ŞİİR KÖŞESİ : AY’A GİDERİZ AY’A

ŞİİR KÖŞESİ…

 

Mustafa AYDINLI
Eğitimci, yazar

 

AY’A GİDERİZ AY’A

Yıldızlar saya saya
Ay’a gideriz  Ay’a
Hay aklınla çok yaşa
Ay’a gideriz Ay’a

Dört şeritli yol Ay’a
Dünya da kaldık yaya
Sığmaz köşke saraya 
Aya gideriz Ay’a

Yokmuş popoda donu
Gelir elbet bir sonu
Ay’a gitmektir konu
Ay’a gideriz Ay’a

Ay’a gitmek derdimiz
İşsiz kalmış ferdimiz
Dar geldi ya yurdumuz
Ay’a gideriz Ay’a

Sığmaz olduk karaya
Aklı verdin kiraya
En son gelecek Ay’a
Ay’a gideriz Ay’a

Ay’da hayat var mıdır?
Dünya bize dar mıdır?
Haram yemek kâr mıdır?
Ay’a gideriz Ay’a

Ay’la bozduk kafayı
Tutmaz oldu bu sayı
Sevdin köşkü, sarayı
Ay’a gideriz Ay’a

Galaksiler geçerek
Gezegenler seçerek
Bize sabit yer gerek
Ay’a gideriz Ay’a

Bizde Dünya lideri
Hani bunun gideri
Halk bir kemik bir deri
Ay’a gideriz Ay’a

Biraz parsa kapmaya
Orda saray yapmaya
Göle çaldık bir maya
Ay’a gideriz Ay’a

TÜY DİKTİNİZ TÜY

TÜY DİKTİNİZ TÜY

Rifat Serdaroğlu

14. yüzyıl başlarına kadar Avrupa’da tuvalet kullanımı bilinmezdi.
İnsanlar dışkılarını lazımlıklara yapar, dolunca da pencereden aşağı atarlardı.
Sokaklar pislik, insanlar hastalık içindeydi.

Avrupalı asiller, o yıllarda sokağa üç uşak ile çıkarlardı! (Şimdiki 200 araba, 2000 koruma gibi) Biri şemsiyeci, biri tüycü, diğeri ise parfümcü idi.
Şemsiyecinin görevi, evlerden atılan dışkıların asilzadenin kafasına düşmesini engellemek idi. Kakası gelen asilzade sokakta istediği yere kakasını yapar, tüycü hemen üzerine tüy dikerdi. Amaç asilzadenin kakasının diğer insanlarınkine karışmasını önlemekti. (Bizde Ağanın b.kunun üstüne b.k olmaz, gibi)
Tüy dikildikten sonra parfümcü uşak, dışkının üstüne bolca parfüm sıkardı.
Yani hem kakanı sokağa yapacaksın, hem poponu herkes görecek, hem üstüne tüy diktireceksin, hem de üzerine parfüm sıkacaksın! Tüy dikmek budur!

  • AKP Genel Başkanının üniversite diploması ve serveti hep tartışma konusu olmuştur.

Kendi ifadesiyle, tüm serveti bir nişan yüzüğü olan birinin, dünyanın en zengin sekiz siyasetçisinden biri olması, tam da tüy dikilecek bir olaydır.
Fakat, bazıları bizim Savcılarımız gibi değil ki? Yurtdışında alınan mallar, gizli hesaplardaki milyar dolarlar, iştirakler, gökdelenler herkesin gözüne battı. Özellikle yabancı istihbarat örgütlerinin!
Sonunda konu ABD Temsilciler Meclisinin önüne geldi. Temsilciler Meclisi üyeleri kendilerine verilen bilgi ve belgeleri incelediler ve oyladılar. 435 Üyeli Meclisin 413’ü iddialar araştırılsın, dedi.
Böylelikle tarihimizde ilk kez bir Cumhurbaşkanının Türkiye dışında edindiği mallar araştırılıp sorulacak;

“Bu kadar büyük bir serveti nasıl edindiniz, diye?”

Hem adınız kirletildi, hem mahrem yerleriniz göründü, hem de etrafa pis kokular yayıldı. İşte buna kelimenin tam anlamıyla “Tüy Dikmek” denir…

CHP Genel Başkanının siyaset yapma anlayışı, öncelikle kendi partisi içinde çok tartışılır. Benim anlayamadığım olay şudur;
Kılıçdaroğlu, Davutoğlu ve Babacan’a öyle bir kucak açtı, öyle destek verdi ki, anlam veremedik. Sanki bu ikilinin AKP ile hiç ilgileri olmamış, 19 senelik yıkımda, soygunda, katliamlarda, peşkeş çekilen özelleştirmelerde, yolsuzlukların saklanmasında, tarikat ve cemaatlerin devlete sokulmasında, rejimin değiştirilmesi çalışmalarında hiç suçları yokmuş gibi, pamuklara sardı bu ikiliyi!
Bu tarz, “Efendim, bunlar AKP’den oy alacaklar! Bu yüzden destekliyoruz” basitliğiyle izah edilemez.
O zaman şunu sormak hakkı doğar; Ne zamandan beri, Anayasanın ilk altı maddesi “oy hesabı” olarak kullanılmaya başlandı! Ne zamandan beri, kendini kullandırmaktan utanmayan, gel deyince koşan, git deyince Başbakanlığı bırakan adamlar kıymete bindi? Bunlarla mı ortaklık yapılacak?
Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak deyişini hatırlamak lazım.
CHP yönetimi, AKP larvalarına gösterdiği ilgiyi, sevgiyi kendi evlatları olan milletvekillerine gösterseydi, bu kopmalar yaşanmazdı.
İşte bu davranışa kelimenin tam anlamıyla “Tüy Dikmek” denir.

Aziz Türk Milleti;
Siyaset, ülkemize hizmet etmenin yollarından sadece biridir.
Siyaset dürüst ve cesur insanların işidir. AKP’nin yaptığı ve diğer partileri de alıştırdığı gibi, yol bulma, tuzak kurma, ülkemizin kurucu değerlerini yok sayma, Türk Milletine yalan söyleme işi değildir.
Bu şekil siyaset yapanlar, basit kasaba politikacıları ve politik hırslarını, akıllarının vicdanlarının altında tutamayanlardır. Bunların ülkemize verecek zarardan başka hiçbir şeyleri yoktur.

Bizler yani DOĞRU Partililer, Laik Cumhuriyetin değerlerine ve kurucu önderimize sonuna kadar bağlı, Türk Milletine asla yalan söylemeyecek, kendilerini Türk Milletine, demokrasiye, özgürlüklere adamış vatanseverleriz. Lütfen bizi diğerleriyle bir tutmayın.
Biz sadece Türk Milletine bağlıyız, sadece ondan emir alırız. Ülkenin her yerini dolaşıyoruz. Çok yakında bizi anketlerde göreceksiniz.
Gittiğimiz her yerde öyle sağlam tohumlar atıyoruz ki, gelecekte bu tohumlar Türkiye’yi en ileri düzeye taşıyacak.

Aziz Türk Milleti;
Çare sizin elinizde, ya kendi öz tohumlarınızı seçeceksiniz ya da hibrit tohumları! DOĞRU Partililerin görevi size doğruları ve gerçekleri anlatmaktır.
Takdir sizindir. Kararınızın sonucuna da birlikte katlanırız.
İnşallah bu kez, 2002’den sonra yapılan her seçimde olduğu gibi ülkemizin üstüne tüy dikilmez…

Sağlık ve başarı dileklerimle 14 Şubat 2021

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

Yoz Bir AKP Klasiği Daha : Melih Bulu Sorunu!

http://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/olaylar-ve-gorusler/yoz-bir-akp-klasigi-daha-melih-bulu-sorunu-prof-dr-ahmet-saltik-1813385

Yoz Bir AKP Klasiği Daha :
Melih Bulu Sorunu!

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)

Paraşütle indirme rektör Melih Bulu
‘nun önerileri dikkate alacağını hiç ama hiç umut etmiyoruz.

Çünkü, militanı olduğu siyasal çizginin kendine yüklediği özgörevi ne pahasına olursa olsun yerine getirmeye çabalayacaktır. Çaresizdir Bulu, çünkü bir de Boğaziçi’ne rektör olmak için zat-ı muhteremin hayalleri vardır!?

Kaldı ki istifayı bir an için usundan geçirecek olsa bile, bu yoldakulların‘ biat dışında
seçeneği olmadığından, müritleri göreve atama da, azletme de bir himmet olup,
Reis Hazretleri Cenahına aittir şeksiz şüphesiz.

Ne yapmalı?

En etkili çözüm öğretim üyelerindedir. Kuşkusuz, öğrencilerin ve öğretim elemanlarının itiraz ve direnci baştan sona yasal ve tümüyle meşrudur.

Üniversite başlıca Yönetim Kurulu ve Senato eliyle yönetileceğinden, bu kurulların üyeleri toplantılarda edilgin direniş gösterebilir. Bu yasal haklarıdır, örn. SUSMA hakkı kullanabilirler.
Bu kurullar karar alamazsa Rektör görev yapamaz; Bay Bulu, felç olabilir. Hocalar yönetsel görev kabul etmezse, 3 rektör yardımcısı atanamaz, Dekanlar da. Çünkü Rektör 3 aday bildirecek ve YÖK bunlardan birini dekan atayacaktır. (Anayasa md. 130/6)

Öte yandan RTE tarafından 2 fakülte kurulması (RG: 05.02.2021 tarih, 3519 s. Cumhurbaşkanı kararı) ve kadrolaşma yolunun açılması işlemi, Anayasa’nın 130. maddesine aykırıdır.
Çünkü; Anayasa md. 130/9 : “Yükseköğretim kurumlarının kuruluş ve organları ile işleyişleri
ve bunların seçimleri, görev, yetki ve sorumlulukları… kanunla düzenlenir.”

Cumhurbaşkanına böylesine yetki veren yasa yoktur. Zorlama yorumla böyle bir yetkinin
OHAL kararnamesiyle varlığı savunulacak olursa, Anaysa md. 130/1’de yeralan “kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler” hükmü gereği, üniversitelerin bilimsel özerklik koşulu olarak Fakülte açılmasına kendisinin karar vermesi zorunludur.

Dolayısıyla bu Cumhurbaşkanı Kararı -ki bir İdari işlemdir- hukuka aykırıdır ve Danıştay’da dava edilmesi gereklidir. Davada yasal dayanağın Anayasaya aykırılığı da savlanır. Anılan kararda kamu yararı yoktur ve tümüyle keyfi, siyasal amaçlıdır. Kamu yetkisi ilgililerce kendi ad ve keyiflerine göre değil, ULUS ADINA VEKALETEN kullanılır. Böylesi bir idari işlem iptal davası, Danıştay için de sınama olacaktır.

İktidarın gündem oyunu bu tür girişimler, ülkemizi yakıcı sorunlarından uzaklaştırmakta.
AKP = RTE’nin gerçek amacı da bu olsa gerek!

  • Türkiye’de hala günde yüz insan salgından ölmektedir!
  • Vicdanlar mühürlenmiş, ilgililer ve yandaşlar 3 maymunu oynamaktadır.
  • Toplum, bu vb. sorunlarına yabancılaştırılmaktadır!

Salgın nedeniyle sosyal, ekonomik, bilimsel, kültürel yaşam felç sınırındadır. Biriken çok yönlü sorunlar giderek çözümsüzleşmekte olup, kritik yaşamsal eşiğe dayanmıştır. Bu çok ağır koşullarda yapay Boğaziçi gerilimi sürdürülemez, sürdürülmemelidir. Dileyelim ve önerelim ki
sağduyu egemen olsun; AKP=RTE‘de, YÖK’te, kayyım rektör Bulu‘da.

BOĞAZİÇİ’ndeki yerden göğe meşru direniş ulusal ve uluslararası toplumca desteklenecektir, desteklenmelidir. AKP = RTE bu refleksi ulusal egemenliğe aykırı bir girişim gibi göstererek mağduru oynayamaz. Çağımızda özellikle temel insan hak ve özgürlüklerine aykırı
iktidar uygulamaları salt o ülkenin iç sorunu görülmemekte; uluslararası toplumun da
sorunu sayılmaktadır. AİHM‘nin bu yönde içtihat nitelikli kararları vardır.
***
Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı ve her ne hikmetse ayrıca Üniversite Genel Sekreteri zat-ı muhterem Prof. Cevdet Kılıç’ın Boğaziçi eylemleriyle ilgili tweet’i dehşet vericidir.

  • “Boğaziçili misiniz, Boğaz dışılı mısınız onu bunu bilmem, biz eylem falan yapmayız.
    Biz gece vakti işi bitirir ertesi gün işe gideriz bilin istedim.”

Erdoğan bu konuda henüz tek söz etmemiştir ne yazık ki! Niçin? Koro üyeleri uyumla rollerini mi oynamakta? İlahiyatçı Prof. Kılıç neden aynı zamanda genel sekreter? Bu görev akademik değil yönetsel ve yönetim bilimleri, hukuk gibi alanlarda eğitim almışların üstlenmesi gerek.

  • Muhalefet, birlikte ve etkin yöntemlerle karşı koymak üzere yordam geliştirmeli, uygulamalıdır.

Muhalefet, başkaca sorun ve ayrışmaları, bu akut ve ciddi sorun için ayraca alıp ertelemeli
ve topluca Boğaziçi’ne giderek yerinde destek vermeli, çözüm önerileri açıklamalıdır.

Salgın Döneminde Aşı, Mutasyon ve Okulların Açılması

Değerli yol arkadaşlarım,

13.02.2021 günü saat 21:00’de

ADD Genel Başkan adayı Dr. Hüsnü Bozkurt ve Prof. Dr. Ahmet Saltık’ın katılacağı,
Zoom ve Facebook üzerinden yapacakları

“Salgın Döneminde Aşı, Mutasyon ve
Okulların Açılması”

konulu şöylesiyle ilişkin erişke (link) gönderilmiştir.

Belirlenen saat 21’00 de erişke üzerine tıklayarak Zoom üzerinden veya Facebook’tan
“Hüsnü Bozkurt ve Arkadaşları” adresinden izleyebilirsiniz, katılımınız önemlidir.

Durur Gök
Sekreter
***

========================================
Dostlar,

Oturum ZOOM ortamında gerçekleştirilmiştir. (94 dk.)
Emek veren ve bizi konuşmacı olarak onurlandıran ADD’den dava arkadaşlarımıza şükranlarımızı sunarken, meslektaşım Dr. M.H. Bozkurt ve takımına (ekibine) ADD Genel Başkanlık yarışında başarılar dileriz.

Bugünkü Facebook canlı yayını YouTube’da yayınlanmıştır. İzlemek için lütfen tıklayınız..

https://www.youtube.com/watch?v=xwuH0B2SK-0&t=205s

Bilgi ve ilginize sunarız. (Güncelleme :14.02.2021, 01:03)

Sevgi ve saygı ile. 13 Şubat 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

 

 

TELE1 TV Programımız – 12 Şubat 2021

Dostlar,

Bu gün, 12 Şubat 2021 Cuma günü
saat 22:00’de TELE1’de
Sn. Merdan Yanardağ’ın konuğu olacağız / OLDUK.. (5. Boyut Programı)..

Kısa ve vurucu bir bölüm üstte..

Tüm program erişkesi (linki) (48. dakikadan sonra yaklaşık 45 dk. bizim konuşmamız..):

Bilgi ve ilginize sunarız.. (Güncelleme : 13 Şubat 2021, 19:49)

Sevgi ve saygı ile. 12 Şubat 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

Feza meza

Feza meza

Zafer Arapkirli
Cumhuriyet, 12 Şubat 2021
Malum “Aya… Yaya…” geyiklerinden herkese gına geldi, biliyorum.

O muhabbete girmeyeceğim tabii ki.

Ama muhteremler… Her sıkıştığınızda da “Uçak uçuracağız, fezaya gideceğiz, ayı fethedeceğiz…” gibi ucuzluklardan da bıkmadınız mı yahu?

Ucuzluk sizin bileceğiniz iş tabii. Zaten siyasette, uzunca bir süredir “seviyenin ve ağırlığın” artık mumla aranır olduğu bir dönem yaşattınız bizlere. Yaşatmaya da devam ediyorsunuz. Ama bu kadarı da olmaz ki! Devlet, bu kadar da gayri ciddi yönetilmez ki!

Bu millet bir yandan açlığın, sefaletin, yokluğun pençesinde inim inim inlerken, sofraya koyacak bir tas çorbayı zor kaynatırken, 11 aydır koronavirüs belası ile gırtlak gırtlağa savaş verirken, üç tane “kâğıt mendil büyüklüğünde maskeyi” koskoca devlet olarak o insanlara dağıtamamışken biraz ayıp olmuyor mu, hanımlar/beyler?

Koca koca adamlar, milletin karşısına geçip de “Gökyüzüne bakın. Ay’ı göreceksiniz” demekten hiç mi hicap duymuyorsunuz?

Korona belasına karşı hâlâ aşılamayı yaygın hale getirememişken, üstelik de “gelen kısıtlı dozda aşıyı kendinize ve eşinize dostunuza, utanmazca imtiyazlı yönetici klik ve şürekâsına yaptırdığınız”, hatta ve hatta gelen ikinci, üçüncü parti aşıları da yine bu “fevkalade kayrılmaya mazhar” azınlık elitine “ikinci doz” olarak yaptığınız yolundaki yaygın kanaat bu kadar güçlü iken, hiç mi yüzünüz kızarmıyor?

Yeni yürürlüğe giren simit zammının bile (misal) hep yapılan o klasik hesapla “günde kabaca 3 simit 3 çay” toplamı üzerinden, asgari ücretin bile önemli bir kısmı ile ancak karşılanabileceği gerçeğini millet unutuyor mu sanıyorsunuz?

Sizde hiç mi vicdan yok?

İngiliz dilinde bu durumları çok güzel anlatan bir deyim vardır:

“To add insult to injury” derler.

“Yaralı bir insana bir de hakaretler yağdırmak” gibi çevrilebilir. Tam o hesap.

Bir gün “Yerli ve milli tank” yapacağız yalanı ile milyonlarca dolarlık bir “peşkeşi” pazarlamaya, bir başka gün “Yerli ve milli uçağımız iki yıla kadar göklerde” yalanı ile oy devşirmeye çalışmaya, bir sonraki aşamada “Yerli savaş uçağımız, düşmana aman vermeyecek” rüyasını gördürmeye doyamamışken, ardından bir de “Yerli roketimizle Ay’a yerli astronot göndereceğiz” komikliklerini artık kimse yemez.

Vazgeçin bunlardan. Sadece mizah yazarlarına, karikatürcülere ve bugünlerin siyasi tarihini kasıklarını tuta tuta gülerek yazacak tarihçilere malzeme çıkar bunlardan.

Yapmayın demiyorum. Ama bari gündemi meşgul etmeyin. Kendi parti mahfillerinizde anlatıp anlatıp eğlenin.

Milleti rahat bırakın! Derdimiz başımızdan aşkın zaten!

BOĞAZİÇİ DİRENİŞİ

Öğretim üyesi ile öğrencisi ile emekçileri ile velileri ve mezunları ile koskoca bir kitleyi karşılarına aldıkları yetmiyormuş gibi, bir de dünyanın dört bir yanındaki akademi camiasına da rezil olduğumuzu hiç düşündünüz mü? Bu kadar saygın bir eğitim kurumunun, hatta “Kalite abidesi” niteliğindeki pırıl pırıl bir okulun, bir camianın, bir ailenin yüzüne adeta “nanik” yapar gibi ısrar ediyorsunuz.

Direnen onurlu insanları “Hain, sapkın, sapık, terörist” gibi sıfatlarla insafsızca nitelendirerek, çocukları okuldan alıp kodese tıkarak, bir yandan da hem yandaş medyanızda linç ettirmenin hem de yandaş akademisyenlerinize (Trakya Üniversitesi’nin saldırgan-seviyesiz İlahiyat Dekanı örneğindeki gibi) ağız dolusu hakaretler yağdırabilmesinin zeminini hazırlıyorsunuz.

Yazıktır. Bu ayıptan da bir an önce geri adım atın.

Yanlışı düzeltmek erdemdir.

Melih Hoca, (Prof. Bulu) size büyük bir görev düşüyor.

Çıkıp, “Bu yükü artık taşıyamayacağınızı” ilan edin. “Emir-komuta zincirini” kırın ve bu görevi iade edip, gerilimin tırmanmasına daha fazla müsaade etmeyin.

Hâlâ vakit var. Bu ülkenin bin türlü derdi tasası varken. Bir de bu mesele uzamasın.

Hep birlikte “ülkenin her alandaki saygınlık puanları”nın düşmesinden yorulduk.

ENİS BERBEROĞLU

Bu satırları yazdığım saatlerde; 45 yıllık dostum, okul arkadaşım (Boğaziçi Üni.), meslektaşım, Cumhuriyet (Gazetesi) okulundan “sıra” arkadaşım, sevgili kardeşim İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu’na yapılan hukuksuzluk nihayet sona erdirilmişti.

Mahkeme kararının Meclis’e iletilmesi ve genel kurula sunumu sonucu, resmen yanlış düzeltildi ve Berberoğlu yeniden “Milletvekili” olarak yasama görevine dönmüş oldu.

Dileyelim, yeni bir ayıba imza atılıp da “Bir an önce hakkındaki dokunulmazlık fezlekesini yeniden gündeme getirelim de yine kapı dışarı edelim. Güç kimde, gösterelim şunlara” acizliğine tevessül etmezler.

“Acizlik” diyorum. Çünkü milletin verdiği “anasının ak sütü gibi helal” oyların karşısında duyulan acizliktir, bu “küstah muktedirlerin” yaptığı.

Bırakın bu ülke, hukukun, adaletin kol gezdiği, “tepelerden aldıkları” buyruklarla karar veren mahkemelerin, insanların kaderleri ile oynamadığı bir diyara dönüşsün.

Geçmiş olsun Enis kardeşim…

HALK TV, MEDYASCOPE TV, ARTI TV ve YOL TV Programlarımız..

Dostlar,

Bu gün, 11 Şubat 2021 Perşembe günü
saat
13:15’te HALK TV’de,

t=858https://youtu.be/xz_MJqujW34?t=858

(12. dakikadan sonra…)

*****

– 15:30’da da MEDYASCOPE TV’de,

****

– 17:00’de ARTI TV’de,

****

– 19:00’da YOL TV’de olacağız / OLDUK..

https://youtu.be/TKAvde5yjHk

Yönetilemeyen salgını, mutasyonları, aşı kıtlığını… konuşacağız / konuştuk güncel boyutlarıyla..

Sanırız bu bir rekor da oldu..

Aynı günde 4 kez canlı yayına katılmış olduk.
Ülkemizin bu yakıcı salgın sorununa duyarlık gösteren ve bize değer vererek ekranlarını sunan TV kurumlarına ve yetkililerine, sunucularına içtenlikle teşekkür ederiz.

AKP iktidarı ve Sağlık Bakanlığı yetkililerinin de kırılıp – gücenmeden, yer yer çok sert de olsa eleştiri ve önerilerimizden yararlanmasını dileriz.

Söz konusu olan yurdumuz insanlarının yaşam hakkı ve ülkemizin geleceğidir.
Eleştiriler bu duyarlıkla çok sert bile olabilir, başta R.T. Erdoğan, şimdiye dek yapılan hataları yineleme hak ve lüksüne sahip değillerdir.

  • Saydamlık / Güven / Bilimsellik vazgeçilmez sacayağıdır ve iktidara çağrımız da bunlardır.İlgi ve bilginize saygı ile sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 11 Şubat 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

 

RT Erdoğan : ‘Ananı da al git’

15 yıl önce Erdoğan’ın ‘Ananı da al git’ dediği çiftçi: Benim hayatımı mahvettiler

Başbakan olduğu dönemde Tayyip Erdoğan ile yaşadığı diyalog nedeniyle uzun süre gündemde kalan Mersinli çiftçi Mustafa Kemal Öncel, başına gelenleri anlattı

15 yıl önce Erdoğan’ın ‘Ananı da al git’ dediği çiftçi: Benim hayatımı mahvettiler

Erdoğan’ın 11 Şubat 2006’da Mersin ziyareti sırasında yaşadığı diyalogla Türkiye gündemine oturan Mersinli çiftçi Mustafa Kemal Öncel15 yıl sonra açıklamalar yaptı.

“Çiftçinin hali ne olacak, anamız ağladı” diyen, Erdoğan’ın ise, “Ananı da al git” yanıtı verdiği Öncel, geride kalan 15 yıllık sürede başına gelmeyenin kalmadığını, hakkında 10’u aşkın dava açıldığını bu konudaki hukuksal mücadelesinin ise sürdüğünü söyledi.

Sözcü’den Ali Ekber Şen’in haberine göre çiftçilerin o yıllardaki durumu ile bugünü karşılaştıran Öncel, “Çiftçi tam bitti” dedi.

Mersin’deki limon bahçesinin masraflarını tek başına karşılayamadığı için yarı yarıya ortak verdiğini ve zor şarlar altında çiftçilik yapmaya çalıştığını anlatan Mustafa Kemal Öncel, “Benim hayatımı mahvettiler. O tartışmanın ardından ve Tayyip Erdoğan’ın bana hakaretlerinden sonra özür dilettirildim. Özür dilettirildiğim halde başıma gelmeyen kalmadı. Bir televizyon kanalında  canlı yayına bağlandığında ‘Onun anasının ellerinden öpüyorum’ dediği halde başıma gelmeyen kalmadı, ekmeğimle oynadılar. İşçiyi ve tüccarı bahçeme göndermediler” diye konuştu.

Öncel, “AKP’nin yapmış olduğu şeyler bunlar. Sonra devlet bünyesinde vücut bulmuş AKP’liler yüzünden hayatım mahvoldu. Başkasının işlediği bir suçtan mütevellit adli tıplara gönderildim. Akıllı mı deli mi diye… Düzmece raporlarla siyasi bir karar bağlamında deli raporları verildi, tımarhanelere atıldım. Tımarhane sonrasında şizofren teşhisi konularak zorla taburcu ettiler. Her mahkeme ayrı ayrı gönderince, hakkımda birkaç defa dava açtılar başkalarının işlediği suçlardan açılan davalar bunlar” şeklinde konuştu.

‘SAĞLAM RAPORLARI ALDIM’

Sabıkası olmadığı halde başkasının vatandaşlık numarası yazılarak onun sabıkalarının da kendisine yükletilmeye çalışıldığını öne süren Öncel şöyle devam etti: “Hakkımda 10’u geçen dava var. Bir davaya girdim mesela Cumhurbaşkanına hakaret suçundan. Davaya bakan hakim bana savunma hakkı vermedi. ‘Sus çık dışarı’ dedi. Kendi uydurmaca savunma yazdı. Bunu hiç unutamam. Hakaret etmediğim halde ‘Hakaret etti’ denilerek dava açıldı, ceza verilecekti.

O anda da adli tıp olayları devreye girdi. ‘Bu adam akıllı mı deli mi?’ düşüncesiyle rapora gönderildim. Birinde 32 gün, ikincisinde 3 gün yatırdılar. Üçüncü defa gittiğimde doktorun biri ‘Biz bu günaha imza atmayacağız’ dedi. Ve ben ilaç kullandırılmadım, tedavi edilip akıllı raporu verildi. Mahkeme inanmadı, bu kez İstanbul’daki hastanelere de gönderdiler. Oradan da sağlam raporu alınca, davalar art arda açıldı. Halen hakaret davalarıyla ilgili davalar temyizde, kesinleşmedi.”

‘OK DÖNDÜ BENİ BULDU’

15 yıl önce çiftçinin durumunun bir hayli zor olduğunu, bu duruma dikkat çekmek ve Erdoğan’a anlatmak istediğini vurgulayan çiftçi Öncel, o tarihi anı şöyle anlattı:

“Ben çiftçiydim. 3 yıl malımızı satamadık. Yerlere döküldü. O kadar emek verdik masraflar ettik… Bunu gören yoktu ama ben o eylemden iki ay önce Tarım Bakanı’na Silifke’de bu durumları anlatmıştım. Ancak, Tarım Bakanı bunları devletteki hiyerarşik düzende liyakatin olmadığı bir yerde, ulaştırmamış.

Buraya geldiğinde artık sıkıntılar boğazıma kadar gelmişti. Zarar, zarar, zarar. ‘Bu çiftçinin hali ne olacak’ diye sordurduğumda hem kendimi hem bütün çiftçileri kapsayan bir söylemdi bu. Ama yalnızlık beni bu noktalara getirdi. Ben bir ok gönderdim, ‘hedef bulsun’ dedim. Ama ok döndü beni buldu… Basamak yaptılar.

Emniyet müdürü, vekil, savcı başsavcı oldu, bürokratlar böyle yaptı. Hala ben polisin gözünde hala potansiyel suçluyum. Erdoğan her Mersin’e geldiğine beni gözaltına alıyorlar. Artık bu kadar olamaz. Benim Erdoğan ile tartıştığım günden önce bir tek sabıkam yoktu. Ben müracaat da ettim, ‘Benim sicilimi temizleyin’ dedim. Ancak, yetkililer hala uyuyor.

‘ÇİFTÇİ ŞİMDİ TAM BİTTİ’

15 yıl önceki çiftçinin durumu ile bugünü karşılaştıran Mustafa Kemal Öncel şöyle konuştu:

“Şu anda çiftçinin durumu tam bitti. Geçmişte biz gayet iyiydik, o benim döneme varan 3 yıl içerisindeki kötülüğü konu etmezsek daha önceleri çiftçiler iyiydi. Yani emek veriyorduk, kazanıyorduk. Ama şimdi çiftçi bitirildi. Sanki çiftçiye düşmanlarmış gibi. Ama lütfen kimse beni ayıplamasın.

Bu lafımın iyi analiz edilmesini istiyorum. Bu çiftçiye müstahak. Bugün Tarım Bakanı olan şahsiyete sorun ‘Türkiye’de tarımın önündeki en büyük engel ne?’ diye cevap veremez. Ama o sorunun cevabı burada yatıyor. Ziraat fakülteleri, ziraat mühendisi yetiştiremiyor. Bilinçli tarım yok. Çünkü mühendisler yetersiz.”

‘ÜMİT KALMADI, SATIŞA ÇIKARDIM’

“Bütün çiftçiler umutsuz bir durumda. Artık bittik, ‘çiftçilik yapılmaz’ diyerek tarla satanlar var. Ben de satışa çıkardım. Ümit kalmadı. Erdoğan ve hükümetinin yıllardır çiftçi düşmanı olduğu hatta Avrupa Birliği entegrasyon sırasında tarımın nüfusun azaltılmasına söz verdiği gibi laflar konuşuluyor çiftçiler arasında. Şu anda benim bahçem var ama ben bakamaz hala geldim. Limon bahçesi. Ortağa verdim.”

Mersinli çiftçi Mustafa Kemal Öncel, ‘Çıtayı yükseltti’ dediği Erdoğan’a şöyle seslendi: Suçsuz bir insanı suçlayıp hapse atıyorsunuz… Şu anda Hamza Yerlikaya 4-5 maaş alıyor sahte diplomalarla. 5 müteahhittin vergi borcu siliniyor. ‘Çiftçinin borcunu sil’ demem. Çünkü bu sefer esnafa işçiye hakaret olur. Adalet lazım. Bir Müslüman adalet dağıtacaksa buna dikkat edecek. Yargıda, ‘Savcı benden, hakim benden’ yok ya, ayıp ya. Adalet bakanının lafını tekrar dile getiriyorum, tolerans sıfırdır. Yetersiz hakim, yetersiz savcıların yüzünden hapishaneler doluyor.”

‘ANNEM AKILLI RAPORUMU GÖREMEDEN ÖLDÜ’

“Yaşanan olaylar nedeniyle annesinin çok üzüldüğünü anlatırken son derece duygulanan ve gözyaşlarını güçlükle tuttuğu gözlenen çiftçi Mustafa Kemal Öncel bu konuda duygularını şöyle aktardı:

“Annem okuma yazması olmayan bir insandı. Bana ilk lafı ‘oğlum karşında devlet var, aman dikkat et’ olmuştu. Neleri gördü ki bu lafı söyledi. Annem benim akıllı raporuma şahit olamadı. Biz bunu tahmin ediyorduk.”

NE OLMUŞTU?

Olay 11 Şubat 2006’da Mersin’de meydana gelmişti. Dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Edip Buran Spor Salonu’ndaki toplantıya katılmak üzere geldiği sırada, çitçi Mustafa Kemal Öncel, “Sayın Başbakan bu çiftçinin hali ne olacak? Anamız ağladı” diye feryat etmişti. Korumaların ve polislerin engel olmak istediği Öncel’i, yanına çağıran Erdoğan ise kendisini sert bir üslupla konuşarak, “Ananı da al git, artistlik yapma” diye azarlamıştı. Konu o dönemde Türkiye gündemine otururken, gözaltına alınan Öncel hakkında çok sayıda dava açılmıştı.

İŞTE O DİYALOG

Erdoğan ve Mustafa Kemal Öncel arasında yaşanan diyalog kameralara şöyle yansımıştı:

BAŞBAKAN ERDOĞAN: Böyle bağırılmaz ki, terbiyesizlik yapma.

ÇİFTÇİ ÖNCEL: Terbiyesizlik yapmıyorum. Lütfen bana hakaret etmeyin.

BAŞBAKAN: Artistlik yapma.

ÇİFTÇİ: Artistlik yapmıyorum, ben sanatçı değilim.

BAŞBAKAN: İyi bir sanatçısın.

ÇİFTÇİ: Tarım Bakanımızın anayasayı ihlal ettiğini biliyor musunuz?

BAŞBAKAN: Lan terbiyesizlik yapma.

ÇİFTÇİ: Lan mı?

BAŞBAKAN: Evet.

ÇİFTÇİ: Lan mı? Canın sağ olsun.

BAŞBAKAN: Şu anda çiftçiye ne verildiğinin farkında mısın?

ÇİFTÇİ: Ne zaman?

BAŞBAKAN: Şimdi

ÇİFTÇİ: Benim mahsulüm öldükten sonra mı? 2 senedir anamız ağlıyor.

BAŞBAKAN R.T.E. : Hadi ananı al git buradan

Öncel, bu diyaloğun bitmesinin ardından polisler tarafından götürülürken de şunları söylemişti:

Lan diye hitap etme. Ayıp be! Kim vuruyor, kim vuruyor? Kolum ameliyatlı. ‘Sayın Başbakan’ diye hitap ettim, ‘lan’ diye hitap etti. Benim karşıma çıkacak güce sahip değil, hangi yüzle geldi buraya?

  • Benim adım Mustafa Kemal Öncel. Takip edin, beni takip edin. Halkın sesi oldum.

Anayasa Nasıl Yapılmalı?

Anayasa Nasıl Yapılmalı?

Image result for Prof. Dr. Rona AYBAY

Prof. Dr. Rona AYBAY
Cumhuriyet, 11 Şubat 2021

Yazılı bir anayasadan, geleneksel olarak beklenenler şöyle özetlenebilir:

  • Devletin ideolojisini, yani egemenliğin dayandığı temeli belirtmesi; yasama, yürütme ve yargı organlarının oluşma biçimini ve bunlar arasındaki erkler bölüşümünü düzenlemesi.

Bu “geleneksel” işlevlere, tarihin akışı içinde,
– temel hakların ve özgürlüklerin siyasal iktidara karşı korunması ve
– idarenin ve yasamanın işlemlerinin (yasaların) yargı denetimine bağlanması eklenmiş ve son olarak da
– “insan hakları” kavramının tanınmasıyla, anayasadan beklenen koruma,
uluslararası bir nitelik kazanmıştır.

Bu günlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir demeciyle “yeni bir anayasa” yapılması, Türkiye’nin siyasal gündemine, birdenbire girmiştir. Oysa, Türkiye’nin bütün sorunlarına hızlı ve etkili çözümler getireceği savıyla yapılmış anayasa değişikliklerinin yürürlüğe girmesinin üzerinden sadece ikibuçuk yıl geçmiştir.

Öyle anlaşılıyor ki 2018 Temmuz’unda yürürlüğe girmiş olan değişikliklerden, o değişiklikleri öneren ve öven çevreler de memnun değildir. Bu durum, “işlerin aceleye getirilmiş” olduğunun bir itirafı da sayılabilir.

150 yıllık anayasa kültürü 

Burada çıkarılması gereken, en önemli ders şudur: Anayasa yapılmasının çok ciddi bir iş olduğu; önünü, arkasını düşünmeden; konuyu, parlamentoda basit bir oy sayısı sorununa indirgemenin yanlış olduğu görülmelidir.

Oysa, Türkiye’nin 1876 Osmanlı Anayasası’ndan başlayarak, İkinci Meşrutiyet, Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemi deneyimleriyle oluşmuş, bir “anayasa kültürü” vardır. Bu kültür göz ardı edilerek yapılacak yeni düzenlemeler çok yanlış sonuçlara yol açabilir.

  • Nitekim, siyasal iktidarın gerek parlamento içinde gerek, parlamento dışında denetlenmesini etkisiz ve anlamsız hale getiren, geniş kapsamlı anayasa değişikliği, Türkiye’yi adeta yönetilemez bir duruma getirmiş görünmektedir.

Haftalarca süren kampanyalarda harcanan onca emeğe, enerjiye ve masrafa mal olmuş bir metnin, daha üçüncü yaşına basmadan, kaldırılıp “yeni” bir anayasa yapılmasının gerekliliğini ileri sürmeyi, anayasa değişikliği konusunun ciddiyetiyle bağdaştırmaya olanak var mıdır?

GERÇEKÇİ VE AKILCI DEĞİL

Her hukuk metni gibi, anayasaların da zamanla eskimesi, toplumda ve siyasal yaşamda ortaya çıkan yeni gelişmeleri karşılayamaz hale gelmesi söz konusu olabilir. Ama, burada “makul” bir ölçü olmalıdır.

  • Anayasa, siyasal iktidarın ihtiyaçlarına göre, nerdeyse ayda bir değiştirilen “İhale Kanunu” gibi bir metin değildir.

Anayasada değişiklik yapılması ve özellikle de yeni bir anayasa yapılması çok boyutlu incelemeler, tartışmalar gerektiren bir iştir.

Türkiye’nin yeni bir anayasaya gereksinimi, elbette vardır; giderek, bu bir zorunluluktur diyebilirim. Bu gereksinimi dile getiren iktidar, değişikliklerin içeriği ve kapsamı konusunda somut bir işaret, net bir tavır göstermemekte; buna karşılık muhalefet “güçlendirilmiş parlamenter sistem” kavramını öne sürerek; yapılması istenilen değişikliklerinin içeriğiyle ilgili genel çerçeveyi ortaya koymaktadır.

Ama, kanımca bu aşamada “içerik”ten de önce yeni bir anayasanın nasıl, hangi yöntemle yapılacağı sorunu üzerinde düşünmemiz daha yerinde olacaktır. Yapılacak “yeni” bir anayasa, sonunda halkoyuna sunulacak da olsa, metin, sonuç olarak, bir “Meclis”çe hazırlanacaktır. Burada sorulması gereken ilk soru şudur: 

Halen görev başında olan Meclis, bu işi yapabilir mi? Bu aşamada, konuya bir siyasal” kapsayıcılık ve inandırıcılık sorunu olarak bakıyor ve bu Meclisin, yeni bir anayasa yapmaktan uzak durması gerektiğini düşünüyorum.

SİYASAL GERÇEK

Bugün görevde olan Meclis, 24 Haziran 2018 seçimleriyle oluşmuştur. O tarihten bu yana Türkiye’de gerek içteki toplumsal ve siyasal değişmelerden gerek uluslararası siyaset sahnesindeki gelişmelerden kaynaklanan çok önemli olaylar yaşanmıştır.

Özellikle de “Cumhurbaşkanlığı sistemi” ya da “tek adam rejimi” gibi adlarla anılan yönetim biçiminde Meclis, işlevleri azaltılmış, birçok konuda “devre dışı” kalmış bir görünümdedir. Çok üzücü de olsa, siyasal gerçek budur.

SONUÇ

Özetle, bugünkü Türkiye, Haziran 2018 Türkiyesi’nden oldukça farklı sorunlarla karşı karşıyadır.

  • Halen görevde olan Meclis, iktidar partisi ile ortağının fiili denetiminde, ”uzlaşma kültürü”nden uzak, muhalefetin etkisizleştirildiği bir ortam haline gelmiştir.

Öte yandan, var olan anayasayı hiçe sayan davranışlarıyla ünlenmiş bir iktidarın, ülkeye “yeni bir anayasa kazandırma” girişiminin hangi siyasal düşüncelerle ortaya atıldığı; ne ölçüde içtenlikli olabileceği de sorgulanmalıdır.

Türkiye’nin yeni bir anayasaya gerçekten gereksinimi, elbette vardır.

Ama böyle bir anayasa, bugünün kutuplaşmışözellikle iktidar çevrelerince ısrarla yürütülen ayrıştırıcı dil ve davranışlar nedeniyle iyice dumanlanmış” ortamında değil; gerçekten demokratik; sadece siyasal partilerin değil, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları gibi çeşitli kuruluşların, görüşlerini kamuya duyurup tartışabilecekleri, kısacası her görüşün sesini duyurabileceği bir ortamda oluşturulabilir.

Bunun yöntemi de çeşitli görüşlerin özgürce tartışılabileceği bir “Kurucu Meclis” oluşturulmasıdır (Değerli dostum Prof. Dr. Fazıl Sağlam’ın bu konudaki görüşleri için bkz. Anayasa Hukuku Ders Notları; Lefkoşa 2013, s.271 vd.).

Tarihimizdeki iki “Kurucu Meclis’in de askeri müdahalelerden sonra oluşturulmuş olması nedeniyle, bu söze karşı alerji duyanlar olabilir ama bu iki kavram arasında zorunlu bir bağ yoktur. Yani, TBMM yapacağı bir Kanunla bir Kurucu meclis oluşturabilir.

Yoz Bir AKP Klasiği Daha… Bay Melih Bulu Sorunu!

Yoz Bir AKP Klasiği Daha…
Bay Melih Bulu Sorunu!

Paraşütle indirme rektör Melih Bulu‘nun aşağıdaki vb. önerileri dikkate alabileceği konusunda hiç ama hiç “umut” taşımıyoruz.

Çünkü, militanı olduğu siyasal çizginin kendisine yüklediği “özgörevi (misyonu)” ne pahasına olursa olsun yerine getirmeye çabalayacaktır. Çaresiz görünmektedir Bulu, çünkü bir de bu Üniversiteye rektör olmak için zat-ı muhteremin “hayalleri” vardır!?

Kaldı ki, “istifayı” bir an için olsun usundan geçirecek olsa bile, “bu yolda” ‘kulların‘ biat dışında bir seçenekleri olmadığından, müritleri göreve atama da, azletme de bir “himmet” olup, Reis Hazretleri Cenahına aittir “şeksiiiiz ve de şüphesiz”..
***
Peki ne yapmalı??

En etkili çözümlerden biri öğretim üyelerinin elindedir.
Kuşkusuz, öğrencilerin ve öğretim elemanlarının sergilediği itiraz ve direnç baştan sona yasal, anayasal, hukuksal ve de tümüyle meşrudur.

Ancak Üniversite başlıca Yönetim Kurulu ve Senato eliyle yönetileceğinden, bu kurulların üyeleri toplantılarda edilgin (pasif) direniş gösterebilirler. Bu da yasal haklarıdır, örn. “SUSMA” hakkını kullanabilirler ve bu kurullar karar alamazsa Rektör görev yapamaz, Bay Bulu, felç olabilir.

Ayrıca hocalar yönetsel görev kabul etmez ise, 3 rektör yardımcısı atanamayabilir..
Dekanlar da.. Çünkü Rektör 3 aday bildirecek ve YÖK bunlardan birini dekan olarak atayacaktır. (Anayasa md. 130/6)
Enstitü Müdürlükleri de bu sıralamada önemli yönetsel görevlerdir.

Öte yandan RTE tarafından 2 fakülte kurulması (RG: 5 Şubat 2021 tarih ve 3519 sayılı Cumhurbaşkanı kararı) ve kadrolaşmanın yolunun açılması işlemi, açıkça Anayasa’nın 130. maddesine aykırıdır. Çünkü;

Anayasa md. 130/9 : “Yükseköğretim kurumlarının kuruluş ve organları ile işleyişleri ve bunların seçimleri, görev, yetki ve sorumlulukları…. kanunla düzenlenir.”

Cumhurbaşkanına böylesine bir yetki veren yasal düzenleme yoktur. Zorlama yorumlarla böylesi bir yetkinin OHAL kararnameleri üzerinden varlığı savunulacak olsa da Anaysa md. 130/1’de yer alan “… kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler” vurgusu (buyurucu hükmü) gereği, üniversitelerin bilimsel özerklik koşulu olarak Fakülte açılmasına kendilerinin karar vermesi zorunludur. Dolayısıyla söz konusu Cumhurbaşkanı Kararı -ki bir İdari işlemdir- hukuka aykırıdır ve Danıştay’da yönetsel yargıya götürülmesi gereklidir.

Anılan kararda en azından kamu yararı hiçbir biçimde bulunmamaktadır, hizmet gereği de değildir ve bütünüyle keyfi, siyasal amaçlıdır. Oysa kamusal yetkiler ilgililerce kendi adlarına ve keyiflerine göre değil, ULUS ADINA VEKALETEN kullanılmaktadır, kullanılmak zorundadır. Böylesi bir idari işlem iptal davası, Danıştay açısından da bir varlık / yokluk sınaması – sınavı olacaktır.

İktidarın gündem oyunu da olan bu tür gelişmeler, ülkemizi gerçek ve yakıcı sorunlarından uzaklaştırmaktadır. AKP = RTE’nin gerçek amacı tam da bu olsa gerektir!

  • Türkiye’de hala günde 100 (yüz!) dolayında insan salgından ölmektedir!
  • Vicdanlar mühürlenmiş, ilgililer ve yandaşlar 3 maymunu oynamaktadır.
  • Toplum, bu vb. sorunlarına yabancılaştırılmaktadır ki, bu oyun tek sözcükle iğrençtir!

Salgın nedeniyle sosyal, ekonomik, bilimsel, kültürel yaşam felç sınırındadır.
Biriken çok yönlü sorunlar giderek çözümsüzleşmekte olup, kritik yaşamsal eşiğe dayanmıştır.

Bu çok ağır koşullarda üstelik yapay Boğaziçi gerilim tablosu sürdürülemez, sürdürülmemelidir.

Dileyelim ve önerelim ki Sağduyu pek çok alanda egemen olsun..
Örn. başta AKP = RTE‘de, YÖK’te, Bay kayyım rektör Bulu‘da..

BOĞAZİÇİ’ndeki yerden göğe meşru, hukuksal, yasal direniş ulusal ve uluslararası toplumca kuşkusuz, doğallıkla desteklenecektir, desteklenmelidir. AKP = RTE bu refleksi ulusal egemenliğe aykırı bir girişim (müdahale) gibi göstererek iç kamuoyuna karşı mağduru oynayamaz.

Çağımızda özellikle demokrasiye, hukuk devletine, temel insan hak ve özgürlüklerine açıkça aykırı iktidar uygulamaları salt o ülkenin iç sorunu olarak görülmemekte; uluslararası toplumun da sorunu sayılmaktadır. AİHM‘nin bu yönde içtihat niteliği kazanmış istikrarlı kararları vardır.
***
Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı ve her ne hikmetse aynı zamanda Üniversitenin Genel Sekreteri olan zat-ı muhterem Prof. Cevdet Kılıç’ın Boğaziçi Üniversitesi eylemleriyle ilgili tweet iletisindeki sözleri tam anlamıyla dehşet vericidir.

  • “Boğaziçili misiniz, Boğaz dışılı mısınız onu bunu bilmem, biz eylem falan yapmayız. Biz gece vakti işi bitirir ertesi gün işe gideriz bilin istedim.”Erdoğan bu konuda henüz tek söz etmemiştir ne yazık ve ne hazindir ki!? Niçin acaba?
    Koro üyeleri (elemanları) “uyum içinde” rollerinin gereğini mi yerine getirmektedir??
    İlahiyatçı Prof. Kılıç neden aynı zamanda bu üniversitenin genel sekreteridir?
    Bu görev akademik değil yönetsel (idari) bir görevdir ve yönetim bilimleri, hukuk.. gibi alanlarda eğitim almış deneyimli kamu yöneticilerinin üstlenmesi gereken bir görevdir.
  • Sorunun çözümü için Muhalefet, birlikte ve etkin yöntemlerle karşı koymak üzere yeni ve işler yordamlar (stratejiler) geliştirmeli ve hızla uygulamaya koymalıdır.
    Örneğin Muhalefet, başkaca sorun ve ayrışmaları, bu “akut ve ciddi sorunsal” için ayraç (parantez) içine alarak ertelemeli ve topluca Boğaziçi Üniversitesi’ne giderek yerinde destek vermeli, çözüm önerilerini ulusal ve uluslararası kamuoyuna net bir kararlılıkla açıklamalıdır.Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 11 Şubat 2021, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Anayasa Hukuku Doktora Öğrencisi
    Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
    www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik