DELTA VARYANTI MI? BİZE VIZ GELİR, TIRIS GİDER…

Delta Varyantı mı? Bize vız gelir, Tırıs gider…Dr. Mustafa Torun

Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı, TTB Kurultay Delegesi
mtorun3@gmail.com
drmustafatorun@gmail.com
27 Haziran 2021

DELTA VARYANTI MI? BİZE VIZ GELİR, TIRIS GİDER..
ÖLEN ÖLÜR, KALAN SAĞLAR BİZİMDİR.
DU BAKALİ NE OLACAK?

Bizim Besni yöremizin ünlü bir deyimi vardır. Daha önceki yazılarımın birisinde sanırım yazmıştım..

  • UNU YOK, BULGURU YOK NİŞELİ BACIM NİŞELİ…

Burada geçen NİŞE ev yapımı nişasta anlamındadır.. Anadolu’da AT İLE GİDER ÇEŞMEYE, SU BULAMAZ İÇMEYE atasözü de aynı anlama yakın çok kullanılır.. Ülkemizdeki PANDEMİ yönetimini bu sözler sanırım güzel anlatmakta..
*
PANDEMİ başlangıcından beri bu kaçıncı hovardaca açılmamız? Kim anladıysa beri gelsin!
*
Turizm sezonunun açılması ve seyahat kısıtlamalarının kalkmasıyla birlikte, yabancı turistlerin Türkiye’ye akın ettiğini gözlüyoruz. Rusya’da yoğun bir şekilde görülen” DELTA  VARYANTININ, “Rus turistlerin Türkiye’ye gelmesiyle birlikte, Türkiye’de de ciddi artış göstereceğini söylemek için ille konunun uzmanı olmaya gerek yok. Görünen köy kılavuz istemez. Türkiye’de maalesef yeterli varyant analizi yapılmamaktadır. Sağlık Bakanlığı bu konuda derin bir sessizlik içindedir.
*
21 Haziran günü yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı doğrultusunda, 1 Temmuz’dan başlayarak  tüm kısıtlamaların kaldırılacağı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından duyurulmuştu. Bilindiği gibi aşılama son dönemde hız kazansa bile, günlük olgu sayılarında düşüş olmamış, toplumsal bağışıklığı sağlayacak bir aşılanma henüz gerçekleşmemiştir. Bu doğrultuda hemen hemen görüş bildiren tüm bilim çevreleri ve meslektaşlarım, bu denli bir gevşemenin yaz aylarında yeni bir tepe yaşanmasına neden olabileceğini belirtmelerine karşın sözlerimiz dinlenmemektedir…
*
Yapılan açıklamalara yönelik, koronavirüs salgınının seyrini değerlendirdiğimizde; Ekonomik kaygılar doğrultusunda alınan kararların yeni varyantların oluşumuna neden olacağı açıktır. Konuyla ilgili Türkiye’de yapılan varyant analizleri maalesef şaibelidir.
*
Rusya’nın seyahat kısıtlamasının ardından 22 Haziran tarihinde 44 uçuşla 12 bin turistin Türkiye’ye geldiğini öğrenmiş bulunmaktayız.
Şu anda Rusya’da varyant analizi fazla yapılmamasına rağmen aldığımız bilgiler doğrultusunda konuşursak; DELTA varyantı oranı çok yüksektir. Toplumda Hindistan varyantı olarak bilinen “Delta varyantının” yani B1.617.2’nin belirtileri baş ağrısı, boğaz ağrısı, burun akıntısı ve hapşırmadır… Sanki nezleymiş gibi hastanelere hastalar başvurmaktadır… Virüsün vücutta ilerlemesiyle birlikte de damar iltihabına bağlı kangren oluşumu görülebildiğini söylemek gerekir.
*
BAKANLIK BİLGİ VERMİYOR!

Ege bölgesi ve öbür bölgelerde bildiğimiz ölçüde varyant analizinin yapılmadığını söyleyerek sorunun tam da bu noktada başladığını vurgulamak boynumuzun borcudur.10 hastadan birine varyant analizi yapılması gerekiyor. Ancak bizde hiçbir varyant analizi yapılmıyor. Dizin analizi yok veya bize bilgi verilmiyor. Bakanlık bu konuda maalesef hiç açıklama yapmıyor.. Sözlerimiz ve yazılarımız boşuna gibi!.. Saydamlık hak getire..
*
Normal şartlarda 10 testte bir, hiç değilse 20 testte bir varyant analizi yapılması gerekir. Hastadaki varyant Alfa mı, Beta mı, yoksa Delta mı bilebilmemiz gerekiyor. Eski İngiltere varyantı dediğimiz varyantın yerini İngiltere’de Hindistan varyantı aldı. İngiltere’nin hatası ise Hindistan ile yolcu trafiğinin yoğun olmasıydı… Dolayısıyla şu anda İngiltere’de müthiş bir alarm var. Maalesef İngiltere bu işi yalnızca aşılamayla çözerim sanmıştı, ama şu anda bin pişmanlar”.. Niçin bu bu gerçeği göremiyoruz?
*
UMARIZ YANILIRIZ…

Türkiye’nin turizm sektörünün canlanması amacıyla Rus turistlere kapılarını sonuna dek açmasının, Delta Varyantının ciddi ölçüde yayılım göstermesine neden olacağını belirtmekte yarar var.
*
1 Temmuz’dan sonra beklenen açılım (Umarım hatadan dönülür) çok çok büyük bir hata. Turizmin müthiş bir ekonomik baskısı nedeniyle alınan açılma kararı siyasal bir karardır diyebiliriz. Kesinlikle bilimsellik içermiyor. Delta, hızlı yayılan bir varyant olması dolayısıyla Türkiye’yi çok zor durumda bırakabilir. Türkiye’deki aşılama sayısı yeterli değil. Toplumsal bağışıklık sağlanması için en az %70 oranında bir aşılanma olması gerekiyor demiştik. Ancak bu hızla gidilse bile Ekim ayından önce sağlamamız olanaklı değil. Ayrıca Türkiye varyantı olup olmadığını bilmiyoruz…
*
Konunun Uzmanları olarak yeniden bir tepe yaşanması olasılığı için Ekim ayını işaret etmiştik. Ancak şu anda yaz aylarında yaşanması gündemde olabilir. Umarız yanılırız.
Yazın bir kapanma dönemi olmasın diye diliyoruz dostlarım…
Alınan kararlar doğrultusunda yeni bir tepe yaşanabilir. Hastalarıma soruyorum; ‘Ne oldu bu maskelere?’ ‘Hocam bitmiş bu iş…’ diyorlar.. Şaşırıp kalıyorum.. Ölen ve hastalanan, gecesini gündüzüne katarak çalışan meslektaşlarıma ve sağlık emekçilerine üzülüyorum..
*
İÇİMİZ KAN AĞLIYOR!

Toplumsal bağışıklığın en önemli noktası olarak aşıyı işaret etmeyi yine sürdürüyoruz..
Bir yandan da aşı karşıtları boş durmuyor, arabaların camlarına ilan ederek tereddütlü halkımı kandırmaya devam ediyor.
*
Anımsarsanız zamanında BioNTech aşıları kötülenip, iyi değil denerek SINOVAC aşıları alınmıştı…
2011 yılında Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsünü bir günde kapattılar… Dünyanın gözde aşı merkeziydi Refik Saydam… Aşılar ve serumlar yapılıyordu. 1938 yılında bu Enstitü sayesinde Çin’e kolera aşısı bağışladığımızı (AS: 1 milyon doz!) lütfen unutmayalım. İçimiz kan ağlıyor… Haykırmak istiyoruz.. Haykıramıyoruz..
*
Türkiye’de koruyucu hekimlik göz ardı edilip, askıya alındı… İlaç firmalarına para getiren sistem devreye sokuldu. Aşılamayı ortadan kaldırmaya çalıştılar. Çünkü dev ilaç firmaları ‘Aşı yaptırmayın, tedavi edeyim, para kazanayım’ diye bas bas bağırıyor..
*
Bir başka önemli nokta olan maske, mesafe ve hijyen üçlüsüne değinecek olursak; “Şu anda Türkiye’de de bir gevşeme söz konusu. Vatandaşlar maskeleri hep çıkardı. Kimi insanlar aynı maskeyi günlerce kullanıyor… Dürüst bir biçimde maske takılmıyor! Oysa maskelerin cerrahi maske olması ve en çok 3-4 saat kullanılması gerekiyor..
*
Son söz olarak tüm sağlık bileşenleri ile birlikte olunup, bilgilerin saydam bir biçimde paylaşılması, salgının uzun soluklu bir savaşım gerektiğinin bilinci ile bu konuda deneyimli uzmanlardan yararlanılması gerektiğinin özellikle altını çizmek isterim.. Dinlerler mi derseniz? Hayır derim.. Yine bildiklerini yaparlar….
Salgından zarar gören tüm kesimlerin ivedilikle desteklenmesi gerekir diye düşünüyorum.
Bu acil bir çağrıdır…
Delta Varyant salgını giderek tüm ülkelerin acil ortak sorunu olmaya aday gibi. 80’e yakın ülke etki altında. Çocuk yaş dilimini, özellikle ergen dönemini etkileyeceğini şimdiden söyleyebiliriz
*
Buğdayımız bile yok iken, biz bırakın un yapmayı, nişasta yapmaya çalışıyoruz.. Yazık ki ne yazık!.. Bu gidişe dur denmeyecek mi?

Salı’dan Salı’ya, olmayan Meclis’te toplanan muhalefet ile mi?

Sevgiler..

HALK TV Programımız – 26 Haziran 2021

Dostlar,

Bu gün, 26 Haziran 2021 Cumartesi,
akşam saat 20:00’de, HALK TV’de olacağız.

Sn. Fatih ERTÜRK‘ün çok başarılı programına haftalardır ardışık konuk oluyoruz.
Kendilerine ve HALK TV yönetimine, Ulusumuzun “doğru – yeterli – güncel” bilgiye erişme hakkına dönük yoğun çabaları için teşekkür ederiz, bize de ekran vermelerinin yanı sıra.


Konumuz,

“SALGIN GERÇEKTEN BİTTİ Mİ??”

olacak. Ülkemizdeki ve dünyadaki veriler ne yazık ki bu soruya “evet” dememize elvermiyor. Sağlık Bakanlığı’nın 25 Haziran 2021 “resmi” verileri, ünlü “turkuvaz tablo” da aşağıda.

Artık çok iyi biliniyor ki; bu tablo, birçok nedenle ve en diplomatik deyimle “çooooooook iyimser”. 28 Şubat 2021’de 2. acılım – saçılım kumarının başlatıldığı 1 Mart 2021 günü öncesinde “resmi” tablo aşağıdaki gibiydi :

Salgının ilk tepe yaptığı gündeki veriler ise şöyleydi :


Son veriler, 3 dev dalgayı yaşadığımız günlerin öncesinden “biraz” iyi.
1. dalgayı yaşadığımız 11 Nisan 2020 gününe benzer.
***
Aşılamada geldiğimiz yer (26.6.21, saat 15:07) :

Yapılan Toplam Aşı Sayısı : 46.705.855… 
1. Doz Uygulanan Kişi Sayısı : 31.904.210
2. Doz Uygulanan Kişi Sayısı : 14.801.645

2. dozu da alanlar, 90 milyonu bulan eylemli (de facto) nüfusumuzun 1/6’sı.
Ülkemizdeki her 6 kişiden yalnızca 1’i aşı bağışıklığına erişmiş sayılabilir.
Tersinden söylemek gerekirse, her 6 kişiden 5’i, ülkemizde hala aşı ile bağışık değildir. Aşılananlarda ve hastalığı geçirenlerde zaman geçtikçe bağışıklık sönümlenmektedir.

                             https://ourworldindata.org/covid-vaccinations 26.6.21

14 Ocak 2021’de başlatılan aşı çalışmasında Türkiye, 164 günün sonunda yapılan toplam aşılama sayısı 46.705.855 olup, günlük ortalama 284.792’dir. Dünya ortalaması günlük 41 milyon dozun üstündedir ve Türkiye buna göre, 41.2 m X % 1,15 (dünya nüfusundaki payımız) =  474 bin / doz / gün aşı yapabilirse Dünya ortalamasını yakalayabilecektir, ancak hala çok geridedir. Üstteki grafikte dünyada 8. sırada olduğumuz görülmekte ama hemen üstümüzdeki Fransa’da %51 oranını görüyoruz (Türkiye’de %37.8). Fark birden açılmaktadır ve Kanada, İsrail ve İngiltere’de %60’ı aşmış bulunmaktadır. Aşılamaya epey geç başlayabilmemiz ve sonrasında aşı dışalımı güçlükleri, kapatılması olanaksız bir fark doğurmuştur. Kuşkusuz bu gecikmelerin bedeli bildiğimiz “lanetli 3’lü“dür :

1. Daha çok hasta
2. Daha çok ölüm 
3. Daha çok ekonomik bedel..

  • Türkiye, deneyimlediği 3 dalgadan gerekli dersleri çıkarmak zorundadır!
    (Dalgaların altında kalan alana dikkat edilmelidir…)

    4. dalga, eldeki verilere göre, sonbaharı beklemek zorunda değildir! Boyutlarını kestirmek de hiç kolay değildir. Elde hala etkili bir sağaltım yoktur ve yeni varyantlar aşılardan kaçabilmektedir!
    Bizden çok daha yüksek oranda ve daha erken aşı yapmış olan İngiltere, İsrail, Avustralya gibi gelişmiş ülkelerde, gevşetilen önlemler geri çağrılmıştır, çağrılmaktadır.Salgınlar dalgalarla giderler. Dalga dinamiğini bütünüyle çözmek neredeyse olanaksızdır.
    Karmaşık biyo-matematik modeller, ileri Epidemiyolojik yordamlar ve bilgisayar benzeşimleri (simülasyonlar) uygulamak gerekir. Ülkemizde bu sonkinin yapıldığına ilişkin Sağlık Bakanlığından günümüze dek hiçbir açıklama gelmemiştir. Dolayısıyla politik seçimlerin sayısal karar verme tekniklerine (quantitative decision making techniques – procedures; QDMT-P) dayanması kaçınılmazdır.

    Hiç kimsenin gelişigüzel hatta görgül (ampirik) kestirim (atma!) yapma hak ve yetkisi yoktur.
    Yapılacak olan, bilimsel “estimation, prediction, forecasting” dir; işte o denli! (QDMT-P)
    ***

Son haftada, milyon nüfusta doğrulanmış yeni kovit-19 olgu sayısı bakımından Türkiye’nin İngiltere’nin ardından dünyada 2. sırada olduğuna dikkat çekmek isteriz.

https://ourworldindata.org/covid-cases, 26.6.21

Dünya nüfusunun %22.6’sı en azından tek doz aşı almış durumdadır. Uygulanan toplam doz 2,8 milyara erişmiştir. Türkiye, 7.8 milyarlık dünya nüfusu içinde %1,15’lik payı ile zaten 2.8 milyar x 1.15 = 32.2 milyon doz aşı yapmış olmalıdır ki Dünya ortalamasından kopmasın.

Alarm verici olan, az gelirli (yoksul!) ülkelerde en azından 1 doz aşıya erişebilenlerin oranı yalnızca ve yalnızca %0.9’dur! (https://ourworldindata.org/covid-vaccinations, 26.6.21)

Dolayısıyla salgın uzamakta, KÜRESELLEŞTİRİLEN ZAVALLI DÜNYAMIZ (!!??) yepyeni (!) ve giderek daha da yetkinleşen (!!) mutasyon ürünü mutant – varyant tiplerden başını alamamaktadır! Dünkü sömürgeler, tıpkı (adeta) intikam alırcasına, ağababaları İngiltere’yi sanki özellikle vurmaktadır!

G. Afrika, çooook hazin ve çoook uzun onyıllar İngiltere sömürgesi idi (Pretoria rejimi), patronuna G. Afrika varyantını armağan etti (!).

Hindistan altkıtası, 300 yılı aşkın kadim sömürgesi idi yine “Birleşik Krallık” ın.. Şimdilerde Delta ve Delta+ “gıcır gıcır” (!) varyantlarla İngiltere’nin başını çoooook fena ağrıtmakta..

Alaysılama (ironi) bir yana, görülen o ki, Küresel patronlar “ya hep – ya hiç” formülüne yanaşacaklardır. Üstelik kuzey yarımkürede mevsim yazdır ve 1-2 milyar dünyalı başka ülkelere turist olacaktır. Türkiye’de bu arada, her tür riski göze alarak kapılarını dış turizme ardına dek açmıştır.

Birkaç on milyon turist.. Türkiye için..
Birkaç yüzmilyon turist.. dünya için..
Veeee, kovit-19’un kümelendiği (öbeklendiği, konsantre olduğu) yoksul ülkelerden tüm dünyaya yeni mutasyonlarla dalga dalga yeni yayılımlar.. Bedeli kim ödeyecek? Gene Yoksullar!

  • Unutulmasın : Uzayan salgın = yeni mutasyon(lar)!

Üstelik düşlerimiz (hayallerimiz) boşa çıkmış ve yeni korona virüs (şimdilik hala SARS-COV2!) özlenen yönde mutasyonla özüne kıymayıp (intihar etmeyip) dünyamızdan çekip gitmemiştir. Yerleşe de bilir! Ardıl yepyeni salgınlara da “KüreselleşTİRilen = POST-MODERN SÖMÜRGE KILINAN dünyamız, büyük ölçüde savunmasızdır.

Ulaşılan aşılama düzeyinin yeni salgın dalgalarını engelleyemediği görülmektedir.

Küresel toplum usunu başına devşirmeli, salgın BM – DSÖ öncülüğünde bir küresel seferberlikle masaya konmalıdır : Eşgüdüm – İşbirliği – Dayanışma…

Örn. 24 Ekim 2020’de uluslararası çağrı yapmıştık;

  • 14 günlük eşzamanlı küresel kapanma!

Hala geç ve yersiz değil; küresel egemenler kapitale tapma hastalığından 2-4 hafta sıyrılabilse!

Solidarity, Co-ordination, Co-operation!

Uluslararası bir savsöz (slogan) deneyelim mi ?

SO-CO-CO,  SO-CO-CO,  SO-CO-CO,  SO…

Başka yolu yok; gemisini kurtaran kaptan falan değil; çünkü gerçekte kurtulan gemi (ülke!) de yok, kaptan da sanal! Uyan artık eyyyyy İnsanlık!

21. yy’ın şafağında bu bir evrensel – tarihsel ve de
çok ciddi bir SAĞKALIM sınavıdır eyy İnsanoğlu! 


Sevgi ve saygı ile. 26 Haziran 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Not : Bu hafta da bizim ilk konuşmacı olarak katıldığımız (20:00 – 20 : 30) HALK TV programı, Türkiye ölçeğinde derecelendirmede 1. oldu. İzleyicilere teşekkür ederiz..

DEVLET BABA VE DEMOKRASİ AÇMAZI ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
26 Haziran 2021

Ataerkil (AS: Pederşahi) toplum genelde baba egemenliğine dayalı toplumdur. Ailenin her türlü taşınmazları babaya tapuludur. Hasat edilen ürünler, elde edilen gelirler babaya aittir. Aile mallarının alımı, satımı ve harcanmasına baba karar verir. Evdeki kadınların, anne ve çocukların yaşları ve konumları ne olursa olsun, babaya koşulsuz itaat etme zorunlulukları vardır.

Evliliklere, eş seçimine, kimin hatta ailede kimlerin okula gidebileceklerine baba karar verir. Ayrıca ataerkil (AS: Patriyarkal) düzendeki baba, yaptığı işler, harcamalar ve verdiği kararlarda kendini tamamen (AS: tümüyle) özgür sayar. Kişisel olarak hiçbir konuda hiç kimseye hesap verme gereksinimi duymaz. Hem ekonomik varlığını ve hem de yönetme erkini kimseyle paylaşmaz. Kendisinden hesap soranları asi kabul eder, hatta evden kovabilir. Aile bireylerini eğitmek, beğenmediği yaşam biçimlerine karışmak ve kendi istediği kıvama getirmek de babanın görevidir. Burada karışmadaki (müdahaledeki) kasıt, çocukların değil, yetişkinlerin yaşam biçimine karışmadır. Yetişkinlerin büyüdüklerini ve vesayet (AS: korumanlık) altında olmadıklarını kabul etmemektir.

Sözün özü;

  • Bir toplumda bireyler özgürleşmeden, ailenin ergin (reşit) bireyleri, özellikle de kadınlar, başta kendileri ile ilgili olanlar olmak üzere, ailede söz ve karar sahibi olmadan eşitlikçi ve demokratik aile kurulamaz.

Bireyleri ve aileleri vesayet (AS: korumanlık) altında olan; resmi ve resmi olmayan dogmatik geleneksel değerlerle eğitilen bir ülkede toplumsal ve kurumsal yapılar da demokratikleşemez. Çünkü ataerkil vesayet (AS: babacıl korumanlık) sistemi (dizgesi) demokrasinin, özgürlüklerin, hukukun ve adaletin gelişmesinin önünü tıkar.

Böyle ülkelerde, toplumsal sarsıntılar ve sorunlar çoğaldıkça halk, kendi zihniyetini (anlayışını) değiştirmek ve özgürleşip, iktidar gücünü ele alıp demokrasinin yolunu açmak yerine, kendince bir kurtarıcı aramaya koyulur. Yani kendi ideolojisine uygun, daha yetkin ve daha karizmatik bir baba (vasi) arayışına yönelir. Söz konusu kısır döngü hep böyle sürer.

Böyle durumlarda o ülkede, dinci, ırkçı, milliyetçi, liberal, kapitalist, sosyalist, komünist… bol sayıda partiler kurulur ve vatan kurtarıcı figürler ortaya çıkar. Çoğu zaman, adları ve programları ne olursa olsun, genelde hepsi de vesayetçi ve babayanî (babacıl) oldukları için bunların arasında da yoğun bir rekabet ve hatta şiddete dayalı suçlama ve düşmanlıklar oluşabilir. Genelde partiler arası rekabet, ekonomik projeler ve topluma refah (gönenç) sağlayacak programlar yerine, dinsel ve kültürel (ekinsel) kavramlar; vatan, millet bayrak…gibi hamasi değerler üzerinde yoğunlaşır.

Kesin çözüm şudur: Kendisini baba ya da vasi (koruman) halkı sürü, şahsını da bu sürünün çobanı görüp topluma velilik ya da vasilik yapmak isteyenleri iktidar yapma yerine; DOĞRUDAN HALKI İKTİDAR YAPMAK GEREKİR. Gerçek demokrasiler ancak böyle boy verebilir. Çünkü demokrasiler ve vesayet (korumanlık) rejimleri birbirine zıttır.

Halk egemenliği ya da MİLLİ İRADE (Ulusal İstenç) tepeden tabana doğru değil, tersine tabandan tepeye yön veren bir iradedir (istençtir). İktidar olanların yetki çemberini tabandaki halkın demokratik iradesinin (istencinin) sınırları belirler.

  • Demokrasilerde hiç kimse, halktan almadığı bir yetkiyi kullanamaz ve kendisin de bağlı olduğu anayasal düzeni bozamaz.
  • Siyasal yönetimin patronu iktidarda olanlar değil, Halktır.

Öyleyse ne yapmak gerekir?

Bireyler, aileler ve toplumların tam olarak, erginlik ve yetkinliğe ulaşabilmeleri, hukuku, demokrasiyi, özgürlüğü ve adaleti amacına ve içeriğine uygun olarak yaşayabilmeleri için de DEVLETIN BABALIK GÖREVİNE SON VERMELERİ GEREKİR.

  • Demokrasi ve vesayet bir arada yaşayamaz. Biri varsa öbürü yoktur.

Eğer bir ülkede devletin babalık rolü sona ermezse siyasal iktidarı elinde tutanlar, halkın doğrudan görev verdiği temsilci konumunda olmaz, tersine halka buyruk veren veli ya da vasi konumunda olurlar. Halkın yaşam biçimine karışmayı doğal hakları olarak görürler. Veli ya da vasiye gereksinimi olan toplumlar da halk, henüz yeterli erginliğe ulaşmamış yani rüştünü kanıtlayamamış anlamına gelir. Devlet yönetimine halkın iradesi (istenci) ve gereksinmeleri değil veli ya da vasilerin buyrukları egemen olur.

Ulusal egemenliğe dayalı devlet düzeni giderek yerini kişi ya da lider (önder) egemenliğine bırakır. Başka bir söyleyişle de, ailedeki ataerkil, baba egemenliğine dayalı aile yönetim biçimi devleti yönetenlerin vesayet rejimine taşınmış olur. Mikro ölçekteki baba vesayeti, yerini makro ölçekteki siyasal ve karizmatik önderlere bırakır. Çoğu Orta Doğu, Bazı Uzak Doğu, Afrika ve Güney Amerikan ülkelerindeki durum bu şablona (kalıba) yakındır

Kıssadan hisse                           :

Ya da konuyu bitirirken şunu da açıklıkla belirtmek gerekir :

Ülkemizdeki Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin rotası demokrasiye değil; feodaliteye, otoritarizme, yani ataerkil,
feodal, aşırı MERKEZIYETÇİ bir baskıcı düzene yöneliktir.

Bu nedenle de, konuyu halka daha iyi anlatıp demokratik yollarla, yani serbest, özgür ve dürüst seçimlerle güçlendirilmiş ve güncellenmiş parlamenter sisteme geri dönülmelidir.

Özgürlük, bağımsızlık, ulusal egemenlik ve demokrasi kanalları güçlendirilerek;
– yurttaşların yasalar önündeki eşitliği zedelenmeden,
– özgür ve yansız bir basına,
– Güçler ayrılığına,
– Hukukun üstünlüğüne,
– yargı bağımsızlığına…

DEMOKRATİK LAİK VE SOSYAL BİR HUKUK DEVLETİ ilkelerine yeniden dönmek gerekir.

23-24 Haziran olayları

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
25 Haziran 2021, Cumhuriyet

 

Siyasi ve sosyal tarihimizde bu tür birkaç “ardışık sayılı” mühim gün veya dönüm noktaları vardır. Mesela 6-7 Eylül olayları. 1955 senesinde, utanç verici bir ırkçı-kafatasçı-ultra milliyetçi-faşist pogromun yaşandığı iki gündür. Mesela, 15-16 Haziran 1970 işçi direnişi. Emekçilerin sendikal haklarına sahip çıkmak için yaptıkları ve Cumhuriyet tarihimizde işçi sınıfının bir iftihar madalyası gibi göğsünde taşıdığı bir başkaldırı destanıdır.

Bunlara 23-24 Haziran tarihlerini de eklemek isterim. Her ne kadar bir yıl ara ile yaşanmış iki önemli olayın yıldönümleri ise de 2018 ve 2019 yıllarının 23 ve 24 Haziran günleri, tarihi “virajlar” olarak anılmayı hak ederler.

23 HAZİRAN YEREL SEÇİMİ

Bundan iki yıl önce 23 Haziran’da, sayıca ve “sosyolojik, sosyoekonomik, kültürel, etnik, siyasi kompozisyon itibarı ile” Türkiye’nin geneline teşmil edilebilecek önemli bir “temsil kabiliyeti” taşıyan İstanbul halkı, ülke demokrasisi açısından tarihi bir ders niteliğinde bir karar vermiştir.

İstanbul halkı, yerel yönetimde tam çeyrek asır hâkimiyet süren (1994-2019) “Akape zihniyeti” ni yer ile yeksan ederek “yetti artık” demesini becermiştir. Hem de 31 Mart’ta aynı yönde verdiği kararın utanç verici biçimde “yok hükmünde” sayılmasını elinin tersi ile iterek sağladığı 800 binin üzerinde oy farkıyla.

O gün İstanbullular, millet iradesini küçümseyen, yok sayan ve “biz kimi istersek seçtiririz, onu bile” kibri ve küstahlığı ile aday gösterilen Binali Bey’in ertesi sabah hâlâ (hezimetin şaşkınlığı ile) pişkin pişkin “durun bakalım, yine de biz kazanmış olabiliriz” tavrı ile ortalıkta dolaşmasını sağlayacak sıkı bir tokat aşk etmiştir muktedirlerin suratına.

Seçim öncesinde kibrin ve antidemokrasinin zirve yaptığı bir anlayışla “zaten seçilseler bile çalıştırmam. Yedirmem İstanbul’u” yollu beyanlara ağır bir ceza kesmiş, “Yok artık öyle yağma. Eski günleri unutun. Bundan böyle maymunun gözü açıldı” anlayışıyla, ilçelerde bile 31 Mart oylarının üzerine çıkılmış, 31 Mart’ta 16 ilçede önde iken, 23 Haziran’da 28 ilçede öne geçmiştir. Yani Meclis seçimleri de tekrarlansa, İstanbul’da “İBB Meclisi’nde de çoğunlukla” iktidar olacak oyu ulaşmıştır.

Bu seçmen “dirilişi ve şahlanışı”, Ekrem İmamoğlu’nun ya da Millet İttifakı’nın başarısı olmanın ötesinde, “İktidarın gidişini hazırlayan ve hatta müjdeleyen” bir büyük meşalenin yakılması anlamını taşımayı hak eder.

23 Haziran 2019’da “İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi de kaybeder” veciz sözünün bir sağlamasının yapılmasına ilk adım atılmıştır.

24 HAZİRAN GENEL SEÇİMİ

Bundan üç yıl önce de genel seçimde birlikte yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde onaylanan “Şahsım Rejimi”, Türkiye’yi içinden çıkılamaz yeni sorunlara boğmanın tescili anlamına gelmiştir. Türkiye’nin, o güne kadar ciddi arızaları ile de olsa bir tür kuvvetler ayrılığı sistemi ile sürdürmeye gayret ettiği siyasal sistemini onarılamaz yeni bir dertler yumağına dolamak anlamına gelen bu yeni rejim, Cumhuriyetin temellerine konulan ve devleti berhava eden (mecazi anlamda) patlayıcılara, yenilerini eklemiştir.

Sadece sistemi tek bir şahsa bağlayıp, yargıyı, yasamayı yürütmeyi ve dolaylı yoldan “dördüncü kuvvet” medyayı mefluç (felç) hale getirmekle kalmamış, buna bağlı bir şekilde ekonomiden sağlığa, savunmadan dış siyasete, hukuktan eğitime kadar binlerce konu başlığında her şeyin duvara dayanmasını da beraberinde getirmiştir.

Doğrunun ve yanlışın, hukukun ve zorbalığın, cehaletin ve aydınlanmanın, barışın ve kavganın her zaman ayrı kutuplarda olduğundan hareketle, bu anlamda “kutuplaşmanın sanıldığı gibi kötü bir şey olmadığını” savunsam da insanların birbirine düşman edilmesi anlamında “kutuplaşmanın ve kamplaşmanın, nefretin ve husumetin” doruğa ulaştırıldığı bir iklimin de esiri olmamızı sağlamıştır, “Şahsım Rejimi”

Türkiye’nin bir an önce bu rejimi değiştirmesi bu kibrin, bu tepeden bakmacılığın, bu halkı ve istişareyi, müzakereyi, münazarayı yok sayan yönetim anlayışının, neredeyse resmi – özel her kuruma “kayyum ataması ile çökertmeyi amaçlayan” zihniyetin son bulması en acil görevdir.

Son “mafyacı videoları” vesilesi ile ortaya dökülen pisliklerin kokusu da bu “çökme, çöküntü ve çöküş” devrinin sonunu muştulamaktadır. Bir tür “müsilaj”ın kaldırılması ve bir çökeltinin temizlenmesi gereğinden söz ediyorum.

Çare, bir an önce sandığın ortaya konulması ve halkın iradesi ile bu kâbustan kurtuluşun ilk kilometre taşının döşenmesidir. O gün geldiğinde, tabii ki her şeyin çözülmeyeceğinin idrakinde olarak uzun ve meşakkatli ama torunlarımıza umutla bakacakları bir gelecek vaat eden yeni bir dönemi başlatmak gerekmektedir.

Herkesin birbirini ve en başta da “kendisini” bu tarihi görevin gerekliliği ve önemi konusunda uyarması gerekir.

Kendinizden başlayın.

Balyoz Kararı ve İki Sorun

Hamdi Yaver Aktan: Devlet hiçbir zaman ortak kabul etmezHamdi Yaver AKTAN
ESKİ YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ BAŞKANI
Cumhuriyet, 24 Haziran 2021

Kamuoyunda “Balyoz Davası” olarak adlandırılan davada Yargıtay 16. Ceza Dairesi kararını açıkladı: Yerel mahkemenin beraat kararı temyiz incelemesi sonunda suç için anlaşma yönünden bozuldu.

Yargıtay kararları elektronik imzaları tanımlayıp UYAP sistemine yüklendikten sonra görülebilmekte/alınabilmektedir. Islak imzalı, “özgün karar” olarak nitelenen kararlar belirttiğimiz süreç tanımlanmadan hiçbir şekilde “sızdırılamaz”, yaptırımı asgari düzeyde disiplin işlemi gerektirir. Oysa kamuoyuna yansıdığı üzere “Balyoz Kararı”, müdafilerden önce bir gazetede ve sitesinde yayımlanmıştır. Başlığında da soruşturması süren amirallerin açıklamasına gönderme yapmakta hatta içtihat oluştuğu algısı yaratılmaktadır! Muhabirin hukuku bildiği anlaşılıyor (?!)

DAVANIN DÜŞMESİ GEREKİRDİ

Yargılanmaya konu somut olayın, 765 Sayılı TCK’nin 147. maddesinde yazılı suçun hazırlık hareketleri olduğu ve aynı yasanın 171. maddesine temas ettiği, 5237 sayılı TCK’nin 316. maddesindeki suçun oluştuğunun 16. Ceza Dairesi tarafından kararlaştırıldığı görülmekte. Eski TCK’nin 171. maddesinin 2. fıkrası “Bu ittifak 146 ve 147. maddelerinde gösterilen cürümlerin icrasına müteallik ise dört seneden on iki seneye kadar ağır hapis cezası verilir.” şeklindedir.

Aynı yasanın 102. maddesinin 2. fıkrasına göre ise “Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis” cezalarında zamanaşımı on senedir. Zamanaşımı kesin işlemlerle birlikte süre uzayabilir ancak bu süre on beş yılı geçemez (765 sayılı TCK m. 104/2). 5237 sayılı TCK’de aynı suçun (m. 316/2) zamanaşımı süresi uzaması olasılığında yirmi iki buçuk yıldır (m. 66/1-d, 67/4). Her iki yasada düzenlenmiş suçun zamanaşımı süreleri yönünden 765 sayılı TCK hükümleri sanıklar lehinedir. Davaya konu olan seminer 5-7 Mart 2003 tarihinde yapılmıştır. Uzamış zamanaşımı süresi gözetildiğinde bile süre 7 Mart 2018 tarihinde dolmuştur.

Yerel mahkemenin kararının beraat olması karşısında Yargıtay’ın Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre davayı kendisinin sonuçlandırması ve teknik bir ifadeyle düşme kararı vermesi gerekirdi. (m. 303/1-a)

KURAMSAL DEĞERLENDİRMEYLE ÖRTÜŞMÜYOR

Yerel mahkeme, nitelenen suçtan (TCK m. 171/2) daha ağır başka bir suçtan mahkûmiyete hükmetmiş olsaydı, Yargıtay’ın bozma kararında, karara uyulması olasılığında, zamanaşımına işaret etmesi ve buna göre kendisinin düşme kararı vermemiş olması yerinde görülebilirdi.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi ayrıca somut olayda etkin pişmanlık hükmünün koşullarının bulunmadığını da kararında açıklamaktadır. Bir başka anlatımla, yapanın düzenlemesiyle “Cürmün icrasına ve kanuni takibata başlanmazdan evvel bu ittifaktan çekilenler ceza görmezler” (765 Sayılı TCK m.171/son) hükmünün uygulanamayacağı kararda belirtilmiştir. Karardaki kuramsal/hukuksal açıklamalar yerindedir. Gerçekten de anlaşmadan çekilmek iradi bir davranış gerektirir, imkânsızlıklar bu kapsamda sayılmaz. Ne var ki somut olay bağlamında düşünüldüğünde kuramsal değerlendirmeyle örtüşmediği sonucuna varılabilir.

Kararda “ittifakın farkına varılması üzerine, bir kısmının emekliliğini istediği, bir kısmının da Yüksek Askeri Şura’da resen emekli edildiğinin anlaşılması karşısında, 765 sayılı TCK’nin 171/3 ve 5237 sayılı TCK’nin 316/2. maddelerinin uygulanma yeri bulunmadığı” nın gözetildiği değerlendirmesi yapılmıştır.

GERÇEKÇİ VE OLASI DEĞİL

Kararda plan seminerinin, 26 Mart 2003 tarihinde hukukçulara incelettirilme sonunda Genelkurmay Başkanlığı’nca onaylandığı da yazılmaktadır. Onaylanan bir seminere dayalı hukuksal bir gerçektir.

Yeniden başlayacak yargılamada, sorulması üzerine emeklilik nedenlerinin kararda yazılı nedene bağlı olmadığının belirtilmesi olasılığında etkin pişmanlıkla ilgili değerlendirmenin yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Yüksek Askeri Şura’daki resen emekli edilme tarihinin 2003 yılının ağustos ayı olduğu ve seminerden sonra yaklaşık 6 ay geçtiği dikkate alındığında bu denli vahim olduğu kabul edilen bir olayda üst makamların emeklilik işleminde uzun bir süre gecikeceğini düşünmek pek olası görünmemektedir.

Eylemin varlığı, kanıtlanması, delillerin baştan itibaren dürüstlük kurallarına göre elde edilip edilememesi, yapıldığı kabul edilen değişiklikler, Yargıtay’ın sayısal (dijital) tanıklarla ilgili değerlendirmeleri bir başka yazının konusu olabilir. Dahası, ilk kararı onayan Yargıtay heyetinin, Yargıtay Kanunu’na göre istifaya davet edilmeleri de!..

HALİL ÇİVİ ŞİİRİ : DEDİM – DEDİ

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

 

DEDİM – DEDİ (x)

Dedim ahlak nedir, dedi hayadır.
Dedim barış nedir, dedi mayadır.
Dedim huzur nedir, dedi yuvadır.
Dedim bozar mısın, söyledi yok yok…
x x x
Dedim kadın-erkek, dedi ki birdir.
Dedim zenci-beyaz, dedi ki birdir,
Dedim inancın ne, dedi ki sırdır.
Dedim söyler misin, söyledi yok yok…
x x x
Dedim adalet ne, dedi ismimdir.
Dedim vicdan nedir, dedi resmimdir.
Dedim eşitlik ne, dedi cismimdir.
Dedim ya iltimas, söyledi yok yok…
x x x
Dedim özgürlük ne. dedi aşımdır.
Dedim eğilmez ne, dedi başımdır.
Dedim yurttaşlık ne, dedi işimdir.
Dedim bozgunculuk, söyledi yok yok…
X X X
Dedim kardeşin kim, dedi halkımdır.
Dedim demokrasi, dedi ülkümdür.
Dedim ya laiklik, dedi aklımdır.
Dedim cayar mısın, söyledi yok yok…
X X X
Dedim bayrak nedir, dedi canımdır.
Dedim vatan nedir, dedi tenimdir.
Dedim bedeli ne, dedi kanımdır.
Dedim ya ihanet, söyledi yok yok…
X X X
Dedim Atatürk kim, dedi bilimdir.
Dedim cehalet ne, dedi zulümdür.
Dedim cumhuriyet, dedi yolumdur.
Dedim sapar mısın, söyledi yok yok…
X X X
Dedim Halil Çivi, dedi bilirim,
Dedim tanır mısın, dedi bulurum.
Dedim fikirleri, dedi alırım,
Dedim sever misin, söyledi çok çok…
X X X

 

 

(x) Halk şairleri ya da ozanları arasında DEDİM – DEDİ şiirleri halk tarafından çok sevilen ve beğenilen bir farklı tarzdır. Çoğu halk ozanının bu tarzda şiirleri vardır. Ben de bir yeni örnek yazarak beğenilerinize sunmak istedim. Halil Çivi, 11 Ocak 2018, İZMİR / ÇİĞLİ

KARANTİNA TV Programımız – 24 Haziran 2021

Dostlar,

Bu gün, 24 Haziran 2021 Perşembe, saat 20:00’de,
Karantina TV’de Sn. Recai Aksu’nun programında olacağız.. / OLDUK…

Konumuz :

SALGIN GERÇEKTEN BİTTİ Mİ??

Karantina TV’nin twitter, FB hesabında ve youtube kanalında canlı yayın yapılacak / YAPILDI..

İlgi ve bilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 24 Haziran 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

AÇLIK VE ADALETSİZLİKLE İKTİDARDA KALMAK

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

Türkiye’nin içte ve dışta sıkışıklığı had safhada, dayanılır gibi değil!
Gerek demokratik rejimin kurum ve kurallarının AKP tarafından ters yüz edilmesi, gerek hukuksuzluk, gerek ekonomik tükenmişlik, büyük resmi gören ve yakın geleceği okuyabilen vatanseverlerin nefes almasını bile zorlaştırıyor!

AKP’ye göre ekonomi büyüyor!
Pandemi karşısında izlenen parasal ve kredi genişlemesi sayesinde, bu senenin ilk çeyreğinde “büyüme” göründü. Ama bu sahte büyüme hiç “İSTİHDAM” yaratmadı.
Yani, büyüme vatandaşa iş-aş olarak yansımadı. İşsizlik ve açlık artıyor.
Borcu borçla kapatmak artık çok zor! Dünyada borca en yüksek faizi veren biziz.
Yatırım yok, halka sosyal destek yok. Devlet Bankaları, yandaşlara milyarlarca lira kredi akıtıp tahsil edemezken, çiftçilerin traktörlerini haczediyor.

Esnafı, KOBİ’leri, Sanayicileri yüksek enflasyon, TL’nin değer kaybı ve yüksek faiz eritiyor.
Hukuksuzluk, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uymamak, Anayasaya uymamak günlük olaylar haline geldi.
Milli değerlerimize, kurucumuza her gün darbe vuruldu, insanlar din ile aldatıldı…

İyi de, nasıl oluyor da AKP denen mafya ile iç içe geçmiş parti, hala %30 dolayında oy alıyor? Türk Milleti mazoşist mi, sadist mi oldu?
Kendisine eziyet edilmesinden zevk alan bir toplum mu olduk?

Dünyanın neresinde olursa olsun, AKP gibi yönetim sergileyen, şeriat soslu, yolsuzluklara batmış, mafyalaşmış bir partiyi o ülkenin milleti, tekme-tokat kovalar!

  • Neden AKP hala %30 bandında duruyor?

-Pandemi nedeniyle, anketler yüz yüze (Anketör-Vatandaş) yapılamıyor. Hepsi, telefon veya sosyal medya ile yapılıyor. İktidarın bilerek yarattığı korku iklimi vatandaşı gerçek kararını açıklamaktan alıkoyuyor. Zorunlu olarak iktidar bundan nemalanmaktadır.

AKP, haram para ile medyanın %95’ini satın aldı

Bir kısmını da devlet bankalarından kredilendirerek yandaşlarına aldırttı. Yani, Türk Milletinin yaklaşık %40’ının ülkedeki hırsızlıklardan, yolsuzluklardan, peş keşlerden, ülkemizin soyulmasından haberi yok. Çünkü bu kitle, gazete okumuyor, sosyal medyada yok, salt (a haber) seyrediyor. Üstelik sosyal yardım alıyor ve bu yardımı AKP’nin verdiğini zannediyor.

-Bu kitle, 2003-2008 arasında, dünyadaki nakit bolluğu nedeniyle AKP’nin akılsızca borçlanması ve borcu üretimde kullanmamasıyla, sanal bir refaha kavuştu. Banka kredileri, kredi kartları ile gelen bu bolluğun devam etmesini istiyor ve bunu AKP’nin yapacağına inanıyor.

-AKP’nin Siyasal İslamcılardan (Din üzerinden para kazanan) oluşan kemik oyu %8-%12 arasıdır. Kalan oyun tümüne yakını “Merkez Sağ” oylardır.
Bu oyların ne CHP’ye ne de İYİ Partiye gitmediğini her seçimde gördük.
AKP’deki bu emanet oyları DOĞRU Partiden başka kimse alamaz. Biz alırız.
Büyük Kongremizi tamamladıktan sonra bu gerçek görülecektir.

Son iki yılda, 3 milyon kişi daha yoksulluk sınırının altına düştü.
Bu sayı maalesef giderek artacak ve herkes artık denizin bittiğini, AKP’nin tükendiğini görecek. AKP’nin sıcak para ve inşaata dayalı büyüme modeli artık tıkandı.

Yapılması gerekeni bir daha söyleyelim                                  :

  • AKP ve MHP’nin bu soygun ve yıkım düzenine karşı olan tüm partiler,
  • STK’lar, aydınlar, gençler, kadınlar birleşip, silahsız Kuvayı Milliye Hareketiyle,
  • demokratik yolla AKP’yi yargıya ve tarihe emanet etmek.

Kurtuluş budur. Var mısınız?

Sağlık ve başarı dileklerimle, 23 Haziran 2021

AFGANİSTAN’DA EMPERYALİZMİN BEKÇİLİĞİ

Zeki SARIHAN
AFGANİSTAN’DA
EMPERYALİZMİN BEKÇİLİĞİ
 

 

 

 

Enanullah Han.jpgTürk-Afgan İlişkileri.jpg

Emanullah Han
Kaynak Yayınları 2002

Son NATO doruğunda Amerikan emperyalizminin Türkiye’ye yeni bir görev  verdiği, Tayyip Erdoğan’ın da bu görevi kabul etmeye hazır olduğu anlaşıldı. Türkiye, Kabil Havaalanı‘nın koruyacak ve işletecekmiş. Türkiye, ABD ve müttefikleri ile birlikte zaten Afganistan‘daydı. Yeni durum şudur: Afganistan’da Taliban kuvvetleri karşısında yenilgiye uğrayan Amerika’nın başını çektiği koalisyon yenildi. Askerleri çok kayıp verdi. Afganistan serüveni ABD’ye pahalıya patladı. İşbirlikçi ve yolsuzluklara batmış Afganistan diktatörlüğünü ayakta tutmanın imkânsızlığı da anlaşıldı. Trump yönetiminin bu ülkeden çekilme kararını Biden yönetimi de uygun görüyor. Şu koşulla ki; geride artçı bir kuvvet bırakılacak. İşte bu artçı kuvvet, Türkiye askeri olacak. Çünkü Batılı ülkelerin uçakları buraya gidip gelmeye devam edecek ve Türkiye onların güvenliğini sağlayacak…

Amerikan gölgesinde genişleme 

AKP iktidarı döneminde yaşanan dış politikaya gerçekleri ışığında bakıldığında Hükümetin böyle bir görevi kabul etmesinin iki nedeni olduğu görülüyor. Birincisi Erdoğan iktidarı zaten başka ülkeler üzerinde nüfuz kullanma politikası güdüyor. Türkiye’nin topraklarını genişletme de içinde olmak üzere başka ülkelere tırnak atıyor. Oralarda üsler kuruyor.  İkincisi, Amerika ve Rusya karşısında bir bocalama devresinden sonra hükümet, Amerika ve NATO’nun başını çektiği Batı emperyalizmi ile bozulan ilişkileri onarmaya çalışıyor. Erdoğan’ı ikinci Atatürk diye göstermeye çalışan ve O’nu bütün gücüyle destekleyen eski solcuları hayal kırıklığına uğratma pahasına. Afganistan görevi, emperyalist cephe ile hasarları onarmanın da bir çaresi olarak görülüyor. Bunun NATO’ya girmek için 1950’de Kore’ye asker göndermekten bir farkı yok. O zaman NATO’ya girilecekti, şimdi ise NATO’ya adeta yeniden bağlanılacak. 

Bir taşla iki kuş!..

Taliban yönetimi haklı olarak Afganistan’da hiçbir yabancı askerî güç istemiyor. Ülkede denetimi çoktan yitirmiş olan Amerikan kuklası Afgan yönetimi istedi diye bu ülkeye kuvvet göndermenin doğuracağı sonuçları, Türkiye’nin tehlikeli sulara dalma sonucunu doğurabileceğinden, hükümet yanına Pakistan ve Macaristan gibi iki ortak almak istiyor. Pakistan’ı almak isteyişini anlamak kolay da Macaristan nerden çıktı, bilmiyoruz. Hacı hacıyı Mekke’de bulurmuş. Erdoğan’la Orban’ın Kâbil’de buluşmasının da uluslararası bir nedeni olmalı. 

Eşbaşkanlığa geri dönüş

Dünyanın jandarmalığını üstlenmekten vazgeçmeyen ABD, hâkim olmak istediği yerlerde bu iş için taşeron kullanıyor. Büyük Ortadoğu ve Kuzey Afrika Eş Başkanlığı Projesi de Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da yapılacak böyle bir taşeronluktu. Palazlanan yeni tipte Türk burjuvazisi, klasik Osmanlılığın dinciliği yanında, genişleme politikasını da yürürlüğe koyabileceğine karar verince, Batılı müttefiklerini aradan çıkarmak istedi. Bu gelişmeye kimi yazılarımızda Türkiye alt emperyalist bir ülke mi oldu? diye sorarak işaret etmiştik. Suriye’de rejimi yıkarak Batı yanlısı bir rejimi iktidara getirme çabasında Amerika ile birlikte hareket eden Türkiye ve ABD arasına sonradan kara kediler girmesinin nedeni budur. Suriye’de petrol kaynaklarına tek başına egemen olmak isteyen, bu ülkenin tümünü Rus etkisine bırakmak istemeyen ABD, Türkiye yönetimi ile ters düştü. Sonuçta Türk Hükümeti, Suriye’de yaratılan fiili durumu kabul etmiş görünüyor. Zaten ABD’yi Suriye’den çıkaracak bir gücü de kendisinde göremiyor.

Zararın neresinden dönülse kârdır anlayışı ile hareket ediyor. Emperyalistlerin Afganistan’da olduğu gibi kendisine sunacağı başka olanaklardan yararlanma yoluna giderek bir uzlaşma yoluna gitmek istediğini belli ediyor. Sınır ötesi harekâtlar ve bunların bir kesiminin kalıcı duruma gelmesi karşısında “Ne işimiz var Suriye’de, Irak’ta diye sorup duruyorduk. Meğer daha başka ülkelerde de işimiz varmış!

Afganistan’a uygarlık mı götürülecek?  

Bugünkü Afganistan’a egemen Taliban yönetimi, Batı uygarlığının yarattığı modern değerlere düşman, bizdeki yaygın ifade ile gerici bir güç. Geçmişte NATO’nun verdiği görevle Afganistan’da bulunmayı savunan Atatürkçüler vardı. Türkiye, bu ülkede nefes alamayan modern insanları koruyacak, Afganistan’a uygarlık götürecekti. Bunun olanaklı olmadığı anlaşılmış olmalıdır. 27 Aralık 1979’da Afganistan’ı yüz bin kişilik ordusuyla resmen işgal eden Sovyetler Birliği de bunu başaramadı. Hatta Sovyet işgalinin Afganistan’da muhafazakârlığı artırdığı görüldü. 

Bir ülkenin işgal güçleri başka bir ülkeye uygarlık götürebilir mi? Belki uzun erimde kimi kurumlarını yerleştirebilir ve yaşam biçimlerini değiştirebilir ama bunun için İngiltere’nin Hindistan’da 300 yıl sömürge yönetimi olarak kalması gibi bir sürece gerek vardır. Kaldı ki Türkiye’de gitgide İslami bir rejime yönelen AKP yönetiminin Afganistan’a veya başka bir ülkeye gericilikten başka götüreceği bir şey var mıdır? Afganistan’da bu görevi Taliban zaten yapmaktadır. Bir an için yalnız Kabil Havaalanını değil bütün Afganistan’ı AKP hükümetinin yönettiğini varsayalım. Afganlıların  (AS: Afganların) bundan nasibi inşaat faaliyetlerinin yanında daha çok Kur’an Kursu, daha çok İmam Hatip, elinde kılıçla mindere çıkan sarıklı din adamları, kaynakların dinci vakıflara peş keş çekilmesi, Afganistan’ın doğal kaynaklarının özelleştirilip yabancı şirketlere aktarılması, mafya, yolsuzluk ve yasaklardan başka ne olabilir?

  • Türkiye’den Afganistan’a taşınacak olan Türk toplumunun modern yüzü değildir, yasakçı bir yönetim anlayışı ve geri bir yaşam biçimidir. 

Bağımsız ve onurlu bir politika gütmek isteyecek Türkiye’nin yapması gereken, Afganistan’a ve başka ülkelere işgal askeri göndermek değil; yabancı ülkelerdeki bütün askerlerini geri çekmek, içeride de barış ve demokrasiyi temel alarak herkese rahat bir nefes aldıracak ortamı yaratmaktır. İktidara gelmeyi bekleyen bugünkü muhalefet de bunu yapamazsa Türkiye Amerika ve Rusya gibi emperyalist ülkelerin at oynattığı bir ülke olmaktan kurtulamaz.

“Ne Amerika ne Rusya, tam bağımsız Türkiye” 

1960’ların, 1970’lerin olduğu ölçüde, bugün de geçerliliğini koruyor. =============================================

Kaynak Yayınları, 2002

Emperyalizme karşı ilk zaferin sahipleri Geçmişte uğradığı dış saldırılar ve işgaller açısından Anadolu ile Afganistan birbirlerine benziyor. Doğudan batıya, güneyden kuzeye önemli yollar üzerinde bulunan ve varsıl yeraltı kaynaklarına sahip olan Afganistan; Persler, Büyük İskender, Sasaniler, Araplar, Gazneliler, Samanoğulları, Harzemşahlılar Moğollar, Timur, Nadir Han’ın işgallerine uğradı. Son birkaç yüzyıldır da Afganistan, Rus ve İngilizlerin hâkimiyet mücadelesinin kesiştiği bir coğrafya. Afganlar, İslam dünyasının hem ileri karakolu, hem modernleşme sürecinde olan Türkiye’ye karşı sürekli hayranlıkla baktılar. Modern Afganistan’a biçim verecek olan ilk aydınlar Osmanlıların modernleşme hareketinden çok etkilendiler. Bunlardan biri olan Muhammet Tarzi, öğretimini Türkiye’de yapmıştı. Afganistan’a dönüşünde, Abdülhamit zulmünden Mısır’a kaçmış kimi aydınları Afganistan’a çağırdı. Afganistan’ın ilk gazetesi Seracal Ahbarı Afganistan’ı o çıkardı. 1. Dünya Savaşı çıkınca Teşkilatı Mahsusa Heyeti cihat fetvasını Afganistan’a götürdü. Bu savaşta Türkiye’nin hem İngiltere hem Rusya ile savaşıyor olması Afganlara rahat bir nefes aldırmakla birlikte, bu fetva nedeniyle savaşa girmediler. 

Ancak onlar zaten İngiltere ile mücadele halindeydiler. Afgan topraklarında İngilizleri son bozguna uğratmaları, 1919 yılındadır.

3 Mart 1919’da bağımsızlıklarını ilan ettiler ve İngiltere bunu kabul etmek zorunda kaldı. Yani emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşını zafere ulaştıran, çok yinelendiğinin aksine Türkiye değil Afganistan’dır. Türk Kurtuluş Savaşında işgalcilerin yenilmesi nedeni nasıl Anadolu yaylasının onları barındırmayacak bir coğrafi yapıda olması ise, dağlık Afganistan da İngiliz güçlerinin rahatça hareket edeceği bir alan değildi.

Gözyaşları ile imzalanan anlaşma 

Sovyet Devriminden sonra Rusya artık Afganistan’ın dostuydu. Ankara’dan Sovyetlerle bir yardım ve dostluk anlaşması için Moskova’ya giden kurul orada Sovyetlerle anlaşma yapmaya gelen Afgan kurlu ile karşılaştı. Ankara, o sırada Moskova’nın ezilen milletlerin delegeleriyle dolup taştığını biliyor olmalı ki; Türk kuruluna, Ruslardan başka orada delegeleri bulunan başka milletlerle de anlaşma yetkisini vermişti. Böylece Kurtuluş Savaşı Ankara’sı ilk anlaşmayı, 1 Mart 1921’de Afganlarla yapmıştır. Bu dostluk ve yardım anlaşması Moskova’da iki taraf delegelerinin gözyaşlarıyla imzalanmıştır. Emperyalizm ile mücadele her iki mazlum ulusun temsilcilerine gözyaşı döktürürken, acaba NATO’nun isteğiyle Afganistan’a askerî kuvvet gönderme anlaşması imzalanırken de gözyaşı dökülebilecek midir?

Bu gözyaşı ABD ve NATO temsilcileriyle birlikte mi dökülecektir!

Nereden nereye?

Kurtuluş Savaşı yılları, Türk-Afgan ilişkileri açısından en sıcak ve dostça ilişkilerle doludur. Mustafa Kemal Paşa ve Afgan Emiri Emanullah Han arasında mektuplar gidip gelmiş, her iki taraf elçilikler açmış, elçiler büyük sevgi törenleriyle karşılanmıştır. Afganistan’ın Ankara elçiliğinin bayrağını göndere Mustafa Kemal Paşa kendi elleriyle çekmiştir. Türkiye Afganistan’a, Afgan ordusunu düzene koymak için subay ve öğretmen göndermiştir.

Ayrıca 1. Dünya Savaşı sonunda yurt dışına çıkmak zorunda kalan Cemal Paşa, Afgan emirinin askerî danışmanı olmuştur. Ne de olsa Türkiye’nin ordu teşkilatı ve geleneği Afganistan’dan ileri idi. (Enver Paşa’nın Orta Asya’ya gidip Bolşeviklerle çarpışmaya başlamasından sonra Ruslar, Cemal Paşa’nın da O’nunla işbirliği yapabileceğinden kuşkulanıp Emirlikteki görevine son verdirmişlerdir. Cemal Paşa, Türkiye’ye gelmek için Kars’ta Ankara’nın iznini beklerken, Ermeni intikamcılar tarafından Kars’ta katledilmiştir.)

Dikkat çekicidir ki Enver Paşa‘nın İngilizci siyasete dönmesi Afganlıları Türkiye’ye karşı kuşkuya düşürmüş, ne var ki Ankara’nın Enver Paşa’dan farklı bir siyaset izlediği görülerek Türkiye ile Afganistan dostluğu sürmüştür. Büyük Zafer, Afganistan’da da büyük bir sevinç yaratmış, Afganistan dağlarında ateşler yakılmıştır. Emanullah Han, Türkiye’de Atatürk dönemi reformlarını uygulamak istiyordu. 1928’de Türkiye’ye de gelerek konuk edilmiştir. Fakat bu reformlar Afganistan gibi bir ülkeye ağır gelmiş olacak ki, Emanullah Han, ertesi yıl mollaların ayaklanmasıyla ülkeden ayrılmak zorunda kalmıştır. Türkiye’de ise benzer bir darbe parça parça yapıldı ve sonuncusu 2002’de AKP’nin iktidarıyla gerçekleşti. 

Milletler kimi kez hiç umulmadık devrim ve karşı devrimlere uğrarlar. Afganistan tarihi ile Türkiye tarihi arasında bu bakımdan benzerlik vardır. Şimdi Afganistan’da yurdunu dış güçlere karşı savaşan tutucu bir topluluk (Taliban), Türkiye’de ise Türkiye koşullarında yapabileceği ölçüde gericilik peşinde ama aynı zamanda emperyalistlerle sıcak işbirliğine geri dönen bir iktidar hüküm sürüyor.

  • Afganistan, hiçbir yabancı gücün bulunmadığı bağımsız bir ülke olacaktır. Modernleşmesi ise kendi iç gelişimi ile ocaktır.
  • Türkiye de tam bağımsız bir ülke olacak ve bir Ortaçağ ülkesi haline sokulmaya direnerek çağdaş kimliğini koruyacaktır. 

Mustafa Kemal Paşa’nın Mart 1933’teki sözleri, günümüze de ışık tutuyor: 

  • Sömürgecilik ve emperyalizm, yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı hâkim olacaktır.

AKP hükümetinin yurt dışına asker gönderme tezkerelerini kerhen de olsa destekleyen muhalefetin bu kez ilkeli bir tutum takınarak, Afganistan’a asker göndereme tezkeresini reddetmesini beklemek hakkımızdır. 

The Independentturkish (23 Haziran 2021)

Halil Çivi şiiri : DEVLET BABA BEN İŞSİZİM ! (İŞSİZLİK DESTANI)

ŞİİR KÖŞESİ…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
23 Haziran 2021
Doğanbey / Seferihisar / İZMİR

DEVLET BABA BEN İŞSİZİM !
(İ Ş S İ Z L İ K  D E S T A N I)

Tahsilim çok, işim eksik,
Devlet baba ben işsizim!
Eşim, yavrum, aşım eksik,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Bunca emek boşa geldi,
Yaşım otuz beşe geldi,
Dirseklerim taşa geldi,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Param yok ki evleneyim,
Sokakta mı dileneyim,
Kadere mi ileneyim,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Ne evim var, ne ocağım,
Çocuk görmedi kucağım,
Ben bekâr mı öleceğim,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Derdimi bilmezden gelme,
Yaşamıma zehir salma,
Gençliğimi benden çalma,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Ne yolcu oldum, ne hancı,
Dostlarla oldum yabancı,
Parasızlık büyük sancı,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Yoksulluk büktü belimi,
Kime diyeyim halimi,
Çekemezsin vebalimi,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Açlık ahlakı yedirir,
Çaresiz kalan kudurur,
“Bak artık yetti” dedirir,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Umutlarım yele gitti,
Hayallerim sele gitti,
Gençliğimi sabır yuttu,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Babam yoksulluk kurbanı,
Annem olmuş dert harmanı,
Açlık bitirir insanı,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Sen babasın, halkı bölme,
Öz baba ol, üvey olma,
Gençleri yan yola salma,
Devlet baba ben işsizim!
XXX
Halil Çivi der yurttaşım,
Ne kazancım var ne işim,
Bak, çatlıyor sabır taşım,
Devlet baba ben işsizim!
Kimsesizim, torpilsizim!
XXX