Kategori arşivi: Yurttaş Saltık

Yeni bir devrin tarihi başlıyordu…

Yeni bir devrin tarihi başlıyordu...

Yeni bir devrin tarihi başlıyordu…

Hulki CEVİZOĞLU

Hulki CEVİZOĞLU
hulkicevizoglu@cevizkabugu.com.tr
Yeniçağ, 19 Mayıs 1919

İşgalcileri iknâ etmek için her yolu deneyen Vahidettin, Mustafa Kemal’in deyimi ile, “Yüzüncü derecedeki insanlarla” temastaydı. “Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin!” derken, artık padişahlığını kurtarmaktan vazgeçmiş, yaptıklarından pişman mı olmuştu?.. Aldatıldığını mı anlamıştı?.. Çünkü, Mustafa Kemal’in herkesin bildiği “resmî görevi”, Samsun ve çevresindeki azınlıkların ve özellikle Rumlar’ın, İtilâf Devletleri temsilcilerine yaptığı şikâyetleri incelemek ve onları rahat ettirmek için gerekli önlemleri almaktı. Yani, herkes Mustafa Kemal’e, “işgalcilere yardımcı olacak bir görev” verildiğini düşünüyordu. Müfettişlik görevinin özü buydu!.. Padişah, silahlı direnişe kesinlikle karşıydı..

Mustafa Kemal’in şaşkınlığı tedirginliğe dönüşmüştü. İki uç düşünce arasında bocalayan Mustafa Kemal, “bahislere girişmeyi tehlikeli buldu.” Daha sonraki gelişmeler Padişah’ın bu sözlerle neyi kastettiğini çok net biçimde gösterecekti. Mustafa Kemal, basit yanıtlar vererek, kararı sonraya bıraktı:

“Hakkımdaki teveccüh ve güvene arzı teşekkür ederim. Elimden gelen hizmette kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz.”

“Eminim.

“Merak buyurmayın efendimiz. Noktai nazarı şâhanenizi (yüksek görüşünüzü) anladım. İrade-i seniyeniz (ferman, padişah emri) olursa, hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an unutmayacağım.

“Muvaffak ol!”

Padişah’ın huzurundan çıkan Mustafa Kemal, Vahidettin’in “noktai nazarı şâhanesinin” ne olduğunu çözmüştü. Daha sonra bir yakınına bunu şöyle anlatacaktı:

“Padişah demek istiyordu ki, hiçbir kuvvetimiz yoktur. Tek dayanağımız, İstanbul’a hâkim olanların siyâsetine uymaktır. Benim memuriyetim, onların şikâyet ettikleri meseleleri halletmektir. Eğer onları memnun edebilirsem ve bu siyasete karşı gelen Türkler’i takip edersem, Padişahın arzularını yerine getirmiş olacaktım.”

Adım adım işgal edilen Türkiye’nin hükümdârı, “devleti kurtarmak” olarak, “işgale direnmemeyi, işgalcilere hizmet etmeyi ve vatanı kurtarmak için silahlı direniş başlatacak Türkler’i engellemeyi” anlıyordu.

“Paşa, Paşa.. Devleti kurtarabilirsin” sözünün anlamı buydu.
Padişaha göre, Mustafa Kemal bunları yaparsa “muvaffak olacaktı!..”

Ulusal (Millî) direniş başlıyor.. 

Redd-i İlhak Milli Komitesi, İzmir’de organize ettiği büyük mitingin ardından, tüm yurtta halkı direnişe çağırıyordu. Tüm vilayet, sancak, kaza ve nahiyelere gönderilen telgraflar ile, bölgelerinde toplantılar düzenlenmesi, direniş ordusuna girmek için hazırlıklar yapılması istendi. Ulusal direniş başlıyordu. Hükümete, padişaha ve işgal notaları veren İngiliz Amiral Kaltrop’a protesto telgrafları yağıyordu. Anadolu halkı Mütareke hükümlerine, uluslararası  hukuka uymayan bu oldu-bitti işgale karşı, kanının son damlasına kadar savaşmaya ant içiyordu.

Zübeyde Hanım’a veda

Dokuzuncu Ordu Müfettişliği’ne atanmayı başaran Mustafa Kemal Paşa, Akaretler’deki evinde annesine vedaya gitti. Annesinin elini öptü, kız kardeşi Makbule’nin hatırını sordu ve yer sofrasına bağdaş kurup oturdu. Ertesi gün Samsun’a hareket edeceğini annesine nasıl söyleyecekti?.. Bu heyecanla yediği yemekten zevk almıyor, annesini üzmemeyi düşünüyordu. Birdenbire söze başladı:

“Anne, ben yarın Anadolu’ya gidiyorum. Buraların hâli malûm değil. Selânik nasıl elden gittiyse, buralar da öyle olabilir. Ben, kurtarmaya çalışacağım. Ne elimden gelirse onu yapacağım. Fakat bu işte tehlike çoktur. Hesapta ölmek, gidip gelmemek vardır. Bana hakkını helâl et!.. Sen de bunları iyi dinle Makbuş (=Makbule). İşler fenaya dönerse, sakın buradan ayrılmayın. Bütün paranızı sarfedersiniz, paranız biterse halılarınızı, kıymetli eşyalarınızı satarsınız. Bir kere daha söylüyorum. Ne olursa olsun yola çıkmaya kalkmayacaksınız. Muvaffak olamazsam zaten sizi öldürürler, o zaman elbet, ben de ölmüş olurum.”

Bu sözler annesi ve kız kardeşi için “beklenmedik bir darbe” idi. Gerisini kız kardeşi Makbule (Atadan) anlatıyor:

“Onun sözlerini anne kız bir bardak zehir gibi yutmuştuk. Annem şiddetli bir kalp krizi ile sarsılmaya başlamıştı. Zavallı anacığıma nefes aldırmak için pencereleri açtık, kucağımızda onu sofaya çıkardık. Atatürk heyecan içinde söylediği sözlerin tesirini gidermek istermiş gibi annemi:

– Anne merak etme, bu kadar üzülme… Ben size en kötü ihtimali anlattım, muvaffak olmam ihtimali de kuvvetlidir. Tekrar buraya dönerim. Sizi yanıma aldırırım. Üzülme… diye teselli etmeye çalışıyordu.

Doktor Rasim Ferit (Talay) vaktinde yetişmemiş olsaydı, o akşam annem ölebilirdi. Sabaha kadar onunla uğraştık, şafak sökerken biraz rahatlar gibi oldu ve o zaman da ayrılık vakti geldi.”Sabahleyin, annesinin doktor denetiminde kendisine geldiğini gören Mustafa Kemal, tekrar anneciğinin elini öptü ve İngilizler’in denetimindeki Galata rıhtımına geldi;  kendisini bekleyen Bandırma Vapuru’na binerek kıyıdan açıkta beklemeye başladı.

Samsun’a giderken Bandırma

Vapuru aranan Mustafa Kemal: “Biz, ideali ve imanı götürüyoruz”

Paşaya eşlik edecek 18 kişilik “müfettişlik kadrosu” rıhtımdan sandallarla hareket ederek açıkta bekleyen vapura çıktı. Bandırma Vapuru Kız kulesi önüne geldiğinde İngilizler tarafından durduruldu ve bir binbaşı eşliğindeki işgalciler tarafından tepeden tırnağa arandı. Daha önce de, gemisinin Karadeniz’de batırılacağı istihbaratını alan Mustafa Kemal kuşkuya kapıldı. “Acaba bunlarla şehirdekiler arasında bir haberleşme mi vardı? Maksat kendisini tutuklamak ise, bütün bunlara gerek yoktu.” Sıkılıyordu. “Bir kararsızlık da olabilir” diye düşündü. Kaptana hızlanmasını söyledi. Kaptan (İsmail Hakkı Durusu) demir aldırmaya başladı. Vapur, düşman zırhlıları arasında ilerlemeye başlayınca Mustafa Kemal güvertede arkadaşlarına döndü ve

“Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silâh kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silâh, ne cephane götürüyoruz; biz ideali ve imanı götürüyoruz!” dedi.

Bandırma Vapuru’ndaki genç subaylardan Kurmay Binbaşı Hüsrev’e (Gerede) göre ise Mustafa Kemal, “Budala herifler bizim silah-cephâne değil, kafa götürdüğümüzü bilmiyorlar mı?” dedi.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarını Samsun’a götürecek Bandırma’yı Karadeniz’de şiddetli bir fırtına bekliyordu.. 27 yıllık kaptan “Ne aksi, bu denizi pek iyi tanımam. Pusulamız da biraz bozuk” diyordu. Mustafa Kemal kaptan yerinde idi. Subaylar ve askerler dışarı çıktılar, gemi hareket etti. Millî direnişin lideri, geminin kaptanına tehlikeleri anlattı ve emir verdi:

“Düşman devletlerinin herhangi bir aracının zararlı girişimine uğramamak için sahile yakın bir rota tutunuz! Eğer kesin tehlike görürseniz gemiyi karaya, en yakın sahile oturtunuz!”

Ufukta düşman gemisi görüldüğü zaman, Bandırma gemisi karaya oturtulacak ve Mustafa Kemal ile arkadaşları Anadolu’ya çıkacaktı. Anadolu toprağına ayak bastılar mı, artık ebedî esenliğe kavuşmuş olacaklardı.

Gemide 3.Kolordu Komutanı Albay Refet (General Refet Bele) de vardı. Kafileye son dakikada katılmıştı. İstanbul’dan çıkış vizesi yoktu. Atlarını yükleme bahanesiyle Bandırma’ya girmişti. Gemide rütbe işaretlerini çıkarmış, atlarının yanına gizlenmişti. Gemi Boğaz’dan çıkıncaya kadar bu durumda kalacaktı.

19 Mayıs: Yeni Bir Ergenekon..

İstanbul’da Fatih Camii’nin önünde 80 bini aşkın insan İzmir’in işgalini protesto mitingi yaptığı saatlerde Mustafa Kemal Samsun’a çıktı. “Son yüzyıl Türkler’i için yeni bir Ergenekon’un kapısı açılıyor ve yeni bir devrin tarihi başlıyordu.”

Dokuzuncu Ordu Kıt’aları Müfettişi Paşa’nın görevi, hem askerî hem de mülkî idi. Görevleri arasında bölgede asayişin sağlanması ve dağınık silah ve cephanenin belirlenen depolarda emniyet altına alınması da vardı. General Kâzım Karabekir komutanlığındaki 15. Kolordu’ya bağlı 4 tümen ile 3. Kolordu’ya bağlı 2 tümen Mustafa Kemal’in emrine verildi.

İstanbul’daki mitingde Konuşmaların yapıldığı kürsüye, siyah zemin üzerine beyaz ay-yıldızlı bayrak asılmıştı. Delikanlılar kollarına siyah protesto kurdelaları bağlamış, genç kızlar ise üzerinde “İzmir kalbimizdir” yazılı siyah rozetler takmışlardı. Bugüne kadar alışılmadık biçimde ilk kez kadınlar da, erkeklerle birlikte aynı meydanda toplanmıştı. Miting sonunda padişaha sunulmak üzere bir çağrı metni kabul edildi. Halk, ülke üzerine çöken karanlık bulutun dağılmasını istiyor, ama bunu kimin gerçekleştireceğini henüz bilmiyordu. O yüzden şimdilik tek adres gibi gözüken padişaha çağrıda bulunuyordu. Ulus işgale karşı uyanmış ama henüz padişahın yaptıklarına karşı uyanmamıştı.

Bu karanlık bulutu dağıtacak kişi ise, çalışmalarına Samsun’da başlamıştı!..

YARIN: “Ya istiklâl ya ölüm!.”

19 Mayıs’ta yakılan meşale hiç sönmedi, sönmeyecek

19 Mayıs’ta yakılan meşale hiç sönmedi, sönmeyecek

19 Mayıs 1919, ülkemizin kurtarıcısı ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının, esaret ve himaye kabul etmeyen milletimizi Kuvayı Milliye ateşiyle buluşturduğu gündür. 19 Mayıs, bağımsızlığı tüm Anadolu’ya yaymakta bir an bile tereddüt etmeyen büyük bir komutanın, en çetin koşullarda bile korkmadan ve karamsarlığa kapılmadan, umudun meşalesini aziz milleti için özveriyle seferber edilmiş, vatan işgalden kurtarılmıştır.

[Haber görseli]19

Mayıs 1919, işgalin pençesine düşürülmüş bir halkın, kendi özgür iradesiyle Anadolu’da ve Rumeli’de Kurtuluş Savaşı’nı ve Cumhuriyetin kuruluş felsefesini örgütlemeye başladığı gündür. İşgal güçlerinin Türk milletini vatansız, meclissiz ve hürriyetsiz bırakma isteğine karşı, milli iradenin şahlanışa başladığı gündür.

Ancak, 19 Mayıs 1919 yalnızca bir tercih değil, aynı zamanda bir zorunluktur. Çünkü işgal kuvvetleri, ağır koşullar içeren ateşkes antlaşmasına uyma gereği bile duymadan milletimizin haklarını gasp etmiştir. Ordumuzu dağıtmış, silahlarına ve cephanelerine el koymuştur. Ülkemizi savaşa sokarak felaketin içine düşürenler yurt dışına kaçmış; saltanat ve iktidar çevreleri ise şahsi çıkarlar ve amaçlar doğrultusunda işgalci güçlerle işbirliği içine girmiştir. Yurdumuz işgalcilerce parçalara ayrılmış, milletimizin onuru incitilmiştir. Halkımız uzun yıllar süren savaşların ardından bitkin, yılgın ve moralsiz bırakılmıştır.

Vahim tablo

Ulu Önder Atatürk’ün, Nutuk’ta tüm ayrıntıları ile tasvir ettiği bu vahim tablo karşısında, yurdun farklı bölgelerinde ortaya çıkan dağınık direniş hareketleri ise milletimizin karşı karşıya bulunduğu felaketi tam manasıyla kavramaktan uzak ve hedef birliğinden yoksundur. Mustafa Kemal, çoktan yıkılmış bir imparatorluğu kurtarmaya çalışmanın çare olmadığını ilk andan itibaren kavramıştır. Diğer tarafta ise ne imparatorluğun yıkıntılarına tutunmaya çalışan hareketlerin ne de emperyalist güçler sayesinde ayakta kalmaya çalışanların, içinde bulundukları koşulları kavrama olanağı yoktur. Aynı şekilde ülkeyi bir emperyalist gücün himayesine sokarak bir arada tutmak isteyenlerin ise milletimizin karakteri itibarıyla asla esareti kabul etmeyeceğini anlama konusunda güçlük içinde oldukları görülmüştür.

Türk Milleti’nin modern bir devlet kuracak zihniyete, kaynağa, kurumsal birikime sahip olmadığını düşünen ve çareyi dışarıda arayanlara karşı, Atatürk ve silah arkadaşları milletimizin olgunluğuna, vatan sevgisine ve mücadele azmine güvenmiştir. Ulu Önder Atatürk, bu yüzden bu vahim şartlar altında dahi tek çarenin ve tek doğru hedefin “Ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak” olduğuna inanmıştır. Atatürk’ün Samsun’da attığı ilk adımın nihai hedefi, çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmayı amaçlayan bir Türkiye Cumhuriyeti’dir.

Samsun’da yanan ateş

Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde 100 yıl önce bugün, Samsun’da yanan ateş, milletimize yeniden umut olmuş ve tüm dünyaya tutsaklığı hiçbir koşulda kabul etmeyeceğimizi göstermiştir. 19 Mayıs 1919’da başlayan mücadele ile milletimizin tüm olanakları özveriyle seferber edilmiş, vatan işgalden kurtarılmıştır. Ancak düşman askerinin vatan toprağından kovulması tam bağımsızlık için yeterli değildir. Milletimizin, onurlu ve bağımsız bir yaşam sürebilmesi için saltanat dâhil olmak üzere, ulusun üzerinde hiçbir himayenin kabul edilmemesi gerekir.

19 Mayıs 1919, bu nedenle bir yandan kurtuluşun, diğer yandan da kuruluşun, tarihimizdeki en önemli mihenk taşıdır. Atatürk, bir yandan ulusal egemenlik ve ulusal bağımsızlık için gerekli mücadeleyi yürütürken, diğer yandan Anadolu Aydınlanması için gerekli ilkeleri, kurumları ve kongreleri de örgütlemiştir. Çünkü özgür bir ulusa giden yol, ancak özgür yurttaşların ortak iradesiyle mümkün olabilecektir. Bu anlayışın kaçınılmaz bir sonucu olarak, Kurtuluş Savaşımızda Türkiye Büyük Millet Meclisi, milli iradenin ve ulusal egemenliğin biricik temsilcisi konumuna gelmiştir.

Üretken yurttaş anlayışı

19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlayan mücadele sonucunda yoksul bir köylü toplumundan sanayileşme yolunda bir ekonomiye, okur-yazar olmayan bir toplumdan bilim ve eğitime önem veren bir anlayışa doğru geçiş sağlanmıştır. Kaderci kulluk anlayışı, yerini üretken yurttaş anlayışına bırakmaya başlamıştır. Fikri, irfanı, vicdanı hür nesiller yetiştirmek için büyük hamleler yapılmıştır. Aklın ve bilimin rehberliğinde milletimizin ilerlemesi ve yükselmesi için çalışılmış, büyük reformlar ve kurumsal atılımlar sağlanmıştır. Uzun ve zorlu mücadeleler neticesinde genç Türkiye Cumhuriyeti, genç kuşakların dinamizmini her düzeyde yüceltmiştir. Bu sayede Türkiye, yurttaşlarına ilerleme ve refah sunan saygın bir model ülke haline gelebilmiştir. Tüm bunlar, ancak 19 Mayıs ruhuyla ve Türk gençliğine verilen büyük önem sayesinde mümkün olmuştur.

Liyakat, nesnellik, akılcılık

Bugün 19 Mayıs 1919’un 100. yıldönümünde, tek adam rejiminin gölgesinde ülkemizin kazanımlarının önemli bir bölümü tehdit altındadır. Cumhuriyetimizin temel felsefesini oluşturan eşit yurttaşlık ilkesi zedelenmektedir. Halkın yönetime katılma kanalları daraltıldığı gibi iktidarın denetlenmesi olanaksız hale getirilmektedir. Yargı kurumları bağımsızlığını yitirmekte ve baskı altına alınmaktadır. Demokrasimizin gelenekleri ve kurumsal dayanakları hızla geriletilmektedir. Tıpkı yüzyıl önceki hukuksuzluk koşullarına benzer bir biçimde, yurttaşlarımızın anayasal hakları ve özgürlükleri kısıtlanmaktadır. Ülkemizin öz kaynakları gerçek sahibi olan halkımıza değil, yabancılara ve yandaşlara dağıtılmaktadır. Kamu yönetiminde liyakat, nesnellik ve akılcılık ilkeleri zayıflatılmaktadır.

Zor koşullar içinde olduğumuz herkes tarafından kabul edilmektedir. Ancak bu zor koşullar altında bile gençlerimize, demokrasiye, ilerlemeye ve adalete inanan bizlerin, umutsuzluğa ve karamsarlığa savrulma lüksümüz yoktur. U

lu Önder Atatürk ve arkadaşlarının büyük bir cesaret, dirayet ve umutla, hangi koşullar altında bağımsızlığımızı sağladığı ve Cumhuriyetimizi kurdukları unutulmamalıdır.

19 Mayıs 1919’da Samsun’da yakılan ateş, bugüne dek hiç sönmemiştir, bugünden sonra da sönmeyecek ve ulusumuzun yolunu aydınlatmaya devam edecektir..

  • Milletimizin en asil evladının doğum günü ve Milli Mücadele’nin 100. yılı kutlu olsun.

19 MAYIS; KURTULUŞA GİDEN YOL

19 MAYIS; KURTULUŞA GİDEN YOL

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar
18 Mayıs 2019, Çorlu

19 Mayıs 1919 özgürlüğe, bağımsızlığa ve kurtuluşa giden yolun başlangıcı. Çağın akışına ayak uyduramayan Osmanlı devleti çöküşün eşiğine gelmiş. Amerikan mandası veya İngiliz himayesinin ötesinde bir çıkış göremiyor. Hatta son Osmanlı padişahı VI. M. Vahdettin, “Tacım-tahtım yerinde kalsın da, ötesini nasıl biliyorsanız öyle yapın..” tam teslimiyeti içindeydi, Mondros ateşkesi sonrası emperyalist işgalci güçlere karşı.

Mustafa Kemal’in Samsun’a ilk adımı atmasıyla, ülkenin yazgısını değiştirecek kutsal direniş başlamış oluyordu. Yalnızca “yedi düvel” denen 7 emperyalist devlete karşı değil, aynı zaman da iç isyanlara karşı da olağanüstü bir savaşım yürütülüyordu. İç isyanların en tehlikelisi, İngiliz işbirlikçisi Anzavur’du. Bu isyanın ilk çıkış noktası Çanakkale’nin Biga İlçesidir. Dinci söylemleri kullanarak Düzce, Gerede dolaylarına dek kar topu gibi büyüyerek ilerledi. Bunu Konya’da Delibaş İsyanı ve Yozgat’ta Çapanoğlu İsyanı gibi pek çok isyan izledi. Dini siyaset ve bir isyan aracı olarak kullandılar. Osmanlı devletinin zayıf düşmesi ile birlikte ülke içindeki yabancı azınlıklar da ayağa kalkmıştı.

Mustafa Kemal’in başında bulunduğu ulusal kurtuluş mücadelesi veren Kuvayı Milliye, üç önemli güce karşı amansız mücadele vermiştir.

1. Emperyalist dış güçler
2. Emperyalistlerin ülke dışında ve içinde gayrimüslim ve müslim işbirlikçileri.
3. Osmanlı padişahı Vahdettin, hanedanı,  kimi Osmanlı devlet adamları, devşirme Osmanlı yöneticileri ve onların kışkırttıkları “İslâm Görünümlü” kimi tarikatlar

Önemle anımsatmak isteriz ki; tarihten günümüze “Türk düşmanlığı ortak paydasında buluşan bu üçlü şer grubu“, her zaman ve her koşulda tam bir işbirliği içinde hareket edegelmişlerdir…”(1)

Bu nedenledir ki Mustafa Kemal ATATÜRK Söylev’inde şöyle demiştir:

  • Saygıdeğer ulusuma şunu öğütlerim ki; bağrında yetiştirerek, başının üstüne dek çıkaracağı adamların kanındaki ve vicdanındaki öz mayayı çok iyi incelemeye dikkat etmektenhiçbir zaman geri kalmasın. (Gazi Mustafa Kemal, Nutuk – Söylev, Cilt 2, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1999, s. 811.)

Yine Mustafa Kemal Paşanın şu veciz sözleri bize gerçeği anlatmak için yeterlidir sanırız :

  • “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri eğitimin derecesi ne olursa olsun, en önce ve her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, ulusal geleneklerine düşman olan bütün ögelerle mücadele etme gereği öğretilmelidir.” (1923)

Ulusal Egemenlik üzerine : “Eşitliğin, özgürlüğün ve adaletin dayanağı Milli Hakimiyettir. Hakimiyet-i Milliye ise milletin namusudur, haysiyetidir ve şerefidir.”

Kemalizm, veya Atatürkçü Düşünce Sistemi, bir Çağdaşlaşma Tasarımı’dır. Bir Uygarlık Projesi’dir. Ata’nın deyimleriyle “Us ve bilim” O’nun manevi mirasıdır ve “sürekli devrimcilik” ile kendini sonsuza dek yenilemesinin kesin güvencesidir.” (2)

Mustafa Kemal Paşa için 19 mayıs öylesine önemlidir ki, doğum tarihi olarak 19 Mayıs gününü seçmiştir. “Mustafa Kemal Paşa ilişkileri iyi tutmayı önemseyen İngiltere Kralı 8’inci Edward, Türkiye’den Atatürk’ün doğum tarihini sordurur. Her yıl Atatürk’ün doğum gününü kutlamak istemektedir. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’ın imzasıyla verilen yanıtta, Atatürk’ün doğum günü “19 Mayıs 1881” olarak bildirilmiştir. Aslında, ATATÜRK’ün doğum günü, net olarak kayıtlı değildir. Ancak, İngiltere’ye verilen bu yanıt, O’nun yaşamındaki en önemli tarihin 19 MAYIS 1919 olduğunu kanıtlamaktadır…

O’nun sonsuzluğa göçüşü, salt Türk Ulusunu değil, bütün dünyayı ayağa kaldırdı… Cenaze törenine pek çok asker ve devlet adamı katıldı. Ancak, en anlamlısı, Fransız Generali Gourrot’un katılımı idi…

Sağ kolunu 1915’te Çanakkale Savaşında yitiren Fransız General Gourrot (Guro) ANKARA’ya koşup geliyor ve

  • “Seni selamlamak için bir kolum daha var” diyerek, Gazi M. Kemal ATATÜRK’ün cenazesini gözyaşları içinde selamlıyordu.” (3)

19 Mayıs’ı anlamak ve kahramanı Mustafa Kemal Paşayı hayranlıkla anıp selamlamak, kuşaktan kuşağa tarih boyunca anlatmak için bundan daha anlamlı ve örnek tarihsel olay olabilir mi?

Kaynaklar
1-19 Mayıs 1919 – TARİHTEN BİR KESİT  G.Filiz tuzcu  20 Mayıs 2018,
https://ahmetsaltik.net/2018/05/20/19-mayis-1919-tarihten-bir-kesit/ 
2 – 19 Mayıs 1881’in 125. Yılına Armağan: Emperyalizm Türkiye’den Ne İstiyor?
Viyana konf. 14.06.2006, https://ahmetsaltik.net/2018/05/20/19-mayis-1881in-125-yilina-armagan-emperyalizm-turkiyeden-ne-istiyor/
3- Atatürk’ün doğum günü (19 Mayıs) Şahap Osman Aras. 21 Mayıs 2018
https://ahmetsaltik.net/2018/05/21/ataturkun-dogum-gunu-19-mayis/

Dünya’da ve Türkiye’de Aile ve Nüfus Planlaması

Değerli Ankara Üniv. Eczacılık Fak. 4. Sınıf Öğrencilerimiz,

Sizlerle 2018-19 ders yılı ilkyaz (bahar) döneminde haftada 1 saat Aile Planlaması dersi işliyoruz.

Ana kaynak olarak Dünya Sağlık Örgütü’nün “Family Planning – A global handbook for providers 2018 edition” adlı kitabını kullanmaktayız. Bilindiği gibi bu kitap açık kaynak erişimlidir ve

https://www.who.int/reproductivehealth/publications/fp-global-handbook/en/

adresinden ücretsiz olarak indirilebilir.

Aşağıda, “Dünya’da ve Türkiye’de Aile ve Nüfus Planlaması” başlıklı 2 saat süreli dersimizin power point yansılarını (pdf dosyası olarak) bulacaksınız. (90 yansı, 2,6 MB)

Aile ve Nüfus Planlaması” çağımızın stratejik bir politika aracı durumuna gelmiştir.
Konu Türkiye’miz açısından ayrı bir önem ve öncelik taşımaktadır.

Sizler hem devletimizin aydın yurttaşları hem de sağlık profesyonelleri olarak ağır sorumluluk altındasınız.

  • Özellikle Eczacının “sağlık danışmanlığı” sorumluluğu ağır basmaktadır.

Konuyu yeter derinlikte ve içselleştirerek öğrenmeniz beklenmektedir. Sınav başarısının ötesinde halkımızı eğitmek ve nitelikli, bilimsel danışmanlık hizmeti vermeniz büyük önem taşımaktadır.

Yararlı olmasını dilerim. Yansıları indirmek için lütfen tıklayınız..

Dunya’da_ve_Turkiye’de_Nufus_ve_Aile_Planlamasi

Sevgi ve saygı ile. 18 Mayıs 2019, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

1919’un 100. Yılında Kongre İktidarları

Değerli Mülkiyeliler,

Mülkiyeliler Birliği, 1919’un 100. yılını İnsan Hakları ve Anayasa Hukuku alanına önemli katkıları bulunan Bülent Tanör’ün anısına düzenlenen bir panel ile karşılıyor. Murat Sevinç, Oktay Uygun ve Dinçer Demirkent’in katılacağı 1919’un 100. Yılında Kongre İktidarları başlıklı panel 18 Mayıs 2019 saat 17:30’da Mülkiye Kültür Merkezi Prof. Dr. Oral Sander Konferans Salonu’nda gerçekleştirilecek.

Bilgilerinize sunar, katılımlarınızı bekleriz.

Saygılarımızla,

Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu

HIRSIZ BİLE BUNU YAPMAZ

HIRSIZ BİLE BUNU YAPMAZ

Rıfat Serdaroğlu

Rifat Serdaroğlu

Aşağıda aktaracağım gerçek olayları, anadan babadan mesleği “Hırsız” olan bile yapmaz, yapamaz!
Hırsız sadece çalar! Ya “Hırsız” olarak yetiştirildiğinden ya da ahlaksız olduğundan çalar. Çoğu da eğitimsiz, cahil ve kimsesizdir…

Fakat adının önünde “Profesör” yazan, üstelik T.C/ Devletinin Bakanlık koltuğunda oturan ve hırsızın bile yapmayacağı işi yapan kişilere ne ad konur, inanın bulamıyorum. Bunlara “Hırsız” demek çok hafif kalır!

Birincisi;
Adam, Bakan! Üstelik Profesör. Devletten maaş alan bakanlık personelini, kendi evinde çalıştırmaya başlıyor. Kim o çalıştırdığı vatandaşlar?
Devletimizin Memurları.
Maaşını nereden alıyor? Hepimizin vergilerinden oluşan Milli Bütçeden.
Maaşını biz veriyoruz, kişi zorla bakanın evinde hizmetçi gibi çalıştırılıyor.
Bakanın yaptığı, hem devlet kesesinden haksız yere ve kanunsuz olarak sebeplenmek, hem de kişi hak ve özgürlüklerini bilerek, makamını kullanarak istismar etmektir.
Bakan, daha önce çalıştığı ABD şirketinde aynı işi yapabilir miydi?
Yapmaya niyetlendiği anda kapının önüne konurdu.
Bu yapılan duble hırsızlıktır. Haysiyetin kırıntısını taşıyan biri, devlet görevinden derhal istifa eder, defolur gider.

İkincisi;
Adam, Bakan! Üstelik Erdoğan’ın özel tercümanı.
İstanbul Belediyesinde kadrolu olan, maaşını belediyeden alan bir şoförü kendi özel şoförü olarak 6 yil boyunca kullanmış. Hem de hiç utanmadan.
Durum ortaya çıkınca, Türk Milletinden bir özür dilemek bile yok!
İstanbulların ödediği vergiden oluşan belediye bütçesinden maaş alan garibanı, ailenin getir-götür işlerinde kullanacaksın, sonra adam diye gezeceksin.
Bunun yaptığı da duble hırsızlıktır.

Üçüncüsü;
Adam, sadece milletvekili! Şimdi de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı.
Fakat hala Başbakan olduğu günden beri, yani yaklaşık 1 yıldır Çankaya Köşkünü babasının malı gibi kullanıyor! Hakkı var mı? Yok. İyi de nasıl kullanabiliyor?
Siz, TC Vatandaşı olarak “Ben asılım, Binali vekil. Ben de Çankaya Köşkünde bir gece kalmak istiyorum” deseniz, kendinizi nerede bulurdunuz? Silivri de mi?

Peki, soru şu : Bu üç kişi, bu hırsızlığı bilmeden mi yapıyor?
Bu üç kişiye devletin makamları teslim edilir mi?
Hele hele İstanbul Belediyesi teslim edilir mi?

Ciğeri, kediye teslim eder misiniz?
Haydi İstanbul, kovala bu hırsızları…

Sağlık ve başarı dileklerimle. 16 Mayıs 2019

TÜRKİYE’NİN SEÇİMİ

TÜRKİYE’NİN SEÇİMİ

Mustafa AYDINLI
Eğitimci – Yazar

Yüksek Seçim Kurulu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini iptal ederek sonu gelmez haklı tartışmaların da fitilini ateşlemiş oldu. Aslında bundan önceki tüm seçimler de hemen hemen bu ve benzeri haksızlık ve hukuksuzluklarla doluydu. Çoğu zaman bu durum kitlelere tam olarak anlatıl(a)madı, çoğu kez de “bulanık” alanlar vardı ve insanlar “acaba?” diyebiliyordu. Ancak İstanbul seçiminde her şey gün gibi ortada, kabak gibi meydanda, iktidar partisi üyelerinin bile “Bu kadarı da olmaz!” diyeceği, dediği cinsten ortada!

İstanbul seçimi ile görüldü ki; akıl bir yanda, vicdan bir yanda, hak, hukuk, adalet bir yanda. Gözü kararmış, “ille de benim olacak!” kör hırsı, “her şeye karşın her şey benim olacak!” dayatması ile davranılmakta. YSK’nın kısa gerekçesi kamu görevlisi olmayan sandık başkanları. O sandık başkanlarını sanırız Mozambik YSK’sı atadı(!).. AKP’li Ali İhsan Yavuz, “Hiçbir şey olmasa bile kesinlikle bireyler oldu ama farkedemedik..” özdeyişi ile Aziz Nesin ve Nasrettin Hoca gibi mizah ustalarının pabucunu dama atmıştır.

Sayın Binali Yıldırım’ın ve üst düzey AKP yöneticileri deyimi ile “Oylar çalındı”!? İktidar siz olduğunuza göre milletin iradesini çalan hırsızı bulacağınıza kuşkumuz yok. Yalnız, bulamazsanız ramazan ayında ve ilk gününde yalan söylemenin, iftira atmanın günahı çok büyük olur. Anlaşılıyor ki seçim mücadelesi, AKP tarafından sözde oy çalma senaryosu üzerine oturtulacak.

YSK’nın “Yüksek Saray Kurulu” veya “Yandaş Seçim Kurulu” olarak, buyrukla görev yaptığı su götürmez bir gerçektir. Ne var ki bu garabet, Türk toplumunun bünyesine terstir. Şu parti, bu parti değil, tüm partilerdeki akıl, vicdan, insanlık, adalet duygusunun kırıntısına sahip olan herkes, bu ceberrut, bu otokratik, açıkça faşist haksızlığı ve hukuksuzluğu kabul etmeyecektir.

Bu karar en hafif deyimiyle yetkinin açıkça kötüye kullanılmasıdır. Bir zarf içinde 4 farklı oylama var; diyelim ki bir evde altın, gümüş, pırlanta, elmas aynı kasada, hırsız kasayı açıyor, yalnızca elması alıyor, öbürlerini ev sahibine bırakıyor ve çekip gidiyor. Ülkemiz insanı böylesi gözü açıklığa, kendisiyle alay edilmesine, iradesinin gasp edilmesine kesinlikle izin vermeyecektir. Çünkü tarih boyunca sürekli mağdurun ve haklının yanında olmuştur. İsterse kendi partisinin dışında olsun. Bir hakkın teslimi, ülkemiz insanın namusu ile özdeştir.

Dikkatle izlersek eski ve yeni AKP’de önemli görevler yapmış pek çok insan bu tablonun kabul edilemez olduğunu kamuoyuna açıklıyor. AKP’nin dayatması ülkemiz insanının adet, gelenek ve mizacına aykırıdır. Türk filmleri izleyen herkes bilir ki, silahla savaşan birinin mermisi biter ya da silahı arıza yaparsa, öbürü de silahını atar ve eşit koşullarda savaşırlar. Bu ülke insanın gönlüne böylesine mertçe değerler işlenmiştir. İktidar, elindeki güç, olanak ve iktidar silahını İmamoğlu’na karşı ölçüsüz ve acımasızca kullanıyor. Dahası, Türk töresinde insanı arkadan vurmazlar. Böylesi davranış dışlanan, ahlak dışı, namertçe.. algılanmıştır daima.

Ancak iktidar partisi ve ortağının seçim propaganda yöntemleri hiçbir sınır, yasal, etik, ahlaksal, geleneksel değer ve mertlik tanımıyor!

Talimatla verildiği anlaşılan YSK kararı ile Türkiye derin bir ayıbın, hukuk dışılığın, akıl dışılığın, utancın denizinde yüzüyor. Uluslararası toplum katında ülke olarak saygınlığımız ayaklar altında ne acı ki!

  • 23 Haziran’da yenilenecek bu seçim artık salt İstanbul’un değil, Türkiye’nin seçimidir.
  • Bu seçim aklın, vicdanın, ahlakın, yüce insanlık ideallerinin, hukuk devletinin seçimidir.
  • Ulusumuz tüm dünya önünde, AKP İktidar blokuna karşı aklın, vicdanın, ahlakın, ayıbın, hakkın sınavını veriyor.
  • Bu nefs-i müdafa direnişinde kuşkumuz yok, hak ve haklı galip gelecek.

 

İNTİHAR

İNTİHAR

Dr. Uğur CİLASUN
ucilasun@gmail.com
YURT Gazeresi, 13.5.19

Hacettepe’deki öğrencilik yıllarımızda bize, kalın, yeşil klasörler içinde, üçüncü hamur kağıtlara yazılı ders notları verirlerdi. O yıllarda  hepsi de çok genç olan hocalarımızın, en yeni bilgilerle kaleme aldıkları çok değerli notlardı onlar.

Psikiyatri sınavına çalıştığım bir gün masamda, büyük hekim, sevgili hocamız Prof. Dr. Orhan Öztürk‘ün yazdığı, “İntihar” başlıklı teksiri okuyordum.
Orhan Bey, intihar olaylarının bir bölümünün ani, kişinin kendine yönelik kızgınlık ve yok etme duygularından kaynaklanmakla birlikte, büyük bölümünün kişide yavaş yavaş gelişen, kendine yönelik çaresizlik, yetersizlik, kendi varlığına tahammül edememe, kendisini değersiz görme duyguları sonucu ortaya çıkan derin elem ve umutsuzluk sonucu gerçekleştiğini anlatıyordu. Hocamız bu durumu öylesine hissederek ve öyle canlandırarak anlatıyordu ki, ben göz yaşlarımın aktığını teksirim ıslanınca fark ettim. O günden beri intihar olayları beni çaresizce duygulandırır.
****
Sözü buradan toplumumuzun yaşamına getireceğim.
Doğrusu bu kadarını hiç tahmin edememiştim. 31 Mart seçimlerinden sonra, AKP genel Başkanı Tayyip Bey‘in, önceki Anayasa referandumunda ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de İstanbul’da muhalefet oylarının gerisinde kaldığını da göz önüne alarak, acı bir burukluk içinde olsa bile  durumu kabulleneceğini düşünmüştüm. Hele yardımcısının seçim sonuçlarına ilişkin en önemli argümanının “bu seçimlerde hiçbir şey olmasa bile mutlaka bir şeyler oldu” gibi derin(!) bir analiz olduğunu görünce bu düşüncem pekişmişti. Ardından Tayyip Bey, “Türkiye İttifakı” söylemini ortaya attı. Ben bunun  da gerçek bir toplumsal barış çağrısı olarak ele alınabileceğini düşündüm.
Gerçi büyük şehirlerin, özellikle de İstanbul’un, AKP-MHP koalisyonu için ne denli önem taşıdığını,
* bu iktidarı 17 yıldır ayakta tutan “hırsızlık ve yağma” düzeninin en büyük “arpalığının”
orası olduğunu görüyor, bundan kolayına vazgeçemeyeceklerini hissediyordum ama gene de bu kadar banal, bu kadar kaba, bu kadar haksız, bu kadar vahşi bir saldırganlıkla İstanbul’a saldırabileceklerini kestirememiştim.

Ancak en sonunda Tayyip Bey, “Yüksek Seçim Kurulu seçimleri iptal ederek kendini aklamalı” deyince ayaklarım suya erdi. “Emir demiri kesecekti”. Nitekim öyle oldu. YSK, yalnızca İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini iptal etti.
AKP siyaseten “intihara” karar verdi!
Büyük şehirlerde seçim yenilgisinin egosuna yaptığı ağır darbeyi kaldıramadı,kendini yok etmeye karar verdi.
23 Haziranda yenilenecek seçimlerin sonucu ne olursa olsun, Tayyip Bey ve O’nun omuzlarında yükselen AKP bir daha iç huzura, sükunete, dengeye, ömrünü uzatacak akıl ve metanete  asla kavuşamayacaktır.
Kişisel intiharlara, bir hekim olarak çok üzülen ben, böyle siyasal bir intihara zerre kadar üzülürsem namerdim.
“Her şerde bir hayır vardır” özdeyişi, diyalektik bir gerçekliktir.
Bu şerden de güzellikler doğacaktır.

DİSK-KESK-TMMOB ve TTB’den ortak açıklama: Demokrasilerde halkın iradesine saygı duymayanlara yer yoktur

DİSK-KESK-TMMOB ve TTB’den ortak açıklama: Demokrasilerde halkın iradesine saygı duymayanlara yer yoktur

http://www.ttb.org.tr/455yhqo

DİSK, KESK, TMMOB ve TTB, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YKS) İstanbul seçiminin yenilenmesi kararıyla ilgili ortak açıklama yaptı. Açıklamada, Türkiye demokrasi tarihine halkın iradesinin gasp edildiği yeni bir tarih daha eklendiği belirtilerek, YSK kararıyla Türkiye’de demokrasiden geriye kalan son haklardan biri olan seçme ve seçilme hakkına el uzatıldığı, hukuk ve demokrasinin ayaklar altına alındığı vurgulandı. Açıklama şöyle:

DEMOKRASİLERDE HALKIN İRADESİNE SAYGI DUYMAYANLARA YER YOKTUR!

Türkiye demokrasi tarihine halkın iradesinin gasp edildiği yeni bir tarih daha eklenmiştir. KHK ile hukuksuzca ihraç edilmesi gerekçe gösterilerek seçilmiş belediye başkanlarına mazbata verilmemesi utancına YSK’nın İstanbul kararı eklenmiştir. 6 Mayıs 2019 tarihli YSK kararıyla ülkemizde demokrasiden geriye kalan son haklardan birine, seçme ve seçilme hakkına da el uzatılmıştır.

YSK, hukuka ve kendi içtihatlarına göre değil talimatlara göre karar vererek tarihe geçmiştir. Rantın ve akıtılan kaynakların kesilerek ekmeğin, ulaşımın, suyun fiyatının düşürülmesinden rahatsız olan çıkar gruplarının baskısıyla hukuk ve demokrasi ayaklar altına alınmıştır.

    • Üyelerinin görev süreleri Anayasa’ya aykırı biçimde uzatılan YSK’nın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini iptal kararı gayrimeşrudur.

Tüm devlet olanaklarını kullanmalarına karşın seçimlerde oyların çalındığı, sahte seçmen/kısıtlı seçmenlerin oy kullandığı iddialarını temellendiremeyenlerin imdadına YSK yetişmiştir.

    • YSK, kendi belirlediği sandık kurullarının kanunsuz olduğunu iddia ederek halkın iradesine karşı büyük bir saygısızlık yapmıştır.

Bu, yalnızca İstanbul’un seçilmiş Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ve O’na oy verenlere yönelik bir saygısızlık değildir. Bu aynı zamanda İstanbul’a ve hatta 82 milyon yurttaşa karşı bir saygısızlıktır.

Aynı seçimde, aynı sandık kurullarıyla, aynı zarftan çıkan 3 oyun geçerli, yalnızca iktidar partisinin yitirdiği oyların geçersiz olduğuna karar verenler, “partiye göre hukuk, parti için hukuk” anlayışının egemenliğini ilan etmişlerdir.

YSK halkın iradesine ipotek koymak için, kendi sorumlu olduğu kanunsuz uygulamaları gerekçe göstermiştir. Bu açıdan mevcut

      • YSK kendi meşruiyetini ortadan kaldırmıştır ve AKP-MHP ittifakının noteri haline dönüşmüştür.

YSK bu kararıyla, sandık kurullarının benzer biçimde oluştuğu 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de “tam kanunsuzluk” durumu doğurmuştur.

Halkın seçme ve seçilme hakkını cebren ve hile ile ortadan kaldıracak kadar hukuktan uzaklaşanların demokrasilerde yeri olmayacağı, halka hesap vermesi gerektiği açıktır.

Bu ülkede demokrasiyi yeniden kuracak olan ise işçilerin, emekçilerin, halkın birleşik ve örgütlü mücadelesi olacaktır.

DİSK-KESK-TMMOB-TTB

SEÇİM TEKRARI

SEÇİM TEKRARI

Suay Karaman 

Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) oy çokluğuyla verdiği İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı seçiminin iptaline ve yenilenmesine ilişkin kararından kamu vicdanı son derece rahatsızdır. Ama bu YSK’den, hak ve hukuka uygun, kamu vicdanını rahatlatan, millet iradesini koruyan bir karar vermesini beklemek de saflık olurdu.

16 Nisan 2017’de yapılan halk oylamasında YSK’nin kendi koyduğu kuralı seçim sürerken bozduğuna ve mühürsüz oyları geçerli saydığına bütün ülke tanık olduğuna göre, YSK’nin bu son kararına da şaşırmamak gerekir. YSK’nin verdiği şaibeli bir karar ile devletin rejimi değiştirilmişken, bu kuruldan hukuka uygun, adaletli bir karar beklemek olanaksızdır. 16 Nisan 2017’de ‘çatışma olur’ gibi sudan ve ucuz nedenlerle YSK’nin önüne gelemeyen parti liderleri ve yöneticileri, bugünkü hukuksuzlukların da sorumluları arasındadır.

Siyasal iktidar, 12 Eylül 2010 halk oylaması ile yargıyı etkisi altına almıştır ve böylece yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılmıştır.

  • Artık çay toplamaktan, cübbeyle yerlere kadar eğilmek gibi eylemler, yargı topluluğu için normal sayılmaktadır.

Yaptıkları sivil darbeyi, topluma ‘ileri demokrasi’ olarak yutturmaya çalışan siyasal iktidar, hukuk dışı tutum ve davranışlarında ısrar ederek, toplumu sürekli olarak germektedir. YSK’ye yaptıkları son baskı ise bu gerilmeyi daha da tırmandırmaktadır.

YSK, İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı seçiminin iptalini kimi sandıklarda sandık kurulu başkanlarının kamu görevlisi olmamasına ve kimi sandıklarda da bir kamu görevlisi üyenin olmamasına dayandırmaktadır. YSK seçim takviminde, sandık kurullarının usulsüz oluşturulduğu gerekçesiyle tam kanunsuzluk itirazının 2 Mart 2019’a dek yapılabileceği bildirmiştir. Bu tarihe dek sandık kurullarının oluşumuna itiraz edilmediği halde YSK, yapılan baskı sonucu seçim gününden sonra yapılan itirazları değerlendirmeye almıştır.

31 Mart 2019’da yapılan yerel seçimlerde Bursa’nın Mustafakemalpaşa ilçesinde AKP 32.661, İYİ Parti 32.068 oy almıştır. Arada 593 oy farkı bulunmaktadır. 4 sandıkta, sandık başkanlarının AKP’li belediyenin personeli olduğu ortaya çıkınca, İYİ Parti itiraz etmiştir. Ancak 20 Nisan 2019’da YSK, ‘sandık kurullarının 2 Mart 2019’da kesinleşmesi nedeniyle’ itirazı reddetmiştir.

Sandık kurulu başkanlarını ve sandık kurullarında görev yapacak kamu görevlilerini ilçe seçim kurulları belirlemektedir. YSK bunu bile bile yapılan baskı sonucu kendi hatasını seçmene yüklemektedir. Bunun yanında bir zarfta 4 farklı oy varken, zarflardan çıkan 3 seçim sonucunun geçerli kabul edilip, salt İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı sonucunu iptal etmek, tam bir kanunsuzluk örneğidir, büyük bir hukuksuzluktur. Bu iptal kararını YSK açıklayamadı; AKP’nin YSK temsilcisi açıkladı. Daha sonra halkın önüne çıkamayan YSK üyeleri, kararlarını yazılı açıklama ile kamuoyuna duyurdu. Bunun anlamı; YSK üyelerinin kendi verdikleri karardan rahatsız olmaları yüzünden kameraların önüne geçip verdikleri kararları savunamamalarıdır.

YSK’nin kendi seçim takvimine, verdiği kararlara, hukuk ve kanunlara uymayarak anayasal bir suç (AS: Anayasayı ihlal suçu) işlediği açıkça görülmektedir.

  • “Bir şeyler olmasa bile kesinlikle bir şeyler oldu” sözü, YSK tarafından yeterli görülmüştür!

– Rejim değiştirilmiş,
– hukuk devleti yok edilmiş,
– ekonomi çökmüş,
– eğitim bitirilmiş,
– terör can almaya devam ederken…

yani kısaca ülkemizin çok büyük sorunları varken 23 Haziran 2019 Pazar günü İstanbul Anakent Belediye Başkanlığı seçimi yinelenecektir.

  • Yaptığı baskı sonucu büyük hukuksuzlukla seçimleri yineleten siyasal iktidar, bir kez daha yitireceği seçime girmez.

İşte bu konuda çok dikkatli olmak zorundayız ve “her şey çok güzel olacak” gibi yabancı kökenli sloganların arkasına sığınıp, rehavete kapılmamalıyız.

Çünkü seçim öncesinde de, sonrasında da her şey çok zor olacak. Önemli olan zoru başarmaktır, iniş sürecine geçildiği bu dönemde sandıklara ve oylarımıza yeniden sahip çıkarsak, AKP yinelenen bu seçimi de yitirir. AKP’nin bu inişini hızlandırmak için İstanbul seçiminin yeniden kazanılması zorunluluktur. (AS: Ve bu olanaklıdır!)