Kılıçdaroğlu: Erdoğan ailesi 5 kuruş vergi ödemiyor

Kılıçdaroğlu: Erdoğan ailesi 5 kuruş vergi ödemiyor

BirGün, 03.12.2019

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısında konuştu. Kılıçdaroğlu, Fuat Avni haberlerini girdiği için BirGün gazetesine açılan davaya tepki gösterdi

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuştu. Kılıçdaroğlu, “Erdoğan ailesi Man Adası’ndaki kumpas dolayısıyla 5 kuruş vergi ödemiyor.” dedi.

2020’de geçerli olacak asgari ücreti belirleme çalışmalarına da değinen Kılıçdaroğlu, “Türk İş 2580 TL olsun diyor. Asgari ücret 2600 TL olmalı. Ama ben adım gibi eminim, sendikalara şunu diyecekler; haklısınız ama para yok. Bizim sendika başkanları da umarım bu palavraya inanmaz” şeklinde konuştu.

ERDOĞAN AİLESİ VERGİ ÖDEMEMEK İÇİM MAN ADASI’NDA ŞİRKET KURDU

Man adası ile ilgili sunduğu belgelerin tümünün doğru olduğuna dikkat çeken Kılıçdaroğlu, “Bir süredir unuttuğumuz ama geçen salı günü Erdoğan’ın hatırlattığı bir olaya değinmek isterim. Demişti ki; Man Adası konusunda Kılıçdaroğlu mahkemeye gitti ve tazminata mahkum oldu. Yine söylüyorum, kullandığım tüm belgeler yüzde yüz doğrudur. Zaten kimse de bunları yalanlamadı. Senin ailenin 15 milyon $ gelir elde etmesini sağlayan 1 Sterlin sermayeli şirket hangi şirket?” dedi.

Kılıçdaroğlu şunları söyledi:

“Erdoğan’ın oğlunun aldığı para, kardeşinin aldığı para.. Bu paralar neden gidip geliyor diye sordum. Dünürü Osman Ketenci, eski özel kalem müdürü. Bütün bu para trafiğini belgelerle açıkladık. Belgelerin tümünü savcıya teslim ettik. Sahtedir dediler. Savcı araştırdı, doğrudur dedi.”

“Erdoğan doğruysa istifa ederim demişti. Etti mi, hayır. Namuslu hakimleri görevden aldı, yerine militan hakimleri yerleştirdi. Sonra diyor ki, haklı olsa tazminata mahkum olmaz. Ama ben haklıyım. Bu para trafiği nedir diye sordum? Erdoğan ‘Bu bir şirket satışıdır?’ dedi. Yani doğruladı. Ama hâlâ istifa etmedi.”

“Yine soruyorum, Bu şirket hangi şirket? Senin ailenin 15 milyon dolarlık gelir elde etmesine hizmet sağlayan hangi şirket? Bu dümeni Türkiye Cumhuriyeti devletine vergi ödememek için çevirdi.

• “Herkes vergi ödüyor, Erdoğan ailesi Man Adası’nda bu kumpas dolayısıyla 5 kuruş vergi ödemiyor. Bu dümeni Türkiye Cumhuriyeti devletine vergi ödememek için çevirdi.
• Ben bunları soruyorum diye yeniden tazminat davası açacaklarmış. Açmazsanız namertsiniz.”

‘BİRGÜN GAZETESİ’NE DAVA AÇILDI, İDDİANAMEDE DELİL YOK’

BirGün Gazetesine açılan dava ile ilgili de konuşan Kılıçdaroğlu, “BirGün gazetesi hepimizin bildiği bir gazete. Ona da FETÖ soruşturması yaptılar. Savcı diyor ki, gazetede yazanların örgütle bağlantılı olmadıkları açık. Aradım delil bulamıyorum ama talimat geliyor, bir şey yapmak zorundayız demiş oluyor. Mahkeme şöyle bir karar veriyor, gazetecilerin üye oldukları dernek ve sendikalar araştırılsın. Kaldıkları oteller araştırılsın. TV abonelikleri araştırılsın. Talimat gelmiş! Böyle adalet olur mu? İnsanlık denen bir şey yok mu? Daha düne kadar bunlar FETÖ ile kol kola gezmiyor muydu?” şeklinde konuştu.

‘SELAHATTİN DEMİRTAŞ HUKUKSUZ BİR ŞEKİLDE HAPİSTE YATIYOR’

Selahattin Demirtaş’ın hukuksuz bir şekilde tutuklu bulunmasına tepki gösteren Kılıçdaroğlu, “Seversiniz sevmezsiniz. Haksız ve hukuksuz yere hapiste yapıyor. Sebebi “Seni Başkan yaptırmayacağız” demiş olması. Demirtaş beraat ediyor. Başka bir davadan hapsetmeye devam ediyorsunuz. Selahattin bey rahatsızlanmış ve gecikilerek hastaneye kaldırılmış. Acil şifalar diliyorum.” dedi.

‘KİM BU TALİP ÖZTÜRK?’

‘Aile boyu malı götürüyorlar. Açlık, yoksulluk, sefalet nedir bilmiyorlar’ diyen Kılıçdaroğlu, “Diyorlar ki, bunu sorma. Ben sorunca kızıyorlar. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını soracağım. Tank Palet Fabrikasını da sormuştum. 50 milyon dolar. Bunu da Katar’a ve Erdoğan’ın akrabalarına verdiler. Kim bu Talip Öztürk?

• Erdoğan ailesi Türk savunma sanayisini ele geçirmeye çalışıyor.
Siyasetçi halka değil de ailesine hizmet ediyorsa, devletin en büyük fabrikalarını kendi ailesine beş kuruş para almadan veriyorsa bunun adı peş keş çekmektir.” şeklinde konuştu.

‘AKILLARINI SARAY’A KİRALAMIŞLAR’

Termik santral yasasına ‘evet’ oyu verdiği halde Erdoğan’ın vetosunun ardından teşekkür açıklamaları yapan AKP’li milletvekillerini eleştiren Kılıçdaroğlu, “Bir torba yasa gelmişti termik santrallarla ilgili düzenlemeler vardı. Bizim arkadaşlarımız itiraz etmişti. Bunlara baca takın sorunu çözün. Dinlemediler, dediler ki 2.5 yıl daha erteledik. Sonra Erdoğan bunu veto etti. Memnunuz veto ettiği için. Ama merak ettiğim şu; önce el kaldırıp onay verenler nasıl sonra alkış tutuyor. Bunlara akıllarını Saray’a kiralamış kişiler denir.” dedi.
Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından diğer satır başları şu şekilde:

“Engelli arkadaşlarımız aramızda. Bizim izlememiz gereken 3 öneri sundular. Buradan ifade ediyorum tüm önerileriniz CHP tarafından takip edilecektir.”

“Hepimiz her an engelli olabiliriz. Hayatımızı bir engelli vatandaş olarak sürdürebiliriz. Sosyal devletin temel ögelerinden birisi herkese sosyal güvenliği vermektir. Ama anayasamız engeliler için özel bir düzenleme yapmıştır. 61. maddedir bu. Devletin aldığı tedbirler hangileri? Az önce Turan Başkan konuşurken dedi ki; devlette boş engelli kadroları var ve doldurulmuyor. Ben de biliyorum devlette 14 bin engelli kadrosu boş.”

“Parlamento yasa çıkarmış mı, evet çıkarmış. Kamuda ve özel sektörde şu kadar engelli çalıştıracaksın. engellilerin yanında olduğu AKP iktidarı neden bu 14 bin engelli kadrosunu boş bırakıyor! Gelip bize yalvarsın diyorlar. Engelliler de alın teri dökmek, sosyal devletten faydalanmak istiyor.”

“Biliyorsunuz Beşiktaş’ta bir saldırı olmuştu. Orada ölenler için bir bağış kampanyası açıldı. 52 milyon lira para toplandı. Soruyorum bu para nereye gitti?”

• “15 Temmuz şehit ve gazileri için para toplandı. Bu paralar nereye gitti?”
“46 vatandaşımızın yaşamını yitirdiği saldırıdaki bir aileye aylık bağlanıyor. 52 milyon lira para topluyorlar, bağışladıkları para 121 lira 96 kuruş. Bütün anneleri sesleniyorum; anne çocuğunun üzerine titrer. Terör dolayısıyla bir anne çocuğunu yitirmiş ve 121 lira maaş bağlanıyorsa, bu Saray’da oturanlara bir ders verin!
• Aile boyu malı götürüyorlar.
• Açlık, yoksulluk, sefalet nedir bilmiyorlar.
• Diyorlar ki; bunu sorma. Ben sorunca kızıyorlar.
• Tüyü bitmemiş yetimin hakkını soracağım.”

“Hürriyet gazetesi çalışanlarını sendika kurmak istedikleri için işten çıkardılar. Hürriyet gazetesinin 45 çalışanını işten attılar. Niçin? İşletmesel nedenler. Aslında gerçek neden sendikalı olmaları.”

“Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da ayrılmaya zorlanamaz. 45 çalışanı işten attın. Ee haklarını ver. Bunlar yıllarını verdiler gazeteye. Haber peşinde koştular… İşten atıyorum, kıdem tazminatı yok! Neden yok.”

“Ahilik Haftası her yıl kutlanır Kırşehir’de. Ahi Evran yalnızca bizim dünyamızda değil tüm dünyada saygı gören bir insandır.”
“Esnafın etik değerlerini belirleyen Ahi Evran’dır. Her yıl etkinlikler düzenlenir. Bu yıl bunları bir telaş sardı. Kırşehir’de Belediye
Başkanı CHP’li diye Konya’da kutladılar. Merak ediyorum İstanbul’un Fethi’ni nerede kutlayacaklar! Herhalde İstanbul’un Fethi’ni de Bursa’ya alırlar. ”
=====================================
Dostlar,

Minik bir ekleme yapalım.. Son 12 yılda kişi başına düşen ortalama Ulusal gelir :

2007 : 9.656 $
2008 : 10.931 $
2009 : 8.980 $
2010 : 10.560 $
2011 : 11.205 $
2012 : 11.588 $
2013 : 12.480 $
2014 : 12.112 $
2015 : 11.019 $
2016 : 10.883 $
2017 : 10.602 $
2018 : 9.632 $

Dikkat edilirse, 12 yıl önce 2007’nin kişi başına yıllık gelir rakamı 9.656 $, geçtiğimiz yıl 2018’in ise 9.632 $ ile daha da geridir!

12 yıldır yerinde sayan bir ekonomi..

İşsizliğin azaltılamayıp büyüdüğü ağır hastalıklı bir ekonomi.
Gelirin değil borcun artması ile hastalıklı biçimde şişen ve son çeyrekte %0,9 “büyüyen” (!) Türkiye ekonomisi…
Ailelerin siyanür içerek topluca özlerine kıydıkları (intihar ettikleri) “tuhaf” bir ekonomi..
10 ayda 100 milyar TL’yi aşan açık veren bir bütçe..
961 milyar TL öngörülen 2019 bütçesinde 117,6 milyar TL kamu (devlet) borcu faizi!
Yurttaşının gelirini, gönencini (refahını), erincini (huzurunu) büyütemeyen bir iktidar..
Ve necip milletimiz bu siyasal kadroyu iktidarda tutuyor!??
Ne diyelim, Stockholm Sendromu” (Celladına aşık olmak) bu demek herhalde..
Ancak 31 Mart ve 23 Haziran İstanbul BŞB Başkanlığı seçiminde halkın tepkisi anlamlı.
Hiçbir halk / ulus sonsuza dek aldatılamaz.. (Veriler BirGün’den alınmıştır, 3.12.19).

Sevgi ve saygı ile. 03 Aralık 2019, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Siyaset Bilimci, Mülkiyeliler Birliği Üyesi
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com

Çare kamu işletmeciliği

Çare kamu işletmeciliği

Türk-İş Genel Kurulu’nda kabul edilen kararlarda kamu işletmeciliğinin güçlendirilmesi talep edildi.

Mustafa Çakır
BirGün, 08,12.19

Türk-İş 23. Olağan Genel Kurulu Kararlar Komisyonu’nda hazırlanan rapor, oybirliği ile kabul edildi. Raporda şunlar dikkat çekti:

– Çoğulcu, özgürlükçü ve katılımcı demokrasi, tüm kurum ve kurallarıyla hayata geçirilmeli.

– Gelirin adil dağılması ve toplumun refah seviyesinin yükselmesi demokrasinin gerçekleşmesinin en önemli etkenlerindendir.

– Sendikalı işçi oranı yüzde 13 seviyesinde. Yaklaşık 41 bin işletmede uygulanan toplu sözleşmeler kapsamında 1.5 milyona yakın işçi bulunuyor. Örgütlenmenin önündeki engeller bu sayının artmasını imkânsız hale getiriyor. İşverenler mevcut olumsuzlukları en iyi şekilde kullanıyor. Sorunların en temel nedeni devletin denetim mekanizmalarının yetersiz olmasıdır.

– Örgütlenme özgürlüğü ve işçinin hür iradesine saygı gösterilmesi yerine sendika değişikliği için baskı yapılması, işini ve ekmeğini korumaktan başka amacı olmayan işçiye karşı yapılan bir “insanlık suçu” olarak kabul edilmelidir.

– Gelir paylaşımında dengeyi sağlayacak politikaların uygulanması gerekmektedir. Toplumun önemli bir bölümü yoksulluk sınırında yaşayacak kadar bir gelir elde edebilmektedir.

– Özelleştirme çözüm değil. Kamu işletmeciliğinin yeniden yapılandırma sürecine tabi tutularak işgücü ve teknolojik altyapı bakımından güçlendirilmesi zorunlu.

– Sermaye ve yatırım, nüfus artışı ve göç nedeniyle artan işgücü arzını karşılamaya yetmemektedir.

– İşgücüne katılma oranı yüzde 53.9. Çalışma çağında olan nüfusun yarısına yakını işgücüne dahil değil. İşgücüne dahil olmayanların büyük çoğunluğunu “ev işleri” ile meşgul kadın nüfusu oluşturuyor.

– Özellikle küçük çocuk sahibi kadınlar, bakım giderlerinin aldıkları ücrete denk gelmesi nedeniyle istihdamda kalmak yerine çalışmamayı tercih ediyor.

– Her yıl ortalama 850 bin gencin çalışma çağına girdiği, 5 milyona yakın geçici koruma kapsamında Suriyeli ve diğer yabancı uyruklu vatandaşın ikamet ettiği dikkate alındığında işsizlik sorununun geçmiş yıllardan daha keskin olacağı görülüyor.

HERKESIN ARTIK AKLINI BASINA TOPLAMASI GEREK

HERKESIN ARTIK AKLINI BASINA TOPLAMASI GEREK

Prof. Dr. Erol Manisali

Herkesin, artık aklını başına toplaması gerekiyor. “İç cephe”de kavga ve kutuplaşma devam ederse en büyük zararı 83 milyonun tamamı görecektir.

Demokrasiden kademe kademe uzaklaşmak iç çatışmaları ve kutuplaşmaları daha da derinleştiriyor. İstanbul seçimleri örneğinde olduğu gibi:

– Bir seçim yapılmış ve İmamoğlu belediye başkanı seçilmiştir.

– Ankara’nın artık, “16 milyon İstanbullunun yararı için” seçilen yeni yönetimle işbirliği yaparak halka hizmet vermesine yardımcı olması gerekir.”

– Bizim parti kazanamadı, biz de yeni yönetimi çalıştırmamak için işbirliği yapmayız, hatta engel çıkarırız şeklinde bir yaklaşım 16 milyon İstanbulluyu cezalandırmaktan öteye, ülkede bölünme ve kutuplaşmayı derinleştirir.

Ankara’nın seçim bitti, artık işbirliği zamanıdır diye düşünmesi gerekir. İmamoğlu yönetimini (ve 16 milyonu) ötekileştirdiğiniz zaman, kimileri de Alevilerin kapılarına işaret koymaya başlarlar: PKK’nin ve FETÖ’nün eline fırsat verilmiş olur: bölme ve kutuplaştırma, en çok bu tür örgütlerin ekmeğine yağ sürer.

Bu yüzden Ankara’nın artık bu gerçeği kabullenmesi gerekiyor: AKP’nin kazanamadığı yerel yönetimleri ötekileştirmesi sonuçta, Türkiye’yi bölmek isteyenlerin işine yarar, Ankara’nın artık bunu anlaması gerekiyor. Türkiye için esas “beka” meselesi, iç cephede bölünmeme, kutuplaşmama, ötekileştirmeme meselesidir.

AKP yönetimi (ve iktidar), “iktidarda her şeye rağmen kalmak ve siyasal İslamı dayatmak anlayışından vazgeçmek zorundadır”. Bugün Türkiye’nin geldiği ekonomik, sosyal ve siyasal derin sorunlar kesinlikle bu yanlış uygulamalar sonucu ortaya çıktı.

Yaşanmakta olan ötekileştirme ve bölme yaklaşımından uzaklaşılmaz ise Türkiye üzerinde hesaplar yapan odaklar amaçlarına yarın ulaşabilirler. Kimse kendini kandırmasın: “ben yaptım oldu” ya da “bize bir şey olmaz” biçimindeki genellemelerle kendimizi aldatmayalım: fiilen işlemekte ve yürümekte olan olaylar, Türkiye’yi apayrı bir sürece doğru götürüyor.

Kamu yararı, ulusal çıkarlar ve demokrasi üçgenindeki bağlar koparıldığı zaman, “hiçbir sonuç, sürpriz sayılmayacaktır”. Yakın tarih bunun kanıtları ile doludur.

Evet! Ankara İstanbul’un yeni yönetimi ile kavgayı sürdürürse ne kamu yararı ne ulusal çıkarlar ne de ülkenin bütünlüğü kavramları anlamlarını koruyabilir…

İki kere ikinin dört ettiği kadar açık olan bu gerçeği Ankara yönetimi neden anlamak istemiyor, asıl bunu anlamak imkânsız! Artık herkesin aklını başına toplaması gerekiyor.

Titanik battığı zaman yalnız alt kamaradakiler değil, yukarıdakiler de aynı zararı görmüşlerdi.

55 yıl iktisat, dış ilişkiler, siyaset dersleri okuttum ve yazdım: ama hiç bugünkü kadar zorlandığımı hatırlamıyorum: çünkü “en basit doğruları (ve kuralları) bile söylerken”, ikna etmekte bu kadar zorlandığımı hatırlamıyorum.

Gücü elinde bulunduran siyasilerin kamu yararı, toplumsal refah ve mutluluğu öne çıkarmaları gerekmiyor mu? Bunları geri plana ittiğiniz zaman, gemiyi göz göre göre batırmış olursunuz.

Bu basit gerçeği görmemekte direnmek niye? Değer mi?.. İç cepheyi elimizde kazma kürek kendimiz yıkmış olmuyor muyuz, ey gücü ellerinde tutan siyasiler?..

Gelişmiş toplumlar ulusal çıkarlarına yönelik olarak işbirliğini öğrenmişlerdir. Buna karşılık azgelişmişlik kısırdöngüsü içindeki ülkeler, “sürekli iç çatışma ve kutuplaştırmalardan, içeride çıkar sağlamaya çalışırlar”. Hollanda ile Türkiye’yi karşılaştırın, farkı görürsünüz.

İstanbul’daki kavga ve çekişmede görüldüğü gibi, kaybeden geniş Türkiye oluyor… (Cumhuriyet, 03 Aralık 2019)

KARA KUTU HAKKINDA

KARA KUTU hakkında 


Prof. Dr. Zafer Öner

Genel Cerrahi Uzmanı

ŞAŞKALOZ

Hani Nazım:
“Hoşgeldin bebek
Yaşama sırası sende
Senin yolunu bekliyor
Kuşpalazı, Boğmaca, Karaçiçek, Sıtma…”
diye anlatır ya şiirinde,
ağlatarak, anlayanı ta yürekten!
İşte o günlerden bugüne, Atatürk Cumhuriyetimizde,
hem sağlıkla ilgili göstergelerimiz daha iyi oldu
hem de yaşama süremiz uzadı…
Bu inkar edilemez bir gerçeğidir ülkemizin, Cumhuriyetimizin!
Son senelerin yanlışlarını ki asıl konuşulması, yazılması gerekenlerdir;
şimdilik görmeyelim!
***
Difteri boğmaca tetanoz
aşıları yapılmazsa eğer bu hastalıkların
toplumdaki görülme sıklıkları yükselmeye başlar!
Bak, Çiçek Hastalığını nasıl da unuttuk hepimiz!
Etkeni Variola Virüsü, isminin güzel çağrışımına aldanmamak lazım:
İrinli, iğrenç yaralarla giden,
tehlikeli belamızdı;
şiirinde “Kara Çiçek” dediği, Nazım’ın.
Yüzbinlerce insanı öldürürdü her yıl, yıllar boyunca dünyada…
Çin mi buldu aşısını?
Yoksa Osmanlı mı?
Yoksa İngiliz cerrah mı?
Ne önemi var?
Deriye iğne ucuyla açılan iki çizik üzerine konulan
“ölü” veya
“benzer virüs” değil miydi esası?
İşte o basit Çiçek Aşısı,
öldürücü ve tedavisi olmayan Variola Virüsünün kökünü kazıdı…
bilir miydi acaba bunları?
Bilir tabi!
E!
Bilirse, hem yanlışı hem doğrusu olan ve bilinen ve de tartışılan bu konuyu ele alarak neden
aynı anda yaktı; hem sapı hem samanı Kara Kutu’da, şaşkaloz?
Şimdi çiçek hastalığı tehlikesi ile sadece… Variola Virüsü ile uğraşan küçümsediğin hekimler yüzyüzeler yeryüzünde!
Yani
Variola tehlikesi ile sadece o “çıksınlar karşıma” dediğin
muhteremler karşı karşıyalar…
senden mi korkacaklar şaşkaloz?
***
Ya güzelim çocukları sakat bırakan çocuk felci nasıl yok oldu?
Dr.Salk’ı duydu mu hiç …
Bak, kara kutu çok satsın diye çırpınıyorsun ya şimdilerde, her türlü medyatik alanda…
Salk, aşıyı bulduğunda…
ne bulması tehlikeli virüsle korkmadan, oyuncakla oynar gibi oynayıp sonunda onu öldürüp,
ölüsünden de bu aşıyı yaptığında…
ne yapmıştı biliyor musunuz?
(bak burası çok önemli🤔)
7 milyar dolar kazandıracak olan patentle uğraşmadı, çünkü:
istedi ki
bir an önce insanlığın hizmetine girsin, aşısı…
Çünkü dayanamıyordu çocukların ölmelerine ve sakat kalmalarına!!
Peki, Sabin ne yaptı biliyor musun?
O da korkmadan yine oyuncak oynar gibi aynı virüsle oynadı
öldürmedi de zayıflattı ve
aşının damlasını yaptı…
hani çocuklar korkar ya iğneden…
hem bu yüzden yani korkmasın diye çocuklar…
hem de istedi ki uygulaması çok kolay olsun, aşının!
Ve çocuk felcinin kökü kazındı aşı ile muhterem!!
***
Bir de “ince hastalık” vardı, hatırlarsan…
hani umutsuz aşklar nedeniyle yakalardı genç kızları…
hani ölürken,
sevgilisinden uzakta, mahzun…
hani dudağının kenarından siyah kan sızardı ya
yastığın kılıfına
son nefesini verirken, Türk Sinemasında
ve
göz yaşlarımızı silerken,
öfkemizi, terk eden hain sevgiliye kusardık ya…
Bir belamız da oydu…
İşte o da aşı sayesinde yok edilmişti bu ülkede, cumhuriyet döneminde.
Onun da adı tüberkülozdu,
tüberküloz,
şaşkaloz…
Hani kızınca insanlarımız bağırırlar ya
“verem ettin sen beni” diye!
İşte o “İnce Hastalık” denen aşk hastalığının sebebi de mikroptu be, mikrop!
Tedavisi ilaçtı,
hastalıktan korunmayı sağlayan da aşı idi aşı!
Anladın mı muhterem…
***
Emperyalizm ve kapitalizmi yereceğim derken,
bilinen ve zaten tartışılan bir konuyu “Kara Kutu” çok satanlara girsin diye mecrasından saptırarak
ve kendilerini adeta karın tokluğuna bilime adayan muhterem insanları töhmet altında bırakarak
alternatifçi,
gelenekselci,
ilkel/kadim bilgili şarlatanları okşadığının,
üstelik hastalarımı da tedirgin ettiğinin farkında mısın
ey
kaşkaloz şaşkaloz balyoz malyoz…
Kaç hasta Aradı beni “ilacımı alayım mı, almayayım mı, aşı için ne diyorsunuz?” diye…
biliyor musun maydanoz…
Ya ilacı almayı kesip ölürlerse, senin uyanık şaşkalozluğun nedeniyle?!
Kontrol için hekimine gittiğinde nasıl söyleyecek, ilacını kestiğini?
Kara Kutu alma dedi, almadım ilacımı mı diyecek?!
Ne diyecek, her salataya maydanoz?!
Sana gelirse, “ilacımı almadım sana inanıp, bak ne oldu?” dediğinde…
sen ne diyeceksin acaba?
***
Şiirin geri kalanında da Nazım:
“Hoşgeldin bebek, seni bekliyor…” dedikten sonra sıralıyor,
bebeği bekleyen marazları:
“İşsizlik, açlık…
Tren kazası, uçak kazası, iş kazası, yer depremi…
Hapishane kapısı, polis jopu falan
hoş geldin…
Yaşama sırası sende…”
diyor ya!!
Sen, bunları anlat Kara Kutu’nda! Bak! Bizim sağlığı, o elemeden eleştirdiklerinle nerelere getirdiğimiz ortada,
peki ya bu saydıkları Nazım’ın; kaza, bela, polis, hapis ne durumda hâlâ?
Sen, sapla samanı ayırmadan, yanlış anlaşılmalardan korkmadan
ya da kulak asmadan,
kopyala/yapıştır yöntemiyle ve cesaretle yazdın ve de
cesaretle okumamızı istiyorsun, televizyon reklamlarında…
ama bizler
“kopyala yapıştır yazdıklarından” geri kalanlarla çok şeyi hallettik, sağlıkta, sen ve senin gibiler laga luga yaparlarken yıllar boyunca ülkemizde!
***
Senin aksine,
tek bir doğrusunun bile olmadığına ve
olamayacağına inandığım başkanımızın
islamcılıkla ilgili son söylediklerini de ekle
Kara Kutu’na sonraki basımlarında
bir de dikkat et zarar verebileceğin hastalarıma…
Sana ne ilaçtan, aşıdan, hastalıktan, şifadan…
***
Hoş Geldin Bebek Hoşgeldin
Yaşama sırası sende
Senin yolunu gözlüyor:
Kendine çıkarlı
hacamatlar, sülükler, şişe çekmeler...
lagalugalarla dolu kara kutular, beyaz kutular
hoşgeldin…
hoşgeldin bebek!

Uzm. Dr. Ali Rıza ÜÇER’den Soner Yalçın’a

Uzm. Dr. Ali Rıza ÜÇER’den Soner Yalçın’a..

Sayın Yalçın, 

Kara Kutu ile ilgili eleştiri yazılarımı gıyabında paylaşmamın etik olmayacağını düşündüğüm için sana da yolluyorum, eleştirilerimle ilgili çok olumlu geri bildirimler alıyorum. Önemsenmeye hiç ihtiyacım yok, zira endüstri ile ilgili olarak yaptığımız işler ortadadır, somuttur, kuru sıkı atmadan yaptık yapacağımızı. Merak ediyorsan sorup soruşturabilirsin bu konuda yaptıklarımızı.
Eleştirilerimin sığlığından, hiçbir derinliği olmadığından  söz ediyorsun en iyi olasılıkla yanılıyorsun daha büyük bir ihtimalle ne dediğimi anlıyorsun anlamazlığa geliyorsun. Daha neyi çürüteceğiz? “Saklı Seçilmişler“de Türkiye’de bebek ölümleri tüm ölümlerin üçte biri dedin (yani neredeyse % 35’i). Bunu da aşılara falan bağlayıverdin. Biz de bebek ölüm oranını 10’la çarptığını kanıtladık, suspus oldun geçiştirdin, Sana o zaman yolladığım iletiyi de hatırlatayım istersen.. (AS: 2018’de toplam ölüm 426.106, bebek ölümleri 11.623)
 
Frengi antibiyotikle iyileşmez diyorsun, komik duruma düşüyorsun, eleştiriyoruz cevap veremeyip geçiştiriyorsun. Almanya’da kamuoyu araştırmalarında toplumun % 82’si çocuğuna aşı yaptırmıyor diyorsun, gözümüzün içine baka baka gerçekleri çarpıtıyorsun, Zira 2018 yılında Almanya’da çocukluk çağı temel aşılarının toplumdaki uygulanma oranları ortada. Neredeyse yüzde yüze yakın bir bağışıklama (AS: aşılama denmeli..) söz konusu. Bunu Dünya Sağlık Örgütü’nün 2019’daki dokümanları ile önüne koyuyoruz, görmezden gelip geçiştiriyorsun. 
 
Türkiye’de çocukluk çağı temel aşıları zorla dayatılıyor (zorunlu) diyorsun, yani kuru sıkı atıyorsun, Sağlık Bakanlığı yetkilisi Fatih Altaylı’nın programına bağlanıyor, aşı reddi formunu dolduran aileler aşı yaptırmama hakkına sahip diyor (ki bu çok yanlış ne yazık ki, temel aşılar zorunlu olmalı, ailelerin keyfine bırakılamaz, zira çıkacak bir salgın tüm toplumu etkiliyor), sanki bunu söylememiş gibi geçiştiriyorsun. 
 
Çin’de çocuklara aşı yapmıyorlar diyorsun, bu konuda uzman bir hekim Çin’deki çocukluk çağı temel aşı programını ortaya koyuveriyor, öfke krizine kapılıyorsun, kardeşim Çin beni ilgilendirmez, ben Mao zamanından bahsediyorum deyip güzel aldırmazlıkla geçiştiriveriyorsun.
 
Aşılar otizm yapıyor, astım yapıyor, alerji yapıyor diyorsun, kuru sıkı atıyorsun, hiçbir bilimsel kanıt yok, üfürüyorsun sansasyon için..
 
Cumhuriyetin sağlık atılımlarına damga vuran simge isimleri Refik Saydam’lara, Aras’lara, Or’lara, Tokgöz’lere Rockefeller‘in adamı diye kara çalıyorsun…  
Kara Kutu‘yu didik didik ediyoruz, bütün palavralarını tek tek yüzüne vuracağız, bunların hepsini nasıl uydurduğunu ortaya koymak boynumuzun borcudur.
Antidepresan almam tavsiyene gelince; senin alman iyi olacak kanımca, ne kadar umutsuz bir vaka olsan da.. (AS: İnsanlara ilaç önerisini yalnızca hekimler yapar, hekime ilaç önerisini de mi Soner Yalçın kendinde görüyor??)
 
Dr. Ali Rıza Üçer
 
 
Soner Yalçın <syalcin@sozcu.com.tr>, 3 Ara 2019 Sal, 16:48 tarihinde şunu yazdı:
Sayın Ucer,
Şunu merak ediyorum;  zorlama yazını bana niye gönderiyorsun?
Önemsenmek mi istiyorsun?
Kusura bakma hiçbir derinliği olmayan sığ bir yazı bu.
Soner Yalçın’ın tek bir belgesini çürütemeyip, demagoji yapmaya çalışmışsın. Olmamış.Ama şunu yazayım; okudukça Kara Kutu sizin önyargınızı kıracak. Ha gayret kitabın daha başındasınız.
Selamlar
sy
not. antidepresan almaya başladınız mı?

DİLSİZ ŞEYTAN…

DİLSİZ ŞEYTAN…

BEKİR COŞKUN
SÖZCÜ
, 4.12.19

Kahreden yaşam zorluğu karşısında canına kıyan pazar yerlerinde bağırıp-çağıran insanlar çoğalınca Diyanet hutbe yayınladı:

Bu bir imtihandır isyan etmeyin…”

Hatırlarsınız; Diyanet internet sitesinden Atatürk’ün resmini çıkartmış gençler hackleyerek yeniden koymuşlardı…

İlahiyatçı alim profesör hutbenin yerinde Atatürk‘ü görünce diğer ilahiyatçı alime koştu “Yarabbim hutbemizi sabit eyle” dedi ki bir Atatürk resmi daha geldi bu sefer atın üzerinde…

Siliyoruz siliyoruz gitmiyor” diye hep birlikte başkana koştular hutbe gözükmüyordu şeytan mı cin mi derken…

Başkan sordu:

Entır yaptınız mı?. . 

Yaptık aç kapa insört eyledik control bas home hutbe inmiyor…”

Pg down şeklinde bir tık etseydiniz…”

Tık ettik geldi…”

Evliyalar rahmetlerini bu vesile ile gönderdiler mi?. . 

Hayır, Mustafa Kemal geldi yine atlı bu sefer…”

Diyanet’in yüksek mertebedeki alimleri “Control F5′imizi kadim eyle hutbemizi Home Page eyle yarabbi” diyerek meseleye eğildiler:

O bir değnek ül vazife var…”

Görev çubuğu…”

Onu üç vakte kadar ittirip sonra My dokuments’e scrooll down yapıp bize rahmetini göster…”

Bir de Log of var…”

Of deme of deme… İsyan etme hacı…”

Başkan iman birliği ile bu işi çözmek gerektiğini söyledi…

Yarabbim hesabımızı helak edenlerin hard disklerini harap eyle bizim my dokuments’imizi link eyle” diye ekledi…

Kontrol ül sehpa” (denetim masası) üzerinde oynayıp tık’ladılar…

Atatürk çıktı…

Bak hoca:

  • Bu Cumhuriyet;
  • Saltanatın ihanetine karşı acı içinde tükenmekte bir milletin ve Mustafa Kemal ile arkadaşlarının öncülüğünde isyanı sonucu kurulmuştur

İslam; zıvanadan çıkanlara putperestlere karşı isyan edenlerin yüce dinidir…

İsyan etmeyin” hutbesi Hazreti Muhammed’in şu sözünden daha mı öncedir:

Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır…”

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/bekir-coskun/dilsiz-seytan-5488010/

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 05 Aralık 2019

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 05 Aralık 2019

Türk Vatandaş Naci BEŞTEPE

BEYİN
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” sözleri için “önce sen kendi beyin ölümünü kontrol ettir” dedi.
Deneyimli…

MHP
Iğdır’da, MHP’lileri eleştiren gazetenin sahibi Metin Işık, Ülkü Ocakları mensuplarınca dövüldü.

Bahçeli sayesinde milliyetçiliği, ülkücülüğü unuttular bir becerileri adam dövmek kaldı…

TARİH
Ulusal Kanal’da, Mustafa Albayrak adlı biri, Osmanlı borçlarının son taksitinin 2013 yılının Mayıs ayında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından ödendiğini iddia etti.

Tarih, tarih bilmeyenlerle; palavracılar palavra ile doludur… (AS: 30. ve son taksit 1953)

GÖRÜŞ
Emmanuel Macron, Trump’ın yanında gazetecilere yaptığı açıklamada, “Türkiye’ye baktığım zaman şunu görüyorum: Şimdi bizimle beraber çalışanlara karşı savaşıyorlar. Aynı zamanda bazen de IŞİD’le bağlantılı gruplarla beraber çalışıyorlar.” dedi.

Birinci görüş düşmanlık, ikinci görüş RTE/AKP’nin neden olduğu şaşkınlık…

ENFLASYON
Kasım ayı enflasyonu %10.56 olarak açıklandı. Vakıflar Edirne Bölge Müdürlüğü dükkan kiralarına %100 zam yaptı.

Emirle rakam değişiyor, gerçek değişmiyor…

SALDIRI
Edirne’de çember sakallı biri, başı açık kadınlara kimyasal madde ile saldırdı.

Haydi beyler, “Eyyy, benim başı açık bacıma saldıran…” diye nutuk bekliyorum…

TERÖRİST
Yüz bin abonesi olan YouTube kanalı Avrasya Yatırım’da, her gün ekonomik yorumlar yapan Evren Devrim Zelyut, terörist olduğu iddiasıyla gözaltına alındı.

Damat terörü…

ALKIŞ
Termik santralların bacalarına filtre takılmasını 2.5 yıl erteleyen yasayı çıkaran AKP’li vekiller, yasayı veto edince RTE’yi alkışladılar.

Senaryo kötü, oyuncular yeteneksiz..

ÖTV
CHP Milletvekili Teğmen M. Çelebi; % 90’dan az engelli gazilerin aldığı özel arabalarda % 35 olan ÖTV’nin yat, kotra ve pırlantadaki gibi sıfırlanmasını öneriyor.
Eyyy Çelebi, ‘gazilik‘ ne ki!…

YOLSUZLUK
Üsküdar Belediyesinden atılan eski müdür Veysel Kömürcü, belediyedeki yolsuzlukları yazılı olarak ihbar etti. AKP ve MHP’li üyeler soruşturma önergesini reddetti.

Yolları yolsuzluk…

VETO
Erdoğan, NATO müttefiklerinin YPG’yi terör örgütü olarak kabul etmemeleri durumunda Baltık Planı’na karşı çıkmaya devam edileceğini söylemişti.

YPG görüşülmedi, RTE planı onayladı.

  1. Hangi çıkarımız karşılığında onaylandı?
  2. Devlet onurumuz kaldı mı?
  3. RTE’nin hangi sözüne, nasıl inanacağız?

İYİ!
Şule Çet davasında sanığın önce ‘cinsel saldırı’ gerçekleştirdiğine, ardından da suç delillerini gizlemek için cinayeti işlediği yönünde hüküm kuran mahkeme, takdir indirimi uygulayarak ağırlaştırılmış müebbet cezasını müebbet hapis cezasına çevirdi.

Size de iyi haller hakim beyler…

Erdoğan ailesi 5 kuruş vergi ödemiyor

Kılıçdaroğlu:
Erdoğan ailesi 5 kuruş vergi ödemiyor

BirGün, 03.12.2019

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuştu. Kılıçdaroğlu, Fuat Avni haberlerini girdiği için BirGün gazetesine açılan davaya tepki gösterdi

2020’de geçerli olacak asgari ücreti belirleme çalışmalarına da değinen Kılıçdaroğlu, “Türk İş 2580 TL olsun diyor. Asgari ücret 2600 TL olmalı. Ama ben adım gibi eminim, sendikalara şunu diyecekler; haklısınız ama para yok. Bizim sendika başkanları da umarım bu palavraya inanmaz” şeklinde konuştu.

Man adası ile ilgili sunduğu belgelerin tümünün doğru olduğuna dikkat çeken Kılıçdaroğlu, “Bir süredir unuttuğumuz ama geçen salı günü Erdoğan’ın hatırlattığı bir olaya değinmek isterim. Demişti ki; Man Adası konusunda Kılıçdaroğlu mahkemeye gitti ve tazminata mahkum oldu. Yine söylüyorum, kullandığım tüm belgeler yüzde yüz doğrudur. Zaten kimse de bunları yalanlamadı. Senin ailenin 15 milyon $ gelir elde etmesini sağlayan 1 Sterlin sermayeli şirket hangi şirket?” dedi.
Kılıçdaroğlu şunları söyledi:
“Erdoğan’ın oğlunun aldığı para, kardeşinin aldığı para.. Bu paralar neden gidip geliyor diye sordum. Dünürü Osman Ketenci, eski özel kalem müdürü. Bütün bu para trafiğini belgelerle açıkladık. Belgelerin tümünü savcıya teslim ettik. Sahtedir dediler. Savcı araştırdı, doğrudur dedi.”
“Erdoğan doğruysa istifa ederim demişti. Etti mi, hayır. Namuslu hakimleri görevden aldı, yerine militan hakimleri yerleştirdi. Sonra diyor ki, haklı olsa tazminata mahkum olmaz. Ama ben haklıyım. Bu para trafiği nedir diye sordum? Erdoğan ‘Bu bir şirket satışıdır?’ dedi. Yani doğruladı. Ama hâlâ istifa etmedi.”
“Yine soruyorum, Bu şirket hangi şirket? Senin ailenin 15 milyon dolarlık gelir elde etmesine hizmet sağlayan hangi şirket? Bu dümeni Türkiye Cumhuriyeti devletine vergi ödememek için çevirdi.
  • “Herkes vergi ödüyor, Erdoğan ailesi Man Adası’nda bu kumpas dolayısıyla 5 kuruş vergi ödemiyor. Bu dümeni Türkiye Cumhuriyeti devletine vergi ödememek için çevirdi.
  • Ben bunları soruyorum diye yeniden tazminat davası açacaklarmış. Açmazsanız namertsiniz.”
‘BİRGÜN GAZETESİ’NE DAVA AÇILDI, İDDİANAMEDE DELİL YOK’
BirGün Gazetesine açılan dava ile ilgili de konuşan Kılıçdaroğlu, “BirGün gazetesi hepimizin bildiği bir gazete. Ona da FETÖ soruşturması yaptılar. Savcı diyor ki, gazetede yazanların örgütle bağlantılı olmadıkları açık. Aradım delil bulamıyorum ama talimat geliyor, bir şey yapmak zorundayız demiş oluyor. Mahkeme şöyle bir karar veriyor, gazetecilerin üye oldukları dernek ve sendikalar araştırılsın. Kaldıkları oteller araştırılsın. TV abonelikleri araştırılsın. Talimat gelmiş! Böyle adalet olur mu? İnsanlık denen bir şey yok mu? Daha düne kadar bunlar FETÖ ile kol kola gezmiyor muydu?” şeklinde konuştu.

kilicdaroglu-erdogan-ailesi-5-kurus-vergi-odemiyor-656917-1.‘SELAHATTİN DEMİRTAŞ HUKUKSUZ BİR ŞEKİLDE HAPİSTE YATIYOR’

Selahattin Demirtaş’ın hukuksuz bir şekilde tutuklu bulunmasına tepki gösteren Kılıçdaroğlu, “Seversiniz sevmezsiniz. Haksız ve hukuksuz yere hapiste yapıyor. Sebebi “Seni Başkan yaptırmayacağız” demiş olması. Demirtaş beraat ediyor. Başka bir davadan hapsetmeye devam ediyorsunuz. Selahattin bey rahatsızlanmış ve gecikilerek hastaneye kaldırılmış. Acil şifalar diliyorum.” dedi.

‘KİM BU TALİP ÖZTÜRK?’

Aile boyu malı götürüyorlar. Açlık, yoksulluk, sefalet nedir bilmiyorlar‘ diyen Kılıçdaroğlu, “Diyorlar ki, bunu sorma. Ben sorunca kızıyorlar. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını soracağım. Tank Palet Fabrikasını da sormuştum. 50 milyon dolar. Bunu da Katar’a ve Erdoğan’ın akrabalarına verdiler. Kim bu Talip Öztürk?

  • Erdoğan ailesi Türk savunma sanayisini ele geçirmeye çalışıyor.

Siyasetçi halka değil de ailesine hizmet ediyorsa, devletin en büyük fabrikalarını kendi ailesine beş kuruş para almadan veriyorsa bunun adı peş keş çekmektir.” şeklinde konuştu.

‘AKILLARINI SARAY’A KİRALAMIŞLAR’

Termik santral yasasına ‘evet’ oyu verdiği halde Erdoğan’ın vetosunun ardından teşekkür açıklamaları yapan AKP’li milletvekillerini eleştiren Kılıçdaroğlu, “Bir torba yasa gelmişti termik santrallarla ilgili düzenlemeler vardı. Bizim arkadaşlarımız itiraz etmişti. Bunlara baca takın sorunu çözün. Dinlemediler, dediler ki 2.5 yıl daha erteledik. Sonra Erdoğan bunu veto etti. Memnunuz veto ettiği için. Ama merak ettiğim şu; önce el kaldırıp onay verenler nasıl sonra alkış tutuyor. Bunlara akıllarını Saray’a kiralamış kişiler denir.” dedi.

Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından diğer satır başları şu şekilde:

Engelli arkadaşlarımız aramızda. Bizim izlememiz gereken 3 öneri sundular. Buradan ifade ediyorum tüm önerileriniz CHP tarafından takip edilecektir.”

“Hepimiz her an engelli olabiliriz. Hayatımızı bir engelli vatandaş olarak sürdürebiliriz. Sosyal devletin temel ögelerinden birisi herkese sosyal güvenliği vermektir. Ama anayasamız engeliler için özel bir düzenleme yapmıştır. 61. maddedir bu. Devletin aldığı tedbirler hangileri? Az önce Turan Başkan konuşurken dedi ki; devlette boş engelli kadroları var ve doldurulmuyor. Ben de biliyorum devlette 14 bin engelli kadrosu boş.”

“Parlamento yasa çıkarmış mı, evet çıkarmış. Kamuda ve özel sektörde şu kadar engelli çalıştıracaksın. engellilerin yanında olduğu AKP iktidarı neden bu 14 bin engelli kadrosunu boş bırakıyor! Gelip bize yalvarsın diyorlar. Engelliler de alın teri dökmek, sosyal devletten faydalanmak istiyor.”

“Biliyorsunuz Beşiktaş’ta bir saldırı olmuştu. Orada ölenler için bir bağış kampanyası açıldı. 52 milyon lira para toplandı. Soruyorum bu para nereye gitti?”

  • “15 Temmuz şehit ve gazileri için para toplandı. Bu paralar nereye gitti?”

“46 vatandaşımızın yaşamını yitirdiği saldırıdaki bir aileye aylık bağlanıyor. 52 milyon lira para topluyorlar, bağışladıkları para 121 lira 96 kuruş. Bütün anneleri sesleniyorum; anne çocuğunun üzerine titrer. Terör dolayısıyla bir anne çocuğunu kabul etmiş ve 121 lira maaş bağlanıyorsa, bu Saray’da oturanlara bir ders verin! Aile boyu mal götürüyorlar. Açlık, yoksulluk, sefalet nedir bilmiyorlar. Diyorlar ki bunu sorma. Ben sorunca kızıyorlar. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını soracağım.”

“Hürriyet gazetesi çalışanlarını sendika kurmak istedikleri için işten çıkardılar. Hürriyet gazetesinin 45 çalışanını işten attılar. Niçin? İşletmesel nedenler. Aslında gerçek neden sendikalı olmaları.”

“Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da ayrılmaya zorlanamaz. 45 çalışanı işten attın. Ee haklarını ver. Bunlar yıllarını verdiler gazeteye. Haber peşinde koştular… İşten atıyorum kıdem tazminatı yok! Neden yok.”

“Ahilik Haftası her yıl kutlanır Kırşehir’de. Ahi Evran sadece bizim dünyamızda değil tüm dünyada saygı gören bir insandır.”

“Esnafın etik değerlerini belirleyen Ahi Evran’dır.Her yıl etkinlikler düzenlenir. Bu yıl bunları bir telaş sardı. Kırşehir’de Belediye Başkanı CHP’li diye Konya’da kutladılar. Merak ediyorum İstanbul’un Fethi’ni nerede kutlayacaklar! Herhalde İstanbul’un Fethi’ni de Bursa’ya alırlar. ”

​​​​​​​”Kanal İstanbul bir ABD projesidir!

​​​​​​​”Kanal İstanbul bir ABD projesidir!”

arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
YENİÇAĞ, 02 Aralık 2019

Kanal İstanbul ile ilgili son açıklamayı kim yaptı?

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu değil mi? Anlaşılıyor ki, proje ekonomik bir ihtiyaçtan değil dış politika ile ilgili bir zorunluluktan kaynaklanıyor! Türkiye’nin değil AKP iktidarının zorunluluğu…

Çünkü Türkiye’nin dış politikası, uzun süredir Ankara’dan belirlenmiyor!

Mesela AKP iktidarının uyguladığı Suriye politikası, yakın zamana kadar ABD, İngiltere ve İsrail koalisyonu tarafından belirlenmiştir. Rusya da sonradan müdahil olmuştur.

Çavuşoğlu, “Kanal İstanbul’a kazmayı vurduğumuz zaman, dünyada denizcilik ve ulaşım bakımından tarih değişecek, dönüm noktası olacak.” dedi.

Oysa Karadeniz ile Akdeniz’i Marmara ve Ege üzerinden birbirine bağlayan İstanbul ve Çanakkale Boğazları zaten vardır. Kanal İstanbul, yapılırsa Süveyş ve Panama kanalları gibi yeni bir suyolu olmayacak?

Yine de ABD savaş gemileri Kanal İstanbul’dan serbestçe Karadeniz’e çıkarsa bu durum gerçekten tarihi bir dönüşüm olabilir!
***
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu Kanal İstanbul’a karşı. Devlet Su İşleri’nin de olumsuz rapor sunduğunu açıklayan İmamoğlu, Fatih Altaylı‘nın programında, inşaat sırasında çıkacak yaklaşık 1.5 milyar metreküplük hafriyata dikkat çekerek “1.5 milyar metreküp hafriyat ne demek? Esenler, Bağcılar, Güngören’in 30-35 metre yukarıya doğru havalanması demek. Bu şehre ihanet ettirmeyeceğiz. dedi.

İmamoğlu, “İstanbul’a ihanet ettik diyorlar ya. Tüm ihanetleri bir kenara koy yüzle çarp. İşte Kanal İstanbul” ifadesini kullandı.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Ali İhsan Yavuz ise “Allah nasip ederse göreceksiniz belki 50 yıl sonra bu ülkede Recep Tayyip Erdoğan’dan bahsedilirken, bir çağın kapatılıp bir çağın açıldığı tarih olarak bahsedilecek AK Parti dönemi için.” dedi.

Sosyal medyada bu iddia, ileriye doğru değil de geriye doğru bir çağ değişimi olarak görüldü ve “orta çağa dönüşü kastediyor herhalde” diye değerlendirildi.
***
Bir deniz amirali olan Türker Ertürk, 7 Şubat 2016’da odatv’de yayınlanan “Kanal İstanbul’un altından ne çıktı?” başlıklı yazısında konuyu incelemişti:

“Kanaatim o ki; Kanal İstanbul projesi ülkemiz dışından belli amaçlara yönelik olarak sufle edildi. Montrö Boğazlar Sözleşmesi‘nin tartışılması ve masaya gelmesi durumunda Türkiye, güvenliği ve Boğazlar üzerindeki egemenliği açısından, kazanımlarını çok büyük bir oranda kaybedecektir.

ABD Deniz Kuvvetleri; Karadeniz’de uçak gemileri ve nükleer denizaltıları da dahil olmak üzere, hiçbir sınırlamaya tabi olmadan, devamlı olarak konuşlanmak istemektedir.

ABD; Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden memnun değildir ve değişmesini istemektedir. Bu maksatla uygun ortamı kovalamaktadır.

Hiç tereddüt yok ki bu proje; dışarıdan yerli aracılar vasıtası ile Erdoğan’a iletilmiş ve ikna edilmiştir. Esas amacı; Montrö Sözleşmesinin diplomasi masasına gelmesi için doğal şartları hazırlamak ve bu Sözleşme’nin Karadeniz’e kıyıdaş olmayan devletlerin savaş gemilerine getirdiği kısıtlamaları kaldırmaktır.”
***
Yenimesaj gazetesi yazarı Yusuf Karaca ise 28 Mayıs 2019 tarihli “Seçimi hangi proje iptal ettirdi?” başlıklı yazısında “İstanbul seçimi Kanal İstanbul için iptal edildi!” iddiasında bulunmuştu.

Karaca, “Çünkü bu proje ABD için çok önemli, ‘dere geçerken, at değiştirmek’, projeyi riske atar. Bu proje, bir ABD projesidir. Çünkü ABD, Montrö Boğazlar sözleşmesini Kanal İstanbul projesi ile bozmak istiyor. İBB, AKP’nin elinden alınınca ne olur ne olmaz. Bu proje ne 3. Köprüye, ne de 3. Havalimanı’na benzer.” ifadelerini kullanmıştı.

Yeniden yapılan seçimi yine İmamoğlu kazandı ama Boğazlar bir kararnameyle Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı!

Bu bilgiler ışığında bakılırsa,

  • Kanal İstanbul yalnızca İstanbul’a değil Türkiye’ye ihanet olur!

2019’da modern tıbba üzülmemek elde mi?

2019’da modern tıbba üzülmemek elde mi?

Image result for Prof. Dr. Metin ÖZENCİ

Prof. Dr. Metin ÖZENCİ
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji AD (E) Öğretim üyesi
Cumuriyet, 27 Kasım 2019

Zararlı (!) şeyler söyledikleri için haklarında dava açılan, RTÜK tarafından ceza verilen TV kanalları yanında, uydudan yayın yapan ve kimlerin seyrettiğini bilemediğim, gönlüme göre bir kanal ararken karşıma çıkıveren onlarca TV kanalında çok yararlı (!) ve halkımıza tıp alanındaki güncel mucizeleri (!) aktaran ve elbette yalnızca halkımıza hizmet aşkıyla çalışan (!) iyiliksever insanların varlığı içime su serpiyor.

Tıp araştırmacılarının büyük emek ve özveriyle uğraşmaları ve büyük ilaç firmalarının milyarlarca dolar destek vermelerine karşın bir türlü beceremedikleri (!) şeyleri, bu arkadaşlarımız keşfediyor, derhal imal ediyor, ambalajlıyor ve satışa sunuyorlar. Hem de yerli ve milli olarak!…

Halbuki beceriksizlerin (ve de müsriflerin) (!) bir ilacı araştırma ve geliştirme süreci, 1 milyar dolar gibi gereksiz (!) harcamalara ve 12-15 yıl gibi zaman kaybına (!) yol açıyor.

Kolayı varken (!)

Önce enayi gibi düşünüp bir fikir doğuracaksın, sonra plan yapıp proje takımı oluşturacaksın, bileşiklerin sentezini yapıp tarayacaksın, zavallı fareler üzerinde erken güvenlik çalışmaları yapacaksın, aday molekülü saptayıp formüllerini geliştireceksin ve geniş güvenlik çalışmaları yapacaksın, benzer moleküllerden çok miktarda aday ilaç sentezleyeceksin, sonra işin yoksa ve paran varsa sağlıklı gönüllü bulup insanda ilk etkileri göreceksin (Faz I), sonuçlar içine sinerse bu kez 100-300 hastada etkisini göreceksin (Faz II), eh fena gitmiyorsa bu kez 3 bin-10 bin hastada test edeceksin (Faz III), ondan sonra klinik veri analizi yapacaksın, sonuçlar olumluysa ve gücün yetiyorsa ruhsatlandıracaksın, ilacın piyasada satışa sunulduktan sonra da çalışmalar devam edecek (Faz IV).

Üstelik, bu yüksek riskli süreçte on binlerce molekülden ancak bir tanesi ilaç olarak kullanıma sunulabilecek.

Yaşasınnn!, Faz IV’e başarıyla geçtim diye sevinme!. Bak başına neler gelir de harcadığın onca paraya mı, yoksa harcadığın zamana mı yanarsın?

Bir örnek vereyim, kolesterol düşürücü ilaçlar (statinler), küçük molekül farklılıklarıyla ve aynı biyokimyasal yolları izleyerek iş görürler. Şu anda piyasada en çok satılan ve değişik isimlerle (jenerik) sunulan “atorvastatin”in  orijinal molekülünü Pfizer firması buldu, geliştirdi, üretti ve çok başarılı oldu.

Bayer ilaç firması da “cerivastatin”i buldu, geliştirdi, saydığım aşamalardan geçirerek büyük iddialarla 1990 sonlarında piyasaya sürdü.

Ne yazık ki Eylül 2001’de ilaç üretici firma tarafından piyasadan çekildi. Neden mi? 52 hastada kas erimesine bağlı akut böbrek yetersizliği ve ölüm görüldü de ondan.

Ne uğraşacaksın bunlarla abi!.. Zaten bütün ilaçlar bitkilerden elde edilmiyor mu? Alırsın oradan bir tutam karabaş otu, yanına biraz meşe yaprağı kurusu. Sıcak suda çayını yap, günde şu kadar iç, bak bir şeyin kalıyor mu?

Yok yok

Bizim firmadan alırsan elbette daha güvenli olur. Aktarlar satar ama tarifesini bizim gibi veremezler. Zaten doktorlar da bunlardan anlamaz. Bu yöntemle üretilmiş büyütücüler”mi ararsınız, “uzatıcılar”mı ararsınız, tıkanmış kalp ve beyin damarlarını “şıp diye” açanlar mı ararsınız hepsi bu TV’lerde. Üstelik hemen arayanlara bir tane fiyatına 3 tane ve kargo parası da şirketten kapıya teslim. İnanmazsanız ilacı kullanıp övgüler düzen tanıklar da canlı yayında.

İlaç pazarlayanlarla bitmiyor.  Ameliyat pazarlayanlar, adres gösterenler de var. Burun düzeltmek, porselen diş veya implant yaptırmak, yağ aldırmak veya mide küçültmek için bizim merkezimize geleceklere uçak biletleri bizden!

Haydi bunlara “özel sektör”ümüzün “girişimci ruhu” diyelim. Peki, modern tıbbın uygulandığı hizmetlerden daha fazla pay aldıklarını duyduğum “devlet destekli ”yeni “eski” uygulamalara ne demeli?

Dahice (!) bir buluş yaparak “GETAT = Geneneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları” adını verdikleri ortaçağ yöntemleri için devlet, hatta üniversite hastanelerinde özel poliklinikler kurmuşlar. Buralarda yapılan uygulamalar için, modern tıbbın uygulandığı poliklinik hizmetlerine ödedikleri paranın çok daha fazlasını ödüyorlar.

Ne yazık ki

Güzel Türkçemizin, yaptığı işi en güzel, en doğru, en kestirme yolla tanımladığı, sürekli atan  “atardamar = arter”larımız, kalbimizin arka (sol) karıncığından aldıkları (oksijen başta olmak) üzere tüm “yaşamsal mallar” vücudumuzun en uç noktalarına kadar taşırlar.

Dokular ve organlar tarafından alınıp kullanıldıktan sonra kan, bu kez de, adına bayıldığım  “toplardamar = vena”larımız tarafından toplanır “yeniden yüklenmek üzere” kalbimizin ön (sağ) karıncığına geri getirilir.

Kanımızın kırmızılığını veren, nefesimizle havadan aldığımız oksijeni kendisine bağlayarak doku ve hücrelerimize ulaştıran “hemoglobin” dediğimiz muhteşem yapı, iletici (atar)damar kanına yüksek oksijen doygunluğu nedeniyle “gül kırmızısı” rengini verir.

Kullanılmış kanda ise oksijen yoğunluğu azalacağından, geri taşıyıcı (toplar) damar kanı “morumsu” renk alır. Biyokimya, hematoloji, fizyoloji ve fizyopatoloji gibi bilim dallarının bilinmediği veya gelişmediği zamanlarda, anatomik olarak yan yana seyreden 2 damar sisteminden gelen kanların renklerinin aynı olmadığını çıplak gözle gören eski hekimler “yanlış olarak” arter (atardamar) kanına “temizkan”, vena (toplardamar) kanına da “piskan” demişler.

İkisi de “tertemizkan”. Yalnızca birinde oksijen doygunluğu yüzde 100, diğerinde yüzde 70.

Üzücü manzara

Ne yazık ki, 2019 yılında ortaçağ bilgileri sahneye çıkarılıp “piskan alma” (!) ile “sözüm ona tedavi yöntemi “yani çaresizlik dönemlerinin hacamat”ı, GETAT uygulaması adı altında modern tıbba monte edilmeye çalışılıyor.

Mikrobiyoloji, farmakoloji ve farmakognozi bilim dallarının henüz ortaya çıkmadığı, mikrop, asepsi, antisepsi kavramlarının bilinmediği, antibiyotiklerin, anestezik maddelerin keşfedilmediği o dönemlerin balta ile bacak amputasyonu yapmak zorunda olan “talihsiz” hekimlerin ellerindeki olanakların ne kadar sınırlı olduğunu düşünebilirsiniz.

Tıp biliminin artık moleküler düzeye indirgendiği, bilgi birikiminin neredeyse her gün katlandığı günümüz dünyasında, şişe çekme, sülük vurma, hacamat gibi eskiçağ yöntemlerinin yeni bir keşifmiş gibi piyasaya sürülmeleri, üstelik devlet desteği almaları beni daha çok şaşırtıyor. 1965’te başladığı Tıp Fakültesini 1971’de bitirmiş, 1976’da İç Hastalıkları, 1978’te Kardiyoloji uzmanı, 1981’de Doçent, 1989’te Profesör olmuş, 2015’te emekli olana kadar tam yarım asır yurtiçinde ve yurtdışında “abesle iştigal etmiş” ve bu arkadaşlar gibi “bir baltaya sap olamamış” bir mektepli olarak düştüğüm duruma çok üzülüyorum.