100 YIL SONRA SALTANAT’IN KALDIRILMASININ ANLAMI

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net            profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik    

Saltanatın / padişahlığın kaldırılması, Büyük Millet Meclisi’nin 1 Kasım 1922’de kabul ettiği 308 sayılı “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, hukuku hâkimiyet ve hükümraninin mümessili hakikisi olduğuna dair” adlı kararnamesi ile gerçekleşmiştir. Saltanatın kaldırılmasıyla Osmanlı İmparatorluğu resmen sona ermiştir.. 1299…. 1 Kasım 1922.. 623 yıllık Osmanlı devleti tarihe karışmıştır.

Kararnamenin ilanından sonra sadrazam Tevfik Paşa başkanlığında 4 Kasım 1922 günü son toplantısını yapan Osmanlı kabinesi istifasını son padişaha sunmuştur. 5 Kasım 1922de Ankara hükümetinin İstanbul’daki temsilcisi Refet Paşa (Bele), tüm bakanlık müsteşarlarını Divanyolu’nda toplayarak tüm çalışmalarına son vermelerini tebliğ etmiştir. 7 Kasım 1922’de Babıali’deki başbakanlık ofisi resmen boşaltılmış ve Osmanlı Devleti’nin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’nin yayını durdurulmuştur.
***
Şu sözler, son (36.) Osmanlı Padişahı Halife-Sultan VI. Mehmet Vahdettin’in :

  • “Koşullar ne denli ağır olursa olsun kabul edelim. İngiltere’nin doğudaki bize dost politikası değişmemiştir. Daha sonra bağış ve iyiliklerini kazanabiliriz.”

Ardından, Paris Konferansı’nda Vahdettin’in Sadrazamı ve damadı Ferit Paşa, İzmir için İngiliz işgalini önerir. Buna karşılık, ekonomik, parasal, hukuksal bağımsızlık.. gibi en yaşamsal istemlerden vazgeçer. Hatta, Bakanlıklarda İngiliz Müsteşar bulunması, illerde vali yardımcılığı görevini İngiliz konsolosların yapması ve Osmanlı maliyesinin tümüyle İngilizlerin denetimine bırakılması bile Vahdettin tarafından önerilir. Yeter ki, son (36.) Osmanlı Padişahı “Halife-Sultan” VI. Mehmet Vahdettin, içi boşaltılmış – göstermelik  taht ve tacından geri kalmasın. Ülke parçalanmış, açıkça sömürgeleşmiş, ulus tutsaklaşmış ve vatan toprakları bir avuç kalmış olsa da..

Ülkeyi böylesine satan, vatan haini bir Osmanlı saltanatının işbaşında daha çok tutulmasının ulusa hiçbir yararı olmadığı ortadayken, Lozan Barış Görüşmelerine bağlaşıklarca (İtilaf Devletleri) taraf olarak çağrılınca, Mustafa Kemal Paşa’nın sabrı taşar. Ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca emperyalistlerle işbirliği yaparak ülkeyi arkadan hançerleyen Osmanlı Saltanat kadrosunun artık ulusa daha çok ihanetine katlanılamazdı. Mustafa Kemal Paşa ve Türk ulusu “ya bağımsızlık ya ölüm” ilkesiyle şanlı Kurtuluş Savaşı’nı verirken, Vahdettin ve tayfası düşmanla açık işbirliği içindeydiler. Yıllarca savaş alanlarında kan, can ve gözyaşıyla kazanılan ulusal bağımsızlığın ve utkunun Lozan Konferansı’nda masada tehlikeye atılmaması gerekiyordu.

İşte bu gerekçelerle, 1 Kasım 1922’de Saltanat ve Hilafet (Halifelik) birbirinden ayrılarak Saltanatın kaldırılması, TBMM’de Mustafa Kemal Paşa’nın şu kararlı sözlerinin ardından oybirliği ile kabul edildi :

  • “Hakimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır.
  • Osmanoğulları zorla Türk Milletinin hakimiyet ve saltanatına zorla el koymuşlardı.
  • Bu tasallutlarını altı asırdan beri idame eylemişlerdir.
    Şimdi de, Türk milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir.
  • Mevzubahis olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir.
  • Bu behemehal olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır…
  • Fakat ihtimal, bazı kafalar kesilecektir.”

İşgalci İngiliz dostlarının (!), kendisinin istemini izleyen gün Malaya zırhlısıyla 17 Kasım 1922’de İstanbul’dan Malta’ya kaçırdıkları son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in (Osmanlı tarihinde hiçbir padişahın düşmana sığınmak gibi davranışı görülmemiştir!) Halifeliği de kaldırıldı ve yerine Abdülmecit Efendi seçildi. Böylece ulus yönetiminin demokratikleşmesi ve Cumhuriyet rejiminin yerleşmesi için çok önemli bir adım daha atılmış oldu.

  • Kimi aymazların dediği gibi Mustafa Kemal Paşa diktatör olsaydı,
    kendisine önerilen Halife-Padişah makamını kabul ederdi
    .
  • Oysa O, “en büyük yapıtım” dediği Cumhuriyet’in,
    TBMM istenciyle seçilen demokrat, çağdaş Cumhurbaşkanı olmayı yeğlemiştir.

Böylelikle; Padişahın tebası-kulu olan insanımız, Cumhuriyetin yurttaşı olma yolunda çok önemli bir kazanım sağlamıştır. Egemenliğin kaynağı, gökyüzünden yeryüzüne indirilerek Anadolu Aydınlanma Devrimi’nin en önemli adımı atılarak, Türkiye’nin çağdaş dünyada kendine yaraşır yeri pekiştirilmiştir.
***
1 Kasım 1928’de ise Latin harflerinden oluşan yeni Türk abecesi (alfabesi) kabul edilmiştir. Hard Devrimimizi de içten kutluyoruz 94 yıl sonra.. (Bu akşam, bizim de üyesi olduğumuz Dil Derneği‘nin  bir anma ve ödül toplantısı olacak Ankara Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız :
DİL DERNEĞİ; HARF DEVRİMİ’NİN 94. YILI | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM)

Türk Ulusuna; Anayasamızın 2. maddesinde, “toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde” 6 temel niteliği tanımlı –insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik bir sosyal hukuk devleti– olan tam bağımsız Türkiye Cumhuriyetimizde sonsuza dek onurlu bir yaşam diliyoruz..

Cumhuriyetimiz, 99 yılda kendisine kol – kanat gerecek aydın kadroları – kuşakları yetiştirmiştir.

Ayrıca 1 Kasım 1922’den bu yana tarihin köprülerinin altında çooook sular akmıştır.. Küresel toplum insan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal, çevreci, hukuk devletine evrilmektedir.

Çağımız İNSAN HAKLARI ÇAĞIDIR.. 

Türkiye’de de hiç kimse ama hiç kimse suları tersine akıtmaya ya da tarihin tekerleğini değil tersine çevirmek, çomak sokmaya bile kalkışmamalı, dahası yeltenmemelidir. Herkes haddini bilmelidir. Despotik – teokratik rejimlerin sonu gelmiştir; doğrudan demokrasi yakındır.

AKP=RTE iktidarı / TEK ADAM REJİMİ, Millet – UlusdeğilÜmmet – tebaapeşinde koşmayı bırakmalıdır, boşuna döner avare kasnak ve kendini tüketir.. Ülkemiz sınırlı kaynaklarını boşa tüketiyor, enerjisini yersiz kullanıyor. Oysa 21. yy’da uluslararası toplum ile küresel rekabet öylesine zor, öylesine güç, öylesine bilimsel – akılcı yönetim ve toplumsal düzen istiyor ki… anlatmak kolay değil.. Biatçı ümmet sürüsü değil özgür yurttaşlar!

  • 100. yılda AKP = Erdoğan köktenci bir politik muhasebe yapmalı ülkenin – ulusun geleceğini tehlikeye atacak en küçük bir girişimden bile mutlak olarak, AR-TIK sakınmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti yüzbinlerce şehit-gazi kanı ile kurulmuştur!

Ar-tık; insan haklarına dayalı, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti saldırısı bitmelidir.

  • Saltanat – Halifelik tarihin çöplüğünde tükenip bitmiştir.
  • Egemenlik, bağsız – koşulsuz Ulusundur!
  • Demokratik Cumhuriyet fazilettir (erdemdir) ve özellikle kimsesizlerin kimsesidir!

Bu tartışılmaz gerçekleri içinize sindirmeli ve tek başına iktidarınızın 20. yılı biterken, rotanızı doğru belirlemelisiniz.. Hem siz, hem ülke yoruldu hem de Cumhuriyetçilerin sabrı tükeniyor..

Sevgi ve saygı ile.
01 Kasım 2022, Ankara

Halil Çivi şiiri : GEÇİM DERDİ

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

 

GEÇİM DERDİ

Ekonomi enflasyonla demlendi,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Çarşı, pazar, bütün mallar zamlandı,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Xxx
Döviz kuru arttı, fiyatlar coştu,
Dar gelirli halkın feleği şaştı,
Yoksulun payına borçlanmak düştü,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Xxx
İşçi sabır taşı, esnaf dert küpü,
Yoksulu doyurur zenginin çöpü,
Henüz mevcut değil zenginlik hapı,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Xxx
Ekmek sultan olmuş, soğan başvezir
Patates müsteşar, domates nâzır,(1)
Halkın sofrasında kalmadı huzur,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Xxx
Çoktan unutuldu etlerin tadı,
Keseyi yoruyor peynirin adı,
Sofraların tadı-tuzu kalmadı,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Xxx
Akşamcılar kaçak içki içiyor,
Yoksul dede torunundan kaçıyor,
Parasızlık sosyal yara açıyor,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Xxx
Ev sahibi kiracıyı zorluyor,
İşsiz koca karısına parlıyor,
Tuzu kuru olan, halkı horluyor,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Xxx
Eğitim masrafı sınırı aştı,
Okul derdi baş köşeye yerleşti,
Annenin, babanın huzuru kaçtı,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Xxx
Siyaset, ticaret, mafya birleşti,
Rant kollayıp her köşeye yerleşti,
Garip-gurebaya sefalet düştü,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Xxx
Dinbazlar(2) din satıp halkı uyuttu,
Yağlı lokmaları yandaşlar yuttu,
Çete, mafya her konuya el attı,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Xxx
Siyasiler işi inada döktü,
Sevgiyi dışladı, kini büyüttü,
Hak, hukuk, adalet tatile gitti,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Xxx
Başa bela oldu yabancı göçü,
Kaçak işçi oldu ucuz işgücü,
Kayıt dışı kazanç geçim ilacı,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Xxx
Demokratik, laik rejim bozuldu,
Ahlak ve adalet buza yazıldı,
Güçlüler korundu, güçsüz ezildi,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Xxx
Demokrasi varsa umutlar tüter,
Seçimle gelenler seçimle gider,
Seçmen oy vermezse iktidar biter,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Xxx
Halil Çivi der ki bu yaman haldır,
Halkın sefaleti büyük vebaldır,
Yatırım, üretim tek çıkar yoldur,
Halk geçim derdine derman arıyor.
Xx×
31 Ekim 2022, Çiğli / İZMİR

(1)- Nâzır : Bakan
(2)- Dinbaz : Dinle oynayan dini çıkar konusu yapan. “Pseudo” yani sahte / yalancı dindar

Lancet raporu ışığında iklim krizi

GÜNCEL 28.10.2022, BİRGÜN

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

 

En prestijli tıp dergilerinden Lancet’in önceki gün yayımladığı “İklim değişikliği ve sağlık 2022 Lancet Geri Sayım Raporu” hepimizin üzerinde durması ve harekete geçmesini gerektiren bulgular içeriyor. Bu yılın bir özelliği de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin (UNFCCC) kabul edilmesinin 30’uncu yılı olması. Rapor 30 yılda devletlerin ve şirketlerin insan sağlığını ve yaşamını tehdit eden enerji politikalarını sürdürdüğünü gösteriyor.

Lancet Geri Sayım (Lancet Countdown) dünyanın değişik ülkelerinden 51 akademik kurum ile Birleşmiş Milletler birimlerini içine alan bir işbirliği yapısı. İklim değişikliğinin sağlık etkilerini bilimsel verilerle takip edip raporlar hazırlıyor. Beş ana başlıkta 43 belirteç, farklı disiplinlerden 99 bilim insanının konsensüsü (uzlaşması) ile her yıl gözden geçirilerek yedi yıldır raporlaştırılıyor. Bu yılın raporu sağlığımızın fosil yakıtların insafına kaldığını detaylarıyla (ayrıntılarıyla) aktarıyor.

FOSİL YAKITLARA BAĞIMLILIK

Günümüzde hava kirliliği ve iklim krizi ile artan sağlık sorunları, ölümlerin temel nedenlerinden biri bu. Etkilerine bakalım. Buğday, pirinç, mısır gibi temel gıda maddelerinin yetiştirilmesindeki sorunlar kıtlık, beslenme sorunları ve açlığı getiriyor. 2020 yılında orta ve ileri derecede gıda güvensizliği yaşayanların sayısı 1981-2010 arası yıllık ortalamalara göre 98 milyon kişi daha fazla. Bu sayı her yıl bir öncekine göre sürekli artıyor. Sıcaklık artışına bağlı ölümler 2017-2021 yılları arasında 2000-2004 arasına göre %68 artmış durumda.

Kuraklıkta belirgin artış var. Yılda en az bir ay çok kuraklık çeken alanların 2012-2021 ortalaması 1951-1960 ortalamasına göre %29 artmış durumda. Göller, dereler kuruyor. Aşırı hava olayları, bunlara bağlı seller ve yangınlarda düzenli artış sürüyor.

  • İklim değişikliğinin, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını kolaylaştırdığı da
    rakamlarla ortaya konuluyor.

Fosil yakıtların fiyatlarında da sürekli artış var ve “enerji yoksulluğu” oluşuyor. Fosil yakıtların kullanılması ile ilgili gerek kentsel gerek kırsal bölgelerde hava kirliliği ve bununla ilgili sağlık sorunlarında sürekli artış devam ediyor. Bunların kullanımı azalsaydı, 2020 yılında PM2,5 kirliliği (AS: çapı 2,5 mikrondan az asılı parçacıklara bağlı hava kirliliği) ile ilgili olduğu belirtilen 1,2 milyon ölüm önlenebilecekti.

Yıllardır süren tartışmalara rağmen (karşın) özel şirketler ve devletler karbon kaynaklı enerjiden vazgeçmiyorlar. UNFCCC’nin kabul edildiği 1992 yılından bu yana küresel enerji sisteminde karbon temelli enerjinin ağırlığındaki azalma %birin altında. Bu neredeyse hiç adım atılmadığını, tüm kararların kâğıt üstünde kaldığını gösteriyor. Ülkelerin %80’inin 2019 yılında fosil yakıtların kullanımı için 400 milyar $ destek verdiği hesaplanıyor. Zengin ülkeler, yoksul ülkelerin temiz enerjiye geçişteki ihtiyaçları (gereksinimleri) için 2020 yılına değin 100 milyar dolar yardım sözü vermişlerdi, tutmadılar. Yoksul ülkelerin hava kalitesinde bozulmaya, milyarlarca insanın kirli hava solumaya devam etmesine neden oldular. On beş büyük petrol ve gaz şirketinin ticari hedefleri Paris İklim Zirvesi’nde kabul edilen emisyon (salım) değerlerinin çok üzerinde, engellenmezse küresel ısınmayı 1,5 oC hedefinde tutmak olanaksız.

OLUMLU GELİŞMELER

Yetersiz olsa da rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerjinin yaygınlığı artıyor. 2021 yılında elektrik için yapılan toplam yatırımların %80’den fazlası yenilenebilir enerjiye yapılmış durumda. Ancak tüm enerji yatırımlarında bu oranın %8,6’da kaldığı görülüyor. Tüm bu sorunlara ilişkin toplum farkındalığında ve medyada görünürlüğünde artış dikkat çekiyor. Pek çok ülke yöneticisinin konuya dair açıklama yapmak durumunda kaldığı görülüyor.

  • İklim krizinde kritik bir dönemeçteyiz.

Doğaya, havaya, suya, gıdaya hürmet etmeyen mevcut politikalarda devam edilirse, yaşamımızı tehdit eden koşullar daha da kötüleşecek. Bilimsel veriler sağlık hakkını gözeten bir dönüşüme gidilmesinin dünya halklarının hem yaşamda kalmalarını hem de gelişip kalkınacaklarını gösteriyor. Bize de hep anlatmak ve yaşam için mücadele etmek düşüyor.

==================================
Dostlar,

Değerli meslektaşımız Dr. Bayazıt İlhan, BİRGÜN‘de son derece nitelikli haftalık yazılarını sürdürüyor. O’nun yazdıklarından çok şey öğreniyoruz. Biz de dün web sitemizde son derece ağırlaşan çevre sorunlarına değindik. Cumhuriyet Gazetesi’nin seçkin yazarlarından Ergin Yıldızoğlu’nun “Büyük Keder Dalgası” başlıklı önemli yazısına, yazının altında kapsamlı katkı verdik. Dr. İlhan’ın bu yazısının, değindiğimiz yazı ile birlikte okunmasında yarar görüyoruz :

‘Büyük Keder Dalgası’ | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Sevgi ve saygı ile. 01 Kasım 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net            profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik    

 

 

Her yer karanlık

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
 
31 Ekim 2022, Cumhuriyet

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin, Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğünde kuruluşunun 99. yılı, yine hayal kırıklıklarıyla geçti.

Önce, TBMM’de AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı temsil eden en üst düzey yetkili olan AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal“Cumhuriyetin kültür devriminin, düşünce setlerimizi yok ettiği” yalanını ve safsatasını ortaya attı.

Mahir Ünal, Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Türkçe’nin, Arapçanın ve Farsçanın kuşatması altına girdiğini; okuma – yazma oranının %10’un üzerinde olmadığını; Platon, Aristoteles, Augustinus, Aquinas, Farabi, İbn Sina, İbn Rüşd, Descartes, Leibniz, Spinoza, Hobbes, Locke, Bacon, Hume, Rousseau, Kant, Hegel, Marx, Nietzsche çapında önemli tek bir filozofun yetişmediğiniKopernik, Galilei, Kepler, Newton çapında önemli tek bir bilim insanının çıkmadığını; felsefe ve bilim alanında özgün ve devrimci hiçbir düşüncenin geliştirilmediğini halktan gizleyerek halkı kandırmaya çalıştı.
***
Arkasından, AKP Genel Başkanı ve “Cumhurbaşkanı” Recep Tayyip Erdoğan’ın öncülüğünde düzenlenen “Türkiye Yüzyılı” toplantısında, Mahir Ünal’ın iddialarına paralel bir biçimde, Atatürk döneminin Cumhuriyeti, sanayi alanında yapılan yatırımlara indirgendi; bu yatırımlarla AKP iktidarındaki yatırımlar arasında bir süreklilik olduğu vurgusu yapıldı; Cumhuriyetin özü, esası, Aydınlanma devrimleri, kültür devrimi ve siyasi devrimler yok sayıldı.

Cumhuriyetin 99. yılında, “Türkiye Yüzyılı” adı altında, AKP’nin ve Erdoğan’ın 20 yılının anlatıldığı toplantıda, TBMM’nin kurulması; saltanatın ve hilafetin kaldırılması; Öğretim Birliği Yasası ve Medeni Kanun; kadınların çalışma ve eğitim yaşamına katılması ve hukuk önünde erkeklerle eşit haklara sahip olması; kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanması; üniversite reformu; bilime, felsefeye ve sanatın tüm dallarına yönelik gerçekleşen açılımlar; dil ve alfabe alanında gerçekleşen reformlar; dinin devlet, siyaset, hükümet, hukuk, eğitim işlerine müdahale etmesinin önlenmesi, laikliğin anayasa maddesi haline gelmesi gibi Cumhuriyet devrimleri görmezden gelindi.

Bütün bunlarla birlikte, söz konusu toplantının tanıtım afişlerinde, Atatürk’ün resmi yer almadı, Atatürk yok sayıldı, O’nun yerine Erdoğan’ın resimleri kullanıldı; ana başlıkta “Türkiye Yüzyılı” denilerek, cumhuriyet kavramı ve terimi de kullanılmadı!
***
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Mahir Ünal’ın açıklamalarını, “SADAT’çıların” ve “Asrikacılar”ın zihniyetine benzetmekle yetindi.

Oysa, SADAT’ın kurucusu ve bir dönem Erdoğan’ın danışmanı olan Adnan Tanrıverdi, Erdoğan tarafından cumhurbaşkanlığı protokolünde ağırlanan Kadir Mısıroğlu ve AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal gibi Cumhuriyet ve Atatürk düşmanları, daha eskilere dayanan bir Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığının, son yıllarda karşımıza çıkan sonuçlarıdır.

  • Mahir Ünal’ın, Adnan Tanrıverdi’nin ve Kadir Mısıroğlu’nun zihniyeti İskilipli Atıf, Mustafa Sabri, Şeyh Said, Necip Fazıl Kısakürek, Saidi Nursi ve Fethullah Gülen gibi Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının zihniyetinin bir uzantısıdır.
  • Cumhuriyetin kuruluşundan beri, Cumhuriyeti yıkmaya çalışan ve emperyalizme hizmet eden bir örgütlenme her zaman var olmuştur. Bunu anlamadan ve buna karşı açık ve seçik bir tavır ortaya koymadan, Cumhuriyeti korumak olanaklı değildir.

***
Cumhuriyet bayramında, Atatürk’ün izinde olduğunu savunan ve AKP’ye muhalif olarak bilinen birçok yorumcu da televizyonlarda yaptıkları açıklamalarda, Cumhuriyetin anlamını ve Cumhuriyetin Aydınlanma devrimlerini anlatmayı beceremediler; saatlerce Kurtuluş Savaşı sürecini anlattılar; 19 Mayıs’ta ve 30 Ağustos’ta anlatmaları gereken şeyleri, 29 Ekim’de anlatarak AKP’nin değirmenine su taşıdılar!

Cumhuriyetin, halkın egemenliğine dayanan bir yönetim biçimi olduğu; bunun da cumhuriyetçilikle, halkçılıkla, devletçilikle, laiklikle, ulusçulukla ve devrimcilikle olanaklı olduğu; aksi halde halkın değil, yönetici sınıfın, ruhban sınıfının, sermaye sınıfının egemen olacağı; Cumhuriyetin yerine, monarşinin, oligarşinin, teokrasinin geçerli olacağı, bir türlü anlatılamadı.

Türkiye, hem iktidarıyla hem de muhalefetiyle bu kadar karanlık bir dönemi hiç yaşamamıştı!

TÜRKİYE CUMHURİYETİ İKİNCİ YÜZYILA KOŞUYOR

Dostlar,

Cumhuriyetimizin 99. yılında, Almanya Hildesheim ADD Başkanı sayın Fatma Anders ile bir sanal konferansımız oldu 29 Ekim 2022 günü. Türkiye ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Genel Merkezi de youtube kanalı üzerinden eşzamanlı olarak konuşmamızı yayınladı.

Türkiye saati le 21:00 – 22:00 arasında yaptığımız irdelemede,

  • TÜRKİYE CUMHURİYETİ İKİNCİ YÜZYILA KOŞUYOR..
    başlıklı temayı işledik.

İlginç biçimde, o akşam İstanbul Sarıyer’de, Boğaz’da bir lokantada sınıf yemeğimiz vardı!
1971 yılında bitirdiğimiz Van Atatürk Lisesi 6 Fen A sınıfı arkadaşlarımız, 51 yıl sonra ilk kez bir araya gelmiştik. Arkadaşlarımızdan izin isteyerek, lokantada küçücük bir odacıkta zor koşullarda sanal konferansımızı gerçekleştirdik.

İzlemek için lütfen tıklayınız..  https://youtu.be/Dtq-8V3wakc

Büyük devrimci Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK ile dava ve silah arkadaşlarının görkemli ürünü olan Türkiye Cumhuriyeti, insanlık tarihine örnek biçimde ilk 100 yılını tamamladı, tamamlayacak.

Hiç kuşku yok inişli – çıkışlı yıllar oldu bu yüz yıla varan tarihsel serüvende.. Mustafa Kemal Paşa 1923-38 arasında Cumhuriyet’e kol kanat gerdi kurucu ve ilk Cumhurbaşkanı olarak. Ardından 1938-50 arasında, O’nun en yakın yoldaşı İsmet İnönü sürdürdü aynı kritik görevi 2. Cumhurbaşkanı olarak ve ülkemiz 14 Mayıs 1950’de çok partili siyasal yaşama geçti; kurucu parti CHP, iktidarı kendi içinden çıkan DP’ye devretti.

3 Kasım 2002’de AKP iktidar oldu ve 20 yıldır tek başına ülkemizi idare etmekte. Bu uzun 2 onyılda açıkça saptamak gerekir ki, Cumhuriyetimiz ciddi biçimde başkalaştırıldı. Erdoğan hükümetleri giderek artan bir ivmelenme ile Cumhuriyet’imizin temel değerlerine savaş açtılar.

AKP = RTE açıkça Saltanatçı – hilafetçi – dinci – sermaye yanlısı ve
Batı uydusu politikaları tüm ülkeye dayattı.

15 Temmuz 2016‘da ABD maşası FETÖ eliyle girişilen silahlı darbe, önceden haber alındığı halde bastırılmadı ve sergilenmesine izin verilerek sonrası için gerekçe yapıldı. Erdoğan açıkça, “Bu darbe girişimi bize Allah’ın bir lütfudur..” diyebildi! 5 gün sonra OHAL ilan edildi ve Cumhurbaşkanı OHAL Kararnameleri ile Türkiye Cumhuriyeti son derece köklü bir yozlaştırma operasyonuna sokuldu..

2. kez Anayasa değiştirildi halkoylaması ile ve 16 Nisan 2017 halkoylamasında apaçık hile yapılarak 2,5 milyona yakın mühürsüz oy kullandırılarak oylama kıl payı “kazanılmış” oldu!

Bu sivil darbenin ardından 9 Temmuz 2018’de Erdoğan adeta “tahta çıktı” !

Egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi Türk Milleti, bu devredilemez ve vazgeçilmez hakkını adeta TEK ADAM Erdoğan’a bıraktı. RTE, padişahlar ölçüsünde hatta yer yer daha “güçlü” post-modern bir patrimonyal sultan oldu! 3 ana Erk’i (Yasama/Yürütme/Yargı) güdümüne soktu.

Türkiye genel seçim eğik düzleminde. Her bakımdan son derece ağır sorunlarla kuşatılmış durumda. Yolsuzluklar, yasaklar ve yoksulluk ülkemizi kasıp kavurmakta. Siyasal islamcı AKP = RTE iktidarı, bir türlü açıkla(ya)madığı 2023 hedefleri peşinde. En geç Haziran 2023’te genel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri birlikte, aynı gün yapılacak; çok kritik çoook!

  • Geldiğimiz yerde Türkiye’nin en büyük sorunu, tehdidi AKP = RTE iktidarıdır!
  • Yaşanan sorunların hemen tümü bu parti / kişi politikalarının türevidir ve
    Atlantik ötesi ile tartışmasız eşgüdüm içindedir.

En ivedi ve yaşamsal sorun, bu partiden ve TEK ADAM rejiminden ilk
genel seçimde mutlaka ama mutlaka kurtulmaktır. AKP = RTE, Türkiye ve
bölge – dünya için kritik bir istikrar ve güvenlik sorunu durumuna gelmiştir.

Cumhuriyetimizin sağkalımı (bekası) için hem taktik hem de stratejik somut hedef budur.

Bir saat boyunca somut örneklerle ve belgelerle bu konuyu işledik ve çözüm önerileri sunduk.
İzlenmesi, paylaşılması ve gereğinin yapılması dileğimizdir.
Fırsat veren sayın Anders’e\ Türkiye ADD Genel Merkezine teşekkür ederiz.

Hiç kuşkusuz, Büyük Atatürk’ün de 1926’da İzmir’de öldürü (suikast) girişimini atlattıktan sonra söylediği üzere; O’nun ölümlü bedeni elbette toprak olmuştur ancak

  • TÜRKİYE CUMHURİYETİ İLELEBET PAYİDAR KALACAKTIR (sonsuza dek yaşayacaktır)!

Bundan hiç kimsenin, –diyalektik gerekleri örgütlü yapılmak koşulu ile– kuşkusu olmasın.

Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!

Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti!

  • Yaşatacağız, yaşatacağız, yaşatacağız!
  • Sonsuza dek, başı dik, şan ve şerefle, onurla, çağdaşlaşarak, bilimsel akılcılıkla..
  • Dünya aleme meydan okuyarak ilan ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 01 Kasım 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net             profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik           twitter : @profsaltik    

 

DİL DERNEĞİ; HARF DEVRİMİ’NİN 94. YILI

Dil Derneği'nden kamuoyuna: Dilimizi de çalıyorlar! | Bilim ve Gelecek

HARF DEVRİMİNİN 94. YILI KUTLANIYOR,
EMİN ÖZDEMİR ÖDÜLÜ VERİLEMİYOR

1 Kasım 1928’de yapılan Harf Devrimi,
Türkçe üzerindeki boyunduruğu kaldırmak için atılan güçlü bir adımdır.

Harf Devriminin 94. yılını kutluyoruz.

Laik cumhuriyetimiz 1923’te kurulmuş ve tam 5 yıl Arap abecesini kullanmıştı.

94 yıl önce Arapça-Farsçanın boyunduruğu altındaki yapay dil Osmanlıca Arap abecesiyle yazılıyordu. Arap abecesi öğrenilmesi, kullanılması zor, içinde Türkçe’nin seslerini yansıtan tek bir harf olmayan, üstelik dinsel anlam yüklenen, halkın inançlarının kullanılmasına yol açan bir dizgeydi. Mustafa Kemal’in öncülüğünde yapılan Harf Devrimi, yazıyı araç yaparak halkın inancını kullanma yolunu sonsuza dek kapatmıştır.

  • Atatürk’le, devrimlerle hesaplaşmanın temelinde yatan da budur.

Harf Devrimiyle Türkçe’nin olanaklarını görme ve kullanma bilincimizi güçlendiren Mustafa Kemal Atatürk’ü; Atatürk’ün öncülüğünde devrime emek veren Emin Erişirgil, İhsan Sungu, Fazıl Ahmet Aykaç, Ragıp Hulusi Özden, Ahmet Cevat Emre, İbrahim Grandi Grantay, Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Ünaydın ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu saygıyla anıyoruz.

1 Eylül 2017’de yitirdiğimiz Harf ve Dil Devrimlerinin ödünsüz savunucusu olan Emin Özdemir’i dilci, yazıncı ve devrimci kişiliğiyle yaşatmak; düşüncesini, yapıtlarını gelecek kuşaklara aktarmak; dil duyarlığını, dil ve yazın öğretimine getirdiği çağdaş anlayışı unutturmamak amacıyla Özdemir Ailesi ile Dil Derneği’nce düzenlenen

  • “Dil Derneği Emin Özdemir Ödülü”

her yıl Harf Devrimi‘nin yıldönümünde bir gazeteciye sunuluyordu.
Fikret Bila, Faruk Bildirici, Nursun Erel, Prof. Dr. Korkmaz Alemdar ile (aile adına) Prof. Dr. Özlem Özdemir Kumbasar’dan oluşan seçici kurulumuz ve ödülün koşulları duyurulmuştu. 2022’de de ödül bir “gazeteci” kitabına sunulacaktı; ödüle beş yapıt aday oldu; aday yapıtlar uzun süre duyurulan koşullara uymadığından,

  • Bu yıl Dil Derneği Emin Özdemir Ödülü verilemiyor.

Kuşkusuz bu ödül de öteki ödüllerimiz gibi Emin Özdemir’in anısıyla birlikte yaşatılacaktır.

Dil Derneği ile Çankaya Belediyesinin ortak etkinliğinde

  • 1 Kasım 2022 Salı günü, saat 18.00’de
  • Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezinde Harf Devriminin 94’üncü yılı kutlanacak;
  • törende pek çok cumhuriyetçi genç ve gazeteci yetiştiren Emin Özdemir anılacak.
  • Türkçenin ödünsüz savaşımcısı, görkemli Dilci-Yazar Emin Özdemir’i
    özlemle anıyoruz.

Töreni Ali Nihat Yavşan sunacak. Dil Derneği Başkanı Sevgi Özel, Çankaya Belediye Başkanı Alper TAŞDELEN, Prof. Dr. Özlem Özdemir Kumbasar ile Gazeteci Işık Kansu Emin Özdemir’i anlatacak.

Değerli Sanatçı Zeynep Karababa, Ali Ekber Ergün’ün bağlaması, Ceren Tercanlı’nın gitarı eşliğinde türküler söyleyecek.

Bütün dilseverler törene çağrılıdır.

****
HARF DEVRİMİNİN 94. YILI VE
DİL DERNEĞİ EMİN ÖZDEMİR ÖDÜLÜ

Sunan: Ali Nihat YAVŞAN
Konuşmalar:
Sevgi ÖZEL – Dünyayı Şaşırtan Devrim
Alper TAŞDELEN, Çankaya Belediye Başkanı
Prof. Dr. Özlem ÖZDEMİR KUMBASAR – Babam Emin Özdemir
Işık KANSU, Cumhuriyet Gazetesi yazarı
*
Dinleti: Türküleriyle Zeynep KARABABA
Bağlama Ali Ekber ERGÜN
Gitar Ceren TERCANLI
*
Ağırlama
*

1 Kasım 2022 Salı -18.00-20.00
Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi

‘Büyük Keder Dalgası’

Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu
ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları 

31 Ekim 2022, Cumhuriyet

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)


“Çorak Ülke”
 şiirinin 100. yıldönümünde, yine bir Anksiyete Çağı”. Ancak o zaman, en azından, “dünyayı yeniden yapma umudu” vardı. Bugün, ben kendimi, David Brooks’un (New York Times) “Büyük keder dalgası” gözlemine daha yakın buluyorum; nihilizme düşmemek için her gün yeniden aşmaya çalıştığımız bir duyguyu betimliyor.

‘DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNDA’

Yeni bir İklim Zirvesi’ne giderken Birleşmiş Milletler’in konuyla ilgili üç kurumu, bu yüzyılın sonuna kadar hedeflenen 1.5 °C sıcaklık artışı sınırının artık gerçekçi olmadığını açıkladılar: Bu hedefe ulaşmak için gerekli uluslararası işbirliği ortamı yok. Putin’in “Dünya, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en tehlikeli 10 yıla giriyor” sözlerinin, ABD Yeni Güvenlik Stratejisi’nin “büyük güçler arası rekabet dönemi” tanımlamasının, Çin’e yönelik ticari yaptırımların, Çin liderliğinin içeride otoriter ve dışarıda daha sert politikalara yönelmesinin gösterdiği gibi, olacağı da yok…

Yüzyılın sonuna kadar sıcaklık artışı 2.5 °C sınırına ulaşacak. “Uygarlık” artık altından kalkması olanaksız bir yıkım riskiyle karşı karşıya. Bu yıkımın bir boyutu, deniz seviyesinin yükselmesine, aşırı iklim olaylarına bağlı olarak artık kronikleşmiş su ve gıda kıtlığı; bir diğeri bu kıtlıklardan kaçanların, gittikçe daralan (hemen hepsi merkez ülkelerde) yaşanabilir alanlara sığınma çabasının ağırlaştıracağı siyasi gerginlikler. Büyük güçlerin, ekonomi, kaynak ve ulaşım açısından stratejik öneme sahip bölgeleri paylaşma çabasının yoğunlaşması da yeni jeopolitik krizleri, savaşları besleyecek. Ne de olsa: “İçeride devrim istemiyorsanız dışarıda emperyalizm…” (Cecile Rhodes)

Ulus devlet ve liberal demokrasi de vatandaşlarının temel gereksinimlerini karşılama kapasitesini hızla kaybediyor. Bu madalyonun öbür yüzünde, gücü ve serveti müstehcen düzeylere ulaşmış, finans, enerji, teknoloji ve silah şirketleri, sosyal medya ve internet üzerinden satış platformu tekellerinin sahibi, Bezos, Musk gibi tipler, hırsız siyasetçiler ortaçağ krallarını çatlatacak büyüklükte servetleri halkın gözüne sokuyorlar.

Bu büyük krizlerin, büyük servetlerin, “en çok zarar verenlerin sesinin en çok çıktığı” (Greta Thunberg) dünyasında halkın payına bir “büyük keder” dalgası düşüyor. Gallup şirketinin 140 ülkede, 150 bin kişiyi kapsayan bir araştırması keder, öfke duygularının geçen yıl rekor düzeye çıktığını saptamış: 16 yıl önce halkın yüzde 1.6’sı yaşamına “0” notu verirken (“0” en kötü – “10” en iyi), geçen yıl bu oran yüzde 6.4’e ulaşmış. En alt yüzde 20’sinin “mutsuzluk notu” ortalama 2.5’ten geçen yıl 1.2’ye gerilemiş.

Bu dalga, liberal demokrasiye, onun liderlerine olan güveni eritiyor. Bu kedere, öfkeye, tercüman olacak, “dünyayı yeniden yapma umudunu” yaşatacak bir sol hareketin yokluğunda “süreç olarak faşizm” hızlanıyor: İsveç’te ikinci parti, Macaristan’da, Polonya’da, İtalya’da, Hindistan’da iktidarda, İspanya ve Finlandiya’da 2023 seçimlerinde birinci sıraya yükselebilir. Pazar günü, Brezilya’da, büyük sermayenin ve ordunun tercihi faşist Bolsonaro, ya seçimleri “Atı alan Üsküdar’ı geçti” misali kazandı ya da “hile var” diyerek ortalığı birbirine katmaya başladı. Benzer bir krizin, ABD ara dönem seçimlerinde, 2024 başkanlık seçimlerinde yaşanma olasılığı çok yüksek. Tabii bu arada Türkiye de önümüzdeki seçimlerle bu resmin içinde kendine uygun bir yer bulacak.

Adeta, Yahya Kemal’in şiirindeki gibi “Dönülmez akşamın ufkundayız” ancak, şiirin “boş ver keyfine bak” havası bir seçenek değil. Çünkü “büyük keder” kişinin değil bir uygarlığın sonuna ilişkin. Bir insanın kendi yaşamı tükenirken “boş vermeyi” seçmesi bir özgürlük sorunu.

  • Bir insanın uygarlığın geleceğine boş vererek
  • “kişisel haz ilkesine”, (AS: Hedonizm’e) “öbür dünya umuduna” sığınması ise
  • insan olmaktan vazgeçmeye ilişkin bir ahlak sorunu.

====================================
Dostlar,

Homo sapiens” kendi elleriyle kendi sonuna doğru dört nal koşmakta.

Bu yüzyıl sonuna dek havaküre (atmosfer) sıcaklığının en çok 1,5 derece artması bile alarm sınırı iken, bu hedefin yakalanması çok güç görülüyor. Ülkelere tanınan karbon dioksit salım (emisyon) kotaları kürsel pazarda haraç mezat!! Diyelim Çin, ABD.. yoksul, sanayileşmemiş bir Afrika ülkesinin nüfus, yüzölçümü gibi ölçütlere dayalı belirlenen yıllık toplam fosil yakıtları salım (emisyon) kotasını satın alıyor! Satan ne ölçüde bunalımın ayırdında bilinmez ama alanın olası yıkımı bildiği çok açık. Bir bilinç tutulması mı bu??

İnsanoğlu yaşamının kumarını oynamakta! Birkaç çarpıcı örnek..

– DSÖ’ne göre (Dünya Sağlık Örgütü) dünya nüfusunun %99’u (doksan dokuzu!),
DSÖ standartlarına göre kirli hava soluyor.
– Kanserlerin neredeyse %80’e varan kesimi çevresel; Kanser politik bir hastalık!
– Unutulmuş kimi hastalıklar geri dönerken, yepyeni hastalıklar oluşuyor ve bu tür
ardışık afetlerin birlikte, eşzamanlı deneyimlenmesi salt bir zaman sorunu..

Yapılabilecekler belli ve sınırlı                :

1. Sürdürülebilir kalkınma (sustainable development) söylemi (mottosu) artık “sürdürülebilir” değildir. Hızla SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM (sustainable life) ayarlarına (moduna) geçilmelidir.

2. Küresel nüfus artış hızı %1,05’lerden en çok 10 yıl içinde yüzde yarımın altına çekilmeli,
yıllık net 80 milyonu aşan nüfus çoğalması 40 milyonun altına düşürülmeli.
(Türkiye’de yarım milyonun altına..)

3. BM ve ilgili uzmanlık kuruluşları DSÖ, FAO, UNEP, UNDP, ILO, UNICEF, UNESCO..
ağır küresel bunalımı / sağkalım (beka, survival) sorununu kesinlikle gündemden düşürmeden BM Genel Kurulunda, Güvenlik Konseyi’nde gündemde tutmalı ve küresel kapitalizm mutlaka dizginlenmeli. Tüketim çılgınlığı durdurulmalı, herkes en üst düzeyde tasarruflu yaşamalı.

4. Bilimsel buluşlar çevreyi – doğayı gemlemek için değil (Doğa fahişemiz değil!), onun yasalarını anlayarak birlikte barış içinde yaşamak (peaceful co-existence) felsefesiyle kullanılmalı.

5. Ekolojik devlet – ekolojik anayasalar dönemi açılmalı.

Son olarak; Neondertal insandan Homo sapiens‘e evrilen insanoğlu, 21. yy’ın ilk yarısında,
yepyeni ve “hızlı” bir evrimleşme ile “Homo environmentum“a yükseltgemeli kendisini.

Çünkü; ya Doğa intikam alarak sırtındaki zorunlu parazit insanoğlunu atarak büyük olasılıkla çok daha keyifli olarak evrendeki varlığını biz olmadan sürdürecek;

Ya da pes edecek ki bu da uygarlığın yeryüzünde sönümlenmesi ile eşdeğer.

Belki bu arada evrende başka gezegenlerde yaşam bulunursa ya da kolonileşme olanaklı olursa.. Ünlü kuantum fizkçisi Stephan Hawking‘in uyarısı ise “en geç bin yıl içinde” bu düşötesi (fantastik) tasarımın gerçekleşmesi.

Görünen o ki o denli zamanımız yok; uyan insanoğlu uyan!!

Sevgi ve saygı ile. 31 Ekim 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik    

 

 

TTB BAŞKANI DR. ŞEBNEM KORUR FİNCANCI BUNALIMI

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli

www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

Dr. Ş.K. Fincancı hakkında bu sitede epey yazı yayınladık. 2020 Haziran’ında TTB seçimli genel kurula giderken, hemen ardından… bu kişinin TTB Merkez Konseyi’ne (TTB MK) aday gösterilmemesi hele Başkan olarak kesinlikle seçilmemesi için düşüncelerimizi gerekçeli ve belgeli olarak açıkladık. Ardından Dr. Fincan’cıyı istifaya çağırdık. Olmadı… 2 yıl sonra 2022 Haziran’ında oyları azalarak gene TTB MK içinde yer aldı ve adeta inatlaşırcasına “gene” TTB MK Başkanı seçildi 11 kişi içinde.

27.10.22 günü tutuklama kararı verilene dek suskun kaldık.
Tutuksuz yargılamanın daha doğru ve adil olduğu kanısındayız, bu kesin.

Tutuklama kararının ardından bizim de düşüncelerimizi açıklama hak ve yükümümüz var. 1977’de hekim olduğumuz yıldan bu yana 45+ yıldır TTB üyesiyiz ve meslek örgütümüze çok emeğimiz oldu. O’ndan da çok şey öğrendik.

Çok değerli meslektaşımız Dr. Ceyhun Balcı bizi de çok iyi dile getirdi BEŞİNCİ KOL başlıklı yazısıyla (Beşinci kol | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM).
Onbinlerce hekimin benzer düşündüğünden hiç kuşku duymuyoruz.
Kamuoyu Dr. Fincancı’yı çok az tanıyor. Hekimlerin de epeycesi öyle. Dolayısıyla cansiperane savunma temelsiz.. Uğur Mumcu‘nun kardeşi Av. Ceyhan Mumcu ile açın konuşun..
Yazdıklarını okuyun. Uğur Mumcu davasında Fincancı’nın neler yaptığını.. (https://youtu.be/l4Rb0wxy9qg?t=1536, 31 Ocak 2022 ‘Şebnem Korur Fincancı Uğur Mumcu’nun Katillerinin Salınmasını Sağladı!’ Av. Ceyhan Mumcu | Saygı Öztürk, Sisler Bulvarı, KRT)

Av. Ceyhan Mumcu’ya göre; adeta yurt dışından uzanan eller Fincancı’yı devreye soktu ve Uğur Mumcu cinayeti nedeniyle yakalanan şüphelilerin İŞKENCE ALTINDA ifade verdikleri tezi o gece yarısı üretildi. Türkiye’de bir yığın Adli Tıp uzmanı içinde nasılsa Dr. Fincancı hemen bulundu, ısmarlama ve uzaktan rapor yazdı bu şüphelilere! Bu eylem açıkça suç ve tıp etiği dışında. İnsanları görmeden, muayene edip bilimsel kanıtlara dayandırmadan adli rapor düzenlemek ağır suç.

  • Uğur Mumcu’nun kemikleri sızlıyordur hiç kuşku duymuyoruz...

27.10.222 günü, Fincancı’nın tutuklanmasının ardından what’s up üzerinden bir ileti dağıtıldı, çok okundu. Burada aktaralım :
***
ONUN İŞİ SAHTE RAPOR, SAHTE BEYAN…

Şebnem Korur Fincancı… Okul yıllarından beri arkadaşım. Daha doğrusu eski arkadaşım.

  • Kişileri görmeden rapor yazmayı,
    misyonu gereği sürekli yalan beyanda bulunmayı alışkanlık haline getirmiş.
  • Aslında işini yapıyor, görevi bu.
  • Kişileri görmeden, muayene etmeden kimyasal silah saldırısı suçlamasında bulunuyor.
  • Daha önce Uğur Mumcu ve katledilen öteki aydınların davasında yine sanıkları görmeden işkence raporu vermiş, suçluların itirafçı olmasını engellemişti.

Ceyhan Mumcu açık açık anlatıyor. Bunlar biliniyor ama birçokları ABD’den, AB’den esen güçlü rüzgardan ötürü Fincancı’yı kahraman gösteriyor. Ergenekon davasına da hiç ilgisi olmadığı halde şikayetçi, müdahil olarak katılmıştı. Sanıkların kendisini tehdit ettiği yönünde uydurma beyanlarda bulunmuş, muhbirlik yapmıştı. Tüm bunlar vatandaşlık suçu, insanlık suçu! Ama TTB başkanı olarak en çok üstünde durulması gereken şey Deontolojik suç.

  • Sen nasıl muayene etmediğin kişiler hakkında rapor verir,tıbbi beyanda bulunursun!

Bu suç için insanlar kime şikayet etsin? Tabipler Birliği’ne mi?

Dr. Kaan Arslanoğlu
****

Dr. Kaan Arslanoğlu bir Psikiyatri uzmanı, yazar. Gün içinde (27.10.22) bu iletisi ile ilgili bir yalanlama da olmadı bu güne dek. Öte yandan, aynı gün biri 3 öbürü 2 yıldızlı güvendiğimiz, saygın – yurtsever 2 yüksek rütbeli subayla (general, amiral) iletişim kurduk. TSK’da kimyasal silah bulunmadığını, dolayısıyla kullanılmasının da söz konusu olamayacağını, çok net ve kesin bir dille bize belirttiler. MSB de geçtiğimiz günlerde bu yönde açıklama yaptı.

Dolayısıyla, Dr. Fincancı’nın öteden beri süregelen söz ve eylemleri ortadadır. Bu kişi, sayıları 200 bini aşan Türk Hekimlerini temsil sorumluluğunu ve saygınlığını gösterememiştir. İdeal olanı hiç olmazsa 2. kez Başkanlığa aday olmaması ya da bu son olay patlak verdiğinde, TTB’ye ve onbinlerce hekime zarar vermemek için hemen istifa idi. Dr. Fincancı bunu yap(a)madı, TTB Başkanlığı zırhını, artık nereye dek ve ne ölçüde olacaksa, koruyucu olarak kullanma yolunu seçti belki de ya da TTB MK O’nun istifa dileğini geri çevirdi, vuruşmayı seçti??

Dilek ve önerilerimiz :

  • Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmeli / istifa dileği varsa işleme konmalıdır.

TTB MK 1. yedek üyeyi çağırarak yeniden Başkan seçmeli ve hemen olağanüstü seçimli ve genel kurul kararı almalıdır. Dr. Korur istifa etmezse TTB MK kararı ile Başkanlıktan alınmalıdır.

Örgütün adından “Türk” sözcüğü kesinlikle çıkarılmamalıdır. Hemen hemen tüm dünyada
bu yol gelenektir :

British Medical Association,
– American Medical Association,
– Italian Medical Association,
– Japan Medical Association,
– French Medical Association
……
***
Pireye kızıp yorgan yakmanın anlamı yoktur.
TTB, TMMOB, TDHK, TEB…. Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları olup, Anayasanın 135. maddesi güvencesine sahip vazgeçilmez demokratik kurumlardır.

Sonuç olarak                                               :

  • Fincancı TTB MK Başkanlığından hemen istifa etmeli ya da TTB MK görevden almalıdır..
  • Ş.K. Fincancı tutuksuz ve adil yargılanmalıdır.
  • İktidar bu olayı gerekçe yapıp Anayasanın 135. maddesine ve demokrasiye aykırı
    yeni yasal düzenlemelere ve kayyım atamasına gitMEmeli
  • Buna karşılık şimdiki TTB MK, kamuoyundan özür dileyerek / makul bir açıklama yaparak hemen seçimli olağanüstü genel kurul kararı almalıdır

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 31 Ekim 2022, Ankara

Muhalefet etmek eylemi 

DR. CEYHUN BALCI
ESKİ İZMİR TABİP ODASI YÖNETİCİSİ

31 Ekim 2022, Cumhuriyet

Son bir haftanın gündemine oturan Şebnem Korur Fincancı olayı tutuklamayla sonuçlandı. Tutuklama aşırı bir uygulama mıdır? Hukukçuların tartışacağı, görüş sunacağı bir alandır. Şu aşamada, yargılanması önde gelen dilektir.

Bu noktada değinilmesi gereken önemli bir ayrıntı var. Bu tutuklamayı “muhalif” olmasına bağlayanlar da eksik değil. Güçler ayrılığının yerini güçler birliğine bıraktığı günümüz Türkiyesi’nde bu bağlamdaki kuşkulara şaşırmamak gerekir. Çok değil birkaç yıl önce, Şebnem Korur Fincancı’nın kendisinin değilse bile, benzer düşüncedekilerin açılım masalarının değişmez konukları olduğunu anımsayalım.

Tutuklanmasıyla sonuçlanan sürecin merkezindeki Şebnem Korur Fincancı’nın Açılım Sürecinin tutkulu kişiliklerinden olduğunu unutmayalım. Bununla da yetinmeyip Şebnem Korur Fincancı’ nın Türkiye’nin temellerini sarsan ve emperyalizm destekli FETÖ kurgusu olduğu hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak denli ortaya konmuş olan Ergenekon ve Balyoz başta olmak üzere derin iz bırakan ve günümüzde de etkileri süren davaların “müdahil” kişisi olduğunu bir kenara not edelim.

KUTSAL OLGU

Şimdi “muhalefet etmek” kavramına değinelim. Yirmi yılı doldurmaya gün sayan AKP iktidarının her geçen gün toplumu sıkan ve boğan bir cendereye dönüşmüş olduğu gerçeğini göz ardı edemeyiz. Bu olumsuz ortamda “muhalefet etmek” eylemine ilişkin toplumsal gereksinimin altını da önemle çizelim.

Bu koşullar altında muhalefet etmenin değerli olmakla kalmayan, gerekli olan bir duruş olduğu açıktır. Biraz daha ileri gidilerek denilebilir ki muhalefet etmek ya da muhalif olmak bu yanıyla kutsal bir olguya dönüşmüştür. Hiç kuşkusuz öyledir. İktidar-muhalefet ilişkilerinin her geçen gün asimetrik görünüme büründüğü, orantıdan arındığı günümüz Türkiye koşullarında bu algıya şaşırmamak gerekir. Özetle, “muhalefet etmek” ve “muhalif olmak” ilgi gören, alıcısı çok olan bir ürüne dönüşmüştür Türkiye’de.

BEŞİNCİ KOL

Şimdi kime, neye ve nasıl muhalefet sorularına dönelim. Gereksinimin ve istemin üst düzeyde olduğu muhalefet etmek ya da muhalif olmak kapsamında kimilerinin fırsatçı davrandıklarını görüyoruz. Başka deyişle, muhalefeti siyasetin olağan bir öğesi olmaktan çıkarmaktadır bu kimileri.

İktidarın olumsuz uygulamalarına yönelik gibi görünen kimi çakma muhalefet çıkışlarının iktidardan çok devlete yöneldiği gözlenmektedir. Ülkenin birliğine, dirliğine ve varlığına yönelen bu sözde muhalefet anlayışının bir kavram kargaşasından yararlandığı açıktır. Beşinci kol hevesleriyle de bezeli bu odakların muhalif görünümlü yıkıcılık isteği içinde olduklarını saptamak abartı olmasa gerektir.

ÖNEMLİ AYRINTI

Yine işin hukuksal boyutuna ve yorumuna girmekten kaçınarak, Şebnem Korur Fincancı olgusunda, iktidara yönelik görünümlü devlete muhalefet gerçeğine vurgu yapmak gerektiğini düşünüyorum.

İktidara gibi görünen devlete muhalefet yaklaşımından en çok etnik ayrılıkçı terörün ve her şeye karşın varlığını sürdürmeye kararlı olan FETÖ odaklarının yararlanma çabasını saptamanın önemli olduğu kanısındayım.

Doksan dokuzuncu yaşını kutladığımız Cumhuriyetimizin yüzüncü yaşını görmek istiyorsak bu önemli ayrıntıyı göz ardı etmemeliyiz.

Cumhuriyet baharı ve ekolojik Cumhuriyet

Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” (md.1). Cumhuriyet, “insan haklarına saygılı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti” (md.2). Ne var ki, bu niteliklerin sistematik ve sürekli biçimde ihlali, Cumhuriyet’in özünü boşalttı. Bu nedenle, 2023 seçimleri, ‘Cumhuriyet baharı’ olarak hedeflenmeli. Bir yanda, gitmekte olan 2022 sonbaharı ve Cumhuriyet’e kastedenlerin sonbaharı; öte yanda, gelmekte olan 2023 ilk baharı ve Cumhuriyet’i yeniden kurma baharı. Doğal mevsim ve siyasal mevsim örtüşmesi açık. Aslında, Anayasa bütünsel yorumlanarak Cumhuriyet, üç sıfatla nitelenebilir: Demokratik, sosyal ve ekolojik.

DEMOKRATİK CUMHURİYET (DC)

DC, erkler ayrılığı yoluyla iktidarı sınırlayarak hak ve özgürlükleri güvenceleyen demokratik hukuk devletidir. Siyasal iktidar, serbest seçimler yoluyla el değiştirir. Bunun güvencesi, başta düşünce ve örgütlenme gelmek üzere, hak ve özgürlüklerin kullanılabildiği demokratik toplumdur. İnsan hakları, Cumhuriyet’in ve demokrasinin altyapısıdır.

SOSYAL CUMHURİYET (SC)

SC, ‘sosyal devlet’in (md.2) hak ve özgürlükleri geliştirme (md.5) ve eşitliği sağlama (md.10) yükümlülükleri, sosyal, kültürel ve iktisadi hak güvenceleri ile somutlaştırılıyor. Demokratik Cumhuriyet dayanağı olan insan hakları kullanılabildiği ölçüde, sosyal Cumhuriyet alt yapısını oluşturan hak ve özgürlükler geçerli kılınabilir.

EKOLOJİK CUMHURİYET (EC)

Çevre hakkı, yalnızca madde 56’da öngörülmüş olsa da, Türkiye ülkesi, tarihsel, kültürel ve doğal varlık ve değerleri, kırsal ve kentsel çevresi, kıyılar ve tarım arazileri, ormanlar ve doğal kaynakları ile anayasal düzlemde korunmakta. Devletin çevre kirliliğini önleme, çevreyi koruma ve geliştirme üçlü yükümlülüğü, çevre hakkının anayasal gerekleridir. Ülkesel hükümlerin, md. 56 ve bütün hakların güvence ölçütlerini öngören md.13 ışığında yorumlanması ve uygulanması, çevre devletinin asgari gereklerini tesciller.

NE ÖLÇÜDE GEÇERLİ?

Kurumlar ve kurallar, ilkeler ve değerler bütününden oluşan Cumhuriyet’in üç boyutu ne ölçüde geçerli? Yasama, yürütme ve yargı, demokratik, sosyal ve ekolojik Cumhuriyet yükümlülükleri ile kuşatılmış olsa da,

  • Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme,
    emredici Anayasa hükümlerini sürekli kurşunluyor.

Hukuk devletinin asgari gereklerinin sistematik olarak ihlali, hemen her gün tanık olduğumuz keyfi uygulamalarla doğrulanıyor.

  • Yaygın yoksulluk ve açlık, sosyal devlet gereklerinin (md.65)
    amaç dışı kullanımının sonucudur.

Torba yasalar, torba CBK ve Cumhurbaşkanı kararları ile Türkiye çevresi dizginsiz bir biçimde yağmalanıyor.

Onarılabilir değil…

2023 ilkbaharı, siyasal bakımdan halkın demokratik hukuk devleti kurma iradesini ortaya koyacağı bir tarihsel bir dönem olacak. Hukuk devleti onarılabilir; ama bu yılları alır… Sosyal devlet için, fırsat ve olanak eşitliği on yılları gerekli kılar. Ya çevre devleti?

  • Tarihsel, kültürel ve doğal kaynaklar,
    geriye dönüşü olmayan bir biçimde yok ediliyor.
  • Bu nedenle, çevresel, doğal ve ülkesel değer ve varlıkları ile
    Türkiye ülkesinin onarımı olanaksız.

Ağaç değil, orman…

Seçim takviminin işlemesine aylar kala, öncelikle olup bitenler doğru algılanmalı, anlatılmalı ve tartışılmalı. Zira, 100’üncü yıl ile örtüşen 2023 seçimleri, Cumhuriyet’in varlık dönemeci. Seçim sonuçları, ya Cumhuriyet’in kuruluşunda öngörülen amaçlar yörüngesine girecek ya da Cumhuriyet, tümüyle kuruluş amacı dışında bir mecraya yönlendirilecek. Seçmenlerin doğru bilgilendirilmesi, öncelikle, siyasal aktörlerin, DSE Cumhuriyet’in, geriye dönülmesi olanaksız bir tehlike karşısında bulunduğunu kavramalarına bağlı. Ne var ki, demokratik parlamenter sistem öneren siyasal parti temsilcileri ve mensupları, söylemlerini büyük tehlike ve ana hedef yerine ikincil sorunlar üzerine yoğunlaştırıyor.

Tarihinin en keskin dönemecini, demokratik, sosyal ve ekolojik Cumhuriyet yönüne çevirebilmek umut ve inancı ile 99. yıl kutlu olsun!