktı! Umarım okurlar… (Dr. Ceyhun Balcı)
*****
1 KASIM

Dr. Ceyhun BALCI

1 Kasım biz Türklerin tarihindeki önemli dönüm noktalarından birisidir. Harf Devrimi’nin yapıldığı gündür. İçinde bulunduğumuz yıl bu önemli devrimin 90. Yıldönümüdür.

Daha doğru deyişle Türkçe’nin Osmanlıca adıyla anılan ama gerçekte Arapça-Farsça kırması, ne olduğu belirsiz bir dilin boyunduruğundan kurtuluş günüdür.
Bugünden baktığımızda bu devrimin önem ve anlamı yeterince algılanamayabilir.
Cumhuriyet kurulduğunda Anadolu’da 13 milyonu biraz aşkın insan yaşamaktadır. Erkek-kadın sayısı da aşağı yukarı eşittir. Okuryazarlık kadınlar arasında % 5’in altında, erkekler arasında ise % 15’in biraz üzerindedir. Cumhuriyet’i ve devrimleri karalama amaçlı olarak uydurulan, bir gecede geçmişimizle bağımız kopartıldı, dedelerimizin mezar taşlarını okuyabilir olmaktan çıkartıldık söylemlerinin gerçeklikle uzaktan yakından ilintisi olmadığı bu oranlardan da kolaylıkla anlaşılabilir.

Yabancı kaynaklı bir yazıya başlık olmuş bir durum söz konusudur!

  • “Türkiye 1 Kasım 1928’de yaş ve cinsiyet farkı olmaksızın okula başlamıştır!” 

Bağlantıdaki yazı Nat Geo’nun 1 Ocak 1929 tarihli sayısında yayımlanmıştır. İlginç bilgiler edinmek, çarpıcı manzaralar görmek için göz atılmalıdır.

(http://www.turkishculture.org/literature/language/turkey-goes-to-821.htm)

Yaşını başını almışlar için de, yeni başlayanlar için de okulda işler sorun olmaktan çıkmıştır. Türkçe’ye özgü sesleri karşılamakta yetersiz kalan Arap/Fars alfabesiyle zorlaşan işler 29 harfli Latin alfabesiyle kolaylaşıvermiştir. Böylelikle bir millet aydınlanma yolunda en önemli gereklilik olan okuryazarlıkla kolayca tanışabilmiş ve doğallıkla da gerisi çorap söküğü gibi gelmiştir.

Harf Devrimi’ni 1928’de yaşama geçiren eşsiz devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ün bu niyetini 1906’da Bulgar Türkolog Manolof’la paylaştığı bilgisini edindiğimizde yaşamı boyunca attığı başka pek çok adım gibi bunun da tasarlı olduğu anlaşılmış olur.
Atatürk Harf Devrimini yapma düşüncesini yakın çevresiyle paylaştığında, yapmayalım demeyen ama belirli bir geçiş süresi tanınmasının iyi olacağını dillendirenler eksik olmamıştır. Bu yol izlenseydi Harf Devrimi adında bir ölü doğmuş bebeğimiz olurdu.
Bu nedenle gazete ve dergilerde 1 Aralık 1928’den başlayarak, kitaplarda ise 1 Ocak 1929’dan sonra eski harflerin kullanımı yasaklanmıştır. Devrim dediğiniz süreç zamana yayılamaz, yayılmaya kalkışılırsa devrim olmaz.

O tarihte okuryazarlığı söz konusu olmayan Anadolu halkı kendisine harf devrimi yapalım mı diye sorulsa ne yanıt verirdi? En iyi olasılıkla hiçbir fikri olmadığını söylerdi. Azımsanmayacak olasılıkla da HAYIR derdi.

Harf devrimine uzanan yolda bir başka öncü İbrahim Müteferrika olmalıdır. Baskı aygıtının Jan Gutenberg’den 300 yıl sonra yaşamımıza girmesindeki payı tartışılmazdır. Yaşamı incelendiğinde 1729’da bu topraklara yalnızca matbaayı getirmediği; yaşadığı dönemin ölçülerinde tam bir entellektüel ve kültür insanı olduğu anlaşılacaktır. Osmanlı’da 1729’da matbaanın çalışır duruma gelmesinden başlayarak 1928’deki Harf Devrimi’ne dek geçen 200 yılda basılan kitap sayısı 30-40 bin kadardır. 1928’den 2003’e dek geçen 75 yılda ise 400 bindir bu sayı.

       İbrahim Müteferrika (1674-1745)

1 Kasım 1928’de Harf Devrimi’ni tasarlayarak yaşama geçiren Mustafa Kemal Atatürk’ün iyi bir kitap kurdu olmasının yanı sıra kitap yazarı olduğunu da anımsarsak eşsiz devrimciyi ve eserlerini daha iyi algılamış, özümsemiş oluruz.

Harf Devrimi’nin yıldönümünde İbrahim Müteferrika ve Aziz Atatürk’ün yüce anısı önünde saygıyla eğilme görevini yerine getiriyorum!

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 31 Ekim 2018

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 31 Ekim 2018

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

DEVRİM
Şamil Tayyar, vatanseverlerin yıllardır söylediği gerçeği itiraf etti:
AKP bir karşı devrim partisidir.” 
İşte bu…

İŞBİRLİKÇİ
HDP, AKP ile MHP’nin ilişkileri bozulunca hemen atladı, ”Eskisi gibi işbirliği yapalım”
Eyyyy AKP, kimmiş bölücü işbirlikçisi?….

IRKÇILIK
RTE, “Irkçılık dinimizde yasak”
Hırsızlık serbest mi?…

ALDATMA
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Selçuk, “Çocuklarımız din kisvesi altında kandırılmasın”
Sadece çocuklar mı?…

YARGI
Nurcu eğitim vakfındaki erkek tacizine Yargıtay ceza indirimi yaptı.
Bakalım AKP’ye göre yargı bağımsız mı, ideolojik mi?…

ZAM
RTE’nin maaşı % 26 artırılmış.
İtibarı arttı mı?…

MEB
Toplum yeni ME Bakanı’ndan umutluydu. Andımız kararını temyiz etti.
Aynı soyun soyu…

OĞLAN
MHP’li Semih Yalçın, Engin Altay’a “iç oğlan” dedi.
Bu partinin eşcinselliğe özel ilgisi var…

FETÖCÜ
Feto’ya övgüler düzen Süleyman Soylu, FETÖ ile mücadelede komutanlarına örnek olan Teğmen Çelebi’yi FETÖ’cülükle  suçladı.
“Aldatıldım” diyen sıyırınca yüzsüzlük bedava…

HASTA
MEB  Selçuk,  eğitim sisteminin yoğun bakımda olduğunu söyledi.
16 yılın sonucu. Peki, sadece eğitim mi?…

ATATÜRK
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın resmi sitesinde Atatürk’e hakaret edildi.
Rant bakanlığı…

TOZ
Gökçek’ten Hayati Yazıcı’ya, ”Tozunu atarım”
At martini Debreli İ. Melih…

ŞEREF
Bahçeli, “Gökçek gönüllü olarak adayımız olursa şeref verir” dedi.
Şerefli kişiler şeref verir…

SORGULAMA
RTE, Suudilere “Siz konuşturamıyorsanız 18 kişiyi bize verin, biz konuşturmasını biliriz”
Biz adamın…

DİYANET
29 Ekim haftasında Atatürk’ü anmak/anlatmak yerine ”ailede şefkat” içerikli hutbe okutuldu.
Diyanetin yaptığına ne denir;

  1. Vefasızlık,
  2. Saygısızlık,
  3. Yobazlık
  4. Hepsi…

PİNDUK
Fındık fiyatını da Cumhurbaşkanı açıkladı. Üretici zaten fındığı satmıştı.
Fındığı alan Üsküdar’a geçti……

MARŞ
İstanbul Erkek Lisesi Müdür Yardımcısı Metin Kuş, tören sonrası İzmir Marşı söyleyen bazı öğrencileri tokatladı.
Eğitimde milliliğin neresinde olduğumuzu göstermiş…

FETÖCÜ
Kara Harp Okulu’ndaki FETÖ’cüleri tespit etmek için görevlendirilen subay FETÖ’cülükten gözaltına alındı.
İktidarın yansıması…

EYT
EYT yasasında Bahçeli yine AKP’ye koltuk değneği oldu.
Netice EBT oldu; emekliler Bahçeli’ye takıldı…

ÇAYCI
RTE, “Danıştay’a soracaksam bu görevi bırakayım”
Yüksek yargı çay toplamak içindir…

FARZ
Harran Üniv. Rektörü Ramazan Taşaltın, ”Erdoğan’a itaat farz, karşı gelmek haramdır.”
Adam Erdoğan’ın cennetine talip…

CUMHURİYETİ SEVİYORUZ

CUMHURİYETİ SEVİYORUZ

Konuk yazar :
Mustafa AYDINLI

Cumhuriyet deyince, hemen aklımıza O geliyor; Mustafa Kemal Atatürk!

Ülkemiz için birbirini tamamlayan, ayrı düşünemeyeceğimiz 2 gerçeklik. Bugün uygar ve çağdaş yaşam biçimimizi, yaşam kalitemizi, iyiden güzelden, doğrudan yana her şeyi, Cumhuriyet’e ve Mustafa Kemal ATATÜRK’e borçluyuz.

Ülkemiz önce sıcak – eylemli (fiili) düşman işgalinden kurtarılmış, ardından Cumhuriyet ilan edilerek uygar dünyada varolabilme savaşımı verilmiştir. Yaşama tutunabilmek için zorunlu Devrimler peş peşe yaşama geçirilmiştir. Eğitim, ekonomi, sağlık, tarım sanayi, bilim, sanat… alanlarında ciddi gelişmeler sağlanmıştır. Bir bütün olarak Ulusal Kültür canlandırılmaya çalışılmıştır çünkü Mustafa Kemal Paşaya göre;

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli Kültürdür!

1. Dünya Paylaşım Savaşından sonra, ülkemiz işgal edilmiş, Emperyalist güçler ülkemizi parça parça bölüşmüştür (30 Ekim 1918, Mondros Ateşkesi). Son Padişah 6. M. Vahdettin ve Damat Ferit hükümeti işgalci devletlerle işbirliği yapmıştır. Ordunun silahları elinden alınmış, halk ezik, güçsüz, başsız ve perişandır. Anadolu’yu ve Türk halkını tarih sahnesinden silme amaçlı Sevr Anlaşması dayatılmış ve yine Osmanlı Hanedanınca imzalanmıştı (10 Ağustos 1920)..

Tüm bu emperyal kuşatmaları alt ederek önce Kurtuluş Savaşını kazanmak, ardından Kuruluş aşamasında Cumhuriyet ilanı, insanlık tarihinde benzersiz bir atılım ve görkemli bir başarıdır.

Her türlü engele karşın, Emperyalizmin iç ve dış güçlerine karşın, Mustafa Kemal Paşa’nın dehası ve kurucu iradenin amansız uğraşları sonucu Cumhuriyet idaresi kurulmuştur. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıkmasıyla yeni Türkiye’yi kurtarma ve yeniden kurma girişimi başlatılmış oluyordu. Bu arada, İzmir (15 Mayıs 1919) ve sonra da İstanbul işgal edilmişti (16 Mart 1920). Padişah Vahdettin ve Damat Ferit hükümeti açıkça ihanet içindeydi. Bu yıkımlar karşısında Türk halkı 7’den 70’e tüm genci-yaşlısıyla, Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde Ordusunu yoktan varetmiş, kanı ve canıyla Kurtuluş Savaşını kazanmış, Cumhuriyete giden yolları açmıştır.

Emperyalizm ve maşası işgalci Yunan ordusu Büyük Taarruzla İzmir’de denize dökülmüştü  (9 Eylül 1922), eylemli işgal sonlandırılmış, Lozan Barış Anlaşmasıyla uluslararası toplumda tanınma bile sağlanmıştı (24 Temmuz 1923). Ancak bunlarla yetinmemek, ülkenin çağdaşlaşma savaşımını da kazanmak zorunluydu. Lozan görüşmelerinden hemen önce Saltanatın kaldırılması zorunlu olmuştu (1 Kasım 1922). Lozan Anlaşmasının hemen ardından, yalnızca 3 ay sonra Cumhuriyetin ilanı, genç Türkiye Devletinin Batı uygarlığına dönük rotasının kanıtıydı.

Mustafa Kemal Paşa, kafasında tasarladığı çağdaş, uygar, güçlü ve dünyada sözü geçen bir ülke olabilmek için stratejik Cumhuriyet kararını veriyordu. Yasa önerisinin sunulmasından çok kısa süre sonra, dakikalar içinde, TBMM’de “Yaşasın Cumhuriyet” çığlıkları yankılandı 1. Meclisin mütevazi salonunda.

Ne var ki işler bununla da bitmiyordu. Yarınlar için  “Tevhid-i Tedrisat Kanunu”nu çıkarmak, öğretim birliğini oluşturmak, Halifeliği kaldırmak, şapka devriminden, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına, laik Medeni Yasa çıkarılmasına, hukukun çağdaşlaştırılmasına, Arap abecesi (alfabesi) yerine Latin harfleri ile yazılan yeni Türk Abecesinin kabulüne… dek uzanan bir dizi devrimci tasarımı yaşama geçirmek gerekiyordu. Anadolu Rönesansı‘nın 15 yıla sığdırılan görkemli Devrimler dizisini Laikliğin Anayasa’ya konması izledi (10 Nisan 1937) Batı’dan 300 yıl sonra Anadolu Aydınlanması, Atatürk – Türk Devrimleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nde sarsılmaz temellere kavuşturuluyordu.. Osmanlı Aydınlanmaya sırtını dönmüş ve böylelikle kaçınılmaz olarak kendi yıkımını adeta kendisi sağlamıştı.

Mustafa Kemal Paşa;  10. Yıl Söylevinde (29 Ekim 1933);

  • “Az zamanda çok büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Buradaki muvaffakiyeti Türk milletinin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak, azimkârane yürüyüşüne borçluyuz.” demektedir.Yine “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” saptamasını yaparken, Cumhuriyetin bilim, fen temelinde, dogmalardan uzak, erdemli (faziletli) bir rejim olduğunu vurgulamaktadır.. Dahası, açık seçik “Cumhuriyet fazilettir” tanımı yapmaktadır.

Yurtta barış, dünyada barış” özlemi ve kararlılığı ile Dünya barışına da ilkesel katkı vermiştir.
………

Tüm bu nedenlerle çok Cumhuriyeti seviyoruz ve sonsuza dek onurla yaşatmaya kararlıyız.

Hiç unutmamak gerekir ki, bütün insanlar özgür doğarlar (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi md. 1) ancak özgür yaşayamayabilirler. Özgür ve onurlu yaşayabilmek için sürekli ve ciddi bir ulusal (topyekun) uğraş vermek gerekir.

Atatürk Cumhuriyeti‘nin ilke ve idealleri yolunda yürüdüğümüz sürece, hiç kimse özgürlüğümüze ve ulusal onurumuza dokunamayacak; Türkiye Cumhuriyeti, kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün öngördüğü ve vasiyet ettiği üzere sonsuza dek (ilelebet) yaşayacaktır (payidar kalacaktır)!

 

Büyük tarım ülkesi Türkiye ne hale geldi?

Turgut ÜNLÜ
Eğitimci

Cumhuriyet
, 02 Kasım 2018
Osmanlının yok olan küllerinden Cumhuriyetin kazanımları ile büyük bir tarım ülkesi haline gelen Türkiye ve üretken çiftçimiz; özellikle AKP iktidarının son 16 yılda uyguladığı politikalarla bakınız ne hale geldi?

Çiftçimiz gübre, mazot, elektrik fiyatlarındaki fahiş artış, yasal olarak alması gerektiği halde alamadığı gerekli destek, ödemelerin üretim sonu verilişi, yabancı ülke çiftçisinin tercih edilmesi, ipotek karşılığı kredilerden dolayı tarla ve üretim araçlarını yitirişi, girdi ürün piyasasının uluslararası tekellerin eline geçişi, iklim değişikliği, tarım ürünleri ithalatı vb. nedenlerden tarımdan uzaklaşmak zorunda bırakıldı. 
Tarım alanları 4 milyon hektar geriledi. 
Geçen yıla göre çiftçimiz % 50 yoksullaştı. Tarım arazileri rantçılara satılmaya başlandı. 
Çiftçi sayımız son 1 yılda %5.2 oranında azaldı. En hızlı azalan 15 ilimiz sıra ile: Hakkâri, Trabzon, Bartın, Zonguldak, Elazığ, Osmaniye, Samsun, Kastamonu, Urfa, Hatay, Sakarya, Tunceli, Antalya, Bilecik ve Siirt oldu. 
Kentlere göçe zorlanım sonucu tarımsal nüfusumuz 7 milyon azaldı. 
Çiftçiye verilmesi gereken 102 milyar liralık destek verilmedi. 
Çiftçimiz 109 milyar lira tarımsal borçlandırıldı. 
Çiftçimiz küresel sermayeye kul edildi. 
Tüm bu olumsuzluklara karşın; Hükümet Sudan’dan arazi kiraladı
Ve 2019 bütçesinde tüm emekçilere olduğu gibi çiftçilere yer verilmedi. 
“Kimsesizlerin kimsesi” Cumhuriyetimizin baştacı köylümüz, tarımımız 95. yılda yok olma ile karşı karşıya… 

  • Bu gidişata derhal dur demek tüm emekçilerin ve de çiftçimizin hem ülkesine hem kendine hem de 95. yılını idrak ettiğimiz Cumhuriyetimize karşı borcudur.