FETÖ’cü savcı ve yargıçların tezgahı bozulmalıdır

Türk ordusuna ortalama 45-50 yıl şerefle hizmet etmiş

(E) Orgeneral Ahmet Çörekçi 89 yaşında, hapiste
(E) Orgeneral İlhan Kılınç 85 yaşında, hapiste
(E) Korgeneral Vural Avar 83 yaşında, hapiste
(E) Orgeneral Çevik Bir 82 yaşında, hapiste
(E) Orgeneral Çetin Doğan 81 yaşında, hapiste
(E) Orgeneral Fevzi Türkeri 80 yaşında, hapiste
(E) Korgeneral Yıldırım Türker 80 yaşında, hapiste
(E) Korgeneral Hakkı Kılınç 81 yaşında, hapiste
(E) Korgeneral Çetin Saner 81 yaşında , hapiste
(E) Koramiral Aydan Erol 81 yaşında, hapiste
(E)Tümgeneral Erol Özkasnak 75 yaşında hapiste
(E) Tümgeneral C. Temel Özkaynak 75 yaşında, hapiste
(E) Tümgeneral Kenan Deniz 73 yaşında, hapiste
(E) Tuğgeneral İdris Koralp 73 yaşında, hapiste
***

  • Evet, Atatürkçü 14 şerefli komutan, onaylanan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını çekmek üzere 1 ayı aşkındır  gündür hapiste.

28 Şubat MGK tavsiye kararında imzaları var.
Bu tavsiye kararlarını hükümet direktifi olarak yayınlayan ve yaşama geçiren hükümetteki siyasiler ise serbest!

Bu davanın savcıları ve yargılamayı yapan yargıçların tümüne yakını FETÖ üyeliğinden mahkûm edildi, çoğu hapiste ve meslekten atıldı.

Başlıca kanıt olarak dayanılan 5 sayılı CD’nin bilirkişi raporu ile sahte – düzmece olduğu apaçık ortaya konmuş iken üstelik..

Ama yalan, dolanla mahkum ettikleri 75-80 yaşındaki Atatürkçü komutanlar ölene dek hapiste.

Tam bir hukuk cinayeti işleniyor. Adalet paspas yapılıp çiğneniyor.

FETÖ kumpası meşru kılınamaz.

Komutanlar serbest bırakılmalı, hapisteki FETÖ’cü savcı ve yargıçların tezgahı bozulmalıdır.

AKP ateşle oynuyor, yeniden FETÖ ile işbirliğine mi; seçim kazanmak için ülke ateşe atılır mı!?

HALK TV KONUŞMAMIZ – 25 EYLÜL 2019

Dostlar,

25 Eylül 2021 Cumartesi akşamı saat 20:30’da, yine konuğu olduk Sn. Fatih Ertürk‘ün.


HALK TV
‘de bu Cumartesi gecesi programı “Türkiye Nereye?” hemen hemen her hafta izlenme sıralamasında (rating skorlamasında) 1. oluyor.


Günün sınırlı ve “resmi” verileri aşağıda.

26.145 yeni olgu (PCR+).. PCR- çıkan ama “klinik kovit” tanısı ve sağaltımı alan hasta sayısını bilmiyoruz. Aynı gün içinde iyileşerek hasta havuzundan çıkarılan kişi sayısı 19.199. Aradaki fark 6946 kişi.. Hasta havuzuna eklendi, bu havuz boşaltılamıyor.. 478.301 kişi PCR+! Salgın denetiminde en önemli ölçütlerden biri, günlük yeni tanı alan hasta sayısının, o gün iyileşenlerden eksik olması. Ancak böylelikle “hasta havuzu” boşaltılabilir. Bu havuzda, son ve sınırsız açılıma geçtiğimiz 1 Temmuz 2021’den önceki gün 80.662 kişi idi, 3 ayda 6 katına fırladı. 49.732 olan ölüm sayısı 3 ayda 63.611’e erişti. Temel eğitimin açıldığı 6 Eylül’den bu yana 3 haftada salgın daha da azgınlaşmış durumda.  Ekim başında üniversiteler de açılacak ve toplumsal hareketlilik daha da artacak. Öte yandan kış geliyor ve kapalı alanlara geçiyoruz.

  • 7.013.639 rakamı ise salgının başından bu yana PCR+ toplam olgu / vaka sayısı,
  • Salt geçen hafta 192.794 yeni olgun / vaka eklendi ve bu rakam ile Dünyada 4., Avrupa’da 1. sıradayız bu “resmi” verilerle! İktidar ne kendini kandırsın ne de bizi, çıplak gerçek bu!

Öte yandan, neredeyse 3 haftadır, “kritik durumda” olan hasta sayısı sabit ve 633! Böyle bir durumun açıklaması nasıl yapılabilir? Matematiksel olasılığı nedir bu sabit sayının 3 hafta değişmemesinin?? Yetkililer halkı apaçık aptal – salak yerine koymakta, aynaya baksalar ya!

Gerçek toplumsal bağışıklık hala %30 gibi.. Ya da halkın %70’i hala Kovit-19‘a karşı bağışık değil. Bizim konuşmamız 27 – 46. dakikalar arasında..

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerin öğrenilmesi dileğiyle. İktidarın da elbette uyanması gerek!

Sevgi ve saygı ile. 29 Eylül 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

New York Seferi Abuklukları

Cumhuriyet, 24 Eylül 2021

 

Sosyal medyada, trollerin ezberledikleri ve en sık kullandıkları “çemkirme” cümlelerinden biri şudur:

“Ya her şeyi de eleştirmeyin ya. Bir şeyi de eleştirmeyin ya. Körü körüne muhalefet yapıyorsunuz ya…”

Bu trol tayfasının kafaları ermiyor tabii. Dönüp de efendilerine, “Ya, her şeyi de bu kadar berbat etmeyin ya! Bir şeyi de doğru dürüst yapın. Her yaptığınızda da duvara toslamayın” deseler, mesele kökünden hallolacak aslında.

Şu Türkevi (Turkish House) açılışı mesela…

Senin gencecik öğrencilerin sokaklarda sabahlamak zorunda iken, elin memleketinde “itibar” adı altında birilerini zenginleştirme projesine “Lale Gökdelen”e milyonlarca dolar “gömmeyi” eleştirmeyecek miydik?

Mesela, şu “Daha Adil Bir Dünya Mümkün” kitabının tanıtım çalışmaları. Sanki “Dünyayı değiştirecek ‘Best Seller’ bir başyapıt”tan söz edercesine, New York’u ayağı kaldırmaya çalıştılar. Caddelerde sokaklarda kamyonlara, minibüslere kitap kapağını “giydirip” dolaştırdılar. Times Square’in ışıklı ilan panolarına reklamlar verdiler. Milyonlarca kişinin izlediği ve milyarlarca TL harcanarak kiralanan o panolara yansıtılan yazılardaki İngilizce hatalarını bile görmezden mi gelecektik? “A Fairer Word Is Possible” ifadesini, “is” kelimesini atlayarak, cümle âlemi kendimize güldürmek suretiyle yazdırma rezaletine ses çıkarmayacak mıydık yani?

O paraların bizlerin cebinden çıktığını, “Neye yaradığını bir türlü anlayamadığımız, tarihi New York Seferi”nin masraflarının, alınan (ya da alınamayan) sonuçlara değip değmediği konusunda ağzımızı açmayacak mıydık?

Yandaş gazetecilerin, Türkevi binasını önünde, Cumhurbaşkanı ve eşinin kitapları ile poz vermesinden başka ne amaca hizmet ettiği belli olmayan bir “New York Çıkartması”nın hesabını sormayacak mıydık?

Devletin “eliti” ve onların “yandaşı beslemesi” medyanın, kasası tamtakır hale getirilmiş, üç kuruş dövize muhtaç olan bir ülkenin ödünç alınmış Dolarlarını Amerika yollarında sarf etmesini kenardan “öylece” izleyecek miydik?

Biraz bunlara kafayı yorun troller.

Bize değil, onlara çemkirin.
=========================================
Dostlar,

Sn. Arapkirli’nin bu değerli yazısını gecikerek yayınlıyoruz, özür dileyerek..
Hafta sonu ADD’nin (Atatürkçü Düşünce Derneği) Genel Kurulu vardı.
Seçime giren 4 liste, uzlaşarak bizi ortak önerge ile Divan Başkanlığı’na aday gösterdiler.
Cumartesi, ardından Pazar günü… Pazartesi sabahına dek aralıksız çalıştık.
Web sitemizi ihmal ettik..
İzleyicilerimizden ve Sn. Zafer Arapkirli’den hoşgörü dileriz..

Sevgi ve saygı ile. 28 Eylül 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

 

Rıza Türmen: ‘Solun görevi demokrasiyi demokratikleştirmek!’

Türkiye’nin haklar ve özgürlükler alanındaki referans hukukçusu Rıza Türmen’in kitabı Türkiye’de Demokrasi Arayışı (Doğan Kitap); ülkenin siyasal açıdan köklü bir dönüşüm geçirdiği, özgürlük alanlarının yukarıdan aşağıya müdahalelerle yeniden tanımlandığı, ileriye gitme olanaklarının ise görmezden gelindiği ya da bastırıldığı bu dönemin bu siyasal ve hukuksal eleştirisi, gerçeğin üzerindeki örtüyü kaldırma çabasına önemli bir katkı sağlıyor.

25 Eylül 2021

Kitap, Türkiye’nin haklar ve özgürlükler alanındaki referans hukukçusu Rıza Türmen’in, 2014’ten bu yana düzenli olarak yazdığı ve “Barış”, “Demokrasi”, “Ütopya”, “Seçim” ve “İnsan Hakları ve AİHM Yazıları” temaları altında toplanan yazılardan oluşuyor. Her bir bölüm Türmen’in hukuk ve diplomasi uzmanlıklarıyla derinleşiyor.

Yazılar tek tek ele alındıklarında ise Hannah Arendt’ten Henri Lefebvre’a uzanan referans yelpazesiyle ve müzikten sinemaya, kent haklarından dünyadaki barış girişimlerine yayılan bir konu çeşitliliğine sahip.

Türmen’in kitabı; ülkenin siyasal açıdan köklü bir dönüşüm geçirdiği, özgürlük alanlarının yukarıdan aşağıya müdahalelerle yeniden tanımlandığı, ileriye gitme olanaklarının ise görmezden gelindiği ya da bastırıldığı bu dönemin bu siyasal ve hukuksal eleştirisi, gerçeğin üzerindeki örtüyü kaldırma çabasına önemli bir katkı sağlıyor. Kitabın temayı yetkin biçemde bütünleyen kapak çizimi ise Selçuk Demirel’e ait.

“Çöken sınıfların akşamları yükselmekte olanların sabahıyla ölçülür”.

Antonio Gramsci


DEMOKRASİ MÜCADELESİNE ARENDT IŞIĞI!’


– Kitabınızda “Barış”, “Demokrasi”, “Ütopya”, “Seçim” ve “İnsan Hakları ve AİHM Yazıları” temaları altında toplanan yazılarınızda özellikle 20’inci yüzyılın önde gelen düşünürlerinden Hannah Arendt’e sıkça gönderme yapıyorsunuz. Arendt’i açmanızı rica ederek başlayalım…

Arendt’in 1930’ların otoriter-totaliter rejimlerine ilişkin görüşlerinin, vardığı sonuçların günümüzdeki otoriter rejimler bakımından da geçerli olduğu görüldü. Zaten Arendt de yazılarında totaliter rejimler sona erse bile, siyasal, toplumsal, ekonomik sorunlara insan onuruna uygun çözümler üretilemediği yerlerde totaliter çözümler getirilmesi eğilimlerinin ortaya çıkacağını belirtmiş.

Arendt’in yazıları, insan hakları ve demokrasi bakımından en karanlık dönemlerde bile bir umut ışığı. Arendt, düşünce ile eylemi birleştirir. Hak sahibi olmanın herkesin eşit olarak hak talebinde bulunabileceği bir dünya yaratmak anlamına geldiğini söyler. Totaliter-otoriter rejimlerde yaşayanların sorumluluklarına dikkati çeker. Mücadele ruhunu ayakta tutar.

Günümüz Türkiye’sinin koşullarında bir demokrasi mücadelesi verilmesi moral bir sorumluluk. Arendt’in düşünceleri, böyle mücadeleye ışık tutması bakımından önem taşıyor.

‘OTORİTER İKTİDAR ÇÜRÜYOR!

– Karanlık bir dönemden geçtiğimizi vurguladığınız günümüzde umutla “gerçekçi” mesafeniz nedir?

Karanlık bir dönemden geçtiğimiz doğru. Kitapta, bu karanlığı anlatan birçok yazıyı bulabilirsiniz. Ama umutsuzluğa kapılmak için bir neden yok. Tersine umutlanmak için pek çok neden var. Bir kere devleti yöneten bu baskıcı, otoriter iktidar, bütün otoriter yönetimler gibi kendi çürüme tohumlarını içinde taşıyor. Her geçen gün iktidarın aşağı doğru gidişini görüyoruz. Bununla birlikte baskı da artıyor. İktidarda kalmanın, muhalifleri sindirmeye, karşı bloku bölmeye bağlı olduğu düşünülüyor.

Öte yandan, iktidarın sahip olduğu destek giderek azalıyor.

  • Yoksulluk, işsizlik arttıkça iktidarın tabanı daralıyor.

Ama bütün bunlara determinist bir açıdan yaklaşıp “nasıl olsa kendi kendine çöküyor. Bir şey yapmaya gerek yok.” deyip seyretmek yanlış bir tutum.

Kitapta bir yandan bu koşullar altında etkili bir demokrasi mücadelesi nasıl verilir, bunun arayışı var, öbür yandan AKP iktidarı sonrasında yeni bir demokrasi inşasına ilişkin görüşleri içeren yazılar var.

Gramsci’nin dediği gibi, “çöken sınıfların akşamları yükselmekte olanların sabahıyla ölçülür”.

‘YEREL SEÇİMLER İÇİN BİR ÖNERİM VAR’

– Yazılarınızda da otaya koyduğunuz üzere seçim, seçmek, seçilmek içi giderek boşaltılan kavramlara dönüştü / dönüşüyor öte yandan.

Seçim sadece oy verme sürecini değil, kampanya sürecini de kapsar. Özgür bir seçim için her şeyden önce özgür bir basın gerekir. Türkiye’de basın özgürlüğünden söz etmek olanağı yok.

Bunun yanında, kampanya sırasında muhalif partilere yapılan saldırılar, yazılı ve görsel basında iktidara ve muhalefete ayrılan zamanın eşitsizliği, devlet olanaklarının iktidar partisi için kullanılması ve YSK’nın oy işlemleri, seçimin yenilenmesine ilişkin olarak verdiği tarafsızlıkla bağdaşmayan kararlar, Türkiye’deki seçimlerin eşit, serbest ve adil olduğu sonucuna varmayı güçleştiriyor.

Bunun yanında Cumhurbaşkanı adayı bir parti başkanının cezaevinden kampanya yürütmek zorunda kalması, AİHM kararında da belirtildiği gibi seçme ve seçilme hakkıyla bağdaştırmak güç.

Kitapta yerel seçimler için bir öneri var. Bazı il ve ilçelerde, adayların halk tarafından bu amaçla düzenlenecek forumlarda belirlenmesi öneriliyor.

Böylece, siyasal partilerin adayları yanında halkın adayları da yarışa katılma olanağı bulurlar. Seçilirlerse, katılımcı demokrasi açısından büyük bir başarı olur. Yeni bir demokrasinin kapılarını açar.

AMİRALLER BİLDİRİSİ

  • Demokrasinin temel taşı ifade özgürlüğüdür.

İnsanlar düşündüklerini, şiddete teşvik olmamak koşuluyla, serbestçe, korkmadan söyleyebilmeli ya da yazabilmelidir. Türkiye’de ifade özgürlüğünün giderek daha fazla baskı altına alındığını görüyoruz.

  • AİHM istatistiklerine göre, Türkiye Avrupa Konseyi üyesi 47 devlet arasında ifade özgürlüğünü en fazla ihlal eden ülkedir.

Bunun en son örneğini, amiraller bildirisinde görüyoruz. Bu bir ifade özgürlüğü sorunudur. Üslup yanlışmış, gece yarısı yayınlanmış, Türkiye’de geçmişte askeri darbeler olmuş, kolektif bir davranışmış bunların hiçbiri emekli asker dolayısıyla sivil birey olan bu kişilerin ifade özgürlüğünün sınırlandırılmasını haklı göstermez. AİHM’in Handyside / İngiltere kararında belirttiği gibi,

  • İfade özgürlüğü” sadece zararsız ve lehte olan görüşleri değil, aynı zamanda devleti ve toplumun bir bölümünü rahatsız eden, inciten, şok eden görüşleri de kapsar.

    Demokratik bir toplumu meydana getiren çoğulculuğun, açık fikirliliğin, hoşgörünün gereği budur.”

Bir darbe girişimi olarak yorumlanması olanaksız olan bu bildiriyi yazanlarla ilgili soruşturma, bu kişilerin ifade özgürlüğüne yapılan haksız bir müdahaledir. İfade özgürlüğünün açık bir ihlalidir.

‘TOPLUMDA DAHA İYİYE YÖNELİK BİR ENERJİ VAR’

– Kitabınızdaki özellikle geleceğe yönelik yazılarınızdan hareketle Türkiye’nin potansiyeline ilişkin vargılarınız? Bir aydınlık var ki yok edilemiyor…


Türkiye dinamik bir toplum. Toplumda daha iyiyi, daha güzeli gerçekleştirmeye, daha özgür, daha iyi yaşam koşullarına kavuşmaya yönelik bir enerji var. Demokratik kanallar açık tutulursa, bu potansiyel büyük bir itici güce dönüşebilir. 
Oysa, AKP iktidarında halk siyaset dışı bırakıldı. Seçimden seçime anımsanan bir oy deposu ya da iktidarın icraatlarının edilgen bir alıcısı olarak görüldü. Buna karşılık muhalefet de halkı siyasetin seyircisi değil, oyuncusu yapacak bir seçenek geliştiremedi. Kitaptaki ütopya yazıları, demokratik kanalları açacak halkı siyasetin öznesi yapacak öneriler içeriyor.

‘GÜNÜMÜZDE DEMOKRASİ VE SOSYALİZM BİR BÜTÜN!’

– Yeni çağ, neoliberalizmin tarumar ettiği demokrasinin aleyhine işledi / işliyor. Değişim kaçınılmaz kuşkusuz fakat gitgide yaşanılanlar değişim değil dönüşüm! Lehe değil aleyhe! İnsana yönelik değil robotik!

Siyasi, sosyal ve bunu bu çağda özellikle biçimleyen teknoloji alanlarındaki her kaçınılmaz değişim, demokrasi kavramına adeta saldırıyor!

21. yüzyılda, içinde bulunduğumuz dönemde, sizce demokrasi ve sosyalizmin anlamı nedir?


Demokrasi ile sosyalizm el ele yürürler. Günümüzün koşullarında demokrasi ile sosyalizm birbirini tamamlayan bir bütünün parçalarını dönüşmüştür.

Günümüzdeki eşitsizlikleri, adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için getirilen çözümler 19’uncu yüzyıldakinden farklıdır.

Örneğin, 19’uncu yüzyıldaki üretimin kamusallaştırılması görüşü, sermayenin sınır tanımadığı günümüzde çözüm olamaz. Demokrasinin, ekonomik altyapıya bağlı bir üstyapı olduğu görüşü de günümüz için geçerli değildir.

Günümüzün değişen koşulları karşısında solun görevi, liberal demokratik ideolojiyi terk etmek değil, tersine liberal demokrasiyi benimseyerek onu katılımcı, çoğulcu bir yapıya dönüştürmek, başka bir deyişle demokrasiyi demokratikleştirmektir.

Bu amaçla solun yapması gereken, baskıya, tahakküme karşı mücadele veren bütün grupları birleştirici bir rol oynamak, bütün bu mücadeleleri bir siyasal proje çevresinde birleştirmek, tahakkümsüz, özgürlük ve eşitliğe dayanan yeni bir toplum inşa etmek olmalı.


‘DEMOKRASİ KONFERANSI’NA HERKES KATILMALI!’


Özgürlük talepleriyle aş, ekmek talepleri birbirini tamamlayan bir bütün oluşturur. Biri olmazsa, öbürü de olmaz.
Bütün hak talepleri eş değerdedir. Hiçbiri daha az ya da daha çok önemli değildir.

O nedenle, hak talebinde bulunan kişi ya da gruplar, başka hak taleplerine karşı kayıtsız kalamazlar. Kendi talepleriyle başka talepler arasındaki ilişkiyi görmezden gelemezler.

Ancak talep grupları aynı tehditle karşı karşıya olmalarına ve aynı amaçla aynı mücadeleyi vermelerine karşın aralarında eşgüdüm bir yana bir diyalog bile bulunmamakta.

  • Böylesine parçalanmış, bölük pörçük yürütülen mücadele etkisiz kalmakta, tek adam yönetiminin giderek artan baskılarına karşı cılız itiraz sesleri bir sonuç vermemekte.

Bu eksikliği gidermek ve hak talebinde bulunan bütün sivil toplum örgütleri arasında bağlantı kurarak bunları siyasal bir proje çerçevesine oturtmak amacıyla bir “Demokrasi Konferansı”nın toplanmasına karar verildi. Konferansın hazırlık çalışmaları yapılıyor. Konferansa demokrasi ve hak talepleri bulunan bütün örgütler, siyasal ideolojileri, dünya görüşleri ne olursa olsun katılmalı. Bu konferans Türkiye’de ezilenlerin sesinin duyulacağı yeni bir aşama. Konferans amaçlarına ulaşırsa, demokrasi mücadelesinde yeni bir başlangıç olacak.

BUGÜN YARGIÇ OLSAYDIM…

– AİHM’de bugün yargıç olsanız, Türkiye’ye ilişkin vereceğiniz ilk karar/kararlar neler olurdu?


AİHM’de bugün yargıç olsaydım, iki konu üzerinde dururdum:

1. AİHM’in, KHK mağdurlarının davalarına bakmayı reddetmesi ne kadar doğrudur? Uygulamanın ışığında, İnceleme Komisyonu’nun etkili bir iç yargı yolu olduğu söylenebilir mi? Kanımca buna verilecek yanıt olumsuzdur.

2. Özellikle AYM’ye yapılan son atama ve Osman Kavala başvurusunda verdiği kararın gerekçesi ışığında, AYM’nin hala etkili bir iç yargı yolu olduğu söylenebilir mi? AİHM’in bu konuyu yeniden incelemesi gerekmez mi?

Türkiye’de Demokrasi Arayışı / Rıza Türmen / Doğan Kitap / 328 s. / 2021.

Liyakat karşıtlığı, (FETÖ-AKP-MHP) ortak paydası mı?

 

“Ne istediler de vermedik?” (Başbakan Erdoğan) tepkisi, AKP-FETÖ ittifakını özlü biçimde açıklıyordu, ‘17-25 Aralık süreci’ sonrası tam 11 yıl boyunca, AKP, kendi deyimleri ile ‘hizmet cemaatine’ ‘her istediklerini vermişler’di.

Neler olduğunu en iyi kendileri biliyor. Herkesin bildiği ise şu: Kamu yönetiminde hukuk ve liyakat yokluğu, Anayasa kuralına karşın: “Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayırım gözetilemez” (md.70).

Bu ayrıksız kural yerine, kendi deyişleri ile “secdeye baş koymak” , ittifakının ortak paydası idi.

AKP ve MHP, 27. yasama döneminde TBMM’deki sayısal çoğunluğunu, katı bir lider hiyerarşisi altında uyguluyor. Öyle ki, vekilleri, örtülü ve açık olarak hak verdikleri muhalefet önerilerini bile kategorik olarak reddediyorlar.

Liyakat ilkesi, bunların başında geliyor: Sınav ve güvenlik soruşturması, başlıca iki ölçüt. Nasıl?

Sınav ölçütleri yasa ile belirlenmeyecek; yürütme ve idare belirleyecek.

“Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması”, kamu görevlileri için zorunlu olacak.

Bunların anlamı ne?

Yazılı sınavı kazanmış olan bir kamu görevlisi adayı, sözlü sınav veya mülakat aşamasında, siyasal nedenle elenebilecek.

Her iki sınavı başarmış olsa da, arşiv araştırması ve güvenlik soruşturmasına takılan adayın ataması yapılmayacak. Bunda da belirleyici ölçüt, yine siyasal saik; tıpkı AKP-FETÖ döneminde olduğu gibi.

AYM KARARLARINA KARŞIN…

“Sözlü sınav ve yerleştirmeye ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenir” kuralını iptal eden Anayasa Mahkemesi’ne göre, memuriyette alım ve ilerleme ölçütlerinin yasa ile belirlenmesi esastır (24/7/19). Bu nedenle, Anayasa madde 128’de düzenlenen kamu görevlilerinin “nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri”nin kanunla düzenlenmesi kuralına aykırıdır. AYM’ye göre; sözlü sınavda gözetilecek ölçütlere yer verilmediği gibi sınavı kazanan adayların yerleştirilmesinde uygulanacak esaslara ilişkin herhangi bir düzenleme de yapılmamıştır. Bunların yönetmeliğe bırakılması, Anayasa’nın 7, 70 ve 128. maddelerine aykırıdır.

Aynı kararda AYM, arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması ölçütlerini de Anayasa’nın belirtilen maddeleri çerçevesinde saptadı.

AYKIRI DÜZENLEMELER

Her yasa önerisinde CHP’nin yapıcı somut önerilerine karşın, Anayasa’ya ve AYM kararlarına aykırılıklar hız kesmedi. Hakim ve savcılar, bekçiler ve askeri müfettişler hakkında sınav kuralları ile bütün kamu görevlilerine ilişkin arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması, liyakat ilkesine aykırıdır.
Yargıç ve savcılık: OHAL döneminde kadrolaşmak amacıyla kaldırılan yazılı sınava ilişkin en az 70 puan kaydının yeniden getirilmesi olumlu. Ne var ki, mülakat, yasa ile düzenlenmiş gibi görünse de değerlendirme ölçütleri, sınavın niteliği ve denetlenebilirlik ölçütleri yok. Kaldırılması gereken sözlü sınavın uygulanması durumunda ise, nesnelliğinin sağlanması için kamera kaydı altında saydam biçimde yapılmasına ilişkin bütün öneriler geri çevrildi. (Bkz. 7165 ve 7188 sayılı kararlar)

Bekçiler: “Çarşı ve mahalle bekçisi olarak istihdam edilmek için İçişleri Bakanlığı’nca çıkarılan yönetmelikte belirlenen usul ve esaslara göre yapılacak giriş sınavında başarılı olmak şarttır.” (madde 3). Yönetmelik yerine yasa ile belirleme yapılması yönünde iyileştirici öneriler kabul edilmedi (7245 sayılı karar)
Askeriye: Askerî kaynaktan stajyer müfettiş alımında müfettişliğe giriş sınavına başvurabilmek için; Kuvvet Komutanlıklarında üst subay (binbaşı, yarbay, albay) rütbesinde bulunmak ve yönetmelikte öngörülen şartları taşımak gerekir. Giriş sınavı, yönetmelikte belirlenen konulardan yazılı ve/veya mülakat şeklinde yapılır. (7329 sayılı karar) Yönetmelik kaydına itiraz yine reddedildi.

Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması: Kamu görevine girişin istisnası bulunmayan koşulu “liyakat ilkesi” hiçe sayılarak, kapsam bakımından istisna tanımayan bir düzenleme (7135 sayılı karar), TBMM’ye karşı darbe yoluyla oylatıldı.

  • 15 Temmuz Darbe Girişimi bahane edilerek yapılan ve yeni kadrolaşmalar için yasal zemin oluşturan düzenlemeler, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği için ciddi riskler taşımakta.

Bu kez, -denizaşırı ülkeler dahil- her yerde hazır bir Diyanet İşleri Başkanı, “kılıçlı secde” yoluyla çöküş veya inşa hazırlığı aracı olarak kullanılmıyor mu?

ADRES TBMM…

Anayasa’nın emredici hükümlerini ihlalde ve AYM kararlarına aykırı düzenlemelerde kararlı olan AKP-MHP ittifakına karşı demokratik siyasal mücadele yöntemlerini gözden geçirme gereği açık. Yandaşlık ve liyakatsizlik, ancak TBMM’de siyasal güç dengelerinin değişmesiyle aşılabilir. Bu bakımdan, CHP Gn. Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorunu çözümü için TBMM’yi işaret etmesi son derece yerinde.

Zaman, büyük ilkelerde buluşma zamanı. Bunun çerçevesi belli:

  • “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik, sosyal hukuk devleti.”

    ***
    VALİDEBAĞ EKOSİSTEMİ BOZULAMAZ

    Birinci derece doğal sit alanı olarak Validebağ korusu, mutlak koruma altında bulunan bir mekandır.

    Anayasa’nın başta madde 56 gelmek üzere birçok hükmü, Devlet için çok yönlü yükümlülükler öngörmekte. Validebağ açısından kamu makamlarının yükümlülüğü, Koru’ya müdahale etmemek ve müdahaleden kaçınmaktır. Çünkü, Koru’ya yönelik her faaliyet, Koru’daki flora ve fauna dengesi üzerinde açık bir tehdit oluşturmaktadır.

    Geriye götürülemezlik ilkesi, evrensel ölçekte geçerli olan çevre hukuku genel ilkesi olarak, tam tamına Validebağ Korusu için geçerlidir. Korudaki bitki ve hayvan dengesi, dışarıdan gelen her türlü araç-gereçten etkilenir. Bu bakımdan Üsküdar Belediyesi’nin 21 Eylül sabahı tan vaktinde, çok sayıda kamyon ve diğer makinalı araçlarla kum-moloz-çakıl vb. malzemeleri Koru’ya dökmeye başlaması, her türlü niyet sorgulamasından bağımsız olarak, Koru ekosistemine zarar verici bir eylemdir. Bu eylem, Anayasa’nın ve Türkiye’nin taraf olduğu çevre sözleşmelerinin çiğnenmesidir. Bu nedenle, yöre sakinlerinin flora+fauna+homo sapiens için yaşam alanı ve kaynağı olan Validebağ Korusu’nu sahiplenmeleri tamamen meşru ve haklıdır.

Ayran – tahtırevan

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet, 22.09.21

Riyaseticumhur’un “Tayyare-i Hümayunu”na doluşup New York seferine çıkan “Heyet-i Muktedir”in üyelerinden bir hanımefendi, dün sosyal medya paylaşımını bir de ünlü müzik parçası ile süslemişti. Hani “story” dedikleri paylaşımlar var ya. Geri planda çalgılı malgılı, şarkılı türkülü…

“New York New York…” diye çığırıyor.

En çok Frank Sinatra’dan dinlemeyi sevdiğimiz o “efsane” şarkının nakaratı şöyledir:

“If ı can make ıt there
I’ll make ıt practically anywhere
It’s up to you
New York, New York”

(Mealen – Burada başarabiliyorsam, herhalde nerede olsa yaparım. Artık gerisi sana kalmış. New York, New York)

Olayı daha iyi anlatamazdı, başka bir şarkı.

“Orada” yani New York şehrinde kendilerini nasıl hissediyorlarsa her yerde öyle hissedebileceklerine, daha da ötesinde “kendilerinden başka herkesin de öyle hissedebileceğine” inanan bir zihniyetle karşı karşıyayız.

Geride bıraktıkları Anavatan’da yaşayan insanların da bu “yapay coşkuyu” iliklerine kadar hissetmelerini istiyorlar adeta.

ABD’nin ve dünyanın en cafcaflı şehrinde, 36 katlı, 171 metre yüksekliğinde bir gökdelen dikince, bütün sorunların çözüleceğine, “kendin uydur kendin inan, kendin yarat kendin tapın, kendin pişir kendin ye” kabilinden bir yapay mutluluğun hem kendilerine hem de 20 yıldır daha da yoksullaştırdıkları bu ülkeye ve halkına “itibar” kazandıracağına inanıyorlar.

New York New York türküsünü mırıldandıkları sırada, Türkiye’nin büyük kentlerinin, ortanca ve küçük kentlerinin ve hatta bilcümle kentlerinin ıssız parklarında “mehtaba karşı” ama hiç de keyif içinde olmadan, tam tersine “ıstırap içinde” yatmakta olan öğrencilerin bulunduğu gerçeğini hiç hatırlamadan.

O türkünün nameleri ile dans ettiklerinde ve (muhtemelen Tayyare-i Hümayun’un kumandanına çaktırmadan) New York’un 55 yıldızlı otellerinin barlarında Martini’lerini yudumlarken ertesi sabah İstanbul’da bir ilkokul müdürünün istediği 2 top fotokopi kâğıdını ve 1 paket tuvalet kâğıdını yollayamadığı için, çocuğunun mahcubiyetinin hesabını yapan işçi babanın halini hiç düşünmeden.

Muhtemelen, “Selçuklu motifleri” (neresinde olduğunu ben göremedim. Belki de örtüyü kaldırıp iyice aşağı bakmak lazım) ile bezenmiş, “Lale Gökdelen’in” önünde çektirdiği fotoğrafın, gazetenin hangi sayfasında kaç sütun, kaç santim gireceğini ve bunun “Otağ-ı Hümayun” nezdinde ne kadar puan yapacağını hesap ediyordu bazı gazeteci kılıklılar. Ama aynı anda mesela Ankara’da bir semt pazarında akşam karanlığı basarken kenara atılan çürük-çarık domates, biber, patlıcanları ayıklamaya gelen orta yaşlı emekli hanımların, görünmemek için başlarındaki örtüyü gözlerini de kapayacak şekilde aşağı kaydırdıklarından haberleri bile yoktu.

Kısacası, utanmıyorlardı hiç.

New York’un ana caddelerinde 821 First Avenue adresine doğru “ciyak ciyak bağıran” milyonlarca dolara kiralanmış mavili-kırmızılı çakarlı eskort araçları içinde bizlerin vergileri ile hava basarken dilimizin o en “oturaklı” deyimlerinden “Ayran ve tahtırevan” içerikli deyimi akıllarına getirmişler miydi acaba bir an için?

“İçeride” mikrofonu ellerine aldıklarında “Valla ben esasen dikey yapılaşmaya karşıyım” diyenlerin, New York’ta “171 metrelik gökdelen dikmekle” nasıl övündüklerini yılışık bir hayranlık ve huşu içinde dinledikleri belliydi.

Ama mesela, o “Lale Gökdelen”e harcandığı söylenen 291 milyon dolar para ile kaç okula, kaç rulo tuvalet kâğıdı ve sabun alınabileceğini, kaç öğrencinin altına geceleri birer sıcak döşek ve üzerlerine kaç battaniye örtülebileceğini, kaç SMA hastası çocuğu hayatta tutabilecek bir kutu ilacın alınabileceğini, kaç emeklinin ay sonunda “maaşından insafsızca kesilen” ilaç parasının “devlet baba” tarafından karşılanabileceğini, kaç fedakâr hekim ve hemşireye (misal) 300’er TL ilave ödeme yapılabileceğini umursamıyorlardı bile.

Ama Martini, ayrandan daha lezzetliydi tabii.

Ama, “Heyet-i Hümayun”un konvoyundaki deri koltuklu serin klimalı kiralık limuzinlerinde kafalar öyle çalışmıyordu tabii ki. Ankara ile konuşurken muhtemelen “Ay şekerim. Öyle yoğun bir program var ki, senin o Fifth Avenue’daki tarif ettiğin dükkâna uğramaya hiç fırsatım olmadı. Dönüşte Duty Free’den bakarım. Modelini bana WhatsApp’tan bi daha yollayıver canikom. Öptüm Bye..” muhabbetinden, bu saydıklarıma vakit kalmıyordur.

Bazıları, “500 yılda bu toprakları yönetenlerin attığı en büyük adım olduğuna” bile inandırılmışlardı. Öyle bir rüya içindeydiler.

Dedim ya… “Landon”un (Tahtırevanların sonradan icat olunan tekerlekli bir üst modeli) konforu, ayran bulamamanın sıkıntısını unutturuveriyordu, o pırıltılı “Debdebe-i Hümayun” seansları sırasında.

‘Kürt sorunu’ mu, ‘Kürt’ü sorun etmek mi?

Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı

'Kürt sorunu' mu, 'Kürt'ü sorun etmek mi?

Anadolu, yerleşmek ve yaşamı sürdürmek için çok zor bir coğrafyanın, aynı zamanda çetin bir kültürel yaşamın adıdır. Onlarca kültür ve uygarlığın gelip geçtiği, her birinin belli bir iz bıraktığı bu coğrafya, ısmarlama ve yapay hiçbir topluluğun millet olmasına izin vermez. On binlerce yıllık geçmişi vardır. Zor tutunulan bu topraklarda kök salabilen çok nadir milletler ve kültürler olmuştur. En erken tarih olarak Antikçağ’dan başlasak ilk önce felsefenin beşiği olan Anadolu ile karşılaşırız.

Dünya tarihinde felsefenin doğduğu toprakları içine alan Anadolu’ya salt nüfus ve askeri güçle tutunmak; yalnız bu yolla millet olabilmek mümkün olmamıştır, olmayacaktır. Hele derme- çatma bir lisan, dış kaynaklı kışkırtma ve büyük bir milletin asli , doğal parçası iken parçalanarak bütünlüğe ulaşma hayali ile tarihin hiçbir döneminde millet olunamamıştır.

Anadolu, İslam öncesinden başlayarak Türkleşmiş, İslam’dan sonra da Türkleşme süreci devam etmiştir, etmektedir. Nüfus yoğunluğu ve askeri dehanın yanında, dünyanın en güçlü dillerinden olan Türkçe, on binlerce yıldır biriken Türk kültürü, çeşitli Türk devletleriyle somutlaşan Türk uygarlığı ve bağrında her kültürü, ırkı ve dini ustalıkla uzlaştıran bir Türk yaşam felsefesi, Anadolu’nun Türkleşmesinde, Türk’ün bu topraklara, bir daha sökülmemecesine kök saldığı temel etmenlerdendir.

Türk, Anadolu’da geçmiş ve halihazırdaki bütün kültürlere Türk hoşgörüsü, Türk adaleti ve hakkaniyeti ile yaklaşmıştır, öylece yaklaşmayı sürdürmektedir. Türk bayrağı altında, Cumhuriyet’imizin sağladığı adalet, hakkaniyet, eşitlik ve kardeşlik, sınırlarımız içindeki her bireyi çepeçevre sarmakta, kucaklamakta ve selamlamaktadır.

Anadolu toprakları çetindir. Her aklına esen topluluk, köklü bir milletin asli parçası olarak kalmadıkça burada kendine ne bir toprak parçası, ne bir bayrak ne de bir sınır tayin edebilir. Büyük Türk milleti, onu oluşturan parçalarından meydana gelir. Irk, kan, kafatası ya da bölgesel farklılık savları ile büyük millete rağmen parçayı büyütmek, Anadolu coğrafyasının hiçbir hayalci topluluğuna nasip etmediği bir rüyadır. Çünkü Anadolu sıradan bir yerleşimle tutunulacak topraklardan oluşmaz.

Felsefe burada doğdu; dünya tarihinde ilk bilimsel girişimler burada ortaya çıktı. Ayrıntılar bir yana, felsefe ile Hıristiyanlık uzun süre burada kapıştı, çarpıştı, barıştı, karşılıklı etkileşti. İslam medeniyeti Anadolu’yu mesken edindi, yine Anadolu’dan tüm Ortaçağ’a, hatta modern çağa seslendi. Dinler, kültürler, çok çeşitli topluluklar, göçler derken Anadolu, ancak Türk milleti gibi büyük bir milletin inisiyatifine, insafına, öngörüsüne, kimliğine ve idaresine teslim olabilirdi. Nitekim yakın tarihe bakarsak, Selçuklular, Osmanlılar ve en son Cumhuriyet Türkiye’si ile artık en zor sınavlardan geçilerek bugünlere geldik.

Türkleşme sanıldığı gibi sadece askeri ve idari bir süreçle açıklanamaz. Anadolu Ahmet Yesevi, Abdal Musa, Kaygusuz  Abdal, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Şeyh Bedreddin, Seyyit Nesimi, Otman Baba, Karacaoğlan ve Fuzuli gibi Türk irfan ve ilim kahramanlarının maddi – manevi eğitimleriyle, mücadeleleriyle Türkleşme sürecinin mayasıyla yurt olmuştur. Atatürk Cumhuriyeti, Türkleşmenin en son ve en temelli senedi, ifadesi ve sonucu olmuştur.

Türkleşme, hangi ırktan ve dinden olursa olsun, bu süreçte harcı olan her isimli isimsiz kahraman kişi ve  toplulukların ortaklaşa inşa ettikleri maddi-manevi Türk kültürünün adıdır.

  • Kürt sorunu yalanı, büyük Türk milletini, parçalarına ayırarak Anadolu’daki köklerini söküp atma projesidir. Milletten aşirete, devletten başıboş yığınlara dönüştürmektir.

Her din, ırk ve kültürü büyük bir millet çatısı altında eşit ve adil bir şekilde toplayıp bir arada tutan Türklük, herhangi bir etnisiteye, dine ya da bölgeye referansla ortaya çıkmamasına rağmen; ırkçılıkla, ayrımcılıkla suçlanarak tarihsel gerçekliklerin üstü örtülmek istenmektedir.

Oysa Anadolu’da Türklük dışında bir millet tanımı kaçınılmaz olarak bir ırkı ya da dini temel almak zorundadır. Herkesin milleti olan Türk milleti, “Kürt Sorunu” kışkırtıcılığı ile başlayan, insanları etnik kökenlerine göre sınırlayıp sözüm ona her ırksal yığın için devlet olma projesi dayatan postmodern ırkçılık söylemleriyle gözden düşürülmeye çalışılmaktadır. Anadolu topraklarında Türk’e ve Türklüğe muhalif her    sav, ırkçılık ve dincilikle maluldür. Irkçılık ve dincilikle devlet ve millet teşkil edildiği tarihte görülmüş değildir.

Kürt sorunu yapay ve dış destekli bir söylemdir. PKK terör örgütü bir Kürt kalkışması değildir ve olmamıştır. İçeride ve dışarıda Kürt sorunu yalanını, kışkırtıcılığını üstlenen aparatlara bir bakın. Bunlar, başta PKK terör örgütü, onu destekleyen Türkiye düşmanı bazı emperyalist ülkeler ve içeride onların temsilciliğini yapan haraç mezat, ucuza satılmış kuklalardır.

  • Kürt, Türk milletinin asli üyelerindendir ve büyük çoğunluğu bayrağına, vatanına ve devletine yürekten bağlıdır.
  • Sorun, Kürt varlığı değil, Kürt’ü sorun edenlerin varlığıdır.

Eğer hayat pahalılığı, eğitim – öğretim sorunları, sağlık ve güvenlikle ilgili zorluklar varsa bunlar herkes için geçerlidir. Bölgesel kalkınmışlık ve refah farkları Türkiye’de yalnız belirli yerlere özgü değildir. Kaldı ki isteyen istediği bölgeye gidip yerleşebilmekte, işini, geleceğini tayin edebilmektedir.

Kültür mü dediniz? 

Kürtleşen Türkler ve Türkleşen Kürtler gerçeği, Türk kültürünün etnik ırkçılığa dayanmadığını; büyük millet olmanın komplekssiz, özgüvenli olmak anlamına geldiğini gösterir. Türk kültürü, tarih boyunca farklı topluluklar arasındaki devasa kültürel geçişleri, kendini zenginleştirerek karşılayabildi ise, aynı millet içindeki benzeşik kültürel öğelerin geçişlerini daha kolay karşılayabilir, karşılamaktadır.

Aynı köyde bile bazı kültürel farklar olabilir. Köyü mü bölelim? Türkçe konuştuğu halde Karadeniz ağzı, Ege ağzı, Orta Anadolu ağzı farklıdır; o zaman ağızlara göre mi sorun yaratalım?

Kürt sorunu safsatasını  öne sürenler iki amaç güderler: Birincisi büyük Türk milletini ırk ırk, mezhep mezhep parçalamak ve emperyalistlerin ağızlarına uygun lokmalar haline getirmek. Bu misyon, dışarıdaki sahiplerine dönük bir amaca dayanır. Ama içeriyi ihmal etmezler.

İkincisi, ülkenin hayati çıkar ve sorunlarını unutturmak, önemsizleştirmek.

Mavi Vatan, deniz yetki alanlarımız, Ege adalarındaki çıkarlarımız, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin korunması, Karabağ’ın Ermeni katillerden arındırılması…. Tek kelimeyle Cumhuriyetimiz ve bağımsızlığımızın gerektirdiği ulusal çıkarlarımız, Kürt sorunu söyleminin ajanlarınca “yayılmacılık” olarak damgalanır. Oysa Kürt insanın derdi ülke menfaatlerini kendi adına çiğneyenlerin başarısını dilemek değildir. Her akıllı Türk vatandaşı bilir ki, ülkemizin ve milletimizin çıkarına olan her şey, kendisinin de çıkarınadır.

Sorun, Kürt sorunu” değil, “”Kürt sorunu var” diyenlerdir

PKK’nın resmî giyimli siyasi temsilcileri Kürtlerin vicdanında asla yer bulmamıştır ve bulamayacaktır. Diyarbakır anneleri ile şehit anneleri, Kürt sorunu var diyenlerin asıl sorun olduklarını açıkça ortaya koymuştur.

Kürt sorunu var diyenler, şark kurnazıdır. Dillerinin altında Kürt’ü sorun olarak gördüklerini milletçe fark ediyoruz.

Kürt’ü sorun görmek, hem Kürt üzerinden, hem de Kürt adına ırkçılık ateşini harlamaktır.

Sorun olan Kürt değil, Kürt’ü sorunlaştırıp büyük Türk milletine tuzak kurmaktır.

Türk milleti aynı tuzağa iki kez düşmeyecektir.

Mavi Vatan’ı sahiplenmek

Cem GÜRDENİZ
EMEKLİ TÜMAMİRAL

2006 yazında Mavi Vatan kavramını ilk kez kullandığımda Türkiye’yi Anadolu’ya sıkıştıran Sevilla haritası uygulamaya konulalı iki yıl olmuştu. Güney Kıbrıs Rumları Türkiye’nin kıta sahanlığından, suyun altındaki vatanından on binlerce kilometrekare alanı çalan münhasır ekonomik bölgeyi ilan etmişti. Türkiye’yi Ege’de kıyılarına, Akdeniz’de Antalya ve İskenderun körfezlerine sıkıştıran, neredeyse 150 bin kilometrekare deniz alanı çalan melun deniz haritası, AB’nin tüm belge ve web sitelerinde yerini almıştı.

TÜRKİYE, DENİZLERDEN VE ATATÜRK’TEN UZAKLAŞTIRILDI

Yunanistan’la Ege’de, hükümetin “güven artırıcı önlemler paketi” adı altında verdiği tavizler neticesinde sahte bir bahar yaşanıyordu. Annan Planı’na hükümet desteğiyle evet diyen KKTC’de, Ankara’nın desteğiyle AB’den medet umuluyordu. Karadeniz’de Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni zora sokacak NATO’nun Etkin Çaba Harekâtı’nın genişletilmesi süreci her cephede baskıyı artırıyordu. Zira ABD ve AB güdümündeki Avrupa Atlantik sistemi, merkezi deniz olan dört ayrı jeopolitik hedefe odaklanmıştı. Bunlar, güneyimizde denize çıkışı olan kukla Kürt devletinin kurulması, Akdeniz ve Ege’de Sevilla haritasına itiraz edilmemesi, KKTC’deki siyasi ve askeri Türk varlığının sonlandırılması ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin sulandırılmasıydı.

Türkiye’yi Anadolu’ya sıkıştıran Sevilla haritası

FETÖ ve destekçisi tüm kurum ve kuruluşların en güçlü dönemiydi. Deniz Kuvvetleri söz konusu jeopolitik alanlarda çıkarlarımızı korumak için Mavi Vatan sahiplenmesini başlattı. Karadeniz Uyumu Harekâtı, Akdeniz Kalkanı Harekâtı, Ege’de temposu ve çapı artan tatbikatlar, MİLGEM başta olmak üzere milli savunma sanayisinde kendine yeterlilik hamleleri ardı ardına geldi. Mavi Vatan’ın azgın emperyalist saldırılara karşı sahiplenilmesinin birinci safhası böyle başladı. Sahiplenmeye emperyalizmin cevabı sert oldu. FETÖ, onu destekleyen iktidar ve muhalefet dahil hemen her kesim, Deniz Kuvvetleri’ni resmen budadı. Kumpas davalar, başta Balyoz davası olmak üzere donanmanın üzerinden silindir gibi geçti. Değil Mavi Vatan’ı, Deniz Kuvvetleri’nin 40 amiral ve 400 deniz subayını Vardiya Bizde ve pek az gerçek yurtsever dışında sahiplenen olmadı.

  • Türkiye hem denizlerden hem de Atatürk’ten uzaklaştırılacaktı. 

DENİZDEKİ MİSAKIMİLLİ

Tutuklu olduğumuz halde pes etmedik. Mavi Vatan’ın sahiplenilmesinin ikinci safhası Hasdal ve Silivri hapishanelerinden başladı. Mavi Vatan, 2011 baharında Silivri’deki mahkeme salonunda telaffuz edilmeye başlandı. Makaleler, demeçler, kitaplar üzerinden Mavi Vatan sahiplenilmesi sürdü.

Mavi Vatan haritası

Mavi Vatan’ın sahiplenilmesinin üçüncü safhası 2014 tahliyeleri ve beraatlar sonrası başladı. Halk gerçeği görüyordu. Atatürk ve Mavi Vatan için 3.5 yıl hapis yatarak bedel ödeyen bizler, çıkar çıkmaz yazmaya, konuşmaya, konferanslar vermeye başladık. Mavi Vatan’ı kamuya kabul ettiren denizciler, ikaz ettikleri büyük tehlikenin 15 Temmuz FETÖ darbe girişimiyle ne kadar gerçekçi olduğunu ispat etmiş oldular.

Hükümetin darbe girişimi sonrası Mavi Vatan’ın farkına varması, 2020 yazına kadar başta gambot diplomasisi olmak üzere çıkarlarımızı aktif olarak koruması, sahiplenmenin dördüncü safhasını başlattı.

Ancak bu safhanın sahadaki aktif uygulaması gerileme içine girdi. Sismik ve sondaj faaliyetlerimiz durdu.

  • Mavi Vatan ve ayrılmaz parçası Atatürkçülük, bugün her yönüyle emperyalizm ve içimizdeki işbirlikçilerin sistematik saldırısı altındadır.

Ancak saldırılar beyhudedir. Halk uyanmıştır. Mavi Vatan’ın sahiplenilmesinin beşinci safhası, başta gençler olmak üzere, halk tarafından başlatılmıştır. Bu kapsamda Mavi Vatan’ın siyaset üstü kalması gerekir. Partiler arası kayıkçı kavgası formatına çekilmesi yanlıştır.

Mavi Vatan aleyhinde konuşanların teori ve pratikleri yoktur. Emperyalizm adına konuştukları açıktır. 2006 sonrası bir sembol, bir kavram, bir doktrin haline gelen Mavi Vatan, sadece Türkiye’nin değil, Türk dünyasının da okyanus ve denizlere çıkış alanıdır.

  • Mavi Vatan, 21. yüzyılda vatan kurmakla eşdeğer büyük bir jeopolitik hedeftir
  • Denizlerin dibindeki Türkiye’ye sahip çıkmaktır. Denizcileşme projesi olarak aynı zamanda uygarlaşmanın anahtarıdır.
  • Mavi Vatan denizdeki Misakı Milli’dir.

Bu vatanın sınırları 18 Mart 2020’de BM’ye bildirilmiştir. Değil eleştirmek, bu sınırı korumak her Türk vatandaşının görevidir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 22 Eylül 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

CAHİL-İYE

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın, ‘günaydın’ sözüyle yapılan selamlaşmayı cahiliye dönemi adeti olarak yorumladı.

Dönemin adamı…

ŞIRACI

DİB Erbaş’ın 4-6 yaş grubu (dilimi) çocuklara yönelik Kuran kurslarının “zorunlu eğitimden sayılmasına” yönelik talebi (istemi), yargı yılının açılışını dualarla yapması ve “günaydın, tünaydın” demeyi “cahiliye dönemi adeti” olarak nitelendirmesi gibi son dönem çıkışlarına Cüppeli Ahmet’ten” Şeriata tamamen uygun” ifadesiyle destek geldi.

  1. Nerde zırva orda Cüppeli.
  2. Bozacının tanığı şıracı.
  3. Laikliğe karşı eylem odakları…

ÖDÜL

Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından 6. Anadolu Medya Ödülleri yandaşlara verildi. Ödülleri alanların arasında Hilal Kaplan, Fahrettin Altun, Zafer Şahin ve Abdülkadir Selvi ile birlikte hükümete yakın medya kuruluşları yer aldı.

Ödül olarak gümüş ibrik ve yağdanlık uygun olurdu…

SAVCI

İran’ın İstanbul 2. Konsolosu Nasırzade, cinayetten tutuklu iken, mahkemenin ret kararına rağmen (karşın) savcı tarafından tahliye edildi. Adam kaçtıktan hemen sonra savcımız iddianamesinde müebbet talep etti (istedi).

İşte aranan yürekli savcı!..

KAYYUM

Mardin Belediye’sine kayyum olarak atanan ve sonra merkeze alınan Vali Mustafa Yaman hakkında 540 milyonluk yolsuzluk soruşturması yürütülüyor.

Kayyum mu, kuyum mu?…

PARTİZAN

CHP’li büyükşehir belediyelerinin yurt dışından temin ettiği 8.5 milyarlık kredi AKP’nin Cumhurbaşkanı RTE’nin imzalamaması nedeniyle alınamıyor

a.     Hizmet verilemeyen hangi ülkenin vatandaşı?
b.     Devlet desteğinin %97’si AKP’li belediyelere verilirken belediyenin kendi olanağı ile bulduğu krediyi engellemenin mantığı nedir?
c.      “Bizim anlayışımızda partizanlık yoktur. Şehirleri oy rengine göre tasnif etmek yoktur” sözü kime aittir?..

MAVİ VATAN

CHP’li Ünal Çeviköz,” Mavi Vatan diye bu 200 mile kadar uzanan alanı da kendi egemenlik alanınız olarak görürseniz, o zaman saldırgan ve yayılmacı bir algı yaratırsınız.”

Münhasır ekonomik bölgenin anlamını bilmek ve Amiral Cem Gürdeniz’in dediği gibi okumak lazım.

CHP bilgisiz, fikirsiz, bağımsızlığı sindirememiş liboşların partisi olmamalı…

BOZGUNCU

VP Genel Sekreteri, “CHP Mavi Vatan’a düşmanlık yaparken, Bozguncu Bildiriye imza atan 104 Emekli Amiral nerede? Demek ki dertleri Mavi Vatan değilmiş! “

a.     O bildiriyi bozguncu olarak nitelemek Çeviköz’le aynı görüşte olmaktır.
b.     Bu insanlar siyasetçi değil ki her konuda görüş açıklasın.
c.     “Bir tanesi yok” derken Cem Gürdeniz bir kişidir…

MEMNUN

RTE, ekonomi değerlendirmesinde “ benim vatandaşım memnun” dedi.

Onun vatandaşı!..

KÜLTÜR

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, ‘Yargısız infaza herkes için karşı çıktığımız gibi yargının da yargısız infazını asla kabul etmiyoruz. Yargıyı yargıya bırakacak bir hukuk kültürünü medyasıyla, siyasetiyle, akademi ve sivil toplum kuruluşlarıyla hep beraber oluşturmamız gerekmektedir’ dedi.

28 Şubat davası konusundaki konuşmalarını bilmesek samimi (içten) sanacağız…

SARAY

Cüneyt Arkın, gençlerin refaha (gönence) kavuşturulması gerektiğini belirterek ‘Saraylar yapıyoruz, niye yurt yapmıyoruz?‘ diye sordu.

Gençlere itibar (saygınlık) gerekmiyor…

ÇÖZÜM

Kılıçdaroğlu “Kürt sorununu HDP ile çözebiliriz” dedi.

Yanıtı HDP’den aldı, ”Sorunun muhatabı ve çözümü İmralı (Öcalan)’dır.

37 yıldır bu gerçeği anlamayanlar bu ülkeyi nasıl yönetecek?..

SORUYORUM                                        :

  1. 128 milyar dolar nerede?
  2. Bakan Ruhsar Pekcan ve diğer bakanların/yakınlarının devlete mal satmasının (hem de bozuk ve fahiş fiyatla)soruşturulması neden engelleniyor?
  3. Sedat Peker’in suçlamaları kamuoyunda karşılık bulmasına karşın niçin araştırılmıyor? Suçlanalar niçin kendini savunmuyor? Cumhurbaşkanlığı niçin sessiz kalıyor?
  4. Orman yangınlarına karşı gerekli önlemleri almayarak yurdumuzun cayır cayır yanmasına, uygunsuz imara izin vererek sel felaketine neden olanlar ne zaman hesap verecek?.. 

 

SİYASETÇİ VE DEVLET ADAMI FARKI

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Kendi iç ve dış siyaset stratejisinin (yordamının) odak noktasına daima (sürekli) partisinin ve kendisinin çıkarlarını yerleştiren insanlara SİYASETÇİ; devletin ve toplumun tümünün ortak iç ve dış çıkarlarını yerleştiren ve bu rotadan hiç ayrılmayan gerçek liderlere de DEVLET ADAMI denir.

Örneğin Vahdettin sadece (yalnızca) kendi tahtını kurtarma peşinde olduğu için kendince siyasetçi; M. K. Atatürk ise; hiçbir bireysel çıkar peşinde olmayıp yalnızca devleti ve milleti (ulusu) kurtarmak istediği ve tüm siyasal stratejisini (yordamını) bu temel amaca göre kurguladığı için gerçek devlet adamıydı.

Siyasetçinin vizyonu gelecek seçimi kazanmaktan ibarettir. Halbuki devlet adamının vizyonu halkını ve devletini uygar bir geleceğe taşımak ve uygar devletler düzeyine ulaştırabilecek projeler (tasarımlar) üretebilmektir.

Ne yazık ki, Türkiye’ de siyasetçi gereğinden çok fazla, fakat devlet adamı kıtlığı had safhadadır (çok üst düzeydedir).
============================

DİNBAZLAR!

İyi tanı dindar ile dinbazı,
Sakın dinbazlara aldanma gönül.
Dindardan hem Allah hem de kul razı,
Sakın dinbazlara aldanma gönül.
Xxx
Dindarlık imandır, Hakkı bilmektir,
Kul hakkı yememek, dürüst olmaktır,
Dinbazlık riyadır, halkı yolmaktır,
Sakın dinbazlara aldanma gönül.
Xxx
Dindarlar dürüsttür, doğru sözlüdür,
Saygı, sevgi yüklü, ahlak özlüdür,
Dinbazlar kurnazdır, iki yüzlüdür,
Sakın dinbazlara aldanma gönül.
Xxx
Dinbazın tanımı, din düzenbazı,
Bağırtmadan yolar dipdiri kazı,
Haramdan, talandan utanmaz yüzü,
Sakın dinbazlara aldanma gönül.
Xxx
Haram kazanç için el-etek öper,
İnancı sahtedir, servete tapar,
Ahlakın, edebin özünden kopar,
Sakın dinbazlara aldanma gönül.
Xxx
Yemin billah ile satar malını,
Kinden, iftiradan çekmez dilini,
Dindar görünerek bulur yolunu,
Sakın dinbazlara aldanma gönül.
Xxx
Çıkar tuzağıdır eylemi, sözü,
Haram tezgahlarda dokunur bezi,
Karun olsa bile, hep açtır gözü,
Sakın dinbazlara aldanma gönül.
Xxx
Zehiri bal diye satabilendir,
Dostunu tuzağa atabilendir,
Mazlumun malını yutabilendir,
Sakın dinbazlara aldanma gönül.
Xxx
Dinbaz dilbaz olur, din, iman satar,
Din baronu olur herkese çatar,
Milleti kandırır, malını yutar,
Sakın dinbazlara aldanma gönül.
Xxx
Dinbaz halkı Allah ile kandırır,
Dümenini din satarak döndürür,
İncir diker, ocağını söndürür,
Sakın dinbazlara aldanma gönül.
Xxx
İnancını, imanını çürütür,
Vicdanını, insafını kurutur,
Edebini bir mum gibi eritir,
Sakın dinbazlara aldanma gönül.
Xxx
Siyaset yolunda etkin biridir,
Ticaret çarkının baş aktörüdür,
Temel sermayesi din faktörüdür,
Sakın dinbazlara aldanma gönül.
Xxx
Birlik der; ikilik mayası çalar,
Irkçı, dinci sosla milleti böler,
Ulus birliğini defterden siler,
Sakın dinbazlara aldanma gönül.
Xxx
Halil Çivi söyler, ibret alana,
Canım kurban gerçek dindar olana,
Tanı dinbazları, kanma yalana,
Sakın dinbazlara aldanma gönül.

 

Prof. Dr. Halil Çivi
22 Eylül 2021, Seferihisar / İZMİR