ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 29 Temmuz 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 29 Temmuz 2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SORU

 AKP’li gazeteci Süleyman Özışık, “Diyoruz ki ‘Bu gençlik nereye gidiyor?’ Gençlik de diyor ki, ‘Sen neredesin ki ben sana geleyim? Hırsızlık sende, yolsuzluk sende, namussuzluk sende. Biz bu gençlere ne veriyoruz?” 

Sorusu sorunumuz…

VATAN

Vatan Partisi’nden son iki yılda 9,275 üye resmen istifa etmiş. Kalan üye 20,900.

Anlaşılır…

FETÖ

FETÖ’den tutuklanıp itirafçı olan üç vali yardımcısı ve iki kaymakam göreve iade edildi.

“FETÖ ile mücadelemiz bitmez” diyorlar ya, bitmez…

İSTİFA

Pişman olan FETÖ’cülerin affedilmesini isteyen TTK Başkanı Ensarcı A. Yaramış istifa etti/rildi. (Cumhurbaşkanı isterse ederim demişti)

İtirafçı ol yine gel…

DAVET

24 Temmuz’da Ayasofya’da kılınan toplu gösteri namazı için DİB Erbaş, “Bütün Müslümanlar davetlidir. İsim, isim davet olmaz” demişti.

İsim isim 500 kişiye davetiye çıkardı.

Alnı secdeye değiyor, sözüne güvenilir!…

YASAK

Türkiye sosyal medyaya sansür uygulamada dünya birincisi oldu.

Bu şampiyonluk onuru da AKP’nin!…

LANET

Ali Erbaş Ayasofya’daki Cuma hutbesinde “vakıf malı dokunulmazdır, dokunanı yakar! Vakfedenin şartını çiğneyen lanete uğrar” diyerek Atatürk’e göndermede bulundu.

Lanet kadir kıymet bilmeyenlere olsun!…

İNANÇ

Erbaş tepkiler üzerine yaptığı açıklamada, “…bizim millet olarak vakıf mallarını koruma konusunda çok titiz olmamız gerekir. Bunu sağlamanın tek yolu kanunlarla korkutarak olmamalı. Farklı yollarla vicdanlar harekete geçirilmeli ve inanç ilkeleri de devreye sokulmalı” dedi.

Yasa kenarda dursun din öne geçsin.

Oluuuur, sen önden buyur!…

ZAFER

AKP MKYK üyesi ve Aydın Milletvekili Metin Yavuz, Ayasofya’nın ibadete açılmasıyla ilgili “Bu kalabalık, 86 yıldır mukaddesata susamış kahraman Türk Milletinin vuslat anıydı. Mabedimizi müzeye çeviren vesayetçi zihniyetle 86 yıllık hesaplaşmamızda kazandığımız zaferden dolayı şükredişimizdir” dedi.

Alttan alırlar samanı, üstten çıkarırlar dumanı, zaman sallama zamanı…

CORONA

Lozan Antlaşmasının yıldönümünü kutlamaları salgın nedeniyle tüm illerde yasaklandı.

Ayasofya’ya 350 bin kişinin katılması övünç nedeni yapıldı.

Virüs işbirlikçileri…

YAŞ

YAŞ toplantısı 45 dakika sürmüş.

Sarayda pişen aş için o kadar zaman harcamaya değer mi?…

DİSİPLİN

MHP Ordu milletvekili Cemal Enginyurt, “Fındık üreticisinin hakkını savunmak vatanı savunmaktır” diye feryat etti. Bunun üzerine MHP yönetimi milletvekilini kesin ihraç talebiyle disiplin kuruluna sevk etti.

Halkın hakkını arama/ma disiplini…

İŞKEMBE

Yalova Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Gökhan Genel,

“Sözde ülkenin fiziki bağımsızlığını düzenleyen; gizli maddeleriyle Müslüman Türk milletinin koca bir tarihi, dini ve kültürel müktesabatının ölüm fermanı olan #Lozan antlaşmasının ilk gediğini açtık”

Neymiş gizli madde? Bilim insanı işkembeden atmaz, belgeyle konuşur…

YOL

Yol yapmakla övünen AKP iktidarının 15 yılda yaptığı 11 km’lik Amasya çevre yolunun kilometresi 125 milyon TL’ye mal oldu.

Yollarını böyle buluyorlar…

BÖLÜCÜ

Hilafet yanlıları ile bölücü terör örgütünün yayın organı aynı başlıkla (Şimdi değilse ne zaman? Sen değilsen kim?) çıktı.

Amaç bir yol farklı…

FOTO

Yenikapı’da Hulusi Akar Cüppeli ile poz vermişti. Ayasofya’da da Gnkur. Bşk. Yaşar Güler,
Nur Cemaati liderlerinden Hüsnü Bayramoğlu ile poz verdi.

Yaşar Paşa, Gnkur.Bşk. oldun, bakan da olursun ama…

UYUM

Gnkur. Bşk. ve Kuvvet Komutanları Ayasofya’daki namaza resmi kıyafetle katıldılar. Atatürk’e lanet okuyan Erbaş’ın ardında saf tuttular.

İmama uydular…

BAHÇELİ

Bahçeli, DİB Erbaş’ı destekleyerek onu tenkit edenleri ağır bir dille eleştirdi.

Görevi…

TARTIŞMA

CB Sözcüsü Kalın, Meis yakınlarındaki gaz-petrol aramalarımızı durdurma kararı ile ilgili RTE’nin, “Yunanistan bizim önemli bir komşumuz. Yunanistan ile biz bütün bu konuları konuşmaya hazırız. Herkes kendi kıta sahanlığında çalışmalara devam etsin, tartışmalı bölgelerde de ortak çalışmalar yapılsın.” dediğini aktardı.

100 yıl daha çalışılsa/tartışılsa sonuç çıkmaz.

Yunan laftan anlamaz…

SORUN

Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, “Baskı veya tehdit olmadan Türkiye ile diyaloğa hazırız. Türkiye ile tek sorunumuz, kıta sahanlığı ve deniz yetki alanlarının belirlenmesidir.”

Kıbrıs, işgal edilen adalar, silahlandırılan adalar, göçmenlerin geri atılması (deport), FIR hattı, hava sahası, karasuları, güvenlik koridoru, arama-kurtarma yetki sahası sorunlarını Japonya ile yaşıyoruz herhalde.

Severim seni Nikos!…

TAVUK

AKP İstanbul Milletvekili Ahmet Hamdi Çamlı, “Kadın ve erkeği eşitliğe zorlayanlar en büyük kötülüğü yapanlardır, tavuğa horozluk yaptıramazsın.” dedi.

Eşitlik konusunda insanla hayvanı kıyaslayan, milyonlarca kadının kendisinden daha işlevsel beyin taşıdığını anlayamaz…

HARF

Bilal Erdoğan, Harf Devrimi‘ne karşıtlık sergilemiş.

Efendim babacım, hangi harfler babacım…

Hekime saldırı yaşama saldırıdır

Hekime saldırı yaşama saldırıdır

Öner Yağcı
Cumhuriyet, 01 Ağustos 2020

Koronayı ve virüsü fırsat bilen baskıcı düzencilerin gemi azıya aldığı günlerde tüm sağlıkçılar zorlu bir savaşım veriyor. Mesleklerinin gereği insanları, sağlığı korumak için uğraşırken yaşamı özgürleştirme savaşımının da ön cephesinde özverileriyle yer alıyorlar.

Bu, tıp tarihimizin özünden gelen bir nöbetin devralınışıdır.

Yakın tarihimizde hekimler

Hekimler, özgürlükler konusunda her zaman öncü oldu.

1897’de Abdülhamit, kendisine başkaldıran birçok hekim ve tıbbiye öğrencisini Fizan’a sürdü. Tıbbiyeliler, okullarının odunluğunda kurduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti (1892) ile padişahlığı sarstı, 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanını sağladı.

Tıbbiyeli Hikmet, Sivas Kongresi’nde adını duyuran bir askeri tıbbiye öğrencisiydi (Tıbbiyeli Hikmet-B. Suat Çağlayan-2019).

Balkan ve Çanakkale savaşlarının Tabip Yüzbaşı, 1919’da Türkiye İşçi ve Çiftçi Sosyalist Fırkası (TİÇSF) kurucusu, 1920’de TKP Merkez Komitesi üyesi, 1945’te Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) kurucusu, 1951’de TKP Genel Sekreteri olan Dr. Şefik Hüsnü (Aydınlık İçinde Dr. Şefik HüsnüGökhan Atılgan, 2020) ile “Eski tüfek” Dr. Hikmet Kıvılcımlı (Hikmet Kıvılcımlı Hayatı ve Eserleri, Tarkan Tufan, 2008, Dr. Hikmet: Savaşçı Bir Hayat 1902-1971, Cenk Ağcabay, 2015) ülkemizde sol muhalefetin önemli önderleriydi.

Türk Tabipleri Birliği (TTB)

Hekimleri temsil eden, hekimlerin haklarını ve hekimlik ahlakını korumayı, tıp eğitimine katkıda bulunmayı, halk sağlığını geliştirip yaygınlaştırmayı amaç edinen meslek örgütü TTB, 1953’te İstanbul’da kuruldu. Doç. Dr. Ahmet Rasim Onat’ın başkanlığında (1953- 61) DP hükümetinin baskılarına karşı koydu.

(Dr. A. Saltık : İstanbul Tabip Odası, 11 Nisan 1928 tarihli Tababet ve Şubatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanunun 14. maddesine dayanarak 6 Mart 1929’da kabul edilen Etıbba Odaları Nizamnamesiyle kuruldu. O dönem 9 Etibba Odası kuruluyor, bunlardan 3. Mıntıka Etıbba Odası da İstanbul‘da… 1953’te 6023 sayılı yasa ile kurulan, üst ya da çatı örgütü olan Türk Tabipleri Birliği’dir..)

TTB’nin 1966’dan 12 Eylül 1980’e dek uzun bir dönemine damgasını vuran başkanı, seçildiği kongredeki konuşmasında “Hekimlik gerçeği ile memleket gerçeklerini birlikte değerlendirerek başarıya ulaşılacağını, hekim özlük hakları ve halk sağlığının tam sağlanmasına çalışacaklarını” belirten Dr. Erdal Atabek’ti.

Birlik, genel sağlık sigortası, grevli toplusözleşmeli sendika, insan hakları, demokratik üniversite, silahlanma karşıtlığı, 1 Mayıs hakkı konularında başarıyla savaşım verdi. 1979’daki kongrede, “günümüzün en yakın sorunu olarak tüm demokrasi güçlerinin faşizme, emperyalizme, şovenizme karşı güç ve eylem birliğinin sağlanmasının ertelenmez bir görev olduğu”, demokratik haklar ve özgürlükler, halk sağlığı, hekim hakları, tıp eğitimi ve sağlık hizmetinin denetiminin öncelikli olduğu belirlendi. (23 Mayıs 1980 günü sayman Dr. Sevinç Özgüner evinde faşistlerce öldürüldü.)

  • 12 Eylül döneminde TTB kapatıldı, yönetim 141-142’ye muhalefetten Diyarbakır’da yargılandı.

1980’lerden bugüne

1983’te Ankara’ya taşınan TTB’de ertesi yıl Prof. Nusret Fişek başkan oldu. 1985’te ölüm cezasına, 1986’da işkenceye, 1991’de Körfez Savaşı’na karşı açıklama yapan yönetimler hakkında dava açıldı. 1987-88 yıllarında yoğun hekim eylemleri oldu.

1990’lı ve 2000’li yıllarda Dr. Selim Ölçer, Dr. Füsun Sayek, Dr. Gençay Gürsoy dönemlerinde TTB, demokratik, etik ve bilimsel değerlere uygun, her zaman emek güçleriyle birlikte hareket eden, insan hakları konusunda aktif tutum izleyen bir çizgi izledi. “Herkese eşit, ücretsiz sağlık ve iş güvencesi” istedikleri için yargılanırlarken Dr. Sayek, “Dünyanın en güzel suçlularıyız” dedi.

TTB, Dr. Özdemir Aktan, Dr. Beyazıt İlhan, Prof. Dr. Raşit Tükel ve şimdiki başkan Prof. Dr. Sinan Adıyaman yönetimleriyle direnmeyi sürdürürken inatla halk sağlığını öne çıkarıyor.
***
Prof. Dr. Kayıhan Pala, insan sağlığını ve yaşamı her şeyin üstünde tutan bu tarihsel özün nöbetini devralmış gerçek bir hekimdir.

Galatasaray’dan Yeni Akit’e yanıt

Galatasaray’dan Yeni Akit’e yanıt

Yeni Akit gazetesi yazı işleri müdürünün Galatasaray Lisesi’ni hedef alan yazısından sonra Galatasaray Spor Kulübü resmi hesabından açıklama yayınladı.

cumhuriyet.com.tr01 Ağustos 2020
Galatasaray Spor Kulübü, Yeni Akit gazetesi yazı işleri müdürü Ali Karahasanoğlu’nun Galatasaray Lisesi hakkında “Bizim inancımızda, örfümüzde olmayan bir sistemle kurulmuş okuldur” sözleri üzerine resmi hesabından açıklama yayınladı.

Galatasaray Kulübü, yaptığı açıklamada Galatasaray Lisesi’nin mezun vermeden şehit verdiği belirtilerek “Fikri hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirerek, Cumhuriyetimizin üzerine bina edildiği tüm değerleri benimseyen ve her zaman yer yerde savunan bir kurum olmuştur” ifadelerine yer verildi.

Galatasaray’dan yapılan açıklamanın tümü şöyle:

Galatasaray Lisesi Gururumuzdur

Kulübümüzün kurucusu ve 1 numaralı üyesi Ali Sami Yen’in, “Türk olmayan takımları yenmek” hedefiyle, Türkiye’nin medar-ı iftiharı olan Galatasaray Spor Kulübü’nün temellerinin atıldığı Galatasaray Lisesi, 1481 yılına kadar uzanan kökleriyle Türk Milleti’nin sahip olduğu en önemli eğitim kurumlarının başında gelmektedir.

Çanakkale’de, Trablusgarp’da, Balkan Harbi’nde, Kafkas Cephesi’nde, Irak’ta, Gazze’de, Sina’da vatan uğruna şehitler veren Galatasaray Lisesi, İstiklal ruhuyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin sarsılmaz değerleriyle yoğrularak bugünlere gelmiştir.

Bu vatan için canını hiçe sayarak cephelere koşan, mezun vermeden şehitler veren Galatasaray Lisesi “Fikri hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirerek, Cumhuriyetiizin üzerine bina edildiği tüm değerleri benimseyen ve her zaman yer yerde savunan bir kurum olmuştur.

Türkiye’de sayısız değerli insanı tedrisatından geçiren bir ilim irfan yuvası olan Galatasaray Lisesi’ne dil uzatanların asıl amaçları ortadadır. Bu cüreti gösterenler şunu bilmelidir ki; tüm kurumlarıyla vücut olan Galatasaray, Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin temel değer ve ilkelerinin yılmaz bekçisi olmaya devam edecektir.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.”

Galatasaray Spor Kulübü

‘TTB açıkladıktan sonra Sağlık Bakanlığı bu verileri ortadan yok etti’

‘TTB açıkladıktan sonra Sağlık Bakanlığı bu verileri ortadan yok etti’

Sağlık Bakanlığı’nın Covid-19 verilerini açıkladığı tablosunda değişikliği gitmesi tepkilere neden oldu. Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman: Yoğun bakımdaki hasta sayısını vermek istemiyorlar. Çünkü biz bunlara bakarak çıkarımlarda bulunabiliyorduk. Aktif hasta sayısını yoğun bakımdaki hasta sayısına bölüyorduk. (AS: tersi olacak..) Dünyada %1,5 dolayındayken Türkiye’de % 10’un üzerinde olduğunu 3-4 gündür açıklıyorduk. TTB açıkladıktan sonra Sağlık Bakanlığı bu verileri ortadan yok etti.

ANKA, 31 Temmuz 2020 Cuma, 12:19
  • (AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Sağlık Bakanlığı’nın yayımladığı Covid-19 tablosundan yoğun bakım ve entübe hasta sayılarını kaldırması tepki çekti. Bakanlığın gün gün yayımladığı ve yeterince ayrıntılı olmadığı gerekçesiyle bilim insanları tarafından sıkça eleştirilen tabloda değişikliğe gidildi. Yapılan değişiklikle 1 Haziran’dan bu yana ikiye katlanan yoğun bakımdaki hasta sayısı ile entübe hastaların sayısı kaldırılarak yerine zatürre oranı ve durumu ağır hastaların sayısı kondu.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Sinan Adıyaman, Bakanlığın verileri uluslararası standartlara göre açıklamadığına dikkat çekti:
  • “Yoğun bakımdaki hasta sayısını vermek istemiyorlar. Çünkü biz bunlara bakarak çıkarımlarda bulunabiliyorduk. Aktif hasta sayısını yoğun bakımdaki hasta sayısına bölüyorduk (AS: işlem tersine olacak..). Dünyada %1,5 dolayındayken Türkiye’de %10’un üzerinde olduğunu 3-4 gündür açıklıyorduk. TTB açıkladıktan sonra Sağlık Bakanlığı bu verileri ortadan yok etti.”

HASTA ARTIŞI İNANILMAZ BOYUTTA!

Normalleşme’ adımları nedeniyle salgının bastırılamadığına dikkat çeken Prof. Dr. Adıyaman, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sahadan gelen geri bildirimler de Sağlık Bakanlığı açıklamalarının üstünde bir gerçekle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Sağlık Bakanı İstanbul için Türkiye’nin Wuhan’ı demişti. Ancak Diyarbakır, Urfa gibi illerde inanılmaz bir hasta artışı var.”

TTB Başkanı, sözlerini şöyle noktaladı:

  • “Ankara’da yoğun bakımlar dolmuş durumda.
  • Artık özel hastaneler yoğun bakımda Covid-19’lu hastaları yatırmıyor.
  • Kamu ve şehir hastanelerinde aşırı derecede hasta var.Bazıları dışarıda bekletiliyor.
  • Yoğun bakımda yer olmadığı için, ancak hasta kaybı olduğunda yatabiliyorlar.
  • Baktığımızda hızlı bir artış var, ilk anlara geri dönmeye başladık.
  • Amaç sağlık sisteminin bunla baş edebilmesini sağlamak. Sistemimiz bunu kaldırmayabilir.
  • Dolayısıyla bu iki parametrenin kaldırılmasının hiçbir anlamı yok. Yapılan tablo değişikliği yanıltıcı, halkı yanlış bilgilendiriyor.”

Öte CHP Ankara Milletvekili Dr. Servet Ünsal, koronavirüs tablosundaki değişikliğe tepki gösterdi:

  • “Gerçekleri gizleyemezsiniz.
  • Yalnızca % 40 doğruluğu olan testlerle virüsü yaydınız.
  • Pandemiyi de yanlış yönettiniz.”
    ====================================
    Dostlar,

Bu gün (31 Temmuz 2020) TELE1 TV’de Sn. Zeynel Lüle’nin konuğu olarak Küresel Korona Salgını sorununu değerlendirdik.. (81. TV porogramımız..)

– DSÖ’ne bildirilen resmi toplam olgu sayısı 17,550,515
– DSÖ’ne bildirilen resmi toplam ölüm sayısı 680,159 (%6)
– Halen aktif hasta sayısı 5,925,003
– Kritik durumda (yoğun bakımda) olan hasta sayısı 65,484 (%1)
Türkiye’de “ağır hasta sayısı” 583, zatürresi olan hasta oranı %8,8
– 30 Temmuz günü tanı alan yeni hasta sayısı 287,343; nüfusuyla orantılı olarak Türkiye’de beklenen; 287,343 x %1,1 = 3,161 (saptanan 982)
– 30 Temmuz günü ölen hasta sayısı  6,418
Türkiye’de beklenen; 6,418 x %1,1 = 71 (saptanan 17)
– Türkiye’nin dünyadaki sırası : 17 (nüfus büyüklüğü sıralaması ile aynı)
– 1 milyon nüfusta test sayısı (%40 tanı yetenekli) : 56,874 (İngiltere’nin 174’ü!)
******
Verilerin iler – tutar yanı yok!
Yoğun bakımdaki hasta sayısı açıklanmıyor..
Artık verilen “bilgi” (!?) şu :

  • Türkiye’de “ağır hasta sayısı” 583, zatürresi olan hasta oranı %8,8Ağır hasta sayısı yoğun bakım + entübe olanlar mıdır??
    Yalnızca entübe olanlar mıdır?
    Bu doğru ise yoğun bakıma alınan hasta “ağır hasta” değil midir, kim ağır hastadır?

    Resmen ilan edilen toplam olgu sayısı 230,873’tür.
    İyileşen (taburcu edilen demek daha doğru.. tam iyileşme??) 214,535
    Toplam ölenler 5,692. Son 2 rakamı toplayıp toplam olgu sayısından düşersek;

    230,873 – (214,535 + 5,691) = 10,647 olarak halen yatan hasta sayısını buluruz.
    Ağır hasta olan 583 kişinin, halen yatanların %5,75’i olduğunu buluruz.
    Bu oran dünya ortalaması olarak %1!
    Sağlık Bakanlığı’nın %8,8 zatürre oranı, 10,647 yatan hasta içinde başlı başına çok yüksek bir orandır.
    Ölümler dünya genelinde %6 iken Türkiye’de 5,692 / 230,823 = %2,5!
    Bakanlığın verilerinden çıkarabildiğimiz ölçüde yoğun bakım hastalarımız (zatürre olduğu bildirilen %8,8) dışında halen yatanların %5,75’i ile dünya ortalamasının 5,75 katıdır ama ölüm oranlarımız dünya ortalaması %6 iken bizde %2,5’tir!?
    *****
    Sağlık Bakanlığı nereye varmak istemektedir??
    AB kuşkusuz gerçekleri bilmektedir, o yüzden kapıları kapatmıştır.
    Rusya dünyada 4. sırada salgın içindedir ve 1 Ağustos ve 10 Ağustos’ta Türkiye – Rusya uçuşları ve turizmin açılması planlanmaktadır..
    Bu çılgın ve sorumsuz bir davranıştır turizm gelirleri elde etmek hatırına!
    Türkiye’nin pek çok yerinden meslektaşlarımızdan bize ulaşan, TTB’ye erişen ve basına da yansıyan verilerden HASTA SAYISINDA ANORMAL BİR PATLAMA yaşanmaktadır. Kamuda yoğun bakım yatakları dolmuştur.
    Bakanlık, ölçüsüz – hesapsız – akıl dışı “normalleşmeyi” sürdürmektedir.
    Halk da Bakanlığın iyimser yansıtmalarına dayalı olarak önlemleri savsaklamaktadır..
    ****
    31 Ağustos’ta okulların açılması planlanmaktadır..
    Eylül sonrasında influenza / grip mevsimi başlamaktadır ve kapalı mekanlara dönüş başlayacaktır..
    Dünya Sağlık Örgütü ciddi ciddi 2. dalga uyarısı yapmaktadır, örn. İspanya!
    Günlük yeni olgu sayıları ve ölümler rekorlar kırmaktadır!
    Toplum bağışıklığı yok gibidir, aşı ve ilaç da  yoktur!
    Dünyada, komşularımız İran, Irak, Bulgaristan, Rusya’da ciddi salgın vardır.
    Suriye’den güvenli veri yok ama herhalde güllük – gülistanlık değildir.
    Türkiye transit bir coğrafyadır ve 5 milyonu aşkın “sığınmacı” sı vardır.
    Irak – Suriye sınırı delik – deşiktir; Gaziantep, Batman, Urfa hasta kaynamaktadır.
    ****
    Bu gidiş iyi değildir; halktan, hatta Bilimsel Danışma Kurulu üyelerinden bile gerçekleri saklayarak varılacak yer büyük bir hüsrandan başka bir şey olamaz!
    Bir kez daha uyaralım;

  • BU SALGIN TÜRKİYE’ye DİZ ÇÖKTÜREBİLİR!
    Başta AKP iktidarı olmak üzere her – kes, daha çok gecikmeden aklını başına toplamalıdır. İktidar, gerçekleri saklamayı bırakmalıdır, turizm etkilenmesin deniyorsa zaten dünya – alem gerçekleri biliyor.
  • Muhalefet, daha etkili yöntemlerle iktidarı uyarmalı ve halkı bilgilendirmelidir. Örneğin Eylül ortalarında bir ULUSAL SALGIN KURULTAYI toplamalı ve çözüm önerilerini iktidara ve kamuoyuna sunmalıdır.
  • Halk da sorunun ciddiyetini kavramalı, çok sorumlu davranmalıdır..

EBLEH Mİ / HAİN Mİ?

EBLEH Mİ / HAİN Mİ?


Ali Erbaş denen FETÖ’cu sefil fani
; Diyanet İşleri Başkanlığı resmi sitesinde yayınlanan 24 Temmuz 2020 tarihli hutbenin yazılı metninin dışına çıkarak Atatürk’e açıkça hakaret etti! Suç işledi!
Hutbe metninde, İstanbul’u İngilizlerin işgalinden kurtarıp tekrar Türk Milletine armağan eden Atatürk’ten bahsetmedi bile…

Zaten ibadete açık olan Ayasofya’nın, tekrar ibadete açılması sırasındaki ortamın heyecanı içinde, orada bulunan T.C. Cumhurbaşkanı Erdoğan – Ülkücü Bahçeli – Yimpaş Fuat – Pakdil Hulusi- Görünmeyen Paşa Yaşar gibi devlet büyükleri, Atatürk’e hakaret edildiğini anlamamış olabilirler!

Türk Milletinin gözü önünde, Türk Devletinin kurucusuna yapılan ağır hakaret, aynı anda ve hemen her yerde, özellikle de sosyal medyada yazıldı, kınandı!

Aradan iki gün geçti;
Ali Erbaş denen FETÖ’cu sefil fani, “Ben Atatürk’e hakaret etmedim” deyip, Türk Milletinden özür dilemedi! Atatürk’e, bilerek ve isteyerek hutbede yer vermediğini, bilerek ve isteyerek hakaret ettiğini kabul etmiş oldu.

Atatürk’e yapılan hakareti ilk başta fark edemeyen devlet büyükleri, aradan iki gün geçtikten sonra uyanıp, Atatürk’e hakaret eden Ali Erbaş’ı kınadılar mı? Kınamadılar!

O zaman, Ayasofya’da bulunan devlet büyükleri, karar vermek zorundadırlar!
Ya söyleneni anlamayacak kadar zeka özürlü olduklarını kabul edecekler,
Ya da, Atatürk hakkında aynen sefil fani Ali Erbaş gibi düşündüklerini kabul edecekler!
Bunun başka bir şekli, yolu yoktur.

Takiyye’den, başları sıkışınca Atatürk’ün adının arkasına sığınan sahtekârlardan, düşündüğünü mertçe söyleyemeyen ödleklerden bıktık.
Özellikle de, Atatürk’ün giydiği üniformayı giyip, Atatürk’e küfreden meczupların önünde eğilen, sahte Atatürkçü paşalardan bıktık!

Bir kere olsun;

  • “İçinizdekini açıkça ifade edip, biz Atatürk’ten nefret ediyoruz. Çünkü hilafeti kaldırdı. Bizim askere gitmeme, halkı dinle dolandırma, vergi vermeme hakkımızı elimizden aldı. Biz de tekrar “Din Devleti” kurup, hilafeti geri getirmek için çalışıyoruz” deseniz ya!

Sayın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı;

Türk Milletinin onurlu ve sorumlu bir bireyi olarak size yine ve bir daha sesleniyorum;
Assam’daki son toplantının konuşmaları, sitelerinde duruyor. İslam Anayasasının yazımı bitti. Mehdi bekleniyor. Tüm AKP Milletvekilleri ve Cumhurbaşkanı Başdanışmanları ve bürokratları bu toplantılarda başroldeler. Türk Devletinin kurucusuna, suç olmasına rağmen hakaret ediliyor. Anayasamızın 174’üncü maddesi İstanbul’da çiğnendi.
Sarıklı-cübbeli binlerce militanın, bir kadına nasıl saldırdıklarını gördük.

Tüm bunlar sizin görev alanınıza girmiyor mu? Anayasa sizi bağlamıyor mu?
Lütfen bir açıklama yapın;
Ya, “Korkularınız yersizdir. Biz Anayasal sorumluluğumuzu biliyoruz. Cumhuriyet’in bekçisiyiz” deyin ve gereğini yapın; ya, “Görevimi yapamıyorum, korkuyorum” deyin, ya da “Ben de FETÖ’cu Ali Erbaş gibi düşünüyorum” deyin. Ama mutlaka konuşun, susmayın!

Aziz Türk Milleti;
Yıllardır sizlere, badem çetesinin neler yapabileceğini anlatmaya gayret ettim.
Umarım, artık anlamış ve görev bilincine yani vatan savunmasına hazırsınızdır.
İnşallah, Afganistan’da – Belücistan’daki gibi adı “Hakikat Medresesi” olan fakat erkek çocuklarının zorla çalıştırıldığı genelevleri görmek zorunda kalmazsınız…

Ne Mutlu Türküm Diyene ve Sözünden Dönmeyene…

Sağlık ve başarı dileklerimle 26 Temmuz 2020

Rifat Serdaroğlu

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Çağrımızdır

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Çağrımızdır :


Saygın bilim insanı Prof. Dr. Sencer İMER, what’s up iletisi ile şunları yazdı :

Değerli arkadaşlar,
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ı Ayasofya’nın açılışında Atatürk’e karşı yorumlanacak hutbesi dolayısıyla istifaya davet ediyorum.
Bu talebe katılmanızı bekliyorum.
Sevgi ve saygılar, 26.07.2020

Sencer İmer

*****

Biz de Sencer İmer hocamıza katılarak aşağıdaki gibi içimizi dökelim istiyoruz :

Ayasofya'da kılıçla cuma hutbesi okuyan Diyanet Başkanı, Atatürk'ü ...

1. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memuru, tüm ulusumuzdan ve Yüce ATATÜRK’ün
aziiiiiiiiiiiiiz anısından açıkça özür dilemelidir.
2. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memuru, derhal görevinden istifa etmelidir.
3. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memuru hakkında derhal, halkı kin ve düşmanlığa teşvikten ve Atatürk Hakkında Yasayı çiğnemekten adli işlem / ceza kovuşturması başlatılmalıdır.
4. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memuru hakkında derhal 657 s. yasa kapsamında disiplin soruşturması başlatılmalı ve hak ettiği en ağır ceza, DEVLET MEMURLUĞUNDAN ÇIKARMA yaptırımı uygulanmalıdır.
5. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memuru, AKP = RTE / Partili Cumhurbaşkanı tarafından görevinden azledilmeli ve Erdoğan da halktan ve Atatürk’ten özür dilemelidir.
6. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memurunun söz konusu konuşması YOK HÜKMÜNDE SAYILMALI, yerine Büyük ATATÜRK’e açık şükran ve minneti de ifade eden yeni bir metin tarih kaydına geçirilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 26 Temmuz 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

 

Türkiye Barolar Birliği’nden Diyanet İşleri Başkanı’na istifa çağrısı

Türkiye Barolar Birliği’nden
Diyanet İşleri Başkanı’na istifa çağrısı

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a cuma günü okuduğu hutbeden dolayı tepkiler devam ediyor. Türkiya Barolar Birliği de Erbaş’ı Atatürk’e yönelik sözlerinden dolayı istifaya çağırdı.

Ayasofya'da kılıçla cuma hutbesi okuyan Diyanet Başkanı, Atatürk'ü ...

İstifa çağrısında

  • “Diyanet İşleri Başkanı’nın, oturduğu makamı borçlu olduğu Mustafa Kemal Atatürk’e karşı, gizli ajandasına dayalı sözler sarf etmesi asla kabul edilemez” ifadeleri kullanıldı.

TBB’den yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“Mustafa Kemal Atatürk, Padişahın mülkü sayılan ülkede, O’nun kulu olarak yaşayan insanlarımızı yaptığı devrimlerle özgür yurttaşlar haline getiren kurucu liderdir.

Diyanet İşleri Başkanı’nın, oturduğu makamı borçlu olduğu Mustafa Kemal Atatürk’e karşı, gizli ajandasına dayalı sözler sarf etmesi asla kabul edilemez.

Layık olmadıkları halde bu tür makamları işgal edenlerin kutsal din duygularını gizli ajandaları dogrultusunda kullanmalarının hiç kuşkusuz başka örnekleri de olmuştur.

  • Cumhuriyet sayesinde oturdukları koltuklardan Atatürk’e ve Cumhuriyet’e saldırılar yapanları tarih affetmeyecektir.
Ali Erbaş’tan ‘Atatürk’e lanet’ yanıtı: “Geçmişi değil, bundan sonrasını kastettim”

TBB yönetimi olarak Diyanet İşleri Başkanını, Atatürk’ü kastederek söylediği kabul edilemez sözleri sebebiyle kınıyor, Türk Milletinden acilen özür dilemesini ve istifa etmesini bekliyoruz.

Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulu

MARŞ MARŞ, YERLERİNİZE!

MARŞ MARŞ, YERLERİNİZE!

Mustafa Aydınlı - BiyografyaMustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ayasofya’daki ilk cuma hutbesinde

  • “Vakfedenin şartı vazgeçilmezdir, çiğneyen lanete uğrar” sözleri ile ad vermeden Atatürk’e lanet okudu!

Birlik ve beraberliğe, en çok gereksinimimiz olduğu şu günlerde, dinin sevgi ve hoşgörüye dayalı iletilerini vermesi gerekirken; Vatanın kurtarıcısı ve Cumhuriyetin kurucusu M. Kemal Atatürk’e lanet okumak ülkede infial / isyan yaratmıştır.

İstanbul 4 yıl, 10 ay, 23 gün İngiliz işgalinde kalmış (13 Kasım 1918, 6 Ekim 1923), kentin anahtarını İngilizlere Padişah Vahdettin teslim etmişti. İstanbul’u da, Ayasofya’yı da işgalden kurtaran Mustafa Kemal, Diyaneti kuran da O! Ali Erbaş da oturduğu koltuğu O’na borçlu. Ayrıca Murat Bardakçı’nın açıklamalarına, göre vakfiyede öyle bir metin de yok.

Bir din adamı neden yalan söyler? Neden gerçekleri çarpıtır? Neden kurucusuna ve kurtarıcısına hakaret eder? Çok düşündürücü değil mi? Bu tutum nankörlük değil de nedir? Peki, İslam inancında nankörlüğe yer var mıdır, nankörlük eden “neye uğrar” ??!! Dahası ahlak dışı bir davranış değil midir bu iftira; özünde İslam dini “iyi – güzel ahlak” odaklı değil midir??

Mustafa Kemal’in bir bölüm sözde din adamlarınca saldırıya uğraması ilk değil. Şeyhülislam ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti, İslam Teali Cemiyeti’nin kurucusu Mustafa Sabri, Mustafa kemal Paşa hakkında idam fermanını kaleme alan kişi ve Sevr’in imzalanması için özel çaba harcadı.

  • “Mustafa Kemal ve Ankara hükümeti kahpedir… Kudurmuş haydutlar, caniler…
    Eyy Allah’tan korkmayan, eyy peygamberden haya etmeyen mahluklar… Bunların dinsizlik derecesi tasavvur edilemez, cenabı hakkın gazabı ve laneti bunların üzerine olsun… Yunanlara fazla zayiat verdirmek bizim için hayırlı ve menfaatli olamaz, İngilizleri kızdırırız, İngiliz gibi muazzam devlete karşı katiyen kazanma ihtimali yoktur… Yunan ordusu halifenin ordusudur, asıl kafası koparılacak mahlukat Ankara’dadır..”

Fesli Kadir Mısıroğlu da “Keşke Yunan galip gelse” diyenlerdendi. Belli ki Ali Erbaş da bunlardan el almış.

Yurtsever din bilgileri de var elbette, Ankara Müftüsü Rıfat Börekci ilk Diyanet İşleri başkanı idi. Günümüzün aydın din bilginlerinden Sayın Cemil Kılıç gibi. Kılıç, attığı bir tivitte şöyle diyor :

  • “İnsanlığın dincilere tutsak düşen dinlerden çektiği nedir Allah aşkına?
  • Tıpkı Muaviye’nin cami kürsülerinden Ehlibeyte lanet okutması gibi,
    bu gün de kürsülerden Cumhuriyet’in kurucusuna ad vermeden lanet okunuyor.
  • Unutma! Bu gün minberden isim vermeden Kadir Mısıroğlu’na rahmet,
    Atatürk’e de lanet okundu.
  • Bu gün Atatürk’ün kurduğu devletin bir memuru, Atatürk’e lanet okudu.
  • Susanın kanı kurusun.”
    Can Yücel ; “Bana ‘Şiirlerinde küfretme.’ diyorlar usulsüz. Ulan nasıl anlatayım bu kadar o….. çocuğunu küfürsüz?” demektedir.

Neyzen Tevfik ise bir şiirinde;

Ben sana _ok demem,
_oklar duyar ar eder.
Bir zerren düşse _oka,
Onu da mundar eder..

diye başlayan ancak 2. dörtlüğünü buraya almaktan bizim de “hâyâ” edeceğimiz dizelerle içinden taşan ölçüsüz ve haklı isyanı dile getirir..

Geldiğimiz yer tam da burasıdır ve halkın duyarlığı, sinir uçları ile neden bilerek ve isteyerek, adeta kör kör gözüm parmağına oynanır; anlamak ve anlatmak olanak dışıdır!
Anlaşılan AKP = RTE “gidici” olduğunu kesin ve net olarak görmektedir.. Bu çöküşü geciktirme  derdindedir. Kısa günün kârı yanı sıra, ehh, bir miktar daha kutuplaşma ve tabanını bir arada tutma çırpınışı..
Yalnızca batmıyorlar, insanlık tarihinde utanca da boğuluyorlar..
****
Edebiyat dersinde öğretmen yazılı yoklama yapıyor, öğrenci noktalama işaretlerini nereye koyacağını bilmiyor. Kompozisyon bitince tüm noktalama işaretlerini en sona yazıyor ve “Marş marş yerlerinize” diyor.

Biz de Can Yücel ve Neyzen Tevfik’in sözlerini nereye koyacağımızı bilmiyoruz,
nereye yakışıyorsanız oraya, marş marş yerlerinize diyoruz.
=============================

Dostlar,

Biz de dökelim içimizi                       :

1. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memuru, tüm ulusumuzdan ve Yüce ATATÜRK’ün
aziiiiiiiiiiiiiz anısından açıkça özür dilemelidir.
2. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memuru, derhal görevinden istifa etmelidir.
3. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memuru hakkında derhal, halkı kin ve düşmanlığa teşvikten ve Atatürk Hakkında Yasayı çiğnemekten adli işlem / ceza kovuşturması başlatılmalıdır.
4. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memuru hakkında derhal 657 s. yasa kapsamında disiplin soruşturması başlatılmalı ve hak ettiği en ağız ceza, DEVLET MEMURLUĞUNDAN ÇIKARMA yaptırımı uygulanmalıdır.
5. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memuru, AKP = RTE / Partili Cumhurbaşkanı tarafından görevinden azledilmeli ve Erdoğan da halktan ve Atatürk’ten özür dilemelidir.
6. Ali Erbaş adlı DİB Devlet Memurunun söz konusu konuşması YOK HÜKMÜNDE SAYILMALI, yerine Büyük ATATÜRK’e açık şükran ve minneti de ifade eden yeni bir metin tarih kaydına geçirilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 26 Temmuz 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

 

 

Doğruluk payı %40 testi neden kabul ettiler; peki, rüşvet konusu ne oldu??!

Doğruluk payı %40 testi neden kabul ettiler; peki, rüşvet konusu ne oldu??!

Orhan Bursalı
obursali@cumhuriyet.com.tr 
23 Temmuz 2020, Cumhuriyet

Sağlık Bakanlığı, özellikle şu pandemi döneminde en sağlıklı yer olması gerekirken, neredeyse “ben en sağlıksız yerim..” diye bağırıyor. Müthiş bir pandemi yönetimimiz, gurur kaynağımız, yerli ilaç-test kitimiz, dünyaya örneğiz, diye reklamı yapıla yapıla neredeyse milletin tümünün bu söylentilere inanacağı noktaya gelmişken…

Balon birkaç yerden patladı. İlk balon virüs kapmış insan sayımızın düşük tutulmasıyla, vakaların sayısının az gösterilmesiyle patlayacaktı ki patlayamadı; herkes dedi ki hangi ülke düşük göstermiyor ki… doğru bilgi veren az sayıda ülke yönetimi var, yani sineye çektik…

Derken “yerli test kiti” kullanmaya başladı bakanlık. Bu da bir övünç kaynağımız idi. İlk başlardaki başarısızlığa rağmen testler daha sonra çalışır vaziyete getirildi.

Yüzde 50 biliniyordu

Fakat bizim hastanelerden aldığımız bilgiler, bakanlığın onlarca projede birlikte çalıştığı şirketin, “virüs var mı yok mu”yu ölçen testlerinin ancak %50 doğruluk payı ile işlediği idi. Bu nedenle çok sayıda test tekrarlanıyordu. İnsanlar koronalı olduğu halde, mesela akciğer BT’leri bunu kanıtladığı halde, test negatif çıktı diye virüslü sayılmıyordu. Binlerce kişi böyle! Ve korona hastalarının sayısı baskılanıyordu.

Yüzde 50 doğruluk payını doktorlarımız biliyor dedik. Bakanlık da biliyordu şüphesiz, ama bir sorun yapılmadı… Kol kırılır yen içinde kalır, deve kuşu başını kuma gömer örneği.. Bakanlık bunu bile bile yapıyordu. Üstelik, tekrarlanmak zorunda kalan kaç test var sorusuna hiçbir zaman yanıt vermediler. Ama ne zamanki bu testlerin %50’nin bile altında, % 40 doğruluk payı ile çalıştığı, dış ülkelerde yapılan test haberiyle balon patladı, birden sorun oldu.

Yerli başka testlerimiz de vardı

Bu arada ülkemizde çok daha yüksek, %90’lara varan doğruluk payı ile çalışan testler geliştirilmiş, ancak bir türlü bakanlığın gözdesi olamamışlardı. Neden, bilmiyoruz, ama iki tahmin yürütebiliriz:

İlki, %50 doğruluk payı, bakanlığın koronalı sayısını düşük göstermek politikasına uygun düşüyordu! Yüzde yüz doğruyu gösterecek testler, bu politikaya uygun düşmezdi!

İkincisi ise düşük doğruluk paylı testi üreten şirket ile bakanlığın ilgili birimi veya bakanlık arasındaki özel veya genel ilişkiler, anlaşmalar olabilirdi. Bu tür bir ilişki, aslında iktidarın politikalarına yabancı değildi.

Yapılması gerekeni bakanlık yapmadı: Ülkemizde yerli üretilen testleri birbiriyle yarıştırıp desteklemek, daha yüksek düzeyde gelişmelerine yardımcı olmak, en iyilerinden satın alıp uygulatmak ve ayrıca Türk şirketlerinin testlerine garanti vererek dünyaya açılımlarına destek çıkmak.

Bakanlık kaliteyi değil kalitesizliği desteklemiş ve katma değeri yüksek bir biyoteknolojik ürünün hızla gelişmesine köstek vurmuş oldu.

Neresinden bakarsanız ülkeye kötülük.

Peki, rüşvet kimlere verildi?

Bu arada bir Amerikan ilaç şirketinin, ilacının bakanlık listesine alınması için, bir aracı ile 1.6 milyon $ rüşvet dağıttığı ortaya çıktı. Nerede? ABD’de! Şirket, Rusya ve Türkiye’de rüşvet dağıttığını itiraf etmiş ve milyonlarca $ (AS: 21 milyon $!) ceza vererek paçasını kurtarmıştı.  Rüşvet, Sağlık Bakanlığı’nda dağıtılmıştı. Artık hangi birimler, hiç de bilinmez değil. Fakat bakanlıktan açıklama yok. Bir soruşturma başladı mı bilinmiyor. Bu arada dün bakanlıkta 5. kişinin de görevden alındığı haberini okuyoruz. Bakanlık bu konuda bir çalışma başlattı mı, istifa veya görevden almaların aynı zamanda bu olayla da ilgisi var mı, bilmiyoruz.

Amacımız istifa edenleri töhmet altında bırakmak değil. Bakanlık açıklama yaparak, şeffaf davranarak bu neyin ne olduğu konusunda millete bir açıklama yaparsa, çok iyi olur.

15 Temmuz tiyatrosu

15 Temmuz tiyatrosu

Örsan K. Öymen
20 Temmuz 2020, Cumhuriyet

15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe girişimi bir tiyatro değildi, gerçek bir darbe girişimiydi. Ancak o tarihten sonra 15 Temmuz hakkında AKP iktidarı tarafından halka anlatılanların önemli bir kısmı bir tiyatrodur!

CHP zaten söz konusu darbe girişiminin bir tiyatro olduğunu söylemiyor, darbe girişimini bir gerçek olarak kabul ediyor, ancak bu sürecin yönetilme biçimini ve sonrasındaki siyasi uygulamaları eleştiriyor; iktidarın, darbe girişimini önceden haber aldığı halde, baskı ortamını artırmak amacıyla darbeyi zamanında önlemediğini ve darbe girişiminin gerçekleşmesine kontrollü bir biçimde izin verdiğini savunuyor. O nedenle, darbe girişiminin tiyatro olup olmadığı tartışmasını bir kenara bırakıp, darbe girişimi sonrasında sergilenen tiyatro gösterisine odaklanmak gerekir.
***
Bu tiyatro gösterisinin 1. perdesinde, 15 Temmuz, “Demokrasi ve Milli Birlik Günü” ve resmi tatil ilan edildi. Oysa Türkiye’de daha önce de hem askeri darbe girişimleri hem de askeri darbeler gerçekleşmişti, ancak darbelerin mağdurları hiçbir zaman, kendi mağduriyetlerini gündemde tutmak amacıyla, böyle bir gün icat etmek gereği duymamışlardı.

Örneğin 1960, 1971 ve 1980 darbelerinin mağdurları olan Demokrat Parti-Adalet Partisi-Doğru Yol Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Milli Selamet Partisi-Refah Partisi ve onların liderleri olan Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş, Necmettin Erbakan, sonrasında iktidar veya iktidar ortağı oldukları halde, darbe tarihlerini, darbeleri kınamak amacıyla, resmi tatil ilan etmediler.

Zaten etselerdi, darbe enflasyonu yaşanan Türkiye gibi bir ülkede, yılda üç kere darbeleri anmak durumunda kalacaktık. Yani darbeleri anma günleri, 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos ve 29 Ekim gibi ulusal bayramlarımızın sayısıyla neredeyse eşitlenmiş olacaktı. Darbe girişimleri de bu anmalara katılsaydı, darbeleri ve darbe girişimlerini anma günlerimiz, ulusal bayramlarımızın sayısını geçecekti!

AKP iktidarı ise geçmişte yaşanan tüm darbeleri ve darbe girişimlerini yok sayarak, kendisini evrenin merkezine koyan megaloman ve narsist bir yaklaşımla, 15 Temmuz’u, “Demokrasi ve Milli Birlik Günü” günü ilan etti. Böylece Türkiye’deki tüm diğer darbeler ve darbe girşimleri de 15 Temmuz’un gölgesinde kaldı, “milli birlik” unsuru ortadan kalktı, sanki darbe ve darbe girşimlerinin tek mağduru kendileriymiş gibi, kişisel unsur ön plana çıktı, “millilik”, AKP iktidarının desteklenmesi ölçütüne indirgendi!

Oysa, Türkiye’nin tarihindeki tüm darbeleri ve darbe girşimlerini kınamak amacıyla tarafsız ve ortak tek bir gün belirlenseydi, “Demokrasi ve Milli Birlik Günü” çok daha anlamlı olurdu.

***

15 Temmuz sonrasında ortaya konan tiyatro eserinin 2. perdesinde, darbe girişimi bahane edilerek, sivil dikta yönetimi kurma aşamasına hız verildi. Olağanüstü hal ve baskı koşullarında bir anayasa değişikliğine ve referanduma gidildi; referandumla anayasanın kendisi ihlal edildi; anayasaya aykırı bir referandum yapıldı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve bağımsız yargının bazı yetkileri kısıtlandı; yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığı ortadan kaldırıldı; Hâkimler ve Savcılar Kurulu ile Anayasa Mahkemesi üyelerinin bir kısmının, yürütme organı, yani hükümet tarafından atanması sağlandı. Böylece yargı hükümetin emrine girdi; TBMM’nin de denetleme ve yasa çıkarma yetkisi (AS: özellikle Bütçe hakkı!) budandı, milletvekilleri sembolik figüranlar haline dönüştürüldü.

FETÖ’nün bombaladığı Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir darbeyi de AKP vurdu, laik düzenin monarşik yöntemle yıkılması süreci hız kazandı!

Böylece, tiyatronun 2. perdesinde, “Demokrasi ve Milli Birlik” gününün, “millilik” unsuruyla birlikte, “demokrasi” unsuru da tamamıyla ortadan kalktı.

Bu tiyatronun yönetmeni, oyunun adını, “Monarşi, Teokrasi ve AKP Günü” olarak değiştirse, kötü bir oyun ortaya koymuş olsa da daha dürüst ve tutarlı olurdu!