Bittiyse… Sorulara geçebilir miyiz?

“Kendilerine karşı” ifadesini özellikle kullandım. Çünkü, on yıllarca büyük bir özenle ve hain bir iştahla “Devlet”in kendisini zaten çoktan ele geçirmiş bulunan bir şeytani örgütlenmeden söz ediyoruz burada. O yüzden, yapılmaya çalışılan hain darbenin “Devlet”ten ziyade “Hükümeti” hedef aldığına dair en ufak bir şüphe yok kafamızda.

15 Temmuz 2016 gecesine ilişkin, henüz yüzlerce karanlık nokta ve soru işareti ortada iken, bu olayı bir de (sahtekarca“millet”e mal edebilmek amacıyla, “Bayram” ilan etmek neyin nesidir? Böyle bir şeyi, ancak bugünkü iktidar sahipleri becerebilirdi.

O günü ve geceyi hepimiz dün gibi anımsıyoruz. Herhangi bir ülkenin yöneticileri, bir askeri darbe (ya da girişimi) vukuunda ne yaparlar? Ya da ne yapmak zorundadır? Bunun tek bir yanıtı var. Vatandaşlarının güvenliğini sağlamak değil mi? Yani, yönetenlerin derhal TV ve radyolara çıkıp “Biz buradayız. Duruma hakimiz. Bunlar bir avuç hain. Merak etmeyiniz. Devletimizin güvenlik güçleri, yani polisi, askeri, jandarması gerekeni yapıyor. Sakın sokağa çıkmayın. Evlerinizde kalın mesajı ile birlikte sokağa çıkma yasağı uygulamaları gerekmez miydi?

Oysa o gece ne olmuştu?

İstanbul’da Boğaziçi Köprüsü’nün sadece bir yönde (üstelik de sadece birkaç manga askerle) kapatılması gibi garip bir uygulama ile, ilk işaretleri alınan darbeyi bastırmak (!) için “millet” sokaklara çağrıldı. “Millet”ten kastın da zaten çoğunlukla parti teşkilatının bindirilmiş kıtaları olduğu ayan beyan ortadaydı. Normal, sıradan insanların bir darbe ortamında, üstelik de daha “düne” kadar iktidarın temsilcileri ile kol kola olduğunu bildiği unsurlarca yapılan bir darbe sırasında sokakta ne işi vardı? Nitekim özellikle Boğaziçi Köprüsü üzerine “götürülen” insan profilini hepimiz gayet iyi biliyoruz.

İkincisi ve daha da önemlisi, devletin silahlı güçlerine komuta eden; başta Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı olmak üzere her birinin o gece boyunca tam olarak hangi saatte nerede oldukları, hala büyük bir sır gibi gizleniyor. “Eniştemden duydum” öykülerini saymıyorum bile.

Bununla da kalınmıyor, belki de siyasi liderler arasında “Ne zaman, nerede, kiminle birlikte ne yaptığı” en iyi bilinen (belgeli) olanı, Sayın CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu üzerinde bir “gizem perdesi” yaratılmak isteniyor. Yok efendim, “Ne işi varmış Bakırköy Belediye başkanının evinde?..” Adam (Sayın Kılıçdaroğlu) kaç kez anlattı, saniye saniye neler yaşandığını. Ve oradan fotoğraflar paylaştı. “Ankara’ya dönemedim. Ben buradayım. Sayın Kerimoğlu’nun evinde ağırlanıyorum. Milletvekillerime talimat verdim. TBMM’yi gidin savunun diye.”

Üstüne üstlük, devletin tüm imkanları Kemal Bey’in yaptığı telefon görüşmelerini, o trafiği filan belgelemeye müsait iken, böyle bir kepaze “çamur atma” taktiğine kargalar bile gülmüyor artık.

Gelelim, “gücü” elinde bulunduranlara… Neredeydiniz beyler?

Neden kendiniz tankların üzerine çıkmak ve oradan millete seslenmek yerine, “milleti” (bir kısmı da maalesef şehit olmak üzere) sokağa çağırdınız?

“Kılıçdaroğlu neden tankın kenarından geçip gitti” diye çamur atacağınıza, kendiniz hiç olmazsa (bırakınız bir tankı ya da ZPT’yi) bir askeri cipin üzerine çıkıp iki satır nutuk ataydınız da, bu millet sizi “Kahraman” ilan edivereydi.

Yüce Önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün büyük ve dahice bir hesapla ve üstelik “Büyük Kurtuluş Savaşı”nı yöneten Yüce Meclis’in “ana kucağı” niteliği ile başkent ilan ettiği Ankara’ya, neden günlerce gitmediniz? Gidemediniz?

Bırak Kemal Bey’i filan. Daha sorulacak o kadar çok soru var ki..

Bırak “Bayram”ı mayramı. Önce, yukarıdaki iki soruya yanıt ver.

  • O gece “millet”in sıradan evlatlarını neden namluların üzerine sürerek şehit – gazi olmalarına neden oldun?

Neden asker ve polisi ve jandarmayı değil de, senin benim sivil evladımızı göreve çağırdın? Ve sen neredeydin? Sadece bir kişiye sormuyorum. Hepsine.

Amaç belli. Bu hain darbeyi, yani kendi elleriyle Cumhuriyet’in-Devletin anahtarlarını teslim ettikleri alçakların bu girişimini, sanki “Millete” yapılmış gibi göstermek. Ardında da malum OHAL ve sonrasındaki siyasi iklime zemin hazırlamak.

Sonra bir de dini değerleri işin içine katarak, minarelerden haftalarca (daha dün gece milleti yine o anlara döndürmek maksadıyla) “Salâ” okutmalar filan. Sanki o darbeye kalkışan Pennsylvania’lı Ağlak Vaiz’in emrindeki Cumhuriyet düşmanı asker ve polis kılıklı hainlerinin “Ezanla, Kur’anla, Salâ’yla filan bir dertleri” varmış gibi.

  • Gözü dönmüş şeriatçı millet düşmanlarından söz ediyoruz burada. Kimi kandırıyorsunuz?

“Ezan susmayacak”mış da… “Bayrak inmeyecekmiş” de.. Bir sürü yalan dolan.

FETÖ alçağının derdi bunlar mıydı? Yoksa, on yıllardır hep uyardığmız üzere bu ülkenin laik ve demokratik temelleri miydi? Hukuk devleti miydi? Her türlü özgürlükler miydi?

Salak değil bu millet.

15 Temmuz’a dair çok şey konuşuldu, çok şey söylendi. Dünden beri de konuşulmaya devam ediliyor. Ama bir koca delik, hatta delikler var hâlâ ortalıkta.

TBMM’nin ünlü komisyon raporunun gizlenmesinden de anlaşılacağı üzere, “O gece tam olarak ne olduğu”nun bilinmesi istenmiyor. Çünkü bilinirse, “Siyasi ayak” (resmen) ortaya çıkacak.

Yani, herkesin bildiği o büyük “sır” ortaya dökülecek. Soruların yanıtları tam olarak verildiğinde, her şey aydınlanacak. Ama istemiyorsunuz. Neden istemediğinizi de herkes biliyor.

Ha.. Bir de.. Unutmadan..

Darbenin ve FETÖ alçağının hamisi ABD’ye bu konuda tek bir soru sorup tek bir bilgi talep ettiniz mi? FETÖ’nün iadesi talebinden filan söz etmiyorum. “Arkasında ABD var” imalı sözlerinizin altını dolduracak bir adım attınız mı “sözde müttefik” emperyalistlere karşı? Biz de biliyoruz arkasında o devletin olduğunu. O “hami” devlete karşı nasıl bir adım atabildiniz?

Kimi kandırıyorsunuz? En başta da dediğim gibi…

Kutlamanız ya da anmanız.. Her ne ise, bittiyse… Bir zahmet, sorulara geçebilir miyiz?

O cevaplar buraya gelecek. Yağma yok.
==============================================

SALGIN BİTMEDİ : 4. DALGA GELİYOR MU??

Dostlar,

Bu gün saat 16:00’da Kızılcagün TV‘nin konuğu olduk.
Mülkiyeli dostumuz S. Murat Sururi Özbülbül’ün sorularını yanıtladık.

Kızılcagün TV youtube ortamında yayın yapmakta ve Ankara Kulübü Derneği‘nin önemli girişimlerinden biri. Yenimahalle’deki Ankara Konağı tesislerinde uygun bir stüdyo kurulmuş. Ankara Kulübü Derneği Başkanı Sn. Dr. Metin Özaslan ve kendilerinin sıcak konukseverliği ile karşılandık. Kendileriyle, henüz bu iyi donanımlı stüdyo kurulmadan önce 05 Aralık 2020 günü Skype üzerinden bir bağlantı daha yapmış ve yine salgını konuşmuştuk. Ankara ve yöresi ekinini (kültürünü) yaşatma amaçlı bu saygın ve önemli derneğin tüm çabalarını saygı ile karşılıyor ve başarılı olmalarını diliyoruz. Bize ekran sundukları için teşekkür ediyoruz.
***
EKO YAŞAM” logosu altında düzenli ve sürekli programlar yapan Sn. Özbülbül,

  • SALGIN BİTMEDİ : 4. DALGA GELİYOR MU?”

sorusuna yanıt aramaktaydı. 1 saat boyunca sorulara yanıt vermeye çalıştık.

İzlemek için lütfen tıklayınız :

https://youtu.be/Vi89seIhM18

İzleyelim, paylaşalım, bilimsel gerçekleri öğrenip yayalım..

Sevgi ve saygı ile. 16 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Hukuk yoluyla demokrasi

authorİBRAHİM Ö. KABOĞLU
ibrahimkaboglu@yahoo.fr

“Paralel faaliyet: anayasasızlaştırma ve dinselleştireme” (7 Temmuz)

“Türkiye yönetiminde karmaşa” (14 Temmuz)

“Liyakat ilkesi ve hukuk geçerli kılınmadıkça” (21 Temmuz)

Adil yargılanma neden önemli?” (28 Temmuz).

İlk ikisi, öncesinde, darbe hazırlığından hiçbir biçimde haberdar olmayan bir gözlemci olarak Devlet yönetimindeki hukuk dışılıklar ve karmaşa resmediliyor.

Başarısız darbe girişiminden sonra ise, darbe nedenleri üzerinde duruluyor ve Türkiye’nin artık bu tür badirelerle asla karşılaşmaması için alınması gereken önlemler bağlamında hukuk yolu öneriliyor.

Ne var ki, 20 Temmuz gecesi ilan edilen olağanüstü hal (OHAL), yazdıklarım bakımından birbirine ters düşen iki sonuç doğurdu:

-Anayasasızlaşma derinleşti; yönetim, tamamen (AS: tümüyle) keyfileşti.

-Liyakat ve hukuk, yerini yandaşlığa ve partizanlığa bıraktı; adil yargılanma yerine, yargısız infazlar ivme kazandı ve kitleselleşti.

GİYOTİN (KHK) VE GAZ ODASI (OHALİİK)

OHAL KHK’ler, FETÖ’cüleri temizleme bahanesi ile, hukuk devleti ve insan hakları savunucularını hedef aldı. Onbinlerce kişi, KHK ek çizelgeleri ile görevlerinden ve bütün kamusal haklarından yoksun kılındı.

Anayasa değişikliği bu ortamda yapıldı (21 Ocak 2017).

Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu (OHALİİK), anayasal bir dayanağı bulunmadığı halde kuruldu (25 Ocak).

Anayasa halkoylaması oylaması da, OHAL ortam ve koşullarında yapıldı (16 Nisan 2017).

Anayasal OHAL, TBMM’ce üçer ay uzatmalarla iki yıl sürdü.

KHK sayısı 30’u, ek çizelgelerde adları yer alanların sayısı ise 100 bini geçti.

  • KHK, AKP için ‘giyotin’; OHALİİK ise, ‘gaz odası’ işlevi gördü.

“ANAYASAL-SİYASAL TARİHİN SONU”

OHAL KHK’lerin çoğu TBMM tarafından yasalaştırıldı (Nisan 2018).

Anayasa’da 3 Kasım 2019’da yapılması öngörülen seçimler, 24 Haziran’a alındı.

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY) yürürlüğe girdi (9 Temmuz 2017).

  • Yüzyıllar boyu oluşan Devlet yapısı, Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CBK)-1 ile darmadağın edildi.

27. dönemde ilk yasama faaliyeti, 7145 sayılı yasa ile OHAL’i 3 yıl daha uzatmak oldu.

Süreklilik kazandırılan OHAL dönemi gibi COVID-19 salgın olağan üstü hali de kötüye kullanıldı.

Monokrasi (PBYDBY), sosyal ve ekonomik alanlarda belirlenen Devlet görevlerini salgın hastalığının gerekli kıldığı önceliklere yöneltmekle yükümlü olduğu halde (Any., md.65), tam tersine, inat ve israf projelerine ivme kazandırdı. Dahası, fiili “kabine toplantıları”, PBYDBY’yi pekiştirme aracı olarak kullanıldı.

AKP-MHP çoğunluğu, infaz yasası ile mahpuslar arasında yaşam hakkı bakımından bile ayrımcılık yaptı. Nisan 2020-Temmuz 2021 arasında çıkardığı yasalar, sosyal devleti azami kılmak bir yana, asgari gereklerini bile karşılamaktan çok uzak.

AKP-MHP, OHAL ve OHALİİK Araştırma Önergelerini sürekli reddetti.

OHALİİK, Anayasa ve mahkeme kararlarına karşın binlerce dosyayı elinde tutarak, OHAL KHK’zedelerin mağduriyetlerinin derinleştirdi ve sürekli kıldı.

9 Temmuz 2018-14 Temmuz 2021 arası, toplam madde sayısı 2455 gerekçesiz 80 CBK; toplam 2039 maddeden oluşan 80 yasa çıkarıldı. Tek kişi ve 600 kişi arasındaki yarışma, daha çok Anayasa’ya aykırılıkta oldu.

Geç de olsa ve istemlerin çok azını karşılayıcı nitelikte olsa da, kısmen iptal kararları ile AYM, hukuka inanç adına umut verici

OHAL YÖNETİMİNDE 9 YIL

Bütçe ve Plan Komisyonundan geçen 7145 sayılı yasa ile öngörülen OHAL önlemlerinin 3 yıl daha sürdürülmesini de düzenleyen adsız torba yasa önerisi, yarın Genel Kurul’da görüşülecek. Eğer, bunlara ilişkin üç madde geri çekilmez ise, Türkiye, 2015-2024 dönemini OHAL ile geçirmiş olacak.

Neden 2015? Çünkü, 6638 sayılı iç güvenlik yasası, fiili OHAL öngörmekte idi. 2016’da anayasal OHAL, 2018’de yasal OHAL ilan edilmiş oldu. Şimdi ise, bunu 3 yıl daha uzatma amacı, genel ve yerel seçimlere OHAL ortam ve koşullarında gitmek.

Yasaklar üstüne yasaklar getiren AKP’liler ‘15 Temmuz bitmedi’ dese de, asıl bitmeyen 20 Temmuz gecesi getirilen yasaklar. Darbe girişimini bir kez daha lanetleyelim; ama yasakçı düzenlemeler ile demokrasiyi sönümlendirme iradesini tarihe gömmek için daha çok dayanışma gereksinimini de unutmayalım.

Yerim destanınızı!

Yeliz KORAY

1.Dünya Savaşı
4 yıl sürdü
Tekrar ediyorum 4 yıl
Yani 16 mevsim,
208 hafta,
bin 460 gün…
Kafkas, Kanal, Filistin-Suriye, Çanakkale, Hicaz-Yemen,
Makedonya, Galiçya, Romanya Cepheleri açıldı.
İtilaf Devletlerinin 42 milyon askerine karşı 2 milyon 850 bin kadardık.
Kafkas Cephesi’nde Sarıkamış’ı Rus ordusundan almak için savaştık.
90 bin asker DONARAK ÖLDÜ.
Dok-san-bin asker…
Lojistik destek gelememişti çünkü.
Zaten açlardı, üşüyerek, uykuya dalarak öldüler.
Kimi anasını, kimi sevdiğini hayal ederek uykuya daldı.
Bir daha uyanmadılar…
Çanakkale Cephesi…
Zafer kazanıldı ama bedeli 500 bin insanın ölümü oldu.
253 bini asker, gerisi sivildi.
Tarihçiler, hastalıktan ölenlerin bu sayının iki katı olduğunu söyler.
Bir de o dönem üç lisenin mezun veremediğini.
Galatasaray, Konya ve İzmir Liseleri…
Çünkü elleri silah tutuyordu, çocuklardı, dönmeyi düşünmemişlerdi…

Dönemediler, tarihe “meçhul çocuk asker” olarak geçtiler.
Çoğunun ismi de mezarı da yok, Çanakkale’de yatıyorlar!
Kurtuluş Savaşı..

Doğu Cephesi’nde Ermenilerle
Güney Cephesi’nde Fransızlarla savaştık.
Doğu Anadolu tamamen (AS: tümüyle) kurtarıldı, TBMM resmen tanındı.
Maraş, Urfa, Adana ve Sakarya’da zafer kazandık.
Fransızları yurttan TEMİZLEDİK.

Şehirlerimize; Gazi, Kahraman, Şanlı isimleri (AS: sıfatları) verdik.
Batı Cephesi daha kanlıydı.
1. ve 2. İnönü, Kütahya-Eskişehir, Sakarya Savaşı yaşandı.
Sakarya Savaşı, tarihe en çok subayın şehit olduğu savaş olarak girdi.
İtalyanlar Muğla ve Antalya’dan çekildi.
Mustafa Kemal Atatürk, Büyük Taarruzu BAŞLATTI!.
Dumlupınar Meydan Muharebesi’nden sonra
“İlk hedefiniz Akdeniz, ileri!” dedi.
Yunan ordusu İzmir’e kadar kovalandı, İzmir düşman işgalinden KURTARILDI!
Batı Anadolu düşmandan tamamen (AS: tümden) TEMİZLENDİ.
Konferanslar, Kongreler, Ateşkesler, Anlaşmalar…
Kurtuluş Savaşı da 4 yıl sürdü.
16 mevsim,
208 hafta,
bin 460 gün…
Binlerce şehit verdik.
O binlercenin yine iki katından fazlası bulaşıcı hastalıktan öldü.
YILLARDIR PKK’YA VERİLEN ŞEHİTLERİ SAYMIYORUM BİLE…

Ve 15 Temmuz…
1 gün bile sürmedi.
Tekrar ediyorum 24 saat bile değildi; 15 saat sürdü!
Limana yanaşan düşman gemilerinden değil,
sağ olsun Erdoğan’ın ‘eniştesi’nden öğrendik.
Ama hazırlıksız değildik.
Lojistik destek tamdı mesela.
Nedense 4 farklı noktada bekletilen uçaklar-helikopterler,
3G bağlantıları, televizyonlar, radyolar…
Düşman bu kez ne İngiliz, ne Fransız, ne de Almandı…
Bir zamanlar yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen,
istedikleri her şey verilen “muhterem hoca efendileri”ydi.
Amaç devleti ele geçirmekti ama nedense birkaç tankla darbe yapmaya çıkmışlardı.

Her şeyden habersiz masum erlerle, polisi ve vatandaşı karşı karşıya getirdiler.
Kardeşi kardeşe kırdırdılar!
Kurtuluş yine bizimkilerden; FETÖ’nun kumpas kurduğu Kemalist askerlerden geldi.
Ve milletin direnişiyle birlikte darbe püskürtüldü.
Sonuç 248 şehit, yüzlerce yaralı…
*
Kısaca…
Evladını beşikte bırakan Nene Hatunlar
Kocasını toprağa verip cepheye koşan Kara Fatmalar…
Çocuk, yaşlı, kadın demeden..
Atamızın önderliğinde bizlere
19 Mayıs’ı,
23 Nisan’ı,
30 Ağustos’u,
29 Ekim’i bıraktılar!
Amma…geriye Sarıkamış’ta ölenler için ‘halay’ çektiğimiz anmalar…
“Yağmur yağıyor çocuklar üşümesin” diye yasaklanan 23 Nisan’lar…
Her sene hastalık bahanesiyle iptal edilen 19 Mayıs’lar
ve güvenlik gerekçesiyle yasaklanan 30 Ağustos’lar kaldı!
*
Velhasıl
“Elin tokadını yemeyen kendi tokadını yumruk sanırmış!”
Tarihe altın harflerle yazılan onca zafer,
binlerce şehit ve ders alınacak yüzlerce hikaye (AS: öykü) kalmışken…;
Darbenin araştırılmasını istemediğiniz Meclis önergeleri,
Muhterem hoca efendinizi değil de masum askeri karşınıza alarak bastırdığınız afişler,
Bir türlü TEMİZLEYEMEDİĞİNİZ,
KOVALAYAMADIĞINIZ ve
Düşmandan KURTARAMADIĞINIZ vatan varken
Size de hiçbir güvenlik gerekçesi göstermeden 1 hafta bayram yapmak komik gelmiyor mu?
Gelmiyorsa yukarıdaki satırları tekrar okuyun beyler, bayanlar…
Destan 3G ile yazılmaz.

15 TEMMUZ’DA DEVLETİ İSTEMİŞLERDİ; AMA KİMLER ADINA ?

Lütfü KIRAYOĞLU

(AS: Yazının altında “10 Maddede 15 Temmuz Kumpası” katkımız var.)

Amerikancı FETÖ’cü darbe girişiminin üzerinden tam 5 yıl geçti. Darbe girişimcileri Türkiye Cumhuriyetini tüm organlarıyla ele geçirmek istediler. Ama kimler adına?

Bu girişimi anlayabilmek için ülkeyi yönetme iddiasındaki “tek adam” tarafından söylenen “NE İSTEDİLER DE VERMEDİK?” sözünü doğru analiz etmek ve anlayabilmek gerekir. “NE İSTEDİLER DE VERMEDİK?” sözü 17-25 Aralık 2013 süreci sonrasında “tek adam” tarafından, 24 Mart 2014 tarihinde gittiği Trabzon’da yaptığı konuşmada söylendi.

  • “Tek adam” o gün yaptığı konuşmada Fethullah Gülen’i ima ederek: “Geçenlerde benimle ilgili ‘Bu uzun bize çok hainlik yaptı’ dedi. Nasıl hainlik yaptıysak? 17 üniversite kurmak için geldiler, hepsini onadım. Bu muydu hainlik? Bu ne vicdandır be… Okullar için yer istedi, verdik. Uluslararası camiada davet ettiler, devlet hükümet başkanlarına bunları refere ettik. Olimpiyat dediler, her türlü desteği verdik. Ne nankörlük bu ya? Ne istediniz de vermedik, ne isteniz de alamadınız?”

Hukuk kurallarının işlediği bir devlette suç itirafı niteliğindeki bu sözlerde verildiği söylenenler keşke yalnızca “tek adamın” söylediklerinden ibaret olsaydı… Kendisinin ve Genelkurmay Başkanının yaverinden, Ordunun, emniyet örgütünün bütün duyarlı kadrolarına dek, MİT, Özel Kuvvetler, adalet kurumunun bütün üst düzey kadroları, diplomatlar, valiler, kaymakamlar, savcılar, bakanlıkların kilit kadroları, Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı vb. kuruluşlar dahil, aklınıza gelen her yeri vermişler.

  • 40 yıl boyunca devlet içinde örgütlenmiş bu casus teşkilatı kendi ifadeleriyle “devletin damarları arasında dolaşmış”. Sızamadıkları yerlerde de savcılığını “tek adamın” yaptığı kumpas davalarında tasfiye ettikleri yurtseverlerden boşalan kadroları işgal ederek ele geçirdiler.
  • Devletin kozmik odasına bile girdiler!

Darbe girişimi sonrası ilan edilen OHAL ile 125 bin kamu görevlisi ihraç edildi. 2018 verileri ile kimi kurumlara göre ihraç (AS: atılma) sayıları şöyle:
– İçişleri Bakanlığı 41.077,
– Milli Eğitim Bakanlığı 33.716,
– Milli Savunma Bakanlığı 13.410,
– YÖK/üniversite 7323,
– Sağlık Bakanlığı 7299,
– Adalet Bakanlığı 6994,
– Başbakanlık 4384,
– Maliye Bakanlığı 2491 kişi.

Operasyonlar halen sürüyor. Son rakamlara göre TSK’daki ihraç sayısı 20 bini aşmış durumda. Daha ne kadar FETÖ mensubu tespit edilecek bilmiyoruz. Devlet içine sızmış bunca kadro terör örgütüne yetmiyordu. Zira onlar iktidarı, gücün bütününü elde etmek istiyordu.

2002 yılı Kasım ayında seçimi kazanan partinin devleti yönetecek gücü ve kadrosu yoktu. Ancak seçimi kazanan parti bir tarikatlar koalisyonu idi. Seçimi kazanmış ancak iktidar olacak kadroları yoktu. İşte tam da bu sırada on yıllardır devlet içinde örgütlenmiş FETÖ imdada yetişti. Hangi görev için adam isterlerse kendi gizli örgütlenmeleri içinde vardı. Yeter ki istesinler. AKP ne istiyorsa FETÖ verdi. Derken yavaş yavaş iktidar olmaya başlayıp devleti tanıdılar. FETÖ’nun uluslararası bağlantılarının da desteği ile kilit kadroları ele geçirdiler. Kumpas davaları ile tasfiyeler hızlandı. Terör ve sindirme ile Cumhuriyetin tasfiyesine girişildi. İşte artık bundan sonra FETÖ istemeye başladı. Ne istedilerse verdiler.

“Yetmez ama evet” ihaneti ile 2010 yılında Anayasada yapılan değişiklikler sonrası, Yargıtay ve HSYK seçimlerinde çıkan blok oylar herkesi çok şaşırttı. Kumpas davaları bütün hızlarıyla sürerken MİT Başkanının sorguya çağrılması ile patlayan kriz ve ardından patlayan dershaneler kavgası, tarikatlar koalisyonundan FETÖ’nün atılmasıyla sonuçlansa da FETÖ artık devlet kadrolarından temizlenemeyecek kadar büyümüş, kanser haline gelmişti. AKP iktidarı durumun vahametini (AS: ürkünçlüğünü) 17-25 Aralık 2013 süreci ile anlasa bile parmağını kıpırdatamaz duruma geldi. FETÖ, yakından izleyip bildiği yolsuzluklar üzerinden şantaj yapıyordu. FETÖ’cü denilerek en hassas yerlerde görevden alınanın yerine getirilen de yine FETÖ’cü çıkıyordu. Cadı kazanı kaynamaya başladı. Artık FETÖ için yapacak başka bir şey kalmamıştı. Ya iktidarın bütününü alacak ya da 40 yılda elde ettiği mevzileri kısmen kaybedecekti (AS: bir ölçüde yitirecekti).

“Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” diyerek harekete geçtiler. Girişimin sızması sonucu erken harekete geçmek zorunda kalmışlardı. Kumpas davaları ile tasfiye edilen yurtsever subayların da desteği ile Türk ordusu darbe girişimini ezdi. Tarikatlar koalisyonunun en aç gözlüsü ezilmiş, sıradakiler boşlukları doldurmak için hazırdı.

  • Peki, doğru dürüst eğitimi bile olmayan sümüklü bir hoca bu darbeye tek başına mı girişmişti?

İktidarın bütününü, yani Türkiye Cumhuriyeti Devletini kendi adına mı istemişti? Başkaları adına mı?

Bu sorunun yanıtı, darbe girişimcilerinin en kodamanlarının bugün hangi ülkeye sığındığı, darbe girişimini hangi ülkelerin desteklediği, tutuklamaları hangi ülkelerin kınadığında gizlidir. Ancak o denli de gizli değil. Türk halkı bu gizli gücün dünya jandarması, haydut devlet ABD olduğunu çok iyi biliyor.

CIA’nın Türkiye’deki örgütlenmesine “ne istedilerse verenler” onlarla birlikte Kemalist Cumhuriyete saldırmışlardı.

“Ne istedilerse verenler” darbe girişimi sonrası en büyük Atatürk posterini binalarına asmak zorunda kaldılar. Şimdi “tehlike geçti” diye düşünerek yine her fırsatta Atatürk’e ve Cumhuriyete saldırıyor ya da saldırılmasına göz yumuyorlar.

Türk Ulusu kendine hizmet edenleri de, ihanet edenleri de unutmaz.

Unutmak ihanetin pasif halidir (AS: edilgen biçimidir).
==========================================

Türkiye 15 Temmuz’la hesaplaşamadı

Mehmet Ali GüllerMehmet Ali Güller

 

(AS: Bizim “10 Maddede 15 Temmuz Kumpası” irdelememiz yazının altındadır.)

ABD destekli FETÖ’cü 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin üzerinden beş yıl geçti. Darbe girişimini “Allah’ın lütfu” gören iktidar, bu sürecin ilk bölümünde ülkeyi OHAL yetkileriyle yönetti. Sonrasında iktidar, 15 Temmuz’un konjonktüründen yararlanarak Türkiye’de hükümet sistemini değiştirdi. Parlamenter sistem yıkıldı, yerine “Türk tipi başkanlık sistemi” getirildi. Böylece 2016-2018 yılları arasında uygulanan OHAL yönetimi, güncellenerek tek adam rejimine dönüştürüldü. Ancak bu bile Erdoğan’a yetmiyor!

Erdoğan’ın üç hamlesi

Yetmiyor, çünkü 2023 seçimi ya da olası bir erken seçimde Erdoğan’ın iktidarını sürdüremeyeceğine dair işaretler gittikçe çoğalıyor; ekonomik ve siyasi işaretler, rejimin ortalığa saçılan mafyokratik ilişkileri, hatta gençlerin ve kadınların sosyokültürel itirazları…

Erdoğan bu nedenle “tek adam rejimi”nin üzerine, yeniden OHAL yetkileri eklemek istiyor. İşte TBMM’ye torba yasayla gelen OHAL kullanma yetkisi talebi bu nedenledir.

1) Erdoğan’ın iktidarını sürdürebilmek adına attığı adımlar, sadece sopalı seçim süreci için OHAL yetkisi istemekten ibaret değil.

2) Afganistan’da Mehmetçiğe görev verilmeye çalışılması, Erdoğan’ın iktidarını koruyabilmek için ihtiyacı olan Batı’dan “olası” siyasi ve ekonomik desteğin bedelidir.

3) 10 Temmuz günü Diyarbakır’da “Samimiyetle başlattığımız süreci provoke ettiler. Evet, çözüm sürecini biz başlattık ama sonlandıran biz olmadık” diyen Erdoğan, Kürt oyları için yeni bir hamle peşinde. Kuşkusuz “bitirmedik” dedikleri açılımı, kaldığı yerden başlatma şansları yok. Ancak Saray, bir süredir, HDP’nin oylarının bir bölümünü alabilecek bazı modeller üzerinde çalışıyor.

15 Temmuz, 1946’da başladı

  • AKP iktidarı, eski ortağı FETÖ’nün darbe girişimiyle “belli ölçülerde” hesaplaştı ama Türkiye hâlâ birincisi ABD’nin 15 Temmuz’daki rolüyle, ikincisi de AKP-FETÖ ortaklığıyla hesaplaşamadı. 

Bu iki konu, aslında birbirinin bütünleyenidir ve Türkiye’nin önündeki temel sorundur. Çünkü bu hesaplaşma, Türkiye’nin 1946 yılından itibaren başlayan dönüşümüyle topyekûn hesaplaşmaktır. Türkiye’nin Atlantik kampına dahil edilmesiyle ortaya şu temel sorunlar/sonuçlar çıktı:

– Sola ve komünizme karşı mücadele için dincilik desteklendi (İmam hatiplerin, tarikat ve cemaatlerin önü açıldı. FETÖ’cülüğün başladığı yer Komünizmle Mücadele Dernekleridir).

– Antiemperyalist Türk milliyetçiliği, NATO Türkçülüğüne dönüştü.

Kemalist devrime karşıdarbe yapıldıAtatürk sembollerde kaldı ama devrimci programı adım adım tasfiye edildi.

– Amerikancı darbelerle emperyalizmin “Yeşil Kuşak” stratejisine uygun Türk-İslam sentezi inşa edildi. Devlet, bu ideolojiye göre yukarıdan aşağıya kurumları ve toplumu dönüştürdü.

– Türkiye, ABD’nin neoliberal serbest piyasa ekonomisine eklemlendi.

Özetle                          :

  • 15 Temmuz süreci, 1946’daki dönüşümle başladı.
  • ABD Gladyosu’nun operasyon eli FETÖ; Menderes döneminde tohumlandı,
  • Demirel iktidarlarında doğdu ve yürüdü,
  • 12 Eylül sürecinde koştu ve
  • Erdoğan’la ortaklığında “iktidar ve devlet” oldu!

Türkiye, AKP-FETÖ ortaklığıyla hesaplaşacak

“Yakın yarına” bakılınca, kuşkusuz önümüzde sıkıntılı hamle ve gelişmeler duruyor ancak “geniş yarına” bakınca, önümüz aydınlık:

1) Erdoğan’ın aldığı önlemler, iktidarı kaybetmesini önleyemeyecek. 
2) Türkiye, er geç AKP-FETÖ ortaklığıyla ve ABD’nin 15 Temmuz’daki rolüyle hesaplaşacak.
3) Türkiye, yeni bir dünya kurulurken, oradaki yerini alacak. Komşularla düşmanlığın yerine, kolektif güvenlik anlayışı ile geliştirilen barış kuşakları oluşturulacak.
4) Türkiye, siyasal bağımsızlığının esas teminatı olan ekonomik bağımsızlığı için, borcu borçla çevirme döngüsünden çıkacak ve üreten bir ekonomi modeli uygulayacak.
===================================
Dostlar,

10 Maddede 15 Temmuz Kumpası

1. AKP = RTE iktidarı, ABD destekli – kurgusu FETÖ darbe girişimini
önceden haber al – mış – tır! MİT öğleden önce öğrenmiş ve bilgi vermiştir.
2. Karşı önlemlerini alan AKP = RTE iktidarı, resti görmüştür.
3. ABD destekli – kurgusu FETÖ darbe girişiminin “ŞAH MAT” hedefi o gece püskürtülmüştür.
4. Bu kanlı “başarıda” AKP = RTE iktidarının aldığı önlemelere ek, saldırıyı kavrayan Kemalist – Yurtsever güçlerin direnmesi başat belirleyici olmuştur.
5. AKP = RTE iktidarının silahlandırdığı para-militer güçler o gece doğrudan Erdoğan tarafından sokağa çağrılmıştır ki bu darbelerde genel kural olan “halkın evde kalması” istemlerinin tam tersi olup hazırlığa dayalıdır.
6. 250+ insanın ölmesi ve çok daha fazla yaralının sorumlusu doğrudan AKP = RTE iktidarıdır. Şehit ve gazilerin istismarı utanç vericidir.
7. AKP = RTE iktidarı yaşamının kumarını oynamış ve bedeli olarak da Türkiye’ye 2+ yıl OHAL’i dayatmış, o koşullarda hileli olarak anayasayı ve rejimi değiştirmiştir. “Bu darbe bize Allah’ın lütfu” sözleri AKP = RTE iktidarının apaçık kendini elevermesidir.
8. Türkiye’de 200 yıla yaklaşan demokratikleşme süreci askıya alınmış; dinci – gerici karşı devrim ülkeye yaşamın her alanında şiddetle dayatılmıştır.
9. Ancak 20 yıllık tek başına iktidar ve mutlak sultanlık yetkileri de Türkiye’nin aydınlık birikimini tümüyle teslim alamamış ve çökertememiştir.
10. Giderek despotlaşan her politik lider – rejim gibi; AKP = RTE de şimdi tümüyle irrasyonel, ilkel bir refleksle “daha da fazlasını” istemeye başlamıştır.

Ne var ki, buraya dek Aziz Lordum, tarihin sonlu kredisi buraya dek!

Hala akıllanmazsanız, hiç ama hiiiç kuşkunuz olmasın, en ağır bedeli sizler ödersiniz.

Yakın tarih öylesine ibret verici örnekler içeriyor ki; biz somutlamayalım, siz yüzleşin!


Sevgi, saygı ve kaygı ile. 15 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

DSÖ: Üçüncü doz yerine yoksul ülkelere bağış yapılsın

DSÖ Başkanı Ghebreyesus, yoksul ülkeler hala Covid-19 aşısı sağlayamamışken, varsıl ülkelerin ‘takviye doz’ siparişi vermek yerine bağış yapması gerektiğini belirtti.

DSÖ: Üçüncü doz yerine yoksul ülkelere bağış yapılsın
DUVAR
– Korona virüsü aşılarında ‘takviye’ doz tartışması sürerken, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Başkanı Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, yoksul ülkelerde yaşanan aşıya erişim sorununa dikkat çekti. Ghebreyesus, birçok ülke hala Covid-19 aşısı temin edememişken, zengin ülkelerin üçüncü doz siparişi vermemesi gerektiğini söyledi.

‘BUNUN YERİNE COVAX’A BAĞIŞ YAPILMALI’

Delta varyantının baskın hale gelmesiyle ölümlerin arttığını ancak çoğu ülkede sağlık çalışanlarını korumak için yeterli doz olmadığını belirten DSÖ Başkanı, “Covid-19 aşılarının küresel tedarik açığı son derece dengesiz ve adaletsiz” dedi. İlk kez Hindistan’da tespit edilen Delta varyantının en az 104 ülkeye yayıldığını kaydeden Ghebreyesus,

  • “Kimi ülkeler sağlık çalışanlarını ve risk grubundakileri aşılamak için yeterli malzemeye sahip değil ancak diğerleri takviye doz sipariş ediyor” ifadelerini kullandı.

DSÖ Başkanı, Pfizer ile Moderna’nın hali hazırda aşılama düzeyinin yüksek olduğu ülkelere takviye doz sağladığını, bunun yerine yoksul ülkelere aşı dağıtmayı amaçlayan COVAX programına bağış yapılması gerektiğini söyledi.

‘TÜMÜYLE  AŞILANANLARIN İHTİYACI YOK’

Geçtiğimiz hafta 3. doz izni için başvuru yapılacağını duyuran Pfizer şirketiyle görüşen ABD Sağlık ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’ndan da 3. doz açıklaması geldi. Covid-19‘a karşı tümüyle aşılanmış kişilerin ‘takviye doza’ ihtiyacı olmadığını duyuran Bakanlık, önümüzdeki süreçte 3. dozun gerekliliği hakkında görüşmelere devam edeceklerini açıkladı.

Pfizer sözcüsü Sharon Castillo ise, “Hem Pfizer hem ABD hükümeti, virüsün önüne geçme konusunda bilimsel verilerin bir sonraki adımı belirleyeceği konusunda hemfikir” ifadelerini kullandı. (DSÖ: Üçüncü doz yerine yoksul ülkelere bağış yapılsın (gazeteduvar.com.tr)

DİNLE ZALİM

14 Temmuz 2021 
Rifat Serdaroglu 
Doğru Parti Genel Başkanı

Acımasız, haksız davranmaktan, kıyıcı, can almaktan, işkence yapmaktan ve zulmetmekten zevk alanlara “Zalim” denir. Bunlarda Allah’tan korkmak, kuldan utanmak yoktur. Zalimler, başkalarının malına mülküne, namusuna, hukukuna ve özgürlüğüne saldırmaktan çekinmezler.
Bunlardan korkar, çekinir, “bana ne” derseniz, bilin ki geçen her gün derdiniz daha da artacaktır. Çünkü bunlar kendilerinden korkuldukça, onlara boyun eğildikçe daha da azgınlaşır.
Zalimlerden kurtulmanın yolu, onlarla anladıkları dilden konuşmaktır.
Zalimler hangi yoldan gelip egemen oldular ise, aynı yoldan bertaraf edilmelidirler. Zorla geldilerse, zorla. Demokratik yolla geldilerse, demokratik yolla gönderilmelidir.
Bu yüzden, demokrasi özgür ve cesur insanların rejimidir.
Kimse size “alın işte bunun adı demokrasidir” demez.
Eğer derlerse, zalimlerin Tunus-Libya-Mısır-Irak’a ve Suriye’ye getirdikleri gibi demokrasiniz olur. Ne kadar hak ediyorsanız, o kadar demokrasi alırsınız.
Zulüm karşısında susmak, sessiz kalmak zulme ortak olmak demektir.

Bugün ülkemizde, demokrasinin varlığının tek gerekçesi olarak sadece “Sandık” kalmıştır.
İktidar,
– gerek silahlı gruplar oluşturmakla,
– gerek devletin güvenlik güçlerini “sandıklara müdahale” için kullanmayı planlamakla,
gerek YSK’yı İktidarın “Seçim Kolu” gibi kullanmakla,

Türk Milletinin elinden bu hakkı da almak istemektedir.

  • Ülkede; Hukuk devleti, sandık-seçim güvencesi- basın özgürlüğü-Cumhuriyet değerleri kalmamıştır.

İnsanlarımız, yıllarca “Savcılık İddianamesi” yazılmadan cezaevlerinde tutuluyor.

  • Yargı tümüyle iktidarın silahı haline gelmiştir.

Suçlular, soyguncular, hırsızlar, gerçek FETÖ’cular serbest gezip, suç işlemeye devam ederken, suçsuz askeri öğrenciler, öğretmenler, memurlar, işçiler ya hapisteler ya da işinden-aşından oldular.

Kurmay Albay – General – Ordu Komutanı – Genelkurmay Başkanı rütbesine çıkabilecek, hapisteki vatan evlatlarına şimdiki Genelkurmay Başkanının sahip çıkması mümkün değildir. Kendi silah arkadaşlarının sahte delillerle suçlanıp hapse atılmasına engel olmayan Paşadan, cezaevinde hasta ve ölmek üzere olan silah arkadaşlarını hatırlaması beklenemez.

İş başa düşüyor..

Türk Milleti, kendi evlatlarına sahip çıkmalı ve onların ABD-Tarikat-Cemaat canavarlarının ellerinde çürütülmelerini engellemelidir.
Gözleri olup da görmeyen, kulakları olup da duymayan zalimlere sesimizi duyurmalıyız.

Mehmet Emin Yurdakul, “Bırakın Ben Haykırayım” adlı şiirinde bakın ne diyor :

Bırak ben haykırayım,
Susarsam sen matem et.
Unutma ki şairleri (aydınları-kahramanları) haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş çocuk gibidir.

Haksızlık sonucu zulme uğrayıp, ızdırap içinde olan tek bir kalpten yükselecek bir feryada, dağlar bile karşı duramaz.
Hiçbir zalim ilelebet payidar olamaz.
Tek başımıza kalsak dahi, DOĞRU Parti olarak mücadeleye devam edeceğiz.
Bu kararımızı bugün Büyük Atatürk’ün manevi huzurunda saat 14.00’de bir kez daha haykıracağız…

Sağlık ve başarı dileklerimle.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 14 Temmuz 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

YARGI-BAY

Yargıtay, FETÖ sanığı Mustafa Bilgili iddianamesini esas alarak 28 Şubat Davası sanıklarından 14’üne verilen müebbet hapis cezasını onadı.

Türk Milleti adına mı, FETÖ adına mı?

Yargıtay, yargıya bay bay!..

ALDIRMA

Devlet Bahçeli, “Kim demiş Sayın Soylu yalnız diye, kim demiş Soylu sahipsiz diye. Hakkında ne söylenirse söylensin, bizim denilenlere aldırış etmemiz mümkün değildir” dedi.

Tutmayın Soylu’yu…

DEVRİM

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, “4-6 yaş sınıfı çocuklarımız için açtığımız Kur’an kursları ülkemizin manevi kalkınmasında devrim niteliği taşıyan çok önemli bir projemizdir” dedi.

Karşı devrim niteliği dese daha yakışır…

UÇAK

İktidara gelince Cumhurbaşkanlığı uçakları ve arabalarını satacağını söyleyen Kılıçdaroğlu’na RTE, “Dünyayı dolaşacaksın. Neyle? Tarifeli uçaklarla mı?” dedi.

Tarifeli uçakla dolaşırsa, tek alyansla yola çıkanın itibarı sıfırlanır!…

SEÇİM

İzmir’de aralarında CHP ve HDP’nin de olduğu “Emek ve Demokrasi Güçleri” miting düzenledi.

Mitingde konuşan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “sonuna kadar hep beraberiz” dedi.

Pervin Buldan da terörist başı Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılmasını istedi.

Hırsızlık, yolsuzluk, israf, yobazlık, yasa tanımazlık ve diktatörlükten kurtulalım derken karşı seçenek bölücülük mü olacak?..

KALP

RTE Diyarbakır konuşmasında, “Bir insanın kalbinde ve kafasında ne varsa dil onu söyler” dedi.

Konuşmalarında AKP’liler dışındakilere hakaret ve nefret yağdırmasını daha iyi anladım…

SOLCU

Zülfü Livaneli, Atatürk, İnönü ve Baykal’ın solculuğunu beğenmemiş.

Onlar emperyalizme hizmet etmedi, sıkışınca yurdu terk etmedi…

SİLAH

Sedat Peker, 15 Temmuz’dan sonra Bakan Soylu tarafından AKP’li gençlere silah dağıtıldığını yer-zaman- şahıs göstererek açıkladı.

Eyyy savcılar, soruşturmazsanız bir gün size de döner o silahlar…

ETİK

Kamu Görevlileri Etik Kurulu oluşturuldu.

Kurul üyeleri eski Cumhurbaşkanı danışmanları, AKP milletvekilleri ve belediye başkanı. Kurul Başkanı da RTE ile çay toplayan eski Danıştay Başkanı.

Kurulun oluşumu etik olacak ki, görevlilere etikten dem vurabilsin…

FAKİRLİK

Karaköy’de çöpten yemek yiyen bir vatandaş görüldü.

Montajdır. AKP fakirliği bitirdi!..

CEZA

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, daha önce “medeni hukuk ve laikliği hedef alan açıklamalarıyla” tepki çeken Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin (GATA) eski başhekim yardımcısı Ali Edizer’in, “30 ihtar puanıyla cezalandırıldığını” ve disiplin raporu kapsamında Ankara Güdül Devlet Hastanesi’ne atandığını açıkladı.

Okşama gibi…

AÇILIM

RTE, Diyarbakır’da çözüm sürecinin yeniden canlandırılacağı sinyalini verdi.

Nagehan Alçı desteği çaktı.

Millet İttifakı’nı suçlar, iktidar için her kapıyı çalar…

PROTOKOL

AKP Genel Başkanvekili Kurtulmuş’un da bulunduğu protokol davetlileri için Fatih Camisinde koltuk düzeni oluşturuldu.

Cemaatte eşitlik mi vardı?..

SORUYORUM                         :

  1. 128 milyar Dolar nerede?
  2. Sarıklı amiral soruşturması kaç yıl sürecek?
  3. Ruhsar Pekcan ve öbür Bakanların devlete mal satışının soruşturulması neden engelleniyor?
  4. Sedat Peker’in iddiaları neden araştırılmıyor? Suçlananlar neden konuşmuyor?
  5. Halkın silahlandırılması (AS: AKP yandaşlarının) iç savaş hazırlığı mıdır?

Silahlar kadar tehlikeli

Elbette ciddiye alınmalı.

Elbette, bu inisiyatifin arkasında “Barışçıl ve demokratik haklarını kullanmak isteyen, hatta en temel anlamda itirazını, protestosunu, muhalefetini yazılı ya da sözlü dile getirmek isteyenlere karşı ‘Resmi’ güvenlik güçleri ile yetinmeyip, paramiliter, gayrı resmi, merdivenaltı, yasadışı örgütlenmeleri de sevk etme amacı” bulunduğunu hesaba katmalı.

Ancak, 107,000’in üzerinde olduğu iddia edilen bu “Kayıtdışı silahlar” meselesinden daha elim ve daha vahim bir olguyu da unutmamak gerek:

  • Faşizan yönetimin, “itirazı, muhalefeti, hoşnutsuzluğu” bastırmak için kullandığı “yasal ve hatta hukuki görünümlü şiddet”in, bir ateşli silahın namlusundan çıkacak mermi kadar öldürücü olmasını kastediyorum.

Meselâ, 700’üncü haftalık buluşmalarını gerçekleştirmek isteyen Cumartesi Anneleri’nin üzerine tüm şiddetiyle giden Devlet’in, insanları yaka paça saçlarından sürükleyerek içeri atmalarını ve hâlâ yargılıyor olmalarını kastediyorum.

Meselâ Somalı, Ermenekli madencilerin en temel haklarını, emeklerinin karşılığını alamadıkları için yaptıkları eylemin, “her görüldüğü yerde” acımasız şiddetle bastırılmasını ve hatta mahkemelerde sürüm sürüm süründürülmelerinden söz ediyorum.

MeselâHES’lere (Hidro Elektrik Santralı) ve JES’lere (Jeotermal Elektrik Santralı), taş ocaklarına karşı mücadele eden köylülerin toplandıkları her yerde, ses getirdikleri her eylemde karşılarına dikilen jandarmanın şiddetini de görelim diyorum.

Meselâ, her grev girişimini, her toplu sözleşme ve hatta sendikalaşma mücadelesini resmi-gayrı resmi şiddetle bastırmak isteyen patronların Devlet’le el ele uyguladığı baskı, zulüm ve şiddeti kastediyorum.

Meselâ, kadına (ve diğer – erkekten farklı – tüm cinsel yönelimleri olanlara) karşı, taciz, tecavüz, işkence, cinayet ve her türlü ayrımcılığa karşı protesto eylemlerinde zuhur eden resmi Devlet şiddetine dikkat çekiyorum.

Meselâ, Üniversitelerin bilimsel ve yönetsel özerkliğine, öğrencilerin birer robot, birer “eşya” birer emir eri olarak görülmelerine, akademisyenlerin birer “sıradan devlet memuru” muamelesi görmelerine karşı eylem yapanlara yönelik acımasız muameleyi de unutmayın diyorum.

Meselâ, İstanbul Güngören Tozkoparan’daki örnekte görüldüğü üzere, insanların “Kentsel dönüşüm” adı altında, zorla evlerinden yuvalarından atılmalarını protesto etmek için seslerini çıkardıklarında en ağır şiddete maruz bırakılmalarını örnek veriyorum.

Meselâ, Adıyaman’da yabancı tütün tekellerinin istekleri doğrultusunda (AS: isteklerine karşı durarak) üç beş dönüm tarlalarını koruyabilmek adına itiraz eden çiftçilerin haklı taleplerinin boğulmak istenmesini kastediyorum.

Meselâ, halkın en temel hakkı olan haber alma ve bilgilenme hakkının sağlanması için gecesini gündüzüne katarak çalışan yazılı ve görsel medyanın fedakar emekçilerine hem alanda haber toplarken, hem de kağıt üzerinde bürokratik ve yasal sistemi kullanarak uygulanan baskıları da hesaba katmak gerek diyorum. Muhabire uygulanan fiziksel şiddet kadar, Basın İlan Kurumu’ ndan RTÜK’üne ve Basın Savcılıklarına kadar Devlet’in her türlü baskı aracının kullanılmasına da iyi bakın, diyorum.

Yani… Bütün bu saydıklarım ve benzeri baskıların da, en az “Bir gün bir yerde halka karşı ateşlenmesi muhtemel” o “kayıp silahlar” kadar öldürücü-ölümcül işlevi olduğunu
anlamak gerek.

Demokrasi ile Faşizm arasındaki o uzlaşmaz çelişkinin ve o yüzlerce yıllık tarihi mücadelenin “Faşizm” tarafındaki araç-gereçleri, sadece “ateşli, uzun ya da kısa namlulu silahlar”la sınırlı değildir.

Kendileri, bir twitter mesajına, bir satır yazı içeren pankarta, bir makaleye, bir kitaba, meydanda veya salonda atılan bir slogana bile “ölümcül silah” muamelesi yapan faşistler, Devlet’in vatandaşlar arasında adaleti ve hukuku koruma amaçlı olarak kendi envanterinde bulunan milyonlarca “Resmi- Beylik Silahı” bile yeterli görmeyerek, yandaşlarına el altından silah dağıtıyor olabilir.

Ama, bunun kadar önemli olan şey, “zihinlerdeki faşist ve demokrasi düşmanı zehrin” öldürücülüğüdür.

Onu da, çıkarılan her bir kanun ya da kararnamede, her mahkeme kararında, her idari işlemde, her yasakta görebilmek mümkündür.

Mücadelemizi, her anlamda “Faşist silahlanmaya” karşı bütüncül olarak görmek gerekir.
===========================================
Dostlar,

Sn. Zafer Arapkirli dostumuz çok deneyimli, birikimli, yürekli ve yurtsever bir gazetecidir. Meslek deneyimi 40 yılı aşkındır ve doğrultu tutarlılığını özenle korumayı bilmiştir.
Cuma günleri Cumhuriyet‘te yer alan haftalık makalelerini düzenli olarak bu sitede paylaşıyoruz. Son günlerde, yoğunlaşan ve ağırlaşan gündem nedeniyle krttv.com.tr‘de de ek makaleler yazmaya başladı. Kamuoyunu uyarmaya çabalıyor vargücü ile..

Hem ülkemizin başına çorap örmeye çabalayan – ören ve giderek meşruluk zemininden savrulan iktidar kesimlerini hem de başlarına çorap örülmeye çalışılan tüm Türkiye’yi.

Yazdıkları ve yazının teması olağanüstü önemli hatta kritiktir :

  • 107 bin silah kimlerde ve nerededir?
  • Böylesi bir operasyonun iktidarın bilgisi dışında yapılması olanaksız olduğuna göre, AKP iktidarı bunu neden yapmıştır?
  • Varsayalım ki, olağanüstü saflıkla, AKP = RTE bilgisi dışında bu operasyon yapıldı ise bile (!?); şimdi bilgileri içindedir; DER – HAL / İVEDİLİKLE ne yapmışlardır, ne yapacaklardır?
  • Yargıtay Cumhuriyet başsavcılığı, açıkça suça karışan / suç işleyen AKP iktidarı için neden hemen harekete geçmemektedir?
  • TBMM’den hızla bir yasa çıkarılarak bu silahlar ve mühimmat geri çağrılmalı, silahları teslim edenlere yasal işlem yapılmamalıdır; bir tür dolaylı aftır bu.
  • Toplanan silahların hepsinin balistik incelemesi yapılmalı ve işleyeni belirsiz (faili meçhul!?) bırakılan ya da belirli adam öldürme dosyaları ile ilişkilendirilmelidir.
  • Muhalefet hiç olmazsa bu yakıcı sorunda ORTAK davranmalı ve ülkemizin ana gündemi yapılmalıdır.
  • Uluslararası toplum / kurumlar, ülkemizde can güvenliği kalmadığından ve bir silahlı darbeye bizzat meşruluğunu yitiren iktidar tarafından hazırlanıldığını not etmeli ve
  • EN TEMEL HAK OLARAK YAŞAM HAKKININ AÇIK – YAKIN POTANSİYEL İHLALİ – İHLAL TEHDİDİ karşısında gerekli, adımları atmalı ve ülkemizde olası bir BOĞAZLAŞMA – KİTLESEL KIRIM – İÇ SAVAŞ ve faşist – dinci şeriat devleti ilan edilmesine yeltenilmesi riski ortadan kaldırılmalıdır.
    ***
    Bu yazımızın, yine bu gün sitemizde yayınladığımız, Sayın Dr. Merdan Yanardağ‘ın çok kritik İÇ SAVAŞ makalesi ile birlikte okunmasını dileriz. O makalenin altında da kapsamlı katkılarımız olmuştu.İç savaş! – Prof. Dr. Ahmet SALTIK

    Sevgi ve saygı ile. 14 Temmuz 2021, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
    Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
    www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik