Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

‘Kriz kaçınılmaz canımız yanacak”

Ekonomiye ilişkin karamsar tespitler:
‘Kriz kaçınılmaz canımız yanacak”

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) İktisat Profesörü Daron Acemoğlu Türkiye ekonomisi için, “Şu anda ekonominin negatife girmesi engellenemez boyutta. Umarım sistemik krizi görmeyiz. Ama bazı şirketlerin batması, işsizliğin artmasının önünü kapatamayacağız” yorumunu yaptı. Prof. Dr. Refet Gürkaynak da katıldığı medyascope yayınında “İdare ediyoruz idare ediyoruz, şimdi idare edemeyeceğimiz noktaya geldik. Şu anda yatırım yapılmamasının nedeni yüksek faizler değil, memleketin yaşanılmaz hale gelmesidir. Memlekette durgunluğun olduğu aşikâr. Canımızın acıyacağı kesin” dedi.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde (MIT) İktisat Profesörü Daron Acemoğlu’na göre, şu anda ekonominin geldiği durumda bir kriz yaşamadan çıkmamız mümkün değil.

Medyascope.tv’nin yayınına Bilkent Üniversitesi’nden Prof. Dr. Refet Gürkaynak ile katılan Acemoğlu, “Şu anda ekonominin negatife girmesi engellenemez boyutta. Mucize şekilde bir çıkış mümkün değil. Eğitim düzeyinin yeniden yüksek kaliteye gelmesi kolay olmayacaktır. Umarım sistemik krizi görmeyiz. Ama bazı şirketlerin batması, işsizliğin artmasının önünü kapatamayacağız” dedi. Acemoğlu’nun değerlendirmeleri özetle şöyle:

* Şu anda yaşadığımız problemler daha önceden birikmiş olan dengesizliklerin bir sonucu. Burada kaliteli büyüme olmaması. Büyüme odaklarının yanlış taraflarda bulunması. Türkiye’nin son 10 yıldaki büyümesi üretkenliğe dayalı olmadı. Özellikle inşaat sektörü ve tüketim üzerinden gelen bir büyüme. Böyle büyümeler genelikle dengesizlikler yaratıyor. Bunları göz önünde bulundurmadan sanki şu andaki sorunları son günlerin ya da yabancı yatırımcının gelmemesine bağlamak doğru değil. Son 10 yıllık para politikalarının kötü sonucunu görüyoruz şu anda.

Yatırım artmalı!

* TL’nin değer yitirmesini durdurmak gerek. Enflasyonu denetim altında tutmak gerek. Türk ekonomisinin yapısını çok kapsamlı düşünerek doğru yatırımı nasıl artıracağımızı düşünmek lazım.

* Türkiye demokrasisi 15 Temmuz döneminde önemli bir sınav geçti. Ama onun arkasında gelen OHAL ise Türkiye demokrasisinin derinliğini yitirmesine neden oldu. Korku, kutuplaşma, özgürlüklerin azalması politikacıların üzerinde olan denetlemeninin etkisini kaybetmesi… OHAL tüm gücü tek elde topluyor.

Canımız acıyacak!

Prof. Dr. Refet Gürkaynak da “Şu yatırım yapılmamasının nedeni yüksek faizler falan değil, memleketin bayağı yaşanılmaz bir hale gelmesidir. Memlekette durgunluğun olduğu aşikâr. Canımızın acıyacağı kesin” dedi.

Memleketin şu andaki durumundan söz ederken iç karartmadan bahsetmenin mümkün olmadığına işaret eden Gürkaynak’ın değerlendirmesi şöyle:

* Döviz kurunun bu düzeylerde olmaması için enflasyonun denetim altında olması gerek, bunun için de Merkez Bankası’nın işini yapabilmesi gerekiyor. Sürekli idare edilecek adımlar atılıyor. İdare ediyoruz idare ediyoruz şimdi idare edemeyeceğiz noktaya geldik.

* Yargıyı boyunduruk altına almak yargı bağımsızlığını sağlamaktan daha zordur. Basını baskı altına almak, çıkın bildiğinizi konuşun demekten daha zordur. Bizim memleketimiz genel olarak ümitsiz olunmaması gereken bir memleket. Bu ülkenin insanları burada ve insanca yaşamak istiyorlar. (cumhuriyet.com.tr 14.06.2018)
==============================================
Dostlar, 

ÇOK YÖNLÜ CİDDİ BUNALIMDAN NASIL ÇIKARIZ?

Türkiye’nin içine sürüklendiği ağır bunalımın çok boyutlu olduğunu artık herkes açık açık görüyor, yaşıyor.. Namuslu – yansız bilim insanları ekonomik çıkmazı açıklıyor ama AKP – RTE hep bunların tersini söylüyor.. Gerçekleri öğrenmemiz is-ten-mi-yor.. Hep ama hep en vahşi biçimde sömürmek istiyor egemenler. Üstelik devr-i KüreselleşTİRme’de = yeni emperyalizm, finans – kapitalin kuyruğuna yapışan gayrı millileşmiş sermaye ile ortaklık – işbirliği içinde!

Çarşı – pazar alev alev.. Fiyatlar adeta roket hızıyla artıyor.. Birkaç gün önce karpuzun kg’ı 3 TL idi. 10 kg gelen irice bir karpuza 30 TL ödemek.. İtiraf edelim, bizim için hayal ötesi.. 1 kg kiraz 14, kavun 4 TL. Kaysı 9, ithal elma 14, yerli elma 8-9 TL.. Ulusal Paramızın simgesi olan 1 TL ortada yok. 1 TL’ye alınabilecek hemen hemen hiçbir şey kalmadı. Herhangi bir dolmuş, otobüs, vapur.. 1 TL’ye binmek artık epeydir hayal. Gözümüzün önünde görüp izlediğimiz, duyumsadığımız (hissettiğimiz) bir hızla yaşamın her alanı pahalılaşıyor.. 2,4 kg gelen bir kuzu but için 135 TL ödedik ki; kaç yemeğimize evde katık yapacağız. 3 hafta önce de 8 parça pirzolaya 65 TL (1 kg 84 TL) ödemek zorunda kalmıştık. Arabamızın 55 litre motorin deposu 300 TL altında dolmuyor, üstelik son birkaç haftadır önlenemeyen fiyat artışları, ÖTV’den özveri ile “henüz” tüketiciye yansıtılmıyor. Şimdiden 500 milyon TL’ye yaklaştı bu vergi yitiği. Seçim sonrası acısı kaçınılmaz olarak çıkacak, azalan devlet gelirleri zamlarla, vergi artışlarıyla, cezalarla ve de BORÇLANMA ile kapatılmaya çalışılacak..

Devlete vergi vermeyenler gene BORÇ verecekler..

15,5 yıldır Türkiye, insanlık tarihinde görülmemiş biçimde talan edilmekte. İktidar yandaşları zengin edilmekte, bir yandaş yüklenicinin utanmadan – küstahça söylediği üzere “..milletin a..na koyacağız.” projesi yürürlükte. Türkiye’de üretim neredeyse iğneden – ipliğe dış girdiye bağlı. 100 dolarlık dışsatım (ihracat) için 70-80 Dolar arasında dışalım (ithal) girdiye mahkumuz. Dolayısıyla döviz fiyatlarında en küçük yükselme acı bir maliyetle ülkenin sırtına biniyor. Temel hastalık burada! Üretimde dışalım ham – ara mal ve hizmet girdi payını düşürmek ve yerli – yerel kaynaklara dayandırmak zorundayız..

  • Çok tasarruflu bir yaşam sürmek zorundayız..
  • Milletin kör kuruşuna sahip çıkan dürüst – ahlaklı – erdemli – yetkin insan yetiştiren akılcı – bilimsel eğitim sistemine dönmek zorundayız!
  • Nedensiz zenginleşenlere varlıklarının kaynağını sormalıyız..

ULUSAL ÜRETİM SEFERBERLİĞİ! 

Bu da ancak ve ancak Kamu – Devlet öncülüğünde planlı karma ekonomi ile olur.
Başka reçete yok, başka reçete yok, başka reçete yok!
AKP ise tersini yaptı. Devletin nesi varsa 60-62 milyar dolara haraç – mezat sattı..
Başta inşaat, gösterişli ancak yeterince katma değer üretmeyen tüketim alanında yerli ve BORÇ ALINAN kaynaklar har vurulup harman savruldu. Yandaş milyonlar zengin edildi.
Şimdi borçlar çevrilemiyor..
Ama siyasetçi yalan söylemeye devam ediyor.. Kendi yarattığı faciayı “dış oyun” diye yutturmaya çalışarak gene mağduru oynamaya bakıyor. Ancak gene de sormazlar mı :

  • Sen 15,5 yıldır tek başına iktidarsın.. neden ülkeyi bu oyunlardan koru(ya)mıyorsun??

Halkımız YAKICI YAŞAM PAHALILIĞINI – VAHŞİCE YOKSULLAŞTIRILMAYI – ACIMASIZCA İŞSİZLİKLE TEHDİT EDİLMEYİ – SAHTEKARCA TERÖRLE KORKUTULMAYI – HUKUKSUZLUĞU – OHAL TERÖRÜNÜ – DİN SÖMÜRÜSÜNÜ..

asla hak etmiyor.. Bunları hepsi aşılabilir ve Türkiye’nin kaynakları talan edilmez ise tüm insanlarımıza insanca yaşayacak bir yaşam düzeyi sağlayabilir..

Sorun kötü yönetimde!
Sorun beceriksiz ve dürüst olmayan iktidarlarda..
Sorun; küresel kapitalizmin taşeronu iktidarların görevlerini yapmalarında!

Sana çok somut bir örnek eyyy yurdum insanı                    :

Bak, 2,5 günde kanyollarında (siz hala karayolları mı diyorsunuz?!) 37 kurban verdin Bayram günlerinde (16.6.18, 19:00).. Daha bitmedi.. Yüzlerce yaralı var ve onlarcası değişen düzeylerde engelli kalacak! Niye acaba? Hiç düşünmez misin sen? Kötü politikacının kader – fıtrat mı tuzağına düşecek misin? Hani Türkiye’nin 20 bin km’ye yaklaşan bölünmüş yolları? Yeni ve yetenekli otomobilleri? İçişleri Bakanlığı telaşecibaşı konumunda ve geçen yıla göre %13 azalma olmuş kazalarda; o da alınan önlemler sayesinde imiş.. Yiyecek misin yurdum insanı? Büyüklere masalları dinlemeyi ve kanmayı – kandırılmayı sürdürecek misin kan yollarında kurban olarak?

Peki ne yapılabilirdi ? TOPLU TAŞIMA canım kardeşim, TOPLU TAŞIMA.. 3 yanı deniz olan ülkede binlerce km kıyı şeridinde insan (hatta yük) taşımacılığı neden yok? Neden bölünmüş yollar yerine demiryolları ile toplu insan – yük taşımacılığı öne çıkarılmadı? 50 milyar dolar dolayında enerji faturası belimizi büküyor ve ağırlıklı olanı akaryakıt ürünleri.. Motorlu kara taşıtları 22,5 milyonu geçti, onlarca milyar dolar dışalıma ödedik, otomobil alıp borçlandın, şimdi banka kredini ödeyemiyorsun, benzin – motorin – otogaz cebini yakıyor değil mi? Yaa işte böyle yaşamın zehir olur, canından olursun – engelli kalırsın, sevdiklerini kurban verirsin yuvan yıkılır! Şakası yok, izlenen ekonomi – ulaşım – sağlık… politikaları işte böyle sana bedel ödetir! Seni ve ülkeyi, geleceğini ipotek altına sokar, hatta tutsak alır; sermayeye çalışırsın, köleleşirsin!
*****
Eyyyyyyyy halkım, artık gör lanetli oyunu!

Yanan – yıkılan – şehit / gazi veren – işsiz bırakılan, borç altında inletilen ve iflas eden, bunalıma girip canına kıyan, “a..na konulan” ve uyanmazsan hep “a..na konulan” sen olacaksın!

Uyan artık ölümcül gaflet uykundan.. 24 Haziran / 8 Temmuz’da bu yok oluşa “dur” demezsen, artık sen bilirsin.. Cehenneme giden yoldan önce son çıkış, anlıyor musun, görüyor musun??

  • İlk olarak, bize bu cehennemi kurgulu – kurgusuz yaşatan siyasal iktidardan kurtulmak elzem duyuyor musun?!! Üstelik dini siyasete alet eden, ALLAH İLE ALDATAN bunlar!

Sevgi, saygı, kaygı ama UMUT ile. 16 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    
profsaltik@gmail.com

  ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 13 Haziran 2018

  ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 13 Haziran 2018

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KIRAATHANE
RTE, millet kıraathaneleri açacağını vaat etti. Okuma, sohbet yeri olacakmış. Mevcutlar da eskiden öyleydi.
Bir süre sonra Pişti Yüksek Okulu, Tavla Fakültesi, Okey Enstitüsü açarlar…

OKUMA
RTE, ”Okuma kültürünü ayağa kaldıracağız”
Okuma kültürü olan biri söylerse inanırım…

ÖVÜNÇ
RTE, hala 15 yıl önce ödenen IMF’ye borcumuzun son taksiti ile övünüyor.
Adamları İngiltere’de dilenmek içi dövünüyor… (AS: Kendisi Londra’da 3 gün ne yaptı??)

AFİŞ
AKP, camiye ve türbeye siyasi afişler astı.
Arka bahçe çalışması…

OKUMA
RTE, ”Bay Muharrem senin aklın ermez, senin okuma yazman yok”
Okuyup yazanın hali başka, ağzından bilgi fışkırıyor

PAŞA
RTE, “Ben paşaların paşasıyım”
Paşa başı emir verir, “Paşalar, alkış tutulacaaak, başla!”

DOLAR
Paşa başının ikinci emri,
“Eyy dolar hizaya geeeel!”…

YALAN
RTE,nin yalanları gündemde :

  • Tek parti döneminde 75 kişilik sınıfta okumuş..
    Tek parti döneminde doğmamıştı.
    ..çtı..
  • Emeklilere babasının karnesi ile alışveriş yaptığını söyledi.
    O çocukken karne dönemi bitmişti.
    Batırdı…
  • Turgut Özal komünistlere köprüyü sattırmadı dedi.
    Özal “satarım” , Calp “sattırmam “demişti.
    Mum dikti…

ÖRTÜLÜ
RTE, yılın ilk dört ayında örtülü ödenekten 735 milyon TL harcamış.
Bir günlüğü 3333 asgari ücretlinin maaşına eşit.
Tüyü bitmemiş cumhurun hakkı nereye gidiyor?…

SAHTEKAR
ABD’nin PKK’ya 250 TIR daha silah verdiği haberleri var.
CIA ajanı Henri Barkey, “Kürdistan umutları bitti” diyor.
“Uyu yavrum uyu” taktiği…

OYUN
Bahçeli’nin af istemine karşılık RTE, ”Bak canım kardeşim, kusura bakmayın, gündemimizde af diye bir şey yok” dedi.
Cumhur kardeşler ikinci tura oynuyor…

AKP’LEŞME
Danıştay üyesi Aysel Demirel siyasal içerikli tweet attı.
Tuzla’da ortaokul öğretmeni Aydın Şen, M. İnce’nin Kadıköy mitingine katılanlara “piç” diye hakaret etti.
Devlet kadrolarının partileşmesinin meyveleri…

AŞK
Kemer Kleopatra Koyu, RTE aşığı Fettah Tamince’ye peş keş çekilmiş.
Aşk nelere kadir!..

Kandil ve Ötesi

Kandil ve Ötesi

Şükrü Sina Gürel

Şükrü Sina Gürel
ssgurel@yahoo.com
YURT Gazetesi, 13 Haziran 2018

ABD ile Menbiç’te bir “yol haritası” üzerinde anlaşılabildi; ancak uygulamanın ne denli uzayacağı ABD’nin “takdirine” bırakıldı. Fırat’ın Doğusunda ne olacağı ise belli değil.
Aslında belli: Esad, bu bölgede “yönetici” konumunda olduğunu iddia eden ve içinde PYD/PKK’nın asli unsurlar olan ve ABD’nin binlerce tırlık silahıyla ordu kuran SDG ile görüşmeye hazır olduğunu bildirdi. SGD’den de olumlu yanıt aldı. Demek ki, iki taraf da Fırat’ın Doğusunun Suriye içinde kalan ama “özerk” bir yönetime sahip olan bir yapıya kavuşmasına razı görünüyor. ABD de Suriye’de bir siyasal çözümü ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasını, bu koşullar içinde kabul edecek gibi görünüyor.
Peki, bir türlü Esad yönetimini doğrudan muhatap alamayan Türkiye neye razı edilecek? Herhalde ABD, PKK’ya Türk topraklarında ve Kandil’de destek olmayı bırakarak Türkiye’yi “ödüllendirecek”. Böylece, bir yandan İsrail’in istediği bir “tampon”un İran’ın önüne yerleştirilmesinin temelleri atılmış olacak; öte yandan da AKP iktidarına da seçim öncesi bir “Kandil gösterişi” olanağı verilecek…
Ancak bu “Kandil gösterişi” AKP ve Erdoğan’a seçimler için bir avantaj sağlar mı? Pek belli değil! Çünkü AKP bugün, MHP ile HDP arasında sıkışmış görünüyor!
Konuyu açalım :
1. HDP milletvekili seçimlerinde barajı geçerse –ki geçecek gibi görünüyor- AKP-MHP TBMM’de çoğunluğa sahip olamıyor.
2. Cumhurbaşkanlığı seçimi 1. turda tamamlanamazsa, Erdoğan milletvekili seçimlerinde HDP’ye oy verenlerden destek bulmak zorunda kalacak.
Yani, yukarısı bıyık, aşağısı sakal!
2002 öncesinde terörle, Güneydoğu sorununu birbirinden ayrı tutabiliyorduk. Bizlere göre, sorun, bir “bölgesel geri kalmışlık” sorunuydu ve bu sorunun üstesinden, bölgedeki feodal yapıyı ortadan kaldırarak ve ekonomik-sosyal politikalarla gelebileceğimizi düşünüyorduk. Ancak, AKP iktidarı başarılı (!) bir biçimde giriştiği “açılım-saçılımlar”la konuyu bir etnik, hatta milli sorun haline getirmeyi becerdi! Diş macununu tüpten, cini şişeden çıkardı. Bundan sonra artık işimiz bunları yeniden yerli yerine koymak haline geldi.
Muharrem İnce, Diyarbakır mitingi ile bu konuda son derece önemli ve başarılı bir başlangıç yaptı. Umarım 25 Haziran’dan başlayarak, bütün sorunlarımızı, hepimizi kucaklayarak ve sorunları yerli yerine oturtarak çözebilecek bir yönetime kavuşuruz…

‘Şimdi artık her şey değişik’

‘Şimdi artık her şey değişik’

Erinç Yeldan
Cumhuriyet
, 15.6.18

2017 itibarıyla Amerika’da enflasyondan arındırılmış reel ücretler 1973’e görece yalnızca %10 artmış durumda ve 1973 sonrasında Amerika’da reel ücretlerin yıllık artış hızı %0.2’nin altında gerçekleşti. Ücretlerdeki durgunluk çoğunlukla esnekleştirilmiş ve enformalleştirilmiş (AS: kayıt dışı kılınmış) işgücü piyasalarının doğal bir sonucu olarak gözleniyor. Ücretlerdeki baskılanma aynı zamanda da ücret maliyetine dayalı enflasyonist baskıların hafifletilmesinde etkili. Bunun sonucunda da küresel ölçekte enflasyonun düşük düzeyde gerçekleştiğini görüyoruz. 
Emek gelirlerindeki gerilemenin sistemin dengelerini etkilememesi ve ekonomik faaliyetlerin sürdürülebilmesi için devreye sokulan mekanizma ise borçlanma olanağı oldu. Finansal faaliyetlerin serbestleştirilmesi yoluyla ortaya dökülen borçlanma enstrümanları emekçi sınıflara daralan gelirlerinin çok üstünde tüketim talebi yaratma olanağı vermekteydi. Böylece pompalanan finansal küreselleşme olanakları dünyamızı bir spekülasyon çöplüğüne çevirdi. Bu süreçte dünyamızda toplam özel sektör borcunun küresel gelire oranı 1950’lerde % 50 düzeyindeyken, 2007’ye gelindiğinde %170’i aşmış idi. Yani, küresel ekonomi, dünya mal ve hizmet üretim gelirlerinin neredeyse iki katı fazlasına ulaşan ve öncelikle özel sektör kaynaklı bir borç sarmalı ile çalışmakta. 
Borca dayalı ekonomik büyüme Türkiye benzeri ülkeler için de kısa dönemde büyük fırsatlar yaratıyor. Yükselen piyasa ekonomileri diye adlandırılan azgelişmiş ülkeler grubu spekülatif işlemlerin cazibesiyle (AS: çekimiyle) sıcak para akımlarının öznesi haline dönüştürülerek saman alevi gibi parlayıp sönen büyüme-durgunluk sarmallarına mahkûm kılınıyor. Özünde borçlanmaya, dolayısıyla yabancı ülkelerde üretilen katma değerin ithalatına dayalı olduğu için yurtiçinde istihdam ve gelir yaratma kapasitesi sınırlı olan bu tür spekülatif-büyüme dalgaları, kalıcı ve düzenli istihdam yaratmıyor; gelir dağılımındaki çarpıklıkların derinleşmesi bir yandan da sosyal patlamaların, göç dalgalarının ve sağ popülist ırkçı söylemlerin zeminini oluşturuyor.
***
“Şimdi artık her şey değişik…” söyleminin geçersizliği 2009 krizinin en önemli dersleri arasındaydı. Bu savı ileri sürenlere göre, “enflasyon hedeflemesini” amaçlayan para politikaları sayesinde artık enflasyon tehlikesi geride kalmış, esnek/ dalgalı döviz rejimleri aracılığıyla döviz kurları dengeye kavuşmuştu. Sermaye hareketlerinin sınırsız ve denetimsiz akışkanlığı ise büyüme ve refahı gezegenimizin dört bir bucağına taşımaktaydı. Artık istikrarsızlık ve piyasa dalgalanmaları geride kalmış, küresel ekonomi “büyük uyum” (great moderation) çağına girmişti. 
2009 krizi bütün bu saptamaların geçersizliğine net ve kesin bir yanıt oluşturdu. Fiyat istikrarının genel anlamda makr-oekonomik istikrarı sağlamaya yeterli olmadığı; finans sisteminin kısa-dönemci ve aşırı dalgalı unsurlarının reel ekonominin uzun dönemli dengeli ve rasyonel büyüme koşullarını tahrip ettiği ve gelir dağılımında ciddi bozulmalara neden olduğu gerçekleri ortaya döküldü. 
Ne var ki, 2018 ile birlikte başta ABD olmak üzere, kapitalizmin hegemonik merkezlerinde beklenen büyüme ivmelenmesi, düşük enflasyon, düşük faiz ve gerileyen işsizlik oranları ile birleşince “şimdi artık her şey değişik” savları yeniden anımsanır oldu. 
Oysa sorunun özü aynıdır. Yer çekimi kurallarını hiçe sayan, aşırı borçlanmaya dayalı bu spekülatif finansallaşma süreci, küresel ekonomideki istikrarsızlığın ve krizlerin ana nedenidir. Bu koşullarda 21. yüzyıl kapitalizmi birikim rejimini artık reel ekonomi üzerinden değil, finansal sistemin yarattığı spekülatif rantlar ve azgelişmiş dünyanın sunduğu ucuz emek cennetlerindeki hiper-sömürü olanakları sayesinde sürdürebilmektedir. Bu koşullar ilerideki yeni kriz dalgalarının da yapı taşlarını oluşturmaktadır. Nitekim, Arjantin, Türkiye ve İtalya’nın içine sürüklenmekte olduğu kriz süreci de küresel ekonomide yepyeni bir çalkantının öncülleri olarak değerlendirilmektedir. 
Bu koşullar altında dünya kapitalizminin “nihai borçlanıcısı” ve governörü IMF’nin elindeki reçeteler ne kadar etkin olabilir? Bu soru başlı başına bir yazı konusu; bunu da gelecek haftaki yazımda ele almayı düşünüyorum. Tüm okurlarımın bayramını şimdiden kutlarım.

Prof. Onur Hamzaoğlu hürriyetine kavuşmalıdır!

Prof. Onur Hamzaoğlu hürriyetine kavuşmalıdır!

Selçuk Erez
(Prof. Dr., İstanbul Tabip Odası önceki başkanı)
Cumhuriyet, 14.6.18
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Demokrasilerde halk, isteklerini yönetime yalnızca istidalar (AS: dilekçeler) yazarak iletmez: Yola çıkıp sloganlarla, pankartlarla yürümek, Gezi’de görüldüğü gibi bir yerde dikilip durmak da demokratik isteklerin açığa vurulması için kullanılagelmiş olan yöntemlerdir. Antikapitalist Müslüman Hareketi’nin yeryüzü sofraları da etkin bir istek, bir düşünce açıklama yoluydu. 
Ülkede baskılara direnen basın kuruluşları azalmışsa, aksaklıklar konusunda düşünce açıklamak için sokağa çıkanın başı gözü yarılmaktaysa başka eylem yolları ön plana geçer: Tiyatro bu konuda yararlanılmış olan çok değerli bir ortam olagelmiştir. 
Haldun Taner bu amaçla kabare tiyatrosu formunu kullanmıştı. Taner, ilk kabare tiyatrosu denemesini 1962’de gerçekleştirmiş, demokrasinin eksikliklerini ve gününün yöneticilerinin yetersizliklerini bu yoldan eleştirmişti. Taner’in bu konuda söyledikleri önemliydi: 
“Bizde politik-hiciv tiyatrosunun eksik olduğunu görüyordum. Bizim halkımız da buna yatkındı. Oynadığımız oyunun adı ‘Bu Şehr-i Stanbul ki ’62’ idi. Metnini ben yazdım, rejisini ben yaptım, hatta takdimciliğini dahi ben üzerime aldım.” 
Geçen yıl çok sayıda akademisyen geçerli bir gerekçe gösterilmeden üniversitelerden uzaklaştırıldığında ve memleketin en üst düzeyde bilgili insanları olan öğretim üyelerinin barışı yeğlemeleri suç sayıldığında İstanbul Tabip Odası insan hakları, düşünce özgürlüğü ve akademik özerkliğin güvence altına alınması isteklerini duyurmak için tiyatroya sığınmıştı. 
Görevlerinden uzaklaştırılmış akademisyenler ve İstanbul Tabip Odası, Taner’in Dostoyevski’nin bir öyküsünden esinlenerek yazmış olduğu Timsah” oyununu sahneleyerek bu tutumu İstanbul’da, İzmir’de ve Eskişehir’de eleştirmişti. 
Ancak bunca yazılana, çizilene karşın hata düzeltilmemiş, sürdürülmüştür: 
Yayınlarıyla, yetiştirdiği öğretim üyeleri ve öğrencilerle, Kocaeli Üniversitesi’nde yapmış olduğu araştırmalarla bilime çok önemli katkılarda bulunmuş ve Dilovası’ndaki çevre felaketini gün ışığına çıkarmış olan Prof. Onur Hamzaoğlu, barışı yeğleyen açıklamayı imzaladığı için üniversitesinden uzaklaştırılmış, Halkların Demokratik Kongresi Eş Sözcüsü olarak açıkladığı düşünceleri nedeniyle de tutuklanmıştır. 
Geçen hafta, İstanbul Tabip Odası üyeleri ve Barış Akademisyenleri, sona ereceği umulan bu yanlış gidişin sürdürülmesi konusundaki eleştirisini Prof. Onur Hamzaoğlu’nu konu edinen bir oyun ile açıkladılar. Oyun, Genco Erkal’ın danışmanlığında ve Gülsüm Soydan’ın yönetiminde bir okuma tiyatrosu biçiminde sunuldu.. 
* Prof. Onur Hamzaoğlu gibi çok önemli bir bilim insanının yerinin hapishane değil üniversitedeki kürsüsü olduğu gerçeği 12 Haziran’da kalabalık izleyici kitlesinin katılmasıyla kuvvetle vurgulandı. Basına etkin bir şekilde yansıyan bu isteğin gerçekleşeceği günlerin uzak olmadığına inanıyoruz.
======================================
Dostlar,
Meslek büyüğümüz – hocamız Prof. Dr. Selçuk Erez’in kaleme aldığı bu makale için kendisine teşekkür ederek yayınlıyor ve içeriğini bütünüyle paylaşıyoruz.Geçtiğimiz ay, bizim de içinde olduğumuz 24 Halk Sağlığı Profesörü bir basın açıklaması – çağrı yaparak, uzmanlık alanı Halk Sağlığı olan meslektaşımız Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’nun tutuksuz yargılanmasını istemiştik..

Sevgili Onur, 17 Şubat’tan bu yana Sincan cezaevinde tutulmaktadır ve hakkında herhangi bir hüküm kurulmamıştır. Bu dönemde, hastalanan annesini ziyaret etmesine bile izin verilmemiş ve ancak cenazesine katılabilmiştir. Ergenekon – Balyoz vb. FETÖ tuzağı (kumpası) davalarda gördüğümüz acımasızlık sürdürülmektedir. Bunlar insanlık adına utanç vericidir ve yapılmamalıdır. Adalet, gün olur herkese -gerek değil- elzem olur; akıldan çıkarılmamalıdır.
Prof. Hamzaoğlu’nun bütün görüşlerine katılmadığımızı daha önce de belirtmiştik. Ancak Dr. Hamzaoğlu’nun yazıp – söylediklerinin ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu düşünüyoruz ve bu eksende kendisini özgürce dile getirmesinin en temel insan haklarından biri olduğu inancındayız. Sevgili kardeşimiz Onur Hamzaoğlu için bu sitede daha önce de aynı bağlamda yazılara yer verilmiştir. Birkaçının erişkesi aşağıda.. Okunmasını ve gereğinin yapılmasını diliyoruz..
– https://ahmetsaltik.net/2018/05/14/ttb-baskanlarindan-cagri-prof-dr-onur-hamzaogluna-ozgurluk/
– https://ahmetsaltik.net/2013/10/03/prof-onur-hamzaoglundan-dik-durus-aynaya-bakamazdim/
– https://ahmetsaltik.net/2018/02/23/onur-hoca-ile-timsah/
– https://ahmetsaltik.net/2018/05/22/elbette-kazanacagiz/
Sevgi ve saygı ile. 15 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com

Sağlık sistemi insan onurunu hiçe sayıyor

Sağlık sistemi insan onurunu hiçe sayıyor

Av. Oya Tekin

oyatekin@oyatekin.av.tr
YURT Gazetesi, 14 Haziran 2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

24 Haziran seçimlerine günler kala, yurttaşın sıkıntı çektiği en önemli konuların başında sağlık sistemi geliyor.
Sağlıkta Dönüşüm Programı, uygulamaya konulduğundan bu yana, sağlık hizmetlerinde eşitlik ve sağlık hizmetlerine erişim açısından son derece başarısız bir sınav vermiştir.
Yurttaş sağlık hizmetlerine ne coğrafi olarak, ne uygun bina, donanım, ilaç ve tıbbi malzemenin sağlanması olarak erişebilmiştir.
Hizmetin ücretsiz sunulması açısından da, beklentilerini karşılaması açısından da sistem sınıfta kalmıştır.
Bu tablo hem devlet hastanesinde, hem şehir hastanesinde, hem de özel hastanelerde geçerlidir.
Zira acil sağlık sorunu olan yurttaşlar, devlet ve şehir hastanelerine gittiklerinde uzun kuyruklarla karşılaşırken, özel hastanelerin acil servislerinde ise başta fahiş faturalar olmak üzere, tüyler ürperten uygulamalara maruz kalıyorlar.
İktidar partisi, geçmişte hastanelerde yaşanan kuyrukların artık yaşanmadığını söylüyor.
Doğru, çünkü o kuyruklar artık telefon başında yaşanıyor!
İnsanlar en ufak bir randevu alabilmek için kimi zaman aylarca bekliyorlar.
Düşünün, bunu acil tedavi gerektiren rahatsızlığı olan hastalar da yaşıyor.
Ben sık sık, devlet hastaneleri, şehir hastaneleri ve özel hastanelerin acil servislerine gidip yerinde görür, vatandaşla konuşurum.
Hiç şaşmaz, devlet hastanesine her gidişimde, acil servise girdiğimde tam bir kaosla karşılaşırım.
İnsanlar hak ettikleri hizmeti hiçbir zaman alamıyor, yarım yamalak bir tedaviyle gönderiliyorlar.
Şehir hastanelerinde de tablo farklı değil.
Buralarda da, günün en tenha olması beklenen öğle saatlerinde bile, acil servis kuyruğunun dışarı taştığını görüyorum.
Ultra lüks binalara milyonların yatırıldığı bu hastanelerde vatandaş çile çekmeye devam eder.
Özel hastanelerin durumu ise hepimizin malumu…
Hastaya acil durumunun sona erdiğine ilişkin taahhütname imzalatarak, hastadan fahiş ücretler talep eden özel hastaneler mi dersiniz, olmayan hastanın yatışını göstererek devleti dolandıran mı, otopark ücreti için yurttaşı sıkboğaz eden mi?
Yani özel hastanelerin azımsanmayacak bir bölümü ne yazık ki, hasta haklarını da ezip geçiyor insan onurunu da. O nedenle diyoruz ki, gelin 24 Haziran’da bu gidişata bir son verelim.
Ne hasta haklarımızın ne de insan onurumuzun bu şekilde ayaklar altına alınmasına izin vermeyelim!
======================================
Dostlar,

Yazar Sayın Av. Oya Tekin bizim de yaramıza dokundu..
Türkiye son derece kritik bir baskın – tuzak seçime sürüklenirken CB adaylarının – partilerinin gündeminde SAĞLIK hemen hemen yok gibi!
5 temel – öncelikli sorun tanımlanıyor genelikle ve SAĞLIK aralarında yok.
Bu hazin bir durum..
Biz bile, 41 yıllık hekim ve tıp fakültesi öğretim üyesi olmamıza karşın, Fakültemizdeki meslektaşlarımızdan randevu ve sağlık hizmeti almada zaman zaman ciddi biçimde zorlanıyoruz. Özel muayene – işlem ücreti istendiği bile oluyor ne yazık ki!

ŞEHİR HASTANELERİ, bu ülkeye ve halka kurulan en büyük küresel tuzaklardan biridir.
Bu sitede konu hakkında onlarca yazı bulunabilir.. Konferans videolarımız, power point yansılarımız, TV program kayıtlarının erişkeleri.. Hatta manşette uzun süredir tuttuklarımız halen var.

  • ŞEHİR HASTANELERİ açıkça bir talandır!

Talanın boyutları birkaç on yıl içinde yüzlerce milyar dolara erişebilir!
Artık salt kısa erimde yandaşlar ve küresel sermaye ortaklıkları değil; orta uzun erimde bunların gelecek kuşak çocuklarının da haksız – haram refahları masum halkın sırtından güvencelenmektedir! Hükümetler halkın sağlığını korumak yerine, bu talan kurumlarına HASTA VAAD EDER sefilliktedir. Bedeli de elbette bu hastaneleri kullansın – kullanmasın halkın vergilerinden ödenmektedir.

  • Bu UTANÇ VERİCİ BİR KİTLESEL – TOPLUMSAL HARAÇTIR!
  • ŞEHİR HASTANELERİ AÇIKÇA KÜRESEL SERMAYEYE VERİLEN KAPİTÜLASYONDUR ve Lozan Anlaşmasına da aykırıdır!

CB adayları ve siyasal partiler bu temaları halka işlemek iktidardan hesap sormak zorundadır! İktidar değişikliğinde bu küresel talanın durdurulacağı sözü halka verilmelidir.

Yineleyelim; AKP’nin Haziran 2003’ten bu yana 15 yıldır dayattığı SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM PROGRAMI IMF – Dünya Bankası dayatmasıdır; özgün adı Health Transformation‘dur. Şehir Hastaneleri talanı, bu kökü dışarıda programın 2. aşamasıdır.

AKP’nin sağlık politikası asla yerli – milli değildir; kendisine dikte edilmiştir.

AKP iktidarı, sağlıkta da bu küresel soygun politikalarının taşeronudur!

Oysa Erdoğan, nasıl oluyorsa, “biz yerli ve milliyiz” diyebilmektedir!? Utandırıcıdır!

İşte ülkemiz günümüzdeki ağır – kritik ekonomik bunalım ortamına böyle sürüklenmiştir!
Sağlık sektörü, kayıt içi – dışı toplamda ulusal gelirin 1/10’unu yutmaktadır. Bu para geçen yıl 80 milyar Doları aşmıştır! Ama insanımızın sağlık düzeyi göstergeleri ilk 60-80 ülke içine zor giriyor. Bunca para kimlere rant olarak aktarılıyor halkın sağlığı hiçe sayılarak??

Sevgi ve saygı ile. 15 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com

 

 

 

 

Bilişsel tutarsızlık: Önlenemez çöküş!

Bilişsel tutarsızlık: Önlenemez çöküş!
Emre Kongar
, 14.6.18, Cumhuriyet

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

“Bilişsel Tutarsızlık”, inançlar ile tutum ve davranışlar arasındaki çelişkiyi vurgulayan bir terimdir. İngilizcesi “Cognitive Dissonance” tır.

Erdoğan/AKP iktidarının önlenemez çöküşünün altında yatan temel mekanizmayı belirler!
***
“Bilişsel Tutarsızlık” iki yönlü çalışır:
1) İnançlarımız bağlamında, bunlarla çelişkili olan ufak tefek tutum ve davranışları görmeyiz.
2) İnançlarımıza aykırı tutum ve davranışlar, kritik bir birikime erişince, inançlarımızı etkiler!
İnançlarla, tutum ve davranışlar arasındaki tutarsızlığın bu iki yönlü etkisi, hem kendimiz hem de başkaları için geçerlidir.
1) İnançlarımıza aykırı küçük tutum ve davranışlarımıza izin veririz; mesela çok dürüst olduğumuza inanır ama ara sıra beyaz yalanlar söyleriz…
Başkaları hakkındaki duygularımız onların, bu duygularımıza ters düşen tutum ve davranışlarını kabul etmemize sebep olur; mesela sevdiğimiz insanların ufak tefek hatalarını görmezden gelir veya rasyonalize ederiz.
2) Ama gerek kendi tutum ve davranışlarımız, gerekse başkalarında gözlemlediğimiz tutum ve davranışlar, inançlarımıza çok aykırı olmaya başlar ve zaman içindeki birikimleri kritik bir noktaya erişirse, o zaman hem kendimiz hem de başkaları hakkındaki inançlarımızda değişiklik olur.
Dini inançlar böyle zayıflar, dostluklar böyle bozulur, parti tercihleri böyle değişir.;
***
Erdoğan/ AKP iktidarı, bugün, bugün olmazsa yarın, mutlaka gidecektir…
Gidiş süreci ne kadar uzun sürerse, toplum için maliyeti o kadar yüksek olacaktır:
Çünkü bireysel olarak da toplumsal olarak da seçmenlerde yarattığı “BilişselTutarsızlık”, başlangıçta olduğu gibi lehine değil, kritik birikim noktasını aştığı için, artık aleyhine işlemeye başlamıştır:
Yani seçmenin, başlangıçta, demokrasi adına ona duyduğu güven ile görmezden geldiği antidemokratik tutum ve davranışları o denli birikmiştir ki, artık onun “Demokrat olduğuna ilişkin inanç” yitirilmiştir.;
***
Muharrem İnce’nin başarısı da tam bu noktada ortaya çıkıyor:
İktidarın, Demokrasi inancına aykırı olan, bölme, düşmanlaştırma vekutuplaştırmaya dayalı olan baskıcı ve adaletsiz tutum ve davranışlarınınyarattığı “bilişsel tutarsızlığı”…
Bütün toplumu sevgi ile birleştirme, bütünleştirme ve herkesi adalet ve özgürlük içinde kucaklama stratejisi ile açığa çıkarmış…
Ve böylece, seçmende, Erdoğan/AKP yönetiminin antidemokratik tutum ve davranışlarından kaynaklanan “Bilişsel Tutarsızlığın” iktidara olan inancı sarstığı noktayı yakalamış, ayrıca bu sarsılmanın oy verme tutum ve davranışını etkileme potansiyelini harekete geçirmiştir.
***
HİÇ KİMSE, DEMAGOJİK BİR İKTİDARA, KENDİSİ KADAR ZARAR VEREMEZ:
DİREN DEMOKRASİ… SENİ GERİ GETİRİYORUZ!
=============================================

Dostlar,

ERDOĞAN’ın BİLİŞSEL DURUMU

“Bilişsel Tutarsızlık” (“Cognitive Dissonance”) durumunun 1 adım ötesi tıbbi terminolojide
“Bilişsel Bozukluk” (“Cognitive Disorder”) olarak bilinir.

ICD 10 olarak kısaca bilinen Uluslararası Hastalık Sınıflandırması‘nda özel bir kodu olan nöro-psikiyatrik sorundur. “Bozukluk” sözcüğü günlük dildeki anlamından farklı olarak bilimsel bir terimdir ve İngilizce “Disorder” sözcüğü karşılığı olarak üretilmiştir, yaygın kullanımdadır. Meslektaşımız Uzman Dr. Mustafa Altıoklar‘a, Erdoğan için “Narsisistik kişilik bozukluğu” nitelemesi nedeniyle hakaretten hapis cezası verilirken bu hataya (?!) düşülmüş ve salt  “bozukluk” dediği için ceza istenmiş, savcılık katılmış, mahkeme de ceza vermiştir. Oysa “Narsisistik kişilik bozukluğu” o psikiyatrik durumun tam tanımıdır ve ICD 10’da özgün kodu vardır. Konuyu o sıralar web sitemizde kapsamlı işlemiştik (https://ahmetsaltik.net/2015/03/19/narsistik-kisilik-bozuklugu-ve-erdogan/ ve https://ahmetsaltik.net/2015/03/19/erdoganin-akil-sagligi/).

Erdoğan‘ın son zamanlarda zaman – mekan – kişi – olay bağlamında ciddi ve yinelenen gafları oluyor.. Bunlar nasıl açıklanabilir?

Eğer halk yutarsa diye bilerek çarpıtma değil ise -ki bu da başlı başına ağır bir siyaset etiği / ahlakı sorunudur ve kabul edilemez!- aşırı yorgunluk, bir adım sonrası sürmenaj, onun da ötesi “tükenme sendromu” mudur? Ya da “bilişsel bozukluk” durumu mudur? Bilmiyoruz.. “Bilişsel bozukluk” da her hastalık gibi herkesin başına gelebilir. Hekim muayenesi ve “Kognitif bozukluk testi” denenen bir test ile tanı konabilir. Tabii derecesine göre de kişinin hukuksal hak ve fiil ehliyeti sınırlandırılabilir, vasi atanabilir, çalışma yaşamından / kamu görevinden çekilerek ya durumuna uygun iş verilir ya da engellilik (maluliyet) gerekçeli olarak emekli edilir.

Adli olaylarda sanıklar hakkında hüküm kurmadan, gerektiğinde bu teste dayalı adli tıp / hekim raporu istenir ve cezada indirim gerekçesi olarak kullanılabilir.

Ülkeyi yönetecek olanların yetki ve sorumlulukları çok geniş ve ağırdır. Bütün bir ülke ve milyonlarca insanın yaşamını yakından ve doğrudan ilgilendiren kararlar alabilecek yöneticilerin bedensel / bilişsel / ruhsal yönden tam sağlıklı olmaları gerekir.

Uygar ülkelerde bu tür tıbbi kurul raporları göreve gelmeden kamuoyuna sunulur, gerektiğinde uygun aralıklarla yinelenir. Böylesi bir  geleneğin hatta hukuk normunun ülkemizde de yerleşmesinde büyük yarar vardır.

Hiç kimse tek başına bir ülkeden / halktan daha önemli – öncelikli ve değerli değildir.

Sevgi ve saygı ile. 14 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com

İSİG Meclisi : Cumhurbaşkanı Adaylarına Çağrımız

Cumhurbaşkanı Adaylarına Çağrımızdır…
– İSİG Meclisi

Cumhurbaşkanı Adaylarına Çağrımızdır…

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi; 2011 yılından bugüne farklı sektörlerden, işkollarından, mesleklerden işçilerin (sanayi/hizmet/tarım, metal işçisi, mevsimlik tarım işçisi, banka işçisi, sağlık işçisi, doktor, mühendis, akademisyen, iş güvenliği uzmanı vb.) ve işçi ailelerinin yaşam verdiği bir ağ örgütlenmesidir. Devletten, sermayeden ve siyasal partilerden bağımsızdır. Sağlıklı ve güvenli bir yaşam, çalışma koşulları için mücadele eder. 
İSİG Meclisi; bütün iş kazaları ve meslek hastalıklarının önlenebilir olduğunun bilinciyle, yaşanan işçi ölümlerini ‘iş kazası’ değil ‘iş cinayeti’ olarak tanımlar. Bu noktada işçilerin sağlığının her türlü ekonomik çıkardan, büyümeden önce geldiğini savunur. İşçi sınıfı ve toplumda aylık olarak hazırladığı ‘iş cinayetleri raporu’ başta olmak üzere panel, işçi direnişlerine destek ve hazırladığı diğer raporlarla tanınan bir kurumdur. Yine birçok sendika ve meslek örgütlenmesi tarafından desteklenmektedir.
 
24 Haziran 2018 seçimleri işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi açısından da kritik bir öneme sahiptir. Bu noktada aşağıda mücadelemizin temel istemlerini paylaşıyoruz:
 
1- OHAL koşullarının devam etmesi için somut bir gerekçe yoktur. Aksine OHAL/KHK uygulaması işçi haklarına karşıt bir durumdur. Son iki yıl içinde işçi sağlığı alanına da bu durum yansımış ve işçi ölümleri %10 artış göstermiştir. OHAL kaldırılmalıdır
 
2- Ölen işçilerin %98’i sendika üyesi değildir. Yani sendikasız çalışmak ölüm demektir. İş cinayetlerinin önlenmesi, sağlıklı ve güvenli çalışmanın ön koşulu işçi katılımıdır. İşçiler ancak sendikalaşarak bunu sağlayabilir. Ülkemizde sendikaya üye olan işçiler işten atılıyor, sermaye işyerlerinde sendika istemiyor ya da istediği sendikayı getiriyor. Devlet daha ileri giderek sendikaların yapacağı basın açıklamalarını, toplantıları ve grevleri yani toplu pazarlık hakkını yasaklıyor. Bu noktada işyeri İSİG kurulları, çalışan temsilciliği ve genel olarak sendikal örgütlenme üzerindeki baskılar sona erdirilmelidir. Grev yasaklarına son verilmelidir
 
3- İşyerlerinde işçilere keyfi bir biçimde iş tanımı dışında işler yaptırılıyor. Çalışma saatleri günde 10-12 saate ulaşıyor. Mesai ücretleri, izin hakları vb. verilmiyor. Özellikle taşeron işçileri bu koşullarda çalışırken şimdi taşerona rahmet okutacak kiralık işçilik gibi kölelik uygulamaları getiriliyor. Özelde veya kamuda tüm taşeronlaştırma ve kiralık işçilik uygulamalarına son verilmelidir…
 
4- İş cinayetlerinin sorumlusu işverenler, bürokratlar ve siyasiler yargılanmıyor. Yargılananlar ise çoğunlukla günah keçisi haline getirilen iş güvenliği uzmanlarıdır. Yine mahkemeler iş cinayetlerini cezalandırmıyor, failleri ’24 taksitli para cezası vererek serbest bırakıyor’. İş cinayetlerinin sorumlusu işverenler, bürokratlar ve siyasiler yargılanmalıdır…
 
5- ILO ve WHO verilerine göre 1 ‘iş kazası sonucu ölüm’ karşılığında yaklaşık 6 ‘meslek hastalığı sonucu ölüm’ olmaktadır. Ancak SGK verilerine göre her yıl ortalama 500 dolayında işçi meslek hastalığına yakalanmakta ve neredeyse hiçbir işçi de ölmemektedir. Meslek hastalıklarının gizlenmesinden vazgeçilmeli ve bu noktada sağlık örgütlerimizin yürütücülüğünde saptayan / önleyen bir yaklaşım yaşama geçirilmelidir…
6- Çalışma yaşamının denetiminde görev yapan iş müfettişlerinin siyasal iktidara olan bağımlılığının önüne geçilerek, ‘İş Teftiş Kurulu’nun yönetiminde emek örgütlerinin ağırlığı olacak şekilde sosyal taraflardan oluşan bağımsız bir üst kurul haline gelmesi sağlanmalıdır…
7- Emeğin korunmasının temellerinden ikisini iş güvencesi ve insanca yaşayacak bir ücret oluşturur. Asgari ücret yükseltilmeli, işten atmalara son verilmeli ve işsizlik önlenmelidir…
 
8- İşçilerin sağlıklı yaşamak ve can güvenliklerini sağlamak için ulaşım, barınma ve beslenme hakları vazgeçilmezdir. İşçi servisleri uygun araçlardan oluşmalı, işçilere kalacak lojman sağlanmalı ve gıda zehirlenmelerini önlenmelidir. Yine toplu taşıma, konut ve gıda fiyatları konusunda adımlar atılmalıdır… 
 
9- Her yıl 60-70 çocuk çalışırken yaşamını yitirmektedir. 2018 yılı ‘çocuk işçilikle mücadele yılı’ ilan edilmesine karşın şu ana kadar (AS: ilk 5 ay) 27 çocuk işçi can vermiştir. Bu noktada özellikle sanayinin ucuz emek gücü ihtiyacını karşılayan 4+4+4 eğitim sistemine son verilmeli ve çocuk işçilik yasaklanmalıdır
 
10- Ülkemizde küçük yaşlarda çalışma yaşamı başlamakta ve neredeyse ömür boyu sürmektedir. Emekçilerin belli bir çalışma yılından sonra emekli olma hakları vardır ve bu da çalıştıkları mesleğe ve cinsiyetlerine göre belirlenmelidir. Emekliliğin yaşa takılmasına ve kademeli olarak 65 yaş olarak belirlenmesine yani mezarda emekliliğe son verilmelidir…
 
11- Kadın emeği; tarımda, sanayide, hizmet sektöründe ve evde görünmez hale getirildi. Oysa her yıl 120-130 kadın çalışırken yaşamını yitiriyor. Kadını temel alan bir işçi sağlığı anlayışı tanımlanmalıdır…
 
12- Ülkemizde milyonlarca mülteci/göçmen işçi bulunmaktadır. Temel düzenlemelerden yoksun bırakılan mülteci/göçmen işçilerin çalışma, sağlık, barınma, ücret vb. güvenceleri sağlanmalıdır. Türkiyeli işçilerle mülteci/göçmen işçileri karşı karşıya getiren ücret ve çalışma politikalarından vazgeçilmelidir. Yine bu noktada bölge ülkelerini savaşın içine sürükleyen politikalardan uzak durulmalıdır… (06 Haziran 2018)
İletişim
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi
http://www.guvenlicalisma.org/index.phpoption=com_content&view=article&id=19511:cumhurbaskani-adaylarina-cagrimizdir-isig-meclisi&catid=152:haberler 

Dostlar,

Saptamaların, istemlerin ve çözüm önerilerinin eksiği çok, fazlası – yanlışı yok değil mi!

Biz de aynen katılarak paylaşıyoruz bu metni..

Sevgi ve saygı ile. 13 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com

 

2018’de işçi hakları açısından en kötü 10 ülke arasında Türkiye de var

ITUC Küresel Haklar Endeksi 2018 Açıklandı!

2018 yılı Küresel Haklar Endeksi’ne göre 2018’de işçi hakları açısından en kötü 10 ülke arasında Türkiye de var!

ILO 107. Uluslararası Çalışma Konferansı’nda (28 Mayıs – 8 Haziran 2018)  ILO Yetki Tespit Komitesi (Credential Committee) tarafından MEMUR-SEN’in  AKP hükümeti tarafından delege olarak atanmasının ILO Anayasası’na aykırı olduğuna, MEMUR SEN’in bağımsız bir sendikal yapılanma olmadığına dair iddianın not edildiği ve işçi delegesinin ilgili sendikal örgütlerle uzlaşarak saptanmasını/ en çok temsile haiz örgütün işçi delegesi olması gerektiğine dair çok sert bir uyarı geldi.

Bilindiği üzere benzer içerikte bir uyarı KESK-DİSK-TÜRK-İŞ-KAMU SEN olarak da ortak bir deklarasyon ile Konferans hazırlıkları sürecinde hükümete bildirilmişti. Ancak AKP hükümeti içeride yandaş medya aracılığıyla gerçekleri gizlemeyi, pembe tablolar çizmeyi bir strateji olarak benimsediğinden, dışarıda da çalışma yaşamı ve sendikal örgütlenme konusunda MEMUR SEN üzerinden yapmak için uyarılarımızı dikkate almayarak MEMUR SEN’i görevlendirdi/atadı. MEMUR SEN de “görevini” yaparak Konferansta OHAL’in çalışma yaşamını etkilemediği vb. gerçekliklerle alakası olmayan değerlendirmelerde bulunarak ILO’yu, dünya emek hareketini yanıltabileceğini sandı.

ILO Konferansı’nda AKP Hükümetine sert bir uyarı gelmesi elbette yandaş medyada haber değeri görmedi. Çünkü onlar dünyanın en otokrat 4 lideri arasında sayılan Tek Adam’ı “Dünyayı yöneten dört lider” diye çarpıtıp manşetlere taşıma çabası içindeler!

ILO uyarısını tamamlayan ve doğrulayan bir başka açıklama da üyesi olduğumuz ITUC’tan geldi. Ülkemizden Konfederasyonumuz, DİSK, TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ’in de dahil olduğu 161 ülkeden 176 milyon sendikalı emekçiyi temsil eden Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC), 2018 yılı Küresel Haklar Endeksi Raporu’nu her yıl olduğu gibi ILO Konferansı sırasında açıkladı.

ITUC Küresel Haklar Endeksi 2018, 142 ülkeyi uluslararası olarak kabul gören 97 ölçüte göre sıralayarak, hangi ülkelerde işçi haklarının hem yasalarda hem uygulamada en iyi şekilde korunduğunu değerlendiriyor.

2018 ITUC Küresel Haklar Endeksi, ülkelere 97 göstergeye göre, 1 ila 5 arasında puan veriyor. Sendikal örgütlenme, toplu sözleşme, grev gibi temel sendikal hakların kullanımına ilişkin yasal ve fiili engelleri saptayan ITUC raporunda ülkeler ihlalin düzeyine göre 5+ kategoriye ayrılıyor.

Buna göre:

Nadir Hak İhlalleri : Avusturya, Belçika, Danimarka, Finlandiya, Almanya, İzlanda, İrlanda, İtalya, Hollanda, Norveç, Slovakya, İsveç, Uruguay

Tekrar Eden Hak İhlalleri: Barbados, Belize, Kanada, Kosta Rika, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Dominik Cumhuriyeti, Estonya, Fransa, İsrail, Jamaika, Japonya, Letonya, Litvanya, Malavi, Karadağ, Namibya, Yeni Zelanda, Portekiz, Ruanda, Singapur, Güney Afrika, İsviçre, Tayvan, Togo

Düzenli (Sık) Hak İhlalleri: Arnavutluk, Avustralya, Bahamalar, Bulgaristan, Burkina Faso, Şili, Kongo (Cumhuriyeti), El Salvador, Georgia, Gana, Macaristan, Ürdün, Lesotho, Liberya, Makedonya, Madagaskar, Moldova, Fas, Mozambik, Nepal, Polonya, Rusya Federasyonu, İspanya, Sri Lanka, Birleşik Krallık, Venezuella.

Sistematik Hak İhlalleri: Angola, Arjantin, Bolivya, Bosna Hersek, Botsvana, Brezilya, Kamerun, Çat, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Fildişi Sahili, Cibuti, Etiyopya, Fiji, Haiti, Irak, Kenya, Lübnan, Malezya, Mali, Mauritius, Myanmar, Umman, Panama, Paraguay, Peru, Romanya, Senegal, Sırbistan, Siera Leone, Svaziland, Tanzanya, Tayland, Trinidad ve Tobago, Tunus, Uganda, ABD, Vietnam, Zambiya.

Hakların Güvence Altında Olmadığı Ülkeler    : Türkiye, Cezayir, Bahreyn, Bangladeş, Belarus, Benin, Kamboçya, Çin, Kolombiya, Ekvator, Mısır, Yunanistan, Guetemala, Honduras, Hong Kong, Hindistan, Endenozya, İran, Kazakistan, Kore Cumhuriyeti, Kuveyt, Laos, Moritanya, Meksika, Nijerya, Pakistan, Filipinler, Katar, Suudi Arabistan, Ukrayna, Birleşik Arap Emirlikleri, Zimbabve

5+-Hukuk Devletinin Yok Edilmesi Nedeniyle, Sendikal Hakların Herhangi Bir Garantisinin Olmadığı Ülkeler: Burundi, Orta Afrika Cumhuriyeti, Eritre, Libya, Filistin, Somali, Güney Sudan, Sudan, Suriye, Yemen

ITUC raporunda en dikkat çekici saptama ise 2018’de işçi hakları ihlalleri konusunda en kötü 10 ülkeyi Cezayir, Bangladeş, Kamboçya, Kolombiya, Mısır, Guatemala, Kazakistan, Filipinler, Suudi Arabistan ve Türkiye olarak açıklanması oldu.

Raporda, Türkiye’de yaşanan işçi hakları ihlallerine de geniş yer verildi. “Demokratik alan daralıyor ve şirketlerin başıboş aç gözlülüğü artıyor” başlığıyla duyurulan rapora göre ifade özgürlüğü ve gösteri özgürlüğü üzerindeki kısıtlamalar, işçi hakları savunucularına yönelik kitlesel tutuklamalar ve gözaltıların önünü açıyor.

ITUC Küresel Haklar Endeksi 2018’e göre, keyfi gözaltı ve tutuklamaların olduğu ülkelerin sayısı, 2017’de 44 iken bu sayı 2018’de 59’a ulaştı, ifade özgürlüğünün kısıtlandığı ülke sayısı ise 54.

Raporda, Türkiye, Kazakistan ve Belarus, bağımsız sendikalara yönelik devlet baskısının en çok olduğu ülkeler olarak listelenirken, OHAL nedeniyle işten çıkarmalar ve KESK, DİSK ve TÜMTİS üye ve yöneticilerine yönelik tutuklamalara da raporda yer buldu. Raporda 6 Şubat 2018’de gözaltına alınan Mali Sekreterimiz Elif Çuhadar’a da yer verildi. Aynı zamanda aralarında cam ve metalin de olduğu çeşitli sektörlerdeki grev yasaklamalarına raporun Türkiye bölümünde yer verildi.

Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesi ise, Körfez ülkelerinde uygulanan ve milyonlarca insanı halen daha köleleştiren “kefalet sistemi” nedeniyle işçilere en kötü muamele edilen bölge oldu. Suudi Arabistan işçilerin herhangi bir hakkını tanımayı reddetmeye devam ediyor. Libya, Filistin, Suriye ve Yemen’deki çatışmalar, hukukun üstünlüğünün yok olmasına ve insan onuruna yakışır bir işe ulaşılmasının olanaksızlaşmasına neden oldu. Barışçıl protestolar, şiddet ile bastırıldı ve bağımsız bir işçi hareketi kurma girişimleri, Cezayir ve Mısır’da yetkililer tarafından sistematik olarak bastırıldı.

Asya-Pasifik’te ise, şiddetin artışı, grev hakkının suç gibi gösterilmesi ve sendika liderlerinin tutuklanması nedeniyle koşullar daha da kötüleşti. Bölgedeki 22 ülkenin tamamı toplu sözleşme ve grev haklarını ihlal ettiler.

Afrika’da, bölge ülkelerinin %65’inde işçiler fiziksel şiddete maruz kaldılar. Nijerya’da protestolar ordu tarafından şiddet kullanılarak bastırıldı ve grev sırasında bir işçi kimliği belirlenemeyen biri tarafından vurularak öldürüldü.

Avrupa’da, ülkelerin %58’i, toplu sözleşme hakkını ihlal ederken, dörtte üçü grev hakkını ihlal etmişlerdir.

Amerika kıtası ise, işçilere ve sendikacılara yönelik şiddet eylemlerinin yaygın olduğu bir iklimin etkisi altında; Kolombiya’da 19 sendikacı geçen sene öldürüldü – önceki sene 11 sendikacı öldürülmüştü.

ITUC Genel Sekreteri Sharan Burrow’a göre: “Örgütlenme özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü ve eyleme geçme hakkını kısıtlayan ülkelerde demokrasi saldırı altındadır. İnsan onuruna yakışır iş ve demokratik haklar tüm ülkelerde gitgide zayıflamakta. Bu durum çok uluslu şirketlerin kabul edilemez tutumlarının bir sonucu, bu tutumun bir örneği olarak Samsung’un sendika düşmanı uygulamaları, işçileri toplu sözleşme ve örgütlenme hakkından yoksun ediyor, şirketin Kore’deki ofisinden sızan bir iç yazışma tüm bu uygulamaları belgelemiş durumda. Amazon şirketinin gücü, herhangi bir denetime bağlı olmadan gitgide büyüyor, işçilere robot muamelesi yapmaktan halka ulaşılabilir bir konut sağlamak için getirilecek yeni vergi düzenlemesi geri çekilmezse Seattle’daki yatırımlarını durdurmakla tehdit etmeye dek çeşitli hak ihlallerine imza atıyor.”

ITUC Küresel Haklar Endeksi Orijinal Metin İçin Tıklayınız

form
http://www.kesk.org.tr/2018/06/11/2018-yili-kuresel-haklar-endeksine-gore-turkiye-2018de-isci-haklari-acisindan-en-kotu-10-ulke-arasinda/ 

==================================================
Dostlar,

– AKP iktidarında son 15,5 yılda en az 21 188 emekçi
İŞ CİNAYETLERİNE kurban verildi; niçin!?

İşçi ve memur emekçi kardeşlerimiz bu acı ve çıplak gerçekleri gözardı etmeden oylarını kullanacaklardır 24 Haziran ve gerekirse 8 Temmuz 2018’de değil mi??

Akıl ve vicdan başka seçenek bırakıyor mu??

Sevgi ve saygı ile. 13 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com

 

Çocuk işçiliği yasaklanmalıdır!

Çocuk işçiliği yasaklanmalıdır!

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Türk Tabipleri Birliği, 12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günü dolayısıyla bir açıklama yaptı. Çocukların ucuz iş gücü olarak çalışma yaşamında yer almalarının ancak eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasıyla önlenebileceğine dikkat çekilen açıklamada;

– çocuk işçiliğinin yasaklanması,
– çocuk işçiliğine zemin hazırlayan 4+4+4 eğitim sisteminden vazgeçilmesi,
– savaşı ve çatışmalı ortamı yaratan politikaların terk edilmesi istendi.

Açıklamanın tam metni aşağıdadır (12.06.2018) :

BASIN AÇIKLAMASI

ÇOCUK İŞÇİLİĞİ YASAKLANMALIDIR!

“Çocuklarımızın ucuz iş gücü olarak çalışma yaşamında yer almamaları eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olacaktır”.

12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği ile Mücadele Günüdür.  Çocuk işçiliği sorunu günümüz koşullarında güncelliğini korumaya devam etmektedir. 2016 yılı kayıtlarına göre dünyada çocuk işçi sayısı 168 milyondur. Üstelik bu sayıya ev işlerinde, enformal (kayıt dışı) sektörlerde çalışan çocuklar dahil değildir.

Çocuk işçi çalıştırma az gelişmiş, gelişmekte olan ülkelerde daha çok olsa da, bu ülkelere özgü olmayıp tüm ülkelerin sorunu olmaya devam etmektedir.

Ülkemizde çocuk işçiliği tarım sektörü başta olmak üzere inşaat, tekstil, metal iş kollarında yoğun olarak görülmektedir. Komşu ülkelerde; özellikle Suriye’de yaşanan savaş ve çatışmalar, iç savaşlar göç ile birlikte çocuk işçi sayısında büyük artışlara neden olmuştur. Ülkemizde de çatışma, yoksulluk vb. nedenlerle yaşanan göçler çocukların ucuz iş gücü olarak kullanılmasının önünü açmaktadır.

Çocuk işçiler yetişkinlere göre çalışma koşullarının olumsuzluklarından daha çok etkilenmekte, dirençleri düşmekte, vücut gelişimleri olumsuz yönde etkilenmekte ve iş kazalarına daha çok maruz kalmaktadırlar. İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisi’nin açıkladığı raporlara göre 2013-18 arasında 319 çocuğumuz iş kazalarında (AS: iş cinayetlerinde!) yaşamını yitirmiştir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2018 yılını Çocuk İşçiliği ile Mücadele Yılı ilan etmesine karşın çocuk işçi ölümlerinde, çocuk emeği sömürüsünde hiçbir azalma kaydedilememiştir.

Türk Tabipleri Birliği olarak;

Çocuk işçiliğinin yasaklanmasını,
çocuk işçiliğine zemin hazırlayan 4+4+4 eğitim sisteminden vazgeçilmesini,
savaşı, çatışmalı ortamı yaratan politikaların terk edilmesini

talep ediyoruz.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
http://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=fef8c126-6e54-11e8-8f08-7c307bdbd6a0 
===========================================
Evet dostlar,

DÜNYA ÇOCUK HAKLARI GÜNÜ’nde
PERİŞAN HALLERİMİZ..

Ülkemizin yürek yakan sorunlarından biri de çocukların çalıştırılması..

1. Taraf Devletler, çocuğun, ekonomik sömürüye ve her türlü tehlikeli işte ya da eğitimine
zarar verecek ya da sağlığı veya bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaksal ya da toplumsal
gelişmesi için zararlı olabilecek nitelikte çalıştırılmasına karşı korunma hakkını kabul ederler.
2. Taraf Devletler, bu maddenin uygulamaya konulmasını sağlamak için yasal, idari,
toplumsal ve eğitsel her önlemi alırlar. Bu amaçlar ve öteki uluslararası belgelerin ilgili
hükümleri göz önünde tutularak, Taraf Devletler özellikle şu önlemleri alırlar:
a) İşe kabul için bir ya da birden çok asgari yaş sınırı tespit ederler;
b) Çalışmanın saat olarak süresi ve koşullarına ilişkin uygun düzenlemeleri yaparlar;
c) Bu maddenin etkili biçimde uygulanmasını sağlamak için ceza veya başka uygun
yaptırımlar öngörürler.
Öte yandan 4857 sayılı İş Yasası da çocukların çalıştırılmasında yaş sınırları getirmiştir
Çalıştırma yaşı ve çocukları çalıştırma yasağı

           Madde 71 – Onbeş yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılması yasaktır. Ancak, ondört yaşını doldurmuş ve ilköğretimi tamamlamış olan çocuklar, bedensel, zihinsel ve ahlaki gelişmelerine ve eğitime devam edenlerin okullarına devamına engel olmayacak hafif işlerde çalıştırılabilirler.

Çocuk ve genç işçilerin işe yerleştirilmelerinde ve çalıştırılabilecekleri işlerde güvenlik, sağlık, bedensel, zihinsel ve psikolojik gelişmeleri, kişisel yatkınlık ve yetenekleri dikkate alınır. Çocuğun gördüğü iş onun okula gitmesine, mesleki eğitiminin devamına engel olamaz, onun derslerini düzenli bir şekilde izlemesine zarar veremez.

Aynı madde, 16-18 yaş arasını genç işçiler olarak tanımlamaktadır.

ILO verilerine göre dünya genelinde çocuk işçilerin sayısı 168 milyon olarak kestirilmektedir.  Türkiye Dünya nüfusunun %1,1’ine sahip olduğundan, kabaca 168 x 1,1 = 1,85 milyon çocuk işçisinin olabileceği kestirilebilir ancak rakamlar bunu aşkın ve 2 milyonun üzerindedir.

ILO tarafından yayınlanan 138 No’lu Asgari Yaş Sözleşmesi de ülkemiz iç hukukuna katılmış olup (4334 s. yasa; RG: 27 Ocak 1998 / 23243), ülkelerce istihdama kabulde asgari yaş(lar) belirlenmesi öngörülmektedir.
*****

  • Türkiye, bırakalım bu uluslararası normları, çok çok daha küçük, 2-3 yaşlarındaki çocukların bile ırzına geçilebilen bir ülke olmuştur son zamanlarda! Ne ağır sefilliktir bu!(Bkz. https://ahmetsaltik.net/2018/01/22/cocuklarina-tecavuz-eden-%95i-musluman-bir-toplum/)
  • Çocuk gelin – damatlar yüz kızartıcı düzeyde sürmektedir.
  • Suça alet edilen çocuklar
  • Madde bağımlısı olan çocuklarımız
  • Organ mafyasına kurban verilenler..
  • Göçlerde kırılanlar..
  • Dilendirilen çocuklar..
  • Yoksul(laştırılan) çocuklar..
  • Savaşlarda – çatışmalarda yitirilen çocuklar..
  • İnsest kurbanı çocuklar.. 
  • Sorumsuz anababalarca AŞIDAN YOKSUN BIRAKILAN ÇOCUKLARIMIZ..

Sorun, özünde yabanıl (vahşi) kapitalizmin herkesi – tüm emeği sömürme düzeni kaynaklıdır.

21. yy’ın şafağında uygar geçinen Dünyaya yakışmayan, kabul edilemez ve sürdürülemez bir insan hakları çiğnemidir (ihlalidir) bu sorun. Hızla aşılması için ulusal ve küresel ölçekte çok yoğun çaba gösterilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 13 Haziran 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD     Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com