İstanbul Barosundan açıkoturum..
LOZAN : DİPLOMATİK ZAFERİN 93. YILI
LOZAN : DİPLOMATİK ZAFERİN 93. YILI
Gülen Cemaati konusunda çalışmalarıyla tanınan gazeteci Ahmet Şık, 15 Temmuz darbe girişiminin, bileşenlerinin birbirini satması sonucu başarısız olduğu ve darbe tehlikesinin atlatılmadığı görüşünde.
15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİNİ DEĞERLENDİRDİ
Cemaat yapılanmalarıyla ilgili ‘İmamın Ordusu‘, ‘Paralel Yürüdük Biz Bu Yollarda’, ‘Pusu Devletin Sahipleri’ kitaplarının yazarı gazeteci Ahmet Şık, 15 Temmuz darbe girişiminin perde arkasıyla ilgili değerlendirmelerini DW Türkçe ile paylaştı.
“MÜTTEFİKLER BİRBİRİNİ SATTI, DARBE FİYASKOYLA SONUÇLANDI”
Gazeteci Şık, 15 Temmuz darbe girişiminin Erdoğan karşıtlığı paydasında birleşen, içindeCemaat‘in de bulunduğu bir ittifakın işi olduğu, ancak müttefiklerin birbirini satması sonucu darbenin fiyaskoyla sonuçlandığı görüşünde. Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın parti devleti modelini hayata geçirmesinin önünde engel kalmadığını belirten Ahmet Şık, emniyet ve yargıdaki tasfiyelerin ardından yaşanan kadrolara yerleşme savaşının şimdi ordu içinde yaşanacağına dikkat çekiyor.
DW Türkçe: 15 Temmuz darbe girişiminin ardından çok sayıda soru işareti oluştu. Kaynaksız haberler, spekülasyonlar var. Hükümet bunun arkasında Gülen hareketinin bulunduğundan emin görünüyor, siz bu görüşü paylaşıyor musunuz?
“GÜLEN CEMAATİ BU İŞİN İÇİNDE”
Ahmet Şık: Şu an ortaya çıkan ve -doğruluğu kuşkulu olduğunu altını çizerek söylüyorum- bilgilere, dokümanlara bakarsak, evet Gülen Cemaati bu işin içinde. Ama şöyle bir şerh düşüyorum: Tek başına değil. Ben bir darbe ittifakının, ordu içerisinde bir darbeciler ittifakının olduğunu ama o ittifakın bu darbe gecesinin öncesinde ve devamındaki süreç boyunca birbirlerini sattıklarını, bir ihanet etme durumu olduğunu düşündüğüm için, başta Gülen Cemaati olmak üzere ve onlara eşlik eden bir grubun yalnız bırakıldığını düşünüyorum. Ortada bir darbeciler ittifakı vardı ve evet Gülen Cemaati o ittifakın içerisindeki beyin takımından birisi idi.
DW Türkçe: Peki ittifak içinde başka ne tür güçler olduğunu düşünüyorsunuz?
“BİR İTTİFAK VAR”
Ahmet Şık: O bileşenlerin kim olduğunu bilmiyorum ama gözaltına alınanlarla ilgili medyaya düşen bilgilere ve isimlere bakarak bu yorumu yapıyorum. İçlerinde katı Gülen Cemaati karşıtı olarak bilinen, ulusalcı nitelikler taşıyan ve daha önceki süreçte, Ergenekon-Balyoz sürecinde cemaatin mağduru olarak isimleri bilinen bazı insanlar da var. Eğer iddialar doğru ise bu darbe girişiminde bulunan bazı subaylardan bazı dokümanlar ele geçirilmiş.
“TALAT AYDEMİR ÖNDERLİĞİNDEKİ DARBE GİRİŞİMİ ŞEKLEN TEKRAR ETTİ”
Görevlendirilme listeleri var, kimin nerede görev yaptığı ve yapacağına dair bilgilendirme notları var. Oradan yola çıkarak bu gözaltıların yaşandığını düşünüyorum. Bu da aslında bize bir ittifak olduğunun kanıtı gibi duruyor şu anda… Bana sorarsanız darbe girişimi başarısız olduğu için ve çok sayıda insanı kapsadığı için içlerindeki birçok insanın itirafçı olduğunu ve bazı ifadeler verdiğini düşünüyorum. Ondan yola çıkarak bu gözaltı dalgaları büyüyerek gidiyor. Ben 1962 ve 1963’teki, Talat Aydemir önderliğindeki darbe girişiminin şeklen tekrar ettiğini düşünüyorum. Yani darbe için yola çıkıldı ama ittifak dağıldı.
“CUMA GÜNÜ ÖĞLEDEN SONRA HAREKETLİLİK TESPİT EDİLMİŞ”
Buna dair başka bir emare var mı derseniz, bence evet var. Gazetelere yansıyan bilgiye göre cuma günü öğleden sonra zaten hareketlilik tespit edilmiş. Hükümet, iddia eğer doğru ise saat 15.00 sıralarında bundan haberdar olmuş. Zaten 17.00-18.00 gibi de Hulusi Akar ve bazı kuvvet komutanlarının derdest edildiğini, rehin alındığını okuyoruz. Yani bu, beş-altı saat öncesinden birşeylerin tespit edildiği manasına geliyor.
“KOMPLO TERORİSİ OLABİLİR”
Ben tahmini birşey söylüyorum, bir komplo teorisi olabilir ama bu hükümetin bundan haberdar olduğundan, olayın başladığı ve devam ettiği sürece kadar darbe ittifakının bileşenlerinin bazı pazarlıklar yaptığını düşünüyorum ve bu pazarlıklar sonucunda o ittifakı dağıttıklarını ve bu darbe girişiminin başarısız olmasının en büyük nedeninin de bu olduğunu düşünüyorum.
DW Türkçe: Peki, Gülen Cemaati ile Kemalistler arasında bir ittifaktan bahsettiniz, en azından unsurları arasında…
“ERDOĞAN DÜŞMANLIĞI ORTAK PAYDA”
Ahmet Şık: Evet… Bu çok mümkün çünkü ortak paydaları şu: Katı bir AKP karşıtlığı ve katı bir Erdoğan düşmanlığı üzerinde bir ortak paydaları var. Kemalistler demeyelim ama Gülenci olanlar ve olmayanlar diye bir ayırım yapmak daha doğru. Ama olmayanların hangi siyasal anlayışa mensup olup olmadığına dair bir isim vermek çok doğru olmaz.
DW Türkçe: Hükümetin araya girmesinin ardından pazarlıklar yapıldığını ve Gülenci olmayan cephenin Gülenci cepheyi sattığını söylüyorsunuz…
Ahmet Şık: Aynen, yani böyle bir şeyin kuvvetle muhtemel olduğunu düşünüyorum.
DW Türkçe: Peki bu süreç nasıl gelişti sizce?
Ahmet Şık: Onu gerçekten bilemeyeceğim. Ama şeklen benim karşıma çıkan tablo bunu gösteriyor. Yani bir satış durumu olduğunu… ve zaten o satış durumu olmasaydı şu anTürkiye‘de fiili olarak darbenin gerçekleştiği bir günü yaşıyor olacaktık ama şu anki uygulamalara, var olan tabloya baktığımızda işin özeti resmen şu: Darbe engellendi ama cunta iktidarda! Yani şimdi böyle de bir süreç yaşıyoruz.
DW Türkçe: Siz ‘Apoletli faşizm ile sivil faşizmin taht savaşının tek kazananı faşizm oldu’ diye bir ifade kullanmıştınız…
Ahmet Şık: Elbette, elbette…
DW Türkçe: Bundan sonraki süreci nasıl görüyorsunuz? Şu an Erdoğan’ın elinin güçlendiği konusunda herkes hemfikir. Bu gücü nasıl kullanacak Erdoğan?
Ahmet Şık: 2 bin 500’ün üzerinde yargı mensubunun tasfiye edilmesi üzerinden ‘Vay efendim birdenbire nasıl tespit ettiler o isimleri?’ deniyor. Şimdi o isimler zaten önceden tespit edilmişti. Aylardır AKP medyası bunları yazıyor, çiziyordu zaten. Bu bütün yaptığı fişleme faaliyetleri ile, yargının içerisinde AKP‘li olan ya da AKP‘ye biat etmiş kişilerin verdiği bilgiler doğrultusunda bir tasfiye listesi hazırlanmıştı zaten. Hükümet fırsatçılık yaparak bunu hemen devreye soktu. O yargı mensupları bu darbe girişimi yaşanmasaydı da zaten tasfiye edilecekti ama o zaman çok tartışma konusu olacaktı… O listede, o yargı mensuplarının içerisinde solcu, sosyal demokrat kimliği ile bilinen bazı insanlar da var.
“İŞLER DAHA ÇOK KÖTÜYE GİDECEK”
Yani bu bize, darbenin engellenmiş olması demokrasinin iyileşeceği anlamına gelen bir sonuca yol açmadı açıkçası. Ve ben işlerin çok daha kötüye gideceğini düşünüyorum. Çünkü kafalarındaki model bu, girişim olsaydı da olmasaydı da Recep Tayyip Erdoğanönderliğinde bir parti devleti modeli idi ve bu darbe girişimi bu fırsatı altın tepside sundu bu iktidara.
“DEMOKRASİDEN SÖZ ETMEK MÜMKÜN DEĞİL”
Yani parti devleti modelinin hayata geçmemesi için hiçbir neden yok şu anda. Yani bir engel kalmadığını düşünüyorum. Buna karşı çıkan herkesin de çok kolay darbeci ilan edilip en hafifinden tutuklanacağı gibi bir süreç söz konusu. Yani böyle bir durumda demokrasiden söz etmemiz mümkün değil zaten. Karamsar olmamız için çok daha fazla nedenimiz var şu anda.
DW Türkçe: Ergenekon ve Balyoz süreçleri ile Türk Silahlı Kuvvetleri‘ndeki Atatürkçü kadroların tasfiyesi yaşandı, yerine Erdoğan’ın o dönemki müttefiki Gülen kadroları getirildi. Şimdi Gülen kadrolarının tasfiyesi ile boşalan yerlere kimlerin gelmesini bekleyebiliriz
“HÜKÜMET CEMAATLE MEYDAN MUHABERESİ YÜRÜTTÜ”
Ahmet Şık: İşte esas soru bence bu. Son birkaç yıldır Gülen Cemaati ile çok ciddi bir meydan muharebesi yürüttü hükümet. Emniyet ve yargı başta olmak üzere birçok alan boşaldı. Özellikle emniyet ve polis teşkilatında. Ve orada şu an bir savaş sonrası ganimet paylaşımı gibi Gülen Cemaati’nden doğan boşluğa kimlerin oturacağının kavgası yürüyor. Çok sayıda tarikat, cemaat ya da milliyetçi tandanslı, ya da hükümete yakın tandanslı insanların arasında ciddi bir blok savaşları gibi çıkar çatışmaları olduğuna tanık oluyoruz. Şimdi aynı şey ordu içinde olacak.
“15 TEMMUZ GECESİ ÜLKE DİREKTEN DÖNDÜ”
Artık kim gelecek bilmiyorum, çünkü oraya kim hakim onu da bilmiyoruz. Ama şunu söylemem mümkün: Bu başarısız darbe girişiminin en kazançlılarından birinin yine bizatihi ordunun kendisi olduğunu düşünüyorum. Çünkü bize şunu kanıtladı: Ben gerçekten 15 Temmuz gecesi bu ülkenin direkten döndüğünü düşünüyorum. O darbenin başarılı olmaması için tek şey vardı, gerekçe. Bu da ittifakın dağılmasıydı, bu oldu. Eğer ki o ittifak dağılmasaydı, hiç kimsenin kuşkusu olmasın o darbe gerçekleşmiş olacaktı ve önünde Türkiye siyasal tarihinin en büyük gücü gibi duran AKP dahil hiç kimsenin duramayacağı bir darbe olacaktı o.
“ORDU HÜKÜMETE MESAJ VERMİŞ OLDU”
Bu nedenle şunu söylemeye çalışıyorum, ordu içerisinde bütünlüklü yekpare bir darbe kalkışması olursa önünde kimse duramaz. Ordu bu mesajı hükümete vermiş oldu. Dolayısı ile devlet yönetmek anlamında, devlet politikası anlamında uyum içerisinde çalışmakta anlaşabilirler ise ordu yeniden hükümetin siyasi ortağı haline dönebilir.
DW Türkçe: Darbe tehlikesi atlatıldı diyebilir misiniz?
“HER ZAMAN MÜMKÜN”
Ahmet Şık: Hayır, hayır!.. Kesinlikle hayır, bu her zaman mümkün. Ama bunu Türkiyesiyasi tarihinden uzak tutan en önemli şey ordunun içerisindeki siyasal anlayışın yekpare olmaması. Bütünlüklü bir siyasal anlayış yok. Yani tek başına Erdoğan’la AKP düşmanlığı doğru bir siyasal bütünlük değil. Olmadığını zaten 15 Temmuz gecesi hepimiz gördük.
DW Türkçe: Peki son olarak, Gülen’in iadesi, Amerika Birleşik Devletleri ile önümüzdeki süreçte öne çıkan konu olacak gibi görünüyor. Gülen’in iadesi söz konusu olabilir mi?
“GÜLEN ABD‘DEN DEPORT EDİLECEK”
Ahmet Şık: Bilmiyorum, o tabii uluslararası denklemdeki rollerle ilintili birşey. Yani hukukla yürüyen birşey olmayacak. Amerika‘dan gelen açıklamalar, ‘bize inandırıcı, kesin kanıtlar sunun’ yönünde. O bile olsa ben Gülen’in iade edilmeyeceğini ama Amerika‘dan deport edileceğini düşünüyorum. Başka bir ülkeye. Yani kendi başındaki belayı hemTürkiye hükümeti ile çok ters düşmeden, hem de Gülen Cemaati kadroları ile ters düşmeden…
“OLASILIK ARTIK BİTTİ”
Çünkü şu aşamaya kadar Gülen Cemaati her zaman olası hükümet ittifaklarının ortağı olabilecek bir pozisyondaydı ama 15 Temmuz sonucu o olasılığın artık ortadan kalktığını düşünüyorum. Ama yine de bunu yapmayacağını, ancak deport etme yöntemine başvurabileceğini düşünüyorum.
==============================================
Dostlar,
Usta ve yürekli araştırmacı gazeteci – yazar Sayın Ahmet ŞIK, sorunu tüm gerçekçiliği ve çıplaklığı ile ve yüreklilikle ortaya koymuş.. Ekleyecek fazlaca birşey yok, ancak yinelenmesinde yarar olan 2 olgu var sanırız :
Çare??
– Türkiye’nin hızla dinci – gerici iktidarlardan kurtularak
– Cumhuriyet’in kurucu ayarlarına dönmesi gerek..
Herkes artık aklını başına almalıdır!
RTE aynı RTE…
Gezi öncesindeki gibi ayrıştırıcı, ötekileştirici ve dayatmacı ne yazık ki..
Taksim’de Topçu Kışlası’nın “.. isteseler de istemeseler de yapılacağını..” dün (19.07.2016) gece yarısı Üsküdar Kısıklı’daki evinin önünde toplanan AKP müritlerine muştuladı..
Taksim’e camisinin de.. Opera binası ise “rüşveti” (!) galiba ..
8 yıldır kasten harabeye dönüştürülen ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ her şeye tanık,,
Dile gelebilse??
Artık ne hesapladı ise Erdoğan, repliklerini bırak(a)mıyor??
Huylu huyundan vazgeçmiyor..
Ancak bu takıntı kesin olarak son derece patolojik ve son derece de sakıncalı, tehlikeli..
Allah ıslah etsin..
Sevgi ve saygı ile.
20 Temmuz 2016, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Suudi Arabistan, Katar ve başka ülkelerin Türkiye’deki darbe girişiminin gerçekleşmesinden yana durduğunu iddia etti.
Zarif aralarında Suudi Arabistan ve Katar’ın da olduğu bazı ülkelerin Türkiye’deki darbe girişiminin başarılı olmasını istediklerini öne sürdü!
(http://www.yurtgazetesi.com.tr/dunya/iran-dan-darbe-iddiasi-arkasinda-o-ulkeler-var-h114989.html, 19.07.2016)
Vatan kültürdür bir anlamda… Yozlaşması durumunda vatanın tehlikeye girdiği görülmüştür. Ulusallığı faşizm diye algılayanlar ve de öyle algılatanlar, kendi kültürlerinin yerine yabancı kültürlerin hayranıdırlar. Kimisi Arap’ın kimisi Alman’ın kimisi de Amerika’nın peşindedirler. Kendinci olamazlar. Uydu fikirlerle, elin kötüsünü kendi iyisine tercih edince toplum rayından çıkar. Bunu önlemek için
Atatürk, ”Cumhuriyetin temeli kültürdür demiştir.
Batı uygarlığının doğrularını almayıp rezaletlerini ülkeye taşıyanların yanında Doğu’nun hurafeleriyle yanlışlarını empoze edenler her darbeden sonra başarılarını kutlamışlardır.
Bu nedenledir ki, sebep yalnızca ekonomi değildir. Ülkemizin yakın tarihine baktığımızda 1930’ların 1940’ların 1950’lerin Türkiye’sinde yoksulluk bugünlerden daha az değildi.
Prof. Esmer’in araştırmasında ‘‘İşe alımda kadından önce erkeğin hakkı vardır” diyenlerin oranı %70, ”Kocasının sözünden çıkmamalıdır” diyenlerin oranı &65, ”Kadının plajda mayoyla dolaşması günahtır” diyenlerin oranı %60 ve ”Bazı kadınların kocalarından dayak yemesi doğrudur” diyenlerin %40’tır. İki yüz yıl önce başladığımız modernleşme mücadelemiz bugün araştırmadaki noktaya gelmiştir. Dehşete düşmemek mümkün değildir.
=========================================
Dostlar,
Anlı şanlı 15 Temmuz 2016 darbe girişimi gündeme lök gibi oturmuşken / oturtulmuşken,
biz bu olaydan 2 gün önce yazılan bir makaleyi sitemize aldık. Üstelik de çok medyatik olmayan ağırbaşlı bir yazarın makalesi. YURT Gazetesi’nin saygıdeğer yazarlarından
Sn. Süleyman KILIÇ’ın köşe yazısını..
Neden??
“15 Temmuz” öncesine, onu hazırlayan ortam ve koşullara dikkat çekmek için..
Sayın Kılıç’ın bu değerli yazısında yer alan saptamaları ve uyarıları değil midir ki;
ülkemizin bataklık ortamını hazırlamış, insanımızı deyimi yerinde ise tam anlamıyla “çürütümüş” ve yozlaştırmıştır..
1950’lerden beri tarikat ve cemaatlar, sağ iktidarların kucağında beslenip büyütülmüşlerdir.
Darbe girişiminden sorumlu tutulan dinci – gerici FETÖ cemmat yapılanması, özellikle
son 14 yılda AKP şemsiyesi altında olabildiğince korunup kollanmıştır. Dahası, iktidara
ortak edilmişlerdir. Erdoğan, 17/25 Aralık 2013’te Cemaatın kendisini ve AKP’yi tasfiye ederek iktidara tek başına el koymak istediğinde, oyun, sanırız dış güdümlü olarak bozulmuştur.
O günlerde Erdoğan,
– “Ne istediler de vermedik?”
diye kamuoyu önünde Cemaat’e serzenişte (!) bulunmuştur. Daha da açık ederek 18 üniversiteyi kendilerine verdiklerini açıklamıştır! Şu haberi arşivlerden çekip anımsayalım :
*****
*****
Dolayısıyla, 15 Temmuz darbe girişiminin faturasının son 60 yılın zaman bakımından oransal olarak en azından 1/4’ü AKP – RTE’nin sorumluluğundadır. Ancak geçmiş hiçbir iktidar döneminde bu cemaata destek düzey olarak AKP – RTE’nin desteğine ulaşmamıştır! Şimdi suret-i haktan geçinmeye çalışmak, mağduru oynamak yüz kızartıcı, mide bulandırıcıdır.
Saptanabildiği kadarıyla 240 masum insanımız telef olmuştur (darbecilerden ölenler dışında).
PKK ile savaşımın başlatıldığı 24 Temmuz 2015’ten bu yana 600’e varan şehidimiz vardır.
AKP’nin de beslediği IŞİD saldırıları ile yüzlerce insanımız yaşamdan koparılmıştır.
14 yıla varan AKP yönetiminde yüzlerce faili meçhul cinayet vardır..
Ülkemizde hiçbir iktidar döneminde bunca çok insanımız ölmemiştir.
Özellike Milli Eğitimde gençleri dincileştirici batak eğitim belirleyicidir.
O tarikat – cemaat senin, bu tarikat – cemaat benim.. sefil politikasının ürünüdür 15 Temmuz.
Oysa insanımızı insanlaştıran laik – bilimsel – sorgulayıcı – kamusal – karma – uygulamalı
çağdaş eğitim progrmları izlenseydi bu bataklık ortamı oluşabilir miydi?
Yineleyelim, Büyük ATATÜRK‘ün en önemli sözlerindendir :
– En gerçek tarikat (yol) UYGARLIK yoludur..
*****
Nedense bize her şey şu örnekleri anımsatıyor :
– 1933; Almanya’da Hitler’in Alman Parlamentosu Reichstag’ı yaktırması ve ertesi sabah büyük gözaltı ile ne denli karşıtı varsa derdest etmesi..
– 1955, 6-7 Eylül tezgahında Menderes ve DP’nin İstanbul’daki Rum azınlığa kanlı tezgahı..
– 12 Mart 1971 öncesinde Marmara araba vapurunun batırılması ve olayın solculara yıkılması..
– 12 Mart 1971 darbesini yapan dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç’ın “Sosyal gelişmeler ekonomik gelişmenin önüne geçti.. Bu 1961 anayasası ülkeye bol geliyor..” deyişini ve dünyaya örnek 1961 Anayasası’nın 35 maddesinin sıkıyönetim altında değiştirilerek bu Anayasanın iğdişleştirilmesini..
– 12 Mart 1971 darbesinde yapılan, binlerce insanı içeren Balyoz Harekatı ve BÜYÜK GÖZALTI‘nı… Ki merhum Çetin Altan bu sorunu bir kitabına konu etmişti..
– 12 Mart’ın Anayasa hukuku profesörü Nihat Erim’in “Makable şamil kanun çıkaracağız..” sözü ile hukuk biliminin evrensel ilkelerini ve kendi hukukçu kişiliğini ayaklar altına atışını..
– 12 Mart döneminde yüzlerce Kemalist subayın tasfiye edilişini..
– 12 Eylül 1980’e koşar adım sürüklenişimizi ve darbe lideri Kenan Evren’in koşulların olgunlaşmasını beklediklerini itiraf eden tüyler ürpertici sözlerini..
– 12 Eylülcülerin 50’yi aşkın insanı idam edişini (17 yaşındaki Erdal Eren’in yaşını büyütüp, bekletip asmalarını!); Kenan Evren’in “Asmayıp da besleyelim mi?” kepazeliğini..
– 12 Eylül döneminde yüzlerce Kemalist subayın bir kez daha tasfiye edilişini..
……
Bu arada geçelim siyasal demokrasiyi, ekonomik demokrasinin de ülkeye uğratılmamasını, hızla artırılan nüfusun işsiz- yoksul – eğitimsiz -konutsuz – yurtsuz – burssuz… bırakılarak dinci siyasetin kölesi kılınmasını…
…..
Saymakla biter mi??
Artık herkesin aklını başına alması gerek..
Yaşı bizim gibi 60’ı geçenler kaaaç “darbe” geçirdiler..
Deyim yerinde ise artık “darbekeş” olduk, kolay kolay zoka yutacak halimiz kalmadı..
Özetle;
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
Sayın Kılıç’ın sitemiz manşetinde yer verdiğimiz
“Aklımızı başımıza alalım” başlıklı yazısının da mutlaka okunmasını öneriyoruz..
(word : AKLIMIZI_BASIMIZA_ALALIM)
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in,
“Erdoğan yurtseverler tarafından ele geçirildi” sözleri dünya basınında geniş yankı buldu…
Mehmet FARAÇ
AYDINLIK, 14 Temmuz 2016
(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
Bu çıkış New York Times ve Frankfurter Allgemeine gibi önemli yayın organlarında da yer alınca, bizim iktidara yağ çekmekten bitap düşen Türk basınında ancak tepki uyandırabildi…
Malum bizim basın, ciddi söylemleri ve olayları ancak yabancıların tezgahı ya da süzgecinden geçince vaka haline getirebiliyor… Gazetecilik zekaları teslim alındığı için haberciliğe duyarlı muhabir gibi de düşünemiyorlar çünkü!..
Gelelim bizim matbuatın ancak ecnebiler görünce uyanabildiği müthiş “ele geçirilme” meselesine.
Duyarlı kesimler farkındadır; Erdoğan’ın bir merkez ya da grup tarafından “ele geçirildi”ği tartışmaları hiç de yeni değil… Bu konuda ilginç rivayetler ve gazete arşivlerinde sarsıcı öngörüler de vardır…
Meraklılar, Aydınlık dergisinin 20 Ekim 1996 tarihli sayısının kapağında yer alan
“Abramowitz Tayyib’i Erbakan’ın yerine hazırlıyor” başlıklı o çok önemli habere bakabilirler… Ve de derin bağlantılı Morton Abramowitz’in “CIA” istasyon Şefi Graham Fuller’e kadar uzanan ilişkilerine!!!
Öngörenler ve saptamalar!..
Erdoğan 1996’da birilerini mi ele geçirdi, O’nu mu ele geçirdiler, yoksa karşılıklı çıkarlar doğrultusunda bir “gelecek” ilişkisi mi kuruldu, şimdilik pek bilinmiyor!..
Ancak ABD’nin o gizemli desteği olmadan, Erdoğan’ın henüz 3 ay önce kurulmuş bir partiyle devletin tepesine oturamayacağını da herkes biliyor…
Diğer yandan bu “ele geçirilme” ilişkisinin perde gerisini biraz olsun çözebilmek için Erdoğan’ın “BOP eşbaşkanlı”ğını kabul ettiği konuşmalarına bakmak da zaten yeterli geliyor!..
Bu saptama habercilikte yalnızca öngörüyü değil, tutarlı ve ciddi olmayı da unutanlara bir gazetecilik ve aynı zamanda siyaset dersidir…
Gelelim Perinçek’in geçen haftaki ilginç çıkışıyla gündeme gelen “ele geçirilme” meselesine… Vatan Partisi lideri “ele geçirilme” tartışmaları dünya basınında yankı bulunca konuyu gündemde tutmaya devam etti… Tutmalı bence… Çünkü herkesin aklına şu da geliyordur;
Mecburiyet rotası!..
Perinçek’in, şaşırtıcı öngörülere dayandırdığı konuşmalarını yaparken ya da Aydınlık’ta yazarken lafını hiç esirgemediği herkesin malumu… O yüzden Perinçek’in,
“Erdoğan yurtseverler tarafından ele geçirildi” sözleriyle 4 gün önceki
“Tayyip Erdoğan Kemalizm’e teslim oldu” şeklindeki yazısını analiz etmeye çalışırken
rotasını kaybedenler şu sorulara da yanıt hazırlasınlar;
– Ne yapacaktı ki Erdoğan?.. Kol kola yürüdüğü Fethullahçıların dümen suyunda,
devletin tamamen ele geçirilmesini ve kendisinin de bir köşeye atılmasını mı izleyecekti?..
Bir ucu okyanus ötesinde olan bir dinci yapılanmanın kendisini de yutup yok etmesine
sessiz mi kalacaktı?..
Yoksa Erdoğan gerici, bölücü, ikinci ve kinci cumhuriyetçi zirzoplarla, sahte solcular, cemaatçi yoldaşları rahatlıkla ilerlesin diye, dinleme-kumpas-çete üçgeninde cumhuriyetin medyasından bürokrasisine, yargısından ordusuna kadar kuşatılmasını mı destekleyecekti?..
Bitmedi… Ne olacaktı Erdoğan’a?.. “Açılım” tuzağının kanlı girdabında yuvarlanarak
ülkenin “özyönetim- federasyon” hattında iç savaşa sürüklenmesi sırasında koltuğunda rahatlıkla oturabilecek miydi, partisi ayakta kalabilecek miydi?..
Kimse kendini sakın ola kandırmasın;
Erdoğan da AKP’liler de istedikleri kadar “ikinci” cumhuriyet, “yeni cumhuriyet”, hilafetçilik ya da Kemalizm’den rövanş alma rüyası görüversinler…
Dayanacakları ve teslim olacakları güç ve ruh, ülkeyi mahveden cemaatçilik-bölücülük çarkı değil, Cumhuriyeti kuran inanç olacaktır…
====================================
Dostlar,
Son derece ufuk açıcı bir yazıdır, dikkatle okunmasında ve üzerinde düşünülmesinde
çok yarar var. Sayın Faraç’a teşekkür ederiz. Yazının tarihine dikkat; 15 Temmuz darbe girişiminin 1 gün öncesindedir. Erdoğan, “Ulusa” iyice teslim olmuş görünmektedir.
15/16 Temmuz (2016) gecesi sabahın ilk saatlerinde yaşamının kumarını oynayarak yandaşları başta olmak üzere halkı sokaklara çağırmıştır. Erdoğan’ın çekebileceği en son silah buydu ve çaresiz kalarak kullandı. Önce “ümmet..” benzeri laflarla gene saçma çağrışımlara neden oldu ancak daha sonra hatasını fark ederek bu sözü kullanmadan “millet” demeye başladı..
TBMM’de 4 parti de çekincesiz, ortak bildiriye imza koydular.
Bunlar, bu tablonun başlıca sorumlusu da sorunlusu da olan AKP – RTE’ye gül hatırları için verilen destekler değildir. Ülkemizin gül hatırına sorumluluk bilincinin ürünüdür.
AKP – RTE bu çok değerli desteğe yaraşır davranmalıdır.
Her şeyden önce Erdoğan’ın bundan böyle Ulusu ayrıştırıcı hiçbir söylemi ve eylemi olmamalıdır. “Bunlaaaarrr….” diye başlayan sorumsuz tümceler çok utandırıcıdır ve
ülkeye hiçbir yararı olmadığı gibi; Erdoğan başta, hepimize ölçüsüz zarar vermektedir.
Çare ;
Anayasa’nın başlangıç bölümünde ve özellikle ilk 3 maddede yer alan temel nitelikleri üzerinde tüm tartışmaları derhal kapatarak onlara sarılmak ve ulusal birliği onarmaya çalışmaktır.
Atalar, “Her şeyde bir hayır vardır..” buyurmuşlar. Dileriz bu 15 Temmuz faciası gereken dersleri verir. 1950’den bu yana gerici – sağcı iktidarların besleyip büyüttükleri Nurcular, ABD’nin emrine girerek ülkemize ve halkımıza yabancılaştırılmışlardır.
Halen RTE öncülüğünde Nakşiler iktidardadır. Türkiye ne yazık ki, 2 dinci tarikat arasında
kolan vurmaktadır İsmet İnönü‘nün iktidarı seçimle bıraktığı 14 Mayıs 1950’den bu yana..
En gerçek tarikat, büyük Atatürk’ten öğrendiğimize göre “UYGARLIK TARİKATIDIR”.
AKP – Erdoğan, Milli Eğitim’i ve ulusal politikaları bu rotaya çevirmek zorundadır.
Dikkaten mutlaka kaçmamıştır :
Türkiye, her durumda “HUKUK DEVLETİ” olmaktan asla ayrılmadan, Atlantik ötesi patentli – dinci gerici maşa FETÖ örgütü üzerinden sergilenen bu saldırıyı defetmeyi başarmalıdır. Halkımız asla kışkırtılmadan, Ordumuz – Mehmedimiz asla incitilmeden,
yargımız – polisimiz asla sağduyudan ayrılmadan..
Askerimize zulmedenler ve bunu emredenler de hemen engellenip yargılanarak…
Sevgi ve saygı ile.
18 Temmuz 2016, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com
Zeki Sarıhan
15 Temmuz 2016 gecesi başlayan ve altı saat sürmeden teslim olan son darbe girişimi aşağıdaki hususları düşündürüyor :
– Kürt Sorunu,
– Siyasi İslam’ın yükselişi ve
– Parlamenter rejimden başkanlık sistemine geçiş
çabaları nedeniyle siyasal bir karmaşa yaşıyor.
Türkiye iyi yönetilmiyor.
Bu koşullar sürdüğü müddetçe 15 Temmuz darbe girişimi gibi hareketlerle karşılaşabiliriz. Ancak bunların daha iyi bir yönetim getireceği kuşkuludur.
Tek çözüm yolu halkın demokratik iradesinin iktidar olmasıdır.
(16 Temmuz 2016)
Dr. Ali Nejat ÖLÇEN
82 yaşında Başbakan İsmet İnönü, Yeni Meclisin Senato bölümündeki Devlet Planlama Teşkilatına Opel marka bir arabayla gelir ve çoğu zaman evine yürüyerek giderdi.
Süleyman Demirel, Güniz sokaktaki evinden Devlet Planlama Teşkilatı’na yürüyerek gelirdi,
genç yaşta başbakan olduğunda.
AKP iktidarında şimdi başbakan olan kişi (AS: BinaliYıldırım) İzmir’e 2000’in üzerinde polisle gidiyor ve kentin trafiği altüst oluyor. Cumhurbaşkanı olmadan önce R.T. Erdoğan da
başbakan iken 4000’in üzerinde polisler giderdi bundan az nüfuslu bir ilçeye.
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Çankaya’dan ayrıldığını sonradan öğrenirler. araştırma sonucunda Ankara’nın Bağlum’una yakın bir yerinde O’nu bağdaş kurmuş biçimde bulurlar. Bunu e-mail iletimde, adını söylersem beyaz kâğıdım kirlenecek, (yalnızca e-mail adresi gtiecer@aol.com’dur) bu haberimin kendine özgü çirkinliğiyle uydurma olduğunu söyleyebilmişti.
Mustafa Kemal Atatürk’e ilişkin kanıt ve belge ileri sürmeden Devrimlerini küçümsemeyi, yadsımayı görev kabul ettiği içindir ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün o köyde tek başına,
bir ağaca sırtı dayalı bağdaş kurmuş fotoğrafını yayınlıyorum:
Adını anmadığım kişi (gtiecer@aol.com),
“Bu çeşit Atatürk hikayelerinin uydurma olduğunu
ileri sürdüğünü yazacak kadar dengesiz ve art niyetli olduğu anlaşılan 27.29.6.2016 günlü iletisinden
acaba utanç duyacak mıdır, sanmıyorum.
Ne Almanya’da Hitler’e, ne İtalya’da Mussoloni’ye
ve İspanya’da Francisco Franco’ya karşı olanlar, ülkemizdeki gericiler kadar nankör ve hain değildirler.
Böyle biline çare buluna.
Dr. Ölçen
Rifat Serdaroğlu
16 Temmuz 2016
Siz hiç darbeye doğrudan muhatap oldunuz mu?
Ben oldum. Hem de tam tamına iki kere!
27 Mayıs 1960 darbesinde (AS: Bize göre sonuçları bakımından Devrimdir), sabahın köründe evimizi subaylar bastı. Demokrat Parti Milletvekili olan rahmetli babamı alıp götürdüler. Babamızın arkasından bakakalmıştık. Alpaslan Türkeş’in sesi ile darbe yapıldığı açıklanmıştı.
12 Eylül 1980 darbesinde Bergama Belediye Başkanı idim. Bu kez alıp götürülme sırası bana gelmişti! Ailem arkamdan bakakalmıştı! Kenan Evren darbe yaptığını kendisi açıklamıştı.
Dün bir darbe girişimi daha yaşadık! Tutuklanan 1 tane siyasetçi yoktu. Ordu’nun yönetime
el koyduğunu TRT’den bir kadın spiker açıkladı! Darbeye kalkışanlar ortalıkta yoktu!
Emir alan zavallı askerler sadece Boğaz köprülerini tutmuşlardı, o da bir yönünü!
Erdoğan, cep telefonundan Türk Milletini meydanlara çağırdı.
– “Gelin, evinizden çıkın meydanlara gelin. Demokrasimizi koruyun..”
diye çağrı yaptı! Eşzamanlı olarak, ülkedeki camilerin çoğundan meydanlara çıkın çağrısı yapıldı! Çoğu sakallı-fesli-şalvarlı tipler, dillerinde “Allahuekber” ve “İdam isteriz” diye,
emir almış zavallı askerlerin üzerine saldırdılar ve acımadan bir askerin kafasını kestiler…
(AS: Bu vahşetin sorumlusu, halkı sorumsuzca, uyarmadan sokağa döken Erdoğan’dır!)
Ne darbeydi ama! Sanki bir tiyatro oynanıyordu!
Hatırlar mısınız? Dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Genelkurmay 2. Başkanı ve MİT Müsteşarı, Dışişleri binasında yaptıkları toplantıda
Hakan Fidan şöyle diyordu;
“Bu işi bana bırakın, adamlarıma söyleyeyim, üç-beş füze salladık mı, hooop Suriye’deyiz.” demişti. Bu kafadaki adamlardan çakma darbe beklenemez mi?
Devleti yönetenler, Anayasa’dan – Yasalardan saparlarsa T.C. Devleti bir hukuk devleti olmaktan çıkar ve bir çadır devletine dönüşür. Şimdi olduğu gibi…
Gerçekler :
-Eğer Erdoğan ve AKP demokratsa, ben de astronotum. Anayasayı tanımayan, hukuk devletini yok eden, yargı ile sürekli oynayarak Bağımsız Yargıyı yok eden adam, demokrat olamaz.
Bu yüzden, “Biz Erdoğan’ı değil, demokrasiyi savunuyoruz” masalını kimse kullanmasın.
17/25 Hırsızlık-Yolsuzluk-Rüşvet olaylarını da kimse Cemaatin üzerine atmasın.
Evdeki paraları oraya saklayan Cemaat mi idi?
-Eğer Erdoğan’ın dediği gibi bu darbe girişimi “Paralel” denilen Cemaatin işi ise, en az onlar kadar Cemaati devletin kozmik odasına ve en hassas birimlerine sokan Erdoğan da sorumludur.
-Eğer darbeci subaylar, söylendiği gibi Cemaatçi iseler, şimdiki ve bir önceki
Genelkurmay Başkanları, bu örgütlenmeye göz yumdukları için kesin olarak suçludurlar.
-Altını tutamayan, kendi emrindeki askerler tarafından esir alınan bir adamdan
değil Genelkurmay Başkanı, kır bekçisi bile olmaz.
-Türk Milleti evlâtlarını, “Vatani Görevlerini” yapsınlar diye askere gönderiyor,
kafaları yobazlar tarafından kesilsin diye değil.
(AS: İsyanımızı ifadeye sözcük bulamıyoruz.. Bu vahşet, 23 Aralık 1930’dan sonra
adeta 2. Kubilay olayıdır!)
Bu çirkin olay sebebiyle ölen, yaralanan tüm vatandaşlarımızdan ve devlet görevlilerinden Cumhurbaşkanı – Başbakan –
-T.C. Devletini ve Türk Milletini yönetenler, hem siyasiler hem de resmi-sivil bürokratlar
sizlere soruyorum;
– Sizin istihbaratınız yok mu? Eğer böyle bir olayı bile önceden haber alamıyor ve
olayı başlamadan bastıramıyorsanız, sizin o koltuklarda ne işiniz var?
Değerli Okurlar;
Türkiye şu an demokratik bir ülke değil!
Sağlıklı ve doğru haber alabilmek de mümkün değil.
Deneyimlerimize ve yaşadıklarımıza dayanarak bunları yazıyoruz.
Olay daha netleştikçe, yazmaya devam ederiz. Ama daha önce yazdığım ve hala inandığım
bir gerçeği sizlerle paylaşmak isterim;
-Bundan böyle kimse Türkiye’de hür-eşit-dürüst-şeffaf bir seçim beklemesin.
-T.C. Devleti dış destekli iç hainler tarafından adım-adım
“Federe İslam Devletine” götürülüyor…
Sağlık ve başarı dileklerimle.
Ülkemizde kardeş kanı aktı ve tüm dünyaya rezil olduk. Bunun, hiç şüphe yok ki başat sorumluluğu, İktidar’a aittir. Türkiye AKP İktidarlarının uygulamalarıyla, adım adım
bu noktaya getirildi.
Değerli Meslektaşımız,
(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)
Uzun yıllardır hekimlerin emekliliğe yansıyan temel ücretlerinde bir iyileştirme yapılmamış; ağır çalışma koşulları, uzun ve zorlu eğitim süreleri de düşünüldüğünde hak ettiklerinin çok çok altında ücretler alır hale gelmişlerdir. Sağlıkta dönüşüm programının ana unsurlarından olan performans sistemiyle birlikte güvencesiz ve adaletsiz ücretlendirmeye mahkum edilmişlerdir. Öyle ki; performansa dayalı ek ödeme sistemi ile hastalandıklarında rapor almaktan ya da çoğu zaman aşırı hale gelen iş yüklerine rağmen dinlenme haklarını yani yıllık izinlerini kullanmaktan korkar olmuşlardır.
Performansa dayalı ek ödeme sistemiyle elde ettikleri gelirler hekimlerin ana geçim kaynağını oluşturmakta ve bu gelir en temel insani durumlarda; rapor ve yasal yıllık izin kullanımında tama yakın kesintiye uğramaktadır.
Yani hekimlerin çalıştıkları dönemde aldıkları ücretler bir illüzyondan ibarettir.
Emekliliklerinde ise bu illüzyon da ortadan kaybolmaktadır..
Yıllardır haykırıyoruz. Performansa dayalı güvencesiz ek ödeme sistemini reddediyoruz. Hekimlere, tüm sağlık çalışanlarına insanca yaşayabilecekleri, güvenceli ve emekliliklerine yansıyacak bir ücret politikası yürütülmesini talep ediyoruz.
2016 yılında Ankara Tabip Odası olarak yapmış olduğumuz ‘Emekli Hekim Anketi’ bu konudaki tüm gerçekleri gözler önüne seriyor.
Bu ankete göre;
Hekimlerin %91’i emekli olmaya hak kazandıktan sonra hekimlik yapmaya devam ediyor. Yani emekli olamıyor.
Emekli hekimlerin %80’i hali hazırda çalışıyor.
%14’ünün emekli maaşı 1000 ila 2000 lira arasında, %66’sının emekli maaşı ise 2000 ila 3000 lira arasında değişiyor.
Haziran 2016 itibarıyla bu ülkede açlık sınırı 1350 lira, yoksulluk sınırı ise 4398 lira olarak açıklandı.
Yani emekli hekimlerin % 80’i yoksulluk sınırının çok altında, bunların da %14’ü açlık sınırında emekli maaşlarına mahkum ediliyor.
Hekimlerin %48’i emekli olduktan sonra geçim sıkıntısı çektiğini itiraf ediyor.
%96’sı emekli hekim aylıklarının insanca yaşama standartlarını karşılamadığını, %95’i bu gelirin kendisi ve ailesini geçindirmek için yeterli olmadığını söylüyor.
%95’i ise sağlık personelinin maaşındaki döner sermaye ek ödemelerinin emeklilikte yansıtılmaması nedeniyle emekli hekim aylıklarında ciddi bir düşüş yaşandığını biliyorum diyor.
%96’sı emekli hekim aylıklarındaki düşüşün yaşanmaması için hekimlerin çalışırken aldığı gerçek maaşlarının katsayısında artış yapılması gerektiğini ifade ediyor.
%97’si ise hekimlik mesleğinin itibar kaybına uğradığını düşünüyor.
%91’i geleceğe umutla bakmıyor.
Emekli hekimlerin %93’ü ise ‘Sağlıkta Dönüşüm Projesinin ve mevcut sağlık politikalarının emekli hekimlerin ekonomik durumunda iyileşmeye yol açtığını düşünüyor musunuz’ sorusuna hayır şeklinde yanıt veriyor.
Sağlık Bakanlığının bir mucize olarak sunduğu her derde deva Sağlıkta Dönüşüm Projesi sağlık sistemini piyasa şartlarına, hastaları niteliksiz sağlık hizmetine mecbur ederken hekimlere de iyi gelmiyor. Emeklilik yaşını 67 yaşına çıkarmayı hekimlere bir lütufmuşçasına sunabilen başbakan anlaşılması güç bir şekilde hekimin ve kurumun da onayı ile bu yaşın 72’ye kadar çıkabileceğini adeta müjdeliyor. Bu sistemde hekimler güvencesiz ücretlendirme ve itibarsızlaştırma politikalarıyla yüz yüze ağır koşullarda çalışıyor, karşılığında emekli dahi olamıyor, neredeyse ölene kadar çalışmak durumunda kalıyor.
Türk Tabipler Birliği tarafından geçtiğimiz yıllarda hekimlerin özlük hakları ve emekli ücretleri ile ilgili kanun tasarısı önerileri defalarca hazırlanmıştır.
Son beş yıla bakarsak 2011 yılında göstergeler ve katsayılar üzerinden teklif edilen iyileştirmelerle hekim ücretlerindeki artış taleplerini içeren yasa teklifi Sağlık Bakanlığı ve TBMM ilgili komisyonlarına iletilmiştir.
Ocak 2015 de diğer sağlık meslek örgütleri ile birlikte TTB tarafından ’sağlık çalışanlarının fiili hizmet süresi zammı’ talepleriyle ilgili yasa teklifi hazırlanmış Sağlık Bakanlığı ve kamuoyuna sunulmuştur.
En son bu yıl içerisinde Mart 2016’da TTB tarafından hazırlanan yasa teklifi ile 657 sayılı devlet memurları kanunun ekinde yer alan IV sayılı makam tazminatı cetvelinde çok sayıda kamu personeli için makam tazminatı öngörüldüğü, bu cetvele bir satır ilave edilerek tabip ve uzman tabiplerin bu haktan yararlandırılması yönünde talepte bulunulmuştur. Taslakta ayrıca makam tazminatı ve buna bağlı olarak temsil veya görev tazminatı tutarının hekimlerin almakta oldukları emeklilik aylıklarına ilave edilmesi istenmiştir.
Hekim ve emekli hekim gelirleri ile ilgili TTB’nin defalarca hazırlamış olduğu yasa tekliflerinin ciddiye alınmasını, mevcut ve bir önceki sağlık bakanları tarafından konuyla ilgili olarak geçmiş yıllarda özellikle 14 Mart Tıp Bayramları öncesinde adeta çocuk kandırır gibi verilen sözlerin tutulmasını, hekimlere ve tüm sağlık emekçilerine insanca yaşayabilecekleri, emekliliklerine yansıyacak güvenceli ücretlendirme politikalarının uygulanmasını talep ediyoruz.
Bilgilerinize sunarız.
Saygılarımızla. 15.06.2016
Ankara Tabip Odası
===============================
Değerli dostlarımız ve Meslektaşlarımız,
Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası’nın bu çalışmasını önemsiyoruz.
Artık sonuç alınması gerekiyor. Hekimler yıllardır haykırıyor ama AKP kulak tıkıyor.
Erişkesi (linki) verilen anket formunun incelenmesi, çarpıcı verileri görmek bakımından önemlidir.
Bir tıp profesörünün bir albaydan, bir genel müdürden daha az aylık alması düşünülebilir mi?
Önceleri böyle bir sorun yoktu ama zaman içinde oldu..
YÖK’ün de soruna sahip çıkması gerek. Öğretim üyeliği mesleği saygın ve çekici olmalı.
Örn. Profesörler havaalanı vb. yerlerde neden VIP statüsünde değil?
Siyasal kayırmalarla bu tür üst görevlere atanan badem bıyıklılar ve başı bohçalılar 3 gün sonra VİP oluyor, biz 20 yılı geçen profesörlüğümüzle, ak saçlarımızla kemerimize, ayakkabımıza dek çıkarmak zorunda bırakılıyoruz.. Hele hele son zamanlarda güvenlik önlemlerinin çoook artırılması ile..
Sevgi ve saygı ile.
15 Temmuz 2016, Ankara
Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com