Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

Darbeciler Birbirini Sattı; Darbe Tehlikesi Daha Atlatılamadı

Darbeciler Birbirini Sattı; 
Darbe Tehlikesi Daha Atlatılamadı

“DARBE ENGELLENDİ
AMA CUNTA İKTİDARDA”

İran’dan darbe iddiası: Arkasında o ülkeler var!

İran’dan darbe iddiası:
Arkasında o ülkeler var!

İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Suudi Arabistan, Katar ve başka ülkelerin Türkiye’deki darbe girişiminin gerçekleşmesinden yana durduğunu iddia etti.

İran'dan darbe iddiası: Arkasında o ülkeler var

Zarif aralarında Suudi Arabistan ve Katar’ın da olduğu bazı ülkelerin Türkiye’deki darbe girişiminin başarılı olmasını istediklerini öne sürdü!

Fars haber ajansının iddiasına göre, Zarif kapalı bir parlamanto oturumunda yaptığı konuşmada,
“Suudi Arabistan ve Katar’ın da aralarında bulunduğu bazı ülkeler Türkiye’deki
darbe girişimi gerçekleşirken bundan rahatsızlık duymadılar.
Bunun üzerine düşünülmesi gerekirç”
dedi.
İran Dışişleri Bakanı Zarif ayrıca, “Suudilerin Türkiye’deki olaylar karşısındaki duruşuna bakıldığında Suudi Arabistan’ın darbeye dahil olmasının güçlü bir ihtimal olduğu” iddiasında bulundu.
Zarif, İran’ın ilke olarak dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun darbeye karşı olduğunu söyledi ve yaşananlardan dolayı duyduğu üzüntüyü bildirdi.

(http://www.yurtgazetesi.com.tr/dunya/iran-dan-darbe-iddiasi-arkasinda-o-ulkeler-var-h114989.html, 19.07.2016)

Hacıbektaş-ı Veli öğretisi ve toplumsal çözülme

Hacıbektaş-ı Veli öğretisi ve
toplumsal çözülme

portresi
Süleyman KILIÇ
YURT Gazetesi, 13.07.2016
17ekin@gmail.com 
(AS: Bizim yorumumuz yazınınn altındadır..)
 Toplumsal çözülme sürüyor…
Kendilerine yabancılaşanlarla, ithal fikirleri hazır elbise gibi sırtlarına geçirenler ve tarihin mezarlığında yaşayanlar hem ulusal kültürümüzü hem de ulusal kültürü besleyen damarları tahrip ediyorlar.
  Cumhuriyetin temelleriyle kazanımlarına saldıranlar var. 
  Modernleşmeyi içlerine sindiremeyenler 29 Ekim 1923’te uygulanmaya başlanan yaşam tarzından rahatsız olanlardır. Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in yaptığı araştırmayı okuyup da dehşete düşmemek için insanın ya deli ya da aptal olması gerekiyor. Araştırmaya göre, halkın %95’i birbirine güven duymamaktadır. Anlaşılan o ki, herkesin eli bir başka kişinin cebindedir ve birbirlerinin gözünü oymak için adeta tetiktedir.
  Oysa Hünkâr Hacı Bektaş-ı Veli yüzyıllar önce söyleminde hep şunu söylememiş miydi?
(AS : Doğumu 1209-10, ölümü 1270-71)
–  ‘Benim Kabem insanoğlu insan sevgi tapınağım gönüldür.’
  Peki, ne oldu da bu yüce duygulardan vazgeçildi? İnsan sevgisi ne oldu?
  Kimler öldürdü şefkatle, merhameti? Vefa duygusu sürgünde mi ki, ortalıkta görünmüyor?

 Vatan kültürdür bir anlamda… Yozlaşması durumunda vatanın tehlikeye girdiği görülmüştür. Ulusallığı faşizm diye algılayanlar ve de öyle algılatanlar, kendi kültürlerinin yerine yabancı kültürlerin hayranıdırlar. Kimisi Arap’ın kimisi Alman’ın kimisi de Amerika’nın peşindedirler. Kendinci olamazlar. Uydu fikirlerle, elin kötüsünü kendi iyisine tercih edince toplum rayından çıkar. Bunu önlemek için

Atatürk, ”Cumhuriyetin temeli kültürdür demiştir.

Batı uygarlığının doğrularını almayıp rezaletlerini ülkeye taşıyanların yanında Doğu’nun hurafeleriyle yanlışlarını empoze edenler her darbeden sonra başarılarını kutlamışlardır.
Bu nedenledir ki, sebep yalnızca ekonomi değildir. Ülkemizin yakın tarihine baktığımızda 1930’ların 1940’ların 1950’lerin Türkiye’sinde yoksulluk bugünlerden daha az değildi.

Senetten önce söz asıldı. Ne kimliğinden şikâyet edenler vardı ne inkar ne de kişilik çamurundaydı. Köyün ağasıyla köyün çobanı arasındaki zenginlik farkı pantolonundaki
yama kadardı.
 
Ürperten araştırma 
 Devleti soyanlar yoktu, halkı kamplara bölmeyi çalışanlar da yoktu güzel günlerdi,
onurlu günlerdi. 12 Eylül 1980’deki darbeyle çokça şeyler gibi beraberlik de bozuldu.
Mafya ayakları, çete tezgâhları ve işbirlikçi çıkar çevreleri tüm zeminlerde gemi azıya aldı.
O günlerde bu günlere ‘‘Anayasanın bir kez delmekle bir şey olmaz” dan (AS: Turgut Özal), “Anayasayı rafa kaldırmakla bir şey olmaz”a geldik.
  ”Benim memurum işini bilir” (AS: Turgut Özal) deyince soysuzlar zevkten dört köşe oldular.
  O gün bugündür, milletin ağzının tadı kalmamıştır. Dürüstler, doğrular, ahlaklılar ve hukuklular artan bir sıkıntının içindedirler. Allah sevgisi olmayanlarla vicdansızlar her şeyi satar duruma geldiler. Ne utanıyorlar ne de korkuyorlar. Uygar insan olma yerine ilkelliğe özenme durumunun sürmesi düşündürücüdür.
  Cumhuriyetin kuruluşundaki ahlak, din, ilim ve akıl adeta dışlanmış gibidir.
Tarihsel bir gerçektir ki, ulusal yapımızı güçlendirmeyi amaçlamış olanların ulus olma olgusunu bilinçli olarak toplumun her kesimine dengeli bir şekilde mal etmeliydiler.
Modern ve çağdaş Türkiye gerçekleşmiş olacaktı ve etnik, dinsel ayırımlara girmeden
hür ve özgür Türkiye her gönüle sevgiyle her akla da bilimle yazılmıştır. Bu çağdaş ve uygar Türkiye’nin fotoğrafıdır. Bu fotoğrafta kadın erkek eşittir. Toplumun tüm katmanları eşittir.

  Prof. Esmer’in araştırmasında ‘‘İşe alımda kadından önce erkeğin hakkı vardır” diyenlerin oranı %70, ”Kocasının sözünden çıkmamalıdır” diyenlerin oranı &65, ”Kadının plajda mayoyla dolaşması günahtır” diyenlerin oranı %60 ve ”Bazı kadınların kocalarından dayak yemesi doğrudur” diyenlerin %40’tır. İki yüz yıl önce başladığımız modernleşme mücadelemiz bugün araştırmadaki noktaya gelmiştir. Dehşete düşmemek mümkün değildir.

=========================================

Dostlar,

Anlı şanlı 15 Temmuz 2016 darbe girişimi gündeme lök gibi oturmuşken / oturtulmuşken,
biz bu olaydan 2 gün önce yazılan bir makaleyi sitemize aldık. Üstelik de çok medyatik olmayan ağırbaşlı bir yazarın makalesi. YURT Gazetesi’nin saygıdeğer yazarlarından
Sn. Süleyman KILIÇ’ın köşe yazısını..

Neden??

“15 Temmuz” öncesine, onu hazırlayan ortam ve koşullara dikkat çekmek için..
Sayın Kılıç’ın bu değerli yazısında yer alan saptamaları ve uyarıları değil midir ki;
ülkemizin bataklık ortamını hazırlamış, insanımızı deyimi yerinde ise tam anlamıyla “çürütümüş” ve yozlaştırmıştır..

1950’lerden beri tarikat ve cemaatlar, sağ iktidarların kucağında beslenip büyütülmüşlerdir.
Darbe girişiminden sorumlu tutulan dinci – gerici FETÖ cemmat yapılanması, özellikle
son 14 yılda AKP şemsiyesi altında olabildiğince korunup kollanmıştır. Dahası, iktidara
ortak edilmişlerdir. Erdoğan, 17/25 Aralık 2013’te Cemaatın kendisini ve AKP’yi tasfiye ederek iktidara tek başına el koymak istediğinde, oyun, sanırız dış güdümlü olarak bozulmuştur.
O günlerde Erdoğan,

– “Ne istediler de vermedik?”

diye kamuoyu önünde Cemaat’e serzenişte (!) bulunmuştur. Daha da açık ederek 18 üniversiteyi kendilerine verdiklerini açıklamıştır! Şu haberi arşivlerden çekip anımsayalım :
*****

Erdoğan’dan bir büyük çelişki daha!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Belediye Başkanları ile yaptığı toplantıda yine büyük bir çelişkiye imza attı. Başbakan Erdoğan Daha önce “Beraber yürüdük biz bu yollarda” dediği Cemaat için, “İnsan yetiştirdiklerini söyleyenler nasıl bu kadar siyasetin içine girebilir?” dedi. Ancak Erdoğan Cemaate yakın olduğu bilinen kişileri kendi partisine sokmuş, 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonu sonrasında bu Vekiller istifa etmişti. Erdoğan Belediye Başkanlarına, Cemaate verilen binaların da geri alınmasını istedi. Erdoğan’ın ‘Ne istediler de vermedik?’ sözleri de bu konuşmayla gerçeklik kazanmış oldu.
 (http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video/81635/Erdogan_dan_bir_buyuk_celiski_daha_.html11 Haziran 2014, Cumhuriyet haper kapısı – portalı)

*****

Dolayısıyla, 15 Temmuz darbe girişiminin faturasının son 60 yılın zaman bakımından oransal olarak en azından 1/4’ü AKP – RTE’nin sorumluluğundadır. Ancak geçmiş hiçbir iktidar döneminde bu cemaata destek düzey olarak AKP – RTE’nin desteğine ulaşmamıştır! Şimdi suret-i haktan geçinmeye çalışmak, mağduru oynamak yüz kızartıcı, mide bulandırıcıdır.

Saptanabildiği kadarıyla 240 masum insanımız telef olmuştur (darbecilerden ölenler dışında).
PKK ile savaşımın başlatıldığı 24 Temmuz 2015’ten bu yana 600’e varan şehidimiz vardır.
AKP’nin de beslediği IŞİD saldırıları ile yüzlerce insanımız yaşamdan koparılmıştır.
14 yıla varan AKP yönetiminde yüzlerce faili meçhul cinayet vardır..
Ülkemizde hiçbir iktidar döneminde bunca çok insanımız ölmemiştir.
Özellike Milli Eğitimde gençleri dincileştirici batak eğitim belirleyicidir.
O tarikat – cemaat senin, bu tarikat – cemaat benim.. sefil politikasının ürünüdür 15 Temmuz.
Oysa insanımızı insanlaştıran laik – bilimsel – sorgulayıcı – kamusal – karma – uygulamalı
çağdaş eğitim progrmları izlenseydi bu bataklık ortamı oluşabilir miydi?

Yineleyelim, Büyük ATATÜRK‘ün en önemli sözlerindendir :

– En gerçek tarikat (yol) UYGARLIK yoludur..

*****
Nedense bize her şey şu örnekleri anımsatıyor                    :

1933; Almanya’da Hitler’in Alman Parlamentosu Reichstag’ı yaktırması ve ertesi sabah büyük gözaltı ile ne denli karşıtı varsa derdest etmesi..
– 1955, 6-7 Eylül tezgahında Menderes ve DP’nin İstanbul’daki Rum azınlığa kanlı tezgahı..
– 12 Mart 1971 öncesinde Marmara araba vapurunun batırılması ve olayın solculara yıkılması..
– 12 Mart 1971 darbesini yapan dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç’ın “Sosyal gelişmeler ekonomik gelişmenin önüne geçti.. Bu 1961 anayasası ülkeye bol geliyor..” deyişini ve dünyaya örnek 1961 Anayasası’nın 35 maddesinin sıkıyönetim altında değiştirilerek bu Anayasanın iğdişleştirilmesini..
– 12 Mart 1971 darbesinde yapılan, binlerce insanı içeren Balyoz Harekatı ve BÜYÜK GÖZALTI‘nı… Ki merhum Çetin Altan bu sorunu bir kitabına konu etmişti..

– 12 Mart’ın Anayasa hukuku profesörü Nihat Erim’in “Makable şamil kanun çıkaracağız..” sözü ile hukuk biliminin evrensel ilkelerini ve kendi hukukçu kişiliğini ayaklar altına atışını..
12 Mart döneminde yüzlerce Kemalist subayın tasfiye edilişini..
– 12 Eylül 1980’e koşar adım sürüklenişimizi ve darbe lideri Kenan Evren’in koşulların olgunlaşmasını beklediklerini itiraf eden tüyler ürpertici sözlerini..
– 12 Eylülcülerin 50’yi aşkın insanı idam edişini (17 yaşındaki Erdal Eren’in yaşını büyütüp, bekletip asmalarını!); Kenan Evren’in “Asmayıp da besleyelim mi?” kepazeliğini..
– 12 Eylül döneminde yüzlerce Kemalist subayın bir kez daha tasfiye edilişini..
……
Bu arada geçelim siyasal demokrasiyi, ekonomik demokrasinin de ülkeye uğratılmamasını, hızla artırılan nüfusun işsiz- yoksul – eğitimsiz -konutsuz – yurtsuz – burssuz… bırakılarak dinci siyasetin kölesi kılınmasını…

…..
Saymakla biter mi??

Artık herkesin aklını başına alması gerek..
Yaşı bizim gibi 60’ı geçenler kaaaç “darbe” geçirdiler..
Deyim yerinde ise artık “darbekeş” olduk, kolay kolay zoka yutacak halimiz kalmadı..

Özetle;

Türkiye’nin hızla dinci – gerici iktidarlardan kurtularak
Cumhuriyet’in kurucu ayarlarına dönmesi gerek..
Timsah gözyaşlarına asla ve asla kanmayarak..
21. yy’ın şafağında, hızlanarak akan zamanda daha fazla gecikmeden..
Sevgi ve saygı ile. 19 Temmuz 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

Sayın Kılıç’ın sitemiz manşetinde yer verdiğimiz

“Aklımızı başımıza alalım” başlıklı yazısının da mutlaka okunmasını öneriyoruz..
(word : AKLIMIZI_BASIMIZA_ALALIM)

Mehmet FARAÇ : ERDOĞAN KİME TESLİM OLDU??

ERDOĞAN KİME TESLİM OLDU??

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in,
“Erdoğan yurtseverler tarafından ele geçirildi” sözleri dünya basınında geniş yankı buldu…

Mehmet FARAÇ
AYDINLIK, 14 Temmuz 2016

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

portresi

Bu çıkış New York Times ve Frankfurter Allgemeine gibi önemli yayın organlarında da yer alınca, bizim iktidara yağ çekmekten bitap düşen Türk basınında ancak tepki uyandırabildi…
Malum bizim basın, ciddi söylemleri ve olayları ancak yabancıların tezgahı ya da süzgecinden geçince vaka haline getirebiliyor… Gazetecilik zekaları teslim alındığı için haberciliğe duyarlı muhabir gibi de düşünemiyorlar çünkü!..
Gelelim bizim matbuatın ancak ecnebiler görünce uyanabildiği müthiş “ele geçirilme” meselesine.
Duyarlı kesimler farkındadır; Erdoğan’ın bir merkez ya da grup tarafından “ele geçirildi”ği tartışmaları hiç de yeni değil… Bu konuda ilginç rivayetler ve gazete arşivlerinde sarsıcı öngörüler de vardır…
Meraklılar, Aydınlık dergisinin 20 Ekim 1996 tarihli sayısının kapağında yer alan
“Abramowitz Tayyib’i Erbakan’ın yerine hazırlıyor” başlıklı o çok önemli habere bakabilirler… Ve de derin bağlantılı Morton Abramowitz’in “CIA” istasyon Şefi Graham Fuller’e kadar uzanan ilişkilerine!!!

Öngörenler ve saptamalar!..

Erdoğan 1996’da birilerini mi ele geçirdi, O’nu mu ele geçirdiler, yoksa karşılıklı çıkarlar doğrultusunda bir “gelecek” ilişkisi mi kuruldu, şimdilik pek bilinmiyor!..
Ancak ABD’nin o gizemli desteği olmadan, Erdoğan’ın henüz 3 ay önce kurulmuş bir partiyle devletin tepesine oturamayacağını da herkes biliyor…
Diğer yandan bu “ele geçirilme” ilişkisinin perde gerisini biraz olsun çözebilmek için Erdoğan’ın “BOP eşbaşkanlı”ğını kabul ettiği konuşmalarına bakmak da zaten yeterli geliyor!..

  • Ancak bu tartışmayla ilgili bilinen tek gerçek Aydınlık’ın, AKP kurulmadan tam 6 yıl önce Erdoğan’ın dış güçlerin de desteğiyle Erbakan’ın yerine gelerek başbakan olacağını öngörmesidir…

Bu saptama habercilikte yalnızca öngörüyü değil, tutarlı ve ciddi olmayı da unutanlara bir gazetecilik ve aynı zamanda siyaset dersidir…
Gelelim Perinçek’in geçen haftaki ilginç çıkışıyla gündeme gelen “ele geçirilme” meselesine… Vatan Partisi lideri “ele geçirilme” tartışmaları dünya basınında yankı bulunca konuyu gündemde tutmaya devam etti… Tutmalı bence… Çünkü herkesin aklına şu da geliyordur;

  • Erdoğan’ın başbakan olacağını çok önceden bilenler, teslim olduğunu da pekala görebilirler…Ve Perinçek, kimi şaşkınlar bu önemli meseleyi daha iyi anlasınlar diye
    11 Temmuz 2016 tarihli Aydınlık’ta şu önemli satırları da kaleme aldı;“Türkiye, Atlantik ülkelerine sırt çevirirken yeni dostlar arayışına girmiştir. Kısacası Atlantik sisteminin hâkim güçleri Türkiye’nin yönelişi karşısındaki tavırlarını kesin ve keskin bir dille açıklıyorlar. New York Times, biraz daha umutlu olmak istiyor. Alman sermayesinin büyük gazetesi ise, Tayyip Erdoğan’a öfkesini çok daha ağır ifadelerle açığa vuruyor.Tayyip Erdoğan’a Kemalist Devrimi yıkma görevi vermişlerdi,
    oysa Tayyip Erdoğan Kemalizme teslim oldu. Dizginleri ellerinden kaçırmışlardır.
    Bu saptama, Batı açısından stratejik yenilginin itirafıdır.”

Mecburiyet rotası!..
Perinçek’in, şaşırtıcı öngörülere dayandırdığı konuşmalarını yaparken ya da Aydınlık’ta yazarken lafını hiç esirgemediği herkesin malumu… O yüzden Perinçek’in,

“Erdoğan yurtseverler tarafından ele geçirildi” sözleriyle 4 gün önceki
“Tayyip Erdoğan Kemalizm’e teslim oldu” şeklindeki yazısını analiz etmeye çalışırken
rotasını kaybedenler şu sorulara da yanıt hazırlasınlar;

Ne yapacaktı ki Erdoğan?.. Kol kola yürüdüğü Fethullahçıların dümen suyunda,
devletin tamamen ele geçirilmesini ve kendisinin de bir köşeye atılmasını mı izleyecekti?..

Bir ucu okyanus ötesinde olan bir dinci yapılanmanın kendisini de yutup yok etmesine
sessiz mi kalacaktı?..
Yoksa Erdoğan gerici, bölücü, ikinci ve kinci cumhuriyetçi zirzoplarla, sahte solcular, cemaatçi yoldaşları rahatlıkla ilerlesin diye, dinleme-kumpas-çete üçgeninde cumhuriyetin medyasından bürokrasisine, yargısından ordusuna kadar kuşatılmasını mı destekleyecekti?..

Bitmedi… Ne olacaktı Erdoğan’a?.. “Açılım” tuzağının kanlı girdabında yuvarlanarak
ülkenin “özyönetim- federasyon” hattında iç savaşa sürüklenmesi sırasında koltuğunda rahatlıkla oturabilecek miydi, partisi ayakta kalabilecek miydi?..

Kimse kendini sakın ola kandırmasın;

  • “Tek hakim güç” de olmak isteyen Erdoğan, Fethullahçılarla işbirliğinin kendisini, teröre tavizin ise ülkeyi tamamen bitireceğini bildiği için gaflet uykusundan uyanmak zorunda kaldı!..Unutmayınız ki, Erdoğan ve AKP’liler son seçimlerde “millicilik” lafını da yalnızca MHP oyları ve PKK’ya operasyonlar nedeniyle dillerine dolamadılar… Başka çıkış yolu bulamadıkları için milliciliği keşfederken, Perinçek’i haklı çıkardılar… Velhasıl Erdoğan’ı kimin ele geçirdiğini
    ya da kimin teslim aldığını tartışanlar şu gerçekleri de göz ardı etmesinler:* Erdoğan’ın bölücülük-cemaatçilik kıskacında cumhuriyete sarılmaktan başka çaresi yoktur, ileride de kesinlikle olmayacaktır!.. Ulus izin vermez O’na…Çünkü O’nu ve AKP’yi buna yalnızca cemaat ve PKK’dan yediği kazıklar değil,
    hangi siyasal gücün taarruzu olursa olsun, Cumhuriyetin sağlam çimentosunun çözülmeyeceğinin anlaşılması da zorlamıştır…

    Erdoğan da AKP’liler de istedikleri kadar “ikinci” cumhuriyet, “yeni cumhuriyet”, hilafetçilik ya da Kemalizm’den rövanş alma rüyası görüversinler…
    Dayanacakları ve teslim olacakları güç ve ruh, ülkeyi mahveden cemaatçilik-bölücülük çarkı değil, Cumhuriyeti kuran inanç olacaktır…

    ====================================

    Dostlar,

    Son derece ufuk açıcı bir yazıdır, dikkatle okunmasında ve üzerinde düşünülmesinde
    çok yarar var. Sayın Faraç’a teşekkür ederiz. Yazının tarihine dikkat; 15 Temmuz darbe girişiminin 1 gün öncesindedir. Erdoğan, “Ulusa” iyice teslim olmuş görünmektedir.
    15/16 Temmuz (2016) gecesi sabahın ilk saatlerinde yaşamının kumarını oynayarak yandaşları başta olmak üzere halkı sokaklara çağırmıştır. Erdoğan’ın çekebileceği en son silah buydu ve çaresiz kalarak kullandı. Önce “ümmet..” benzeri laflarla gene saçma çağrışımlara neden oldu ancak daha sonra hatasını fark ederek bu sözü kullanmadan “millet” demeye başladı..

    TBMM’de 4 parti de çekincesiz, ortak bildiriye imza koydular.
    Bunlar, bu tablonun başlıca sorumlusu da sorunlusu da olan AKP – RTE’ye gül hatırları için verilen destekler değildir. Ülkemizin gül hatırına sorumluluk bilincinin ürünüdür.
    AKP – RTE bu çok değerli desteğe yaraşır davranmalıdır.

    Her şeyden önce Erdoğan’ın bundan böyle Ulusu ayrıştırıcı hiçbir söylemi ve eylemi olmamalıdır. “Bunlaaaarrr….” diye başlayan sorumsuz tümceler çok utandırıcıdır ve
    ülkeye hiçbir yararı olmadığı gibi; Erdoğan başta, hepimize ölçüsüz zarar vermektedir.

    Çare                  ;
    Anayasa’nın başlangıç bölümünde ve özellikle ilk 3 maddede yer alan temel nitelikleri üzerinde tüm tartışmaları derhal kapatarak onlara sarılmak ve ulusal birliği onarmaya çalışmaktır.
    Atalar, “Her şeyde bir hayır vardır..” buyurmuşlar. Dileriz bu 15 Temmuz faciası gereken dersleri verir. 1950’den bu yana gerici – sağcı iktidarların besleyip büyüttükleri Nurcular, ABD’nin emrine girerek ülkemize ve halkımıza yabancılaştırılmışlardır.
    Halen RTE öncülüğünde Nakşiler iktidardadır. Türkiye ne yazık ki, 2 dinci tarikat arasında
    kolan vurmaktadır İsmet İnönü‘nün iktidarı seçimle bıraktığı 14 Mayıs 1950’den bu yana..

    En gerçek tarikat, büyük Atatürk’ten öğrendiğimize göre “UYGARLIK TARİKATIDIR”.
    AKP – Erdoğan, Milli Eğitim’i ve ulusal politikaları bu rotaya çevirmek zorundadır.

    Dikkaten mutlaka kaçmamıştır :

  • Erdoğan, büyük badire ile 16 Temmuz gece yarısı, sabaha doğru Marmaris’ten geldiği İstanbul’dan, Ankara’ya GE-LE-ME-MEK-TE-DİR!Türkiye topraklarında Cumhurbaşkanı’nın bu 2 kent arasında kara ya da hava yolculuğu yapabilmesi için can güvenliği, darbe girişiminin 4. gününde hala sağlanamamaktadır!?Bundan çıkarılacak çoook dersler olmalıdır. T.C. Cumhurbaşkanı, İstanbul Kısıklı’daki evinde adeta “enterne” dir..

    Türkiye, her durumda “HUKUK DEVLETİ” olmaktan asla ayrılmadan, Atlantik ötesi patentli – dinci gerici maşa FETÖ örgütü üzerinden sergilenen bu saldırıyı defetmeyi başarmalıdır. Halkımız asla kışkırtılmadan, Ordumuz – Mehmedimiz asla incitilmeden,
    yargımız – polisimiz asla sağduyudan ayrılmadan..
    Askerimize zulmedenler ve bunu emredenler de hemen engellenip yargılanarak…

    Sevgi ve saygı ile.
    18 Temmuz 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

Zeki Sarıhan : DARBE GİRİŞİMİNİN ANATOMİSİ

DARBE GİRİŞİMİNİN ANATOMİSİ

Zeki Sarıhan

DARBE_GIRISIMININ_ANATOMISI_15Temmuz2016

 

15 Temmuz 2016 gecesi başlayan ve altı saat sürmeden teslim olan son darbe girişimi aşağıdaki hususları düşündürüyor :

 

  1. Türkiye’nin siyasi tarihinde önemli bir yere sahip olan 15 Temmuz darbe girişimi,
    taşıdığı ideoloji bir yana, dayandığı güçlerin sınırlılığı ve sonucu bakımından
    Harbiyelilerin 23 Şubat (AS : 22 Şıbat 1962) ve 21 Mayıs (AS: 1963) darbe girişimlerine benzemektedir.
  2. Türkiye’de siyasi mücadelenin en şiddetlisi hâlâ hâkim sınıflar arasında olanıdır. 15 Temmuz darbe girişimi hâkim sınıfların Fetullacı kanadı tarafından, eski sıkı ortağı AKP hükümetine karşı yapılmış bir intikam ve bir bakıma da intihar hareketidir.
  3. Bu girişim, hükümet tarafından bütün temizleme hareketine karşı Fetullahçıların devlet içinde, özellikle bürokrasi, yargı, emniyetin yanında ordu içinde de önemli bir güçleri olduğunu göstermiştir. Bir tarikatın zaman içinde nasıl bu kadar güçlendiği ve kendisini bu ölçüde gizlediği hayret vericidir.
  4. Darbenin yenilmesinin nedenleri arasında başta geleni, halkın geçmiş darbelerden çok zarar görmesi ve bu darbenin de kendilerine zarar vereceği kanısıdır. Darbecilerin bütün Orduyu temsil etmemeleri ve belli başlı birkaç kentte harekete geçebilmeleri de yenilginin nedenlerindendir. Darbe hareketi boyunca medya kuruluşlarının açık olması ve
    hükümet güçlerinin buradan halka seslenebilmeleri darbecilerin en zayıf yanı olmuştur.
  5. Bu girişimden AKP iktidarı kazançlı çıkmıştır. Darbeciler, istemeyerek de olsa
    Tayyip Erdoğan iktidarının meşruiyetini güçlendirmişler ve kendi sonlarını getirmişlerdir.
  6. Bununla birlikte bu girişimin şöyle bir etkisi de olacak gibi görünüyor: Erdoğan, her ne kadar
    bu darbeyi bastırmışsa da, iktidar alanının sınırsız olmadığını anlayacak, Fetullahçılar dışında kalan muhalefete karşı söylemini yumuşatacaktır. Çünkü iktidarda kalmasını,
    demokratik rejimi desteklemek adına biraz da onların yaptığı desteğe borçludur.
  7. Hükümet ve onları hararetle destekleyen politikacılar, bundan önceki darbelerden farklı olarak halkı meydanlara çıkmaya ve darbecilere karşı koymaya çağırmışlardır. Bunda başarılı da olmuşlardır. Şimdiye dek gücünü seçim sandıklarında gösteren iktidar yanlıları,
    bu kez  -Gezi karşıtı gösterilerde yaptıkları gibi- sokak gücüne yaslanmışlardır.
  8. İktidar, Diyanet İşleri Başkanı aracılığı ile ilk kez olarak cami cemaatini de darbecilere karşı harekete geçirmiştir. Minarelerden ezan okunarak halkın direnişe çağrılması ve göstericilerin tekbir getirmeleri, AKP iktidarını savunmanın dinî bir vecibe sayılması anlamına geliyor.
  9. Hareketin başarıya ulaşamayacağının işaretleri daha ilk saatte belli olmuş, bu nedenle
    siyasi partiler ve televizyon kanalları, ileride sorumlu olmamak için ağız birliği etmişçesine
    darbe karşıtı söylemi benimsemişlerdir.
  10. Toplumların ne zaman alt üst olacakları belli olmaz. Türkiye uzunca bir süredir

    Kürt Sorunu,
    – Siyasi İslam’ın yükselişi ve
    Parlamenter rejimden başkanlık sistemine geçiş

    çabaları nedeniyle siyasal bir karmaşa yaşıyor.
    Türkiye iyi yönetilmiyor.
    Bu koşullar sürdüğü müddetçe 15 Temmuz darbe girişimi gibi hareketlerle karşılaşabiliriz. Ancak bunların daha iyi bir yönetim getireceği kuşkuludur.
    Tek çözüm yolu halkın demokratik iradesinin iktidar olmasıdır.
    (16 Temmuz 2016)

Dr. Ali Nejat ÖLÇEN : HALKTAN KORKAN İKTİDAR

HALKTAN KORKAN İKTİDAR

resmi_portresi

 

Dr. Ali Nejat ÖLÇEN

 

 

82 yaşında Başbakan İsmet İnönü, Yeni Meclisin Senato bölümündeki Devlet Planlama Teşkilatına Opel marka bir arabayla gelir ve çoğu zaman evine yürüyerek giderdi.
Süleyman Demirel, Güniz sokaktaki evinden Devlet Planlama Teşkilatı’na yürüyerek gelirdi,
genç yaşta başbakan olduğunda.

AKP iktidarında şimdi başbakan olan kişi (AS: BinaliYıldırım) İzmir’e 2000’in üzerinde polisle gidiyor ve kentin trafiği altüst oluyor. Cumhurbaşkanı olmadan önce R.T. Erdoğan da
başbakan iken 4000’in üzerinde polisler giderdi bundan az nüfuslu bir ilçeye.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, Çankaya’dan ayrıldığını sonradan öğrenirler. araştırma sonucunda Ankara’nın Bağlum’una yakın bir yerinde O’nu bağdaş kurmuş biçimde bulurlar. Bunu e-mail iletimde, adını söylersem beyaz kâğıdım kirlenecek, (yalnızca e-mail adresi gtiecer@aol.com’dur) bu haberimin kendine özgü çirkinliğiyle uydurma olduğunu söyleyebilmişti.

Mustafa Kemal Atatürk’e ilişkin kanıt ve belge ileri sürmeden Devrimlerini küçümsemeyi, yadsımayı görev kabul ettiği içindir ki, Mustafa Kemal Atatürk’ün o köyde tek başına,
bir ağaca sırtı dayalı bağdaş kurmuş fotoğrafını yayınlıyorum:

ATA1

Adını anmadığım kişi (gtiecer@aol.com),
“Bu çeşit Atatürk hikayelerinin uydurma olduğunu
ileri sürdüğünü yazacak kadar dengesiz ve art niyetli olduğu anlaşılan 27.29.6.2016 günlü iletisinden
acaba utanç duyacak mıdır, sanmıyorum.

Ne Almanya’da Hitler’e, ne İtalya’da Mussoloni’ye
ve İspanya’da Francisco Franco’ya karşı olanlar, ülkemizdeki gericiler kadar nankör ve hain değildirler.
Böyle biline çare buluna.

Dr. Ölçen

Rifat Serdaroğlu : BÖYLE DARBE OLMAZ!

BÖYLE DARBE OLMAZ!

portresi_kravatli

 

Rifat Serdaroğlu
16 Temmuz 2016

 

Siz hiç darbeye doğrudan muhatap oldunuz mu?
Ben oldum. Hem de tam tamına iki kere!
27 Mayıs 1960 darbesinde (AS: Bize göre sonuçları bakımından Devrimdir), sabahın köründe evimizi subaylar bastı. Demokrat Parti Milletvekili olan rahmetli babamı alıp götürdüler. Babamızın arkasından bakakalmıştık. Alpaslan Türkeş’in sesi ile darbe yapıldığı açıklanmıştı.

12 Eylül 1980 darbesinde Bergama Belediye Başkanı idim. Bu kez alıp götürülme sırası bana gelmişti! Ailem arkamdan bakakalmıştı! Kenan Evren darbe yaptığını kendisi açıklamıştı.

Dün bir darbe girişimi daha yaşadık! Tutuklanan 1 tane siyasetçi yoktu. Ordu’nun yönetime
el koyduğunu TRT’den bir kadın spiker açıkladı! Darbeye kalkışanlar ortalıkta yoktu!
Emir alan zavallı askerler sadece Boğaz köprülerini tutmuşlardı, o da bir yönünü!

Erdoğan, cep telefonundan Türk Milletini meydanlara çağırdı.

– “Gelin, evinizden çıkın meydanlara gelin. Demokrasimizi koruyun..”

diye çağrı yaptı! Eşzamanlı olarak, ülkedeki camilerin çoğundan meydanlara çıkın çağrısı yapıldı! Çoğu sakallı-fesli-şalvarlı tipler, dillerinde “Allahuekber” ve “İdam isteriz” diye,
emir almış zavallı askerlerin üzerine saldırdılar ve acımadan bir askerin kafasını kestiler
(AS: Bu vahşetin sorumlusu, halkı sorumsuzca, uyarmadan sokağa döken Erdoğan’dır!)
Ne darbeydi ama! Sanki bir tiyatro oynanıyordu!

Hatırlar mısınız? Dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu, Genelkurmay 2. Başkanı ve MİT Müsteşarı, Dışişleri binasında yaptıkları toplantıda
Hakan Fidan şöyle diyordu;

“Bu işi bana bırakın, adamlarıma söyleyeyim, üç-beş füze salladık mı, hooop Suriye’deyiz.” demişti. Bu kafadaki adamlardan çakma darbe beklenemez mi?

Devleti yönetenler, Anayasa’dan – Yasalardan saparlarsa T.C. Devleti bir hukuk devleti olmaktan çıkar ve bir çadır devletine dönüşür. Şimdi olduğu gibi…

Gerçekler                                 :

-Eğer Erdoğan ve AKP demokratsa, ben de astronotum. Anayasayı tanımayan, hukuk devletini yok eden, yargı ile sürekli oynayarak Bağımsız Yargıyı yok eden adam, demokrat olamaz.
Bu yüzden, “Biz Erdoğan’ı değil, demokrasiyi savunuyoruz” masalını kimse kullanmasın.

17/25 Hırsızlık-Yolsuzluk-Rüşvet olaylarını da kimse Cemaatin üzerine atmasın.

Evdeki paraları oraya saklayan Cemaat mi idi?

-Eğer Erdoğan’ın dediği gibi bu darbe girişimi “Paralel” denilen Cemaatin işi ise, en az onlar kadar Cemaati devletin kozmik odasına ve en hassas birimlerine sokan Erdoğan da sorumludur.

-Eğer darbeci subaylar, söylendiği gibi Cemaatçi iseler, şimdiki ve bir önceki
Genelkurmay Başkanları, bu örgütlenmeye göz yumdukları için kesin olarak suçludurlar.

-Altını tutamayan, kendi emrindeki askerler tarafından esir alınan bir adamdan
değil Genelkurmay Başkanı, kır bekçisi bile olmaz.

-Türk Milleti evlâtlarını, “Vatani Görevlerini” yapsınlar diye askere gönderiyor,
kafaları yobazlar tarafından kesilsin diye değil.
(AS: İsyanımızı ifadeye sözcük bulamıyoruz.. Bu vahşet, 23 Aralık 1930’dan sonra
adeta 2. Kubilay olayıdır!)

Bu çirkin olay sebebiyle ölen, yaralanan tüm vatandaşlarımızdan ve devlet görevlilerinden Cumhurbaşkanı – Başbakan – Genelkurmay Başkanı – İçişleri Bakanı ve Emniyet Genel Müdürü müteselsil olarak sorumludurlar.

-T.C. Devletini ve Türk Milletini yönetenler, hem siyasiler hem de resmi-sivil bürokratlar
sizlere soruyorum;
– Sizin istihbaratınız yok mu? Eğer böyle bir olayı bile önceden haber alamıyor ve
olayı başlamadan bastıramıyorsanız, sizin o koltuklarda ne işiniz var?

Değerli Okurlar;

Türkiye şu an demokratik bir ülke değil!
Sağlıklı ve doğru haber alabilmek de mümkün değil.
Deneyimlerimize ve yaşadıklarımıza dayanarak bunları yazıyoruz.
Olay daha netleştikçe, yazmaya devam ederiz. Ama daha önce yazdığım ve hala inandığım
bir gerçeği sizlerle paylaşmak isterim;

-Bundan böyle kimse Türkiye’de hür-eşit-dürüst-şeffaf bir seçim beklemesin.

-T.C. Devleti dış destekli iç hainler tarafından adım-adım
“Federe İslam Devletine” götürülüyor…

Sağlık ve başarı dileklerimle.

Türker Ertürk : KARDEŞ KANI AKTI DÜNYAYA REZİL OLDUK!

KARDEŞ KANI AKTI
DÜNYAYA REZİL OLDUK!


portresi_gulumseyen

Türker Ertürk
E. Amiral, Araştırmacı – Yazar

 

 

Ülkemizde kardeş kanı aktı ve tüm dünyaya rezil olduk. Bunun, hiç şüphe yok ki başat sorumluluğu, İktidar’a aittir. Türkiye AKP  İktidarlarının uygulamalarıyla, adım adım
bu noktaya getirildi.

Seçimle gelmiş bir iktidarın, silahla devrilmesi asla savunulamaz.
“Demokrasiye ve hukuka sahip çıkalım.”
Çıkalım çıkmasına da; ülkede demokrasinin, hukukun ve Anayasa’nın içine kim etti?
Ülkede darbe yapmaya kalkmakla, “Ben bu Anayasa’yı tanımıyorum!” demek,
sonra fiili durumu yeni anayasa hazırlayarak hukukiye getirmeye çalışmak,
aynı anlamda değil midir?
Belli ki darbe; iki hafta sonra yapılacak olan Yüksek Askeri Şura’da
tamamen tasfiye olacağını anlayan Cemaate yakın askerlerin işi.
Son bir hamle yaptılar, kurtulmak için!
Biz bugüne kadar çok yazdık ve çizdik; “Niçin bu Cemaat yapılanmasını
TSK’nın içinden temizlemiyorsunuz?” diye! Ayrıca; AKP değil miydi, Cemaatle birlikte hareket eden, Ergenekon ve Balyoz tipi hukuk dışı kumpas operasyonlarını yapan!
Ülkemizdeki kaos bir an önce son bulmalı, asayiş yeniden tesis edilmeli,
herkes ama herkes Anayasamızın çizdiği sınırlar içinde hareket etmelidir!
Saygılar sunarım. 16 Temmuz 2016

Ankara Tabip Odası’ndan Hekim Ücretleri Hakkında Çalışma

Ankara Tabip Odası’ndan
Hekim Ücretleri Hakkında Çalışma

ATO_logosu

 

 

 

Değerli Meslektaşımız,

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Uzun yıllardır hekimlerin emekliliğe yansıyan temel ücretlerinde bir iyileştirme yapılmamış; ağır çalışma koşulları, uzun ve zorlu eğitim süreleri de düşünüldüğünde hak ettiklerinin çok çok altında ücretler alır hale gelmişlerdir. Sağlıkta dönüşüm programının ana unsurlarından olan performans sistemiyle birlikte güvencesiz ve adaletsiz ücretlendirmeye mahkum edilmişlerdir. Öyle ki; performansa dayalı ek ödeme sistemi ile hastalandıklarında rapor almaktan ya da çoğu zaman aşırı hale gelen iş yüklerine rağmen dinlenme haklarını yani yıllık izinlerini kullanmaktan korkar olmuşlardır.

Performansa dayalı ek ödeme sistemiyle elde ettikleri gelirler hekimlerin ana geçim kaynağını oluşturmakta ve bu gelir en temel insani durumlarda; rapor ve yasal yıllık izin kullanımında tama yakın kesintiye uğramaktadır.

Yani hekimlerin çalıştıkları dönemde aldıkları ücretler bir illüzyondan ibarettir.

Emekliliklerinde ise bu illüzyon da ortadan kaybolmaktadır..

Yıllardır haykırıyoruz. Performansa dayalı güvencesiz ek ödeme sistemini reddediyoruz. Hekimlere, tüm sağlık çalışanlarına insanca yaşayabilecekleri, güvenceli ve emekliliklerine yansıyacak bir ücret politikası yürütülmesini talep ediyoruz.

2016 yılında Ankara Tabip Odası olarak yapmış olduğumuz ‘Emekli Hekim Anketi’ bu konudaki tüm gerçekleri gözler önüne seriyor.

Bu ankete göre;

Hekimlerin %91’i emekli olmaya hak kazandıktan sonra hekimlik yapmaya devam ediyor. Yani emekli olamıyor.

Emekli hekimlerin %80’i hali hazırda çalışıyor.

%14’ünün emekli maaşı 1000 ila 2000 lira arasında, %66’sının emekli maaşı ise 2000 ila 3000 lira arasında değişiyor.

Haziran 2016 itibarıyla bu ülkede açlık sınırı 1350 lira, yoksulluk sınırı ise 4398 lira olarak açıklandı.

Yani emekli hekimlerin % 80’i yoksulluk sınırının çok altında, bunların da %14’ü açlık sınırında emekli maaşlarına mahkum ediliyor.

Hekimlerin %48’i emekli olduktan sonra geçim sıkıntısı çektiğini itiraf ediyor.

%96’sı emekli hekim aylıklarının insanca yaşama standartlarını karşılamadığını, %95’i bu gelirin kendisi ve ailesini geçindirmek için yeterli olmadığını söylüyor.

%95’i ise sağlık personelinin maaşındaki döner sermaye ek ödemelerinin emeklilikte yansıtılmaması nedeniyle emekli hekim aylıklarında ciddi bir düşüş yaşandığını biliyorum diyor.

%96’sı emekli hekim aylıklarındaki düşüşün yaşanmaması için hekimlerin çalışırken aldığı gerçek maaşlarının katsayısında artış yapılması gerektiğini ifade ediyor.

%97’si ise hekimlik mesleğinin itibar kaybına uğradığını düşünüyor.

%91’i geleceğe umutla bakmıyor.

Emekli hekimlerin %93’ü ise ‘Sağlıkta Dönüşüm Projesinin ve mevcut sağlık politikalarının emekli hekimlerin ekonomik durumunda iyileşmeye yol açtığını düşünüyor musunuz’ sorusuna hayır şeklinde yanıt veriyor.

Sağlık Bakanlığının bir mucize olarak sunduğu her derde deva Sağlıkta Dönüşüm Projesi sağlık sistemini piyasa şartlarına, hastaları niteliksiz sağlık hizmetine mecbur ederken hekimlere de iyi gelmiyor. Emeklilik yaşını 67 yaşına çıkarmayı hekimlere bir lütufmuşçasına sunabilen başbakan anlaşılması güç bir şekilde hekimin ve kurumun da onayı ile bu yaşın 72’ye kadar çıkabileceğini adeta müjdeliyor. Bu sistemde hekimler güvencesiz ücretlendirme ve itibarsızlaştırma politikalarıyla yüz yüze ağır koşullarda çalışıyor, karşılığında emekli dahi olamıyor, neredeyse ölene kadar çalışmak durumunda kalıyor.

Türk Tabipler Birliği tarafından geçtiğimiz yıllarda hekimlerin özlük hakları ve emekli ücretleri ile ilgili kanun tasarısı önerileri defalarca hazırlanmıştır.

Son beş yıla bakarsak 2011 yılında  göstergeler ve katsayılar üzerinden teklif edilen iyileştirmelerle hekim ücretlerindeki artış taleplerini içeren yasa teklifi Sağlık Bakanlığı ve TBMM ilgili komisyonlarına  iletilmiştir.

Ocak 2015 de diğer sağlık meslek örgütleri ile birlikte TTB tarafından ’sağlık çalışanlarının fiili hizmet süresi zammı’ talepleriyle ilgili yasa teklifi hazırlanmış Sağlık Bakanlığı ve kamuoyuna sunulmuştur.

En son bu yıl içerisinde Mart 2016’da TTB tarafından hazırlanan yasa teklifi ile 657 sayılı devlet memurları kanunun ekinde yer alan IV sayılı makam tazminatı cetvelinde çok sayıda kamu personeli için makam tazminatı öngörüldüğü, bu cetvele bir satır ilave edilerek tabip ve uzman tabiplerin bu haktan yararlandırılması yönünde talepte bulunulmuştur. Taslakta ayrıca makam tazminatı ve buna bağlı olarak temsil veya görev tazminatı tutarının hekimlerin almakta oldukları emeklilik aylıklarına ilave edilmesi istenmiştir.

Hekim ve emekli hekim gelirleri ile ilgili TTB’nin defalarca hazırlamış olduğu yasa tekliflerinin ciddiye alınmasını, mevcut ve bir önceki sağlık bakanları tarafından konuyla ilgili olarak geçmiş yıllarda özellikle 14 Mart Tıp Bayramları öncesinde adeta çocuk kandırır gibi verilen sözlerin tutulmasını, hekimlere ve tüm sağlık emekçilerine insanca yaşayabilecekleri, emekliliklerine yansıyacak güvenceli ücretlendirme politikalarının uygulanmasını talep ediyoruz.

Bilgilerinize sunarız.
Saygılarımızla. 15.06.2016

Ankara Tabip Odası

===============================

Değerli dostlarımız ve Meslektaşlarımız,

Bizim de üyesi olduğumuz Ankara Tabip Odası’nın bu çalışmasını önemsiyoruz.
Artık sonuç alınması gerekiyor. Hekimler yıllardır haykırıyor ama AKP kulak tıkıyor.
Erişkesi (linki) verilen anket formunun incelenmesi, çarpıcı verileri görmek bakımından önemlidir.

Bir tıp profesörünün bir albaydan, bir genel müdürden daha az aylık alması düşünülebilir mi?
Önceleri böyle bir sorun yoktu ama zaman içinde oldu..
YÖK’ün de soruna sahip çıkması gerek. Öğretim üyeliği mesleği saygın ve çekici olmalı.
Örn. Profesörler havaalanı vb. yerlerde neden VIP statüsünde değil?
Siyasal kayırmalarla bu tür üst görevlere atanan badem bıyıklılar ve başı bohçalılar 3 gün sonra VİP oluyor, biz 20 yılı geçen profesörlüğümüzle, ak saçlarımızla kemerimize, ayakkabımıza dek çıkarmak zorunda bırakılıyoruz.. Hele hele son zamanlarda güvenlik önlemlerinin çoook artırılması ile..

Sevgi ve saygı ile.
15 Temmuz 2016, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Anket sonuçlarını görmek için tıklayınız.