26. ölüm yıldönümünde Aziz Nesin’e saygı ile

Sayın bayanlar baylar merhaba…

Sayın olmayan bayanlar baylar sizlere de merhaba ..

Bindiği dalı kesenler Öksürüğe göre esenler
Çabuk kırılıp küsenler Kendi yağlarıyla kavrulanlar
El kapılarına savrulanlar, merhaba.

Merhaba bal börek
Merhaba zehir zemberek
Konuşurken mangalda kül bırakmayanlar
Halka talkın verip kendileri salkım yutanlar
Dönme dolaplar, çarkıfelekler Sayın dönek. Bay fırıldak ..
İlericiler, gericiler
Ben demiştimciler
Neme gerekirciler
Hepinize merhaba…..

Düşükler, kalkıklar, düşecekler
Düşecekleri yerlere tırmananlar, merhaba.
Aslanın ağzındaki ekmek
Kendinden başkasına yarayan emek
Zemzem’den kutsal alınteri
Göz nuru, gözümün nuru Caaanım efendim, merhaba…..

Merhaba ulan kör kadı…
Merhaba. Ey, düşüp takkesi keli görünen
Hak deyip halk cebinde eli görünen
Ali’nin başından Veli’nin başına Veli’nin başından Ali’nin başına geçirilen külah
Tek sigortamız : Maşallah Tek umudumuz : İyi olur inşallah ….
Merhaba. Ey sırça köşkte oturup da komşusuna taş atanlar
***
Merhaba.

Ey sırça köşkte oturup da komşusuna taş atanlar
Teker kırıldıktan sonra yol gösterenler
Vakitsiz öttü diye başı kesilen horoz
Suyu pisletti diye kurdun yediği kuzu
Uyan artık heey, Üsküdar’da sabah oldu …..
Merhaba.
Gözünün üstünde kaşın var dedirtmeyenler
Üstü bıyık altı sakal diye tükürtmeyenler
Mersin’e tersine gidenler
Ey, dokunulmayan zülfi yar ….
Merhaba.
Merhaba, verilip de tutulmayan sözler
Merhaba doymayan gözler
Merhaba dolmayan göbekler ….
İskemleler, işkembeler, merhaba.
Yurdumun ağaçsız toprakları
Topraksız ağaçları
İnsansız topraklarım
Topraksız insanlarım ….
Merhaba özgürlük yolunda yaralanıp yitenler
Merhaba bu yolda dökülüp bitenler
Merhaba söylenmemiş en güzel söz
Merhaba güzel yarınlar
Merhaba güzel yarınlar ……
İşte girdik alana
Selam verdik dört yana
Sözümüz anlayana
Merhaba….”

AZİZ NESİN
==============================

Not : Yazıyı yollayan değerli meslektaşımız Dr. Serdar KOÇ‘a çok teşekkür ediyoruz..
DR. A. Saltık, 06 Temmuz 2021

Aşı karşıtlığı

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Cumhuriyet, 05 Temmuz 2021
Olguyla kurguyu ayırabilmek, insan zihninin en önemli potansiyel özelliklerinden birisidir. Ne yazık ki insanların tamamı bu potansiyeli kullanamamaktadır, olguyu kurgu, kurguyu olgu sanabilmektedir.

Bunun en büyük nedeni, bilimsel ve felsefi düşüncenin eksikliğidir. Bilimsel düşüncenin ve epistemolojik temellerin zayıf olduğu bir ortamda, kurgular insanların doğruluk ve gerçeklik ile olan bağlarını kopartır. Bu aynı zamanda birçok ahlaki soruna da yol açar.

Tarih boyunca insanların çoğunluğu, kurgulara dayalı söylencelerin, hurafelerin ve safsataların kölesi olmuşlardır. İnsanlar bu nedenden dolayı da adil bir toplumsal düzen kurmakta zorlanmışlardır. Dinler de bu kurguları yaygınlaştıran ve etkinleştiren en önemli unsurlardan birisi olmuştur.
***
İnsanın olguyla kurguyu ayırmasını zorlaştıran bir başka unsur da bilim ile sahte bilim arasındaki ayrımı yapamıyor olmasıdır. Örneğin birçok insan hâlâ, astrolojinin bir bilim olduğu sanısıyla yaşamaktadır. Oysa bilim olan astronomidir, astroloji değildir. Astroloji bilim olduğu iddiasıyla ortaya çıkan bir sahte bilimdir.

“En gerçek kılavuz bilimdir” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden ilerlediğini öne süren medya organlarında bile astroloji geniş bir yer alırken, insanların olguyla kurguyu ayırmalarını beklemek saflık olur.

Son yıllarda ortaya çıkan komplo “teorileri” de insanların kurguların kurbanı olmalarına dair en çarpıcı örneklerden birisi olduğu gibi, insanların olguyla kurguyu ayırma yetilerini kaybetmelerine neden olan unsurlardan birisidir.

Dünyayı birtakım gizli, gizemli, ezoterik odakların ve ailelerin yönettiği, Nazilerin Musevilere yönelik soykırım uygulamadığı, dünyadaki tüm kötülüklerin kaynağının Siyonizm olduğu, insanların bedenlerine beyinlerini kontrol etmek için çiplerin yerleştirildiği, insanların zihinlerini ele geçirmek için kimyasalların salındığı, uzaylıların insan görüntüsünde dünyayı ziyaret ettiği, dünyanın düz olduğu gibi kurgular ve sanılar, bunlara dair örnekler olarak sayılabilir.

Postmodernizm ve post-doğruluk olarak bilinen şarlatanlık da bu sürecin oluşmasında önemli bir etkendir. Nesnel doğruların ve gerçeklerin bilinmesinin olanaksız olduğunu, her şeyin göreli algılardan oluştuğunu savunan bu akımlar, bilimin ve felsefenin önündeki en önemli engellerden birisini oluşturmuştur.
***
İnsan elbette her şeyi bilemez. Bilim ve felsefe de her şeyi açıklayamaz. Ancak insanın her şeyi bilemeyeceği görüşü, hiçbir şeyi bilemeyeceği görüşünden farklıdır. Kuşku, bilinebilir olanla bilinemez olanı ayırmamızı sağladığı ölçüde yararlı bir yoldur. Kuşkunun sınırlarının bilincinde olmamak, salt epistemolojik bir sorun yaratmaz, aynı zamanda varoluşsal bir tehdit oluşturur.

İnsanın bir şeye inanması, o inancın doğru olduğu ve o inancın gerçeklikte bir karşılığının olduğu anlamına gelmez. İnancın kendisi, doğruluğun ve gerçekliğin gerekçesi ve güvencesi olamaz. Bir şeyin doğruluğunun ve gerçekliğinin anlaşılması için, akla ve deneyime dayalı kavramsal ve kuramsal araştırmaların yapılması gerekir.
***

  • Dünyada ve Türkiye’de bazı kesimlerin Covid-19 aşısına karşı çıkmalarının hiçbir bilimsel dayanağı yoktur.

Bilimsel kuramlar empirik bulgulara ve tümevarımsal çıkarımlara dayandıkları için, matematikte olduğu gibi “a priori” bir zorunluluk ve kesinlik içermeseler de başka bir bilimsel kuram tarafından yanlışlanmadıkları sürece, temellendirilmiş sayılırlar.

  • Bilimin karşısına dinle, hurafeyle, safsatayla, komplo “teorisiyle”, postmodernizmle, paranoyayla çıkılmaz.

Covid-19 aşısının insanı Covid-19 virüsünün yol açtığı hastalıklardan ve ölümlerden yüksek bir oranda koruduğu, sadece aşının üretim sürecindeki deneyler sırasında değil, aşının onaylanması sonrasında yüzlerce milyon insan üzerindeki uygulamasıyla da ortaya çıkmıştır.

  • Aşı karşıtlığı epistemolojik bir sorun olduğu gibi, aşı olmayarak başkalarının ve toplumun sağlığını tehlikeye atmak, ahlaki bir sorundur.
  • Aşı olmak ahlaki bir sorumluluktur.
  • Ahlaklı olmak için de akıllı olmak gerekir.

YANGIN AYAZI – MADIMAK ŞEHİTLERİNE AĞIT

MADIMAK ŞEHİTLERİNE AĞIT…

Dr. Serdar Koç ile ilgili görsel sonucu

 

Dr. Serdar KOÇ

 

 

YANGIN AYAZI

karanfil bastım yarama
al karanfil acılandı
kendi tarihi altında ezildi kent
bin yıllık bir çınar kökünden sökülürcesine
kılıçlar çekildi vicdanlar sustu
ey ölümün sessiz çığlığı
en ince ayrıntısına
en kılcal dereden
en ıssız kuytuluğa
kayalardan fışkıran çiçek
uçurum diplerini öpen su
ey gözyaşı
düzlükleri köpürte köpürte
kanatlanmış bir küheylan
kıyılarını kaybetmiş de denizin
kalbimin…
Sivas Sivas yanar
Sivas Sivas üşür gözleri
***

Serdar Koç
(TEMMUZ AYAZI, Ağustos 2000, Gelenek Yayınları)

TELE1 Programımız – 4 Temmuz 2021

Dostlar,

4 Temmuz 2021 Pazar, sabah 11:00’de TELE1’de Sayın Namık Koçak’ın konuğu olacağız.. / OLDUK..

Konumuz aşağıdaki gibi :
İzlemek için tıklayınız: https://youtu.be/DHqGsUBRdis

3. aşı ALATURKALIĞI ve salgının eriştiği güncel durumu, VARYANTLAR..

3 Temmuz 2021 günü akşam HALK TV’de de benzer konuyu kapsamlı değerlendirdik Sn. Fatih Ertürk ile.. (36 dk.) O programında izlenmesini, web sitemizdeki dosyanın okunmasını dileriz :

HALK TV Programımız – 3 Temmuz 2021 – Prof. Dr. Ahmet SALTIK

Ulusumuzdan gelen çok sayıda soruyu yanıta kavuşturacağız..

https://ourworldindata.org/coronavirus/country/turkey, 03.07.2021

Aşağıdaki çizime göre Türkiye’nin, milyon nüfus başına doğrulanmış birikimli (yığışımlı, kümülatif) olgu-vaka-hasta sayısı bakımından Dünya 3. sü olduğunu dikkate sunuyoruz.

https://ourworldindata.org/coronavirus#coronavirus-country-profiles, 04.07.2021

TÜRKİYE AŞI TABLOSU,
04 Temmuz 2021, Pazar 00:03 (T.C. Sağlık Bakanlığı (saglik.gov.tr)
Yapılan toplam aşı sayısı 52.353.282
1. doz uygulanan kişi sayısı 35.789.528
2. doz uygulanan kişi sayısı 15.583.999 / 90 milyon; %17,3!

Dünyada 8. sıradayız.. (https://ourworldindata.org/covid-vaccinations, 04.07.2021)

2. doz aşılananların tümü Kovit-19’a karşı bağışıklandı “VAR SAYILIR İSE” bu oran görüldüğü gibi %17.3 olup, kabaca her 6 kişiden 1’idir. Ki bu varsayım gerçekçi değildir, çünkü doğrudan

  • Sağlık Bakanlığı 3. doz aşıya ısrarla çağrı yaparak, apaçık biçimde 2 doz CoronaVac’ın yeter bağışıklık sağla(ya)madığını kabul ve itiraf etmektedir.
  • Hastalığı geçirerek erişilen doğal bağışıklık oranı bilinmemektedir.
  • Varyantlar tüm dünyada kol gezmektedir, ülkemizdeki durum belirsizdir /karanlıktır).
  • Türkiye ve dünya salgını henüz yenebilmiş değildir.
  • Günlük Turkuvaz tablo verileri güvenilir / gerçekçi değildir
  • 4. dalga riski vardır ve sonbahardan da önce yaşanabilir.
  • Korunma önlemleri kapsamlı olarak özenle sürdürülmelidir.

Ayrıca halen dünyanın hiçbir ülkesinde Kovit-19 aşıları ücretli yapılmamaktadır.
AKP’li CB Erdoğan‘ın aksi yönde ülke örneği ve fiyat vererek 2 kez yaptığı açıklama doğru değildir. Tümü ile popülisttir ve halk aldatılmıştır. Açık özür ve açıklama borcu oluşmuştur.

Halkı paralı aşıya hazırlama amaçlı ise, der – hal gündemden atılmalıdır.
Salgında paralı aşılama akıl, bilim, etik hukuk….. insanlık dışıdır, asla kabul edilemez!

Bilgi ve ilginize sunarız.
Youtube erişkesi (linki) : https://youtu.be/DHqGsUBRdis

Sevgi ve saygı ile. 04 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

 

HALK TV Programımız – 3 Temmuz 2021

Dostlar,

03 Temmuz 2021 akşamı saat 20:00’de, HALK TV‘de, başarılı programcı Sn. Fatih Ertürk‘ün konuğu olacağız yine.. Değerli Ertürk, bizi bu çok izlenen programında kendi deyimi ile “Demirbaş kadroya” aldı!

Güncelleme (03.07.2021, saat 22:05) : Program yapıldı ve 36 dakika sorunu irdeledik.

8,5 dakikalık kısa bir bölümü izlemek için lütfen tıklayınız..

(177) Prof. Ahmet Saltık: Sağlık Bakanlığı bir panik içerisinde! Ne yapacağını bilmeyerek adımlar atıyor. – YouTube

Sn. Ertürk’ün “TÜRKİYE NEREYE?” balıklı programı neredeyse 5 saatlik bir maraton her Cumartesi / Pazar akşamı ve izlenme (rating) rekorları kırıyor. Geçen hafta da öyle oldu.

Biz genellikle ilk yarım saat konuk oluyoruz. Bu bölüm de çok izleniyor. Doğallıkla Ulusumuzun bilimsel – nesnel – doğru – güncel, özetle NAMUSLU BİLGİYE gereksinimi var.. Bilim, bunlardan farklı bir nitelik taşıyabilir mi? Olağan koşullarda hayır!

Ancak, anlı – şanlı Küreselleşme çağında yaşamaktayız; gerçek yüzü ile YENİ EMPERYALİZM! Dolayısıyla bilgi de artık egemenlerin güdümünde.. 11 yıl önce ODTÜ’de bir bilimsel toplantıda bir sunumumuz olmuştu :

POST-MODERN BİLİM KARABASANI: NASIL BAŞETMELİ?

***
Günümüzde bu sorunsal (problematik) daha da katmerleşmiş durumda. Tipik, güncel örneklerden biri de Yeni Koronavirüs salgını ve aşılar.. Özellikle sorunun ülkemizdeki yönetimi (!) AKP tarafından zıvanadan çıkarıldı

  • Dünyada ilk ve tek ülke olarak 3. doz uygulamaya koyulduk!

Böylesine kapsamlı ve Halk Sağlığını doğrudan ilgilendiren bir politika kararı nasıl alındı? Gerekçeleri ve bilimsel kanıtları var mı, nerede ve ne zaman yayınlandı?
Bunları bilmiyoruz! Sağlık Bakanlığı her akşam, “çooook su götürür” turkuvaz (!) tablo yayınlamayı sürdürüyor. 2 Temmuz 2021 tablosu aşağıda.. Her gün hala 5 bin dolayında yeni “olgumuz” var, 50+ ölüm.  Elbette yakalanabilenler, açıklanması uygun bulunanlar…

İlk dalganın tepe yapığı 11 Nisan 2020 tablosu ise aşağıdaki gibiydi..

Karşılaştırmayı size bırakalım. 11 Nisan 2020 tepesinin ardından 1 Haziran 2020 açılım – saçılımı geldi ve bedelini 2. dalga olarak 2020/21 sonbahar – kışında ağır ödedik. Bu dalgayı tam sönümlendirmeden 1 Mart 2021 açılımı geldi ve fatura çok ağırlaştı 3. dalga ile.
**
İktidar, “resmen” açıkladığı 5.4 milyon insanımızın hastalığı geçirerek doğal bağışıklık sağlamış olmasına güveniyor olmalı. Bir de 50 milyonu bulan ilk doz aşılananların sayısı. Bunlar, diyelim ki +’lar. Ama eksiler de çok ciddi.. İlki, çok sayıda mutasyon geçiren KOVİT-19 hastalığı etmeni Yeni Koronavirüs’ün (SARS-COV2) varyantları. Sayıca çok çoğaldılar, küresel ölçekte büyük başağrısı durumundalar, bunlar “dün” yoktu, bu gün varlar ve düşçü beklentilerin tersine, olumsuz mutasyonlar ile. Bir de, Türkiye’nin kendine özgü, SUİ GENERİS bir siyasal iktidarı var :

  • Şahsım devleti / TEK ADAM REJİMİ!

“Reis” (sahi biz kabile miyiz??) durup dururken 3. aşısını olduğunu duyurdu övünçle ve partililerine de önerdi geçtiğimiz ay. Henüz Ulusumuzun çok az bir kesimi tek doz aşılanabilmiş iken! Şimdilerde ise Sağlık Bakanlığı bir çaba, bir çaba… yığınları 3. aşıya çağırmakta bir “telaş” ile! Bu “telaş” neyin telaşı acaba? Turist gelsin diye, Delta varyantı kaynayan ve yeni bir dalga yaşayan Rusya’ya sınır kapıları ardına dek açık.. İngiltere’ye göre hala “kırmızı” listedeyiz. Almanya, ABD, Fransa… gevşettikleri ulusal – uluslararası önlemleri yeniden sıkılaştırmakta. Fransa zorunlu aşıyı değerlendirmekte.. DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) alarmda.

Hastalığa karşı hala etkili bir sağaltım yok! Geliştirilebilmiş yerli aşı yok. Oysa Eylül 2020’de 1-2 ay içinde hazır olacağını söylemişti Sağlık Bakanı D. Koca!? Kaldı ki, halen Türkiye’de uygulanan 2 aşının Evre 3 raporları bile uluslararası saygın tıp dergilerinden yayınlanmadı!
***
Topu topu, 90 milyonda 5,4 milyon insan doğal bağışık;
– açıkladığınız resmi veri ile
– hala bu doğal bağışıklık sürüyor ise?
– yoksa gerçek sayı çoooooooook  daha yüksek de ona mı güveniliyor?? Bu da bilinmez!

Aşılama durumuna gelince                    :

Sağlık Bakanlığının yine resmi verisi ile, 03 Temmuz 2021 günü saat 16:17’de durum şöyle:

1. doz uygulanan kişi sayısı 35.713.381
2. doz uygulanan kişi sayısı 15.546.903
Yapılan toplam aşı sayısı 52.202.938

İlk doz aşıda korunma oranları %30 dolayında. 2. doz aşıdan 1-2 hafta sonra korunma oranları aşıya göre değişebiliyor. Bizde baskın olarak ilk 2 doz ölü (inaktif) aşı (SINOVAC – KORONAVAC) YAPILDI. Ne ölçüde koruyucu, belirsiz. Son zamanlarda m-RNA aşısı (BioNTech&Pfizer) da uygulanmaya başladı, sayıları bilmiyoruz.

Sonuç olarak toplum bağışıklığımız ne düzeyde??

Neden 3. doz aşıya gereksinim duyuldu, bilimsel kanıtı / kanıta dayalı açıklaması yok.
Bir başka aşıya neden geçtik, bilmiyoruz. 2 doz farklı aşıdan sonra 3. doz için süre neden kısaltıldı, bilmiyoruz. Hastalığı geçirenlere de kısaltılan ara ile aşı öngörülüyor, hikmeti; belirsiz..
***
Telefonlarımız ve iletişim kanallarımız susmuyor. İnsanlarımız ciddi bir aranış içinde, kaygılı..
90 milyon gibi dev nüfuslu bir ülke – halk nereye sürükleniyor? İnsanlar aşı randevularını iptal etmeye başladı.. Toplumda aşı karşıtlığı ve çekincesi yükselmeye başladı. Oysa 2. doz uygulanan kişi sayısı salt  15.546.90 ve hala Ülkemiz nüfusunun 1/6’sını çok az aşmış durumda. Dünyada hala 8. sıradayız, 7. sıradaki Fransa’dan epey geride kalarak.
***
İktidar, ülkemizi genelde nasıl yönetmekte ise, salgın yönetimi de kaçınılmaz biçimde aynı kıratta.

Neden dünyada 3. doz aşıya geçen İLK VE TEK ÜLKEYİZ??!

Şahsım devletinin alamet-i farikası mıdır? Dünya alem bizi kıskanmakta – kıskanacak mıdır?
Bu politikaların bilimsel gerekçeleri nelerdir? Neden Bilim Kurulu konuşmamakta – konuşturulmamaktadır? Neden en “basit” ama temel bilgiler toplumla paylaşılmamaktadır? Örneğin;

– Şu ya da bu aşı olanlarda tek doz ve 2. doz sonrası yeniden hastalanma oranı nedir?
– Şu ya da bu aşı olanlarda tek doz ve 2. doz sonrası hastalıktan ölüm oranı nedir?
– Şu ya da bu aşı olanlarda tek doz ve 2. doz sonrası hastalanma toplamın içinde ne oranda?
– Şu ya da bu aşı olanlarda tek doz ve 2. doz sonrası ölümler, tüm Kovit-19 ölümleri içinde ne orandadır?

Geçelim toplum tabanlı karmaşık sero-prevalans çalışmaları ile aşı – hastalık sonrası toplum bağışıklığı oranını ve düzeyini (gücünü) saptamayı e salgın yönetimini bu kanıtlara dayandırmayı; üstte saydığımız 4 basit orana (hıza) bile sahip değiliz.

* Veri tabanı demokrasi – hukuk – bilim – etik… dışı biçimde bilim insanlarına hala kapalı tutulurken, siyasal iktidar neyi – neleri perdeleme peşindedir?

Bu arada 5 şehir hastanesinin işletme ruhsatının (lisansının) yabancılara (Danimarka) devrinin anlamı ve amacı nedir? Türkiye bu hastaneleri işletmekten aciz midir? Türkiye 19 yıldır tek başına AKP iktidarınca yönetildiğine göre, eğer varsa böyle bir “işletme aczi” sorumlusu kimdir?

3. kez kabak çiçekleri gibi açıldık.. Aman turist gelsin de… piyasalar nefes alsın da.. Sonra da, yeni varyantları da dikkate alarak, sonbaharda hatta daha erken bir 4. dalgaya hazırlık mıdır bu 3. aşı alaturkalığı??

Tüm bunları konuşmaya çalışacağız bu akşam saat 20:00’de HALK TV‘de, Sn. Fatih Ertürk’ün “Türkiye Nereye??”  programında.. / KONUŞTUK…

Bilgi ve ilginize sunarız.. Sevgi ve saygı ile. 03 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik
=======================================

Not  : Bu akşam 2115 dolayında RUDAW TV’den arandık ve Aile Hekimlerine getirilen ifade açıklaması kısıtlamasını değerlendirmemiz istendi. RG: 30 Haziran 2021, sayı : 31527, 4198 s. Cumhurbaşkanlığı kararı ile yürürlüğe konan “Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği

Aile hekimlerinin sosyal medya paylaşımı yapması, demeç vermesi yasaklanıyor

AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzaladığı Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği’ ne göre sosyal medya paylaşımı yapan hekime 50 ceza puanı kesilecek, basına 3 kez izinsiz konuşan işsiz kalacak! Yeni aile hekimliği sözleşmesinde, doktorların izinsiz basına demeç verme ve sosyal medya aracılığıyla bilgi paylaşımları, ihtar ve sözleşmenin feshine dek gidecek cezalandırma doğurabilecek. Hekimler sussun, halk gerçekleri bilmesin dayatması bu. Aile hekimleri hakları için eylemlerini ve basına demeç vermeyi sürdürecekler. Tüm hukuksal yollara başvuracaklar doğallıkla.

Aile hekimlerinin başında Demokles’in kılıcı gibi duran bir yönetmelik getirildi. Aile hekimleri Kovit-19 salgınında aile sağlığı merkezindeki aksaklıkları, sorunları dile getirince, aşı sorunlarını açıklayınca, Bakanlığı eleştirince.. bir yönetmelikle sesleri kısılmak istendi.. Bunları dile getiren aile hekimleri sözleşmesinin feshi ve işini yitirme tehdidi ile yüz yüze. Yönetmeliğe karşı Danıştay’da dava açılmalı. İfade özgürlüğü Anayasal bir haktır (m. 25 ve 26). Aile hekimi meslektaşlarımız haklı olarak çok tepkili. Yayımlanan ücret yönetmeliği değil, baskı, ceza ve ücret ödememe yönetmeliği adeta. İş güvencesini ortadan kaldırıyor.

Bir Firavun ülkesi gibi..

Çok yazık. Salgını yönetemeyen iktidar, halkın gerçekleri öğrenmesini de istemiyor!
Dileriz bu hukuk dışı yönetmelik geri alınır ya da Danıştay’da iptal edilir.
***

“İlga/imha/inkar/iğfal/ihlal” beşlisini aşmak…

Temmuz 2016’da başlayan olumsuzluklar hız kesmeden sürüyor:

-On yıl süren ortak yönetimde iktidar kavgasının açığa çıkışı (17-25 Aralık 2013) ve darbe girişimi (16 Temmuz 2016).

– Anayasa değişikliği (16 Nisan 2017) ile Osmanlı-Cumhuriyet siyasal mirasının reddi.

-Parti başkanının Devleti temsil ve yürütme yetkilerini tek başına üstlenmesi (9 Temmuz 2018).

-Trakya anakarasını parçalama girişimi (26 Haziran 2021).

Aslında, ana halkalarına değinilen olumsuz işlemler ve eylemler dizisi çok uzun. Amaç, Türkiye ülkesi, ulusu ve devleti olarak içine sürüklendiğimiz süreci elden geldiğince doğru tanılamak.

  • Beş sözcük özetliyor: ilga/imha/inkâr/iğfal/ihlal.

İLGA (bir şeyin varlığını ortadan kaldırma):

  • 2017’de Anayasa değişikliği ile “Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti” ilga edildi.

Hükûmet ve parlamenter rejimle ilgili bütün anayasal kurallar kaldırıldı. Tek gerekçe: -gemi kaptanı benzetmesi ile- çift başlı yönetime son vermek. Oysa Avrupa demokrasileri, tek başlı (monist) yönetimden çift başlı (düalist) yönetime doğru evrimle kuruldu.

İMHA (yok etme): Kanal İstanbul, Trakya’da 134 milyon hektar tarım arazisini yok edecek; Trakya ve Marmara bölgesinin ekolojik dengesini bozacak. Çevresel kamu düzeni bozulacak; kentsel kamu düzeni ve başkaca olumsuzluklar saymakla bitmez. Daha genel olarak Covid-19 döneminde bile, tarihsel, kültürel ve doğal miras yağması hız kesmiyor.

İNKAR (yadsıma): Ne var ki, ilga ve imha süreçleri, inkâr söylemi ile yürütüldüğü için İĞFAL (aldatma) ile sonuçlanıyor. Nasıl? Sürekli İHLAL (çiğneme) ve bilgi kirliliği yaratılarak.

Bilgi kirliliği o denli yaygın ve süreklilik taşıyor ki, kendilerinin İLGA ettikleri anayasal kurum ve kavramlar sanki varmış gibi kullanılıyor:

– bakanlar kurulu, hükümet,
– kabine toplantısı, toplantıda alınan/alınacak kararlar vb.

Oysa bunlar vb. hiçbir kurum ve kavramın anayasal temeli yok.

İĞFAL (aldatma): Daha düşündürücü olanı, olmayan anayasal kavramlar kullanılarak, Anayasa değişikliği ile kaldırıldığı halde toplumda varmış algısı yaratılıyor. İşin tehlikeli yanı ise, “parti başkanlığı yoluyla Devleti temsil ve yürütmenin tek kişide toplanmasını sakıncalı bulan kimi siyasetçiler, basın-yayın mensupları ve öğretim üyeleri bile, bilgi kirliliği aracı olmakla, tarihsel mirası ilga edenler ile “toplumu iğfal” kervanına katılmakla, Atatürk’ün deyişiyle, “hem kendilerini hem de milleti iğfal etmiş” oluyorlar.

İHLAL (çiğneme): Anayasa ve yasa kurallarının ihlalini sürekli alışkanlık haline getirenler, esasen (AS: gerçekte) kendi deyimleri ile “paralel yönetimi” bizzat kurmuş bulunuyor. Nasıl? Anayasa hükümleri dışında bir fiili yönetim suretiyle.

Öyle ki, her yerde hazır ve her şeye nâzır görüntüsü veren kişi, sürekli konuşuyor; bakanlar gibi kendisinin atadığı zevat ise, amirlerinin sözlerini düzeltmekle meşgul. Her şeyi bilme iddiasındaki kişi, meselâ, “3600 ek gösterge tamam” diyor; yardımcısı ise, “bu iş bakanlığın” yanıtını veriyor. İlgili makamlar, yüz bini aşkın “öğretmen ihtiyacı” bildirimlerine karşın, kendisi, “ihtiyaç yok” diyebiliyor, üstelik ayak üstü.

“Kanal İstanbul’a 5 kuruş ödemedik” diyen aynı kişi, Anayasa’ya aykırı olarak acele kamulaştırma sonucu 5-6 milyar TL’yi kimin ödediğini açıklamıyor.

İHDAS (kurma): “ilga/imha/inkâr/iğfal/ihlâl” beşlisi failleri, pişkin oldukları kadar korkak. “Biz Osmanlı-Cumhuriyet anayasal ve siyasal mirasını; kurumları, kuralları ve değerleri ilga için reddettik” deme cesareti yerine, iktidarlarını iğfal, ihlal ve inkâr yoluyla sürdürmeye çalışıyorlar.

Dürüstlüğün yerini korkuya bıraktığı bir ortamda, yurtseverlere, yeniden kuruluş” için hiç olmadığından daha çok görev düşüyor:

  • Tarih ve ülkeyi kurtarmak, hukuku ve geleceği kurtarmak için.

Bu nedenle, siyasal partiler ve sivil toplum örgütleri arasında örülecek yeni dayanışma ve direnme halkaları, “ihdas” için yaşamsaldır. İhdasın yolu ise Anayasa’dan geçer.

  • CHP’nin öncü işlevi, tarihseldir.

TEMMUZ AYAZI – Dr. Serdar KOÇ

MADIMAK ŞEHİTLERİNE AĞIT…

Dr. Serdar Koç ile ilgili görsel sonucu

Dr. Serdar KOÇ

 

 

-masallara su verirdi yurdum
destanlar koynumuzda büyürdü-

TEMMUZ AYAZI

-I-
durdu bir an
dinledi kendisini kırık vazo
ah ne yazık ki o an
o sonsuz an
dağıldı kainata paramparça

ha var ha yok
olası ömrüm
elveda
kalbim elveda
sonsuz elveda

yer çekimsiz
ağırlıksız
ivmesiz

-II-
bir kez daha
nesnelerin adını yeniden koydum

tanımlayabilmek için
içimdeki yangını
çağıldayan sulara
kapıp koyuverdim kendimi

bir kez daha
bulabilmek için seni

-III-
aşkla ilgili ne bilirdim ki
neydi ki zaten
asılsız böbürlenmelerle
ve kof inançlarla dolu bellek
bir yumrukta indi aşağıya cam çerçeve
tuz buz oldu uğundu
gözlerimi buz kesti yüreğim buydu

parçalandı gece sabahlara kadar
yıldızlarla öpüşen dudaklarım
kalbim delice parçalandı
yemyeşil bir dal kırıldı içimde
bir çığ uçurum
bir dağ boşluğu

gel dolaşalım tüm kenti
hiç konuşmadan
bu keder yüreği dağıtmadan

tüm zamanı gördük o gün
zaman yoktu
sonsuz sayıda insan
insan yoktu

-IV-
zamanın aynasında sallanan bu şehir
bu toz
bu kül
bu buğu
bu şamdanların aydınlattığı tül
saçının tellerine bağlı
titrer rüzgarda

hüzün
ki en uzun şiiridir kalbimin
ben günde yüzbin
şiir yazsam da

-V-
sevgiler düşünde öldüm
öldüm dirildim
ben seni geçen yüzyıl da sevmiştim
anımsa
beni sevdiğini bilirsem
hep mutlu ölürüm
çiçekler ve aşklar sınırında

hep bu günümde kal
kal yollarda
tüm aynaları kır ve yok ol kalbim
yok ol bir daha

ben seni gelecek yüzyıl da sevmiştim
anımsa
bekle yollarda bekle bir daha

-VI-
ateşe ve suya gömülmüş gölgeler
geçmişi anlatır mavi gök kara gece
anımsa dostum
iki yeğeninin ölümlerini teşhise gitmiştin de

insanların taşlanarak yakıldığı
gözlerini kan bürümüş -devletli-
dindar bir “cinnetin” ikinci günü

Tıp Fakültesi Morgu’nda Sivas’ta
büyüğü ondokuzunda onaltısında diğeri
iki güzelim inci tanesi nasıl da düşüvermişti
semah ekibinden tel duvak kefenlere
nasıl bir duyguydu anımsa

“Pir Sultan kızıydım ben de Banaz’da”

-VII-
gecelerken morg kapısında
sigarayı yumuşat parmaklarında
yak bir daha
bir daha tükensin gece
gece tükensin ömrüm kederde
ateş ağzıma gelsin dayansın bir daha
bir daha sivas’ı anlat bana
yıldızlarla delik deşik bir gece
dilimde otuzyedi kırbaç izi

“Pir Sultan kızıydım ben de Banaz’da
Dedemi astılar kanlı Sivas’ta”

-VIII-
ah ellerim ayaklarım bağlı
üşür gözlerim
üşür gözlerim
üşür gözlerim

bu yangın ayazında
ısınır mı gözlerim
yüreğim ısınır mı bir daha

damla
damla
kanarken
acı

ey iki yüzlülük ey onursuzluk!

(eti yakan ateş değil)
xxx

Serdar Koç
(TEMMUZ AYAZI, Ağustos 2000, Gelenek Yayınları)

Cesaret virüsü

Zafer Arapkirli
Zafer Arapkirli
02 Temmuz 2021, Cumhuriyet

 

Dün sabah metroda işe gelirken küçük bir tartışmaya tanık oldum.
25 – 30 yaşlarında bir genç adamla bir genç kadın bağırıyorlardı birbirlerine.
Kadın, haklı olarak “Neden maskenizi takmıyorsunuz” diye uyardı genç adamı. Ters yanıtına ek olarak bir de tehditkâr ifade ile “Bak.. Bayansın diye bir şey demiyorum…” diye efelendi. Yani “Erkek olsan sana gününü gösterirdim…” iması ile arsızlığa vurdu işi.

Ama iri kıyım, 1.80 boylarında delikanlı, narin yapılı genç kadından hiç ummadığı bir yanıt aldı:

“Bir kere, ben bayan değil, kadınım. Kadın diyeceksin. İkincisi. Senden korkmuyorum! Maskeni takman için uyarıyorum. Bu, benim hakkım” diye daha gür bir sesle tepkisini yükseltti.

Bereket, iş uzamadan kadın gideceği yere varmıştı ve ilk durakta inip gitti. Ama öteki insanların da tepkili bakışlarından rahatsız olan genç adam (kinayeli bir protesto alkışı ile sırıtarak) maskesini takmak zorunda kaldı…

Ofise geldiğimde, Twitter paylaşımlarını tararken, meslekte deneyimli 50 – 55 yaş civarı bir Boğaziçili akademisyenin, okulun Güney Kampusu’ndaki protesto eyleminde yaptığı konuşmasını gördüm.

  • “Vazgeçmiyoruz. Kabul etmiyoruz. Ülkenin yönetildiği biçime de bu üniversiteyi bozmaya, akademik seviyesini düşürmeye yönelik baskıları ve hukuksuz atamaları da kınıyoruz.
  • Biz, bu okulda kaliteli bir eğitim vermeye ve kaliteli öğrenciler yetiştirmeye devam etmek istiyoruz” diye yiğitçe haykırıyordu.

Haberlere bakarken eski bir AKP seçmeni olduğunu gizlemeyen başı örtülü bir kadının, İstanbul – Güngören – Tozkoparan’daki yıkım zulmünü protesto ederken TV kameralarına dönüp şöyle feryat ettiğini duydum:

“Buradan Cumhurbaşkanı’na sesleniyorum. Bizi izlediğini, duyduğunu biliyorum. Biz sizi oylarımızla getirdik oraya indirmesini de biliriz. Burada bizlere reva görülen muameleye layık değiliz…”

Gün, saat, hatta dakika geçmiyor ki toplumun herhangi bir kesiminden, işçisi, memuru, köylüsü, esnafı, serbest meslek sahibi, hatta iş insanlarından yükselen tepkiler çığ gibi büyüyor. Muhalif siyasi liderlerin her gittiği yerde, kameraların önüne fırlayan insanlar, artık “Başıma bir şey gelir mi?” endişesinden giderek daha fazla arınmış ve isyanlarını-feryatlarını-protestolarını dile getirmekten çekinmiyor.

Televizyondan dolayı görece “bilinen bir ekran yüzü” olarak beni bile çarşıda pazarda durduran, toplu ulaşımda yaklaşıp bir şeyler anlatmak isteyen, hatta ve hatta trafikte durduğumuzda yandaki arabadan camı indirip, yayınlarımızda ettiğimiz iki çift “cesur” kelamla ilgili övgü yağdıran insanlarla, giderek daha sık karşılaşıyorum.

Manzara artık, yadsınamayacak ve gözden kaçamayacak kadar netleşiyor.

  • Cesaret virüsü hızla yayılmakta.

Cesaretin bulaşıcı olduğu gerçeği kendini bir kez daha kanıtlamaktadır.

Hani “Ölümden öte köy yok” lafı var ya..

“Baskı, eziyet ve zulmün, sömürü ve halka tepeden bakmanın zirvesini” yaşadığımız şu günlerde, on milyonlarca insan “Yetti artık!..” haletiruhiyesine iyice kapılmış ve uzun süredir görmediğimiz derecede sesini çıkarmaya başlamış görünmektedir.

Zira,

  • Ekonomiden adalete, eğitimden sağlığa, dış politikadan savunma konularına kadar her alanda artık “zifiri bir karanlık” görüntüsü ülkenin yerine, göğüne, taşına-toprağına sinmiş durumdadır.

Bütün bunlardan daha elim ve daha vahim olmak üzere, ülkeyi yönetenler giderek daha da kibirli, daha da küstah ve daha da kendini beğenmiş bir üslupla, “tepeden bakan, parmak ve hatta sopa sallayan, tehdit eden, yalanlarını artırmakla yetinmeyip gerçekleri söyleyenleri bile yalancı diye suçlar” bir tavır içine girmektedirler.

En tepelerden savrulan hakaret ve çirkin sözler, yandaş, yalaka, yılışık, yalancı, yancı, besleme (5Y1B) medyada manşetlere çekilerek insanlar sindirilmek istenmektedir.

Kitlelerin sokakta anayasal haklarını kullanarak yapmak istediği her türlü barışçıl eylem bile “ağzını açanı alın! Vurun! Gebertin!..” acımasızlığı ile bastırılmak istenmekte, adeta “ibret teşkil etmesi” için cadde ve sokaklarda (devletin değil, iktidar partisinin gücü izlenimi verecek bir anlayışla) güvenlik kuvvetlerince vatandaşlara da gazetecilere de toplu dayak seanslarıdüzenlenmektedir.

Bütün bunların tek bir anlamı vardır.

Karanlığın o “en kara, en yoğun, en göz gözü görmeyen anı”na hızla yaklaşılmakta olduğu açıktır.

Ülkenin, “Çatlasanız da patlasanız da.. Söke söke.. İnadınıza.. Size rağmen” zihniyetindeki bir iktidardan kurtuluşunun vakti yaklaşmaktadır.

O sandık mutlaka ortaya gelecek, o isyan oyları ile bugünün küstah muktedirleri demokratik irade ile tarihin çöplüğüne yollanacaktır. Çırpınış boşunadır.

Nasıl ki muktedirin çırpınışları “endişe verici” bir boyuta varıyorsa, cesaret virüsü de “sevindirici bir hızla” bulaşmaya devam etmektedir.

“Bulaş katsayısı” daha da “cesaret verici” oranlara varmıştır.

Çevrenize iyice bakın, göreceksiniz.

TEMMUZ AĞITI (Cuma Cinayetleri) – Serdar KOÇ

MADIMAK ŞEHİTLERİNE AĞIT…

Dr. Serdar Koç ile ilgili görsel sonucu

TEMMUZ AĞITI 
(Cuma Cinayetleri)

-I-
alev ve duman soluması
ölümün son dizeleriydi
haksız
dayanaksız
saçma

“ben ölürsem sen bana sahip çıkarsın
sen ölürsen ben sızarım”
diyordun Metin Altıok
esrik bir yaz akşamı
yaşama ilişkin

temmuz cuması gün ortası
yangın ayazında donmak değil

pusatsız
berzah
berzah

-II-
“öldüğümde
doğduğum yere gidiyorum
yıllarca süren bir hasret ve bilinmezliği
işte böylesine yeniyorum”

yangın ayazından önce
en son kâhin dizeleri
bir peçeteye yazdığın

okuyorum
yüreğim ezilerek
Uğur Kaynar
sevgili dostum

“oysa
oldum olası
yerleşik yabancısıyken ben
bu ülkenin
ne de güzel yalnızdım”

-III-
hoşça kal
Behçet Aysan bilge kâhin

“ sen bu şiiri okurken
ben belki başka bir şehirde ölürüm…”

“gidiyorum
bu şehri bu yağmuru
bu düşleri
bu aşkı bu kavgayı bu kederi
size bırakarak”

“o kadar düşündüm ki seni
gerçekliğini yitirdim”

kendi külünde devinen
“yanık otlar gibi”

artık ben de ölürüm

-IV-
otopside
iç cebinden çıkan dizeler
Serkan Doğan’ın

ölümü karşılarken yazdığı
yangın ayazında

“yanıyorum
anam sakın ardımdan ağlamasın
Ali’yim ben
Pir Sultan yoluna ölüyorum
başıma kızıl bağla
arkamdan sakın ağlama”

rastlantıyla
canlı bulundu
morgda
kardeşi Serdar Doğan
bir gün sonra

“çekerken yazgı kurasını”
payına düşen bu onun da

-V-
son okuduğu kitabın
sayfaları arasından
kurumuş bir gül yaprağı
çıktı canım Asuman’ın
kardeşi Yasemin ile
kucak kucağa ölürken

yangın ayazında yiten
kül olan defterler gibi

-V-a
gülüşün de dondu mu?
çocuk
yangınlar ayazında
gül yüzünde güller açmaz
öpücükler kanatlanmaz mı artık

oniki yaşındaki delikanlı
Koray arkadaş
ey musahip yoldaş
gardaş can
kehri akik

-V-b
ablanla
bir meleğin iki kanadısınız
ay şafağında
sönümsüz bir
Menekşe alevi
bundan böyle

senden
hep iki yaş daha büyük
kalacak olan
ablanla el ele
tutuşarak
yangın ayazlarında

-VI-
“rüzgarın kanatlarına binip gitti Hasret”
anacığının yüreğinde
………………….

“her şey birden yaşandı ve bitti”

… ……………… .
düşümde gördüm seni
“kendi kitabımızı kendimiz yazmaya geldik”
diyordun bana
……………………

“devlete çok güvendik”
dediler
“bizi ve çocuklarımızı bu güven yaktı”
aileler
……………………..

“artık hiçbir şeye inanmıyoruz”
………………………

-VII-
bir kentin nasıl düşürüldüğünü
gördük o gün Sivas’ta hep beraber
“allahüekber allahüekber”
zamanın çukurlaştığı saatler

hani ne kaldı yarına
hangi insani değerler
artık hiçbir tanrının ulaşamadığı
yaygaranızdan geriye

-VIII-
yakılan değil yaktırandı
çarmıha gerilen değil
asıl acınası
topografyasız tarihi
imgesiz coğrafyası

önce sen kendini sorgula
merhamet değil
yardım ya da
dolmadan kuyular taşla
ermeden göğe başları
ey yanıtsız sorular utancı

-IX-
Ankara’da
asfalt eriyordu
doksanüç temmuzunda
yaz kederinden

kanım iliğim buharlaşıyordu

siz hangi bedeli ödeyeceksiniz
“bay yargıç”
biliyor musunuz konu bu

mutsuz ve iktidarsız bir halka rağmen iktidar
suratı duvar
yüreği buz

-X-
sayfalar kitaplar boyu
ne de çok yalnızız şimdi
yokluğun dayanılmaz
ağırlığı altında…

Serdar Koç
(TEMMUZ AYAZI, Ağustos 2000, Gelenek Yayınları)

Maraş, Sivas ve Çorum’da Alevilere Karşı Soykırım Suçu İşlenmiştir.

Maraş, Sivas ve Çorum’da Alevilere Karşı
Soykırım Suçu İşlenmiştir

KIZILBAŞ ALEVİ SOYKIRIMI – SİVAS KATLİAMI -1- | hasan hüseyin beydil

Sefa Yürükel
Sosyal Antropolog ve Etnograf
Soykırımlar ve terörizm araştırmacısı

Uluslararası, BM 1948 Soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesine Göre:

  • Maraş, Sivas ve Çorum’da Alevilere Karşı Soykırım Suçu İşlenmiştir. İşlenen suç katliam suçunu aşar. Bu hukuken sabittir. Bu konuda hukuken bir zaman aşımı olmaz ve yoktur.

12 Eylül öncesi ve sonrası Gladio (Kontrgerilla) tarafından, belli bir grubun menfati için, bir dini grubun hedef seçilerek (Alevilerin), planlı, propagandalı, icraatlı ve delilli olarak Alevileri kısmen ya da tamamen yok etmeye için gerçekleştirilen: Maraş, Sivas, Çorum’daki olaylar ve neticeler, Türkiye’nin de altında imzası olan BM 1948 Soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesine göre bu durum hukuken ‘katliam’ suçunu aşan, bir soykırım suçudur! Bu suça göre zaman aşımı yoktur! Mağdurlar ve millet, hukuken bu durumun uluslararası soykırım yasasına göre yargılanması gerektiğini bilmediği için, olayı gerçekleştiren soykırımcı grubun üyeleri ve tetikçileri hakkında SOYKIRIM suçundan bir dava açılmamıştır. Devletin içindeki soykırımcı bu güç odakları ve üyeleri de bu konuda millet içindeki bilgisizlikten dolayı mevcut durumdan gayet memnundur!

Ama bu suçta zaman aşımı olmadığı için suçlu olan gerçek şahıslar tekrar yargılanabilir. Bunda hukuken bir engel yoktur. Bu konuda bilimsel bilirkişi raporları ile hukuka başvurulmalıdır ve uluslararası standartlara göre, ulusal ya da uluslararası yetkili bir mahkemede hukuki süreçler başlatılarak ve takip edilerek yargılama başlatılmalıdır. Soykırım hukukunda geç kalındı diye bir durum söz konusu değildir! Çünkü zaman aşımı maddeleri bu suç için geçerli değildir.

Bu soykırıma yönelik olaylar ve soykırımların failleri gerçekten soykırım mahkemesinde yargılandıkları zaman, aynı zamanda da ne amaçla, neden, nasıl, niçin, hangi metodlar kullanılarak, kimler tarafından (tek tek kişiler) soykırımın yapıldığı ortaya çıkartılacak ve Türkiye’nin yakın tarihindeki bu karanlık sayfa aydınlatılacaktır. Ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları da bundan ders alıp, bu tür propaganda ve icraatlara karşı ön alacak bir mücadele gerçekleştirerek, bilinçli bir şekilde vatandaşlık görevlerini yerine getirmiş olacaklar, ilerde olası soykırımları da daha önceden önleyecekler ve bu tür soykırımcılar, insanları galeyana getirerek bir daha asla bu soykırımcı cürümlerini gerçekleştiremeyeceklerdir.

Türkiye artık bu gibi soykırımcı olayları bünyesinde bir daha yaşamayacaktır.
Yaralar kapanacak, aileler ve Aleviler rahatlayacaklardır. Türk vatandaşları arasına dini, ırki, etnik ve milli kökenden dolayı bir şüphe, düşmanlık, kin yayılamayacak, ayrımcılık, ırkçılık yapılamayacak ve bu kavramlar bir daha icraata dönüştürülüp enstrüman olarak soykırım için bir daha kullanılamayacak ve kardeşlik bu şekilde perçinlenecektir.

Bu konuda içtenlikli ve gerçekçi olunmalıdır. Bu konu hafızalardan asla silinmemiştir. Kimse ve hiçbir güç bu konuyu zamana yayarak unutturamaz. Hiçbir şey unutulmamıştır, unutulmamalıdır da. Yara hala kanamaktadır. Soykırıma uğrayan ailelerin ve Alevilerin olaylara ilişkin yargıları ve kanaatleri kendilerine haksızlık, adaletsizlik ve hukuksuzluk yapıldığı konusunda değişmemiştir. Olaylara ilişkin oluşturulan mahkemelerdeki sonuçlar asla aileler, Aleviler ve millet açısından da gerçekte tatmin edici değildir. Olayların her yıl dönümünde ve soykırımdaki kurbanları anma günlerinde bu her geçen yıl yeniden tazelenmektedir ve yaralar hep gün yüzüne çıkmaktadır. Bu durumun bundan sonra da devam edeceği aşikardır.
Hiçbir şey kendiliğinden gelişmez ve değişmez.
Bu konuda ailelere, Alevilere, Sünnilere, Hıristiyanlara, Yahudilere, değişik etnik gruplara ve Devlete büyük bir sorumluluk düşmektedir.

Bir devlette barış içinde bir arada yaşamanın koşulu, insanı yaşatmak, ayrımcılık ve ırkçılık yapmamak, eşit davranmak, adaleti savunmak ve hukukun üstünlüğüne inanmak ve bunları icra etmek, vatandaşlık bilinci, duygusu, görevleri, hakları ve uygulamasıdır.
Milletin ortak paktı olan Anayasanın uygulanmasıdır. Bu bağımsız, laik ve demokratik bir Türkiye içinde mutlak bir gereklilik ve zorunluluktur. Bu aynı zamanda Türkiye’nin birliği, dirliği, istikrarı, gelişmesi, kalkınması ve geleceği için de olmazsa olmazıdır!

Not: Soykırım suçundan, Suçu işleyen gerçek kişiler yargılanır; Devletler değil!
Burada da kişiler yargılanacaktır.